Şampiy10
Magazin
Gündem

Erdoğan’ın bilinçli tercihi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, hükümeti kurma görevini vermek için önce TBMM Başkanı’nın seçilmesini, ardından da Meclis Başkanlık Divanı’nın teşekkülünü beklemesinin nedeni ne?

Yani Erdoğan, görevlendirmeyi neden geciktirdi?

Bu hareket tarzı bilinçli bir tercih mi?

Ankara’nın gündemindeki seri sorular bunlar.

***

Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen bazı Ak Partililer ile konuştum.

Halen Parlamento üyesi olanlar da var aralarında, olmayanlar da...

Onlar diyorlar ki;

- Evet, Erdoğan bilinçli olarak bekledi. Herkesin seçim sonuçlarını, irdelemesini, sağlıklı değerlendirmesini ve sonuçları sindirmesi için böyle bir tercihte bulundu.

- Bekledi çünkü Türkiye, siyasetçisiyle, medyasıyla, sokaktaki vatandaşıyla; uzun süredir ‘koalisyon dönemlerinin dinamikleri’ni, böyle dönemlerin kendine özgü koşullarını unutmuş bir ülke.

- 7 Haziran’ın hemen ardından kamuoyuna hakim olan atmosferi, medyada yapılan değerlendirmeleri ve tabii Meclis’e giren 4 siyasi partiden yapılan açıklamaları bir hatırlayın... Duruma bir de şimdi bakın. Yani seçimin üzerinden bir ay geçtikten sonra...

- Geçen süre içinde herkes eteğindeki taşı döktü, dilinin altındaki baklayı çıkardı ve böylece 8 Haziran’da var olan flu noktaların birçoğu nispeten netleşti.

- Seçimin ardından geçen zaman, siyasi partilere, muhtemel koalisyon senaryoları için hem psikolojik hem de teknik hazırlık yapma olanağı da tanıdı.

Cumhurbaşkanı’nın nabzını tutabilen tecrübeli isimlerin yaşanan sürece bakışı işte bu.

Kadir Topbaş: Şehir hatları vapurlarından vazgeçmiyoruz

“Bu kenti, bu ülkeyi yönetenlere sesleniyorum; lütfen dokunmayın Boğaz’ın güzelliklerine, İstanbul’un hafızasına.

Bırakın, bizler gibi bizim çocuklarımız da martılara simit atabilsin Kadıköy’den Karaköy’e giderken.

Bırakın, yeni nesiller de çay ya da sahlep içebilsin Beşiktaş’tan Üsküdar’a geçerken.

Bırakın, gençler de “Şu gördüğünüz meyve sebze soyucusunun yanında bir tarak, bir de yara bandı... Hepsi sadece 3 Lira” diyen su üstü satıcılarının sesleri eşliğinde seyahat edebilsin Bostancı’dan Adalar’a.

Dokunmayın o güzelim şehir hatları vapurlarına.”

***

Böyle seslenmiştim önceki gün bu köşeden...

(http://www.gazetevatan.com/murat-celik-809966-yazar-yazisi-komsu-it-dalasi-nda-tasarrufa-gitmiyor/)

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’tan, “Merak etmeyin, şehrin sembollerinden olan o vapurlardan vazgeçmiyoruz” mesajı geldi dün.

HHH

Başkan Topbaş’ın, hassasiyetime teşekkür ettikten sonra kamuoyuna iletmemi istediklerini şu başlıklar altında toparlayabilirim:

- Haberlere de konu olan, o yuvarlak hatlı vapurlar; şehir hatlarının yolcu değil arabalı vapurları.

- Sirkeci - Harem arasında çalışan sadece 3 yeni nesil vapur var. Bunlardan 2’si halihazırda seferde, biri henüz teslim edilmedi.

- Geçmişte yaşanan, otomobilin denize düşmesi gibi kazalar, engellilerin rahatlıkla binemediği yönündeki çok sayıda şikayet ve büyük araçlara uygun olmaması, yetersiz kapasite gibi sebeplerle, arabalı vapurlarda yeni bir dizayna ve modele ihtiyaç duyuldu.

- Bir İstanbul klasiği olan, şehir hatları yolcu vapurlarına gelince... Onlardan vazgeçmiyoruz. Sadece yenileniyor yolcu vapurları.

- Görüntüsünde, ilk bakışta fark bile edilemeyecek kadar küçük çizgi değişiklikleri yapıldı biliyorsunuz. Onu da İstanbulluların oylarıyla gerçekleştirdik. Sadece bu kadar. Bir de içleri daha konforlu hâle getiriliyor yeni üretilen vapurların.

