Şampiy10
Magazin
Gündem

“Tayyip’in partisi”, Erdoğan’ın kongresi

En sonda yazacağımı en başta söyleyeyim...

Dün Ankara’da yapılan Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) 2’nci Olağanüstü Kongresi’ni 3 kelime ile özetlemek mümkün.

O üç kelime şunlar :

Recep Tayyip Erdoğan.

Kongre’nin Divan Başkanı, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın “AK Parti Tayyip’in partisidir ve böyle devam edecektir” sözü bile başlı başına yeterli dünkü havayı anlatmaya.

Tablo netleşti

Bugüne kadar yaşanan tartışmalar geride kaldı.

“Acaba”lar, “Öyle mi olacak, böyle mi”ler , dün itibariyle tarih oldu.

Tablo dün netleşti.

Yeni dönemin başbakanı bizzat açıkladı kürsüden yakın geleceğin gündemini...

Binali Yıldırım aynen şöyle dedi kongre konuşmasında:

“(...) Başkanlık sistemini yeni Anayasa’yı getirmeye hazır mısınız? Bugün yapmamız gereken en önemli iş, fiili durumu yasal hale getirmek. Anayasayı, bu lâf karışıklığını sona erdirmektir. Bunun yolu yeni Anayasa ve başkanlık sistemi.”

Bu kısma, bir de aynı konuşmanın şu bölümünü ekleyelim:

“(...) Recep Tayyip Erdoğan bir dava adamıdır, büyük Türkiye’nin yılmaz savunucusudur. Başımız dik gururla ben Recep Tayyip Erdoğan’ın yol arkadaşıyım dedik, bundan sonra da demeye aynen devam edeceğiz. Söz veriyoruz; sevdan sevdamız, davan davamız, yolun yolumuzdur. “

Başkanlık sistemine ‘Türk tipi’ geçiş

Yakın geçmişin tartışma ortamında ‘Türk tipi başkanlık sistemi’ de vardı malum.

Yakın gelecekte ‘başkanlık sistemi’ne geçişin detayları nasıl şekillenecek göreceğiz ama bu yola ‘Türk tipi’ bir geçiş ile çıkıldı dün.

İktidar partisinin yeni yönetiminin de, içinden çıkaracağı yeni hükümetin de öncelikli hedefi net artık.

Ve artık biliyoruz ki, Yıldırım döneminde; AK Parti MKYK’sının da, Meclis Grup Yönetimi’nin de ve nihayet Bakanlar Kurulu’nun da mesaisi ‘yeni Anayasa’ başlığında yoğunlaşacak.

Ve...

Bu sürecin sadece genel prensiplerini değil, ince ayarlarını da - kongreye gönderdiği mesajını salondaki herkesin ayakta dinlediği - Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan belirleyecek.

Aynı yeni dönemde ülke yönetimiyle ilgili her konuda olacağı gibi.

Diyafram eğitimi

Müstakbel Başbakan Binali Yıldırım’ın, kürsüde bir ses problemi yaşayabileceği, kongreden önceki akşam hazırlık ekibinin gündemindeymiş. Yani böyle kötü bir sürpriz aslında bekleniyormuş.

Aldığım bilgiye göre, Yıldırım’ın hafif bir soğuk algınlığı ve üst solunum yolu enfeksiyonu varmış. Bu sebeple de, konuşması uzadıkça sesinde bozulmalar olabileceği, sesinin kısılabileceği öngörülmüş.

Böyle bir sorun yaşaması halinde de ne yapması gerektiği, ilgililer tarafından anlatılmış önceki gece kendisine. Gırtlak kaslarına çok yüklenmeden, sesi diyaframı kullanarak çıkartması için kısa bir eğitim bile verilmiş Binali Yıldırım’a.

Konuşması sırasında sesi kısılan Yıldırım’a, desteğin selefi Ahmet Davutoğlu’nun eşi Sare Hanım’dan geldiği konuşuldu salonda. Sare Davutoğlu’nun protokol görevlileri vasıtasıyla kürsüye, eşinin de sürekli içtiği, ballı - zencefilli bitki çayı karışımından gönderdiği bilgisi yayıldı kulise.

Bir ara konuşmasını planladığından kısa kesmeye hazırlanan Binali Yıldırım işte bu destek ve bir gece önce eğitimini aldığı diyafram kullanma yöntemi sayesinde sesini kontrol edip konuşmasını tamamladı.

Yazının devamı...

Gelecek haftadan itibaren...

Binali Yıldırım’ın ismi genel başkan ve dolayısıyla başbakan adayı olarak açıklandıktan hemen sonra yaptığı konuşmaya bir fıkra ile ve gülerek başlaması, onu tanıyanlar için hiç şaşırtıcı değildi.

