Şampiy10
Magazin
Gündem

Çifte standartlarımıza kılıf olarak atasözleri

"Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.

Bugün bana, yarın sana.

Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.

İnsan beşer, kuldur şaşar.

Güvendiğim dağlara kar yağdı.

Hatasız kul olmaz.

Ne ekersen onu biçersin.

Yarası olan gocunur.

Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar.

Dost, kara günde belli olur.

Yalancının mumu yatsıya kadar yanar.

Bilen bilir, bilmeyen aslı var sanır.

Zenginin malı züğürdün çenesini yorar.

Yerin kulağı vardır.

Herkes ne ederse kendine eder.

Ummadığın taş, baş yarar.

Her kuşun eti yenmez.

Son pişmanlık fayda etmez.

Rüzgâr eken fırtına biçer.

Ayranım ekşi diyen olmaz.

Dil kılıçtan keskindir.

Kurunun yanında yaş da yanar.

Dost acı söyler.

İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır.

İnsan karşısındakini kendi gibi bilirmiş.

Hak yerini bulur.

***

Arşiv orada duruyor... Farklı konular için kim bilir kaç kez yazdım.

Yıllardır, dilimde tüy bitti; “Yapmayın, yapmayalım” diye diye...

Artık ‘alışkanlık’ boyutunu aştı, neredeyse ‘genetik kod’a dönüşme noktasına geldi diye...

Ülkenin en büyük problemi, insanımızın ‘çifte standart’ hastalığı diye.

Konuya bakışımıza göre; işimize geleni görüp/duyma, işimize gelmeyeni ise yok sayma alışkanlığımızdan söz ediyorum.

Atasözlerine atıf yaparak konuşma huyumuz da, bahsettiğim bu kötü alışkanlığın en çarpıcı boyutlarından biri.

Söz aynı söz...

Kullanan aynı kişi...

Ama aynı atasözü, aynı kişinin ağzından; dün ‘itham’, bugün ‘savunma’ aracı.

Ya da tam tersi.

Dün aynı söz ile kendini savunan biri, bugün çıkıp o sözü kullanarak başkalarını suçlayabiliyor.

Yukarıdaki atasözlerinin içinden gündeme denk düşenleri de yine bu hastalıklı anlayışımız ile seçeceğiz, biliyorum. İşimize gelenleri, işimize geldiği gibi.

‘Çifte standart’ bu toplumun standart donanımı hâline geldi çünkü."

***

Bu yazıyı geçen yıl bugün yazmışım.

Üzerinden geçen 365 günde çok şey değişti ülkede.

Birçokları için roller değişti, pozisyonlar değişti, dost - düşman dengeleri değişti.

Ama bu yazıda bahsi geçen 'bize özgü gerçeklik' maalesef yerinde kaldı ve duruyor. Hatta daha da katılaşmış, daha da keskinleşmiş şekilde sürüyor, 'damdan düşmeden hâlden anlamama' geleneği.

Bu konuda, başka hiçbir alanda olmadığı kadar istikrarlıyız (!) toplum olarak.

Böyle gelmiş böyle gidiyor işte.

Ve korkarım böyle de gidecek.

Yazının devamı...

Mevzu sadece ‘Türk Akım’ değil

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Ankara’da açıkladığı karar, o günden bu yana konuşuluyor.

Putin, 40 milyar dolarlık Güney Akım Boru Hattı Projesi’nden vazgeçtiğini, yerine 63 milyar metreküplük yeni bir hat planladığını ilk kez, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile yaptığı görüşme sırasında seslendirmişti.

Putin, ‘Türk Akım’ın en güvenli güzergah olduğunu söylüyor. Uzmanlar ise Putin’in bu hamlesini, Avrupa’nın enerji haritasını değiştirecek adım olarak görülüyor.

***

Rusya’nın hamlesini, ‘Türk Akım’ projesini ve bu adımın Türkiye ile bölgenin geleceğine etkilerini, sektörün en önemli isimlerinden biriyle, Kenan Yavuz ile konuştuk.

