Şampiy10
Magazin
Gündem

Futbol sadece futbol değil...

EURO 2016, Avrupa Futbol Şampiyonası’nı takip ediyor musunuz bilmiyorum ama etmiyorsanız da vakit ayırın, biraz izleyin derim naçizane.

Futbolsever olmasanız da, yan gözle bir bakın ekrana. Sadece futbol, sadece maç, sadece kim kimi yenmiş, kim kazanmış, kim kaybetmiş boyutlarına değil; gelişmiş batı ülkelerinde bu iş nasıl oluyor, ne nasıl yaşanıyor, ona bir bakın...

**

Fransa’nın 10 ayrı kentinde yaşanıyor futbol coşkusu...

Kuzeyde Lille ve Lens, biraz aşağıda - ayrı bir şehir değil ama - Saint Denis ile içinde yer aldığı başkent Paris, doğuda Lyon ve Saint Etienne, batıda Bordeaux, güneyde Toulouse, güneydoğuda Marsilya ve Nice...

24 ayrı ülkenin renklerine boyanıyor Fransa...

Farklı farklı insanlar yan yana yiyor, içiyor, geziyor, dolaşıyor, eğleniyor.

Birkaç İngiliz ve Rus holigan grubunun ilk günlerdeki şiddet eylemleri dışında Fransa rengarenk günler yaşıyor.

**

Sokak ve caddelerdeki karnaval havasından geçelim tribünlere...

Oradan da, kıran kırana mücadelelerin yaşandığı yeşil çim zemine geleceğim.

Ama önce tribünler...

İzleyenler biliyor da, takip etmeyenler için söylüyorum; lütfen bir bakın o tribünlerden televizyonunuzun ekranına yansıyan görüntülere.

Gülen insanlar, eğlenen insanlar, rakip takımın taraftarıyla yan yana oturan, birbiri ile şakalaşan, atkılarını, formalarını değişen insanlar göreceksiniz o ekranda...

Maç sonunda sevinen ya da göz yaşlarıyla üzülen insanlar... İnsana dair ne varsa yani.

Futbolu bir spor, sporu da adil ve rakibe saygılı bir mücadele olarak gören; yenmek kadar yenilmenin de doğal olduğunun idrakinde farklı ülkelerden yüz binlerce insan.

**

Maçları, Fransız televizyonu yayınlıyor. Onların rejisi ile izliyor yani bütün dünya...

Fransız rejisi tribün detaylarını o kadar çok ve güzel kullanıyor ki...

Heyecan, hüzün, sevinç... Her duygu yansıyor ekrana tribünlerden.

Bizde Musa Çözen’dir bu işin piri...

Dün aradım Musa Abi’yi, bu konuda lâfladık biraz.

“Evet, Fransız rejisi tribünle çok oynuyor. İyi de oynuyor. Gerçi baktım, ilk maçlarda biraz zorlandılar. Tabii bu teknolojik donanımda, çok fazla kamera var ve onlar da hepsini kullanmaya çalıştılar. Öyle olunca da teknik manada aksaklıklar yaşadılar ama şimdi oturdu” dedi ve devam etti:

“Dünyanın en iyi malzemesi insandır zaten kardeşim. İnsanla oynayan kazanır. Zamanında bizi eleştirenler oldu ama sonra görüldü neyin ne olduğu. Futbol ve spor insanla var.”

**

Ve sahanın içi...

Yine izleyenlerin bildiği, takip etmeyenlerin de görmesinde fayda olan en önemli nokta çimlerin üstünde sergilenen centilmenlik. Sportmenlik...

Birkaç istisna dışında rakibine kastî sertlik gösteren oyuncu yok.

Rakibine tüküren, küfreden, hakeme sürekli ve şiddetli itiraz eden, tribünleri tahrik eden oyuncu yok. Kenar yönetimler yani teknik kadrolar için de geçerli bu bahsettiklerim.

Sahadaki bu hava tribünlerdeki ile bütünleşince, futbol tadından yenmiyor.

Bizdeki gibi yorucu, yıpratıcı, kırıcı, can yakıcı olmayınca ne güzel oyun şu futbol bir bilseniz...

Başka birçok alanda olduğu gibi futbol, spor da bir kültür meselesi.

Yazının devamı...

Orlando-İstanbul hattı

Terör örgütü DAEŞ, ABD’nin Florida Eyaleti’nin Orlando kentindeki bir barı hedef aldı. Tek bir terörist, ABD tarihinin, bilançosu en ağır silahlı saldırısı niteliğindeki bu terör eyleminde 49 kişiyi öldürdü, 53 insanı da yaraladı.

İnsan...

Bir terör eyleminde yaşamını yitirenlerin; tabiiyeti, ırkı, dini, rengi, inancı, ideolojisi ya da cinsel tercihine göre değerlendirilmesi sağlıklı bir bakış açısı, insanî bir yaklaşım olabilir mi?

Ankara Garı’nın önünde ya da Sultanahmet’te yitip giden hayatlara böyle mi baktık?

Vezneciler’de, Merasim Sokak ya da Kızılay’da terörün aldığı canlara inançlarına, tercihlerine, uyruk ya da tenlerinin rengine göre mi üzüldük? Orlando katliamının bir ‘eşcinsel barı’nda yaşanması neyi değiştirir?

