Şampiy10
Magazin
Gündem

Yine bildiğimiz İsrail!

Defalarca gittiğim bir ülke İsrail.

Halkının, Türklere karşı olağanüstü bir sevgisi, sempatisi olduğunu gözlemledim hep.

İstisnaları muhakkak vardır ama kahir ekseriyetten gördüğüm hep bu oldu.

Türkiye’ye tarihten kaynaklı var olan gönül bağının yanı sıra, sokaktaki İsrailli’de İslam düşmanlığı da görmedim aslında.

Ama o büyük çoğunluğun hissiyatı, İsrail devletini yönetenlere bir türlü yansımıyor.

Türkiye ile ilişkileri getirdikleri nokta malum. Bu ayrı bir başlık...

Ama bundan da daha vahimi, Müslüman dünyadaki antisemitizmin değirmenine sürekli su taşıyan politikalar uyguluyor İsrail yönetimleri.

İşte son Mescid-i Aksa tacizi.

Bizatihi ‘din devleti’ olan İsrail’in, bir başka dinin kutsallarına karşı bu kadar hoyrat, bu kadar pervasız olmasını kim, nasıl açıklayabilir?

Kendi dininin değerlerini (haklı olarak) dokunulmaz sayan İsrail’i yönetenler; bıkmıyor, usanmıyor aynı kutsal topraklar üzerinde, komşularının kutsal değerlerini kaşımaktan.

Filistin sorunu özelinden hareketle, İslam dünyasının genelini tahrik eden anlayış ve politikalarla bugüne kadar elde ettikleri ortada. Tabii bu coğrafyayı getirdikleri nokta da.

Bundan sonra da farklı olmayacak.

Huylu huyundan vazgeçmediği sürece, bu sıkıntı sona ermeyecek.

Bağış’tan kati ret

“İddia edilen parasal menfaat sağlama eylemi, evrende mevcut ve gerçekleşmiş değildir.”

Bu cümle, AB eski Bakanı Egemen Bağış ‘ın, hakkındaki iddiaları soruşturan TBMM komisyonuna, avukatı vasıtasıyla verdiği dilekçeden.

***

Aralarında Bağış’ın da bulunduğu 4 bakan hakkındaki soruşturmada, savcının takipsizlik kararı verdiğini biliyoruz.

Karar, aynı konuyu soruşturmak üzere kurulan Meclis komisyonuna gönderildi. Dosya için takipsizlik kararı verilmesi TBMM soruşturma komisyonunu bağlamıyor. Komisyon çalışmalarına devam ediyor.

***

Savcılığın verdiği takipsizlik kararının 61’inci sayfasında yer alan kritik bir ifade var.

Şöyle: “Yapılan soruşturmada kendilerine bir takım parasal menfaatler temin edilen kamu görevlilerinin...”

Yani savcı, 4 bakan ve 1 yüksek bürokrat hakkında açık açık, “parasal menfaat sağlamamışlardır” demiyor.

Eski Bakan Egemen Bağış da, Meclis soruşturma komisyonuna gönderdiği dilekçe ile işte bu noktaya, kati bir dille itiraz ediyor.

***

Bağış’ın avukatı Bülent Hayri Acar imzasıyla 3 gün önce (4 Kasım 2014) komisyona gönderilen dilekçede şu cümleler yer alıyor:

“İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kararında, ‘Yapılan soruşturmada kendilerine bir takım parasal menfaatler temin edilen kamu görevlilerinin’ (s. 61) şeklinde bir ifade yer almaktadır. Karardaki bu ifade, müvekkil bakan hakkında ister kullanılmış olsun, ister olmasın, müvekkil bakan için doğru ve geçerli değildir.

Müvekkil bakana iddia edildiği gibi bir takım parasal menfaatler sağlanmamıştır. İddia edilen parasal menfaat sağlama eylemi, evrende mevcut ve gerçekleşmiş değildir.”

***

Bu adımdan benim anladığım; Egemen Bağış’ın yargının yanı sıra asıl kamu vicdanında aklanmayı önemsediği ve bunun için savcılığın takipsizlik kararını yetersiz gördüğü.

Yazının devamı...

Karaoğlan

Dün ölüm yıldönümüydü... Türk siyasetinde iz bırakmış liderlerden biri olması bir yana;

'Şair'di her şeyden önce...

Önemlidir 'şiir'.

Şiir okuyandan çok şiir yazanın olduğu bir ülkede daha da mühimdir 'şair' olabilmek.

