Şampiy10
Magazin
Gündem

Bu kanlı eylem kimin işine yaradı?

Sorulması gereken en önemli soru başlıktaki.

***

Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde dün yaşanan olay; Türkiye gündeminin en ‘can alıcı’ başlığının ‘Kobani’ olduğunu kanıtlıyor.

6-7 Ekim (2014) olaylarının çıkış noktası da Kobani’ydi, dün Suruç’ta buluşan grubun hedefi, amacı da Kobani’ye gitmek ve insani destek vermekti.

6-7 Ekim olaylarında ülkenin dört bir yanına yayılan eylemler 50 insanın hayatını kaybetmesiyle sonuçlanmıştı. O olaylar, sadece bir bölgede değil, Türkiye’nin genelinde siyasi dengeler üzerinde de belirleyici olmuştu.

Suruç’ta dün patlatılan bomba da 30 insanın canını aldı.

(Bu yazının yazıldığı dün akşam üstü saatlerinde ölü sayısı 30’du. Hastanelerdeki ağır yaralılardan kurtulamayacaklar olabileceği ve can kaybının artabileceğinden kaygı duyuluyordu.)

Merkezinde ‘Kobani’nin olduğu kanlı gündeme 80 can verdi bu ülke, sadece 9 ay içinde.

***

Cumhuriyet tarihine, ‘6-7 Ekim olayları’ olarak geçen o kanlı eylemler ile dün Suruç’ta meydana gelen terör saldırısı birbirinden farklı elbette ama söz konusu yine ‘Kobani’.

Suruç’ta patlayan bombanın ardından gündemde birden çok soru var.

- Eylemi gerçekleştiren gerçekten bir canlı bomba mı?

- Söylendiği gibi Suruç’ta birden çok canlı bomba vardı ama sadece biri mi intihar saldırısını yapabildi?

- Bombayı patlatan gerçekten IŞİD / DAEŞ mi?

- Yaşanan olayda, benzer her eylemde sorulduğu gibi, bir istihbarat zafiyeti var mı?

- Kobani’ye gitmek üzere Suruç’ta buluşan Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu üyesi gençlerin bu organizasyonunun duyulması ile birlikte, daha onlar İstanbul’dan yola çıkmadan tehdit mesajları aldıkları doğru mu?

- Bombanın patlatıldığı kültür merkezinin adı Amara… ‘Amara’, Şanlıurfa’nın Halfeti İlçesi’ne bağlı ‘Ömerli’ Köyü’nün, yani Abdullah Öcalan’ın doğduğu köyün Kürtçe ismi. Kobani’ye gitmek için Suruç’a gelen grup Amara Kültür Merkezi’nde buluştu. Herkesin bir arada olduğu bir an ve yer olması nedeniyle hedef seçilmesi anlaşılabilir. Yine de ismi ‘Amara’ olan bir mekânın tercih edilmesi de bir mesaj taşıyor olabilir mi?

- ‘Kobani’ başlığı, ilk seferinde (6 7 Ekim olayları) olduğu gibi bu defa da siyasi dengeler üzerinde etkili, belirleyici olacak mı? Saldırının doğuracağı sonuçlar, Ankara’daki koalisyon arayışlarına yansır mı? Yansırsa nasıl yansır?

Ve tabii…

- Böyle bir eylem kimin işine yaradı? Dökülen kan, alınan canlar kimin amacına hizmet etti?

Son ve en önemli soru bu.

Aynı zamanda, şu an için yanıtı tam bir ‘meçhul’ olan soru.

Yazının devamı...

HDP göl kıyısında kampa giriyor

Ankara siyasetinin geleneklerinden birine, Halkların Demokratik Partisi (HDP) de dahil oluyor.

Başkentin dışında bir yerde, genellikle de tatil yörelerindeki otellerde, yarı tatil ortamında ‘siyasi kamp’ çalışması geleneğinden söz ediyorum.

HDP’nin milletvekilleri ve MYK üyeleri, Ağustos ayı başında 3 günlük bir kamp için bir araya gelecekler.

Partililer bu buluşmayı, ‘kamp’tan ziyade ‘çalıştay’ diye adlandırmayı tercih ediyorlar.

Van ya da Hazar Gölü kıyısında

Geçmişte; Ak Parti ve MHP’nin çoğunlukla Kızılcahamam ve Afyonkarahisar’daki termal otellerde, CHP’nin ise Antalya’da düzenlediği kampları hatırlarsınız.