Kenan Yavuz, Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi Socar’ın Türkiye’deki CEO’su. Socar Türkiye’deki bu görevinin yanı sıra Petkim Yönetim Kurulu üyesi de olan Yavuz’un madde madde anlattıkları, büyük fotoğrafı görmeye yardımcı olacak nitelikte.

***

Kenan Yavuz, Putin’in Ankara’da açıkladığı kararın

herkes için sürpriz olduğunu söyleyerek başladı ve şöyle devam etti:

- ABD ve Avrupa’nın, Rusya’ya olan ambargoyu sertleştirmeleri, ekonomik ambargoyu petrol fiyatlarının düşüşüyle de desteklemeleri, Moskova’nın enerji oyununda yeni hamleler yapmasını gerektiriyordu. Biliyorsunuz Rusya, geçen sene de Çin ile bir anlaşma imzalamıştı.

- ABD krizden çıkamayan Avrupa’yı yanına alıyor. ABD ile Avrupa arasında kurulacak transatlantik enerji hattı da bu birlikteliğin somut projelerinden. ABD ile Avrupa, birlikte, siyasi olarak Rusya’ya, ekonomik olarak da Çin’e karşı bir cephe oluşturuyorlar. Çin bir dünya devi oldu. 2050’de dünya üretiminde birinci sıraya oturacak, bu biliniyor. Rusya’nın da siyasi gücü ortada. Bu tabloda enerji her şeyin temel dinamiği.

- Bu noktada, gelecekteki dengeleri temelinden etkileyecek olan bence, ABD’nin kaya gazı ve petrolünü keşfidir. Bu her şeyi değiştirecek çünkü enerji maliyetlerini 3 sente düşürmesi, neredeyse Suudi Arabistan ile başa baş noktaya getiriyor ABD’yi. Sırf bu sayede bile, ben bundan sonra ABD’den kötü bir ekonomik gösterge gelmeyeceği kanaatindeyim. ABD, ekonomik olarak dünyanın lideri konumunu en az 200 yıl daha sürdürür.

- Türkiye’ye gelince... Enerji oyununda Türkiye, son yıllarda önemli bir rol oynamaya başladı. Arz noktaları ile tüketim noktalarını buluşturma özelliğini öne çıkartarak, Şahdeniz, Tanap, Irak petrolü gibi önemli stratejik enerji hamleler yaptık Türkiye olarak.

- Şimdi Putin’in ‘Güney Akım’ yerine ‘Türk Akım’ı tercih etmesi, aslında Türkiye’nin olduğu kadar Rusya’nın da avantajına. Daha düşük maliyetli bir yatırım çünkü bu. Ancak ‘Türk Akım’ın henüz hiçbir detayı netleşmiş değil. Sadece konuşuluyor ve üzerinde çok spekülasyon yapılıyor. Biraz bekleyip görmek lâzım. Önemli soru işaretleri de var aslında ama elbette pozitif bir gelişme. İhtiyatlı olmakta fayda var. Türkiye’nin enerji merkezi olma özelliğine çok önemli bir artı bu proje.

- Ne kadar çok enerji hattı bizimle bağlantılı olursa bu Türkiye’nin her anlamda avantajına. Türkiye’nin önemi konusunda farkındalık yaratan bir gelişme oldu ‘Türk Akım’.

- Rusya, Hazar, İran, Irak ve Doğu Akdeniz’e kadar olan bütün coğrafyanın arz noktalarının Türkiye’den bağımsız şekillenmediğinin Avrupa tarafından görülmesi gerekiyor. Avrupa’nın bu gerçeği görmesi, bunun farkına varması Türkiye açısından çok olumlu ve çok önemli.

Yazının devamı...

Lösemili çocuklar Erdoğan'dan yeni yıl hediyesi bekliyor

Tam tarihini hatırlayamıyorum ama 10 sene kadar önceydi...

Recep Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığının ilk dönemi...

Ramazan ayında, iftar sofrasında bir aradaydık dönemin Başbakanı Erdoğan ile.

İftar, Lösante'deydi. Lösemili Çocuklar Vakfı LÖSEV'in hastanesinde...