***

'Gazeteci'ydi ayrıca.

Habercilerin hâlinden anlaması biraz da bu sayedeydi belki de.

Başbakanlığı döneminden küçük bir örnek mesela...

Başbakanlık Merkez Bina'nın merdivenlerinde bekleyen muhabirlere haber yolladığı çok olmuştu, "Arkadaşlara söyleyin, geç saate kadar çalışacağım, çıkışta herhangi bir açıklama da yapmayacağım. Bekleyip yorulmasınlar" diye.

***

Sıfatlarının ötesinde, 'mütevazı'ydı hep.

Yaşamının her döneminde... Giyimi kuşamıyla, konuşmasıyla... Her şeyiyle mütevazıydı.

Bir anımız var mesela...

Sene 96'ydı yanılmıyorsam...

Atv'deyim o zaman. Hem Başbakanlık hem savunma muhabiri olarak çalışıyorum.

Siyasete karışıklık, gerginlik hâkim. Gerginliğin öncelikli sebebi, asker - siyaset çatışması...

Elimde çok önemli bir haber var.

Dönemin komutanlarının kendi aralarında yaptığı bir toplantının detayları... Ve bu toplantı sonrası, Genelkurmay cenahında belirlenen net bir tavır.

"Gündeme ilişkin TSK'nın nabzı" yani... Askerin görüşü.

Ana haber bülteninde ilk haberim.

Ekranda, canlı yayında anlatacağım haber o denli kritik ki, sözcükleri her zamankinden de daha özenle seçerek kullanıyorum. Kullandığım ifadelerin maksadını aşmaması gerekiyor çünkü.

Bir haberci için sıkıntılı, kritik bir durum...

Yayın bitiyor; kulaklığımı, mikrofonumu çıkartıp masama yöneliyorum ve telefonum çalıyor.

Açıyorum...

- Murat Bey merhaba, ben Bülent Ecevit.

- Merhaba efendim...

- İyi akşamlar, nasılsınız?

- Sağolun, siz?

- İyiyiz sağolun. Rahşan ile birlikte sizi izledik şimdi. Yarın uygun olduğunuz bir saatte, genel merkezde bir çay içebilir miyiz diye rahatsız ettim.

- Estağfurullah... Tabii ki.

***

Ertesi gün, Beşevler'deki DSP Genel Merkezi'ne gidiyorum...

Bülent Ecevit, eşi ve yardımcısı Rahşan Ecevit ile birlikte odasının kapısında karşılıyor beni.

Oturuyoruz, çaylar geliyor...

O dönem muhalefette olan Ecevit, davetinin gerekçesini şöyle ifade ediyor:

- Dün akşam haberinizi izledik... Haberin önemi ve hassasiyeti zaten belli. Tavrınızdan, üslubunuzdan, yayında anlattıklarınızdan daha fazlasını biliyor olabileceğiniz düşüncesine kapıldım. Bu yüzden yordum sizi buraya kadar. Eğer sizin için de mahsuru yoksa, haberde yer vermediğiniz ayrıntıları bizimle paylaşabilir misiniz?

- Doğrusu, gözleminizde çok haklısınız. Sözcükleri seçerek, her zamankinden bile daha titiz şekilde yaptığım bir yayındı. Demek ki ekrana da yansımış. Ama bu durum, daha fazlasını bilip de söylememek gibi bir kaygıdan kaynaklanmıyordu. Sadece haberin içeriğinin gereğiydi. Yani sahip olduğum bilgiler, dün akşam yayında anlattıklarımdan ibaretti.

***

Bu anının içeriğini bir yana bırakıyorum...

Karşımdaki siyasetçinin sahip olduğu dikkat seviyesi ve sergilediği hassasiyet ile kullandığı üsluptu esas olan.

İdeolojisi, siyasetteki performansı vb konularda farklı görüşlerimiz olabilir ama 'insan' Bülent Ecevit hakkında sanırım hepimiz aynı düşüncelere sahibiz.

Anısı önünde saygıyla eğiliyorum...

Yazının devamı...

Üzülmez’in cipi ve Türkiye’nin terör gerçeği

Dün akşam üzeri haberi görünce, hemen aradım İbrahim Üzülmez’i.

- Kaptan, gözün aydın... Senin cip bulunmuş.

- Evet ağabey öyleymiş, aradılar Emniyet’ten sağolsunlar.

- İstanbul’a gönderiliyormuş, yarın kavuşursun herhalde arabana.

- İnşallah...

