Şampiy10
Magazin
Gündem

‘Türkiye’ye ‘bekle’ diyen Amerika!’

Böyle başladım çünkü ‘batılı’ bir kaynaktan geldi gündeme dair değerlendirmeler. ‘Batılı bir diplomatik kaynak’tan… Ankara’da diplomasi haberciliği tecrübesine sahip olan herkesin aşina olduğu şekilde…

IŞİD, DAİŞ ya da DAEŞ…

Ortada, adı değil, niteliği ve icraatı önemli olan bir terör örgütü var.

Ve onla mücadele etmek üzere, ABD önderliğinde bir araya gelen ülkelerin oluşturduğu uluslar arası bir ‘koalisyon’.

İşte o koalisyon adına konuşma yetkinliğine sahip ‘batılı kaynak’tan gelen bilgi ve değerlendirmeler dikkate değer.

Başlık başlık aktarıyorum…

Türkiye kararlı

- Türkiye’nin DAEŞ ile mücadelede ciddi, kararlı olmadığı yönündeki değerlendirmeler gerçeği yansıtmıyor.

- Koalisyonu oluşturan unsurlar, Suriye ve Irak üzerindeki uçuşların güvenliğini önceliyor. Bu aşamada, DAEŞ’e karşı müstakil / bağımsız hava harekatları düzenlememesini Türkiye’den isteyen ABD’dir.

- Koalisyon bünyesinde yapılacak operasyonel koordinasyon çerçevesinde, çok yakın bir gelecekte, Türk Hava Kuvvetleri’nin DAEŞ’e yönelik yoğun taaruzlarını göreceksiniz.

- Bu konuda, Türkiye’nin askeri yetkilileri ile koalisyon güçlerinin sorumluları, halihazırda ortak bir çalışma içinde.

- İncirlik ve muhtemel diğer üslerde konuşlanacak olan sembolik, az sayıda bir uçak varlığı değil. Bahsettiğimiz, gözle görülür ölçüde ve zaman içinde daha da artacak ve büyüyecek bir hava gücü.

Türkiye İncirlik’ten fazlasını önerdi

- Şu an için, İncirlik Üssü’nden havalanan ‘silahlı insansız hava araçları’nın operasyonları sürüyor. Bunu, yine İncirlik’ten havalanacak savaş uçaklarının harekatları takip edecek. Bu arada tabii destek unsurları da İncirlik’e ve Türkiye’nin güneyindeki üslere konuşlanacak.

- İncirlik dışında başka hangi üslerin kullanılacağı, askeri yetkililerin üzerinde çalışmakta olduğu bir konu. Kapasiteyi ve operasyonel etkinliği artıracağına inanılırsa böyle birşey yapılabilir.

- ABD ile yaptığı görüşmelerde, Türkiye’nin bu yönde bir teklifi var. Gerek duyulursa İncirlik’in yanı sıra başka birden çok üssün koalisyon güçlerine açılabileceği yönünde Ankara’dan öneri geldi.

İlk hedef sınır hattını temizlemek

- Azez ve Cerablus arasındaki bölgenin, DAEŞ’in hakimiyetinden arındırılması öncelikli hedef.

- ABD önderliğindeki uluslar arası koalisyonun önceliği, DAEŞ’in, Türkiye sınır hattından uzaklaştırılması, Suriye’nin içine doğru itilmesi ama bu yapılırken bunun kesinlikle devam ettirilebilir ve kalıcı bir çözüm üretmek.

- Bu da ancak, hava operasyonları ile yaratılacak güvenli alanda DAEŞ’in bölgeden uzaklaştırılmasına yardımcı olacak yerel unsurların katkısıyla mümkün.

- Ancak bu yerel unsurların, bölgenin demografik yapısının devamına saygılı olması gerekiyor. ABD ve bölgedeki partnerlerinin, DAEŞ’e karşı yürütülen savaşı bahane ederek bölgedeki demografik yapıyı değiştirmeyi hedefleyecek hiçbir unsuru desteklemesi düşünülemez.

- DAEŞ, Türkiye Suriye sınırından uzaklaştırılmalı, orada güvenli bir bölge oluşturulmalı ve bu, aynı teröristlerin 2 hafta sonra geri dönebileceği bir şekilde olmamalı.