***

Erdoğan, iftar masasında buluştuğu lösemili çocuklarla çok yakından ilgilenmişti hatırlıyorum. Hepsini tek tek bağrına basmış, hediyeler vermiş, sohbet etmişti.

Hastanenin mevzuattan kaynaklanan ufak tefek sorunlarını da, o iftar yemeği sırasında öğrenmiş ve anında, yerinde verdiği talimatlarla bütün problemlerin çözülmesini sağlamıştı Başbakan.

Erdoğan'ın LÖSEV'e verdiği en büyük hediye bu olmuştu.

O akşam, vakıf yöneticilerinin de, tedavi gören çocukların da (ve tabii ailelerinin) gözlerinin içinin nasıl güldüğünün şahidiyim.

***

LÖSEV, o günden bu yana çok büyüdü, çok çocuğa şifa, çok aileye mutluluk verdi.

Bakanlar Kurulu kararınca kamu yararına çalışan ve 16 binden fazla lösemi ve kanser hastasına hizmet veren bir hayır kuruluşu LÖSEV.

Tedavi başarısında yakalanan oran yüzde 90'lara ulaşmış durumda. Bu oran ile dünyanın sayılı hastaneleri arasında Lösante.

LÖSEV topladığı bağışları, Türkiye çapında, 16 bini aşkın hastasının evine kadar götürüyor. İlaçtan et ve sucuk dahil gıdaya, buzdolabından kırtasiye ürünlerine kadar...

Lösemili çocuklar LÖSEV'in okullarında tamamen ücretsiz eğitim alıyor. Aileleri de Lösev Köyü'nde medeni bir yaşam sürüyor. Yine ücretsiz...

LÖSEV Onkoloji Kenti izin bekliyor

Avrupa’nın ilk, ülkemizin en donanımlı kanser hastanesi Ankara'da (Gölbaşı - Haymana Yolu üzerinde) inşa edildi.

LÖSEV Onkoloji Kenti ve Hastanesi...

Hem çocuk hem de yetişkin lösemi ve kanser hastalarının tamamen ücretsiz tedavi görecekleri 250 oda ve 100 gözlem yataklı, son teknoloji ürünü bir sağlık merkezi.

100 odalı hastane oteli ve bin öğrenci kapasiteli eğitim kompleksi ile LÖSEV'in hedefi, yüzde 90 olan tedavi başarısını, bu özel kampüste yüzde 100 seviyesine çıkartmak. Her şey tamam, beklenen sadece bürokratik onay sürecin neticelenmesi. Yani gerekli ruhsat, izin ve kadroların verilmesi.

LÖSEV'in dosyası Sağlık Bakanlığı'nda imza bekliyor. Bakanlık yetkilileri konuyla ilgileniyor ama süreç biraz yavaş işliyor.

Sayın Cumhurbaşkanı'na naçizane çağrımdır

Sayın Erdoğan,

Sağlık konusuna verdiğiniz önem herkesin malumu.

Türkiye'de bürokrasinin bazen engel teşkil eden geleneksel yapısı hakkındaki görüşleriniz ve bu alışkanlığı değiştirmeye dönük geçmiş icraatınız da öyle.

Türkiye'de kanser ve lösemiye her yıl yaklaşık 200 bin kişi yakalanıyor.

Bu insanların bir çoğu maalesef tam tedavi şansını yakalayamıyor.

LÖSEV'in bu konudaki 15 yıllık tecrübe ve yakaladığı başarı ortada.

Vakfın tamamen kendi imkanları ile inşa ettiği Onkoloji Kenti, Türkiye'nin gurur duyacağı bir şifa merkezi olabilmek için gerekli izinlerin verilmesini bekliyor.

10 yıl önce, o iftar yemeğinde buluştuğunuz, sarıldığınız çocuklar iyileşti. Aileleri ile birlikte LÖSEV'e ve size duacılar.

Halen onlar gibi binlerce evladımız tedavi görüyor ve görecek. Sıradan bir gönüllüsü olduğum LÖSEV bünyesinde tedavi gören çocukların ve ailelerinin sizden böyle bir yeni yıl hediyesi beklediğini bilmenizi istiyorum.

Saygılarımla.

Yazının devamı...