- Biliyorsun değil mi? Hatay’da yakalamış jandarma. İçindeki biri Suriyeli, 5 kişi de gözaltına alınmış.

- Öyle mi? Hatay’da bulunduğunu söylediler de, içinde 5 kişi olduğunu, birinin Suriyeli olduğunu şimdi senden duyuyorum.

- Evet, öyleymiş. Hatta, “Acaba IŞİD’e mi gidiyordu” diye bir şüphe var haberlerde...

- Vallahi ne bileyim ağabey... Benim evden çalındı araba biliyorsun. Eve hırsız girdi. İçeride, çekmecedeki anahtarı bulup, binip gitmiş. Nasıl bir cesaretse... Artık ondan sonra ne oldu kim bilir... Belki İstanbul’dan Hatay’a gidene kadar birkaç el bile değiştirmiştir.

- Olabilir. Zaten üzerinde sahte plaka takılıymış. Ankara plakalıymış yakalandığında.

- Bak bunu da bilmiyordum. Demek sahte plaka ha... İnşallah çözülür neyin ne olduğu. Ben polisimize, jandarmamıza minnettarım. Hepsine teşekkür ediyorum sağolsunlar.

- Başka ne çalınmıştı evden?

- Cip dışında öyle çok kıymetli bir şey yok. Benim saatlerim vardı. Ama öyle çok pahalı saatler değil. 10 civarında saatimi almışlar. Bir de hanımın birkaç takısı... Dediğim gibi çok kıymetli şeyler değil ama hırsızın da bulunmasını bekliyorum. İnsanın özeline tecavüz ediyorlar. Çok kötü hissediyorsun kendini. Bulunsun, cezasını çeksin kim yaptıysa, ya da kimler yaptıysa...

- Hırsızlık hikayelerinde hep ilginç detaylar vardır. Sizin vak’ada da var mı böyle bir şey?

- En çok canımı sıkan ne oldu biliyor musun ağabey? Bizim çocuğun okul çantasını almış, içindekileri boşaltmış, çaldıklarını o çantaya koyup gitmiş. Çocuğun okul çantası... Nasıl bir şey bu?

- Kaptan, bu kadarla geçmiş olsun, tekrar gözün aydın...

- Sağol ağabey, teşekkür ederim. Emniyetimize, jandarmamıza da tekrar teşekkür ediyorum. Emeği geçen herkes sağolsun.

**

Üzülmez’in çalınan cipi bulundu.

Üzerinde sahte plaka ile Suriye’ye geçmek üzereyken...

Piyasa değerinin 300 bin TL civarında olduğu söyleniyor çalınan cipin.

Başka bir ülkede olsa, maddi karşılığı için değerlendirilir bu araç. Ya da Türkiye’de başka bir dönemde olsa...

Bir yolunu bulur satar çalanlar. Veya hurdacılarda parçalara ayrılıp öyle paraya çevrilir.

Ama içinde bulunduğumuz şu dönemde, ‘dev bir terör vasıtası’na dönüşme ihtimali çok yüksek çalınan araçların.

Böylesi lüks ve kıymetli bir araç ile terör eylemi yapılacağına pek ihtimal vermez insan ilk bakışta.

Mesela bomba yüklü araçla intihar saldırısı için böyle bir cipin seçileceği pek akla gelmez.

Kapalı kasalı kamyonetler ve van tipi araçlar ile yapılan eylemler var geçmişte. Ama 300 bin TL’lik lüks bir ciple düzenlenenini görmedik. Umarım görmeyiz de.

Sonuç olarak...

Gelinen noktada, istihbarat ve güvenlik birimlerinin çok daha dikkatli davranması gerekiyor belli ki.

Hatta sadece onların değil, hepimizin.

Artık çevremize çok daha dikkatli bakmamız gerekiyor.

Yazının devamı...

Başbakan Hacıbektaş'ta neler söyleyecek?

Aleviler ile ilgili somut ve önemli bazı haberler, büyük olasılıkla bu hafta sonu Hacıbektaş'tan gelecek.

Başbakan Ahmet Davutoğlu bizzat açıkladı, biliyorsunuz; 8 Kasım Cumartesi Nevşehir'in Hacıbektaş ilçesinde olacak.

Davutoğlu, Muharrem ayının 13'üncü gününe denk getirdiği bu ziyareti, "Muharrem orucunu hep birlikte açacağız ve Kerbela şehitleri anısına pişirilen Aşure'yi birlikte kaşıklayacağız" sözleriyle duyurmuştu.