Bilenler bilir; espri yapmayı, gülmeyi, güldürmeyi seven bir yapısı vardır müstakbel başbakanın.

Gündemin en sıkıntılı olduğu dönemlerde bile iyimser kalmayı, espri yapmayı başarabilen bir siyasetçidir.

Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı olarak görev alanında yer alan Demiryolcular ya da PTT’cilerle ilgili anlattığı fıkra ya da anıları çok dinlemiştir yakın çevresi ve biz Ankara’da görev yapan haberciler.

***

Mesela...

Son yerel seçimlerde İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı konusunda isteksiz, gönülsüzdü aslında. Ama Tayyip Erdoğan’ın bu yöndeki tercihinden mutsuz olduğunu kimseye hissettirmemeyi başardı. Sonuçta, İzmir’de partisinin oyunu yükseltmeyi de öyle.

Belediye başkan adaylık sürecinde ‘yatırım ve hizmet odaklı’ kampanya yürütmeyi seçmesi sonuç verdi. Buna bir de bahsettiğim özelliğiyle, gülerek, güldürerek oy istemesi eklenince, İzmir’de sevilen bir siyasetçiye dönüştü. İzmirliler ile kurduğu sıcak ilişki, 1 Kasım genel seçiminde bu kentten milletvekili seçilmesiyle devam etti.

***

Binali Yıldırım’ın menzil-i maksuda ulaşmasında belirleyici olan faktörleri şöyle özetlemek mümkün:

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Ak Parti’nin kurulduğu günden beri en güvendiği üç isimden biri, hatta belki de ilk isim olması...

Bahsettiğim esprili üslubunun yanında, işini yaparken çözüm odaklı, pratik ve bir o kadar ciddi, detaycı hatta yeri geldiğinde ‘sert’ yapısı...

Her koşulda soğuk kanlılığını koruyabilmesi, kuvvetli hafızası, bürokratlarına, çalışma arkadaşlarına sahip çıkan anlayışı...

İstanbul ve Anadolu iş dünyası ile sahip olduğu iyi ilişkiler...

Ulaşılabilir olması...

***

Yeni dönemin en önemli sözcüğü ‘uyum’ olacak, bunu biliyoruz.

Müstakbel Başbakan da ilk günden altını çizdi bu gerçeğin. Hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem de alt kadrolarla uyum... Ve partide de, devlet yönetiminde de...

Gelecek hafta içinde kurulması muhtemel Yıldırım Hükümeti’nin ilk 100 gününde ekonomide yatırım ve istihdama yönelik yoğun bir hareketlilik bekleniyor şimdi.

Yeni otoyol projeleri mesela...

Yeni hızlı tren hatları projeleri...

İnşaat ve alt yapı sektörüne ekstra bir ivme kazandıracak bir dönem var önümüzde.

Tabii yan sektörler ile birlikte ekonominin geneline olumlu yansıyacak bir dönem...

***

Bugüne kadarki görev alanını ‘mikro’ olarak adlandırırsak, şimdi ‘makro’nun yönetimine geliyor Binali Yıldırım.

Zorlukları tabii ki var. Ama avantajları da...

O ‘makro’nun en önemli parçası diplomasi gündemi ve bağlantılı olarak terör belası, iç güvenlik...

İlk konuşmasının sonundaki kararlı mesaj, hemen ardından, o kürsüden inip doğrudan gittiği adres, Yıldırım’ın bu noktadaki farkındalık ve kararlılığının somut göstergesiydi.

***

Son söz olarak şunu söylemeliyim... Yazın bir kenara...

Yeni hükümetin göreve başlamasının ardından, çok kısa bir süre içinde Ankara’da kritik koltuklarda nöbet değişimlerinin yaşanması sürpriz olmayacaktır.

Özellikle de güvenlik ve istihbarat alanlarında...

Yazının devamı...

Beşiktaşlı bir okurdan mektup var...

Pek adetim değil aslında, gelen bir okur mesajını olduğu gibi aktarmak.

Nadiren çıkıyor zira bunu *ak eden okur postası.

Dün yazdığım “Semt, biz ve misafirlerimiz” başlıklı yazı ( *ttp://www.gazetevatan.com/murat-celik-946212-yazar-yazisi-semt-biz-ve-misafirlerimiz-/ ) üzerine gelen elektronik postalardan birini aktaracağım şimdi size.

Alican Arıcan isimli genç bir VATAN okurunun yazdıklarını...

***

“18 Mayıs tari*li yazınız *akkında...

