Şampiy10
Magazin
Gündem

Bizim Suriyeliler ve ötesi

“Bugün itibariyle, Türkiye’deki kayıtlı Suriyeli sayısı bir milyon 972 bin 65.”

Bu bilgileri veren yetkili, İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürü Atilla Toros.

Yabancı savaşçı trafiğinde rakamlar irkiltici

Türkiye’de yaşayan Suriyeliler başlığına birazdan tekrar döneceğim ama Göç İdaresi Genel Müdürü Toros’un verdiği rakamlar arasında en çarpıcı olanı şüphesiz; Türkiye’nin giriş yasağı koyduğu ve yakalayıp sınır dışı ettiği ‘yabancı savaşçılar’a ilişkin olanlardı. Yani terör örgütü IŞİD / DAİŞ’e katılmak üzere dünyanın dört bir yanından yola çıkanlar ile gelip katılanlar.

**

19 bin 626.

Bu, Türkiye’nin ‘giriş yasağı’ koyduğu yabancıların sayısı.

112 ülkeden, yaklaşık 20 bin kişi.

Ve...

2 bin 122.

Bu da, Suriye sınır hattında ya da Türkiye içinde yakalanan ve sınır dışı edilen DAİŞ / IŞİD mensubu sayısı.

85 farklı ülkeden toplam 2 bin 122 kişi.

Bazı kaynaklara göre 213 ama Birleşmiş Milletler’in kayıtlarına göre 193 ülke var dünyada.

IŞİD’in insan kaynağı sağladığı ülke sayısı 112. Düşünebiliyor musunuz?

**

Bu kaynak ülkelerden özellikle batı Avrupalılar, söz konusu terör örgütü ile oluşturdukları askeri koalisyon eliyle mücadele ediyorlar.

Türkiye’den de, Suriye sınır hattını güvenli tutmasını bekliyor, istiyorlar.

Pekiyi kendi ülkelerinden çıkıp Türkiye’ye gelen, ‘yabancı savaşçı’ adını verdikleri ‘gönüllü teröristler’ hakkında Ankara ile sağlam bir işbirliği yapıyorlar mı?

Genel Müdür Atilla Toros, “Pek fazla bilgi vermiyorlar, verseler de çoğunlukla çok geç oluyor. O kişilerin içinde yer aldığı uçak havadayken, hatta Türkiye’ye indikten sonra bildirilenler bile var” diyor.

İltica talep edenler de aramızda

Göç İdaresi Genel Müdürü’nün dün verdiği bilgilerden biri de, Türkiye’ye bireysel iltica talebinde bulunan yabancıların sayısı.

Dünyanın çok farklı ülkelerinden toplam 95 bin 114 kişi, siyasi mülteci olmak için başvurmuş Türkiye’ye. Ve bu insanlar, 62 il merkezinde ‘serbest ikamet’ hâlindeler.

İltica mevzuatı kapsamındaki bilgi gizliliği ilkesine göre, bu yabancılara ilişkin bilgileri, vatandaşı oldukları ülkeler dahil kimseyle paylaşılmıyor.

Rakamlar korkunç

Türkiye’de 141 hudut kapısı var.

2014 yılında, bu sınır kapılarından Türkiye’ye giren yabancı sayısı tam 35 milyon 115 bin 789.

Ülke nüfusunun neredeyse yarısı kadar insan... Bu sayıya turistler, yabancı öğrenciler vs bütün yabancılar dahil. Yasal giriş - çıkışlar bunlar.

**

Asıl mesele ise ‘düzensiz göç’. Yani yasa dışı göçmen, mülteci hareketleri, insan kaçakçılığı vs...

2014’te toplam 58 bin 647 kaçak var Türkiye’nin kayıtlarında.

Bu yıl ise ilk 8 ayın sonunda 60 bini aşmış bu sayı.

Sadece Sahil Güvenlik’in müdahale ettiği kaçak sayısı 40 bin 619.

Aynı dönemde sadece Ege Denizi’nde 80’den fazla mülteci öldü.

Bütün Akdeniz’de, 2 bin 600’ün üzerinde insan, yeni bir yaşam umuduyla çıktığı yolda yaşamını yitirdi.

