Şampiy10
Magazin
Gündem

‘Güven sorunumuz var’

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, AK Parti’yle koalisyon olacağına ihtimal vermediğini söyledi.

- Kamuoyuna son günlerde yayılan hava, ‘Bu iş artık bir Ak Parti CHP koalisyonuna doğru gidiyor’ şeklinde. Sizce de böyle bir hava var mı ve bu iklim size ne ifade ediyor?

Böyle bir hava var ama umarım hayal kırıklığı yaşanmaz. Çünkü ben hâlâ bir AKP - CHP koalisyonunun olacağına pek ihtimal vermiyorum.

- Öyle mi? Neden?

Evet öyle. Çünkü bu işin zorlukları çok fazla.

- Şöyle bir görüş var: ‘Ak Parti MHP koalisyonunun kurulması daha kolay ama yürütmek zor. Buna karşın Ak Parti CHP formülü, belki kurmak (dediğiniz gibi) daha zor ama kurulursa uzun ömürlü ve sağlam olur...’

Evet. Bunun nedeni de şu… CHP bir söz verdiği zaman, sözünün arkasında durur. İki, CHP’nin kuralları evrensel kurallar olur. Uygar bir ülkede geçerli olanlar ne ise aynı kuralların Türkiye’de olmasını isteriz biz.

- Ak Parti’yle koalisyonun kurulmasının zorluğu nedeniyle mi ‘Hayal kırıklığı yaşanmasını istemem’ dediniz?

Evet, evet…

- Zorluklar Cumhurbaşkanı’nın durumu, 4 eski bakanın Yüce Divan’a gönderilmesi tartışması gibi konulardan mı kaynaklanıyor?

Sadece onlar değil. AKP’yle aramızda ciddi bir güven sorunu var. Bu aşılmadan, bir koalisyon için bir araya gelmek bile çok zor. Güven sorununu besleyen unsurlar var geçmişten. Mesela tutuklu milletvekilleriyle ilgili protokol imzaladık. Biz yemin ettikten sonra “Bu protokolü tanımayız” dediler. Sözlü olan yüzlerce örneği var. Etik değerleri güçlü, verdiği sözün arkasında duran bir kültürle karşı karşıya değiliz.

- Erdoğan dönemi, Davutoğlu dönemi gibi bir fark var mı o bahsettiğiniz geçmişte?

Bu, çok fazla bir şey ifade etmiyor. Bir yerde takiye kültürü olduğu sürece, sizin güven duyma şansınız çok zayıf. Başka şeyler de var… Dış politikanın, içerideki bürokratik yapının tepeden tırnağa değişmesi lâzım. Bu bürokratik yapıyla siz Türkiye’yi çağdaş uygarlığa götüremezsiniz. Bu eğitim sistemiyle Türkiye’yi aydınlığa taşıyamazsınız. Bunlar temel değişikliklerdir. AKP, “Evet, haklısınız, biz bu değişiklikleri yapmalıyız” diyecek mi?

- Ama koalisyon dediğiniz “Biraz sizden, biraz karşınızdakinden” demek değil midir?

Bizim söylediklerimizin tamamı Türkiye’nin lehine. Biz hiçbir zaman, koltuğumuz olsun, bakan olalım ya da şu kadar mekan, koltuk açılsın gibi şeyleri hiç ama hiç düşünmüyoruz. Türkiye bugün içeride ve dışarıda çok zor bir sürecin içindedir. Ülkeyi buradan çıkaracak olan biziz, bakın bunu çok net söylüyorum. AKP çıkaramaz, biz çıkarırız.

- Nasıl? Bunu biraz daha açalım…

Dış politikayı biz değiştiririz. Davutoğlu Mısır’a gidemez ama biz gideriz. Yanı sıra, biz batıya gittiğimiz zaman, Avrupa Birliği’ne… Daha ağırlıklı olur bizim söylemlerimiz, daha güçlü, inandırıcı olur. Avrupa Birliği’ne de geçmişte verilen sözlerin hiç biri tutulmadı, yerine getirilmedi. Orada da bir güven sorunu var.

Yazının devamı...

İyiler fazla yaşamaz mı gerçekten?

“Kendisiyle yaklaşık bir yıldır beraber çalışıyorduk. İyi insanlar maalesef çok yaşamıyorlar. Bizler, ona buna boyun eğmeden görev yapıyoruz. Yasalara, yönetmeliklere göre çalışıyoruz. Bu makamlarda bulunan arkadaşlarımızın hangi şartlarda görev yaptıklarını hepimiz biliyoruz.”

Bu cümlelerin sahibi sıradan biri değil.

Bir ‘Cumhuriyet Başsavcısı’ bunları söyleyen.