***

Muhataplarından kimi ne kadar tatmin edeceğini elbette şu aşamada bilmek mümkün değil ama Başbakan'ın Hacıbektaş'ta, Alevi toplumunun önemli bazı beklentilerine cevap vereceğini tahmin ediyorum.

Bu tahminim, elbette bazı bilgilere, duyumlara dayanıyor.

Şöyle ki...

Malum, Ahmet Davutoğlu, başbakanlık koltuğuna oturur oturmaz, bütün bakanlıklar ve kurumlardan seri brifingler aldı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik ile yaptığı görüşmelerin içeriği sadece bu bakanlığın görev alanındaki başlıklardan müteşekkil değildi.

Başbakan, Bakan Çelik'ten, devlet bakanlığı döneminde koordine ettiği Alevi Çalıştayları ile ilgili de kapsamlı bilgi aldı.

O çalıştaylarda gelinen noktaların yer aldığı raporları detaylarıyla etüt eden Davutoğlu'nun yoğun gündeminin önemli başlıklarından biri de 'Alevi açılımı' olarak adlandırılan süreçti.

Yani açıklanmadı ve gündeme gelmedi ama Başbakan, göreve geldiğinden bu yana Alevilerin beklentileri konusuna da sessiz sedasız bir mesai verdi, veriyor.

Ve aldığım bilgiye göre, Davutoğlu bu mesai çerçevesinde, Alevi toplumunun önde gelen isimlerinden bazılarıyla görüşmeler de yaptı.

***

Ancak hükümet açısından sıkıntı yaratan durum, Başbakanlık kulislerinde şöyle özetleniyor:

Aleviliğin yazılı bir kültürü olmadığı için, ortada çok dağınık bir tablo var. Alevi toplumunun temsilcisi sıfatıyla söz söyleyenler de, bazı konularda taban tabana zıt görüşler ifade edebiliyorlar. Örneğin bazı Alevi önderleri cemevlerine ibadethane statüsü verilmesinin şart olduğunu söylerken, bazıları Aleviliğin kökeninde aslına cemevlerinin bulunmadığını dahi iddia edebiliyor.

***

Başbakan Davutoğlu, devam eden 'çözüm süreci'ni, salt Kürt meselesi bağlamında görmüyor. Süreci, 'Alevilerin talepleri' de dahil, "Cumhuriyet tarihinde açılan yaraları kapatma meselesi" olarak değerlendiriyor. Ve devletin, kendini bir şekilde rencide olmuş hisseden kesimlerin tümü ile barışmak durumunda olduğunu düşünüyor.

Başbakan'ın Cumartesi günü Hacıbektaş'ta yapacağı açıklamalar da, işte bu anlayış doğrultusunda şekillenecek.

***

Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun, Cumartesi günü Hacıbektaş'ta yapacağı konuşmada temas etmesi beklenen konulara gelince...

İlk başlık cemevlerinin statüsü ve ihtiyaçlarının karşılanması.

İkinci konu Alevi Dedelerinin durumu ve din adamı olarak kabul edilmesi meselesi.

Üçüncü nokta ise Alevilerin zorunlu din dersinden muaf tutulması ya da müfredatın Aleviler için yeniden düzenlenmesi.

Zannediyorum Başbakan bu üç konu başta olmak üzere, hükümetin Alevilerin beklentilerini karşılamak konusunda tam bir kararlılığa sahip olduğunun altını çizip, özetle "Sizi unutmuş değiliz, aksine beklentilerinizi karşılamak için samimi ve yoğun bir çalışma içindeyiz" diyecek.

Ve belki de, yukarıdaki üç başlıktan birinde hükümetin somut bir adım atma kararı aldığını da, bir 'müjde' olarak duyuracak.

Yazının devamı...

Soma'dan Ermenek'e...

Maden Mühendisi Mustafa Suvar bakın neler söylüyor:

* Kamu ya da özel sektör, işin kimin tarafından yapıldığının hiçbir önemi yoktur, önemli olan nasıl yapıldığıdır ve bu da bellidir.

* İşçi eğitimsiz olsa bile, koordinasyon ve yönlendirmeyi sağlayacak olan kurmay teknik kadronun ihtisas sahibi olması gerekiyor.

* Amerika'yı yeniden keşfetmemiz gerekmiyor. Mesela grizu... İşin gereğine uygun çalışmadığımız için metan gelip bizi vuruyor grizu patlamalarıyla Zonguldak’ta. Bakın Almanya’da 1946’dan bu yana grizu patlaması sebebiyle ölümlü kaza yok. Bu nasıl oluyor?