Ölen 49 kişinin cinsel tercihleri, konuya bakışta belirleyici faktör olabilir mi?

***

Nitekim, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Orlando katliamı üzerine ABD Başkanı Barack Obama’ya önce taziye telgrafı çekti. Erdoğan, önceki gün de Obama’yı telefonla aradı ve başsağlığı diledi.

Olması gereken işte budur. Terörün dini, ırkı, milliyeti, inancı yoktur. Terör terördür ve nereden geldiği gibi kimi hedef aldığına göre de değerlendirilemez. Bu kadar net.

***

O günden beri takip ettiğim kadarıyla, Orlando’daki terör eylemi, dünya genelindeki LGBTİ’ler üzerinde tam bir şok etkisi yarattı. Aynı zamanda çok ciddi bir endişe, hatta korkuya yol açtı. Elbette Türkiye’dekilerde de...

(Bu arada, LGBTİ kısaltması; Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans ve İnterseks sözcüklerinin baş harflerinden oluşuyor.)

Zamanlama da önemli...

İstanbul’daki LGBTİ Onur Haftası yarın başlıyor... Geleneksel etkinlikler, 26 Haziran’daki Onur Yürüyüşü ile son bulacak.

(Küçük bir hatırlatma; LGBTİ’lerin dünya genelinde kendilerini ifade etmek için sokaklara çıktığı bu etkinliklerin Türkiye ayağı bu sene Ramazan Ayı’na denk geldi.)

O yürüyüşü, nefret söylemi içeren ifadelerle hedef alan bazı grupların yaptığı açıklamalar ortada... Sırf tercihleri sizden farklı diye insanları hedef alan (ve tabii hedef gösteren), şiddet potansiyeli içeren tehditkâr tavırlar...

Birileri bunu kendine hak görüyor, bazıları da onlara hak veriyor olabilir ama dikkatten kaçmaması gereken nokta şu: Farklı düşüncelere karşı çıkmak, farklı yaşam tarzlarını eleştirmek haktır.

Farklı gördüklerini tehdit etmek, onlara müdahale etmek, şiddet uygulamak ise suç.

***

Dönelim, İstanbul’daki LGBTİ yürüyüşünü engellemeyi kendine vazife edinenlere... Şarkılarını dinlediğiniz Ricky Martin, George Michael, Freddie Mercury ve Elton John’un da eşcinsel olduğunu biliyorsunuzdur herhalde. Filmlerini izlediğiniz Ruck Hudson, Jodie Foster’ın da öyle. Veya elinizdeki IPhone’u üreten Apple’ın CEO’su Tim Cook’un örneğin.

Ya da imzasını taşıyan gözlüklere binlerce lira verdiğiniz Tom Ford’un.

***

Şu noktanın altını çizmeliyim:

Eşcinselliği övmek gibi bir niyetim yok. Bu tercihi örnek gösteriyor da değilim...

Söylemeye çalıştığım sadece şu...

Bu insanların bizlerden, yani heteroseksüel çoğunluktan tek farkı cinsel tercihleri.

LGBTİ’lerin de günlük yaşamdaki artıları ve eksileriyle değerlendirilmesi gerektiğinden söz ediyorum. Hepimiz gibi, herkes gibi...

Bir heteroseksüele ne için kızıyor ya da onu hangi kriterler ile takdir ediyorsak öyle yani...

Sadece ‘insan’ olarak...

***

Ve son söz... Velev ki yukarıdaki yabancı ünlülerin sizin dünyanızda yeri yok. Diyelim ki o isimler size bir şey ifade etmiyor. Olabilir.

Pekiyi, Zeki Müren ve Bülent Ersoy’un da mı hatırı yok?

Yazının devamı...

Parasını biz verdik!

‘Evet, onları siz ülkenizde barındırıyorsunuz ama parasını biz ödüyoruz. 3 milyar Euro verdik Türkiye’ye.”

Bu cümle Hollandalı bir şoföre ait. Bu ülkede kiraladığım aracın özel şoförüne...

**

Tarih 9 Haziran 2016. Yani geçen Perşembe...

Avrupa Birliği Bakanı Ömer Çelik’in Hollanda temaslarını izlemek üzere bu ülkedeyiz.

Rotterdam’da, kiraladığım aracın şoförü ile sohbet ediyoruz...

Türk olduğumu öğrenince, söz Suriyeli sığınmacılardan açılıyor.

Sıradan bir taksi şoförü değil muhatabım. Eğitimli, gündemi takip eden bir Avrupalı...

**

“Buraya da geldiler. Hollanda’da da çok Suriyeli var” diyor direksiyondaki Hollandalı.

“Çok mu?” diyorum şaşkınlığımı belli ederek... “Türkiye’deki Suriyeli sığınmacı sayısı 3 milyona dayandı” diye devam ediyorum.

Diyalog aynen şu şekilde sürüyor:

- Doğru, tabii ki sizin ülkenizdeki kadar çok değil. Ama parasını biz ödüyoruz.

- Nasıl yani? Avrupa şu ana kadar sadece birkaç yüz milyon Euro gönderdi, o kadar.

- Olur mu? Avrupa Birliği olarak 3 milyar Euro verdik Türkiye’ye.