Aslında yanlış hatırlamıyorsam merhum Necmettin Erbakan’ın Refah Partisi döneminde başlattığı bir siyasi gelenek bu. Genellikle seçim sonrası, yeni yasama dönemi öncesi yapılan bir hazırlık çalışması…

Milletvekilleri ve parti yöneticilerinin aile üyeleriyle birlikte katıldığı, ormanda yürüyüşlerin, halı sahada futbol ya da tenis maçlarının yapıldığı kamplar…

Hem çalışma hem tanışma hem de tatil olarak özetlenebilecek parti içi istişare toplantıları…

HDP’nin bu çalışma için düşündüğü adres, ya Van Gölü’nün ya da Hazar Gölü’nün kıyısı.

Milletvekilleri ve MYK üyelerinden oluşacak yaklaşık 100 kişilik grup büyük olasılıkla Van Gölü kıyısında bir otelde buluşacak.

Van olmazsa, düşünülen ikinci adres Elazığ’da, Hazar Gölü kıyısındaki bir tesis.

HDP kampının diğer partilerin yaptıklarından tek farkı, katılımcıların aile üyeleri ile birlikte değil, yalnız davetli olmaları.

Yeni döneme ortak akıl

Ağustos başında yapılacak çalıştay hakkında HDP’li bir yetkilinin görüşlerini aldım. Böyle bir toplantıya neden ihtiyaç duyduklarını, çalışma yöntemlerini ve bu kamp ile hedeflediklerini sordum:

-Bizim çok renkli bir milletvekili bileşenimiz var.

- Türkiye toplumunda var olan pek çok eğilimi yansıtan, pek çok siyasi anlayışı temsil eden 80 kişilik bir Meclis Grubumuz ve MYK’mız var.

- Büyük olasılıkla Van’da yapacağımız bu çalışmada, partinin yeni dönemde izleyeceği siyaset üzerine kafa yoracağız.

- Tabii bir yandan da bahsettiğim o farklı eğilim, anlayış ve kesimlerin temsilcileri olarak, ortak bir dil, ortak bir duygu, ortak bir düşünce düzleminde buluşmak için çalışmalar yapacağız.

- Farklı konu başlıklarında oturumlar düzenlenecek. Türkiye’nin gündemindeki sorunları tartışıp, çözüm önerilerimizi şekillendireceğiz.

- Diğer siyasi partilerin yaptığı gibi bir kamp ortamı olacak. Keyifli, rahat bir ortamda hem yorgunluk atıp hem de yeni döneme dönük bir beyin fırtınası planlıyoruz.

- Milletvekilleri ve MYK üyeleri olarak hepimizin faydalanacağı, bu arada birbirimizi daha yakından tanıyacağımız, hem parti hem de ülke meselelerine yoğunlaşacağımız bir çalışma olacak.

Açılış konuşmaları basına açık...

HDP’nin yaklaşık iki hafta sonra gerçekleşecek ‘yeni döneme hazırlık kampı’, Eş Başkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın konuşmalarıyla başlayacak. Medya, eş başkanların kürsüde olacağı açılış bölümünü takip edebilecek.

Demirtaş ve Yüksekdağ’ın açış konuşmalarından sonra, çalıştay faaliyetleri basına kapalı gerçekleşecek.

Yazının devamı...

Suriye sınırına elektronik bulut

Kısa bir süre öncesine kadar, ülke gündeminin ilk sırasında ‘Suriye sınırındaki gelişmeler ve bölgedeki askeri hareketlilik’ vardı.

Sonra, yine ‘siyaset’ hakim oldu gündeme...

Seçimler, sandıktan çıkan sonuç, koalisyon senaryoları, olasılıklar, görüşmeler, pazarlıklar vs.

Hâlâ da gündemdeki ilk başlık, Ankara’da süren hükümet kurma arayışları.

**

Bu hafta başında, yani tam da Ankara’da koalisyon arayışlarının ilk tur görüşmeleri başlarken; Türkiye’nin Suriye sınırına önemli bir sevkiyat yapıldı.

Söz konusu olan personel ya da ağır silah sevkiyatı değildi.

Sınır hattına taşınan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) envanterinde bulunan ‘elektronik harp cihazları’ydı.

**

Aldığım bilgiye göre, sınır bölgesine gönderilenler, Birinci Ordu’nun elektronik harp teçhizatı. Yani İstanbul, Boğazlar ve Trakya bölgesinde kullanılan donanım.

‘Suriye sınır hattındaki mevcut elektronik harp sistemlerinin güçlendirilmesi’ kararı doğrultusunda yapılan bu takviye ile bölgede adeta bir ‘elektronik sinyal bulutu’ oluşturulması artık mümkün.

**

Ankara açısından, Suriye topraklarında 3 temel tehdit unsuru var.

1.) Şam yönetiminin askeri gücü olan Suriye Ordusu,

2.) DEAŞ yani IŞİD,

3.) PYD yani bölgedeki silahlı Kürt güçleri.

