Şampiy10
Magazin
Gündem

‘Fethullah’ın Copları’nı yazan gazeteciye saldırı

Fethullah’ın Copları kitabının yazarı gazeteci Zübeyir Kındıra, kitabının 17-25 Aralık operasyonları ve darbe girişimini de içeren genişletilmiş baskısını hazırladığı Akbük’te önceki gece saldırıya uğradı

Fethullah’ın Copları kitabını yazdıktan sonra hayatı değişen, gazeteciliği bırakmak zorunda kalan ve teknesinde yaşamaya başlayan Zübeyir Kındıra 15 Temmuz sonrası ilgi odağı oldu.

Kındıra, 16 yıl önce kaleme aldığı kitabının genişletilmiş yeni baskısı için çalışmalarını teknesinde sürdürüyordu. Gökova, Akbük’te iskeleye bağlı olan teknesine, bir botun çarptığını söyleyen Kındıra yaşadıklarını anlattı.

“Ne olduğuna bakmak için bota yöneldiğimde ellerinde demir sopalar ve silah bulunan, daha önce hiç görmediğim 6 kişiyle karşılaştım. Tek bir söz bile etmeden öldüresiye vurmaya başladılar. Yaklaşık yarım saat süren saldırı sırasında içlerinden birinin diğerine, ‘Reis, bu o değil mi? Şimdi mi öldüreyim bunu?’ dediğini duydum. O sırada diğer teknelerden yardıma gelenler sayesinde saldırganların elinden kurtuldum” diyen Kındıra, saldırganların çağrılan acil servis ekiplerinin kendisine yardım etmelerini bile engellediğini söyledi.

10 kişi gözaltında

Sabaha doğru gidebildiği Marmaris Devlet Hastanesi’nde beyin kanaması ve iç kanama şüphesiyle bir süre gözetim altında tutulan Kındıra, jandarmaya verdiği ifadesinde “Saldırının şahsıma yönelik olduğu açıktır. Bu kişilerin terör örgütü üyesi olduğunu düşünüyorum. Soruşturmanın bu yönde derinleştirilmesini talep ediyorum” dedi. Saldırının ele başı olduğundan şüphelenilen iki kişinin de aralarında bulunduğu toplam 10 kişi gözaltına alınırken jandarma ekipleri diğer şüphelileri aramayı sürdürüyor.

‘Gözdağı vermek için’

Olayın Akbük’teki iki işletme arasındaki anlaşmazlığın sonucuymuş gibi gösterilmek istendiğini ancak saldırının kendisine gözdağı vermek amaçlı olduğunu söyleyen Kındıra şunları söyledi: “Olay günü birçok gazete ve televizyon benimle röportaj yaptı. Son ekip gittikten 2 saat sonra, bilgisayarımın başında, kitabım üzerinde çalışırken saldırıya uğradım. 8 Ağustos’ta kitabın genişletilmiş baskısının yapılacağını duyurmuştum. Canlı yayınlarda Fethullah Terör Örgütü’nün iç yüzüyle Emniyet’te, MİT’te, TSK’da gizli kalan bazı isimleri tek tek açıklıyordum. Cemaatin darbe sonrası yeni taktiğini, yeni gizli örgütlenmesini ve bu örgütlenmeyi yapan isimleri deşifre etmeye başlamıştım. Amaçları beni susturmak ya da gözdağı vermekti. Daha önce de benzer denemelerde bulunmuşlardı ancak saldırının şiddetine bakılırsa bu kez gerçekten tümüyle susturmak istediler. Başaramayacaklar, sonuna kadar bunlarla mücadele edeceğim.”

2000 yılında basılan Fethullah’ın Copları, Gülen’in DGM’deki ana davasında delil olmuştu. Kındıra, Polis Akademisi’nden, Cumhuriyet gazetesi okuduğu ve Zülfü Livaneli dinlediği için atılmıştı. Gazeteciliğe başlayan Kındıra çocukluğundan bu yana tanık olduğu Fethullahçıları isim isim not almayı sürdürdü. Ergenekon ve Balyoz operasyonları üzerine Kındıra kitabının genişletilmiş baskısını bu kez Cemaatin Copları adıyla kaleme almıştı.