Murat abi selamlar,

Seninle *iç tanışmadık fakat senin iyi bir Beşiktaşlı olduğunu biliyorum.

Umarım yanlış *atırlamıyorumdur, da*a evvel Beşiktaş yönetimlerindeyer aldığını da *atırlar gibiyim.Yazına değinmeden evvel Beşiktaş için *arcadığın emekler adına teşekkür ederim.

Ben Alican Arıcan, 27 yaşında, ekmeğini reklam yazarlığından kazanan genç bir kardeşinim. (‘Kardeşin’ kısmını uygun görürsen :) )

Beşiktaş şampiyon olduğu günden bu yana ve *atta üyelik giriş aidatının 5 bin TL seviyesine çekildiği günden yana çok sevdiğim kulübümüzle alakalı düşüncelerim sarsılmaya başladı. Fikret Orman isminin kavgayla anılmasından ciddi ra*atsızlık duydum. Kulübe üye olmanın giriş bedeli 5 bin TL midir? Orada da kafam çok karıştı.

Benim, babamdan gördüğüm, arkadaş ortamlarında işittiğim, sokakta, İnönü’de tadına doyamadığım Beşiktaş ru*u sanki bu değildi.

Beşiktaş’ın ‘tepeden bakan’, ‘insanları cüzdanlarına göre ayıran’ bir yapı olmadığını düşünüyorum. Elbette kulübe üye olmanın bir bedeli olmalı, elbette insanlara Kartal Yuvası’ndan alışveriş yapmanın anlamı ifade edilmeli, elbette taraftarlığın kulübe madden ve manen zarar vermek olmadığından ba*sedilmeli. Peki Fikret Orman’ın ve başka yöneticilerin isimleri ‘kavga’ ile anılmalı mı? Bilemiyorum ve bundan çok ra*atsızlık duyuyorum.

Beni mutlu eden ya da üzen Beşiktaş. İnsani tüm *issiyatlarıma dokunan Beşiktaş’ın bu olmadığını düşünüyorum.

Fikret Orman’ın evvelki ve bu yönetiminin *akkını kesinlikle yemeye çalışmıyorum. Aksine, bu kadar zorlu süreçte görevi üstlenen, stadı olmayan takımla *er sene şampiyonluğa oynayan bir kadro yaratan yönetim elbette başarılıdır. Borçları kapatmak için gecesini gündüzüne katan yönetim elbette başarılıdır. Ama birden artan fiyatlar, agresif tavırlar bence bu ru*a yakışmıyor.

Ben Beşiktaş’ın da*a naif bir yönetim şekli ile idare edilmesi gerektiğine inanıyorum. Ba*settiğim naiflik Süleyman Seba naifliğidir. Ba*settiğim naifliğin kesinlikle bir köşeye sinmişlikle ilgisi yoktur.

Rakibinin acısına acı katmamak için adabıyla sevinen Beşiktaş bilincinden, ‘Kadıköy’den duyulmuyor’ anonsu yapılan Beşiktaş bilincine geçmek *iç *oş değil. Bunlar, bu agresif tavırlar bize, armamıza, renklerimizin *ikayesine *iç ama *iç yakışmıyor.

Beşiktaş, gelişen şartların kurbanı olmamalıdır. Beşiktaş ‘*akiki’ bir semt takımıdır ve milyonlarca insan, ‘taraftar sayısına’, ‘müzedeki kupa sayısına’ bakmaksızın Beşiktaş’ı böyle sevmiştir.

Düşüncelerimin ne kadarına katılırsınız bilemem ama Şenol Güneş ile yakalanan uyumun bu tavırlar sebebiyle yok edilmesini istemiyorum. Beşiktaş elbette sadece futbol takımından ibaret bir kulüp değil. Amatör branşları olan, amatör branşlarında yüzlerce sporcu barındıran bir kulüp.

Bugünkü yazınızı bu anlamda değerlendirdim ve çok güzel bir yazı olduğunu düşündüm. Şimdi, şampiyonluk sebebiyle ‘beyaz’ günler yaşıyoruz ve semte, stadyum çevresine *areketlilik *akim. Yarın kara günler elbette gelecektir. Mu*akkak başarısız da olacağımız zamanlar yaşanacaktır. *ayat bu, spor bu.

O kara günler geldiğinde, insanların kalpleri kırılmasın, Beşiktaş üzülmesin isterim.

Bu maili de size bu sebep ile yazdım.

İyi çalışmalar dilerim.

Saygı&Sevgi

Alican

* * *

NOT: E-mail yoluyla gelen bu mektuba cevap yazıp teşekkür ettim dün. Bir de iznini istedim Alican Arıcan’ın, yazdıklarını, ismini de vererek yayınlamak için. *iç tereddütsüz gelen “Tabii ki” yanıtı üzerine de sizlere aktardım.