Türkiye, ardında bu üç silahlı unsurun bulunduğu Suriye sınırının güvenliğini öncelikle son teknoloji ürünü ‘elektronik harp cihazları’ vasıtasıyla sağlamayı hedefliyor.

**

Sınır bölgesinde; gündüz ve gece görüş sistemleri, zırhlı ve tekerlekli araçlar, radar ve kamera donanımı zaten mevcut.

Şimdi yapılan bu son takviye ile halihazırdaki yapıya, Birinci Ordu’nun envanterinde yer alan;

dinleme / kestirme cihazları,

roket tespit sistemleri,

karıştırma donanımları gibi ileri teknoloji ürünü askeri elektronik destek ve taaruz unsurları ekleniyor.

Bahsettiklerimiz, Savunma Sanayii’nde; Elektronik ve Muhabere İstihbarat, Radar ve Muhabere Elektronik Destek, Radar ve Muhabere Elektronik Taaruz, Önleyici Elektronik Harp başlıklarını oluşturan unsurlar.

**

Biraz daha somut ifade etmek gerekirse...

Batıdan taşınan bu sistemler ile gerektiğinde, Suriye topraklarındaki radarlar körleştirilebilecek.

Buna askeri terminolojide, bölgenin ‘karartılması’ deniyor.

Gönderilen güçlü karıştırma sinyali, etki alanındaki düşmana ait radar sistemlerini geçici olarak bloke ediyor. Yani körleştiriyor.

Bu işlem, düşman kuvvetlerinin hava savunma bataryalarının bir süre için kullanılamaz hâle gelmesi demek. Yani karadan havaya veya karadan karaya füze bataryalarının, gelişmiş sinyal karıştırıcılar vasıtasıyla işlevsizleştirilmesi...

Tabii yine, oluşturulan ‘sinyal bulutu’ ile düşmanın telsiz / telefon vb iletişimi de geçici olarak kesintiye uğratılabiliyor.

(Hatta bu ‘karartma’nın, 22 Şubat 2015 tarihinde Suriye topraklarında gerçekleştirilen Şah Fırat Operasyonu sırasında uygulandığı, o günlerde askeri kulislerde konuşulmuştu.)

Bu arada; Türkiye’nin bir kulağının zaten sınırın öte yanında olduğu da sır değil. Suriye Ordusu’nun, DEAŞ’ın ve PYD’nin kendi içlerindeki muhaberesine yönelik dinleme faaliyeti zaten MİT / SİB’e (Milli İstihbarat Teşkilatı Sinyal İstihbarat Başkanlığı) bağlı birimler tarafından yürütülüyor.

Yazının devamı...

Tek koalisyon seçeneği kaldı Şimdilik...

“Biz aynı noktadayız. İlk günden bu yana gazetelere, kamuoyuna ne söylediysek oradayız efendim.”

Aldığım bilgiye göre Bahçeli’nin tam cümlesi bu.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, dün TBMM’deki makam odasında ağırladığı Adalet ve Kalkınma Partisi (Ak Parti) Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’na, koalisyon ortaklığı konusundaki olumsuz yanıtını işte bu cümle ile verdi.

Yani MHP cephesinden belki sürpriz çıkmadı ama ilk görüşmede bu denli net bir “Hayır” da beklemiyordu Ak Parti heyeti.

MHP’liler, “Bizde sürpriz olmaz” diyorlar.

“Kim ne bekliyor, ne tahmin ediyordu bilemeyiz ama Genel Başkan dün ne dediyse bugün de aynı noktada. Ve bu durum yarın da değişmeyecektir” diye de ekliyorlar.

Bugünün başlığı: “Tek seçenek kaldı. Şimdilik...”

Ak Partililerin önceki gün CHP ile yaptığı görüşmenin ardından günü özetleyen cümle olarak, “İhtiyatlı iyimserlik” demiştik dün. O atmosfer hâlâ geçerli Ak Parti ile CHP arasında.

Bugünün başlığı ise “Ya CHP ya seçim”.

Ankara’da dün öğleden sonra itibariyle durumu, “Tek koalisyon seçeneği kaldı” diye de özetleyebiliriz. Ama ‘şimdilik’ kaydıyla...

‘Siyaset bu... Şimdilik böyle’

Koalisyon görüşmelerini yürüten Ak Parti kadrosunun içinde yer alan önemli bir ismin dün akşam üstü yaptığımız görüşmedeki değerlendirmesi de aynen bu oldu.