* Yetkililer benim söylediğimi de dikkate almasın. İki Alman uzmanı istihdam etsinler. Gidip Almanya’ya baksınlar. Almanların neyi nasıl yaptıklarını görüp uygulasınlar yeter. Orada çalışıyor işte sistem.

* Biz Türkiye olarak kömüre mahkûmuz. Petrol ve doğalgazımız yok çünkü. Soma’da da, Zonguldak’ta da, diğer bölgelerde de bu kömürü çıkarmaya devam edeceğiz. Elimizde her havzanın özellikleri ve geometrisi var. İhtisas kadrolarının görevi, çalışılan bölgede bütün havzayı dikkate alan bir anlayışla hareket etmektir.

n Yer altındaki planlamanızı birbirinden kopuk yaparsanız, bunların birbiriyle bağlantılarını iyi düzenleyemezseniz böyle kazalara açıksınız demektir.

* Özel sektörde maliyeti düşürmek odaklı çalışma anlayışı vardır ama yeterli ihtisasa sahip olmayan teknik kadrolarla çalışıldığı çok açık. Hayati risk oluşturmadan maliyeti düşürmenin yolları da vardır.

* Eğer sen bu kömür havzasında çalışıyorsan, bu kömürün özelliklerini biliyorsan “Bilmiyordum” olmaz. “Ben fark etmedim” diyemezsin. Bu anlayış ve kadrolarla her an yeni bir kaza bekleyebilirsiniz.

* Bakmak ile görmek arasındaki fark ve ‘ihtisas’ kavramı da işte bu noktada ön plana çıkıyor. Denetim mekanizmalarının hepsi için şart şu: Müfettişin konuyu bilmesi lâzım. Bilmeyen insan, karşısındaki ne söylerse onu gerçek kabul eder.

***

Soma'da yaşanan büyük acının ardından 5 yazı kaleme aldım bu köşede.

İlki 14 Mayıs 2014'te...

Başlığı, "Germinal'den Soma'ya".

http://www.gazetevatan.com/murat-celik-637596-yazar-yazisi-germinal-den-soma-ya/

İkincisi ertesi gün... Mayıs'ın 15'inde.

Başlığı, "Kelimeler kifayetsiz".

http://www.gazetevatan.com/murat-celik-637891-yazar-yazisi-kelimeler-kifayetsiz/

Üçüncü yazı 19 Mayıs 2014 tarihli...

Başlığı, "Aslında 21 yıl önce başarmışız".

http://www.gazetevatan.com/murat-celik-638972-yazar-yazisi-aslinda-21-yil-once-basarmisiz/

Dördüncü, 21 Mayıs 2014 tarihinde...

Başlığı, "Her an yeni 'Soma'lar yaşanabilir" !

http://www.gazetevatan.com/murat-celik-639678-yazar-yazisi-her-an-yeni--soma-lar-yasanabilir-/

Ve beşinci yazı bir sonraki gün, 22 Mayıs'ta...

Başlığı, "Soma ve Almanya örneği".

http://www.gazetevatan.com/murat-celik-640035-yazar-yazisi-soma-ve-almanya-ornegi/

***

Bu 5 yazının son üçü, konunun uzmanlarının tespit, değerlendirme, görüş ve öngörülerini içeriyordu.

Ve maalesef o uzmanlardan Maden Mühendisi Mustafa Suvar'ın dediği oldu. Daha doğrusu, Suvar'ın korktuğu başımıza geldi.

Mustafa Suvar'ın 21 Mayıs 2014 tarihinde bu köşede yer alan sözleri aynen şöyleydi:

“Birçok başka madende de şu anda Soma ile aynı tehlike var. Çünkü sektörde ihtisas eksikliği had safhada. Eğer gerekenler acilen ve tam olarak yapılmazsa Soma maalesef son olmayacak.”

Soma'da 'yangın'dı ölümleri getiren, Karaman / Ermenek'te bu satırların yazıldığı dün akşam saatlerinde devam etmekte olan ve artık umutsuz hâle gelen bekleyişin sebebi 'su baskını'.

Fark eder mi?

Meselenin özü, sorunun temeli belli.

Yazının başında okudunuz işte...

İşin uzmanının 'Soma' için söylediklerinin, bugün 'Ermenek' için de geçerli olmasından belli.

Yazının devamı...