- Kesinlikle yanlış biliyorsunuz. Birincisi; 3 milyar Euro AB’nin Türkiye’ye gönderme sözü verdiği rakam ama henüz ödenmiş değil. İkincisi; bu para zaten Türkiye’ye ödenmeyecek. Türk makamları üzerinden doğrudan Suriyelilerin ihtiyaçlarının karşılanması için aktarılacak.

- Ben, Avrupa olarak 3 milyar Euro yolladığımızı biliyorum.

- Hayır. Yanlış biliyorsunuz. Durum dediğim gibi. Türkiye’nin o insanlar için bugüne kadar harcadığı para da 10 milyar Euro civarında.

- 10 milyar mı? Türkiye o kadar zengin mi?

- Böyle bir kaynağı tamamen insani bir konuya ayırabilecek kadar güçlü ve zengin bir ülke Türkiye. Rahatsız olduğumuz nokta ise Türkiye’den çok daha zengin olan, işte mesela Hollanda gibi, Avrupa ülkelerinin, Suriye’den kaçan milyonlarca insan hakkındaki tutumu. Bakın işte siz de konuyu sadece ödenen para miktarı üzerinden değerlendiriyorsunuz.

**

Kiralık aracın - eğitimli, çok iyi derecede İngilizce konuşan, dünyayı takip eden, gündeme hakim - sürücüsü ile aramızda geçen diyalog bu işte.

AB ile Türkiye arasındaki ‘Suriyeli sığınmacılar’ gündeminin, Avrupa kamuoyuna nasıl yansıtıldığının çarpıcı bir örneği bu sohbet.

Avrupalı siyasetçilerin kendi ülkelerinde yaşayan insanlara neyi nasıl anlattıklarının somut bir göstergesi.

Ve dolayısıyla, AB ülkelerinde sokaktaki insanın zihnindeki çifte standardın nasıl oluşup şekillendiğinin.

Yazının devamı...

‘İlişkimiz sığınmacı krizinden ibaret değil’

Lahey temaslarının ardından AB’nin Türkiye ile ilişkilerini sığınmacı krizine bağlı kurmaması gerektiğini vurgulayan AB Bakanı Çelik, terörle mücadele konusunda ise “Türkiye’nin güvenliği, Avrupa’nın güvenliği” dedi

Avrupa Birliği (AB) Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik, resmi temaslarda bulunmak üzere gittiği Hollanda’da AB dönem başkanı Dışişleri Bakanı Bert Koenders ve Senato Başkanı Ankie Broekers-Knol ile bir araya geldi. Bakan Çelik, temaslarının ardından beraberindeki gazeteci heyetine açıklamalarda bulundu. Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin herhangi bir Balkan ülkesi olmadığını göz önünde bulundurması gerektiği vurgusu yapan Çelik’in açıklamalarından satır başları şöyle:

- 2015’te Sayın Cumhurbaşkanımız’ın ziyaretiyle birlikte yeni dönem açıldı, yeni dönem için göç krizi olsa da dikkat etmemiz gereken, Türkiye ile ilişkinin sadece göç meselesi ile ve bu krizin yönetilmesi ile sınırlı tutulmaması. Bu kriz aynı zamanda bir şeye işaret etti, Türkiye’ye AB ilişkisi bütün dünyaya barış için anahtar rol oynuyor. Krizler aynı zamanda bir işaret bir kere daha AB’deki dostlarımıza şunu hatırlatmalı: Türkiye herhangi bir Balkan ülkesi değildir. Sıradan bir ülke gibi düşünülmemelidir. Sıradan bir ülke olmama durumu sadece jeopolitiği ile ilgili değil, çeşitli meydan okumalara karşı çözüm üretme kapasitesi çok önemli ve AB’nin geleceği açısından da ihtiyaç duyulan bir kapasite ve bir imkân.

- AB, tarihsel açıdan baktığımda birkaç tane temel yakınlaşmadan geçti. Kuruluşunda Almanya-Fransa yakınlaşması, Balkanlar’a doğru Almanya Polonya şeklinde, üçüncüsü aslında Türkiye-AB yakınlaşması bir üçüncü aşama olarak değerlendirebilir. Konular, nüfus büyüklüğü, Avrupa’ya yük olup olmayacağı, sıkıntılar çekip çekmeyeceği şeklinde negatif unsurlar üzerinden değerlendiriliyordu. Türkiye’de yeni büyüme rakamları açıklandı, Avrupa ülkeleri içinde birinci ülke. Ekonomik bakımdan yük olacağı elenmiş oldu. Türkiye’nin ürettiği kapasite olmasaydı göç krizini yönetmeleri mümkün değildi. Türkiye AB için yük, engel, negatif ajanda ile ele alınacak bir konu değil, doğal bir mecra olarak alınmalı. Avrupa’nın genişlemesi açısından. Olumlu yaklaşılır, negatif ajandalar bir kenara bırakılırsa, ortak eylem planı üretme bakımından problem yok.