“Bahçeli’nin tavrından sonra, artık bir koalisyon hükümeti kurulacaksa sadece tek seçenek kaldı diyebiliriz, öyle değil mi?” şeklindeki soruma verdiği yanıt şöyle oldu tecrübeli siyasetçinin:

- Siyaset bu... Şimdilik böyle evet. Ama her şey masada hâlâ.

Aynı kadroda yer alan bir başka Ak Partili yetkili ise şu değerlendirmeyi yaptı:

“MHP bize, ‘Ben muhalefette kalmak istiyorum’ dedi. Gayet açık şekilde böyle ifade etti Sayın Bahçeli partisinin tavrını”.

‘MHP seyirci kalmaz’

Aynı soruyu dün, CHP müzakere heyetinden bir isme de sordum.

“Artık tek seçenek kaldı diyebilir miyiz?”

“Evet” dedi CHP’li siyasetçi ve şöyle devam etti:

- Bugün (dün) itibariyle AKP - CHP seçeneği dışında bir ihtimal kalmamış gibi görünüyor. Bunu söylerken, erken seçim seçeneğini saymıyorum. O zaten son seçenek olarak yerinde duruyor. Doğrusu, o son seçeneği Cumhurbaşkanı dışında kimse de pek istemiyor gibi.

CHP yetkilisinin, “MHP tamamen çekildi mi sahneden?” şeklindeki soruma verdiği yanıt dikkat çekici oldu:

- Ben her şeye rağmen MHP’nin burada kalmasını beklemiyorum. Bahçeli’nin muhtemel bir AKP - CHP koalisyonunun kurulmasını önlemek için her şeyi yapacağını düşünüyorum. Yani bir süre sonra MHP’den bir tavır değişikliği görürsek şaşırmam.

“Ama Davutoğlu açıkladı işte. Bahçeli net şekilde ‘Hayır’ demiş hükümet ortağı olmaya...” dedim, yanıt yine siyaset gerçeği çerçevesinde geldi:

- Öyle demesi, AKP ile MHP arasında el altından, perde arkasından temasların, ilişkinin devam etmeyeceği anlamına gelmez. Bakın Meclis Başkanlığı seçiminde başlayan paslaşma bugün (dün) RTÜK üyeliği seçiminde de devam etti. MHP sahneden inip, seyirci olarak kalmayacaktır.

“Davutoğlu’nun gönlü CHP’den yana”

Önceki gün Ak Parti heyeti ile görüşen kadroda yer alan CHP’li politikacının belki de en önemli cümlesi ise şu oldu:

- Ben Sayın Davutoğlu’nun hükümeti CHP ile kurmak istediğini düşünüyorum. Bana samimiyetle verdiği izlenim bu. Onun MHP ile istediğini düşünmüyorum.

Pekiyi, MHP’nin hesapların dışına çıkması ile birlikte tek seçenek olarak kalmak, CHP’nin müzakere sürecindeki tavrında bir farklılık yaratır mı? Yani CHP, “Elim artık daha güçlü” gibi bir düşünceyle hareket eder mi?

Aynı yetkili, “Hayır” dedi bu soruma:

- Öyle yaklaşılmaz bir hükümet kurma konusuna. MHP devre dışına çıksa bile, bu durum bizim Pazartesi günü sergilediğimiz önyargısız ve samimi tavrın değişmesine yol açmaz.

Çelik-Koç teması haftaya

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Ak Parti’nin koalisyon görüşmeleri öncesi yaptığı teknik hazırlıkta, ‘CHP komitesi’nin başında yer alıyordu.

Önceki gün iki parti arasında yapılan ilk görüşmenin sonunda, AK Parti - CHP görüşme sürecini yürütme görevi de Çelik’e verildi. Ömer Çelik’in bu süreçteki partneri, yani CHP’deki sorumlu isim de Haluk Koç oldu.

Aldığım bilgiye göre Ömer Çelik gelecek hafta içinde Haluk Koç ile temasa geçecek ve ikili baş başa bir görüşme için randevulaşacak.

Bu bire bir görüşmenin ardından, CHP ile Ak Parti heyetlerinin bir araya gelmesi bekleniyor.

Sonra da, yine iki genel başkanın başkanlığında, heyetler arası ikinci tur görüşme...

Ve en son da, muhtemelen, Davutoğlu - Kılıçdaroğlu baş başa görüşmesi.

Ak Parti - CHP koalisyon hükümetinin kurulup kurulmayacağı işte böyle bir dizi temasın sonunda ortaya çıkacak.

Yazının devamı...

İhtiyatlı iyimserlik

Adalet ve Kalkınma Partisi (Ak Parti) ile Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) heyetleri dün ilk görüşmeyi yaptı.

Genel Başkanlar Ahmet Davutoğlu ve Kemal Kılıçdaroğlu, 5’er kişilik heyetleri ile birlikteydi.