- Yani sizin ifadenizle, “O güzelim şehir hatları vapurları”na dokunmuyoruz, merak etmeyin, rahat olun.

Yazının devamı...

Dikkat... Haberinizin olmadığı trafik cezalarınız olabilir

Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı’ndan bir bildiri ulaştı elime. Posta ile evime geldi.

Özetle, “Borcunuz var” diyor.

Sorduk, soruşturduk, araştırdık, nihayet bulduk...

Söz konusu olan bir trafik cezasıymış. Ödemediğim bir cezam varmış.

Buraya kadar tamam. Olabilir.

***

Konunun, tamam olmayan ama haber niteliği taşıyan yanı ise şu...

Trafik cezasının geldiği, benim yaklaşık 3 yıl önce sattığım otomobil.

23 Kasım 2012 tarihinde satmışım ben o aracı.

Cezalar sisteme geç işleniyor

İtiraz başvurusunda bulunduğum vergi dairesindeki yetkili ile telefonda yaptığımız görüşme şöyle:

- Murat Bey, kayıtlara baktık... Durum şu... Trafik ceza borcu bulunan aracınızı 03/01/2012’de almışsınız.

- Evet...

- 23/11/2012’de de satmışsınız.

- Evet, 23 Kasım 2012.

- Suç tarihi ve ceza tutanak tarihi 17/11/2012. Yani siz aracın noter satışını vermeden 6 gün önce. Bu da demektir ki, ceza size ait.

- Peki tamam. Ama böyle bir ceza yediğimden, neredeyse 2 - 2 buçuk sene sonra haberim oldu benim. Bu nasıl oluyor?

- Evet, haklısınız...

- Ayrıca şu da var... Böyle bir ceza, satış aşamasında nasıl çıkmadı? Çünkü biliyorsunuz, noterden satış işleminde aracın temiz kağıdı gerekiyor. Vergi ya da ceza borcu varsa, onlar ödenmeden satış yapılamıyor. Öyle değil mi?

- Doğru, öyle. Ama şöyle bir durum var. Emniyet bize bazen geç bildiriyor kestiği cezaları. Mesela şu anda bile, 4 - 5 yıl öncenin cezaları çıkıyor. Onları tahsil ediyoruz biz.

- Benim bu cezanın sisteme girildiği tarihi de görebiliyor musunuz kayıtlarınızda?

- Bakalım... Tahakkuk tarihi, 02/08/2013.

- Ağustos 2013... Benim aracı satmamdan yaklaşık 8 buçuk ay sonra yani. Öyle mi?

- Evet öyle... Ama dediğim gibi, çok sık rastlıyoruz biz bu duruma. Sizin durumunuzda olan çok mükellefimiz var.

- Peki ne yapacağız biz bu durumda olanlar?

- Vallahi bizim işimiz borcunuzu tahsil etmek. Kendi açınızdan haklı olabilirsiniz ama ödeyeceksiniz. Sonra isterseniz mahkemeye gidebilirsiniz tabii.

- Anladım...

***

Bir suç işleyen, elbette cezasını ödemeli. Buna şüphe yok.

Ama suç işleyen gibi, cezayı kesenin de sorumluluğunu zamanında ve layıkıyla yerine getirmesi gerekmiyor mu?

Polis, bir vatandaşa trafik cezası kesiyor... O cezayı sisteme 8 buçuk ay sonra kaydediyor.

Normal mi bu durum?

Vergi dairesindeki memur, bu durumun gerekçesini “Emniyet’teki personel eksikliği” olarak izah ediyor.

Bir de uyarıda bulunuyor başkaları da bu duruma düşmesin diye:

- Trafik cezaları bazen plakaya, bazen araç sahibinin TC kimlik numarasına kesiliyor. Aklınızda bulunsun, borç sorgulamalarınızı plaka üzerinden değil, TC kimlik no üzerinden yapın.”

NOT: Ben ‘sürpriz’ cezamı ödedim. Bu yazı, aynı tatsız sürpriz ile karşılaşan ya da karşılaşacak olanlar için yazıldı.

Yazının devamı...

Komşu ‘it dalaşı’nda tasarrufa gitmiyor

Yunanistan’da yaşananlar malum... Atina, değil Euro’nun, neredeyse cent’in hesabını yapıyor. Ya da Drahmi’nin...

Devlet hemen her kalemde tasarruf yapmaya çalışıyor, masrafları kısıyor.

Her kalemde değil, “hemen her kalemde” diyorum çünkü Yunanistan’ın kemer sıkmadığı tek bir alan var; o da savunma harcamaları.

