Şampiy10
Magazin
Gündem

Konuşmama kararı almasalar ne diyeceklerdi?

Zafer Çağlayan, Muammer Güler, Egemen Bağış ve Erdoğan Bayraktar.

TBMM Soruşturma Komisyonu kararını verdi. Bu 4 eski bakan için, "Yüce Divan'da yargılanmalarına gerek yok" dedi.

Nihai kararı, bu ay sonuna doğru yapılacak gizli oylama ile Meclis Genel Kurulu verecek.

Çağlayan, Güler, Bağış ve Bayraktar'ın; Genel Kurul'da yapılacak o oylamaya kadar, sessiz kalma kararı aldıklarını öğrendim dün.

Gündemin merkezindeki 4 eski bakan, konuşmama kararı almışlar.

***

Eski bakanların konuşmayacağını öğrenince, yakın çevrelerindeki bazı isimlere sordum; "Komisyonun kararı ile ilgili yorumları ne oldu" diye.

Beğenirsiniz, beğenmezsiniz; inanırsınız inanmazsınız ayrı...

Herkes istediğini düşünmekte serbest. Ben o yakın çevrede yapılan yorum ve değerlendirmelerini özetliyorum:

- Soruşturma Komisyonu, 17 ve 25 Aralık darbe girişimlerine ve paralel ihanet çetesine darbe vurmuş oldu.

- Milletvekilleri millet iradesini temsil eder. Onların verdiği bu karar, milletin de kararıdır. Komisyon üyeleri, temsil ettikleri milletin tavrını sergilediler.

- İftira ve ihanet siyasetine; sandıkta milletimizin yaptığı gibi komisyon üyeleri de geçit vermedi.

- Komisyon zaten partimizin örnek tavrı doğrultusunda kurulmuştu. Kararını da; uzun ve kapsamlı bir araştırma sonunda verdi. Bizler de komisyonun çalışmalarına destek verdik.

- Yüce Divan'dan hiçbir zaman korkmadık. Komisyondan farklı bir karar çıksaydı da, hakkımızdaki iftiralara bugüne kadar her platformda olduğu gibi yine tek tek cevap verirdik.

- Aslında, 17 Aralık soruşturmasıyla ilgili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın takipsizlik kararı ile bize atılan iftiralar hukuk nezdinde karşılığını bulmuştu. Ancak bu süreçte hem hukukun hem de insani değerlerin nasıl ayaklar altına alındığını gördük ve görüyoruz.

- Teknolojinin imkanlarından da faydalanılarak, her türlü iftiranın kolayca üretilebildiği, türlü kılıflar altında insanların illegal şekilde dinlenilebildiği, bu şekilde elde edilen kayıtlar üzerinden ne tür montajlar, dublajlar yapılabildiğini herkes gördü.

- Paralel ihanet çetesinin işbirlikçisi medya, sosyal medya, sivil toplum örgütleri ve hatta yargı mensuplarının nasıl yargısız infazlar yapabildiğine hepimiz şahit olduk.

- Meclis Soruşturma Komisyonu üyeleri verdikleri kararla, 17 - 25 Aralık darbe girişimini yargı eliyle meşrulaştırma yönünde kurulan tuzağı da bozmuş oldular.

***

Dediğim gibi... Eski bakanlar, aldıkları ortak karar doğrultusunda açıklama yapmıyorlar. TBMM Genel Kurulu'nun vereceği nihai karar ortaya çıkıncaya kadar da suskunluklarını koruyacaklar. Yukarıdaki görüşler, sürekli temas halinde oldukları yakın çevrelerinden derlediklerim.

İfadeler onlara ait değil elbette ama 4 eski bakan 'konuşmama' kararı almamış olsalardı, sanırım, yukarıda aktardıklarımın hemen hemen aynılarını söyleyeceklerdi. Konuşsalar, bu yöndeki açıklamalarına kim ne der, ne yorum yapardı onu bilemem ama gündemdeki 4 siyasetçinin yakınlarının yorum ve değerlendirmeleri böyle.

***

Zafer Çağlayan, Muammer Güler, Egemen Bağış ve Erdoğan Bayraktar'a yakın isimlere son olarak, "Peki, Genel Kurul oylamasından nasıl bir sonuç bekliyorlar" diye sordum. Aldığım cevap, "Komisyon kararı ile aynı yönde" şeklinde oldu.