Dünyadaki terör algısı ve Türkiye'nin özel konumu

Önceki gün, Avustralya Sidney'de bir kafede yaşananlar...

İranlı bir aşırı dinci 17 kişiyi rehin aldı. Düzenlenen operasyonda saldırgan eylemci dahil 3 kişi öldü.

Dün, Pakistan'da Taliban'ın askeri okul baskını ve kanlı çatışma.

Peşaver'de gelen haberler insanın yüreğini burkan türden...

Çocuklar öldü Peşaver'de.

***

Taliban'ın o okulu basıp, askeri öğrencileri rehin alması, çocukları öldürmesindeki amaç belli.

Onların gözünde 'çocuk' değil çünkü o öğrenciler. Geleceğin askerlerini hedef alıyor örgüt.

Gelecekte kendine tehdit oluşturacağını düşündüğü müstakbel silahlı gücü henüz filizlenmeden ortadan kaldırıyor kendince.

Ve tabii Pakistanlılar'a mesaj veriyor. "Çocuklarınızı askeri okula göndermeyin" mesajı.

***

Taliban, Pakistan... Ülke içi dengeler, saldırının yerel mesajı...

Bunlar bir yana, bu tür kanlı eylemlerin dünya çapındaki yarattığı algının bambaşka bir boyutu daha var. Bizi de ilgilendiren bir boyutu...

***

Ülkeler değişiyor, hedef alınan adresler değişiyor, eylemci sayısı, kullanılan yöntem ve silahlar değişiyor; terör gerçeği değişmiyor.

İşin daha vahimi, çoğunlukla 'İslam' ile birlikte anılıyor terör dünyada.

"Radikal dinci teröristler", "İslamcı teröristler" gibi kalıplar yer alıyor hep haberlerde.

Dünyadaki terör algısı, maalesef böyle şekilleniyor.

Yaptıklarına dini, İslam'ı bahane edenler, dünyanın farklı köşelerinde can almaya devam ettikçe, o dine, İslam'a verdikleri zararın da sonu gelmiyor.

'11 Eylül İkiz Kuleler' vakası ile zaten kolay kolay onarılamayacak seviyeye gelen bu gerçek, yıllar içinde daha da keskin, daha da sıkıntılı bir hal aldı müslümanlar açısından.

***

Aklıselim sahibi, sağ duyulu, insancıl müslümanlar bu tür eylemlerin dinle, müslümanlıkla ilgisi olmadığını vurguluyor her platformda.

Ama açıkça görülüyor ki bu çaba bir türlü yeterli olmuyor dünya genelinde oluşan algıyı olumlu yönde etkileyip değiştirmeye.

İşte bu nedenle artık çok daha önemli İslam'ın yeni nesillere olması - daha doğrusu gerçekten olduğu - gibi öğretilmesi.

Türkiye'deki din eğitimi tartışmalarında da temel anlayışın bu noktadan hareketle şekillenmesi gerektiği aşikar.

Çünkü Türkiye'nin bu bağlamda, uluslar arası camia açısından, İslam aleminin diğer üyelerinden farklı bir yeri, rolü ve tabii gücü olduğu tartışılmaz bir gerçek.

Yazının devamı...

Eğit-Donat Projesi neden gecikiyor?

IŞİD ve Suriye gündemi adeta unutuldu gitti. Daha birkaç hafta önce neredeyse başka konu konuşmuyorduk. Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu'nun özel durumundan, sınır hattındaki sıcak gelişmelere kadar, Suriye'de yaşananlar ve IŞİD ile mücadele...

***

Ankara açısından konunun en somut ve kritik başlığı da 'eğit - donat' süreciydi.

Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) donatıp, Türkiye'nin eğiteceği Suriyeli ılımlı muhalif güçler ile ilgili takvimin (en erken) Mart ayına kaldığını biliyoruz.

Ankara'nın güvenlik ve istihbarat kulislerinde konuşulanlara göre, bu gecikmenin iki temel sebebi var.

Türkiye ile ABD arasındaki iki temel görüş farkı...

Eğitilip donatılacak Suriyeliler kime karşı savaşacak?