NOT 2: Metin birkaç açıdan ayrışıyor diğer okur mektuplarından. Üslup, ifade zenginliği, yazım kurallarına riayet ve ni*ayetinde özen. Virgülüne dokunmadan, yorumsuz aktardım o yüzden...

NOT 3: “Kardeşin” kısmı başım üstüne Alican kardeşim...

Yazının devamı...

Semt, biz ve misafirlerimiz...

Maç günlerinin ritüeli vardır semtte...

Köyiçi, ‘canımın içi’ olur maç önceleri.

Beşiktaş Çarşısı’nın içinde, Balıkpazarı’nı çevreleyen sokaklarda yenir, içilir, tezahüratlar eşliğinde meşk edilir.

Müdavimler aşinadır birbirine...

**

Yıllar içinde, merkez aynı kalsa da çember genişledi...

Barbaros Bulvarı ile Akaretler arasındaki bölgenin tümüne yayıldı genç - yaşlı, çoluk - çocuk Beşiktaşlılar.

Abbasağa’dan Şairler’e, iskeleden neredeyse Nişantaşı’na; dolup taşar oldu semt maç günleri.

Hele ‘İnönü’süz’ geçen yılların yarattığı özlem ile şampiyonluğa geri sayım birleşince, şu son üç maçın öncesinde ‘bambaşka’ bir hâl aldı bizim oralar.

Yeni stadın açılış günü de öyleydi, geçen Pazar, şampiyonluk maçından önce de...

**

Gördüğüm şu oldu:

Beşiktaş, semt, Çarşı; artık bir turizm destinasyonuna ve dolayısıyla bir metaya dönüşmüş durumda.

Şöyle cümleler duydum mesela Köyiçi’nde kalabalığı yararak yürümeye çalışırken:

- Bak burası da o meşhur mekan işte, görüyor musun? Hani internette görmüştük ya...

- Şu aradan çıkınca Akaretler’e gidiliyormuş. Şairler Parkı da, oradan sağa yukarı çıkıncaymış.

**

Maç bileti olmayan, hatta futbolla fazla ilgilenmeyen binlerce insan, sırf o atmosferi görmeye geliyor artık Beşiktaş’a.

Üstelik sadece İstanbul içinden de değil. Türkiye’nin birçok yerinden ‘maç günü semt’ gerçeğini yerinde yaşamaya gelenler var.

Kente gelen yabancı turistler de belli ki ‘İstanbul’da görülmesi gereken yerler listesi’ne almış ‘Beşiktaş Çarşı’sını.

Hepsinin elinde fotoğraf makineleri, video kameralar, cep telefonları... Herkes kayıtta...

**

Beşiktaş futbol takımının başarılı bir sezon geçirmesi, yeni stadın açılmasıyla birlikte çeşitlenen PR (halkla ilişkiler) faaliyetleri, Çarşı’nın bir taraftar grubu olmanın ötesinde, sosyal sorumluluk kaygısı taşıyan bir sivil toplum kuruluşu olarak algılanması...

Tüm bunların birleşmesi, Siyah - Beyaz camianın popülaritesinin artması, semtin de turistik bir cazibe merkezine dönüşmesi sonucunu doğurdu.

**

Doğrusu biz biraz tutucuyuzdur. Ve sadece fanatik değil aynı zamanda romantik...

Misafirperverizdir elbette. Kapımız da, gönlümüz de açıktır herkese.

Ama dürüstçe; yaşam alanımızın fazla renklenmesinden pek hoşlandığımız söylenemez.

Seslendirmesek de, içten içe böyle hissederiz çoğumuz. Biz bize olmayı daha bir severiz açıkçası.

Daha doğrusu şöyle... Sadece iyi günde, yani sadece pırıltılı başarılara şahitlik etmeye gelenlere ya da turistik ziyarette bulunanlara pek alışık değildir bünyemiz.

Şampiyonluk coşkumuzu, mutluluğumuzu paylaşmaya gelenleri güzel anılarla uğurlasak da, işin bir de bu yanı var işte.

**

Tekrar ediyorum...

Tabii ki buyurun gelin. Başımızın üstünde yeriniz var.

Ayrıca semt esnafı da ziyadesiyle memnun, doğan turizm ekonomisinden.

Lâkin bir isteğimiz var...

Küçük, naif bir beklenti diyelim...

Geldiğiniz semtin ‘nevi şahsına münhasır’ yapısını iyi gözlemleyin lütfen.