Yazının devamı...

Yabancıların Türkiye gündemi

Çözüm süreci, bu yaz yapılacak genel seçim ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu arasındaki ilişki.

İçeride biz birçok başka konuyu da konuşuyor, tartışıyoruz ama dış dünyaya göre, Türkiye'nin halihazırdaki en önemli üç gündem maddesi bunlar. Hatta neredeyse, Türkiye'de bu üçünün dışında konuşulacak, üzerine kafa yorulacak başka bir mevzu yok.

***

Son dönemde, Ankara'da görev yapan yabancı diplomatlardan gelen görüşme taleplerinde dikkat çekici bir yoğunluk, bir artış var. Hepsiyle görüşmeye çalışıyorum.

Bir haberci olarak hangi ülke Türkiye hakkında ne düşünüyor, net, somut izlenimler edinmek mümkün bu görüşmelerden.

***

Önce şunu söylemeliyim ki, özellikle genç yabancı diplomatlar Türkiye'yi çok yakından tanıyor, adeta bu ülkenin bir vatandaşı gibi yaşıyorlar. Hatta birçoğu, iyi derecede Türkçe konuşuyor.

Dünyanın her kıtasından, farklı ülkelerin Türkiye'deki temsilcileri genel olarak derslerine iyi çalışmış, detaycı, meraklı ve Ankara'nın hem bölgesinde hem de dünya genelinde güçlü ve önemli bir başkent olduğu gerçeğinin bilincindeler.

***

Ankara'daki yabancı büyükelçiliklerin genelde ikinci ya da üçüncü isimleri ile yaptığımız görüşmelerde, elbette bizler de birçok konuda bilgileniyoruz ama daha çok onlar soru soruyor, cevaplarımızı not ediyor.

Yabancı diplomatlar, sadece biz gazetecilerle değil, sivil toplum ve iş dünyasının temsilcilerinin de kapısını çalıyorlar.

Üstelik sadece Ankara'da temaslarda bulunmuyorlar. Başta güneydoğu olmak üzere, Anadolu'nun farklı bölgelerini, kentlerini ziyaret ediyorlar. Genelde turistik amaçlı da olsa, Türkiye gerçeklerini yerinde görmek, Anadolu insanını kendi ortamında tanımak gibi ciddi bir kaygıları var.

***

Yabancıların, istisnasız, ilk sorduğu soru, çözüm sürecinden umutlu olup olmadığımız. Sürecin nasıl sonuçlanacağı, Öcalan'ın geleceği, Kandil'in tavrı, HDP'nin yaptıkları / yapmadıkları gibi alt başlıklarıyla, en yakından ilgilendikleri konu çözüm süreci. Yabancıların süreç konusundaki hassasiyet ve merak düzeyi, elde edilecek sonucun salt seçim sonuçları üzerinde belirleyici olacağından değil. Türkiye'nin yakın geleceğine bu süreçte varılacak noktanın damga vuracağı görüşündeler.

***

Ülkesine göre detaylarda farklar gözleniyor olsa da, dış dünyanın Türkiye gündemindeki öncelikli ikinci başlık, genel seçim.

Tayyip Erdoğansız Ak Parti'nin performansını öngörmeye çalışıyor yabancılar. İktidar partisi için genellikle yüzde 40 sınırını telaffuz ederek soruyorlar görüşlerimizi. "Yüzde 40'ı aşar mı" sorusunu, "HDP ne yapar, parti olarak mı yoksa yine bağımsız adaylarla mı gidecekler sandığa" şeklindeki sualler takip ediyor. Ve takiben, "Ak Parti ile HDP'nin sandalye sayıları, Anayasa'yı değiştirmeye yeter mi" sorusu. Yabancıların çoğunun, ana muhalefet ile ilgili kafaları karışık.

***

Yabancı diplomatların son dönemde sözleşmişçesine sorduğu son soru ise Tayyip Erdoğan ile Ahmet Davutoğlu arasındaki ilişkinin kodlarını çözmeye yönelik. "Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında bir sorun var mı" sorusu ile sıkça muhatap olmaya başladık. Bununla bağlantılı olarak sözü Abdullah Gül'e getirenler de oluyor arada.