Çağrılar dikkate alınmadı

- Kavimler göçünden başlayarak birçok değişikliklere yol açmıştır göçler. İslamofobia denilen din karşıtlığı üzerinden üretilen bir şey değil. Yabancı düşmanlığı çıkıyor altından. Sadece ekonomik düzenin sosyal barışın korunması değil, AB’nin demokratik değerlerinin korunması bakımından da bir yol almış oluyoruz. Yakın zamana kadar çağırılar yaptık, güvenli bölge, uçuşa yasak bölge çağrılarımız dikkate alınmadı. Alınsaydı kriz bu boyuta varmayacaktı. Bugün hem insani hem de siyasi olarak bir küresel krizin merkezinde yer alıyoruz. Bazılarının bu göç krizini oyalayarak yaz dönemini atlatalım yaklaşımı vizyonsuzluktur.-

- Türkiye ve AB arasındaki daha çok işbirliği olması yönündeki mesajı almamış olurlar. Tabii göç krizi yönetilecek, tabii gönüllü yerleştirme ve mali yardım konusunda adımlar atılacak ama resim daha büyüktür, bundan sonrasında çok daha somut kazanımlarla, karar mekanizmalarını paylaşmak yönünde tam üyelik yolunda daha fazla ilerlemek gerektiği yönünde… Biz aşırı sağla İslamifobia ve İslam’ı istismar eden terör grupları ile mücadele etmek istiyorsanız, Türkiye’nin sözü çok önemli. Avrupa’nın güçlü demokrasilerinden biriyiz. Türkiye ile AB arasında rekabet değil, işbirliği ilişkisi olmalı.

Türkiye’nin güvenliği Avrupa’nın güvenliği

- “Türkiye Cumhuriyeti’nin ordu güvenliğini sağlıyoruz ama bu aynı zamanda Avrupa demokrasilerinin de güvenliği demektir. AB ülkelerinin bizim terörle mücadele kapasitemizin kendilerine faydalı olacağını görmeleri lazım. Odaklanılması gereken şey, özgürlük-güvenlik dengesinin kurulasıdıır. Bakın Fransa, tekil saldırıda bile olağanüstü hal ilan etti, biz buna benzer saldırılarla defalarca karşı karşıya kaldık ve özgürlük-güvenlik dengesini sağladık… Karşı karşıya olduğumuz en komplike terör saldıralarından bir tanesi iken, temel haklar ve yargı konusu, 24, özgürlük güvenlik adalet faslı 23’ün açılmasını talep ediyoruz. Türkiye’nin terörle mücadelesinin en yoğun olduğu dönemde temel haklar konusunda, özgürlük adalet konusunda yeni adımları masaya getiriyoruz. Özgürlük güvenlik dengesinin korunmasından geri adım atma gibi bir yaklaşım içinde değiliz, öyle bir yaklaşım olsa, 23 ve 24 fasıllar açılsın ısrarında olmayız.”

KOKOREÇ DİPLOMASİSİ

- “Marine edilmiş ve sebzeler ile sotelenmiş, baharatlı ızgara kuzu bağırsağı... Kokoreçi bu şekilde tanımlasak AB’nin bakışı, yaklaşımı ne olur acaba? Biz kokoreçimizden vazgeçmeyeceğiz, ama bunu söylemenin, sunmanın, kararlılık ifade etmenin de farklı yolları, yöntemleri var.”

ÇİFTE STANDART VAR

Teröristler serbest

- “Çifte standartlar var. Bunları açık bir şekilde konuşmamız lazım. Yani, bazen bir terör unsuru bazı devletler için yakın tehlike arz etmediğinden, o terör örgütü ile mücadele konusunda yavaş davranabiliyorlar. Herhangi bir yerde PKK ofisi açılması, faaliyetlerine izin verilmesi, DAEŞ’in faaliyetlerine izin verilmesi gibidir, DAEŞ, DHKP/C, PKK arasında fark yoktur, etiketlemede eşitlik varsa, eylemlere bakışta da eşitlik olmalıdır. Çifte standart çok nettir. Hala talep ettiğimiz bazı teröristler serbest hareket etmektedir. Ne olur, terör dönüyor, onları vuruyor. Göç krizi ve benzeri krizlerde karşı karşıya kaldığımız şey, terör örgütlerinin bu krizin saklanması ve terör ivmesi üretmeye çalışmasıdır. Terörle ilgili adımlarda prensiplerle eylemler arasında bir uyum olmazsa, mücadele çok zorlaşır.”

DOKUNULMAZLIKLAR İÇİN BATASUNA ÖRNEĞİ

“Türkiye’de terörle ortak hareket eden milletvekillerinin yargılanmasına karşı çıkan çevrelere Batasuna örneğini veriyorum. Bakın, 2003 yılında Yüksek Mahkeme, Batasuna’nın kapatılmasına karar vermiş. Parti, İspanya Anayasa Mahkemesi’ne itirazda bulunmuş, 16 Ocak 2004 tarihinde bu itiraz reddedilmiş. AİHM’den bir karar çıkmış. İspanya Yüksek Mahkemesi’nin karar gerekçelerine bakın:

1- Batasuna parti sözsünün şiddeti öven açıklamalar yapması

2-Batasuna yöneticilerinin Venezuela’daki ETA mitingine katılmaları

3-Batasuna’nın Bask sosyalist partisine ETA’dan yapılan tehditleri reddetmesi.

4-ETA teröristlerine belediyeler tarafından ödül verilmesi.