Kocaeli Cumhuriyet Başsavcısı Mustafa Küçük...

Ve Küçük bu sözleri; birlikte görev yaptığı Kandıra F Tipi Cezaevi’nin şehit edilen müdürü İsmet Aktürk için düzenlenen törende sarf etti.

“İyi insanlar maalesef çok yaşamıyorlar” dedi.

“Bu arkadaşlarımızın hangi şartlarda görev yaptıklarını hepimiz biliyoruz” dedi.

Ben bilmiyorum Sayın Başsavcım. Ancak tahmin edebiliyorum.

Ya da bilsem bile, benim bilmem hiçbir şeyi değiştirmiyor.

Siz ve sizin gibi cansiperane görev yapan insanların çıkıp hepimize anlatması gerekiyor ‘ne tür şartlar’ altında çalıştığınızı.

Hepimizin öğrenmesi, duymayanların duyması, bilmeyenlerin bilmesi gerekiyor.

Her şeyden önce yeni şehitler vermemeniz, başka canları kaybetmemeniz için gerekiyor bu.

Hafif ticari araç

Cezaevi Müdürü İsmet Aktürk’ün makam aracını gördünüz değil mi?

Marka - model bir yana, ne tip bir taşıt olduğunu gördünüz mü?

‘Hafif ticari araç’ diye adlandırılan sınıftan bir otomobil.

Hani daha çok yük taşımak için tercih edilen türden.

Oysa ne ‘hafif’ birini taşıyordu o araç, ne de ‘ticari’ !

Ve tabii, ‘yük’ de değildi o aracın içinde yaşamını yitiren insan...

Ve gerçekler...

Kocaeli Cumhuriyet Başsavcısı Mustafa Küçük’ün sözünü ettiği ‘gerçekler’i, yıllardır bizzat yaşayan birinden dinledim dün.

Adı bende saklı...

Bakın neler anlattı, yıllarını o koltuklarda geçirmiş biri:

- İsmet Aktürk ‘ilk’ değil. Böyle giderse son da olmayacaktır.

- Ceza infaz kurumlarında yatmakta olan yer altı dünyasının güçleri, dışarıda kurmuş oldukları saltanat ve gücü, içeride de otorite ve hakimiyet sağlamak için kullanırlar.

- Cezaevlerinin gerçek iç yüzü, dışarıdan görüldüğü ya da sanıldığı gibi değildir. Eğer mafya lideriyseniz, eğer güçlüyseniz, arkanızda siyasetçi ya da başka etkili kişiler varsa; o cezaevinde size karşı gelen kim olursa olsun hedefe dönüşür, tehditlere maruz kalır, görevini yapamaz duruma getirilir.

- Bu düzeni ayakta tutan kirli para, dışarıda olduğu gibi içeride de çok kapıyı açar. Bu tür hükümlüler, cezaevi personelinden özellikle ekonomik sıkıntı yaşayan personeli tespit edip, onları tabiri caiz ise satın alırlar.

- Bu son örnekte, asıl bakılması gereken, şehit müdürden önceki dönemdir. İncelenmesi gereken, üzerinde durulması gereken İsmet Aktürk’ün devraldığı koşullardır.

- Adalet Bakanlığı’nda maalesef, “Sorun çıkmayan cezaevi, en iyi cezaevidir” gibi yanlış bir anlayış var. Sorun yoksa, bahsettiğim türde mahkumlara dokunulmuyor, onların her istediği bir şekilde yerine geliyor, getiriliyor demektir. Bunu yapan cezaevi yönetimi midir, iyi yönetim?

- Görevini layıkıyla yapanlar, sadece yasaları, yönetmelikleri uygulayanlar, her türlü tehdit ve gözdağına hedef olurlar. Ya 2013’te İzmir’de kurşunlara hedef olan Buca F Tipi Cezaevi Müdürü Ayhan Çapacı gibi yaralanır ya da işte Kocaeli’de İsmet Aktürk gibi, idealistliğinin bedelini canıyla öder.

- İşin daha da vahimi, bu insanlara ne bakanlık sahip çıkar, ne kamuoyu. Bırakın yönetenlerin arkalarında durmalarını, üstüne bir de, “Bu müdür ya da personel ne yaptı ki akıbeti bu oldu” türünden yakışıksız, utanmazca ithamlarla karalanırlar.

- Makam araçları, koruma önlemleri, ceza infaz kurumlarının personel yapısı, içerinin fiili düzeni... Bunların hepsinin açıkça konuşulup, gerçeklerin ortaya dökülmesi, görevini düzgün yapmayanların ayıklanması, kuralları herkese eşit ve adil şekilde uygulayan yöneticilere sahip çıkılması gerekiyor.