İncirlik önemli çünkü…

- Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD), DAEŞ ile mücadeleye ilişkin işbirliğini derinleştirme yönünde son dönemde aldıkları karar, bu örgüt üzerinde ek baskı oluşturacak ve iki stratejik ortağın ortak güvenliğine yönelen bu ciddi tehditle başa çıkmakta hepimize yardımcı olacak, son derece önemli bir gelişmedir.

- Coğrafi konumu itibariyle, Türkiye’nin bazı askeri tesisleri, Suriye sınır hattındaki sorunlu bölgelere çok yakın noktalarda yer alıyor. İncirlik başta olmak üzere, Türkiye’deki üslerin kullanımı, DAEŞ ile mücadelede, koalisyon güçlerinin kapasitesi ve verimliliği açısından önemli bir nicel farklılık yaratacaktır.

‘Şiddet sarmalı kırılmalı’

- Bölgesel konjonkürü şekillendirecek önemli faktörlerden biri de Türkiye’deki siyasi gelişmeler. Herkes, Ankara’daki koalisyon oluşturma çabalarını yakından takip ediyor. Bu sürecin sonunda hangi hükümet çıkarsa çıksın, nasıl bir hükümet çıkarsa çıksın, ABD bu hükümetle çalışacak.

- PKK’ya yönelik mücadeleyle ilgili olarak ise ABD, Türkiye’nin kendini savunma hakkına saygı duymaktadır. Operasyonların PKK tarafından başlatılan saldırılara bir cevap olarak yapıldığı ortadadır.

- ABD’ye göre çözüm süreci, Türkiye’nin bir iç meselesidir ve böyle de devam etmelidir. Ancak bunun yanında 35 yıldır süren bir sorunun barışçıl ve demokratik şekilde çözülmesi herkesin isteğidir.

- Çözüm sürecine geri dönülmesi için atılacak ilk adım, elbette şu anki şiddet sarmalının kırılmasıdır. Bu yönde atılacak ilk adım da, bütün dünya tarafından terör örgütü olduğu kabul edilmiş olan PKK’nın saldırılarına, terör faaliyetlerine son vermesidir.

‘Koalisyonun hedefi DAEŞ’

- ABD önderliğindeki koalisyon güçlerinin Türkiye topraklarından yapacağı operasyonların hedefi DAEŞ’tir.

- Bu harekatın ana unsuru da DAEŞ’i elinde tuttuğu topraklardan dışarı çıkartmak ve bu yolla sahip olduğu kaynaklara erişimini engellemektir. Nihai olarak da DAEŞ’i zayıflatmak ve yenilgiye uğratmak… Bu da, havadan koalisyon güçlerinin operasyonları ve karada yerel güçlerin ilerlemesi ile mümkündür.

- Ancak ABD politikası, ‘birleşik Suriye’yi önemsemekte ve desteklemektedir. Suriye’de etnik ve dini kökenlere bakılmaksızın, ülkedeki tüm unsurların temsil edileceği bir hükümetin teşkilini hedeflemektedir.

- ABD, Suriye’de destek verdiği etnik unsurların DAEŞ’ten yararlanarak demografik yapıyı değiştirmelerine destek vermez, bunu kabul etmez.

- ABD yönetimi; Suriyeli Araplar, Türkmenler ve Kürtlerin, güvenli olduğunu hissettiklerinde, terk ettikleri topraklarına dönebilmeleri gerektiğini, bölgede önemli bir yerel güç olarak gördüğü PYD’ye ifade etti.

- ABD açısından, ‘stratejik ortak’ tanımı çok farklı anlamlar ve boyutlar içerir. Bugüne kadar hiçbir ABD’li yetkiliyi, PYD’yi stratejik bir müttefik olarak değerlendirmiş değildir.

- Suriye’de yerel unsurların taktiksel ve konjonktürel olarak desteklenmesi ayrı bir konudur, stratejik ortak olmak bambaşka…

Kara operasyonu gündemde yok

- Ne koalisyon güçlerinin ne de TSK’nın bölgeye karadan bir müdahalesi gündemde değil. Böyle bir görüşme ya da tartışma söz konusu değil.

- Karada yerel güçler var. Türkiye’nin DAEŞ’e karşı hava operasyonlarının devam edeceğini yakın zamanda herkes görecek. Bu hava akınları koalisyonla birlikte olacak.

- Türkiye ile ABD şu anda, bundan sonrasındaki birlikte çalışmayı ve buna bağlı olarak yerel unsurların nasıl daha verimli çalışacağını konuşuyor, tartışıyor.