Bakın, AİHM bu gerekçeleri parti kapatma için haklı buluyor. Bizdeki duruma bakın bir de. Bizde terörle içiçe olan vekiller var ve biz yargılanmalarının önünü açıyoruz. Kürsü dokunulmazlığını kaldırmıyoruz. Bir TBMM üyesi, teröre destek veremez. Biz bunu diyoruz ve işi yargıya bırakıyoruz. Kararı yargı versin.”

‘Soykırım meselesi geçim kaynakları’

- “Alman Parlamentosu’nun sözde soykırım kararı, AİHM içtihatların aykırıdır. Zira, AİHM’e göre, bir ülkeyi tek kararlı anlatı ile yargılayamazsınız. Türkiye ile Almanya arasında somut kazanımlar konusunda daha çok eneri sarf etmek gerekirken, enerjinin çok büyük bir bölümünü negatif bir ajandaya akıtmış oldular. Çekimser kalan Alman milletvekilinin de dediği gibi, bu çok yanlış bir yöntem, normalleşmeye katkı sağlamaz. Diaspora içindeki bir grup soykırım meselesini geçim kaynağı haline getirdi. Ermenistan’ın izole bir şekilde yaşamaya mahkum olmasından nemalanıyorlar. Acıların paylaşıldığını sayın Cumhurbaşkanımız en yüksek perdeden ifade etti. Öte yandan, burada bir mesaj verilecekse, Ermenistan’a vermek gerekiyor.”

‘Siyasi matruşka İslamofobi üretiyor’

“Türkiye her karşıtı herkes ve her şey ile işbirilği yapıyor, kara propoganda faaliyetlerini yürütüyor. Siyasi matruşkada aşırı sağ, İslamofobi üretiyor. Bu din karşıtlığı üzerinden üretilmez, zannetmeyin ki bunlar iyi Hristiyanlar... Yabancı düşmanlığı, Türkiye karşıtlığı, Erdoğanfobi…Hepsi birleşiyor. Biz eleştiriyi meşru görürüz ama Türkiye’yi eleştirmekle Türkiye karşıtlığını ayırmaları lazım. Hepsini kast etmiyorum asla, ama birileri Türkiye karşıtı aşırı sağın yörüngesine giren sesler vermeye başladı. Aşırı sağla hiçbir şekilde uzlaşılmaz. Aşırı sağın ideolojisi ile bizim bölgemizdeki DAİŞ unsurları, tek yumurta ikizidir. Türkiye’yi eleştirmekle Türkiye karşıtlığı arasını kalın çizgilerle ayırmazlarsa, bir müddet sonra ana akımdan yükselen sözler de aşırı sağ tarafından yutulur. Siyasal refleksler aşırı sağın yörüngesine girmiş olur.”

Yazının devamı...

Almanya’dan bakınca...

Mevzu mâlum...

Alman Federal Meclisi’nin 1915 olayları hakkında aldığı karar.

Ve tabii başta bu kararın çıkmasında başrolü oynayan Cem Özdemir olmak üzere tasarıya ‘evet’ oyu veren Türk asıllı Alman Milletvekilleri...

***

Şimdi... Görmemiz, farkına varmamız gereken bazı önemli noktalar var.

Madde madde gidelim...

1.) O insanların, yani o 11 milletvekilinin hepsi Alman. Sadece isimleri Türk. Biz buradan bakınca farklı görüyor, farklı değerlendiriyor olabiliriz ama onlar Türk değil, Almanlar.

2.) Başta Cem Özdemir, Almanya Parlamentosu’ndaki Türk kökenli (daha doğru bir ifade ile ‘Türk isimli’) siyasetçiler bu konuyu kendileri açısından çok iyi kullanıyorlar. Çünkü seneye Almanya’da parlamento seçimi var ve Özdemir de, diğer parlamenterler de yeniden seçilmek istiyor.

3.) Almanya’da yaşayan Türkler (istisnaları elbette var ama çoğunlukla) ya aşırı milliyetçi oluyorlar ya da aşırı derecede uzaklaşıyorlar Türkiye’den. Bu durum Türkiye’den Almanya’ya gitmiş Kürt kökenliler için de geçerli. Bu gerçeğe Almanya’da ‘diaspora fenomeni’ adı veriliyor. Bu ‘aşırı uçlara savrulma hâli’, dünya genelinde, anavatanından uzakta yaşayanlar için büyük oranda söz konusu.

4.) Almanya Parlamentosu’nun aldığı, tamamen siyasi bir karar. Yine bizim buradan gördüğümüzün aksine, sokaktaki Alman’ın pek de umurunda olan bir durum da yok ortada. Fakat Türkiye’den gelen sert tepkilere karşı, fırsatı değerlendirmek isteyen bir kesim de yok değil.

5.) Mesela bu hafta sonu, Köln’de bir festival vardı... Köln’deki ‘Küçük Türkiye’ sayılabilecek, meşhur Keup Strasse’de... Geçmişte ırkçı Alman grupların kentteki Türkleri hedef aldığı bu bölgedeki festival kapsamında bazı toplantılar, açık oturumlar da yapıldı. Köln Belediye Başkanı’nın da katıldığı, ‘Köln’ü nasıl daha iyi yaşanabilir bir kente dönüştürebiliriz’ konulu oturumda, bir Alman vatandaşı, “Federal Meclisimizin aldığı karar sonrası, bu caddede artık bir Ermenistan bir de İsrail bayrağı asılmasının zorunlu hâle getirilmesi gerekir” şeklinde bir öneride bulundu.