Son 5 yıl içinde, Afrika ve Ortadoğu’dan Avrupa kıtasına çıkmak için denize açılan 25 binden fazla insan hayatını kaybetti.

Ve bizim Suriyeliler...

Buradan dönelim Suriyeli sığınmacılar başlığına...

Resmi kayıtlara göre, 2 Eylül 2015 tarihi itibariyle, bir milyon 972 bin 65 Suriyeli yaşıyor Türkiye’de. 81 ilin 81’inde de var Suriyeliler.

Bunların sadece 259 bin 151’i kamplarda yaşıyor. Geriye kalan bir milyon 712 bin 914’ü günlük yaşamın içinde, bizlerle yan yana sürdürüyor hayatını.

Geçici koruma altındaki Suriyelilerin en yoğun olduğu il Şanlıurfa.

İkinci sırada ise İstanbul var.

Göç İdaresi Genel Müdürü Atilla Toros, kayıt dışı Suriyeli sayısının, düşünüldüğünün aksine, çok az olduğunu söylüyor.

Geçici Koruma mevzuatının sağladığı imkânlardan faydalanmak için resmen kayıt altına girmeleri gerektiğinden, kayıt dışı kalmak Suriyeliler için de herhangi bir avantaj teşkil etmiyor. Dolayısıyla, Suriyeli sığınmacıların çok büyük kısmı kayıtlı.

Toros, şu aşamada önemli konulardan birinin, bu insanların yurt içi hareketliliğinin azaltılması olduğunun altını çiziyor.

Alo 157

YİMER... Yabancılar İletişim Merkezi.

Telefon numarası 157.

Mülteciler, sığınmacılar, hatta turistler...

Yabancılar ile ilgili neredeyse her konu için bu hattan çözüm aramak mümkün.

Yazının devamı...

Resepsiyon notları

Önceki akşam, Beştepe... Cumhurbaşkanlığı Sarayı. Resmi adıyla, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi... Milliyet’in Ankara Temsilcisi Serpil Çevikcan ile birlikte, tedbirli davranıp biraz erken gidelim dedik, biraz fazla erken gitmişiz 30 Ağustos resepsiyonuna.

***

Yaklaşık 2 bin konuğun davetli olduğu resepsiyon için hummalı hazırlığın son aşamasına tanıklık ettik Beştepe’de.

Zafer Bayramı resepsiyonunun verileceği bahçeye girdiğimizde, etrafta Cumhurbaşkanlığı personeli ve davette görev yapacak garsonlar dışında neredeyse kimse yoktu.

‘Garsonlar’ dediysem, öyle sıradan bir görüntü değildi karşımıza çıkan. Yüzlerce ‘ergen’in yarattığı, baş döndürücü bir trafik vardı bahçede.

Adeta karıncalar gibi hareketliydi kızlı erkekli gençler.

Bir binaya giriyor, bir bahçeye çıkıyor, bir havuz başına iniyorlardı sıra sıra... Sordum; Turizm Otelcilik Lisesi öğrencileriymiş hepsi. Pırıl pırıl, heyecanlı, gencecik müstakbel turizmciler, mecburi stajlarının bir kısmını bu şekilde yapıyorlarmış.

Akar: Atatürk’ün sözleriydi, benim değil

Hazırlıklar tamamlandı, konuklar yerlerini aldı art arda...

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı beklerken, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın yanına gittim.

Yeni Genelkurmay Başkanı’nın 30 Ağustos Zafer Bayramı mesajı ile ilgili, Ertuğrul Özkök’ün kaleme aldığı yazıyı hatırlattım Orgeneral Akar’a.

Kısa ve net konuştu:

“Fazla söze gerek yok” dedi. “Onlar Atatürk’ün sözleri, benim değil. Söylev’den alıntı var o mesajda.”

Notumu aldım bugün yazmak için ama (dün) sabah gördüm ki; zaten o gün içinde Ertuğrul Özkök’e de aynı mesaj iletilmiş ve Özkök kendi cezasını kendi kesmiş köşesinden.

Futbol sohbeti

Resepsiyonun davetlileri arasında, VATAN ve Milliyet’in sahibi Demirören Ailesi de vardı. Demirören Holding Yönetim Kurulu Başkanı Erdoğan Demirören’e kızı Meltem Demirören Oktay eşlik ederken, Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Başkanı Yıldırım Demirören ve eşi Revna Hanım da Beştepe’deydi.