Görüşme sonrası iki taraftan gelen açıklamalar da, “Başlangıç için hiç de fena değil” mesajı taşıyordu.

Ama ilk günün sonunda oluşan havayı en doğru özetleyen ifade, ‘ihtiyatlı iyimserlik’ olmalı.

Diplomaside sıkça kullanılan bir terimdir... İki taraf da iyimser ama bir o kadar da dikkatli, ihtiyatlı...

***

Şimdi...

Eğri oturup, doğru konuşalım.

Kamuoyunun kayda değer kısmındaki beklenti, en çok oya ve en fazla sandalye sayısına sahip olan iki partinin hükümet ortaklığı yönünde olsa da; Ak Parti’de çok büyük çoğunluğun gönlü, MHP ile ortaklıktan yana.

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu da, bir AKP - MHP koalisyonunun, AKP - CHP birlikteliğinden daha kolay olduğunu düşünüyor.

Kılıçdaroğlu bu görüşünü önceki gün VATAN’a gayet net ifadelerle açıklamıştı. ( http://www.gazetevatan.com/murat-celik-811821-yazar-yazisi-akp-mhp-koalisyonu-daha-kolay-olur/ )

***

Ak Parti’nin MHP’ye daha sıcak bakmasının en önemli gerekçelerinden biri, ‘parti disiplini’ olgusu.

İdeoloji, dünya görüşü ve dolayısıyla tabanların yakınlığı bir yana, Ak Partililerin kahir ekseriyetinin görüşünü, “CHP zaten kendi içinde adeta bir koalisyon. Koalisyon ortağı olursak, CHP içinde var olan farklı gruplar, ileride başımızı çok ağrıtabilir” şeklinde özetleyebiliriz.

MHP ile ortaklıkta, ‘çatlak ses’ ya da ‘farklı tavır’ riski görmüyor Ak Partililer.

Mesela konuştuğum, Ak Parti’nin önemli isimlerinden biri, “Bakın geçenlerde İstanbul’da LGBT onur yürüyüşü yapıldı. Polis müdahalesi sırasında TOMA’nın üzerine çıkan bir CHP milletvekiliydi. Şimdi böyle bir olayın, Ak Parti - CHP koalisyonunun iktidarda olduğu dönemde yaşandığını düşünün. Biz bunu tabanımıza nasıl anlatırız? Mümkün mü sizce?” dedi.

Bu sadece bir örnek...

Ak Parti’de, “MHP, parti içi disiplini mutlak olan bir parti. CHP gibi ‘çok parçalı’ bir yapı yok MHP’de. Devlet Bahçeli’nin, hem Meclis grubuna hem de tabana hakimiyeti tam. CHP’de sürpriz riski hep var ama MHP’de sürpriz olmaz” görüşü hakim.

***

Ak Partililerin, ‘çok parçalılık’ diye adlandırıp ‘risk’ olarak gördüğü bu durum, CHP cenahında ‘parti içi demokrasinin gelişmişliğinin göstergesi’ şeklinde niteleniyor.

Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun, “Parti disiplini elbette olacak ama bizde milletvekilleri, liderin değil, milletin vekilidir. Dolayısıyla, CHP’liler özgür iradeleriyle hareket edebilirler. Bu demokrasinin gereğidir ve hepimizin buna alışması gerekir” şeklindeki sözleri bu anlayış ve bakış farkının en net göstergesi.

***

Şimdi bir düşünelim...

Diyelim ki, Ak Parti - CHP koalisyonu kuruldu.

Bu hükümet iş başındayken, muhalefet partilerinden birinden bir milletvekili ‘Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ ile ilgili bir kanun teklifi verdi.

Ya da, ‘17 - 25 Aralık’ meselesi hakkında bir adım attı muhalefet.

Veya ‘MİT tırları’ konusunda...

Demek istediğim; Ak Parti’yi rahatsız edecek, Ak Parti’nin karşı çıkacağı bir hamle geldiğini düşünelim muhalefetten.

Böyle bir durumda, CHP Meclis grubu ne yapar?

Kemal Kılıçdaroğlu grubuna, “Bu, ortağımızı rahatsız eden bir mevzu. Dolayısıyla biz de grup olarak onlarla aynı yönde hareket edeceğiz” der mi, diyebilir mi?

Hatta bir adım ileri gidelim... Demez ama velev ki Kılıçdaroğlu böyle dedi, CHP grubu topyekûn dinler mi bu sözü?

Cevap net: Kemal Kılıçdaroğlu böyle bir tavır sergilemez. O sergilese bile, öyle bir durumda CHP bütün hâlinde hareket etmez.