- Aksi halde, bu düzen böyle devam ettikçe, görevini hakkıyla yapacak insan bulamaz noktaya gelirsiniz. Ve o zaman, şikayet etmeye de hakkınız olmaz.

Yazının devamı...

Güniz Sokak boş kaldı

1992 yılının Mart ayı.

Meslekte ilk yıllarım... Henüz üç senelik, çömez bir muhabirim.

TRT Türkiye’nin Sesi Radyosu adına, omzumda ‘nagra’ (İsviçre malı profesyonel makaralı ses kayıt cihazı), Ramazan Bayramı mesajını kayda alacağım.

Süleyman Demirel ile ilk uzun görüşmemizdir o ses kaydı.

***

Dönemin Başbakan Yardımcısı, SHP Genel Başkanı Erdal İnönü ile dönemin muhalefet liderleri; Anavatan Partisi Genel Başkanı Mesut Yılmaz, (O zamanki adıyla) Milliyetçi Çalışma Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan ve Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Bülent Ecevit’ten sonra Başbakan Demirel’in makamındaydım.

Türkiye’nin Sesi Radyosu’na verilecek bayram mesajının hedef kitlesi, yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarıydı.

Başbakan, buna göre yapmıştı hazırlığını.

Kaydın sonunda sordu:

“Tamam mı kardeşim? Oldu mu?”

“Oldu efendim” demiştim, “Teşekkür ederim”.

“Beğendin yani” demişti gülerek. “Hadi bakalım...” diye uğurlamıştı karşısındaki genç muhabiri.

***

20 Eylül 1995...

Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanı.

Muhabir olarak görev yaptığım ATV, o gün, 24 saat sürecek özel bir ‘Bosna Hersek’ yayını yapacak...

Ali Kırca yayını İstanbul’dan açacak ve ilk durak Çankaya Köşkü olacak.

Cumhurbaşkanı Demirel ile canlı yayına ben çıkacağım Ankara’dan.

Büyük bir tesadüf eseri, o gün, dönemin Başbakanı Tansu Çiller, DYP - CHP Hükümeti’nin istifasını sunmuştu Cumhurbaşkanı’na.

***

Yayın, ‘Bosna özel yayını’ ama benim aklım, o gün o odada yaşanan önemli siyasi gelişmede. Rejiden kulağıma, “Son 1” dediklerinde, “Son 1 dakika efendim” dedim ve ekledim:

- Sayın Cumhurbaşkanı, konumuz münhasıran Bosna Hersek ama ben izninizle, bugün yaşanan önemli siyasi gelişmeyi sorarak başlayacağım.

Bakışlarını önündeki masadan kaldırdı. Gözümün içine baktı, “Sorma kardeşim” dedi. “Yeri burası değil”.

Şoke olmuştum.

“Aslında tam da yeri burası” demeye hazırlanırken, kulağıma “Son 10 saniye” uyarısı geldi.

“Ben sorayım efendim...” diyebildim sadece ve jenerik döndü. Ali Kırca İstanbul’dan yayını açtı, girişi yaptıktan sonra pası Ankara’ya bana attı.

- Sayın Cumhurbaşkanı, bugün ATV olarak çok özel bir yayına imza atıyoruz. Açılışı da sizin ev sahipliğinizde Çankaya Köşkü’nden yapıyoruz. Teşekkür ediyoruz, hoş geldiniz.

- Hoş bulduk. Siz de hoş geldiniz.

- Efendim, Bosna’yı bütün detaylarıyla konuşacağız ama önce bugün bu odada yaşanan gelişmeyi sormak zorundayım. Kamuoyu, merakla bundan sonra ne olacağını öğrenmeyi bekliyor. Bir gazeteci olarak, bunu sormadan edemem. Daha birkaç saat önce benim oturduğum bu koltukta Tansu Çiller oturuyordu ve size hükümetin istifasını sundu. Müsaadenizle önce bu gelişme ile başlayalım...

Birkaç saniyelik bir suskunluktan (ki bana birkaç saat gibi geldi) sonra şöyle başladı Demirel söze:

“Hepimiz için, Türkiye için çok önemli, çok hassas bir konu olan Bosna Hersek ile ilgili böyle bir yayın yaptığınız için hepinizi tebrik ediyorum” diye başladı.

Ve aynı konuda devam etti konuşmasına:

“Bosnalı kardeşlerimizin, soydaşlarımızın yaşadıkları...”

Tam bir şok yaşıyordum.

Cumhurbaşkanı, sorumu duymamış gibi davranıyordu.

Geçmiş gün, tam hatırlamıyorum ama sanırım yaklaşık 2 dakika sürdü bu giriş. Terlemeye başlamıştım... Ne yapmam gerektiğini düşünüyordum.