Bir ara baktım, TFF Başkanı Demirören ile Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan baş başa vermiş, hararetli bir sohbette... Yanlarına gittiğimde, konunun; A Milli Futbol Takımı olduğunu duydum.

Akdoğan, Demirören’e takımın son durumu soruyordu. Demirören de Milli Takım’daki olumlu havayı aktardıktan sonra, Başbakan Yardımcısı’nı, Letonya ile 3 Eylül, Hollanda ile de 6 Eylül’de Konya’da oynanacak maçlara davet ediyordu.

Sanat dünyasının temsilcileri

Beştepe’deki Zafer Bayramı resepsiyonuna, sanat dünyasından isimler de davetliydi.

Hülya Koçyiğit Selim Soydan ikilisiyle sohbet ettik mesela ayak üstü... Soydan, “Beşiktaş iyi başladı” dedi.

“3 maçta 6 puan ama aynı üç maçta toplam 10 gol... Evet iyi sayılır” dedim. Sonra da ekledim; “Ama biliyorsunuz, her ne kadar bitirmenin yarısı olsa da, iyi başlamak yetmiyor. Önemli olan iyi bitirmek.”

Güldü Selim Soydan... “Vallahi haklısın” dedi, “Öyle... Ne başlangıçlar gördük.”

***

Muazzez Ersoy ile karşılaştık biraz ileride... Hakan Peker vardı aynı masada. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, kürsüden yaptığı canlı bağlantıları konuşuyorlardı aralarında.

“Çok etkilendim” dedi Ersoy. “Allah o askerlerimizin yardımcısı olsun. Hepsinin yardımcısı olsun.”

Ardından anı tazeledik hep beraber... Geçen kış İstanbul’u rehin alan yoğun kar yağışı sebebiyle mecburen Çorlu’ya inen uçağımızı ve sonrasında minibüs ile yaptığımız maceralı Çorlu İstanbul yolculuğunu andık gülerek.

***

Bülent Ersoy’u gördüm sonra bahçenin bir köşesinde... Tek başına oturuyordu bir sandalyede. Misafirlerden bazıları yanına gidiyor, hatıra fotoğrafı çektiriyordu. Konuklar ayakta, o sandalyesinde...

Yazının devamı...

İrlanda’nın ata sporu boks

Aksaray’da, tek başına bir grup esnafı döven İrlandalı turist haftaya damgasını vurdu. Esnaf, İrlanda’nın ata sporunun sokak boksu olduğunu bilse hastanelik olmazdı

Oscar Wilde,

Samuel Beckett,

James Joyce, Glenn Meade... Bunlar; geçmişten bugüne, ülkesinin sınırlarını aşıp dünya edebiyatına adını kazıyan yazarlardan bazıları.

Bono (U2), Johnny Logan, Chris de Burgh, Enya, Bob Geldof, Sinead O’Connor... Bunlar da, aynı ülkeden çıkıp dünya müziğinde iz bırakan sanatçılardan birkaçı.

Yukarıdaki edebiyatçı ve müzisyenler İrlandalı. Yine aynı ülkeden, İrlanda’dan 4 isim daha vereceğim size. Biri kadın, üçü erkek... Onlar da dünyaca ünlü.

Onlar da kendi alanlarında, sadece ülkelerinin değil, dünyanın en iyilerinden.

Katie Taylor, Michael O’Reilly, Adam Nolan, Ve Conor McGregor.

Bu isimler hangi alanda dünyanın en iyileri arasında biliyor musunuz? Söyleyeyim... Boks! İlk üçü olimpiyat madalyalı, dünya boksunda derece sahibi, İrlandalı boksörler.

Son isim ise Dünya Karışık Dövüş Sanatları şampiyonu! Sokak dövüşünün spora dönüşmüş hâli yani. Dublin’de yaşayan bir dostumla konuştum. İstanbul Aksaray’da, tek başına bir grup esnafı döven İrlandalı turist haberinin orada nasıl yankılandığını sordum. “Yorumsuz birkaç haber var gazetelerin internet sitelerinde” dedi.