Beşiktaşlılığın; sadece bir takım ya da futbol sevdası değil, özünde bir yaşam biçimi olduğunu görecek gözle bakın lütfen çevrenize.

Ve asıl... Böyle güneşli günlerin dışında, semtin üzerine kara bulutların çöktüğü zamanlarda yine gelin lütfen.

Sadece ‘beyaz’ımızı değil, ‘siyah’ımızı da görün.

Bir de o günlerde görün, ‘sevinmek için sevmeyenler’in yuvasını.

Görecekleriniz aslında hayatın her alanına yansıtabileceğiniz örneklerdir, unutmayın. Biz hep oradayız, aynı yerde...

Adresi biliyorsunuz, her zaman bekleriz.

Yazının devamı...

Helikopteri düşüren o füze mi?

İstanbul Boğazı’ndan geçen Rus gemisinde bir askerin omuzunda görülen füzenin, PKK’nın askeri helikopteri düşürdük dediği görüntülerdeki füzenin aynısı. Ayrıca o geminin güvertesindeki Rus askerinin elindeki füze, 13 Mayıs’ta Çığlı’da helikopterimizi düşüren SA-18’in aynısıydı

“Biz bu füzeyi daha önce bir başka yerde daha görmüştük. Şimdi ortaya çıkan durum üzerine önümüzde duran soru şu:

Bu; PKK’ya doğrudan bir desteğin göstergesi mi yoksa Türkiye’ye asimetrik bir kumpas mı kuruluyor?”

Bu sözlerin sahibi Abdullah Ağar ... Emekli Özel Kuvvetler subayı, güvenlik uzmanı Abdullah Ağar.

Dün telefonla görüştüğümüz Emekli Bordo Bereli Ağar, Hakkari’deydi.

Geçen Cuma (13 Mayıs 2016) sabah 05.50’de Çukurca İlçesi kırsalında düşen helikopter olayıyla ilgili dikkat çekici analiz ve tespitleri var Abdullah Ağar’ın.

Helikopter olayı...

Terör ve güvenlik uzmanı Abdullah Ağar anlatıyor:

- Çığlı’nın yaklaşık bir kilometre batısındaki 2 bin 136 rakımlı tepede yaşanan çatışmaya müdahale için, en yakın hava üs bölgesi Hakkari - Otluca’dan kalkan Kobralar görevlendirildi. Çatışma bölgesine ikili kol halinde yaklaşan Kobralardan, kolun ikinci helikopteri (AH-1W tipi Kobra) kırıma uğradı. Bu kırımda, biri pilot diğeri silahçı, iki ‘kara pilot’ üsteğmen şehit oldu.

- Helikopterin düşmesine; ‘PKK’lı teröristlerin attığı güdümlü bir uçaksavar füzesi’nin sebep olma ihtimali yüksek görünüyor. Örgütün yayınladığı görüntülerin de desteklediği bu olasılık aslında şaşırtıcı değil. Bu, eldeki bilgiler doğrultusunda öngörülen, beklenen bir gelişme maalesef.

- PKK’nın, Irak ve Suriye’de IŞİD ile mücadele maske ve mazereti altında, çok gelişmiş silah sistemlerini ele geçirdiği ya da bunlara sahip olmasına izin verildiği veya bu silahların terör örgütüne kendisini himaye eden, koruyup kollayan ülkeler / güçler tarafından bizzat verildiği biliniyor. Ve bunların içinde, güdümlü tanksavar ve uçaksavar füze sistemlerinin olduğu da biliniyor.

- Ayrıca terör örgütünün geçmiş yıllarda kendisine kısıtlı sayıda verilen ‘SA-7 Grail’ gibi güdümlü uçaksavar füze sistemleriyle helikopterlerimizi hedef aldığı ve düşürdüğü de bilinen bir gerçek. PKK, son dönemdeki yeni konsepti dahilinde ise helikopterlerimize uçaksavar füzeleriyle ‘kilit atıyor’. Oluşan bu güdümlü füze ve Doçka uçaksavar atış risklerini en aza indirmek isteyen Türk kara havacılık unsurları, taktik uçuşlarını uzun süredir gece karanlığında yapıyor. Sadece, Çığlı olayında olduğu gibi taktir zorunluluk gerektiren durumlarda gündüz sortileri yapılıyor.

- PKK, helikopteri kendisinin düşürdüğünü iddia etmekte ve internet üzerinden görüntüler paylaşıyor. Bu görüntülerde, PKK’lı bir teröristin ‘Rus menşeili’ SA serisi (SA-7 Grail / Strela - 2, SA-18 ya da SA-24) bir uçaksavar güdümlü füzesiyle bir Kobra’yı düşürdüğü görülüyor.