“Sanırım, böyle bir yayında günlük siyasi gelişmelerden söz etmek istemiyorsunuz” türünden bir cümle ile sözünü kesmeye karar vermiştim ki;

“Evet” dedi. “Bu arada, bu yayın, bahsettiğiniz gibi bir güne denk geldi. Sayın Başbakan hükümetin istifasını sundu.”

Derin bir “Oh” çektim içimden... Cevabın ne olduğunun bir önemi yoktu benim için. Görevimi yapmıştım.

“Vatandaşlarımız rahat olsun. Demokrasilerde bu tür gelişmeler olur. Normaldir. Türkiye Cumhuriyeti hükümetsiz kalmaz. Demokrasinin kuralları, kaideleri işler” dedi Demirel.

Sonra da, ‘Bosna Hersek’i konuştuk dakikalarca.

***

Sevip sevmemek, beğenip beğenmemek, başarılı bulup bulmamak ayrı tartışma konusu. Süleyman Demirel ile ilgili iki küçük anımı paylaşmak istedim onun ardından.

Yazının devamı...

Yabancıların meraklı takibi

Haberciler olarak, Ankara’da 8 Haziran 2015 Pazartesi sabahı itibariyle, ‘meçhuller gündemi’nin içinde yaşıyoruz.

Ülke gündemini belirleyen ‘belirsizlik ortamı’nın mesaisini artırdığı - gazetecilerin yanı sıra - bir kesim daha var Başkent’te.

Yabancı diplomatlar.

**

Batı Avrupalısından Uzak Doğulusuna, Afrikalısından Doğu Avrupalısına; yabancı diplomatlar Ankara’nın flu görüntüsünü netleştirmek için uğraşıyor.

Muhtemel senaryoların hangisinin hayata geçebileceğini, koalisyon olasılıklarını, hasılı, Türkiye’nin yakın geleceğini öngörmeye çalışıyorlar.

Kendi başkentlerine gönderecekleri kriptolu raporlara şekil verebilmek için her kesimden bilgi topluyorlar.

Yabancı diplomatlar gazeteciler ile görüşüyorlar, iş adamlarıyla buluşuyorlar, siyasetçilerden randevu almak için sıradalar.

Dünya, Ankara’yı yerinden merakla takip ediyor yani.

**

Bu meraklı takibin en önemli yanı, yabancıların önceliklerinin bizimkilerden farklı olması.

Yabancı diplomatların cevabını aradığı sorulardan bazılarını sıralarsam, ne demek istediğim daha net anlaşılacaktır sanırım...

Mesela:

Yeni kurulacak hükümet, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı’nı değiştirir mi yoksa Hakan Fidan mı görevine devam eder?

Mesela:

Kurulacak hükümette, ekonomi yönetiminin başında kim / kimler yer alır?

Mesela:

Muhtemel bir koalisyon hükümetinde; Adalet, Dışişleri, Milli Eğitim ve İç İşleri bakanlıkları hangi parti / partilerde olur?

Mesela:

Ortaya çıkacak yeni hükümet, yargı sisteminde yeni bir düzenlemeye gider mi? Yargının bağımsızlığı konusunda yeni adımlar atılır mı?

Mesela:

Yeni hükümetin, başta Suriye ve Avrupa Birliği başlıkları olmak üzere dış politikasında değişiklikler olur mu?

(Bu noktada önemli bir notu kayıtlara geçireyim. Yabancı diplomatlar, Türkiye’nin Suriye politikası ile ilgili en çok, ‘yabancı savaşçıların geçişi ve sınır güvenliği’ konusunu önemsiyorlar. Bu hususta gelinen noktanın tatmin edici olduğunu söyleyip, bir gerilemeden endişe duyduklarını gizlemiyorlar.)

Mesela:

Ülkedeki medya yapısı, kurulacak yeni hükümetin formasyonuna göre yeniden şekillenir mi?

Mesela:

Kurulacak koalisyon hükümeti, kamuoyunun beklentilerini karşılayacak nitelikte bir yeni Anayasa’yı hayata geçirebilir mi?

TWITTER

Seçimden iki gün önce... 5 Haziran 2015 Cuma günü, akşam saatlerinde Twitter hesabım kontrolümden çıktı.

İnternet terminolojisindeki ifadesiyle ‘hack’lendim.

@muratcelik_1 hesabı birisi / birileri tarafından ele geçirildi.

Kim, neden böyle bir şey yaptı bilmiyorum ama mesele, konuyu o gün, o dakika itibariyle bildirdiğim Twitter tarafından inceleniyor.