***

Sonuç olarak, dış dünyanın Türkiye mesaisi bu üç noktada yoğunlaşıyor. Ankara'daki yabancı diplomatlar, kendi başkentlerine gönderdikleri kriptolu raporlarda, bu üç konuya ağırlık veriyorlar.

Irak, Suriye, paralel yapı, ekonomi vb başlıklar daha geri planda kalıyor gördüğüm kadarıyla. Dünyanın geldiği nokta ve Türkiye'nin pozisyonu itibariyle bu durumu bilmemizde fayda var.

Yazının devamı...

Yeni saraya yeni muhafız taburu

3 yıl önce Meclis'ten çıkartılan askeri tabur, yeniden yapılandırılarak, Beştepe Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda göreve başlayacak.

Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'na bağlı askerler, sadece Ankara'daki yeni sarayda değil, yine 3 yıl önce polise devrettiği milli saray, köşk ve kasırlardaki nöbetine de geri dönecek. Ankara'dan yeni yılın ilk haberi bu...

***

Recep Tayyip Erdoğan, 12'nci Cumhurbaşkanı olarak göreve başladıktan sonra, Çankaya Köşkü'nü kullanmayacağını açıkladı.

Ankara Beştepe'de inşa edilen Cumhurbaşkanlığı Sarayı, Türkiye Cumhuriyeti'nin yönetim merkezi oldu.

Belli bölümlerinin inşaat, bazı kısımlarının ise tefrişat çalışmaları halen süren saray ile ilgili tartışmalar malum, onlar bu yazının konusu değil. O tartışmaların arasında geri planda kalan önemli bir nokta vardı.

Cumhurbaşkanı Beştepe'ye taşınınca, ardında sadece Çankaya Köşkü'nü değil, Köşk yerleşkesinde yer alan Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'nı da bıraktı.

Ortaya çıkan soru şuydu:

Beştepe'deki yeni sarayın koruma ve tören görevlerini kim üstlenecek?

***

Aldığım bilgiye göre, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın talimatı ile Muhafız Alayı'na bağlı bir tabur, Beştepe Yerleşkesi'nde konuşlandırılacak.

Bu taburdaki askerler (ki sayılarının toplamda 800 - 900 civarında olacağı belirtiliyor) Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nın yanı sıra, başta Dolmabahçe olmak üzere (çoğu İstanbul'da bulunan) Milli Saraylar bünyesindeki saray, köşk ve kasırlarda da yeniden nöbete başlayacaklar.

***

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) bünyesinde yer alan askeri taburun görevine, 3 sene önce son verilmişti.

18 Aralık 2011 tarihinde kabul edilen değişiklik ile TBMM İdari Teşkilat Yasası'na, "TBMM’nin bütün bina, tesis, eklenti ve arazilerinde kolluk ve yönetim hizmetleri TBMM Başkanlığı eliyle düzenlenir ve yürütülür. Emniyet ve diğer kolluk hizmetleri için yeteri kadar kuvvet İçişleri Bakanlığınca, TBMM Başkanlığı'na tahsis edilir" hükmü konulmuştu.

***

Atatürk'ün emriyle, kuruluşundan bu yana Meclis'in korumasından sorumlu olan ve Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'na bağlı bulunan tabur 2011 sonunda lağvedilmiş, TBMM'nin korumasını polis üstlenmişti.

TBMM Genel Sekreterliği Milli Saraylar'a bağlı 2 saray ile 7 köşk ve kasırda da nöbet, askerden polise devredilmişti.

Böylece, Dolmabahçe Sarayı başta olmak üzere, saray, köşk ve kasırlarda Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'nın askerleri yerlerini, polis memurlarına bırakmıştı.

***

Çankaya Köşkü kampüsündeki kışlada konuşlu Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı, 4 taburdan müteşekkildi.

Muhafız Taburu, Tören Taburu, Lojistik Destek Taburu ve Meclis Taburu.

Yukarıda bahsettiğim yasal düzenleme sonrası Meclis Taburu'nun lağvedilmesiyle birlikte, Muhafız Alayı, 3 tabur olarak görevini sürdürüyordu.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın saraylar için verdiği talimat doğrultusunda, alay bünyesindeki tabur sayısı yeniden 4'e çıkacak. Meclis Taburu'nun yerini, saraylardan sorumlu ikinci bir muhafız taburu alacak. Bu arada, Muhafız Alayı'nın yapısında da önemli bir değişikliğe gidiliyor.