***

Avrupa ülkeleri arasında, savunma harcamalarının Gayri Safi Milli Hasılaya oranının en yüksek olduğu ülke hâlâ Yunanistan.

Ve daha da dikkat çekici olanı, Yunanistan’ın savunma için harcadığı paranın yüzde 80’inin gerekçesi ‘Türkiye’. Komşu, her 100 Euroluk askeri harcamanın 80 Eurosunu Türkiye’ye karşı yapıyor.

***

Yunanistan’ın savunma bütçesinde en büyük yeri, Ege’deki askeri faaliyetler tutuyor.

Yunan Deniz Kuvvetleri’ne bağlı savaş gemilerinin Ege’nin sularındaki seyirleri ve tabii Yunan jetlerinin Ege semalarındaki uçuşları...

Atina, savaş uçaklarının Türk jetleriyle ‘dog fight’larından (it dalaşı) tasarruf etmeyi aklına bile getirmiyor.

Ege’deki askeri faaliyetlerde hiçbir azalma yok. Geçmişte, yani ekonomik kriz öncesi ne kadar uçuyorsa, Yunan Hava Kuvvetleri bugün de aynı seviyede havada.

Yunanistan’ın hem anakara hem de adalardaki üslerinde tempo aynen devam ediyor.

***

Sadece bir rakam vereceğim...

Tek bir F16 uçağının, saatlik uçuş maliyeti 20 bin TL.

Yani havadaki sadece bir ‘savaşan şahin’, sadece bir saatte, yaklaşık 6 bin 700 Euro harcıyor.

Ortaya çıkan toplam maliyeti siz hesaplayın.

***

Yunanistan’ın genç, sıra dışı Başbakanı Alexis Tsipras’ın, “Ege Denizi Yunanlılarındır” diyen milliyetçilere cevaben, “Ege Denizi balıklarındır” dediği konuşuluyor ya...

Evet, kulağa çok hoş geliyor. Ancak belli ki, söylem ile gerçekler (ve geleneksel devlet politikaları) maalesef pek de örtüşmüyor işte.

Şehir hatları vapurları

İstanbul’un simgelerindendir, Boğaziçi’nin akıntılı sularında ağır ağır ilerleyen o vapurlar...

Şehrin yakışıklı ve ağır abileridir onlar. Ya da güzel ve alımlı ablaları... Şimdi yanlarında yeni nesil türevleri yüzüyor.

Aralarından geçiyor; daha hızlı, adı ‘modern’, yuvarlak hatlı, makyajlı, botoksluları hızlıca.

Su üstündeki ‘ufo’lar misali...

***

İstanbul bu ülkenin tarihi. Geleneklerin başkenti.

Semboller, simgeler kenti. Bir yandan ‘tarihi değerleri korumak, gelenekleri yaşatmak’tan bahsederken, diğer taraftan ‘yeni jenerasyon şehir hatları vapurları’nı tedavüle sokmak tam bir çelişki.

Bu kenti, bu ülkeyi yönetenlere sesleniyorum; lütfen dokunmayın Boğaz’ın güzelliklerine, İstanbul’un hafızasına.

Bırakın, bizler gibi bizim çocuklarımız da martılara simit atabilsin Kadıköy’den Karaköy’e giderken.

Bırakın, yeni nesiller de çay ya da sahlep içebilsin Beşiktaş’tan Üsküdar’a geçerken.

Bırakın, gençler de “Şu gördüğünüz meyve sebze soyucusunun yanında bir tarak, bir de yara bandı... Hepsi sadece 3 Lira” diyen su üstü satıcılarının sesleri eşliğinde seyahat edebilsin Bostancı’dan Adalar’a.

Dokunmayın o güzelim şehir hatları vapurlarına.

***

Amerika Birleşik Devletleri’nde, Mississippi Nehri üzerindeki yandan çarklı, buharlı vapurları bilmeyenimiz var mı? En azından filmlerden...

Nehrin, bölgenin, hatta ülkenin sembollerindendir o vapurlar.

1800’lerin ortalarından kalan, modernize edilmiş haliyle bugün hâlâ seferde olan, özenle korunan, insanların yer bulabilmek için sıraya girdiği turistik ve kültürel bir değer. Bir tür miras...

Şehir hatları vapurları da aynen Mississippi yandan çarklıları gibi bir geleneğin, kentin hafızasının temsilcilerindendir.

Dokunmayın...

Yazının devamı...

‘At pazarlığı gibi olmaz’

Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş, koalisyon tartışmalarına ilişkin “Koalisyon pazarlıkları ‘at pazarlığı’ şeklinde ‘şu bakanlık sana şu bana, şu genel müdürlük sana bu bana’ şeklinde olmayacak, olmamalı” dedi.