2 bine yakın kişiyi takip ettiğim, 45 binin üzerinde insan tarafından da izlendiğim o hesabı geri alacağım elbette ama dün yeni bir hesap açtım. Artık, @muratcelik1903 olarak görüşeceğiz .

Bilgi vermek istedim...

Yazının devamı...

HDP’nin iç gündemi

HDP’de, parti yönetiminden tabana kadar hemen herkese hakim olan görüşü şu cümleyle özetlemek mümkün: “Sandıktan çıkan sonuçların mutluluğunu yaşamamıza bile izin vermediler.”

Katılırsınız katılmazsınız, beğenirsiniz beğenmezsiniz; arkasında yüzde 13 seçmen desteği olan partiye hakim düşünce bu.

***

O cümlenin altını dolduralım... Önce Diyarbakır mitingindeki patlama, ardından da kentte son yaşanan infazlar. HDP’lilerin, “Bize hak ettiğimiz sevinci bile yaşatmadılar” dediği bu.

***

HDP yöneticileri, parti örgütünü - özellikle de genç kadroları - sokağa çıkmamaları yönünde ısrarla uyarıyor.

Bu tavır, şu gerçeği değiştirmiyor: HDP Genel Merkezi’nin Diyarbakır’daki son saldırılara ilişkin net kanaati, yaşananların bir kontrgerilla saldırısı olduğu.

***

HDP yönetim kadrosundan bir isim aynen şöyle diyor:

“Enseye sıkılan kurşun, ev baskını, kahvehane taranması, yıllardır bu coğrafyada örneklerine defalarca rastaladığımız ‘fail-i belli’ provokatif operasyonlara benziyor. Özellikle kahvehane taranması, bizim aklımıza hemen Gazi Mahallesi olaylarının nasıl başladığını getirdi.”

***

Önceki gün Parti Meclisi toplantısı vardı HDP’de.

Aldığım bilgiye göre, o toplantıda yer alan isimlerin çoğunun hedefindeki isim Altan Tan’dı.

Tan, çok sert eleştirilere hedef oldu Parti Meclisi’nde. Yaptığı açıklamalar sebebiyle elbette...

Altan Tan; Kemal Kılıçdaroğlu’nun Alevi kimliğini hedef almadığını, HDP’nin İslami kesimle iletişim kurduğunu ama CHP’nin kuramadığını ifade etmek istediğini söyledi. “Yanlış anlaşıldım” dedi ama - partililerin tabiriyle - kendisine adeta iyi bir ayar verildi.

***

HDP Parti Meclisi’nin büyük kısmını oluşturan sol kanat; Altan Tan’a, açıklamasının Alevi inancına sahip halkın hassasiyetlerini dikkate almadığı gerekçesiyle’ tepkili.

Ayrıca, “Biz seçim sonrası cenazelerimizi sessiz sedasız kaldırmak zorunda kalırken, açıklamaları vasıtasıyla böyle bir tartışmayla gündeme gelmemiz sebebiyle Altan Tan’a kızgınız” diyorlar.

HDP’nin dış gündemi

“Hem aldığımız oy hem de 80 milletvekili ile Parlamento’da temsil edilmemizin bize yüklediği sorumluluğun, elbette farkındayız.”

HDP’nin nabzını özetleyen cümlelerden biri de bu.

***

Başlıklar halinde devam edelim...

HDP diyor ki;

- Biz istikrarsızlığın, kaosun sürmesini istemeyiz.

- Bugün itibariyle görülen o ki; Türkiye bir AKP - CHP koalisyonuna gidiyor.

- Biz HDP olarak, kurulacak koalisyon hükümetinin ancak programını eleştirebiliriz. “Neden böyle bir hükümet kurdunuz” diye sorgulamayız. Yani eleştiri hakkımızdır saklı olan.

- Bir de tabii, koalisyon hükümetinin, meşru yollardan değil de (Deniz Baykal ile görüşme gibi) arka yollardan kotarılmasını eleştiririz

Ve son bir cümle...

- Her şeyin ötesinde, biz filli ‘ana muhalefet partisi’ olarak; “AKP’nin bir koalisyon kültürüne gelmesi Türkiye için bir kazanımdır, normalleşmedir” deriz.

Yazının devamı...

Bin 200 subay ve astsubayın kaderini belirleyecek sorular

Dün bu köşede, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) komuta kademesinin önünde 1.200 (bin iki yüz) kişilik bir liste olduğunu yazdım.

( http://www.gazetevatan.com/murat-celik-800101-yazar-yazisi-bin-iki-yuz-/ )

Bin 200 kişilik bir ‘şüpheli personel’ listesi.

Bu listede ismi yer alan subay (konuşulanlara göre her rütbeden) ve astsubaylar PERGİN ‘e (Per sonel G üvenlik İn celemesi) tabi tutulacak.