‘Hepsi kapatılmalı’

Çalışma Bakanı Çelik, VATAN'a konuştu: Türkiye'de Karaman'daki gibi çok sayıda küçük maden var. Bunlar efektif değil. İşveren, daha fazla kar için yatırım yapmıyor. İşte bu tür madenler kapatılmalı...

Dün saat 21.13...

Gergin bekleyişin sürdüğü Ermenek’te bulunan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik ile 12 dakikalık telefon görüşmesi yaptık. Bir telefon röportajı...

Bakan Faruk Çelik, hiç eğip bükmeden, açık açık, tabiri caiz ise dobra dobra yanıtladı sorularımızı.

- Sayın Bakan, öncelikle geçmiş olsun. Pek umut yok ama umarım iyi haberler alırız oradan...

Teşekkür ederim, sağolun. İnşallah, inşallah...

- Sizin Ermenek’teki ilk temaslarınızın ardından, CHP milletvekillerinin de bulunduğu ortamda bu madenin kapatılması gerektiğini söylediğinize dair haberler var internette. Bu mu düşünceniz?

Bakın benim söylediğim şudur. Açıkça söylüyorum. Kim alınıyorsa, sözlerim kime gidiyorsa gitsin. İçim yanıyor benim. Gerçekleri konuşmayacak mıyız? Şunu söylüyorum... Soma’da 301 kişi öldü. Daha birkaç gün sonra ‘İlla ki maden tekrar açılsın’ dendi. Bunu oradaki işçi de istedi, işveren de istedi, esnaf, yöre halkı, herkes istedi. Bölge halkından gelen bu talep doğrultusunda, yaşanan sosyal sorunlar üzerine, yetkililer, mülki amirler, bölge milletvekillerine kadar herkes açılması için talepte bulundu, baskılar yaptı.

- Bakan arkadaşlarınızdan da geldi mi ‘açılsın’ talebi?

Yok canım, bakanlar biziz zaten. Ama dediğim gibi herkesten geldi. Hatta bizlere, eş, dost, tanıdıklarımızı araya sokup ulaşmaya çalışanlar bile oldu. Biz bu duruma rağmen önce açmadık. Ne zaman ki bir galeri sağlıklı hale getirildi, yalnız o galeriyi açtık. Işıklar Ocağı... Onu da her gün başına müfettiş koyarak açtık. 2 gün sonra o galeride yangın çıktı. 50 olması gereken gaz seviyesi 150’ye çıktı. Hemen tahliye edildi, duvar örüldü ve oksijensiz bırakılıp yangın söndürüldü. Allah’tan böyle tedbirli davranmışız ve hemen yine kapatmışız.

Bu kaza değil aslında

- Ermenek’teki durum nedir peki? Yine ihmal mi var?

Bakın buradaki kazada... Gerçi bilemiyorum kaza demek ne kadar doğru. Bu kaza değil aslında. Yer altından buraya bir su patlaması var. Altını çizerek söylüyorum, kesin değil ama ilk incelemelere ve tespitlere göre, daha önce kullanılan ama şu anda metruk halde duran galeriler var, oralarda su birikintileri var. Belli ki çok su birikti o terk edilmiş olan, kullanılmayan galerilerde. Tekrar ediyorum kesin değil, ilk tahminler bu yönde, buralarda biriken suyun aşağıya deşarj olması gibi bir durum var. Böyle görünüyor.

- Siz de indiniz madene. Nedir izlenimleriniz?

Murat bey bakın, çok açık söylüyorum. Benim gördüğüm, bu madene ruhsat verilmemeliydi. Madene Sayın Başbakan ile indik. Ondan önce, 3 bakan indik. Çıkarken hepimizin ceketleri sırılsıklam oldu. Düşünün içerideki durumu. Yüzde 35 eğimli, 350 - 400 metre aşağı iniyor işçi. Raylı sistem yok, asansör yok. Yaya olarak... ‘Geri çıkmamız 45 dakika alıyor’ diyor işçiler. Biz 200 metre indik, çıkıncaya kadar hiç birimizde takat kalmadı. Bu işçi nasıl çalışacak?

Herkesle konuşmaya varım

- Siz böyle söyleyince, insanlar da haklı olarak, “İyi ama icra makamında olan sizlersiniz, neden gereği yapılmıyor” diyor.