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş önceki gün gazetelerin Ankara temsilcileriyle iftarda bir araya geldi. Kurtulmuş, gündeme ve özellikle koalisyon çalışmalarına ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Kurtulmuş şunları söyledi:

DERDİMİZ KOLTUK DEĞİL: Önyargısız olarak Türkiye’yi hükümetsiz bırakmamak için çabalarımızı sürdüreceğiz. Koalisyon pazarlıkları af edersiniz ‘at pazarlığı’ şeklinde ‘şu bakanlık sana şu bana, şu genel müdürlük sana bu bana’ şeklinde olmayacaktır, olmamalıdır. Mühim olan hükümet protokolüdür. Derdimiz koltuk moltuk değil. Yani kenara çekilip sütlü kahve içmek de var. CHP ve MHP’yle samimi bir görüşme yapılacaksa HDP’yle de görüşme yapılacak. Temel alanlarda bir restorasyon sürecinin içine girilir, yeni kapılar açılabilirse uzun dönemli hükümet olabilir.

İSMİ DEĞİŞEBİLİR: (MHP ile koalisyon çözüm sürecinin bitmesi anlamına mı gelecek?) MHP, ‘çözüm sürecine karşıyız’ diyor. İsmi değişebilir şu olabilir, bu olabilir ama Türkiye’de MHP seçmeninin de yaklaşık yüzde 48’i çözüm sürecinin sürdürülmesini istiyor. Süreçte bazı revizyonlar olabilir, yapılabilir. HDP yüzde 13 gibi bir oy almışken her halûkarda HDP’nin de üzerine düşen sorumluluk önce şu silahların bırakılması ve çözüm sürecinde kalan adımların atılması. İsimlendirmeler değişebilir, şöyle olur böyle olur ama bu gidişatın zıttına ‘bırakın tekrar silahlı çatışma dönemi başlasın’ şeklinde bir şeye milletin razı olmayacağını düşünüyorum.

ANAYASAL SINIRLAR: (Cumhurbaşkanı’nın anayasal sınırlara çekilmesinden ne anlamak lazım?) ‘Yetkileri çoktur’ tartışması başka bir tartışmadır. Halkın oylarıyla seçilmiş bir cumhurbaşkanıdır. Anayasal sınırları içinde hareket etsin ne demek? Cumhurbaşkanı hükümeti kurma görevi verdiği anda zaten anayasal sınırları içinde hareket etmiş olacak. İki tartışma da abesle iştigal bir konudur. Yani ‘Cumhurbaşkanı ile görüşmem ama Cumhurbaşkanı’nın görüşerek görevlendirdiği bir başbakan koalisyon ortağı olarak kabul ederse olurum’ demek çok büyük bir çelişkidir. Ne demokratik standartlara, ne siyasi etiğe, ne hukuka uyar.

‘Türkiye seyirci kalamaz’

“Halep’te yeni bir denge değişikliği ortaya çıktığı zaman en az 300-400 bin göçmenin Türkiye’ye gelmesi kaçınılmazdır. Fırat’ın batısında yer alan bölgede, Azaz bölgesinde çatışmalar derinleşir IŞİD-PYD oraya girerse maalesef oradan da yine yüz binlerce insanın Türkiye’ye gelmesi kaçınılmazdır. Türkiye buna seyirci kalamaz. Türkiye’nin özellikle Suriye’nin kuzeyinde bir oldu bittiye izin vermesi mümkün değil. Orada bir harita değişikliği, etnik temizlik ve arkasından siyasi bir parçalanmaya müsade etmeyeceği aşikardır. Türkiye hiçbir zaman askeri seçeneğin olmasını istemez. Ama fiilen her gün sınırlarımızda onlarca farklı yerde, onlarca farklı tehditle karşı karşıya kalıyoruz.

‘IŞİD eylem yapabilir’

(IŞİD’in Türkiye içinde terör eylemi yapma ihtimali yüksek mi?) Böyle bir risk her zaman var. Kontrol edemediğiniz bir unsur. 7-8 bin kişi IŞİD’li olduğu gerekçesiyle deport etti Türkiye. Ama böyle bir risk vardır tabi. PYD meselesiyle Türkiye’nin kendi içindeki çözüm süreci ya da silahsızlanma meselesini de birbirinden ayrı görmemiz lazım. Türkiye kendi güvenliğini temin edecek noktadadır.

Yazının devamı...