Yazının devamı...

Karargâh’ta intihar

Genelkurmay Hizmet Tabur Komutanı Yarbay Hasan Yücel...

15 Temmuz gecesini Genelkurmay Karargâhı’nda yaşayan subaylardan biriydi Yarbay Yücel. Hasan Yücel, o kara gecenin 5 gün sonrasında, 20 Temmuz 2016 tarihinde, Karargâh’taki odasında yaşamına son verdi.

İki intihar haber olmuştu

15 Temmuz’un ardından iki intihar haberi geldi.

Birincisi Yarbay İsmail Çakmak...

Verdiği ifadede, durumu öğrendiğinde cuntacıların emirlerini uy mayı reddettiğini, darbecilere karşı çıktığını anlatan ancak buna rağmen tutuklanan Çakmak, koyulduğu Silivri Cezaevi’nde intihar etti.

İkinci intihar haberi de Siirt’ten geldi.

3’üncü Tugay Kurmay Başkanlığı’na vekalet eden Yarbay Levent Önder ile ilgili valilik açıklamasında, “15 Temmuz darbe teşebbüsü ve sonrasında yaşananları hazmedemeyerek ruhsal bir çöküntü içine girmiş, darbeci teröristlerin hain planlarına engel olamaması sebebiyle yaşananları gururuna yedirememiş, kendisi gönüllü olarak savcılığa tanık sıfatıyla ifade vermiş ve yaşadığı buhran neticesinde intihar etmiştir” ifadeleri yer aldı.

Bilinmeyen üçüncü intihar

Yarbay Hasan Yücel’in geçen Çarşamba sabahı, Genelkurmay Karargâhı’nda intihar ettiği haberi ise şu ana kadar duyulmamıştı.

O gece y aşananların bir bölümünü Genelkurmay Görüntü İzleme Merkezi’nden takip eden Yarbay Yücel’in, mesaiye döndüğü Pazartesi (18 Temmuz) günü itibariyle olan bitenin etkisinden bir türlü kurtulamadığı belirtiliyor.

Sürekli, “Yapamadık, darbeci hainlere engel olamadık” türünden üzüntü ve pişmanlık ifadeleri kullanan Hasan Yücel’in derin bir bunalıma girdiği söyleniyor.

Ve 20 Temmuz Çarşamba sabah 10.30 civarında, odasında, yanında iki arkadaşının bulunduğu sırada beylik tabancasını kalbine dayayıp tetiği çektiği...

Başında bulunduğu hizmet taburunun koruma görevi olmamasına yani herhangi bir sorumluluğu bulunmamasına rağmen, yaşananları bir türlü kabullenemeyen Yarbay Hasan Yücel işte böyle, sessiz sedasız veda etti bu dünyaya.

Duyulmayan istifa

“Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı Orgeneral İhsan Uyar ve EDOK Komutanı Orgeneral Kamil Başoğlu istifa etti. “

Bu haber dün sabah, Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısının başladığı dakikalarda düştü ajanslara.

İki orgeneral görevlerini bırakmış, yani emekliliklerini istemişti.

Akar mı istedi?

Komutanların istifa gerekçesi henüz bilinmiyor ama Ankara’da, önceki gün Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Yıldırım ve Genelkurmay Başkanı Akar’ın yaptığı toplantı sonrası Orgeneral Akar’ın bu iki isimden emeklilik başvurusunda bulunmalarını istediği konuşuluyor.

Kulislerde, Akar’ın bu talebinin gerekçesi olarak da; YAŞ toplantısında rütbe bekleme sürelerine bakılmaksızın bazı korgenerallerin orgeneralliğe terfi ettirileceği, dolayısıyla Başoğlu ve Uyar’ın kendilerinden kıdemsiz komutanların altında görev yapmaları gibi bir mecburiyet doğacağını söylediği yönünde bilgiler dolaşıyor.

Bunun üzerine de, iki orgeneralin önceki gece geç saatlerde emeklilik dilekçelerini verdiği belirtiliyor.

Küçük bir not

Kulislerdeki söylentilerin ötesine geçecek netlikte bir bilgi yok iki orgeneralin istifası ile ilgili...