6.) Almanya böyle bir kararı daha önce de alabilirdi ama geçen yıl, 1915 olaylarının 100’üncü yılında bile bunu yapmadı. Tartışma yaratan kararın bu sene çıkmasında, son dönemde Başbakan Angela Merkel’in Türkiye ile yakınlaşması ve vize muafiyeti konusunda Alman kamuoyunda oluşan tepkinin büyük etkisi oldu.

7.) Almanlar, bu karar ile aslında en büyük kötülüğü kendilerine yaptılar çünkü Almanya kendi soykırım geçmişini kendi eliyle canlandırmış oldu.

8.) Özellikle Suriyeli sığınmacılar konusunda, Avrupa’nın en çok ihtiyaç duyduğu ülke olan Türkiye’yi karşısına almak Almanya açısından stratejik bir hata. Almanya, Türkiye’de sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanı sıra, HDP hariç bütün partiler ve tabii kamuoyunın da aynı görüşte birleştiği gerçeğini de gözden kaçırmamalı.

9.) Türkiye, 1915 olayları ile ilgili, geçmişte başka ülkeler ile de gerginlikler yaşadı. İlk zamanlar ortaya çıkan sıcak tartışma ortamı bir süre sonra soğudu ve ardından gündemden düştü. Almanya’ya gösterilen tepkide de ölçülü ve soğukkanlı davranılması halinde bu yara da kısa sürede kabuk bağlayacaktır.

***

Bu görüş ve tespitler bana ait değil.

Almanya’da yaşayan, her iki ülkeyi de gayet iyi bilen, tanıyan, neyin ne olduğunun farkında, dengeli ve objektif Türkiye kökenli bazı Alman vatandaşları ile yaptığım görüşmelerin bir özeti.

Yazının devamı...

ABD bir karar verecek!

Hükümet Sözcüsü Kurtulmuş, Mare-Cerablus’a ortak harekat teklifine değinirken, ABD’nin Türkiye’yle mi ittifakını sürdüreceği yoksa YPG’yle mi ittifak geliştireceğine karar vermesi gerektiğini söyledi.

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş, gazetelerin Ankara temsilcilerinin sorularını yanıtlarken, Türkiye’nin Suriye’deki kırmızı çizgisi olan Mare-Cerablus hattında ABD ile YPG’nin ortak hareket etmesi ve Türkiye’nin ABD’ye yaptığı teklifi değerlendirdi. Türkiye’nin hiçbir şekilde maceracı davranmayacağını ve verilmiş bir karar veya uygulamaya alınmış bir plan olmadığını belirten Kurtulmuş, özetle sorulara şu yanıtları verdi:

- Mevlüt Çavuşoğlu’nun bir açıklaması oldu. Amerikan özel birlikleri ve Türk özel birliklerinin birlikte Cerablus hattında operasyonu birlikte yapması. Bu konuda biraz ayrıntı verebilir misiniz? Amerikalıların tam yanıtı ne oldu?

“Biz başından itibaren Cerablus hattının batısına yani Türkiye’ye yakın ve birebir Türkiye’yi ilgilendiren noktanın Türkiye’nin öncelikli ulusal güvenlik hattı olduğunu Amerikalılarla ve diğer müttefiklerimizle sürekli konuştuk. Bu hattın batısına hem PYD’nin hem IŞİD’in geçmesinin Türkiye’nin güvenliğini tehdit edeceğini ifade ettik. Ne yazık ki bu hassasiyetimiz ciddiye alınmadı, dikkate alınmadı. Dolayısıyla Türkiye’nin bundan sonra hele hele Kilis’in bombalandığı, Gaziantep havalimanına roketin atıldığı bir ortamda tabii ki bu anlamda bundan sonraki gelişmelere seyirci kalması mümkün değil. Böyle bir teklifin masada olduğunu biliyoruz ama teferruatını isterseniz ifade etmeyeyim... Hacette çok zor durumda kalınırsa burada IŞİD’e karşı bir ortak mücadele yapılabilir, Türkiye’nin sınır güvenliğinin korunması için.”

- Çok zor durumda kalınırsanın sınırları?

“Şartlara göre bakacağız.”

YPG’NİN İLERLEYİŞİ

- Dün YPG Teşrin barajını geçti, Münbiç’e doğru ilerliyor, 8-10 tane de köyü de ele geçirdi. Eğer Münbiç’i YPG ele geçirirse bizim tepkimiz ne olacak? Fiilen Fırat’ın batısına geçmiş oldu anlamına gelecek çünkü?