22 yıl önce dün Madımak - Ankara telefon hattı

“Otelin birinci katındaki bir odada kalıyorduk. Olaylar son ana geldiği zaman, ki bize dışarıdan telefonlar geliyordu, Uluç Gürkan iki kez telefon etti. Anlattık durumu. ‘Tehlike kapıya kadar gelmiştir. Bir saat filan sürmez bizim ölmemiz’. Gereken yardım için, gereken yerlere başvurmuş olması gerekir kendisinin, bilmiyorum. Ondan sonra İnönü (Erdal İnönü) telefon etti. Ona da aynı şeyi söyledik. ‘Tehlike kapının önünde, çıkmak üzereler yukarıya. Dışarı çıksak bizi öldürecekler, içeride kalsak da öldürecekler. Başka hiç çaresi yok.”

Merhum Aziz Nesin, 2 Temmuz 1993 günü Sivas’taki Madımak Otel’de yaşadıklarını, olayın 2 gün sonrasında 32’inci Gün programına verdiği röportajda anlatmaya işte bu sözlerle başlamıştı.

***

Aziz Nesin’in anlatımında adı geçen Uluç Gürkan’ı aradım dün. Yukarıdaki alıntıyı aktardım.

“Evet” dedi Gürkan ve o günü şöyle anlattı:

- Murtaza Demir (Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Kurucu Genel Başkanı) aradı beni otelden. Ben Ankara’daydım. O dönem, DYP - SHP koalisyon hükümeti vardı. Biz SHP’den ayrılmıştık. CHP milletvekiliydim o günlerde. CHP Grup Başkanvekiliydim. İlk telefon görüşmemizde bilgileri aldım. O sırada Aziz Nesin aldı telefonu. O sözünü hiç unutamam. “Uluç, bizi öldürecekler burada” dedi.

- Sonra ne yaptınız? Aziz Nesin’in dediği gibi yardım için gereken yerlerle görüştünüz mü?

- Tabii, hemen. Uzakta olmanın verdiği acı ve çaresizlik içinde çırpındım. DYP - SHP koalisyon hükümetinin İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu’ydu. Onu aradım. Bakan bana, “Merak etmeyin, sürekli bilgi alıyoruz, durumu kontrol altına aldık” deyince ben de, “Sayın Bakan, durum galiba pek öyle sizin söylediğiniz gibi değil” dedim. Çünkü başkası söylese neyse ama Aziz (Nesin) böyle diyorsa durum çok ciddi demektir. Çünkü Aziz, benim eski arkadaşım, bilirim, hep gayet sakin, her durumda metin kalmayı başaran bir insandır. O bu kadar vahim diyorsa...

- Sonra?..

- Ben bunları söyleyince, Mehmet Gazioğlu “Tamam ben şimdi tekrar bakıp ilgileneceğim, Vali ile de tekrar konuşacağım” dedi. Vali de zaten Erdal (İnönü) Bey’in eski danışmanıydı. Ama orada, sonuçta, tedbir anlamında tam bir ‘devlet aymazlığı’ yaşandı. En hafif tabiri ile durum bu.

- İkinci bir telefon görüşmeniz daha mı oldu Madımak Oteli’ndeki arkadaşlarınızla?

- Evet, İçişleri Bakanı ile görüşmemden sonra ben aradım, konuştuklarımızı aktardım. Elimizden geleni yapmaya çalıştığımızı söyledim ama Aziz yine “Acele edin, uzatmayın, vakit yok” dedi. Durum vahimdi yani.

- Peki sizce neden yaşandı o bahsettiğiniz ‘devlet aymazlığı’?

- Devlet kademelerinde ve yerel yöneticilerde, “Bir şey olmaz” gibi genel bir kanı vardı. Sert bir tedbir alınırsa, oradaki kitleye sert bir müdahalede bulunulursa, halk ile karşı karşıya kalınacakmış gibi bir anlayışla, böyle bir kompleks ile yaklaştılar konuya. Böyle olunca da, göz göre göre yandı işte orada o insanlar. O günkü aymazlık sebebiyle yaşanan dramın, bugün hâlâ izlerini taşımamız, bugün hâlâ içimizin yanması da bu yüzden işte.

***

İşte böyle...

Dün gibi hatırlıyorum o günü. Unutmadım aklımda...

Ve o gün gibi acıyor içim, 22 sene sonra bugün de.

Dün sosyal medyada kullanılan #unutMADIMAKlımda başlığı, işte bu yüzden hiç yitirmeyecek geçerliliğini.

Yazının devamı...

Yeni Başkan’dan ilk demeç

“Bu millet uzlaşı istiyor, çözüm istiyor, birlikte siyaset üretilmesini istiyor.”

Seçilip göreve başlamasının henüz ikinci saatinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) yeni Başkanı İsmet Yılmaz telefonda işte bunları söyledi.