Bu noktada 2021’de genelkurmay başkanlığı koltuğuna oturması beklenen Başoğlu’nun son 10 yıl içindeki iki görevinin altını çizmekte fayda olabilir.

Başoğlu tümgeneral rütbesiyle 2006 - 2008 arasında Kara Kuvvetleri, korgeneral rütbesiyle de 2010 - 2012 yılları arasında Genelkurmay Personel Başkanı olarak görev yapmıştı.

Genel Sekreter de ayrıldı

Orgeneraller Başoğlu ve Uyar’ın yanı sıra önemli bir ayrılık haberi daha var TSK’dan.

Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Metin Özbek de önceki gece emeklilik dilekçesi verdi.

15 Temmuz’da izinde olan Özbek, ailesiyle birlikte yurt dışında tatildeydi.

Darbe girişimi üzerine uçuşların iptal olması sebebiyle Ankara’ya ancak iki gün sonra dönebildi.

O günden bu yana karargâhta mesaisini sürdüren Tümgeneral Özbek, dün itibariyle TSK’dan ayrıldı.

Bu istifa (emeklilik) ile ilgili de herhangi bir açıklama yapılmış değil. Özbek’in ayrılık sebebi de henüz bilinmiyor.

Bir not daha

TSK’da gelecekte orgeneral olmasına kesin gözüyle bakılan Tümgeneral Metin Özbek kurmay albay rütbesiyle iki önemli görevde bulunmuştu.

Özbek 2005 - 2007 döneminde 10’uncu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, ardından da 2007 - 2008 Ağustosları arasında 11’inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün başyaveriydi.

Metin Özbek 2008’den 2010’a kadar da Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alay Komutanlığı yapmış ve bu görevinin sonunda generalliğe terfi etmişti.

Yeni istifalar

Dün saat 18.30 civarında yapıyorum bu ilaveyi... Üç yeni istifa haberi aldım çünkü. Emeklilik dilekçesi verenler Kara Kuvvetleri Komutanlığı’ndan üç kritik isim.

Harekat Başkanı Tümgeneral Mehmet Okkan, İstihbarat Başkanı Tümgeneral Mehmet Göktan ve MEBS Başkanı Tuğgeneral Mustafa Gönen dün akşam emeklilik dilekçelerini verdiler.

Bu ayrılıklar için de aynı notu düşüp bitireyim...

Ayrılıklar komutanların kendi tercihleri mi yoksa komuta katının talebi üzerine mi, bu nokta henüz net değil.

Yazının devamı...

Ürkütücü!

“(...) Bir müddet sonra gidiyoruz deyip beni aldılar. (...) Kapıdan çıktığımda tam taçhizatlı, kafasında çelik miğfer ve silahlı bir şekilde, ürkütücü bir yüz ifadesi ile karşıma çıkan asker şahıs dikkatimi çekti. Sonradan bu kişinin Kurmay Albay Fırat Alakuş olduğunu öğrendim.”

Bu satırlar, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi

Akar’ın ‘tanık’ sıfatıyla savcıya verdiği ifadeden...

Orgeneral Akar, 15 Temmuz akşamı makam odasında başına gelenleri detaylarıyla anlatıyor.

Akıncı Üssü’ne götürülmek üzere karargâhtan çıkartılması aşamasında karşılaştığı kişi için ise diğerlerinden öte bir tanımlama yapıyor.

Akar, Kurmay Albay Fırat Alakuş için ‘ürkütücü’ ifadesini kullanıyor.

‘Ürkütücü’ olan sadece Alakuş’un o anki yüz ifadesi değil. Asıl ‘ürkütücü’ olan birazdan okuyacaklarınız...

***

Akar’ın bahsettiği Fırat

Alakuş kim?

Kurmay Albay Alakuş, Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda (ÖKK) alay komutanı.

Alakuş’un Haziran’da, yani geçen ay bu göreve başlamasının hikayesi, aslında, bugünlere nasıl gelindiğinin en somut ve çarpıcı örneği.

Aynı durumda bir başka kurmay albay daha var. Fatih Yarımbaş.