DAEŞ ayrı, PKK ayrı

- Washington ile yaptığı ‘üslere erişim’ anlaşmasını, Ankara’nın PKK’ya karşı operasyonlarda bulunmak için bir araç, bir bahane olarak kullandığı yönündeki yorumlar doğru değil.

- Türkiye ile ABD arasında; DAEŞ’e yönelik operasyonlar ile Türkiye’nin PKK saldırılarına cevaben askeri operasyon yapma kararı almasına ilişkin bir anlaşma, bir pazarlık olmamıştır.

- DAEŞ’in, Suriye Türkiye sınır hattındaki varlığı, koalisyon güçlerinin, olası birçok tehdide karşı birlikte çalışmasını gerektiriyor.

- Sözkonusu olan uzun dönemli bir işbirliğidir.

- DAEŞ bir gecede doğmadı. Dolayısıyla onu geriletmek ve nihayet mutlak bir yenilgiye uğratmak da zaman alacak.

- ABD ile Türkiye, TSK’nın daha geniş kapsamlı operasyonlara imza atmasının detayları üzerinde çalışıyorlar.

Yazının devamı...

Hulusi Akar... 20 yıl önce ve bugün

Yüksek Askeri Şura (YAŞ) sona erdi.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) komuta kademesi yenilendi.

En önemlisi, Genelkurmay Başkanı değişti.

Teknik olarak 30 Ağustos 2015 tarihinden geçerli olsa da, ordunun başında artık Orgeneral Hulusi Akar var.

Hulusi Akar ile tanıştığımızda ben mesleğin başlarında bir muhabir, o da kurmay albaydı.

O zaman da; iletişime açık, üniformalı yaşamın dışındaki dünyanın farkında, sosyal ilişkileri üst düzeyde, herkesi dinleyen, tavırlarıyla birçok silah arkadaşından ayrışan, ‘sempatik’ olarak nitelenebilecek bir subaydı.

Aradan geçen yıllarda, yaptığı görevlerde, başarısının yanı sıra hep ‘sert bir komutan’ olduğunu duydum Hulusi Akar’ın. Ama biz sivillerle temas noktalarında, yukarıda aktardığım izlenimlerim hiç değişmedi.

***

Gelelim tanıştığımız o yıllara...

1994 - 97 dönemi.

Kurmay Albay Akar, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’nın Özel Kalem Müdürü’ydü.

Hulusi Akar’ın, TSK’nın bir numarasının en yakınındaki iki isimden biri (diğeri de emir subayı) olduğu o yıllar iki açıdan önemli ve kritikti.

Birincisi, terörle mücadelenin en yoğun yaşandığı dönemlerden biriydi 94 - 97 arası.

İkincisi de, siyasette çalkantıların, karışıklıkların eksik olmadığı bir dönemdi.

3 Başbakan ile çalıştı dönemin Genelkurmay Başkanı Karadayı.

Tansu Çiller, Mesut Yılmaz ve Necmettin Erbakan.

Koalisyon yıllarıydı... DYP - SHP, DYP - CHP, DYP - ANAP (yani AnaYol) ve Refah Partisi - DYP (yani RefahYol) hükümetleri...

Dolayısıyla, asker - siyasetçi ilişkilerinin en hararetli dönemlerindendi Akar’ın Genelkurmay Başkanı’nın özel kalem müdürlüğü yılları. Ve tabii 28 Şubat ile sonuçlanan dönem...

***

Neden mi hatırlatıyorum o dönemi ve Akar’ın albay rütbesiyle içinde bulunduğu ortamı?

Şundan...

Aradan yaklaşık 20 yıl geçti. Ve bugünün Türkiyesinde, o günlerin Türkiyesini hatırlatan bir ortam mevcut.

Bu nokta önemli...

Yakın hizmetinde bulunduğu ismin konumu dolayısıyla; o dönemin gergin, sıkıntılı, karmaşık Ankarasının kozmik gündeminin içinde, hatta tam merkezinde yer alan bir subaydı Hulusi Akar.

Kim bilir neler yaşadı, ne özel anlara şahit oldu, ne devlet sırlarını gördü, duydu...

Karargâhta komutanlarının mesaisine, dışarıda ise Genelkurmay Başkanı’nın sivil bürokratlar ve politikacılar ile yaşadıklarına tanıklık etti.