Birincisi; ABD, donatacağı ve Türkiye'nin eğiteceği Suriyelilerin sadece IŞİD ile savaşmasından yana. Amerikan yönetimi, bölgeden IŞİD'in temizlenmesi halinde bölge halkının terk ettiği topraklara döneceğini, dolayısı ile güvenli bölgelerin kendiliğinden oluşacağını savunuyor.

Buna karşılık Türkiye ise uçuşa yasak hava sahası ve altında güvenli insani bölgeler kurulması ısrarını sürdürüyor.

Türkiye aynı zamanda, 'eğit - donat' programına tabi tutulacak olan Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) mensuplarının sadece IŞİD ile değil aynı zamanda Suriye Ordusu (Esad güçleri) ile de mücadele etmesini istiyor.

Güvenilir Suriyeli muhaliflerin listesi şekillendirilemedi

'Eğit - donat' projesindeki gecikmenin ikinci - ve belki de ilkinden daha dikkat çekici - nedeni de şu: İlk partide 2 bin Suriyeli muhalifin donatılıp eğitilmesi planlanmıştı. Bu ilk grubun belirlenmesi aşamasında, masaya gelen isimler hakkında tek tek istihbarat çalışması yapıldı. Ankara'nın ve Washington'un ayrı ayrı yaptığı güvenlik soruşturmalarında bu 2 bin ismin neredeyse yarıya yakınında iki merkezin elde ettiği bilgiler örtüşmedi. Ankara'nın güvenilir bulmadığı birçok Suriyeli hakkında ABD'den olumlu rapor geldi.

ABD'nin olur verdiklerinin çoğuna da Türkiye sıcak bakmadı.

İki ülkenin istihbarat yetkilileri, listenin netleştirilmesi için çalışmaya devam ediyor ancak görünen o ki, iki tarafın da 'güvenilir' diyip onay vereceği Suriyeli ılımlı muhalif bulmak çok da kolay olmuyor.

Bordo bereliler emir bekliyor

ÖSO ve diğer ılımlı muhalif gruplardan teşkil edilecek olan Suriyeliler'e askeri eğitim, Kırşehir'de, Hirfanlı Baraj Gölü'nün kıyısındaki Jandarma Eğitim Tesisleri'nde, TSK Özel Kuvvetler mensupları tarafından verilecek.

Bordo Bereliler bu eğitimi, Amerikan Özel Kuvvetleri'nden meslektaşları ile birlikte gerçekleştirecek.

İki ülkenin seçkin subayları şimdi başkentlerinde çalışmaya devam eden istihbarat yetkilileri ve komutanlarının listeye son şeklini vermesini bekliyor.

Yazının devamı...

CHP’nin RTÜK takibi

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi aradı dün. “Bugünkü yazınızı okudum” dedi.

(http://www.gazetevatan.com/murat-celik-705701-yazar-yazisi-rtuk-te-neler-oluyor-/ )

Sonra da yazımda geçen bir ifadenin gerçeği yansıtmadığını söyledi. RTÜK Başkanı Davut Dursun’a ait bir ifadenin...

***

“RTÜK’te neler oluyor?” başlıklı (dünkü) yazıda, Üst Kurul’un CHP kontenjanından seçilen iki üyesi Ali Öztunç ve Süleyman Demirkan hakkında, gelen bir şikayet dilekçesi üzerine kurulan komisyon ve söz konusu üyelerin bu karara tepkisini aktarmıştım.

Konu ile ilgili, RTÜK Başkanı Davut Dursun’un görüşlerine de yer vermiştim.

***

CHP’li Hamzaçebi’nin sözünü ettiği o ifade, dünkü yazımın şu bölümünde yer alıyordu:

“(...) Bir vatandaşın bir iddiası ve suçlamaları var. Bunu yok saymak mümkün değil. Üstelik bu dilekçeyi sadece bize değil, TBMM Başkanlığı ve Cumhuriyet Savcılığı’na da vermiş.

Meclis Başkanlığı bize, “Bu dilekçe ile ilgili ne yaptınız” diye soruyor. Biz de Üst Kurul gündemine getirdik. Eldeki verilerle bir değerlendirme yapmanın yanlış olacağını düşünerek, bir komisyon kurup, iddialar hakkında bir inceleme yapmanın daha sağlıklı olacağına karar verdik (...)”