“Fazla üzerinde durulmadı, Twitter’da biraz konuşuluyor, o kadar” diye devam etti. Ha bir de ekledi: “Zaten sokak dövüşçüsü bir millettir İrlandalılar” diye. Edebiyatçılarını, müzisyenlerini bilenler biliyordu tabii ama bu vesile ile öğrenmiş olduk işte.

Sokak dövüşü, bir nevi ‘ata sporu’ymuş İrlanda’da. Aksaray esnafı yanlış adama çatmış yani. Birbirlerine pansuman yaparken konuşacakları asıl konu bu olmalı bence.

‘Hepimiz İrlandalı’yız’ modundayız

Böyle demiştim hafta içinde ‘İçimizdeki İrlandalı’ nın Aksaray tecrübesine dair. Gündeme baksanıza:

Türkiye hükümetini arıyor… Terör hortlamış… Suriye sınırı ateş hattı…

Ama insanlar artık bizim olan - ‘İrlandalı’yı konuşuyor.

Sadece konuşmak değil, adeta “Hepimiz İrlandalı’yız” modunda toplum. Aksaray esnafının değil, onların karşısında tek başına ayakta kalan ‘yabancı’nın yanında saf tuttu insanlar. Pekiyi niye? Çünkü...

Bir tarafta onlarca hoyrat ‘bizim oğlan’… Diğer tarafta, o güruhu, karşısına çıktıklarına pişman etmiş olsa da, nihayetinde tek başına bir adam…

‘Mağdur’ yani.

Üstelik ‘yabancı.’

Mağdur yabancı.

Bir de güçlü.

Mağdur ama güçlü bir yabancı.

Cesur aynı zamanda.

Mağdur ama güçlü ve cesur bir yabancı.

Daha ne olsun...

Yabancı demek ‘misafir’ demek değil midir bizim kitabımızda?

Misafire ‘yamuk’ yapmak, ‘sert’ yapmak terstir racona.

Racona ters iş yapan bedelini öder.

Bulduğunu değil umduğunu; yiyen değil yediren türden çıktı işte o yabancı.

Bedel budur.

Babasının küçük kızı

Katie Taylor...

İrlanda’nın ringdeki medarı iftiharlarından.

Kadınlarda, olimpiyat şampiyonu…

‘Boks’ta tabii.

Olimpiyat oyunlarındaki kürsüden inip ülkesine döndüğünde bir canlı yayına çıkıyor Demir Yumruk Katie.

Pete Taylor ile birlikte…

Pete Taylor kim?

Katie’nin antrenörü.

Soyadı benzerliği değil.

Pete Taylor, olimpiyat şampiyonu Katie’nin sadece antrenörü değil, babası aynı zamanda.

Baba kız yayına çıkıyorlar, İrlanda’nın karşısında.

Babası ‘küçük kızı’nı, küçük kız babasını anlatıyor.

“O benim aynı zamanda en iyi arkadaşım” diyor, antrenörü ve babası için.

İrlandalılar göz yaşları eşliğinde izliyor Taylorlar’ı.

Babalar evlatları ile gurur duyuyor; evlatlar babaları ile.

Bizim İrlandalı öyle ya da böyle - işte böyle bir ülke ve dolayısıyla topluma ait.

Kuveyt asıllı, Müslüman... Ama sonuçta, bahsettiğim İrlanda’nın bir parçası işte.

“I’m an Irish man in İstanbul” (*) diyebilir.

Ve üstelik “lonely...” (**)

(*) İstanbul’da bir İrlandalıyım.

(**) Tek başına / Yapayalnız.

Yazının devamı...

‘İstifa etmem, onlar da atamaz’

Tuğrul Türkeş işte böyle diyor.

Gerekçe, “Devlet sahipsiz kaldı”.

Dün bu köşeden duyurdum...

MHP Ankara Milletvekili Tuğrul Türkeş, 23 Ağustos 2015 Pazar günü öğleden sonra yaptığımız telefon görüşmesinde; geçici seçim hükümetinde bakanlık teklifi alacak olan milletvekillerinin, partisi içinde ‘hain’ ilan edileceğini söylemişti.

Buna rağmen, çok önemli bir işaret vermişti Türkeş o konuşmamızda:

“Seçilene hain diyecekler ama bir de şu var ki, devlet de sahipsiz iki buçuk aydır.”