Seçim sonucunun ortaya çıkmasının hemen ardından Genel Kurul kürsüsünden ilk mesajlarını veren Yılmaz, telefonda şu ifadeleri kullandı:

- Konuşmamda da söyledim... Bizlere düşen, milletin taleplerini, beklentilerini yerine getirmek.

- Milletin mesajı açık... Birlikte çalışın, tartışmayın, kavga etmeyin, çalışın, sorunlara çözüm üretin diyor bu millet.

- Ben Meclis Başkanı olarak, sandıktan çıkan mesajın hayata geçirilmesi için üzerime düşeni sonuna kadar yapacağım. Aynı anlayışı herkesten de bekliyorum.

- Tabii bu arada, sizlere, yani basına, medyaya da büyük görev düşüyor. Artık 4’üncü mü, kaçıncı kuvvettir bilemem, o ayrı ama sizin de bu yeni dönemde milletin beklentilerinin gerçeğe dönüşmesine katkı vermenizi rica ediyorum. Sizlerden de bunu bekliyorum. Tabii siyasetçiler, sivil toplum, herkesten...

İsmet Yılmaz’a, kendisini yeni makamına taşıyan seçimin hemen ardından yapılan siyasi değerlendirmeleri de sordum.

“Bu sonuç, muhtemel koalisyon senaryoları bağlamında ne ifade ediyor” diye.

TBMM’nin yeni Başkanı, “Bu iki konu birbirinden ayrıdır. Farklı mecralarda yaşanan iki süreçtir. Dolayısıyla ben Meclis Başkanlığı seçimi ile koalisyon olasılıkları gündemini birbirinden bağımsız görürüm. Herkes de böyle görmeli” dedi.

Ya ‘siyah’ ya ‘beyaz’ Bahçeli’nin ‘gri’si yok

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı’nın belirlendiği seçimin ardından ilk açıklama, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Grup Başkan Vekili Haluk Koç’tan geldi.

Koç’un - VATAN’ın haber sayfalarında bulabileceğiniz - Milliyetçi Hareket Partisi’ni hedef alan açıklamalarını, sıcağı sıcağına MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Medya ve İletişimden sorumlu Baş Danışmanı Metin Özkan’a sordum.

Hemen hatırlatayım; Özkan, Bahçeli’nin canlı yayınlara çıkıp, parti adına konuşmasına olur verdiği bir isim.

İşte o Metin Özkan dedi ki:

- MHP 7 Haziran’ı 8 Haziran’a bağlayan gece ne söylediyse aynı noktada duruyor.

- Seçimin hemen ardından yaptığı açıklamalar, siyaseten Haluk Koç’a yakıştıramadığımız fevri bir çıkıştır. - Biz CHP’ye, “Cumhurbaşkanlığı seçimindeki ‘çatı adayınız’a neden oy vermediniz” dedik mi?

- Kaldı ki... Bakın, ilk günden beri bizi terör örgütünün sözcüleriyle aynı torbaya sokmaya çalışıyorlar. Biz HDP ile el ele verip Deniz Baykal’ı Meclis Başkanı seçtirseydik bizi alkışlayacaklar mıydı?

- Hepsi bir yana... Üç gün sonra CHP, AKP ile bir koalisyon hükümetinde yer alırsa, Haluk Koç bugün tükürdüğünü o gün yalar mı, merak ediyorum doğrusu.

Bahçeli hep ‘Hayır’cı mı?

MHP Lideri’nin danışmanına, o herkesin sorduğu soruyu yönelttim: “Devlet Bahçeli hep ‘olmazlar’ı mı söylüyor? Hep ‘Hayır’cı mı?”

Özkan, “MHP’nin olmazları var elbette” dedi. “Bütün partilerin olmazları olduğu gibi” diye ekledi ve devam etti:

- Biz ‘olmazlarımız’ gibi, ‘olurlarımız’ın da neler olduğunu seçim meydanlarında anlattık. Eğer bu sürecin sonunda hükümetin içinde yer alırsak, olmazlarımız ve olurlarımızı nasıl hayata geçireceğimizi de herkes görecektir.

- Şunu gözden kaçırmamak gerekiyor... CHP daha birkaç gün önce “17 - 25 Aralık mevzuu ve çözüm süreci olmazsa olmazlarımız değil” dedi. “Cumhurbaşkanı Anayasal sınırlarında kalsın yeter” dedi.

- Bizde bu tip farklılaşmalar göremezsiniz. Espriyle karışık şöyle ifade edeyim; Sayın Genel Başkanımız (Bahçeli), biliyorsunuz ki - sizin gibi - koyu bir Beşiktaşlı. Yani hep ‘siyah’ ve ‘beyaz’ları var. Grileri yok. Siyah ve beyaz, o kadar.