TSK genelinde söz konusu olan profesyonelleşme çalışması doğrultusunda, Muhafız Alayı personeli de, er ve erbaşlardan değil, artık uzman çavuşlardan oluşacak.

Yani Ankara Beştepe Cumhurbaşkanlığı Sarayı ile Milli Saraylar bünyesindeki diğer saray, köşk ve kasırlarda, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Saraylar Muhafız Taburu'nun uzman çavuşları görev yapacak. Uygulamaya, Muhafız Alayı'nda devam eden yeni dönem çalışmalarının tamamlanmasının ardından, yakın zamanda geçilecek.

Yazının devamı...

2015’te keşke...

- Trafikte sürücüler yayalara daha fazla yol verse,

- Okur ya da izleyicinin medyaya olan güveni artsa,

- Atılan çamurlar iz bırakmasa,

- Samimiyet ile hadsizliğin arasındaki ince çizgiyi görebilsek,

- Okumuş, iyi yetişmiş olanlar da cahiller kadar cesur olsa,

- Kişisel temizlik ve bakım ürünlerinin tüketiminde bu kadar cimri olmasak,

- Empati yapmaktan bahsedenlerin sadece yüzde biri empati yapsa,

- Daha fazla kitap okusak,

- Daha az bağırsak,

- Trafikte sürücüler klaksona yüklenmek yerine, fren pedalına dokunmayı tercih etse,

- Yalancılığın bir müeyyidesi olsa,

- Türkçeyi daha düzgün kullanmak gibi bir kaygımız olsa,

- İnsan hayatı önceki yıllardaki kadar ucuz olmasa,

- Sanatçıların özel yaşamlarından çok sanat ile ilgilensek,

- Sükûtun her zaman ikrardan gelmediğini, insanın bazen değmeyeceğini düşündüğü için sustuğunu fark edebilsek,

- İddia sahiplerine, iddialarını ispatla mükellef oldukları kesin bir dille hatırlatılsa,

- Sporu düşmanlık değil rekabet olarak görebilsek,

- Aptal yerine koyduğumuz karşımızdakilerin bu durumu fark etmeyecek kadar aptal olmadıklarını görebilsek,

- Her istediğimizden istediğimiz kadar yesek ama kilo almasak,

- Daha çok resim sergisi gezsek,

- Daha az kavga etsek,

- Sevdiklerimizin kıymetini, onları kaybetmeden bilsek,

- Beşiktaş yine ‘Şeref’iyle oynayıp ‘Hakkı’yla kazanarak şampiyon olsa,

- Daha çok ezber bozulsa,

- Daha az şiddet haberi duysak,

- Kendimiz için ‘hak’ gördüklerimizin başkaları için ‘lütuf’ olmadığını unutmasak,

- Dünyanın merkezinde bizden başkalarının da bulunabileceğini düşünsek,

- Verdiği sözü tutmayanlar ifşa edilse,

- ‘Aşk’ın ayıp ya da utanılacak değil, peşinden koşulması ve yakalandığında kaybetmemek için emek verilmesi gereken bir duygu olduğunu idrak edebilsek,

- Sözler ile özler bir olsa,

- Bu ülke insanı devletine güvenebilse,

- ‘Yorumcu’ sıfatıyla ekrana çıkan insanlar, hem bilgi birikimi hem de üslup açısından kahvehanede onları izleyenlerden bir adım önde olsa,

- Daha fazla dürüst olsak,

- Daha az çifte standart uygulasak,

- Yabancılardan esinlenmek, yabancı hayranlığına dönüşüp kendi insanı ve ülkesine yabancılaşmak sonucunu doğurmasa,

- Haksızlığa, sadece kendimize yapıldığında değil, her şekilde isyan etsek,

- Alın teriyle kazanılan paranın gönül huzuruyla harcanabileceğini unutmasak,

- Emek hırsızları önceki yıllardaki kadar itibar görmese,

- Efendilik ‘âcizlik’ olarak algılanmasa,

- İnsanlar asılsız iddialarla hayâsızca suçlanıp cezaevine atılmasa,

- ‘Düşmanlık’ ve ‘şiddet’ sözcüklerini daha az duysak,

- Daha ‘özenli’ olsak.