Tamam, tabii ki biz yapacağız. Sorunların bir çoğunu çözüyoruz ama çözülemeyenleri de konuşmamız gerekiyor. Bakın bu madencilik işinde, biliyorsunuz, önce yer projelendiriliyor ve arama ruhsatı veriliyor. Ara kardeşim burada. Ne kadar bir rezerv var bak. Bölgenin 3 boyutlu görüntülerine kadar çekiliyor. Sonra da, 3 yıllık dönem içinde işletme ruhsatı veriliyor. Bizim görevimiz bu aşamadan sonra başlıyor. Yani aslında tali görev bizimki. Denetimleri yapmak bizim görevimiz. Ama bakın açıkça söylüyorum, Türk madenciliğinin yapısal sorunları var. Hodri meydan, bunları her yerde, herkesle konuşmaya varım ben. Bakın mesela Zonguldak’taki düzen... Orada basıyorsunuz asansörün düğmesine, iniyorsunuz yüzlerce metre aşağıya. Keza raylı sistem... Yatırım ortada. Burada ise yatırım yok. Burası ve burası gibi küçük işletmelerde, adam para harcamıyor, yatırım yapmıyor. Bu küçük işletmeler, güvenlik açısından yatırıma engel işletmeler.

- Ve bu yüzden, bu tür küçük madenlerin kapatılmasından yanasınız öyle mi?

Aynen öyle. Türkiye’de yüksek rezervli büyük madenlerin yanı sıra çok sayıda küçük maden var. Bunlar efektif değil. Buradaki, Karaman’daki maden gibi... İş sağlığı güvenliği hükümlerine uygun olmayan... İşveren, böyle küçük madenler olunca, az sayıda işçinin çalıştığı, rezervi tükenmek üzere olan bu tip ocaklara gereken yatırımı yapmıyor. Daha fazla kar elde etmek için maliyeti minimumda tutmaya çalışıyor ve bu sebeple mevzuatın gereği olan tedbirlerin yarattığı masraftan kaçınıyor. Ben işte bu tür madenlerin kapatılması gerekir diyorum. Bunların kapatılması ve bunların yerine, daha büyük ve iş sağlığı güvenliği koşullarının sağlanabileceği madenlere ağırlık verilmesi gerekir. Söylediğim budur.

Bakan’dan acı itiraf

- Sayın Bakan, tüm bu anlattıklarınız, en yetkili ağızdan gelen bir ‘acı itiraf’ değil mi?

İtiraf tabii ki. Bakın ben geçenlerde İstanbul’daki asansör olayında da söyledim bunu. Acı gerçekler var. İmar rantı yok mu bu memlekette? Ben bunları söyleyince bazıları tepki gösteriyor ama kimse kusura bakmasın. Sözlerim nereye gidiyorsa gitsin. Belediyeye ise belediyeye, bakanlığa ise bakanlığa, kendi bakanlığıma ise kendi bakanlığıma. Bu kadar da açık konuşuyorum. İnsanlar ölüyor, içimiz yanıyor. Bazı şeylerin açık açık konuşulması gerekmiyor mu?

Yazının devamı...

Süleyman Şah'tan gelen cevap

"Sağolun komutanım, onur duyduk, güç bulduk."

Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu'nda görev yapan Özel Kuvvetler mensuplarının komutanı binbaşı, Hava Kuvvetleri Komutanı (HKK) Orgeneral Akın Öztürk'e telsiz ile işte bu cevabı verdi.

***

Org. Öztürk'ün F-16 ile geçen salı (21 Ekim 2014) yaptığı gece sortisinde, Suriye sınırına yakın bölgede uçarken Saygı Karakolu ile telsiz irtibatı kurduğu önceki gün kamuoyuna duyuruldu. Haberi duyunca, Hava Kuvvetleri Komutanı ile Bordo Bereli binbaşı arasında geçen telsiz konuşmasının (medyaya yansıyanların dışındaki) içeriğini merak ettim.

Aldığım bilgiye göre, Org. Akın Öztürk telsizden şöyle seslenmiş yerdeki silah arkadaşlarına:

"Evlat, başarılar diliyorum. Hepinizi gözlerinizden öpüyorum. Allah'a emanet olun aslanlarım."

Yerden, gökyüzündeki komutana verilen cevap da - yazının ilk cümlesinde yer alan şekilde - "Sağolun komutanım" olmuş. "Onur duyduk, güç bulduk."

***

HKK Öztürk, geçen salı günü bir gündüz sortisi yaptı Diyarbakır'dan, bir de gece lantırn uçuşu.

Adana, Hatay, Şanlıurfa, Mardin ve Diyarbakır üzerinde uçan 2 F-16'dan birinin kokpitinde olan komutan, bölgedeki radar üsleri, füze mevzileri ve diğer bazı birliklerin komutanları ile de telsiz irtibatı kurdu.