“Bu konuyla ilgili, bütün endişelerimiz ve hassasiyetlerimizi sürekli koalisyon güçleriyle paylaşıyoruz. Türkiye’nin belli sınırları olduğunu herkes biliyor. Bu anlamda tabii Türkiye tekraren söylüyorum, Türkiye’yi bir maceraya atmadan, sonu belirsiz olan bir işin içerisine girmeden, denge içerisinde bütün bunlar takip ediliyor. Sonuçta tabii ABD’nin de çok açık söyleyeyim, vereceği bir karar var. Yani, Türkiye gibi uzun yıllardan NATO kapsamında müttefik olduğu bir ülkeyle mi ittifakını sürdürecek yoksa Türkiye’ye karşı olduğu bilinen güçlerle mi, güçlerle yeni ittifaklar mı geliştirecek?”


GÜVENLİ BÖLGE OLUŞTURULUR MU?

- Teklif kabul edilse, temizledikten sonra ikinci adımı ne Türkiye’nin öngördüğü, orada bir tampon bölge ve kendisinin bir nevi fiilen orada durması mı yoksa çıkıp olmayan muhaliflere teslim mi etmek orayı?

“Şimdi, nihayetinde orada o bölge, Türkiye’nin geçmişte söylediği birkaç şeyde haklı olduğu ortaya çıktı. Bunlardan birisi uçuşa yasak bölgedir. İkincisi özellikle bu bölgede Türkiye sınırında bir tampon bölgenin oluşturulması hem Mare-Cerablus hattının batısındaki bu kadar karışık bir askeri tablonun ortaya çıkmasına müsaade etmezdi. Çok çok geç kalınmış bir şeydir. Keşke 2 sene evvel, 3 sene evvel oluşturulabilseydi. Sonuçta bundan sonra böyle bir güvenli bölge oluşturulma imkanı olursa bunun Türkiye’nin menfaatine olduğu açıktır.”

* Türkiye, Amerika ile birlikte oraya girip temizleyip çıkmalı gibi bir durum mu söz konusu?

“Bu bir teklif olarak masada duruyor, şartlara göre şey yapacağız bunu...”

TEZKERE YETERLİ Mİ?

- Böyle bir şey olursa tezkere yeterli olur mu? Meclis kararı yeniden gerekiyor mu?

“Bütün bunların hepsi detay. Bunları konuşmayı lüzumsuz görüyorum. Ama yani harekat nasıl olacak, ne olacak bütün bunlar masaya gelirse gerekiyorsa Meclis’e müracaat edilir. “

Yazının devamı...

Aynı soruya iki isimden aynı cevap

Meclis’teydik dün...

Önce iktidar, ardından ana muhalefet partisinin grup toplantısı ve kulislerinde. Başbakan Binali Yıldırım ile kalabalık bir grubun içinde grup toplantı salonuna doğru ilerlerken karşılaştık TBMM koridorunda.

Ayaküstü bir tokalaşma...

- Hayırlı olsun...

- Teşekkür ederim, sağol...

- Nasılsınız?

- Çok iyiyim.

***

“Çok iyiyim” diyerek girdi Yıldırım partisinin grup toplantısına ve kürsüye çıktı. Konuşmasının iki bölümünü art arda aktarayım:

1.) “ Şimdi diyorlar ki, efendim Cumhurbaşkanı memleket meselelerine karışıyor. Eskiler gibi otursun orada, merasimlere gitsin, protokol işlerini yapsın, temsili olsun. Ben soruyorum şimdi milletime; 21 buçuk milyon vatandaşın oyunu alan bir Cumhurbaşkanı ne yapacak? Millete karşı sorumluluğu var, ‘Ben sorumsuzum’ diyemez. Cumhurbaşkanımız siyasi sorumluluğun gereğini yapıyor. Güvenlik, ekonomi, barış, kardeşlik, kurumların uyum ve ahenk içinde çalışması için her türlü inisiyatifi kullanıyor, bundan sonra da kullanmaya devam edecek.”

2.) “ Ben burada bir şeyi açık olarak sizlerle ve milletimle paylaşmak istiyorum; Cumhurbaşkanımızın fiili durumu, seçimle iş başına gelmiş bir Cumhurbaşkanı’nın milletiyle ilişkisindeki fiili durumunu Anayasa ile uygun hale getirmek, biz AK Parti grubunun en önemli işidir, boynunun borcudur. Bu sadece Cumhurbaşkanımızın meselesi değil, bu Türkiye Cumhuriyeti’nin gelecek meselesidir. “

Tablo gayet net, gayet açık yani.

CHP grubu...

Meclis’teki ikinci durağımız Cumhuriyet Halk Partisi grup toplantısıy...

Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu kürsüde...

Onun konuşmasından da iki kısmın altını çizeyim:

1.) “Bu Birinci Saray Hükümetidir, 65’inci Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti değil.”

2.) “Fiili durumu yasal hâle, başkanlık sistemi ile getireceklermiş. Bir kez daha söylüyorum; bizim kanımızı dökmeden bu sistemi getiremezsiniz.”

Hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem de yeni Başbakan Yıldırım’ı sert sözlerle eleştirdiği konuşmasını tamamlayıp kürsüden inerken merhabalaşıyoruz Ana Muhalefet Lideri ile...

- Merhaba, nasılsınız?

- Merhaba, ben çok iyiyim. Siz nasılsınız?

- Sağolun, gündemin hızına yetişmeye çalışıyoruz.

- Kolay gelsin, görüşmek üzere.

***

Ankara, kendini ‘çok iyi’ hisseden siyasi rakiplerin mücadelesine tanıklık edecek şimdi.