Tuğrul Türkeş’in bakanlık görevini kabul etme gerekçesinin işte bu bakış açısı olduğu artık biliniyor.

Atama öncesi açıklama yok

Pekiyi Türkeş, yaptığı tercih ve böylece merkezine yerleştiği tartışma gündemi ile ilgili ne zaman açıklama yapacak?

Bu soruyu sordum dün kendisine.

Cevabı, “Atama öncesi bir açıklama yok” şeklinde oldu.

Yani Tuğrul Türkeş, geçici seçim hükümeti kuruluncaya, kendisi de bu kabine içinde - muhtemelen de başbakan yardımcısı olarak - göreve başlayıncaya kadar konuşmayı düşünmüyor.

Bahçeli’ye eleştiri

Dönelim, yine Pazar günkü o telefon görüşmemize...

Türkeş o görüşmede, partisinin - dolayısıyla da MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin - hemen bütün seçeneklere kapıyı kapatma tavrını da eleştirmişti.

Şu sözlerle...

“Biz (bakan) vermiyoruz diyor Devlet Bey. (...) Onu yapmayalım, bunu yapmayalım; tamam da, ondan sonra da şu anda, iki buçuk aydır Türkiye’de bir siyasi iktidar yok.”

‘Anayasal görev’ vurgusu

Tuğrul Türkeş’in tavrının ve değerlendirmesinin bu yönde olduğunu yazdıktan sonra, dünkü yazıyı şu ifadelerle bitirmiştim:

“Geçici seçim hükümetinde bakanlık görevini kabul etmesiyle birlikte partisinin disiplin kuruluna sevk edilen Tuğrul Türkeş, belli ki kısa süre içinde MHP’den ihraç edilecek. Bu durumda, Türkeş’in 1 Kasım 2015 erken genel seçiminde Ak Parti’den aday olmasına da şaşırmamak gerekiyor.”

***

“Böyle mi olacak” diye sordum dün Türkeş’e.

Verdiği yanıt yine dikkat çekici ve tartışma yaratacak türden oldu.

Tuğrul Türkeş, partisinden gelen istifa çağrıları, istifa etmezse ihraç edileceği yönündeki açıklamalar ve MHP’den ayrılması halinde siyasi yaşamına Ak Parti’de devam etme ihtimali konusunda aynen şöyle dedi:

“Hayır. Ben MHP’deyim. İstifa etmedim. Etmem. Anayasal bir görev üstleneceğim. Onlar da beni atamaz.”

Yazının devamı...

Türkeş: " Devlet sahipsiz kaldı"

“Herşey tamam da, devlet de iki buçuk aydır sahipsiz. İki buçuk aydır Türkiye’de bir siyasi iktidar yok.”

MHP Ankara Milletvekili Tuğrul Türkeş, geçici seçim hükümetinde bakanlık görevini işte bu gerekçeyle kabul etti.

Nereden mi biliyorum?

Anlatayım…

Tarih 23 Ağustos 2015.

Geçen Pazar günü yani…

Saat 16.22.

Telefonda, Tuğrul Türkeş ile konuşuyoruz…

- Sayın Türkeş, vaziyet netleşiyor… Cumhurbaşkanı yarın (geçtiğimiz pazartesi) önce Meclis Başkanı ile görüşecek. Geçici seçim hükümetinin sandalye dağılımı açıklanacak ve görünen o ki Başbakan Ahmet Davutoğlu, milletvekillerine bakanlık teklif edecek.

- Evet herhalde, öyle görünüyor.

- Sizden (MHP) de 3 isme gelecek bu teklif…

- Ben kimseyi görmedim, konuşmadım da ama bizim arkadaşlar bugün peşinen tepki göstermişler zaten. “Bunu kabul eden şerefsizdir” türünden…

- Evet. Şimdi zaten bu durum, CHP için de, sizin partiniz için de şöyle bir iç gündem oluşturmayacak mı? Başbakan’ın ismen bakanlık önerdiği kişiler, parti içinde bir ters bakışın muhatabı olmayacaklar mı?

- Kime geleceği belli değil şu anda o tekliflerin. “Biz vermiyoruz” diyor Devlet Bey. Ama tabii öyle olacaktır.

- Yani diğer 77 milletvekili, teklifin geldiği o üç kişiye, “Neden siz” diyecek öyle mi?