Bu durumun nasıl bir ‘birikim’i ifade ettiğini söylemeye gerek var mı?

***

Hulusi Akar, yaklaşık 20 yıl öncesinden biriktirerek geldiği bir tecrübe ile oturuyor şimdi Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna.

Bu tecrübenin, özellikle ‘sivil - asker ilişkileri’nde büyük bir avantaj olduğuna şüphe yok.

Dedim ya; o dönemi andırıyor bugünler. Dengeler değilse bile, en azından gündem itibariyle...

1994 - 97 döneminde çok kan akıttı, çok can aldı PKK terör örgütü.

Örgüt, bugün de şiddeti artırıyor.

Devlet, silahlı güvenlik güçleriyle, hem karadan hem havadan yoğun şekilde hedef alıyordu PKK’yı o dönemde.

Bugün de öyle.

Siyasette istikrarsızlık vardı o yıllarda. Uyumsuz ortaklardan müteşekkil, kısa ömürlü koalisyon hükümetleri tarafından yönetiliyordu ülke.

Bugün de belirsizlik hakim siyasete. Ankara’da koalisyon arayışları sürüyor. Azınlık hükümeti ve erken seçim senaryoları birbirini izliyor.

Yani özetle;

20 yıl öncenin Genelkurmay Başkanı Özel Kalem Müdürü Kurmay Albay Hulusi Akar ile 20 yıl sonrasının Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın içinde görev yapacağı koşullar birbirinden pek de farklı değil.

Bu yüzden diyorum, o günlerden gelen birikim önemli diye.

Yazının devamı...

Bir empati denemesi: HDP’li olsaydım...

Empati yapıyorum.

Yani kendimi, onların yerine koyuyorum.

Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) üyelerinin ve ona oy verenlerin yerine koymaya çalışıyorum kendimi.

HDP’li olmadığım için belki de başarılı olamam ama en azından deniyorum.

***

Ben HDP’li olsam...

Milletvekili, parti yetkilisi ya da parti üyesi olsam...

Veya sade bir HDP seçmeni...

***

Önce 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminde Selahattin Demirtaş’ın performansı, ardından da 7 Haziran 2015 genel seçiminde partinin ulaştığı oy oranı ve Meclis’te sahip olduğu sandalye sayısını düşünürdüm.

Ortada önemli bir başarı varsa, bu sonuçların sebeplerini düşünürdüm.

Bu başarının ardındaki gerçekleri...

Ve yakalanan bu ivmenin devamı için aynı anlayışla daha fazlasını nasıl yapabileceğime kafa yorardım.

***

HDP’li olsam; elbette PKK’yı ‘terörist’ olarak görmezdim. Elbette Öcalan’ın özgürlüğüne kavuşması gereken lider olduğuna inanırdım. Bunlar tamam.

Ama bir HDP’li olarak şu soruyu sormaktan da kendimi alamazdım: “PKK’nın tavrı, partimin yakaladığı siyasi başarı ve etkinliği sıfırlamıyor mu? Bunca emeği, verilen milyonlarca oyu bir anda çöpe atmıyor mu?”

HDP’li olsam, neredeyse, “Örgüt, partimi sabote mi ediyor” diye derin bir şüphe duymadan edemezdim.

***

Ben HDP’li olsam; PKK’nın eylemsizlik döneminde elde ettiğim başarıları düşünüp, örgüt kan döktüğü zaman, Ankara’da kendimi anlatmakta zorlanacağımı idrak ederdim.

PKK’nın can alarak, HDP’yi zaten anlamak istemeyenlerin eline koz verdiğini görürdüm.

***

Ben HDP’li olsam; partinin içindeki heterojen yapının, ‘parti içi demokrasi’ anlayışıyla ne derece örtüştüğünü sorgulardım.

HDP’li olsam; Öcalan’ın da, Kandil’in de parti üzerinde etkisi bulunmasını elbette normal karşılardım.

Fakat aynı zamanda bu durumun, sağlıklı siyaset üretebilmenin önünde bir engel oluşturup oluşturmadığını da değerlendirirdim.

Yani, partimin PKK’nın güdümünde olup olmadığının, mevcut durumun partime ve siyasi davama ne getirip ne götürdüğünün hesabını yapmaya çalışırdım.