Dolayısıyla, kurulsa da; Ak Parti - CHP koalisyonu kolay kolay yürümez.

***

Dünkü ilk görüşme olumlu geçse de, durumu, işte bu yüzden ‘ihtiyatlı iyimserlik’ olarak niteledim.

Bugün Ak Parti ile MHP heyetleri arasında yapılacak ilk görüşmede oluşacak atmosfere bütün bu anlattıklarımı zihnimizin bir tarafında tutarak bakmak gerekiyor.

Yazının devamı...

AKP-MHP koalisyonu daha kolay olur

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile parti genel merkezindeki makam odasında görüştük. Dün akşam üstü saatlerinde...25 Haziran’da yaptığımız röportajda olduğu gibi, bu mülakatı da yine soru - cevap formatında ve ses kaydından tam deşifre şeklinde aktarıyorum...

-

Cumhurbaşkanlığı Sarayı’yla ilgili hep, “Kaçak Saray” ifadesini kullanıyorsunuz ve “Oraya gitmem” diyorsunuz... Bu da, Erdoğan’a tepkiniz olarak görülüyor ve koalisyon görüşmelerinin atmosferini etkiliyor. Bu durum, yarınki görüşmeye de etki eder mi?

- Bunu, bir Erdoğan karşıtlığı üzerinden görmemek lâzım. Hukukun üstünlüğü kuralının geçerli olduğu bir ülkede, ki Türkiye’de de bunun geçerli olduğunu düşünüyoruz; devlet kendisini gecekonduda inşa etmez, gecekonduda görmez, göstermez, görmemeli, göstermemelidir. Dolayısıyla, Saray’a gidip gitmemeyi Erdoğan karşıtlığı olarak görmemek gerekiyor. Erdoğan, diyelim ki Dışişleri Konutu’nda kabul ettiği zaman gidiyorsunuz zaten. Buradaki olay şu: Sizin devletin saygınlığına gölge düşürmemeniz gerekir. Eğer birileri gölge düşürüyorsa da, sizin o düşen gölgeye ortak olmamanız gerekir. İşin özü bu.

Görevi Saray’dan almam

- Bir şekilde, Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti kuramazsa ve görev sırası size gelirse?..

- Cumhurbaşkanı, Sayın Baykal’ı Dışişleri Konutu’nda kabul etmişti mesela... Ben öyle bir durumda görevi almaya, benzer bir çağrı olursa tabii giderim. Saray’da değil, başka bir yerde yani.

1 + 4 kişilik heyetler arası

- İlk tur pazartesi (yarın) başlıyor. Şeffaf bir süreç işliyor. Herkesin kartları açık... Sizin 14 şartınız var mesela...

- ‘Şart’ demeyelim de, kuralımız var, 14 ilkemiz var diyelim. Üç aşağı - beş yukarı konuşulacakları kamuoyu biliyor.

- Görüşme baş başa mı olacak, heyetler arası mı? Format, katılım belli oldu mu?

- Tercih tümüyle Sayın Davutoğlu’na ait. Bire bir mi görüşmek ister, heyetler halinde mi görüşmek ister, onun tercihi. Randevu talebinde bulunan o, görüşmenin içeriği de kendisine ait. Bizim şu an için bildiğimiz; heyet olarak gelecekler. 1 + 4 şeklinde bir heyet. Ama yanındaki arkadaşlar kimler olacak onu bilmiyoruz. Bildireceğiz dediler ama isimleri şu ana kadar (Cumartesi saat 17.30) bildirmediler. Biz de ona göre bir heyet belirleyeceğiz ve oturup konuşacağız.

İftarda istemiştik ama...

- Ama siz de ev sahibisiniz. Bir tercihiniz, öneriniz olmadı mı görüşmeye dair?

- Oldu aslında... Aslında biz kendilerini iftara davet ettik. Hem birlikte oruç açar hem konuşuruz diye düşünerek, iftar olsun istedik fakat Sayın Davutoğlu’nun Pazartesi, Ankara dışı bir seyahati olduğu için o olmadı. Olsaydı belki daha şık olacaktı. Biz ev sahibi olarak böyle bir jest yapalım istemiştik.

Masada Erdoğan olmasın

- Müzakere masasına koyacaklarınız arasında, ‘Erdoğan’ başlıklı bir dosya olacak mı?

- Biz koalisyon görüşmelerinde ‘Erdoğan faktörü’nün tümüyle devre dışı tutulmasını istiyoruz. Bu, Cumhurbaşkanlığı makamına duyduğumuz saygının gereği. Diyoruz ki, Sayın Erdoğan Cumhurbaşkanlığı makamındadır. Dolayısıyla koalisyonun nasıl kurulacağına, hangi koşullarda kurulacağına kararı Davutoğlu ve koalisyon ortağı verecektir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu koalisyonun belirlenmesinde bir aktör olarak devreye girmesini doğru bulmuyoruz. Hem hukuk açısından, hem etik açısından doğru bulmuyoruz.