Yazının devamı...

AKP’de; CHP ve MHP komisyonları

Bir ‘özel haber’im var…Adalet ve Kalkınma Partisi (Ak Parti) iki özel komisyon kurdu.

Olası koalisyon komisyonları…

Komisyonlar, 10’ar üyeden oluşuyor.

Biri Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile koalisyon ihtimali üzerinde çalışıyor, diğeri Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ile.

Komisyonlar çalışmalarını tamamladığında, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve MHP Lideri Devlet Bahçeli ile görüşmelerinde çantasında yer alacak olan dosyaları da ortaya çıkmış olacak.

2 üç dönemlik, 2 bakan, 2 ‘Çelik’

Geçen hafta alınan karar ile oluşturulan iki komisyon da, parti genel merkezinde sürdürüyor mesaisini.

Partililerin tabiriyle iki ‘laboratuvar’; iki siyasi laboratuvar niteliğindeki komisyonların başında iki önemli siyasetçi bulunuyor.

İki bakan… Soyadaş iki bakan.

Ömer Çelik ve Faruk Çelik.

“AKP CHP koalisyonu mümkün mü” sorusuna yanıt arayan komisyonun başında Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik var.

Üç dönem sınırlaması sebebiyle 7 Haziran’da aday olamayan ve halihazırda milletvekili sıfatı taşımayan Çelik, ‘CHP ile koalisyon olasılığı’nı irdeliyor komisyon üyesi arkadaşlarıyla birlikte.

“MHP ile bir koalisyon yapabilir miyiz” sorusuna cevap bulmak için çalışan diğer komisyonun başında ise Ömer Çelik ile aynı durumdaki Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik var.

Her iki Çelik de siyasi tecrübelerinin yanı sıra ‘müzakereci’ kimlikleri ile tanınan isimlerden.

Aşinalık kriteri

Komisyonlarda yer alan üyelerin kimi Ak Parti’nin üç dönem kuralına takılanlardan, kimi ise halihazırda milletvekili olanlardan.

Kadrolar oluşturulurken gözetilen kriteri; sadece siyasi, ekonomik ya da sosyal başlıklardaki birikim değil, aynı zamanda koalisyon yapılma ihtimali olan iki partiye, yani ‘CHP ve MHP’ye aşina olmak’ şeklinde ifade edebilirim.

CHP’nin ideolojisine, tarzına, terminolojisine ve tabii kadrolarına nispeten daha aşina olanlar ‘CHP komisyonu’nda; MHP’yi daha yakından tanıyanlar ise ‘MHP komisyonu’nda görevlendirildi.

Seçim vaatleri masada

Ömer Çelik başkanlığındaki ‘CHP Komisyonu’, bu partinin seçim bildirgesini masaya yatırdı.

Başında Faruk Çelik’in bulunduğu ‘MHP komisyonu’ da, MHP’nin seçim beyannamesini.

Her iki komisyon da, siyasi rakip ama aynı zamanda potansiyel koalisyon ortaklarının programlarını, AKP seçim beyannamesi ile üst üste koyarak çalışıyor.

Vaatlerden hangilerinin örtüştüğünün / çakıştığının, hangilerinin çatıştığının / çeliştiğinin listesi çıkartılıyor siyasi laboratuvarlarda.

Karşılıklı olarak; olmazsa olmazlar, kırmızı çizgiler, hassasiyetler, öncelikler, vazgeçilebilecekler şeklinde ‘başlıklar listesi’ yazılıyor.

Çözüm süreci, dış politika, güvenlik politikaları, ekonomideki öncelikler, sosyal projeler…

Kim hangi konuda, ne kadar katı?

Kimin hangi başlıkta ne ölçüde esneme payı olabilir?

Bütün bunlar, ayrıntılarıyla değerlendirilip iki komisyonda ayrı ayrı raporlara dönüştürülüyor.

İlk değerlendirme yapıldı

Komisyonların yaptığı çalışmalarda ortaya çıkan ilk veriler, hafta sonu Başbakan Davutoğlu ve kabine üyelerinden bir kısmının bilgisine sunuldu.

Pazar günü yapılan toplantıda, CHP komisyonu kendi ilk tespitlerini aktardı, MHP komisyonu da kendi başlıklar listesinde ulaştığı ilk sonuçları.

Komisyonlardan bilgi alan bakanlardan biriyle konuştum dün.