İncirlik Üssü dahil yerdeki unsurların havadan denetimi işte bu uçuşlarda yapılan muhabere ile gerçekleşti.

Medyada yer alan haberlerde, özel durumu ve mevcut hassasiyet itibariyle doğal olarak, Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu ile kurulan temas öne çıktı ama aslında yapılan, Türk Hava Kuvvetleri'nin harbe hazırlık seviyesinin, doğrudan kuvvet komutanı seviyesinde test edilmesiydi.

Yazının devamı...

Devlet 'potansiyel tehdit' gördükleriyle barışacak

Çözüm sürecinin sadece Kürt meselesiyle ilgili olmadığını söyleyen Başbakan Davutoğlu, "Ulus devlet oluşumu esnasında, kimlerin gönülleri kırıldıysa, kimler devletle aidiyet bağı kurmak istiyorsa, o kesimlere devlet olarak görevim el uzatmak" dedi.

Başbakan Ahmet Davutoğlu Kahramanmaraş ziyaretine giderken ve dönüş yolunda çözüm süreci, Alevi açılımı ve seçimlerle ilgili sorularımızı yanıtladı. Davutoğlu, "Eskiden devlet Süryanileri, Ortodoks Rumları, Ermenileri, Alevileri, Milli Görüşçüleri, Süleymancıları potansiyel tehdit görürdü. Devlet bunların hepsiyle barışmak zorunda" dedi.

'Ortak dil lazım'

Kahramanmaraş Valiliği'nden çıkarken yanına gelen Alevi dedesi Mehmet Yıldırım'ın "Hak Muhammed Ali yareniniz olsun. Hazreti Hüseyin ile ilgili söylediklerinizi dinledim. Allah ülkemize, size zeval vermesin, size dua ediyoruz" dediğini anlatan Davutoğlu, şöyle devam etti: "Gel dedim, Başbakanlık otobüsüne aldım. Halkı selamlarken hemen arkamdaki koltuğa oturttum. Mitinge onunla geldim. Miting bittiğinde tekrar elime sarıldı. 'Hak Muhammed Ali yardımcınız olsun' dedi. Şimdi dikkat ederseniz, il başkanları konuşmamda Kerbela’yı ve hicreti anlattım. Hicret Sünniler için, Kerbela Aleviler için önemlidir. Yeni ve ortak bir dil bulmak lazım."

Neden Mahçupyan?

"Alevi çalıştaylarında belli bir noktaya gelinmişti. Siz yeni bir paketten söz ettiniz? Bu konuya nasıl bakıyorsunuz" sorusu üzerine Davutoğlu şunları söyledi:

"Çözüm süreci aslında bizim bir tek Kürt meselesiyle ilgili değildi. 100 yıllık süreçte açılan yaraları kapatma süreci aynı zamanda. Onun için çözüm süreciyle birlikte biz Alevi çalıştaylarını da başlattık. 9 çalıştay oldu. Raporları aldım, inceliyorum. Çalıştaylara katılan arkadaşları dinliyorum. Faruk Çelik, Bekir Bozdağ gibi arkadaşları.

“Eskiden devlet Süryanileri, Ortodoks Rumları, Ermenileri, Alevileri, Milli Görüşçüleri, Süleymancıları potansiyel tehdit görürdü. Devlet bunların hepsiyle barışmak zorunda. Ben Etyen Mahçupyan’ı niye başdanışman yaptım. Etnik ve dini kimlik benim için önem taşımıyor. Müslüman, Türk de olsa alırdım. Çünkü gerçek bir aydın, gerçek vicdan sahibi bir isim. Ama Cumhuriyet tarihi döneminde devlette en üst düzey unvan almış biri olacak. Ancak yanlış anlaşılmasın Ermeni kimliği dolayısıyla yapmış değilim. Fakat böyle bir sonuç doğal olarak ortaya çıkıyor. Bunların hepsi tamir süreci. Ulus devlet oluşumu esnasında, kimlerin gönülleri kırıldıysa, kimler devletle aidiyet bağı kurmak istiyorsa, o kesimlere devlet olarak görevim el uzatmak. Benim başbakan olarak görevim, bu aidiyetin zayıfladığı herkesle yeni bir aidiyet bağı kurmak. Onun için çözüm sürecinde çok samimiyiz. Aleviler ile gayri Müslimlerle ilgili konularda çok samimiyiz."

'Esad'la tatil yaparken de Sünniydim...'

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.