***

Ben HDP’li olsam, meselenin on yıllardır askeri operasyonlarla çözülemediğini bıkmadan, usanmadan anlatmaya devam ederdim.

Ama aynı şekilde, PKK’nın da bu süre içinde, elindeki silahla hedefine ulaşamadığı gerçeğini göz ardı etmezdim.

Silahların sustuğu dönemde HDP’nin güçlendiğini, yeniden ateşlendiğinde rüzgarın terse döndüğünü unutmazdım.

***

Ben HDP’li olsam, kültürümde var olan ‘özeleştiri’ geleneğimden vazgeçmezdim.

Empati yapmayı - en azından - dener, var olduğunu bir şekilde herkese kanıtladığım ‘siyasi aklımı’ kullanırdım.

HDP’li olsam, uğraşıp didinip kazandıklarımı, yok yere kaybetmek istemezdim.

Yazının devamı...

Her şeye rağmen...

“Bizim o zamanki düşüncemiz onlar eylem yapmadıkça bizde operasyon yapmayacağız. Bu yüzden belki bellerinde, ellerinde silahlarla birileri bir yerden bir yere geçmişlerdir ama biz bunu yine verdikleri söze uygun bir hareket zannederek belki göz yummuştuk bunlara. Ama onlar bu süreci ilerisine bir hazırlık ve hükümeti en zayıf anında vurmak üzere bir operasyon olarak düşündüler.

(...)

Biz burada iyi niyetle pek çok şeyi yaptık ama onlar hiç bir şeyi yapmadılar. Bizi aldatmış kabul edebilirler biz aldatılmış değiliz. Her şeyden haberimiz vardı ama Türkiye’nin hatırına bir gün bu iş çözülecek diye ümitle bekledik.

(...)

Bizim prensibimiz zaten bugüne kadar ‘onlar ateş etmedikçe eylem yapmadıkça biz yapmayacağız’dı. Bunu biz son güne kadar hep uyguladık. O yüzden bizi halk da eleştirmiş olabilir. Halk, üzerinde silah olan bu PKK’lı teröristler karakolun ününden geçiyorlar onlara el sallıyorlardı, asker de onlara hiçbir şey yapmıyordu, durum biraz böyleydi. Ama bunun tek sebebi tekrar terörün hortlamaması, siyasi görüşmelerin sonuca ulaşması. Meğer onlar alay ediyorlarmış el sallarken.”

***

Yukarıdaki açıklamalar Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a ait. Arınç dün NTV canlı yayınında söyledi bunları.

Çözüm sürecinin içinde yer alan Arınç özetle şunu diyor:

Evet, çözüm süreci başarıyla sonuçlansın diye, devlet birçok şeye göz yumdu. Örgüt ise bu iyi niyetli tavrı istismar etti ve devletin bir anlamda kafasını çevirdiği, gözünü kaçırdığı bu ortamı güçlenmek için değerlendirdi.

***

Aslında Bülent Arınç’ın anlattıkları sır değil. Durumun bu olduğu biliniyordu.

PKK’ya yönelik askeri operasyon yapılması, mülki amirlerin iznine tâbi hâle getirildi. Asker, o ilin valisinin yazılı onayı olmadan operasyona çıkamıyordu. (Teknik olarak hâlâ da böyle.)

Valiler de, çok mecbur kalmadıkça operasyon izni vermemeyi tercih ettiler son döneme kadar.

Bu arada - az sayıda da olsa - terör örgütünün yaptığı eylemler hep “Çözüm sürecini baltalamak isteyen art niyetlilerin provokasyonu” şeklinde adlandırıldı ve bir anlamda geçiştirildi.

***

Şimdi buradan soruyorum.

Mesela son 3 yıldır; bölgedeki askeri birlikler kaç kez operasyon izni için başvurdu valiliklere?

Ve bu başvuruların kaçına ‘olur’ verildi?

Merak ediyorum...

***

Keza il ya da ilçe merkezleri...

Mesela Cizre, mesela Yüksekova...

Cizre’yi labirent gibi saran hendekler kazılırken...

Yüksekova, hem lojistik hem de insan kaynağı açısından, örgütün adeta ana üssüne dönüşürken neden müdahale edilmedi, neden engel olunmadı?

***

Bütün bunları, “Gördünüz mü, iyi niyet tek taraflı olmaz. Terör örgütüne güvenilmez” vs türünden bir anlayışla söylemiyorum.