- Tabii canım, seçilene hain diyecekler. Ama tabii, yani, bir de şu var ki; devlet de sahipsiz iki buçuk aydır. (Bunu yazma da…)* Onu yapmayalım, bunu yapmayalım; tamam da, ondan sonra da şu anda, iki buçuk aydır Türkiye’de bir siyasi iktidar yok.

Bu haberin can alıcı noktası işte burası…

(*) Tuğrul Türkeş, dört gün önceki telefon görüşmemizde, “Herşey tamam ama devlet de sahipsiz kaldı” açıklaması için “Bunu yazma” dedi.

Ben de yazmadım doğal olarak.

Ancak şimdi, dün itibariyle durum değişti.

Şöyle ki…

Partisi tarafından ‘hain’ ilan edilmeyi göze alarak bakanlık görevini kabul eden Tuğrul Türkeş, şimdi kamuoyuna bu kararının gerekçesini zaten kendisi açıklayacak.

Dolayısıyla, Pazar günü öğleden sonra telefonda bana söylediklerini, bugün itibariyle bizzat seslendirecek.

O yüzden, zannederim o cümlelerini bugün yazmamda, Tuğrul Türkeş açısından da herhangi bir sakınca kalmamıştır. Çünkü dediğim gibi, artık zaten kendisi bu gerekçe ile hareket ettiğini söyleyecek.

Bu arada, durum böyleyken bile, dün gün boyu aradım Türkeş’i.

Telefonunu sekreterine yönlendirmişti. Yazılı kısa mesajlarıma da yanıt gelmeyince, yukarıda izah ettiğim gerekçeyle, artık tam bir haber niteliği kazanan o sözlerini şimdi yazıyorum yeni bakanın.

Daha doğrusu, muhtemelen, MGK üyesi de olacak yeni Başbakan Yardımcısının.

Son bir not…

Geçici seçim hükümetinde bakanlık görevini kabul etmesiyle birlikte partisinin disiplin kuruluna sevk edilen Tuğrul Türkeş, belli ki kısa süre içinde MHP’den ihraç edilecek.

Bu durumda, Türkeş’in 1 Kasım 2015 erken genel seçiminde Ak Parti’den aday olmasına da şaşırmamak gerekiyor.

Bu son not, herhangi bir bilgi ya da duyuma dayanmıyor. Tamamen gazeteci öngörüsü. Tahmin yani.

Yazının devamı...

İrlanda’nın ata sporu

Oscar Wilde,

Samuel Beckett,

James Joyce,

Glenn Meade...

Bunlar; geçmişten bugüne, ülkesinin sınırlarını aşıp dünya edebiyatına adını kazıyan yazarlardan bazıları.

***

Bono (U2),

Johnny Logan,

Chris de Burgh,

Enya,

Bob Geldof,

Sinead O’Connor...

Bunlar da, aynı ülkeden çıkıp dünya müziğinde iz bırakan sanatçılardan birkaçı.

***

Yukarıdaki edebiyatçı ve müzisyenler İrlandalı.

***

Yine aynı ülkeden, İrlanda’dan 4 isim daha vereceğim size.

Biri kadın, üçü erkek...

Onlar da dünyaca ünlü.

Onlar da kendi alanlarında, sadece ülkelerinin değil, dünyanın en iyilerinden.

***

Katie

Taylor,

Michael O’Reilly,

Adam Nolan,

Ve Conor McGregor.

***

Bu isimler hangi alanda dünyanın en iyileri arasında biliyor musunuz?

Söyleyeyim...

Boks!

***

İlk üçü olimpiyat madalyalı, dünya boksunda derece sahibi, İrlandalı boksörler.

Son isim ise Dünya Karışık Dövüş Sanatları şampiyonu !

Sokak dövüşünün spora dönüşmüş hâli yani.

***

Dublin’de yaşayan bir dostumla konuştum dün.

İstanbul Aksaray’da, tek başına bir grup esnafı döven İrlandalı turist haberinin orada nasıl yankılandığını sordum.

“Yorumsuz birkaç haber var gazetelerin internet sitelerinde” dedi.

“Fazla üzerinde durulmadı, Twitter’da biraz konuşuluyor, o kadar” diye devam etti.