Akif Hamzaçebi’nin “Gerçeği yansıtmıyor” dediği nokta, Davut Dursun’un, “Meclis Başkanlığı bize, ‘Bu dilekçe ile ilgili ne yaptınız’ diye soruyor” cümlesi.

CHP Grup Başkanvekili, “Meclis Başkanımız Sayın Çiçek ile görüştüm. ‘Meclis Başkanlığı olarak RTÜK’e herhangi bir yazımız olmadı, aramış da değilim’ dedi. Sadece, dilekçe sahibine cevaben bir yazı yazmış Meclis Başkanlığı, o kadar. Bu noktayı bilginize sunmak istedim” dedi telefonda.

***

Hamzaçebi’ye teşekkür ettim. Verdiği bilgiyi kayıtlara geçiriyorum.

RTÜK Başkanı Dursun’un bu konuda herhangi bir cevabı olursa, onu da yine buradan paylaşacağımı biliyorsunuz.

*****

Hava bedava, su artık değil

İrlanda ayakta...

Konu su.

İrlanda’da konutlarda tüketilen su bedavaydı.

Hükümet, 2015 itibariyle İrlandalıların evlerinde musluktan akan suyun karşılığında artık bedel ödemelerine karar verdi; ülke karıştı.

***

2008’den bu yana ciddi bir ekonomik kriz yaşayan; işsizlik oranının arttığı, evsiz ve yoksulların sokaklarda yaşamaya başladığı ülkede, devletin gelirlerini artırmak için bir dizi tedbir hayata geçirildi. Halkın sokağa döküldüğü ilk uygulama yeni konut vergisi oldu. Tepkiler hükümete geri adım attırmaya yetmedi, vergi alınmaya başlandı.

Şimdi de de ‘su hakkı’ için sokaklarda İrlandalılar.

11 Ekim ve 1 Kasım’da geniş katılımlı kitlesel eylemler düzenlendi. Önceki gün ise İrlanda Parlamentosu’nun etrafında yükseldi protesto sesleri.

Yer yer şiddet görüntüleri ortaya çıkıyor Dublin sokaklarında. Yüz binleri bulan eylemcilerin sloganı, “right2water“ yani “su hakkı” .

Sokaktaki İrlandalı, “Su haktır, paralı olamaz” diyor ama hükümet kararlı görünüyor.

Yarı devlet kuruluşu olan ‘İrlanda Su” (yani ülkenin ‘Sular İdaresi’) protestocuların engelleme çabaları arasında, konutlara su saati takma işlemine devam ediyor.

Şirketin internet sitesinde yer alan tarifeye göre; temiz su kullanımı ve atık su için, bir yetişkine (yıllık) 160 Pound, 2’den fazla yetişkine ise toplam 260 Pound fatura gelecek.

Eylemciler, ilki Nisan 2015’te gelecek olan ‘faturaları ödememe’ kampanyası da başlattı.

***

Konu, İrlanda’da seçmenin tercihlerini şekillendirecek boyuta ulaştı.

The Irish Times Gazetesi’nin yayınladığı ankete göre, ( http://www.irishtimes. com/news/politics/poll ) iktidardaki neoliberal Fine Gael’in halk desteği yüzde 19’a gerilemiş durumda. Buna karşılık IRA’nın siyasi kanadı Sinn Fein’in oy oranı yüzde 22 seviyesinde.

***

İrlanda’da ‘su’dan bir sebeple (!) ciddi bir toplumsal gündem yaşanıyor ve mevzu artık siyasi tabloyu belirleyecek noktaya gelmiş durumda.

Yazının devamı...

RTÜK'te neler oluyor?

"Biz böyle bir komisyonu kabul etmiyoruz, tanımıyoruz. Çünkü o komisyondaki üyeler ile biz eşitiz. Aynı mevki ve sorumlulukta görev yaptığımız üyelerin birbirlerini incelemesi, soruşturması tam bir komedidir. Bu komisyon bizim için yok hükmündedir."

Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Üyesi Ali Öztunç işte böyle diyor.

***

Üst Kurul, CHP kontenjanından seçilen 2 üyesi Ali Öztunç ve Süleyman Demirkan hakkında bir komisyon kurulmasına karar verdi.

Komisyon, MHP ve BDP kontenjanından seçilen 2 üyenin ret oylarına karşı, Ak Parti kontenjanından seçilen 5 üyenin oyuyla kuruldu. (Öztunç ve Demirkan, haklarında yapılan o oylamaya katılmadılar.)

Komisyonda yer alacak 3 kişi de yine iktidar partisi kontenjanından gelen üyeler.

Ali Öztunç bu duruma itiraz ediyor:

"Komedi dediğimiz bu tablo işte. Yapılan, kuzunun kurda emanet edilmesinden başka bir şey değil. RTÜK üyeliği buz üstünde tutuluyor."

***

RTÜK Üyesi Öztunç süreci ve gelinen noktaya dair itirazlarını şöyle özetledi.

- Televizyon kanallarımızdan birinde yayınlanan bir programda, Atatürk'ün 'rüşvetçi' olduğu söylendi. 900 bin lira rüşvet aldığı iddia edildi. Bu yayına ceza verilmesi konusu Kurul gündemine geldi. Ak Parti kontenjanından gelen 5 üyenin oylarıyla bu programa ceza verilmedi. Biz de, MHP kontenjanından olan üyemiz ile birlikte mahkemeye başvurduk, ceza verilmeme kararının iptali ve yürütmesinin durdurulması için. Attığımız bu adımı da bir basın toplantısı ile kamuoyuna duyurduk.

- Sonra, o televizyon kanalı Üst Kurul'a bir dilekçe verdi. Bizim o basın toplantısında gizliliği ihlâl ettiğimiz gerekçesiyle... Oysa bu kararlar zaten RTÜK'ün internet sitesinde yayınlanıyor zaten.

- O komisyonda yer alan üyeler ile hakkında inceleme yapacakları bizler eşitiz. Aynı sıfatı ve sorumlulukları paylaşıyoruz. Bizim yaptığımız sadece ve sadece Atatürk'e hakaret edilmesine karşı çıkmak.

- Üst Kurul'un eski başkanlarından Zahid Akman hakkında verilen dilekçelerin hiçbiri zamanında işleme koyulmamış, bunu da unutmamak gerekiyor.

***

Ali Öztunç'un ardından RTÜK Başkanı Davut Dursun'u aradım.

Dursun'un; Öztunç ve Demirkan'ın itirazlarına verdiği yanıtlar şöyle:

- Arkadaşlarımız bu komisyonu tanımadıklarını söyleyebilirler ama bunu söylemeleri o kararı ortadan kaldırmaz.

- Bu komisyonun kurulması yönündeki kararı idari yargıya başvurup iptal ettirirlerse ona elbette bir sözümüz olmaz.

- Bir vatandaşın bir iddiası ve suçlamaları var. Bunu yok saymak mümkün değil. Üstelik bu dilekçeyi sadece bize değil, TBMM Başkanlığı ve Cumhuriyet Savcılığı'na da vermiş. Meclis Başkanlığı bize, "Bu dilekçe ile ilgili ne yaptınız" diye soruyor. Biz de Üst Kurul gündemine getirdik. Eldeki verilerle bir değerlendirme yapmanın yanlış olacağını düşünerek, bir komisyon kurup, iddialar hakkında bir inceleme yapmanın daha sağlıklı olacağına karar verdik.

- Komisyonun sadece bir siyasi partinin önermiş olduğu listeden seçilmiş üyelerden kurulu olduğu doğru. Ancak diğer üyeler bu komisyonda yer almayacaklarını ifade ettiler. Söz konusu olan nazik bir konu. Arkadaşlarımızı ilgilendiren bu konuyu bir uzmana, bir hukukçuya, personele bırakamazdık.

- Konu biraz farklı boyutlara taşınıyor. Ben suçlamalar doğrudur ya da yanlıştır demiyorum. Araştırılıp, çalışılacak ve rapor yine kurulumuza gelecek.