Akıbetleri de bu incelemeden çıkacak sonuçlara göre netleşecek. TSK Yüksek Disiplin Kurulu ya da Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararları ile...

**

Pekiyi bu bin 200 askeri personel hakkında düzenlenecek olan PERGİN formunda hangi soruların yanıtları yer alacak?

Yönergede, ‘kontrol edilecek hususlar’ başlığının altında bakın hangi sorular var:

1. Tutum ve davranışları ile Anayasada tarif edilen devletin temel niteliklerine, Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ile Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı mıdır?

2. a) Terör örgütleri, yasa dışı oluşumlar, cebir veya tehdit kullanarak dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatleri kabul ettirmeye yönelik faaliyet gösteren veya misyonerlik faaliyeti yürüten kurum / kuruluşlarla bağlantısı veya bunlara destek veren oluşumlara maddi - manevi yardım sağlama konusunda tutumu nedir?

b) Rütbe ve makamını, kendisine şahsi çakır sağlamaya ve ideolojik görüşlerine hizmet etmeye yönelik olarak kullanmakta mıdır? Benimsemiş olduğu görüş doğrultusunda birlik, kurum içerisinde hizmeti aksatacak tarzda faaliyeti (görevle ilgisi olmayan toplantı, ast, üst ve emsali personel hakkında dedikodu çıkartmak suretiyle disiplini bozmak, kendi görüş ve düşüncelerini başkalarına benimsetme vb) var mıdır?

c) Üst, ast ve eşit rütbedeki personelden kendi ideolojik görüşlerine yakın olanlara karşı ayrımcılık teşkil edecek şekilde bir tutum içine girmekte midir?

3. Personelin içinde bulunduğu ortam da dikkate alınarak;

Gelir durumu ile yaşantısı uyumlu mudur? Genel ahlak kurallarıyla ve İç Hizmet Yönetmeliğinin(*) 86’ıncı maddesinde yer alan hususlarla çelişen bir yaşantısı var mıdır? Tavır ve yaşantısı TSK’nın teamülleriyle uyumlu mudur?

4. Hakkında, görevin gerektirdiği gizliliğe uymayarak, görevi dolayısıyla nüfuz ettiği bilgileri bilmesi gerekenden başkalarına ifşa ettiğine dair şüphe, iddia, emare veya durum var mıdır? Görevin gerektirdiği haller dışında yabancılarla dikkat çekici temas ve ilişkisi var mıdır?

5. Hakkında elde edilmiş olan bilgi ve belgelerde yer alan iddialar ve tespit edilen disiplinsiz davranışlarından vazgeçmesi, tavır ve davranışlarını düzeltmesi konusunda sıralı sicil amirleri tarafından yapılan ikaz ve bilgilendirme faaliyetlerine karşı tutumu nasıldır, durumunu değiştirip değiştirmeyeceği hususundaki düşünceleri nedir?

6. a) Kendisi ve birinci derece yakınları hakkında yasal işlem yapılmış kimse var mıdır? Herhangi bir nedenle gözaltına alınıp salıverilmiş midir? Hakkında devam eden veya tamamlanmış dava var mıdır, varsa mahiyeti nedir?

b) Organize suç örgütleri ile ilişkili olduklarına dair hakkında bilgi var mıdır? Bu konularla ilgili açılan, devam eden veya hüküm giydiği kamu davası var mıdır?

7. İKK (İstihbarata Karşı Koyma) zafiyetine yol açabilecek şekilde ahlaki zafiyetleri ile kanunsuz eylem ve faaliyetleri var mıdır? (İçkiye, kumara, uyuşturucuya, karşı cinse / hemcinsine ve şans oyunlarına aşırı düşkünlük, ahlaki ve yasalara uygun olmayan işyeri çalıştırma veya işyerinde çalışma, TSK’nın itibarını zedeleyecek şekilde borçlanma, kazancıyla uyumlu olmayan tarzda lüks yaşantı, servetinin kaynağını açıklayamama vb)

8. Personelin, TSK’ne kazandırılması mümkün olup olmadığı konusundaki sicil amirinin kanaati ve diğer hususlar.

**

YAŞ, Ağustos başında toplanacak. Yaklaşık 40 gün sonra...

O güne kadar yeni hükümet kurulmuş, toplantıya başkanlık edecek olan başbakan da belirlenmiş olur.

Genelkurmay Karargahı’ndaki bin 200 kişilik listeden YAŞ toplantı masasına hangi dosyaların geleceğini ve buna bağlı olarak ordunun yeni komuta kademesi ile alt kadrolarının nasıl şekilleneceğini göreceğiz.