Ha bir de ekledi:

“Zaten sokak dövüşçüsü bir millettir İrlandalılar” diye.

***

Edebiyatçılarını, müzisyenlerini bilenler biliyordu tabii ama bu vesile ile öğrenmiş olduk işte.

Sokak dövüşü, bir nevi ‘ata sporu’ymuş İrlanda’da.

Bizim Aksaray esnafı yanlış adama çatmış yani.

Kuveyt asıllı da olsa, sonuçta bir İrlandalı’ya saldırmışlar.

Eti yenmeyen bir kuşu avlamaya çalışmışlar bilmeden.

***

Tabii bu arada...

O turiste saldıranların, böyle bir olay üzerine; kamuoyundan neden destek görmediklerini, hatta çoğunluğun yaşananlardan memnuniyet bile duymasının sebeplerini oturup düşünmeleri gerekiyor.

Birbirlerine pansuman yaparken konuşacakları asıl konu bu olmalı bence.

Yazının devamı...

Gel vatandaş, göçmenliğe gel...

Bir arkadaşım aradı dün. “Dünkü yazını okudum” dedi. (http://www.gazetevatan.com/murat-celik-857410-yazar-yazisi-dogmamis-hukumete-mektup/ )

“Çok doğru bir noktaya temas etmişsin” diye devam etti ve ekledi:

“Bak sana birkaç örnek anlatayım, işin geldiği noktayı anla.”

***

Arkadaşım anlattı:

- Yakınlarımdan biri, Kanada’ya göçmenlik başvurusunda bulundu. Karı - koca, ikisi de iş sahibi, üç çocukları var... Kanada’dan cevap beklerken, Yeni Zelanda Büyükelçiliği adına arayıp, Kanada yerine neden bu ülkeyi düşünmediğini sordular. Yani, ‘Kanada’yı boş ver, bize gel’ diyorlar.

***

Aynı arkadaşımın anlattıklarından devam edeyim... Bu kez kendi tecrübesi:

- Geçenlerde bir telefon... Açtım, “ABD’ye göçmenlik başvurularını koordine eden bir firmayız biz. Amerika’ya, size uygun koşullarda gitmeyi düşünür müsünüz” dediler. Bunun için gereken evrakı gönderebileceklerini söylediler. “E, gönderin bir bakayım” dedim. “Tabii” dediler. “Yalnız, 200 Dolar bir ücretimiz var. Form ücreti olarak bunu ödeyin, hemen yollayalım.” Sadece formları yollamak için bu para. Doldurup geri yolluyorsun, başvuru aşamasında bin Dolar daha ödemen gerekiyormuş.

***

Göçmen kabul eden ülkeler adına aracılık ya da iş takibi yapan firmaların sayısında gözle görülür bir artış var son dönemde. İnternetten küçük bir araştırma yaptığınızda görüyorsunuz...

Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda başta olmak üzere birçok ülkeye göçmenlik vaadinde bulunan şirketler, yeni bir sektör oluşturmuş.

***

Ülkeler; ihtiyaç duydukları insan kaynağını yaratabilmek için her yıl, sektörler bazında listeler yayınlıyor. İş gücünü, kalifiye yabancıları ülkelerine kazandırarak artırma yolunu seçen bu ülkeler, birkaç yıl içinde o insanlara vatandaşlık da veriyor.

Aracı şirketler de, işte o listeler üzerinden, söz konusu ülkeye uygun göçmen adaylarını belirliyor ve başvurularını yapıyor. Bu hizmetin karşılığı olarak da belli bir ücret talep ediyor.

Her alanda olduğu gibi burada da işini layıkıyla yapan birkaç firmanın yanında, birçok kötü örnek de var.

***

Sistem böyle işliyor. Dediğim gibi, adeta yeni bir sektör doğmuş.

O sektörü doğuran ise bu ülke insanını teslim alan umutsuzluk. O umutsuzluğun sonucu insanların yöneldiği yeni arayışlar...

***

Bana çok çarpıcı gelen bir örnek ile bitireyim.

Tam bu konulara eğilmişken...

Dün öğle yemeğinde bir misafirim vardı.

Bir iş adamı...

Uluslar arası işler yapan büyük bir holdingi yöneten, Türkiye’nin tanıdığı, iş dünyasının önde gelen isimlerden biri.