Koalisyonda yer alabiliriz ama...

- Cumhurbaşkanı’nın Anayasal sınırları içinde kalması ve 17 / 25 Aralık konuları bu süreçte çok konuşuldu. Bu konular, ilk planda masanın dışında mı duracak? Böyle mi anlamalıyız?

- İçeriği konusunda Sayın Davutoğlu’ndan bir şeyler bekleyeceğiz tabii. Biz kendisine “Hoşgeldin” diyeceğiz, kendisi de içerik konusunda bilgi verecek bize. Biz tabii Türkiye’nin hükümetsiz kalmaması düşüncesinden hareketle, CHP olarak elbette bir koalisyonun içinde yer alabiliriz ama bunun nasıl olacağını, hangi koşullarda yer alacağımızı da oturup konuşmamız gerekiyor. Onlar neleri, hangi koşulları düşünüyorlar... Sayın Davutoğlu, “Önyargısız olarak görüşmeler yapacağız” diyordu, biz de önyargısız bir görüşme yapacağız ama nasıl bir görüşme olur, nasıl sonuçlanır, doğrusunu isterseniz bugünden bir şey söylemek mümkün değil.

Çok da kolay görünmüyor

- Sizle, iki hafta kadar önce yaptığımız röportajda “Kamuoyu kendini çok da hazırlamasın, hayal kırıklığı yaşanmasını istemem” demiştiniz. O günden bu güne, sanki biraz daha olumlu bir noktada mısınız?

- 14 ilkemize bakıldığı zaman, AKP ile bir koalisyonun çok da kolay olmadığı çıkıyor ortaya. 13 yıllık bir uygulamanın sonuçları var ve bu 13 yılda tahrip edilen, devletin hukuk düzeni var. Bunların tamamının onarılması gerekiyor. Yani bir onarım hükümetinin oluşması gerekiyor. Böyle bir onarım hükümetine AKP ne kadar hazır, bunu bilmiyoruz. Ama ben bütün açık yürekliliğimle bunları Sayın Davutoğlu’na aktaracağım.İlkelerimiz güzel ilkeler ama AKP bunu ne kadar içselleştirebilir, ne kadar kabul edebilir onu bilmiyorum.

- “Bu iş bizimle zor” diyorsunuz bir anlamda, öyle mi?

- Açık söyleyeyim... Bütün bunları önlerine koyduğumuz zaman, bizimle koşulların çok rahat uyuşmayacağını, uyuşamayacağını ben zaten ifade ediyorum. Bu nedenle, CHP - AKP koalisyonu olasılığını düşük görüyorum ben.

- MHP ile bir koalisyon ihtimaline göre mi daha düşük görüyorsunuz?

- Tabii... Türkiye’nin hükümetsiz kalmaması açısından açıkça söylüyorum: MHP - AKP koalisyon ortaklığı olasılığını daha güçlü görüyorum. MHP ile koalisyon kurmalarının daha kolay olduğunu düşünüyorum. Seçmen kitleleri arasında geçişkenlik olduğunu. Üç aşağı - beş yukarı benzer dünya görüşlerine sahip olduklarını... Meclis Başkanlığı seçiminde MHP’nin verdiği bir destek olduğunu, bunun da koalisyon görüşmeleri sırasında bir artı olarak düşünüleceğini görmemiz gerekiyor. ben AKP - MHP koalisyonunun, CHP - AKP koalisyonuna göre daha rahat kurulabileceği kanısındayım.

- O zaman, bu değerlendirmenizi de mi söyleyeceksiniz Ahmet Davutoğlu’na?

- Bu şekilde bir yol göstermemiz şık olmayabilir ama görünen tablo öyle bir seçeneğin daha güçlü olduğunu gösteriyor bize.

Yazının devamı...

Ankara’yı yönetenler nerelerde?

Ankara’nın Ulus semtinde, başkentin ticaret merkezlerinden biri olan Rüzgarlı Sokak önceki gün savaş alanına döndü.

Yaşananlar insanı dehşete düşürecek cinstendi.

Mevzu, park yerleri...

Bölge esnafı, belediyenin son yıllarda kentin hemen her yerinde uyguladığı şekilde, Rüzgarlı Sokak’taki yol üstü park yerlerinin de artık ücretli olmasına tepki gösteriyordu.

Eylem sırasında otoparkçılar ile esnaf birbirine girdi.