Ve

2015 keşke, hepimiz için önceki yılların hepsinin toplamından daha fazla sağlık ve huzur ile dolu olsa.

NOT: Bu yazı virgülüne kadar aynı şekilde, önceki yılların son gününde de bu sütunda yayınlandı. Geçen 365 güne bakıp bu listeden belki bir tek "Daha çok ezber bozulsa" maddesini düşebiliriz. Gerisi aynı şekilde yerinde duruyor maalesef.

Gönlünüze göre bir yeni sene dileğiyle...

Yazının devamı...

5 yıl sonra Çukurambar vakası

“Acaba bu olay sebebiyle benim üzerimden operasyon mu yapıldı diye içimde şüphe büyüyor. 5 yıldır soruşturma sonuçlanmadı.”

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, hafta sonunda katıldığı bir canlı yayında ‘Çukurambar vakası’ ile ilgili böyle konuştu.

***

19 Ocak 2009 tarihinde, TSK Özel Kuvvetler mensubu iki subayın, Ankara’nın Çukurambar semtinde, Bülent Arınç’a suikast hazırlığı içinde yakalandığı haberi gündemi alt - üst etmişti.

Olayın üzerinden 5 yıl geçti.

Bu süre içinde, olayla ilgili bir iddianame dahi düzenlenmedi. Ama o olay sonrası, ‘Kozmik oda operasyonu’ olarak bilinen süreç yaşandı, hatırlarsınız.

Özel Kuvvetler Seferberlik Tetkik Kurulu Ankara Bölge Başkanlığı’nda yapılan arama ve incelemeden söz ediyorum. Nihayetinde TSK, yurt çapındaki kozmik odalarını lâv etti.

***

Başbakan Yardımcısı Arınç, 2 yıl önce, yani olayın 3’üncü yıl dönümünde şöyle demişti:

“(...) Ben bunun suikast girişimi olduğunu da düşünmüyorum. Niye benim evimi gözetliyorlar ve niye benim evimin adresi onun elinde ve niye yutmaya çalışıyor? (...) Aradan 3 sene geçti. 3 sene sonra bugün bir dava açılmadığını biliyorum. Açılsa haberim olurdu. (...) o kozmik odalarda ne çıktı, çıktı mı çıkmadı mı, ne kadar inceleyebildiler, ne kadar imkan bulabildiler inanın bu konuda hiçbir bilgi sahibi değilim.”

***

Arınç, ‘Çukurambar vakası’nın 5’inci sene-i devriyesinde de şöyle konuştu:

“Bunun suikast teşebbüsü olmadığına o sıralar karar verdim. Yakalanan kişiler gözetleme yaptı ama bunun ne için olduğunu bilemeyeceğim. O zamanlar Ergenekon ile ilgili sert söylemlerim nedeniyle bu gözetlemenin yapılıyor olabileceğini düşündüm. Aradan geçen süreçte konuyu takip etmedim, savcılar değişti. Yani kozmik odaya girmeleri gerekiyordu da böyle bir ciddi olayı (suikast iddiasını) kamuflaj aracı olarak mı kullandılar? Yalan söylemem gerekmez, içimdeki bir şüphe büyümeye başladı. Çünkü bazı olayların kumpas olduğu söylendi ve iddialar da bir nebze ortaya çıktığı için bunlar bana niye bir suikast yapsınlar? Böyle bir şey varsa da niye bunlar hâlâ dava açmadı? Ama emsali olaylarda bir takım mizansenler kullanıldığı için savcı ve hakimlerin işbirliğiyle isimleri bilerek yanlış verildiği için bazı dinlemeler de yapıldığına göre, bunlar da bir şekilde bir delil üretme kampanyasının aleti olabildiğine göre, içimdeki kuşku büyüyor. Acaba bu olay sebebiyle benim üzerimden bir başka operasyon yapmış olabilirler mi diye.”

***

Olayın hemen ardından yapılan açıklamaları muhtemelen çoğunuz unuttunuz.

Arşiv orada duruyor. Google elinizin altında.

Bir bakın bakalım, o dönem kimler neler söylemiş yaşananlara dair.

Genelkurmay Başkanlığı’ndan yapılan bir açıklama var mesela. Arınç’ın bu açıklama hakkında, “Buna ceza hukukunda, tevil yoluyla ikrar denir” şeklindeki değerlendirmesi var bir de.