O füze tanıdık...

- SA-18 yeni nesil bir füze sistemi. SA-16’ların yerini aldı. IR yani ısı güdümlü bir sistem. Halihazırda Rus ordusunun envanterinde yer alıyor. Görüntüde, bir terörist sayıyor ve füze 12 saniyelik bir sürenin sonunda ateşleniyor. Dikkat edilirse Kobra da paterne girmiş. Yani hedefindeki teröristlere karşı atış pozisyonu alırken yaşanıyor olay.

- Şu sorulara bulunacak yanıtlar önemli... PKK neden SA-7 vb bir silah değil de SA-18 kullandı? Bunu nereden buldu? Kullanmasına izin ve destek veren kim? SA-18’in bu Whiskey Kobra’ya karşı etkili olacağını nereden biliyordu? Görüntülerden AH-1W Kobra’nın ‘flare’ (ısı güdümlü füzeyi şaşırtmak üzere yüksek ısı kaynağı parçacıklar) atacak vakit bile bulamadığı anlaşılıyor. Ayrıca bu Kobralara takılan yan egzoz (IRRSS) sisteminin de işe yaramadığı görülüyor.

- Biz bu füzeyi daha önce bir başka yerde daha görmüştük. 6 Aralık 2015 tarihinde, İstanbul boğaz geçişi sırasında 158 küpeşte numaralı Rus savaş gemisi Caesar Kunikov’un üzerinde ! O geminin güvertesindeki Rus askerinin elindeki füze, 13 Mayıs’ta Çığlı’da helikopterimizi düşüren SA-18’in aynısıydı.

Kaza kırım raporu bekleniyor

Emekli Bordo Bereli Abdullah Ağar işte bunları söylüyor, bu değerlendirmeleri yapıyor. Diğer yandan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde olayla ilgili teknik çalışma da sürüyor. Helikopterin düşüşünün hemen ardından oluşturulan kaza kırım ekibinin raporunu tamamlamak üzere olduğu bilgisini aldım. Kaza kırım raporunun birkaç gün içinde açıklanması muhtemel.

Olayın nasıl meydana geldiği, helikopterin kırım nedeni ve eğer bir füzeye hedef olduysa, bu tehdidi bertaraf etmek üzere taşıdığı sistemlerin devreye girip girmediği gibi noktalar, o kaza kırım raporunun oluşmasıyla netleşecek.

Kritik soru...

- Rus gemisinin o füzeyi göstermiş olması bir mesaj taşıyor doğru ama burada Türkiye’nin cevabını bulması gereken soru şu: Bu durum PKK’ya doğrudan bir desteğin göstergesi mi yoksa Ruslar’ın bu şovunu gören, mesela yabancı bir istihbarat örgütü aynı füzeyi PKK’ya verip bu tabloyu ortaya çıkartmış olabilir mi? Yani acaba asimetrik bir kumpas mı kuruluyor Türkiye’ye?

- Bu noktada stratejik aklın devreye girmesi gerekiyor. Sadece füzenin menşeine takılmamak gerekiyor. Bu sistemi PKK’ya kim yolladı, kim kullandırttı, kim izin verdi?

Yazının devamı...

‘AB çadır eylemini terör olarak görmüyor’

Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu Başkanı Hansjörg Haber, Türkiye ziyareti kapsamında Ankara’da gazetelerin Ankara temsilcileriyle bir araya geldi. Vize meselesinin doğrudan göçmen meselesiyle bağlantılı olmadığını söyleyen Haber’in mesajlarından satırbaşları şöyle:

- Vize muafiyeti 2017’de planlanıyordu. Geri Kabul Anlaşması (GKA) için de 6 aylık bir deneme süreci öngörülmüştü. Ancak 30 Haziran’a çekilince geri kabul anlaşmasında taviz verildi. Deneme süreci 6 aydan bir aya çekildi.

- Türkiye ile AB arasında aslında şöyle bir fark var. Türkiye vize muafiyetinin ne zaman yürürlüğe gireceğine yoğunlaştı. Biz ise yerine getirilmesi gereken kriterlere vurgu yaptık. 2013’te başlayan görüşmelerde de kriterlerde değişiklik yapılamayacağı belirtilmiştir. Kriterler değişmez.

‘Terör konusunda yorumunuz geniş’

- Terör konusunda Türk makamlarının yorumu çok geniş. Örneğin Türkiye’de terörden suçlanan bir kişinin eylemi AB’de ifade özgürlüğü sınırları içinde değerlendirilebilinir. Bu kişi de vize serbestisinden yararlanarak Avrupa’ya gelebilir, sığınma başvurusunda bulunabilinir ve büyük bir olasılıkla da kabul edilir. Bu tabii ki üye devletlerin kaygılarından sadece bir tanesi.