Öyle bile olsa, çözüm bu noktaya takılıp kalmak değil.

Eksiklerle, yanlışlarla gelinen nokta bugünkü ortamsa, bir kez daha ‘yarın’a bakmak gerekiyor.

Aklı başında kim yeniden geçmişin kanlı günlerine dönmek ister?

Aklı başında kim askeri operasyonlara yeni ‘milyar dolarlar’ harcanmasını ister?

Bundan da önemlisi, kim yeniden kan dökülmesini, yeni ölümleri ister?

***

Görülmesi gereken, bu tür süreçlerin, dünyanın birçok yerinde hep böyle yaşandığıdır.

Böylesi süreçler kolay değildir. Kısa sürede başarı neredeyse imkânsızdır. Bu tür süreçler aksar, tökezler, duraksar, hatta bir süre için durur bazen.

Fakat yaşananlardan ders çıkartıp yola devam etme kararlılığı varsa, irade varsa...

Uygulamalar da akılcı, gerçekçi ve tutarlı olursa, hedefe ulaşmak hâlâ mümkündür.

Mevcut ortamın bütün olumsuzluğuna rağmen, öncelikle başarılması gereken, çözüme dair inanç ve umudu yitirmemektir.

Yazının devamı...

50 Savaşan Şahin, 25 Terminatör ve 1 Kartal

Yurt içi ve sınır ötesinde (Irak topraklarında) yer alan PKK kampları, günlerdir yoğun hava operasyonlarına hedef oluyor.

Hava Kuvvetleri komutanlığı, Bandırma ve Balıkesir gibi batıdaki üslerde konuşlu savaş uçaklarını da güneydoğudaki üslere kaydırarak, yıllardır görülmemiş boyutta bir harekata imza attı.

F-16 ve F-4E 2020 tipi savaş uçaklarının birlikte katıldığı operasyonların en yoğun kısmı geçen Cuma akşamı yaşandı.

***

Kandil Dağı’ndaki kampların da aralarında bulunduğu, PKK’ya ait toplam 400 hedef bombalandı o gece.

Ve o hava operasyonu sırasında aynı anda 75 savaş uçağı havadaydı.

50 ‘Savaşan Şahin’ (F-16), 25 de ‘Terminatör’ (F-4E 2020)...

Yani Türkiye’nin hava gücünün dörtte biri.

***

Dünya havacılığında, bu boyuttaki hava harekâtı sayılıdır.

75 muharip uçağın aynı anda havada olduğu, hepsinin yönlendirildiği hedefleri bombaladığı ve salimen üslerine döndüğü bir operasyondan söz ediyoruz.

Bu boyuttaki bir hava harekâtının olmazsa olmazı ‘koordinasyon’dur.

İşte o koordinasyonu sağlayan da, bir ‘Kartal’dı. 75 jet ile birlikte havada olan ‘Barış Kartalı’... Yani AWACS...

Bu İngilizce kısaltmanın açılımı ‘Airborne Warning and Control System’.

Türkçesi, ‘Havadan Erken Uyarı ve Kontrol Sistemi’.

***

Türkiye’nin yıllarca beklediği ve geçen sene (gecikmeli şekilde) ilkini teslim alabildiği AWACS’ların, yeri geldiğinde ne kadar önemli bir rol üstlenebildiği geçen Cuma akşamı gerçekleştirilen operasyonda görüldü.

75 savaş uçağını koordine eden o 76’ıncı uçak, havadaki komuta kontrol merkezi olarak görev yaptı.

AWACS, aslında bir Boeing 737. Ama onu özel yapan, üzerinde taşıdığı gelişmiş radar sistemi.

Türk Hava Kuvvetleri’nin ilk AWACS’ı olan ‘Barış Kartalı’ Konya’da konuşlu ama halihazırda güney ve güneydoğu, yani Suriye ile Irak sınır hattında uçuyor.

***

Havada yakıt ikmali yaparak sınır bölgesinde 24 saat kesintisiz havada kalabilen ‘Barış Kartalı’ tam bir ‘eagle eye’, yani ‘kartal gözü’.

Havadan bakıyor ve 350 kilometre çapındaki alanda, aynı anda 3 bin cismi tespit ve takip edebiliyor.

Gerektiğinde elektronik karıştırma ve şaşırtma da yapabilen ‘Barış Kartalı’, bütün bu özellikleriyle, yerdeki radarların çok ötesinde bir gözetleme ve raporlama kapasitesine sahip.