(*) TSK İç Hizmet Yönetmeliği: http://www.mevzuat.gov.tr/Metin.AspxMevzuatKod=7.5.5905&MevzuatIliski=0&sourceXmlSearch=

Yazının devamı...

Bin iki yüz!

“(...)

a.) Yetkili istihbarat ve güvenlik birimlerinden veya askerî makamlar ile diğer kaynaklardan (kuvvetli şüphe ve emare içeren açık kaynak, ihbar, duyum ve e-posta vb.) elde edilen bilgilerin incelenmesi sonucunda;

(1) Terör örgütleri, yasa dışı oluşumlar ve cebir veya tehdit kullanarak, dinî, siyasî, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatleri kabul ettirmeye çalışan unsurların faaliyetlerine iştirak eden, bu unsurların fikirleri doğrultusunda bir yaşam tarzı sürdüren, ikazlara rağmen disiplinsiz davranışlarına devam eden,

(2) Kendisine özel bir yetki verilmediği halde, makam ve memuriyeti icabı nüfuz ettiği askerî bilgi, işlem, teşkilat, harekât, tesisat, tertibat veya evraka ilişkin yazılı / sözlü beyanatta bulunan, bu bilgileri yetkisiz kişilere veren veya başka bir şekilde ifşa olmalarına neden olan personelin durumu mensubu oldukları komutanlığa iletilir.

b.) Bu bilgilerin iletildiği birlik komutanlığı ve birliğin istihbarat üniteleri, alınan bilgi, duyum ve emareleri detaylandırmak suretiyle ilgili Kuvvet Komutanlığının en doğru kararı vermesine yardımcı olmak maksadıyla, iddiaları teyit veya tekzip eden bir rapor hazırlayarak silsileler yoluyla üst komutanlığa gönderir.”

(...)

**

Bu aktardıklarım “PERGİN Yönergesi”nden...

“PERGİN’e tabi tutulacak personelin tespiti” başlığının altından sadece bir bölüm.

**

“PERGİN” mi ne?

Söyleyeyim: Personel Güvenlik İncelemesi.

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Yüksek Disiplin Kurulu, kendisine sevk edilen (yani şüpheli ya da bir şekilde şüpheli durumuna düşen / düşürelen) personeli ile ilgili bir karar verirken, “PERGİN Yönergesi”ne göre hareket ediyor.

**

Bir soru daha...

Yazının başlığının bütün bu yazdıklarımla ne ilgisi var?

Onu da söyleyeyim:

1.200, TSK’ya iletilen personel sayısı. Şüpheli görülen personel sayısı!

Tekrar edeyim. Bin iki yüz.

**

Haziran’ın ortasına yaklaştık. Ağustos başında Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplanacak.

O toplantıya kimin başkanlık edeceği şimdilik bilinmiyor. Çünkü ‘başbakan’ kim olacak, henüz meçhul.

Ama YAŞ kararlarının resmiyet kazanması için gereken son imzanın sahibi belli.

Bir buçuk ay sonra; TSK’nin hem yeni komuta kademesi şekillenecek hem de orta ve uzun vadede ordunun geleceğini oluşturacak alt kadrolar.

**

Sandıktan çıkan tablo, şu ana kadar sadece ‘siyasi’ sonuçları itibariyle tartışılıyor malum.

Ama ‘devamlılığın esas olduğu bir devlet yapısı’ da var.

Milli Siyaset Güvenlik Belgesi... İçinde artık, ‘tehdit’ olarak ‘paralel yapı’ başlığının da yer aldığı ‘Kırmızı Kitap’ yani.

**

Neyse...

Çok uzatmanın alemi yok.

Anlaşılmıştır sanırım.

**

Ha, son bir not...

Bahsettiğim 1.200 kişilik liste, TSK’ya, Mayıs ayının ortalarında gönderilmişti.

Seçimden önce yani.

Yazının devamı...

Koalisyon senaryoları

Ankara’da daha ilk günden konuşulanlara şöyle bir bakalım...

1.) Ak Parti - MHP koalisyonu ihtimali.

İş dünyası, piyasalar bu seçeneğe sıcak bakıyor.

Olur mu?

Zor.

Hatta çok zor.

Genel Başkan Devlet Bahçeli, hemen ilk gece yaptığı açıklamayla kapıları kapatsa da, adı üstünde ‘ihtimal’.

Fakat MHP’nin bu formülde yer alması için, Ak Parti’nin Tayyip Erdoğan’dan neredeyse vazgeçmesi gerekir ki, bu da eşyanın tabiatına aykırı.

***

2.) Dışarıdan HDP destekli, ‘CHP - MHP azınlık hükümeti’.

Böyle bir koalisyon, siyaseten mümkün gözükse de, uzun ömürlü olması pek olası değil.