“Çok faydalı bir çalışma oldu. Bazı noktalar kafamızda netleşti. Bizim buradaki temel yaklaşımımız ‘samimiyet’ ve ‘iyi niyet’. Bizim amacımız, her şeyi açık açık konuşup ülkenin çıkarlarına hangi formülle, nasıl daha iyi hizmet edebileceğimizi ortaya koymak. Muhataplarımızdan da aynı içtenliği bekliyoruz” dedi.

O bakan, çalışma hakkındaki örneklemeyi de şu şekilde yaptı:

“Mesela MHP, çözüm sürecine karşı çıkarken, ‘Milli birlik ve bütünlük’ten söz ediyor. E biz de zaten bu yola, ‘Milli birlik ve kardeşlik projesi’ başlığıyla çıkmıştık. Bu bir örnek… CHP ile de ortak noktalarımızı tespit ediyoruz. Tabii, uzlaşmanın mümkün görünmediği noktaları da. Mesela CHP’nin ekonomik vaatleri... Genel bütçe dengelerini bozmadığı sürece, uzlaşılabilecek asgari müşterekler neden olmasın?”

Bu, dediğim gibi, daha ilk değerlendirme.

Komisyonlar çalışmaya devam ediyor.

Bu arada fark etmişsinizdir, HDP üzerinde çalışacak bir komisyon kurulmamış.

Yazının devamı...

TSK tayin döneminde

Türkiye’nin güney sınırında tansiyon yüksek. Hudut çizgisinin hemen ötesinde, Suriye topraklarında IŞİD ve YPG’nin başrollerinde olduğu ‘kanlı gündem’, Ankara’nın diplomasi, güvenlik ve istihbarat alanındaki öncelikli mesaisini oluşturuyor.

Sınır bölgesindeki mevcut durumu, ‘kırmızı alarm’ ya da ‘tam teyakkuz hâli’ olarak nitelemek mümkün ama bu yeni değil.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) bölgedeki varlığına son dönemde yeni unsurlar eklenmedi.

Zaten, ilave personel sevki şu aşamada pek de mümkün değil.

Bunun nedenini birazdan izah edeceğim ama önce bölgedeki unsurlara ilişkin bazı rakamları aktarayım.

***

Halihazırda 317 karakolun faaliyet gösterdiği 2 bin 949 kilometrelik Suriye sınır hattında, 54 bin asker görev yapıyor. Bu rakam, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın (KKK) toplam personelinin yüzde 15’ine tekabül ediyor.

KKK’nın envanterinde bulunan Taktik Tekerlekli Zırhlı Araçların yüzde 65’i bölgede görevli. Toplam 453 zırhlı araç...

Envanterdeki İnsansız Hava Araçları’nın (İHA) yüzde 90’ı da yine sınır bölgesinde. İHA’lar, 24 saat esasına göre sınır hattını tarıyor.

ABD’nin İHA’ları, yani Predatörler de aynı bölgede havada. İncirlik’te konuşlu o predatörlerin çoğu artık ‘silahlı’ hâle getirildi ve artık havadan taarruz edebiliyorlar.

***

Gelelim yukarıda bahsettiğim ‘personel’ konusuna.

TSK’da şu anda ‘tayin dönemi’ devam ediyor.

Tayinler bu sene 9 Haziran’da açıklandı.

Önceki yıllarda Mayıs ayı ortasında belli olan tayinler, 2015’te genel seçim sebebiyle ertelendi ve geç açıklandı.

Batıdaki birliklerden doğuya gidecek olan personel, 15 - 16 Haziran itibariyle ilişik kesti. Bu askeri personel iki haftalık mehil iznini kullandı ve 30 Haziran yani bugün itibariyle doğudaki yeni birliklerine katılıyor.

Doğudan batıya gidecek olanlar ise önce yerlerine gelenler ile birlikte 15 günlük ‘oryantasyon’u tamamlayacaklar. Ardından, onlar da mehil izinlerini kullanacaklar. Yani 15 - 30 Temmuz arası...

Sonuç olarak, TSK’da herkes yeni yerindeki görevine Ağustos başında başlamış olacak.

Aynı Ağustos başında Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplanacak.

General / amiralliğe terfi edecek albaylar ile bir üst rütbeye yükselecek, rütbe bekleme süresi uzatılacak ya da emekliye sevk edilecek olan general / amiraller o toplantılarda belirlenecek.

Bu da demek oluyor ki, TSK’da taşların yerine oturması Ağustos’un üçüncü haftasını bulacak. Dolayısıyla...

Şu son dönemde çıkan, “Suriye sınırında olağan dışı birlik kaydırıldığı” ya da “Komando birliklerinin Suriye sınır hattına sevk edildiği” gibi haberlere pek itibar etmeyin derim.

Bari dürüst ol be adam!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.