Çıkan arbedede tabancasını çekti biri. Ateş açtı çevreye...

Ve bir insan öldü orada. Gencecik bir insan...

Sizin, bizim evladımız, kardeşimiz de olabilirdi hayatını kaybeden o insan.

**

Bütün bunların yaşandığı başkentin bir emniyet müdürü, bir valisi, bir büyükşehir belediye başkanı var öyle değil mi?

Neredeler acaba?

Benzer durumlar İstanbul’da yaşandığında (ya da başka bir şehirde) o ilin emniyet müdürü, valisi, belediye başkanı olay yerine gider, bir basın toplantısı düzenler, ne bileyim birkaç kelam eder konuyla ilgili.

Ankara’da ise hiçbirini göremiyoruz maalesef.

Sayın Mehmet Kılıçlar, Sayın Kadri Kartal ve Sayın Melih Gökçek.

Yani; Başkent Ankara’nın Valisi, Emniyet Müdürü ve Büyükşehir Belediye Başkanı.

Nerelerdesiniz?

**

Ankara Emniyet Müdürlüğü ve Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na bir kilometreden az mesafede Rüzgarlı Sokak.

Ankara Valiliği’nin ise hemen karşı tarafında... Değil silah sesi, Rüzgarlı’dan bağırsanız, Vilayet’ten duyulur.

Tamam burası başkent.

Tamam hükümet burada, devlet burada ama kenti yönetenler sizlersiniz.

Böyle bir olayda bile; meseleye Emniyet Genel Müdürü, İçişleri Bakanı, Başbakan mı el koyacak?

Siz yerel yöneticiler, mülki amirler değil; merkezi hükümet mi ilgilenecek mevzuyla?

Kenti değil, ülkeyi yönetenler mi gidecek olay yerine?

Onlar mı açıklama yapacak basına, kamuoyuna?

Sizler neden yoksunuz ortalarda?

Nerelerdesiniz?

Yazının devamı...

Velev ki dinsiz...

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Grup Başkanvekili Yusuf Halaçoğlu’nun sözleriyle alevlenen tartışmayı biliyorsunuz.

İşin siyaset boyutunu bir yana bırakıyorum bugünlük.

Hatta, ‘din’ olgusunun politikadaki yerini, etkisini, geçerliliğini de.

**

Öncelikle altını çizelim...

Türkiye’de ‘din’ sözcüğü ekseriyetle ‘müslümanlık’ ile eş anlamlı kullanılıyor.

Dolayısıyla, birine ‘dinsiz’ diyen, o kişinin ‘müslüman’ olmadığını kastediyor aslında. Ve maalesef bunun ‘kötü’ bir şey olduğunu ima ediyor.

**

Peşinen söyleyeyim...

Sadece içinde bulunduğumuz mübarek Ramazan ayında değil, bu çağda, bu ülkede yani 2015 Türkiyesinde hâlâ bunların konuşuluyor olmasından, bu konular hakkında yazmak zorunda kalmaktan rahatsızım.

**

Kimin müslüman, kimin hristiyan, kimin musevi, kimin budist, kimin deist, kimin ateist olduğundan bana ne?

Hangimize ne?

İnsanları mensubu bulundukları dine, mezhebe göre sınıflandırmak, buna göre benimsemek ya da ötekileştirmek sizin içinize siniyor mu?

Kabul edilebilir bir yaklaşım mı bu sizce?

**

Yüzde 99’u katolik olan bir coğrafyada bir müslüman olarak yaşıyor olsanız mesela...

Katolik mutlak çoğunluk tarafından dışlanıyor, hakir görülüyor, ötekileştiriliyor olsanız...

Ya da yüzde 99’unu musevilerin oluşturduğu bir toplumda hristiyan...

Veya yüzde 99’u müslüman olan bir yerde ateist...

Genelin dışında kalan azınlığın parçası olsanız... Bu denge sebebiyle ‘marjinal’ sayılıp yadırganan, eleştirilen, ezilen, tacize uğrayan, hasılı “Sen bizden değilsin” denilen siz olsanız ne hissedersiniz?

**

Bu tartışma beni yoruyor...

Durum benim açımdan gayet açık, gayet net.

Bir müslüman olarak inancıma saygı gösterilmesini beklemek benim hakkım.

Bir müslüman olarak, başka inançlara sahip olanlara saygı göstermek ise insani vazifem.

Ne ben bir adım önde olmalıyım, ne diğerleri.

Ne onların önceliği olmalı, ne benim.

Ben inancımı dilediğim gibi yaşayabilmeliyim. Aynı diğerleri gibi.

Diğer dinlere inananlar da, inancı inançsızlık olanlar da.

En azından ben böyle biliyorum.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.