Başta çözüm süreci olmak üzere, politika üretme zorluğu ortada.

Kaldı ki, bu senaryoda tek başına muhalefette kalacak olan Ak Parti, “İşte gördünüz mü, meydanlarda söylediğimiz buydu. Paralel yapı ve terör örgütleri destekli ittifak, aynen bizim söylediğimiz gibi bir araya geldi” tezini rahatlıkla seslendirebilecektir.

***

3.) Ak Parti - CHP koalisyonu...

“Ekonominin olumsuz etkilenmemesi, ülkede siyasi bir kriz çıkmaması için, iki taraf da geçmişi unutmalı. Anayasa’yı referanduma bile götürmeden Meclis’te rahatlıkla değiştirebilecek böyle büyük bir çoğunlukla hükümet kurulması Türkiye’yi rahatlatır” diyenlerin önerisi bu.

İlk anda kulağa hoş geliyor olabilir elbette ama CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun iki hafta önce canlı yayında sarf ettiği şu sözleri nereye koyacağız?

- Yolsuzluğu kendisine şiar eden partiyle nasıl koalisyon yapacaksınız? “Sen bunlarla nasıl bir araya geldin” diyenlere ne söyleyeceğim? Yolsuzluk diz boyu. Biz hayatımız boyunca yolsuzlukla mücadele ettik, yolsuzluk yapanlarla nasıl bir araya geleceğiz? Bu sözler orta yerde duruyor.

***

4.) Ak Parti - HDP koalisyonu...

Olur mu?

HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın yine seçim akşamı yaptığı açıklamaya göre olmaz.

“Söz vermiştik, biz AKP ile içeriden ya da dışarıdan koalisyon yapmayacağız, sözümüzün arkasındayız” açıklamasından bahsediyorum.

***

Seçenekler ve gerçekleş(me)me olasılıkları böyle. Ama siyaset bu. Dün söylenenler, yarın bir şekilde revize edilebilir.

“Ülkenin ve milletin menfaatleri bunu gerektiriyor” türünden açıklamalarla; geçmiş, geçmişte bırakılabilir.

Çünkü aksi halde geriye sadece tek bir seçenek kalıyor, o da hemen yeniden seçim ihtimali... Yani bir ‘erken seçim’.

Yani hiç kimsenin kolay kolay önünü göremeyeceği seçenek.

Abdullah Gül gündemi

Sandıktan çıkan sonuç, Türkiye gündeminin yanı sıra Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ‘iç gündem’ini de şekillendirecek. Buna kimsenin şüphesi yok.

***

Tarih 18 Nisan 2014...

Yer Kütahya...

Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bakın ne demiş?

- Bugünkü şartlar çerçevesinde benim gelecekle ilgili bir siyaset planımın olmadığını burada paylaşmak isterim. Çünkü bakıyorum, birçok spekülasyonlar, birçok şeyler söyleniyor. Günü geldikçe bunlar daha çok konuşulacaktır, tartışılacaktır.

Bu açıklamadaki en önemli bölümün ilk 3 sözcük olduğu o günlerde hep konuşuldu. Yani, “Bugünkü şartlar çerçevesinde...” ifadesi.

İşte, üzerinden bir yıldan biraz fazla vakit geçti ve o açıklamanın yapıldığı günkü şartlar yok artık.

Ve yukarıdaki sözlerin son cümlesi:

“Günü geldikçe daha çok konuşulacak, tartışılacak...” ifadesi.

***

Tarih 13 Mart 2015...

Yer İstanbul...

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Tabii karar kendisinin ama milletvekili adayı olması isabetli olur” açıklamasının ardından Gül’ün söyledikleri.

- Şu anda böyle bir düşüncem yok. Sorulduğunda da hep söyledim. Şüphesiz ki ben Ak Parti’nin kurucusuyum. Bundan sonra da bütün birikimimi devletim milletim halkım için şüphesiz vermeye devam edeceğim. Yoksa sadece bunları kendime saklayacak halim yoktur. Bunun için sadece siyasetin içinde olmak da gerekmiyor. Arkadaşlar sorumlulukları aldılar devam ediyorlar, onların başarılı olmalarını istiyorum. Ben de yeri geldiğinde, üstüme düşenleri fikirlerimi paylaşarak yardımcı olmaya çalışırım. Şu anda aktif siyasetin içerisinde olmayacağım.

“Şu anda...”

“Yeri geldiğinde...”

***

Sonucu ne olur; konuşmalar, tartışmalar nereye varır onu bilemem ama...

Ak Parti’nin içinde, şimdi bir kez daha bir ‘Abdullah Gül gündemi’ oluşacağı şimdiden belli.

Hatta, seçim gecesi itibariyle oluşmaya başladı bile.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.