Terörün tanımı konusunda somut uluslararası bir mutabakat yok. Ama Türkiye’nin tanımı son derece geniş. Bu sorunu biz terör eylemini tanımlama yoluyla çözmeye çalıştık.

- PKK, AB’nin terör listesinde. PKK’ya karşı Türkiye ile AB işbirliği yapıyor. Elbette bu konuda bazı iyileştirmeler yapılabilir. Ancak Brüksel’de çadır kurulmasını terör eylemi olarak değerlendirilmiyor. İşte tam da bu noktada ayrışıyoruz. İfade özgürlüğünü fiziksel olarak terör eylemi sayamayız. Londra’da bir kişi otoparkta IŞİD bayrağı gördüğü için güvenlik güçlerine başvuruda bulundu ve bu kişiye, ‘hemen bu bayrağın kaldırılacağını beklemeyin’ denildi. Evet PKK ve IŞİD terör örgütleridir. Ancak AB’de ifade özgürlüğü vardır.

‘Haziran sonuna kadar vakit var’

18 Mart’ta yapılan anlaşmayla bir zaman baskısı oluştu. Türk meslektaşlarıma bu kriterlerin büyük bir kısmını yerine getirmeyi başarmalarından dolayı duyduğum saygıyı dile getirmem gerek. Bu durum sıklıkla kullanılan bir deyimi de terse çevirdi: “Türk gibi başlamak, Alman gibi bitirmek”, “Alman gibi başlamak, Türk gibi bitirmek”e dönüştü bu olayda. Ama artık bu durumdan yakınmanın bir anlamı yok. Şimdi yol haritasını tamamlamak durumundayız. Bunları tamamlamak için haziran sonuna kadar vaktimiz var.

Yazının devamı...

Belediyelerde terör önlemi: Başkan atama

AK Parti’nin belediyelerle ilgili yeni düzenlemesi yolda: “Teröre destekten görevden alınan belediye başkanının yerine İçişleri Bakanlığı atama yapacak”

Ak Parti’nin yerel yönetimlerden sorumlu genel başkan yardımcısı Mehmet Özhaseki, Doğu ve Güneydoğu’ya yaptığı inceleme gezileriyle bölgedeki belediyelerde yaşanan aksaklıkların giderilmesini amaçlayan düzenlemede son aşamaya gelindiğini açıkladı.

Özhaseki, Ak Parti’de yaşanan gelişmeler nedeniyle düzenleme tasarısının yeni başbakan belli olduktan sonra TBMM’ye gönderileceğini ifade etti. Medya kuruluşlarının Ankara temsilcileriyle sabah kahvaltısında bir araya gelen Özhaseki, yeni düzenlemeyle ilgili özetle şu bilgileri verdi:

‘Maaşı örgüt alıyor’

“Eğer, teröre destek veriliyorsa hiçbir demokratik kural işlemez. Vatandaş belediyeye oy verirken ‘çukur kazın’ diye oy vermiyor. Yerel yönetimler teröre destek veriyorsa halkın yapacağı bir şey yok. Bölgedeki halkın iradesi yok. Konulan belediye başkanı örgüte karşı sorumlu oluyor. Kafalarda hizmet yok, ideolojik davranılıyor. Belediyelerde personel giderlerinin belediye bütçesinin yüzde 30’nu geçemeyeceği durumu var. Belediyeler taşeronluk hizmeti alıyor. Yüksek maaş veriliyor, ancak örgüt parayı elinden alıyor.”

“Bu konuda iki düzenleme yapılması öngörülüyor. Birincisi, hizmemtin aksatılmaması durumu. Belediyenin hizmeti aksatması halinde, valiler daire müdürlerinden veya yerleşim yerinin ileri gelenlerinden bir komisyon kuracak. Bu komisyon, aksayan hizmeti tespit edecek ve hizmetin sağlanması için “doğrudan temin” yöntemiyle hizmetin giderilmesini sağlayacak. Faturayı alacak, İLler Bankası’na gönderecek ve parayı tahsil edecek.”

Meclis feshedilecek

“Eğer terör durumu varsa, görevden alınan belediye başkanının yerine seçme ve seçilme hakkına sahip bir kişi dışarıdan atanabilecek. Bu atamayı ilçelerde valiler, iller ve büyükşehirlerde İçişleri Bakanlığı yapacak. Atanan kişi, belediye meclisini feshetme yetkisine sahip oalacak ve meclis fesih edilebilecek. Yeni yerel seçimlere kadar böyle devam edilecek.”