Operasyona katılan savaş uçaklarını uyaran, yönlendiren, koordine eden de, yine onlarla birlikte havada bulunan bu ‘kanatlı radar’ oluyor.

Hava harekâtlarında ‘çarpan etkisi’ yaratan AWACS, PKK hedeflerine yönelik son kapsamlı operasyonun başarıyla sonuçlanmasında da büyük rol oynadı.

Yazının devamı...

Dün yaşananlar ve yarın yaşanabilecekler

Türkiye - Suriye sınırında, Suriye topraklarında 76 kilometrelik bir hat.

Derinliği yer yer 20 - 25 kilometre...

Doğu - batı hattında 76, kuzey güney hattında yaklaşık 25 kilometrelik bir alan.

Yani yaklaşık bin 500 - 2 bin kilometrekarelik bir bölge.

**

Ankara’da, güvenlik ve istihbarat birimlerinin masasındaki haritada, ‘ateş hattı’ bu şekilde çizilmiş durumda.

Bölgenin büyük kısmı IŞİD’in kontrolünde.

PYD ile IŞİD arasındaki çatışmaların yoğun olduğu bu bölge, Türkiye açısından öncelikli öneme sahip.

Hem IŞİD tehdidi hem sınır güvenliği (daha doğrusu güvensizliği) hem de Suriye’nin kuzeyinde oluşması muhtemel Kürt hattı bağlamında...

**

Ankara, bu bölgeyi - askeri tabir ile - ‘temiz’ tutmayı hedefliyor.

Karada; sınır hattına (tabii Türkiye topraklarında) uzun menzilli ağır silahlar konuşlandırıldı. Keza, elektronik harp teçhizatı...

Yapılan plan, öncelikle o alanı hem elektromanyetik hem de menzil içine alan karadan karaya bombardıman imkânlarıyla ‘güvenli’ tutmak.

Yani bir anlamda, Ankara fiilen kendi ‘güvenli bölge’sini oluşturmayı hedefliyor.

Güvenlik birimlerinin yaptığı değerlendirme, o bölgeyi ‘temiz’ tutmak için ‘muharip hava unsurları’na ihtiyaç olmadığı. Yani Hava Kuvvetleri’ne düşen bir taaruz görevi yok. En azından şimdilik...

Ayrıca, Kara Kuvvetleri’nin de sınırın Suriye tarafına geçmesi öngörülmüyor. Yani Suriye’ye girilmesi yok planların arasında.

**

Dün yaşanan sıcak saatler sırasında çıkan haberlerin çoğu gerçeği yansıtmıyordu.

Özellikle sosyal medya üzerinden yayılan dezenformasyon dalgasından söz ediyorum.

Birincisi, sınırın hemen ötesinde, Suriye topraklarından açılan ateşe sadece bahsettiğim kara bombardıman unsurlarıyla cevap verildi. Tanklarla...

Savaş uçakları IŞİD mevzilerine yönelik herhangi bir hava operasyonu yapmadı; bu bir.

İkincisi; sınır hattına Özel Kuvvetler’e bağlı timlerin, yani ‘Bordo Bereliler’in gönderildiği haberi de gerçeği yansıtmıyor.

Karadan, uzaktan bombalamak dışında; Suriye topraklarına asker girmesi gibi bir durum da söz konusu olmadı. Bu da üç.

**

Dünün gerçekleri böyle ama ortada bir başka gerçek daha var. O da, dün yaşanan gelişmenin, bölgede bir eşiğin aşılması anlamına geldiği.

IŞİD ilk kez doğrudan Türk askerini hedef aldı dün.

Angajman kuralları doğrultusunda, anında cevap verildi elbette ama dün ilk kez yaşanan bu durum, yakın gelecekte olabileceklerin gelişmelerin işaret fişeği niteliğinde.

Sınırın diğer tarafından Türkiye’ye yönelen tehdidin yanı sıra bir de ‘içeri’de art arda yaşanan kanlı eylemler var malum. Son günlerin bilançosuna bakıldığında devamlılık arz etme eğilimi gösteren...

Hem devlet hem toplum olarak çok da yabancısı olmadığımız ‘acı gündem’...

Daha önce defalarca gördüğümüz o filmin 2015 versiyonu...

“Kanlı yaz”.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.