***

Demek ki;

Her şey, her zaman göründüğü (gösterildiği) gibi olmayabiliyormuş.

Demek ki;

O gün, “Bu işte bir anormallik var, işin içinde başka bir iş var” diyenler haklıymış.

***

NOT:

19 Aralık 2009 vakası ile ilgili bugüne kadar kaleme aldığım yazılar:

4 Temmuz 2011 - http://www.gazetevatan.com/murat-celik-386977-yazar-yazisi-arinc--cukurambar-dan-haber-bekliyorum/

24 Aralık 2012 - http://www.gazetevatan.com/murat-celik-501689-yazar-yazisi-uc-sene-onceki-kozmik-gundem/

26 Aralık 2012 - http://www.gazetevatan.com/murat-celik-502190-yazar-yazisi-bordo-bereler-cukurambar-da-kaldi/

Yazının devamı...

4 yıldızlı izdivaç

Nihayet bitiyor ama - tabiri caiz ise - bizi de bitirdi. 2014'ü de çok yoğun bir gündemin peşinde geçirdik.

Neredeyse hepsi sıkıcı, yorucu, üzücü haberlerdi özellikle biz Ankara'da habercilik yapanların yazdıkları, duyurdukları.

Laf aramızda; siz okumaktan, biz yazmaktan sıkıldık.

Senenin sonuna doğru bari bir defa da güzel bir haber verelim Ankara'dan... İki insanın mutluluğuna dair bir haber...

***

Ankara'da sessiz sedasız bir nikah töreni yapıldı geçen hafta sonu.

Evlenen, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) komuta kademesindeki isimlerden biri olunca, nikahtan neredeyse kimsenin haberi olmadı.

Dünya evine giren, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Bostanoğlu'ydu.

Bostanoğlu, geçen Cumartesi (20 Aralık 2014) akşamı, Deniz Kuvvetleri Komutanlık Konutu'nda, sadece aile üyelerinin katıldığı sade bir törenle evlendi.

***

Bülent Bostanoğlu'nun ilk eşi Ceyda Bostanoğlu 2008 yılında, komutanın tümamiralliği döneminde, yakalandığı hastalık sebebiyle hayatını kaybetmişti.

61 yaşındaki Oramiral Bostanoğlu yalnız geçen 6 yılın ardından, geçen hafta sonu ikinci kez nikah masasına oturdu.

Deniz Kuvvetleri'nin 25'inci komutanı olan Bostanoğlu, yaşamını Belgin Ergenç ile birleştirdi.

***

Siyasetçi ya da bürokrat, sivil veya üniformalı fark etmiyor... Devlet yönetiminde görev yapan insanları, 'insan' olarak görmeyi unuttuğumuz bir coğrafyada ve öylesi bir tempoda yaşıyoruz maalesef.

Özel yaşama saygı elbette tamam ama hobileri, aşkları, umutları, hüzünleri adeta yok sayılıyor kamuoyunun gözü önünde yaşamak zorunda olanların.

O yüzden; evet 'özel' ama bir o kadar da 'insani' olan bu gelişme dolayısıyla Bülent - Belgin Bostanoğlu çiftine mutluluk ve sağlıklı bir ortak gelecek diliyorum...

Sayın komutan;

Siz Bahriyelilerin tabiriyle, yaşamınızın bu yeni evresinde de, "Bahtınız açık, denizleriniz sakin, pruvanız neta olsun."

***

Bu arada...

Bülent Bostanoğlu'nun özel yaşamına ilişkin haberin ardından, 'Komutan Bostanoğlu'nun mesleki hayatına dair bir kulis bilgisiyle bitireyim yazıyı...

Henüz erken elbette ama...

30 Ağustos 2015 tarihinde kuvvet komutanlığında 2 yılını dolduracak olan Oramiral Bülent Bostanoğlu'nun görev süresinin bir yıl süreyle uzatılabileceği konuşuluyor askeri kulislerde.

Geçmiş dönemlerin aksine, Deniz Kuvvetleri'nde halihazırda, kuvvet komutanının dışında ikinci bir oramiral bulunmuyor. Donanma Komutanı Veysel Kösele, halen koramiral rütbesinde.