Yazının devamı...

Erdoğan’ın o sözleri ve kritik yakın tehdit

“Türkiye’yi DAEŞ’e yardım eden ülke olarak göstermek gibi alç aklığa gidenler olmuştur. Bizim şu anda DAEŞ ile yaptığımız mücadeleyi hiç bir ülke yapmıyor. DAEŞ’e verdiğimiz kayıpları hiç bir ülke vermedi. Biz bu kayıpları verirken, DAEŞ’e de ciddi kayıplar verdirdik. Şu anda sadece Suriye ve Irak’ta DAEŞ’e verdirdiğimiz kayıp 3 bine ulaşmıştır. Bu mücadeleyi veren bir ülke DAEŞ’e nasıl destek veriyor? Böyle bir anlayış olabilir mi?”

Bu cümleler, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ait.

***

Erdoğan dün 10’uncu Balkan Ülkeleri Genelkurmay Başkanları Konferansı’nda konuştu. Konuşmasının en kritik bölümü ise yukarıda aktardığım kısmın devamında gelen şu cümlelerdi: “Biz DAEŞ’in elindeki silahların hangi ülkelere ait olduğunu gayet iyi biliyoruz. Birç ok dostlarımıza ‘uç akları indirmeyin, yanlış yapıyorsunuz’ dediğimizde ‘şurası düşüyor indirmek zorundayız’ diyenlerin maalesef gönderdikleri yardımın yarısı DAEŞ’e, yarısı terör örgütü PYD’ye gitmiştir. Bu sorunu Suriye halkının meşru talepleri temelinde çözmeden ne bölgeye, ne diğer coğrafyalara huzur gelir. Biz başta kendi vatandaşlarımızın güvenliği için sınırımız öte tarafını terör örgütlerinin sığınağı olmaktan çıkaracak adımları atmakta kararlıyız.”

***

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu sözleri ile hangi ülkeleri kastettiği açık.

“Kobani düşüyor, dolayısıyla biz bu silahları oraya havadan indireceğiz” diyen ‘Başkan’ malum mesela.

Sadece o süper güç de değil... NATO üyesi başka ülkeler de var listede.

Ve tabii NATO üyesi olmayan ikinci dev de...

***

Ama işin daha ‘hayati’ kısmı, menşeinden öte o silahların nitelikleri...

“Gönderilen silahların bir kısmı DAEŞ’e, bir kısmı da PYD’ye gitti” diyor Erdoğan.

Dikkatten kaçmaması gereken, bahsedilenlerin öyle sıradan silahlar, yani tabanca, tüfek, el bombası vs olmaması...

Cumhurbaşkanı’nın üstü kapalı olarak vurguladığı bu noktada söz konusu olanlar, uzun menzilli ağır silahlar. Yani çok uzaktan - ve omuzdan değil rampalardan - fırlatılan roket ve füze sistemleri.

DAEŞ’in başta Kilis olmak üzere, sınır hattındaki Türkiye topraklarına attığı roket / füzeler de bunlardan işte.

***

Mesele DAEŞ ile de bitmiyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan açık açık şunu söylüyor aslında: “Aynı füze sistemleri PYD’nin elinde de var.”

PYD demek PKK demek olduğuna göre...

Ve tarih itibariyle, PKK’nın kırsal alandaki eylemlerini yoğunlaştırmaya başlayacağı bilindiğine göre...

Haydi daha açık söyleyeyim...

Ankara’nın elinde, PKK’nın çok yakında kırsalda saldırılara başlayacağı ve bu dönemde geçen yıllardakinden farklı şekilde, ağırlıklı olarak uzun menzilli roket ve füzeleri kullanacağı yönünde çok ciddi istihbarat bilgileri var.

***

Karadan karaya ya da karadan havaya atılabilen bu füzeler, koordinat girilerek de yönlendirilebiliyor, ısıya güdümlü olarak da ulaşabiliyor hedefe.

Hava araçları, tanklar ya da sabit üs bölgeleri için büyük tehdit oluşturan bu silahlar genel olarak uçaksavar ve tanksavar sistemler olarak adlandırılıyor.

Başika’daki Türk tanklarına yönelik son saldırıda kullanılan Katyuşa füzeleri, bahsettiğim bu sistemlerden biri mesela... Aynı yine aynı şekilde etkili menzili yüksek olan Stinger füzeleri gibi...

***

Sonuç olarak...

Bugüne kadar haberlerde duyduğunuz, “Teröristler uzun menzilli silahlarla ateş açtı” kalıbının yerini, “Teröristler güdümlü füzelerle saldırdı” cümlesinin alması gibi ciddi bir risk var önümüzde.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.