- Zahid Akman ile ilgili başvuruları da görüştük geçmişte. Mesela yanlış hatırlamıyorsam, şirket ortaklıklarından zamanı içerisinde çekilmediği ile ilgili olarak bizim üyelerimizden gelen talep vardı. O da gelmişti kurul gündemine.

***

Durum bu...

RTÜK'te, üyeler arası gündem gergin.

Yazının devamı...

Büyük ‘İşbaşaran’!

Feyzi İşbaşaran, nihayet başardı! Başardığı; karakterinin, gerçek yapısının herkes tarafından görülmesi. İşbaşaran, gerçek haliyle tanınmayı başardı sonunda!

***

Tutuklanmasına gerekçe oluşturan tweetlerinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı değil, Adnan Oktar'ı hedef aldığını söylemiş savcılık ifadesinde Feyzi İşbaşaran. Oktar'ın adamlarının sosyal medyada kendisine komplo kurduğunu iddia etmiş.

Gerçek yakında ortaya çıkar. Hepimiz öğreniriz neyin ne olduğunu.

Lâkin savcı ve hakim gibi, neredeyse kimse inanmadı İşbaşaran'ın savunmasına.

Zaten inanılması mümkün de değildi.

Öfkeden, zaten var olmayan kontrolünü hepten kaybettiği rahatça anlaşılıyordu.

Art arda yazdığı (daha doğrusu kustuğu) mesajları okuyan kimsenin, İşbaşaran'ın yaptığı herhangi bir savunmaya inanması söz konusu olamaz.

İnandırıcılık, daha doğrusu muteber olmak noktasında ciddi bir sorunu var Feyzi İşbaşaran'ın. Asıl konu da bu zaten.

***

Ankara'da, siyaset, iş dünyası ve medya mensuplarının tanıdığı bir isimdir eski milletvekili.

Turgut Özal'ın başbakanlığı döneminde özel kalem müdürlüğünü, cumhurbaşkanlığında da başdanışmanlığını, ardından da ANAP milletvekilliği yaptığından, başkentte tanımadığı ve onu tanımayan neredeyse yok gibidir. Tanıyıp, hakkında iyi konuşan da öyle...

***

2007'de ikinci kez, bu defa Adalet ve Kalkınma Partisi'nden girdi Meclis'e.

2009 senesinde, iktidar partisinden parlamenterlik sıfatı devam ederken, Ankara'da, trafik polislerine hakaret etmesiyle gündeme geldi. Bu olay sebebiyle partisinden ihraç edilmek üzereydi; kararı beklemedi, istifa etti.

İşbaşaran'ı tanıyanların hiç biri şaşırmadı o dönem yaşanana.

Doğrusunu söylemek gerekirse, eski milletvekilini sevene, beğenene, takdir edene pek rastlamadım ben Ankara'da.

***

2011'de milletvekilliği sıfatı sona erene kadar, hep yanında oğlu ile birlikte görürdük İşbaşaran'ı Ankara'da.

TBMM'de, sokakta, kafede, restoranda... Her yerde, hemen her konuda ve sürekli aynıydı tavrı.

Hep ön planda olmaya çalışan, her girdiği ortamda yüksek perdeden konuşan ve fark edilme gayreti içinde olan, agresif, patavatsız bir siyasetçi...

Kimseyi beğenmez, her şeyin en iyisini o bilir... Düşüncelerini daima hoyrat, nobran, hatta küstah, hadsiz bir üslupla ifade eden bir insan.

***

Son yıllarda pek görmez olduk İşbaşaran'ı Ankara'da.

Londra'dan attığı tweetlerle, sosyal medyada içinde yer aldığı polemiklerle, tarafı olduğu tartışmalarla hatırlattı zaman zaman kendini.

Tutum, davranış ve üslubundaki istikrarı (!) hiç kaybetmedi. Ve nihayet, geldiği nokta işte bu oldu.

Suçlu mudur değil midir, ceza alır mı almaz mı bilmiyorum ama ülkenin siyaset tarihine, 'müptezel' sıfatıyla geçtiği ortada.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.