Başkanlık sistemini içeren Anayasa değişikliği gündeminde, CHP’nin muhalefet dozunu artıracağı ortada.

MHP’nin tavrı da belirgin hâle geldi. Devlet Bahçeli, hükümete desteklerinin sadece terörle mücadele başlığı ile sınırlı olduğunu açıkladı dünkü grup konuşmasında.

Partili cumhurbaşkanlığı ya da başkanlık konusunda iktidar partisinin karşısında yer alacaklarını ilân etti. Ve sadece birkaç saat sonra o MHP’de kurultay tarihi netleşti.

Yargıtay’ın kararı üzerine, Bahçeli’nin seçimli olağanüstü kurultay çağrısı geldi. MHP’de dananın kuyruğu, 26 Haziran ya da 10 Temmuz’da kopacak.

***

Yeni hükümet kuruldu.

Cumhurbaşkanı’nın onayladığı kabine listesini, Başbakan duyurdu kamuoyuna. Ardından partisinin Meclis grubuna hitap etti Binali Yıldırım. Başbakanlık görevini devraldı, Ulaştırma Bakanlığı’nı devretti. Sonra Genel Merkez’de partisinin yeni yönetim kadrosunu, Merkez Yürütme Kurulu’nu açıkladı.

Akşam üstü tekrar Meclis’e gitti ve hükümet programını okudu.

İktidar partisinde bu tempo yaşanırken, arada - yukarıda aktardığım şekilde - MHP’de yaşanan önemli gelişme girdi gündeme.

Böyle bir gündü işte dün Ankara’da... Herhangi bir Baltık ülkesinde ya da İskandinav başkentlerinin birinde, bir yılda yaşanabilecek siyasi gelişmeleri sadece bir gün içinde tüketebilen bir ülke Türkiye.

Ankara’nın dünyanın en yorucu başkenti olduğuna şüphe yok. En azından biz haberciler için...

Yazının devamı...

Karanfil formülü

Bazılarınıza garip gelebilir ama kendimce bir gözlem, şimdi aktaracağım...

Tarih 22 Mayıs 2016. Yani önceki gün... Yer, Ankara Arena Spor Salonu...

Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) 2’nci Olağanüstü Kongresi’ni yapıyor.

Saat 10.45 civarı...

Binali Yıldırım, eşi Semiha Hanım ile birlikte (birkaç saat sonra genel başkan ve dolayısıyla başbakan olarak çıkacağı) salona giriyor.

***

Müziğin sesi yükseliyor, tribünler hareketleniyor...

Salonu, tribünler ile delegelere ayrılan kısmın arasından dolaşan ‘U’ şeklindeki platforma çıkıyor Yıldırım çifti.

Tribünleri selamlayarak, delegelerle ‘selfie’ çektirerek ilerliyorlar. Bir de, platformun kenarına birkaç metrede bir yerleştirilmiş vazolardaki kırmızı karanfilleri atıyorlar partililere.

Binali Yıldırım, görevlilerin kendisine verdiği karanfilleri önce tek tek uzatıyor tribündekilere. Sonra 5’er 10’ar fırlatıyor tribüne... Ama bir sorun var. Karanfillerin sapları çok uzun olduğundan, çiçeklerin çoğu sadece yükseliyor ama tribüne ulaşamadan aradaki boşluğa düşüyor.

Binali Yıldırım, görevlilerin kendisine verdiği karanfilleri önce tek tek uzatıyor tribündekilere. Sonra 5’er 10’ar fırlatıyor tribüne... Ama bir sorun var. Karanfillerin sapları çok uzun olduğundan, çiçeklerin çoğu sadece yükseliyor ama tribüne ulaşamadan aradaki boşluğa düşüyor.

İlk 5 - 6 dakika bu şekilde geçtikten sonra, tam bizim önümüze geldiklerinde, bakıyorum, Yıldırım kendisine uzatılan karanfilleri, uzun saplarını ortasından kopardıktan sonra atıyor sevgi gösterisinde bulunan misafirlere.

Yıldırım’ın yaptığını gören yanındaki görevli de, sonraki demetleri aynı şekilde, yani saplarını ortadan kopartarak veriyor o dakikadan sonra.

Sapları kısalan çiçekler çok daha uzağa gidebiliyor böylece. Yani karanfiller hedefe ulaşıyor. Tabii Binali Yıldırım da...

Dedim ya...

Bazılarınız, “E, ne var bunda” diyebilirsiniz ama bence önemli bu ‘kanafil formülü’.

Önemli çünkü ‘hedefe ulaşmak için pratik çözüm bulma becerisi’nin bir göstergesi orada izlediğimiz.

Binali Yıldırım’ın yapısı hakkında da bir fikir veriyor bu durum.

Tabii bütün bunları, şu gerçeği de unutmadan kayda geçiriyorum:

Şüphesiz, Yıldırım’ın yeni görevinde karşılaşacağı her sorunun çözüm yolu bu kadar basit, sonuca ulaşmak bu kadar kolay olmayacaktır.

Özellikle de, asıl kıymetli olanın;’kırmadan’ bulunan çözümler, ‘koparıp atmadan’ ulaşılan hedefler olduğu düşünüldüğünde...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.