Ne dedi biliyor musunuz, kıymalı pide yiyip ayran içerken...

- Düşünüyorum da... Ben bile mutsuzum. Oysa sahip olduklarımla mutsuz olmamam gerekiyor. Allah’a şükür maddi sorunum yok. Sağlığım yerinde. Eşim, çocuklarım sağlıklı. İmkanlarımız gayet iyi. Gayet iyi yaşam koşullarına sahibiz. Pekiyi ama bütün bunlara rağmen neden mutlu değilim?

Dedim ki:

Siz kendinize şaşırıyorsunuz ama... Özel okullarda okumuş, en az bir yabancı dil bilen, üniversite mezunu, iş sahibi, orta gelir seviyesinin üzerinde birçok insan ‘göçmen’ olarak dünyanın bir ucuna gitmek için sıraya girmişse, sizin de böyle hissetmeniz pek anormal gelmedi bana.

Yazının devamı...

Doğmamış hükümete mektup

Uzun uzun, başlık başlık yazmayacağım. Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz.

Dolayısıyla hepimiz biliyoruz neyin ne olduğunu.

Yıllardır, on yıllardır neler yaşadığımızı.

***

Gerekçeler farklı olsa da, işin özü ve dolayısıyla asıl mesele şu:

Bu ülke insanı, geleceğe dair, geleceğine dair inancını yitiriyor.

Her geçen gün daha fazla...

Evladına hak ettiği geleceği vaat edememe endişesi esir alıyor insanları. O geleceği bu topraklarda bulamama kaygısı...

Karamsarlık, umutsuzluk, çaresizlik, her geçen gün daha da kesif bir hâl alıyor.

***

İşi, ailesi olan, belli bir eğitim seviyesine sahip, hatta yüksek öğrenim görmüş, orta gelir seviyesindeki Türk vatandaşları...

Dünyanın bir ucuna gitmeyi, hiç bilmedikleri bir coğrafyada, hiç tanımadıkları bir ortamda çalışmayı, yaşamayı tercih ediyor, etmek zorunda kalıyor insanlar.

Kurulu düzenini, hısım akrabasını, eşini dostunu ardında bırakıp; çoluk çocuk, ailece, bir bilinmeze doğru yola çıkmayı göze alıyor, buna mecbur hissediyor insanlar.

Kolay mı?..

***

Adeta Yunan Adaları’na gitmeye çalışan mülteciler misali...

Seçtikleri ulaşım yöntemi dışında ne fark var aralarında?

Hedef aynı değil mi sonuçta?

‘Kurtulmak’ değil mi hepsinin amacı?

Daha iyi koşullarda yaşama umuduna yolculuk değil mi hepsinin çıktığı?

Mültecilerin dramı, dünyanın genel sorunu.

Benim önceliğim Türkiye’den ayrılıp ‘göçmen’ olmak için uğraşanlar.

***

Sadece iki örnek vereyim size; gerisini siz düşünün.

Biri kuzey batı, diğeri güney doğudan; dünyanın iki ucundan...

Kanada ilk örnek.

Göçmen olarak bu ülkeye gitmek için başvuran Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı sayısında yıllar içindeki artışı bir düşünün. “Başvurdum” diyen duymuşsunuzdur muhakkak.

İkinci örnek ise Avustralya.

Göçmen statüsünde Okyanusya’da yaşamak isteyen birileri muhtemelen sizin çevrenizde de vardır.

ABD Yeşil Kart lotaryasının nerdeyse sayısal lotoya dönüştüğünü bilmeyen yok zaten.

***

Seçime gidiyoruz.

Sandıktan ne sonuç çıkacak, ülkeyi nasıl bir hükümet yönetecek, bilemem.

Tek bildiğim şu...

Türkiye’yi kim / kimler yönetecekse...

Benim gözümde tek bir başarı kriteri var:

Bu ülke insanı, geleceğini doğup büyüdüğü bu topraklarda görebilmeli, bulabilmeli.

Bu ülke insanı, kendine ve yanındakilere güvenebilmeli.

Bu ülke insanı, ülkesinden kaçmak, kurtulmak ihtiyacı hissetmemeli.

İşin özü, özeti bu.

Asıl mesele bu.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.