Bu nedenle, mevcut komutanın bir yıl daha koltuğunda kalma ihtimali göz ardı edilmiyor.

Yazının devamı...

İnternete yeni ayar teklifi yolda

Meclis'e yakında yeni bir 'torba yasa tasarısı' geleceği konuşuluyor. Ve bu tasarının içinde, internet siteleri ya da sosyal medya platformlarından yapılan yayınlar ile ilgili yeni bir teklifin yer alacağı...

Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda dün, TÜBİTAK ödül töreninin ardından verilen resepsiyonda Ulaştırma Haberleşme ve Denizcilik Bakanı Lütfi Elvan'a, işin aslının ne olduğunu sordum.

Elvan, iletişime açık, sorulara samimi, net cevaplar veren bir isim.

Yine öyle davrandı ve "Evet" dedi, "Böyle bir teklif hazırlıyoruz ve Meclis'e sunacağız."

Teklif ne getiriyor?

- Sayın Bakan, tam olarak nedir getireceğiniz teklif?

İki madde var. İlki dün (önceki gün) açıkladığım ceza düzenlemesi. Yani internet ortamında, erişimin engellenmesi ya da içeriğin çıkartılması yönündeki mahkeme kararlarını uygulamayan şirketlere 500 bin TL'ye kadar para cezası verilebilmesi konusu.

- İkinci madde nedir?

İkincisi de şu... Kamu düzeni ve milli güvenlik ile ilgili olan hususlarda, eğer gecikmesinde herhangi bir sakınca varsa - ki Anayasamızın 22'nci maddesinde bu ifade ediliyor - Başbakanlık veya ilgili bakanlığın bildirimi ile işlem yapılacak.

- Yani TİB değil, Başbakanlık veya ilgili bakanlık mı engelleyebilecek erişimi?

Başbakanlık ya da ilgili bakanlık "Bu kamu düzeni ve milli güvenliği ilgilendiren bir husustur" diyerek durumu Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'na (TİB) bildirilecek. TİB de geçici olarak erişimi engelleyecek. Bu noktada 24 saat içerisinde mahkemeye başvurma zorunluluğu getirilecek. Ve TİB de, böyle bir durumda, erişimi engelledikten sonra hemen, 24 saat içerisinde mahkemeye başvuracak.

- Nihai kararı yargı verecek yani?

Evet. Mahkeme kararı ne ise o karar uygulanacak. Eğer mahkeme, erişimin engellenmesine veya içeriğin çıkarılmasına karar verirse, erişim engellenecek ya da içerik çıkarılacak. Eğer mahkeme, "Hayır erişim engellenmesin, içerik de çıkarılmasın" derse, o şekilde devam edecek.

Yeni bir internet yasağı mı geliyor?

- Bahsettiğiniz düzenleme hayata geçtiğinde yine, yasaklama eleştirilerine muhatap olmayacak mısınız?

Bakın, kesinlikle böyle görmemek, bu şekilde değerlendirmemek gerekiyor. Burada yaptığımız şey, sadece Anayasa'nın 22'nci maddesindeki (*) ifadenin gereği.

- Bu teklif ile Anayasa Mahkemesi'nden tekrar bir iptal kararı gelmesinin de önüne mi geçilmiş olacak?

Hayır. Bakın, o karar sonrası biz hukukçular ile birlikte, Anayasa Mahkemesi'nin iptal gerekçesinin şu olduğunu değerlendirdik. Yüksek Mahkeme'nin; 'herhangi bir hususun milli güvenliği tehdit edip etmeyeceği konusunda karar vermeye yetkili mercinin TİB olmadığı' görüşünden hareket ettiği görülüyor. Gelen bilgiler de bu değerlendirmemizi teyit etti. Dolayısıyla, yeni teklifte, böyle bir durumda yetkili kurum hangisi ise onun üzerinden hareket edilecek. Dediğim gibi, yaptığımız sadece Anayasa 22'nin gereği. Konu bu kadar net aslında.

(*) Anayasa Madde 22:

Herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır.

Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; haberleşme engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz. Yetkili merciin kararı yirmi dört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını kırk sekiz saat içinde açıklar; aksi halde, karar kendiliğinden kalkar.

İstisnaların uygulanacağı kamu kurum ve kuruluşları kanunda belirtilir.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.