Anlatayım...

Halef seleflerin 15 Temmuz’daki rolü

Kurmay Albay Fırat Alakuş, 2012 - 2014 döneminde KKTC Sivil Savunma Teşkilat Başkanı olarak Kıbrıs’ta görev yaptı.

Aynı dönemde, Kurmay Albay Fatih Yarımbaş da Ankara’da, ÖKK İstihbarat Şube Müdürüydü.

2014’te görevlerinde halef selef oldular.

Yarımbaş KKTC Sivil Savunma Teşkilat Başkanlığı’na, Alakuş da ÖKK İstihbarat Şube Müdürlüğü’ne atandı.

2014 - 16 dönemini bu görevlerde geçiren bu iki kurmay albayın da, bu yıl kıta görevine çıkmaları gerekiyordu.

Teamül, ikisinin de Bordo Bereli alaylardan ikisine komutan olarak atanmasıydı ancak Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Zekai Aksakallı, boşalan iki alay komutanlığına bu iki kurmay albayı önermedi.

Komutana rağmen...

Özel Kuvvetler Komutanlığı altı alaydan müteşekkil.

2013’te Özel Kuvvetler Komutanı olarak göreve başlayan Aksakallı, kendisine bağlı altı alaydan ikisinin başına, üç yıldır maiyetinde bulunan Alakuş ve Yarımbaş’ı istemedi. Tümgeneral Aksakallı, bu iki isim hakkında olumsuz görüş bildirdi ve alay komutanlıkları için başka iki kurmay albayın ismini verdi.

Komutan, Mart ayında tercihini bu şekilde bildirdi ama Haziran’da, yani geçen ay, Fırat Alakuş ve Fatih Yarımbaş ÖKK’nın iki alayının komutanı olarak atandılar.

Yani Alakuş ve Yarımbaş, geçen ay itibariyle, artık birlikte Ankara’daydılar.

Komutanlarının olumsuz görüşüne rağmen...

Ve 15 Temmuz...

Bordo bereli bu iki ismin 15 Temmuz akşamı nerede, ne yaptıklarına gelince...

Fırat Alakuş’un; Genelkurmay Karargâhı’nda, derdest edilen Hulusi Akar’ın karşısındaki ‘ürkütücü’ subay olduğunu bizzat Akar’ın - yazının başında yer alan - ifadesinden öğrendik.

Fatih Yarımbaş da aynı dakikalarda Gazi Orduevi’ndeydi. Kendisini o göreve getirmek istemeyen komutanı Tümgeneral Zekai Aksakallı’yı ele geçirmek için operasyon düzenliyordu. Başında bulunduğu darbeci grubun girişimi başarıyla sonuçlanmadı. Aksakallı’yı yakalayamadılar.

Bu sistem değişmeli

Bütün bu anlattıklarımdan şu sonuç çıkıyor:

Özel Kuvvetler gibi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en seçkin birliklerinden birinin komutanı... Üstelik, Kuvvet’e değil doğrudan Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı olarak görev yapan böyle bir gücün komutanı; birlikte görev yapacağı astlarını seçemiyorsa...

Daha da ötesi, o komutanın istedikleri değil, olumsuz görüş bildirdiği isimler alay komutanlıklarına atanabiliyorsa burada bir yanlışlık var demektir. ‘Hayati’ bir yanlışlık...

TSK’nın yeni dönemde gidermesi gereken sistem arızalarından biri de işte budur. Yani personel başkanlıkları eliyle yapılan terfi ve tayin işlemleri.

Yazının devamı...

G.Kurmay’da o gecenin kamera kayıtları var mı?

Başlıktaki sorunun yanıtı “Evet”.

Yalnız bu ‘evet’in hemen devamında çok çarpıcı ayrıntılar var.

Anlatayım…

**

15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişiminin en can alıcı adreslerinin başında hiç şüphesiz, Genelkurmay Karargâhı geliyor…

O gecenin üzerinden geçen bir hafta içinde karargâhın güvenlik kameralarının kayıtlarından kamuoyuna herhangi bir görüntü yansımadı. İşte bu nedenle de, darbeci kadronun o gecenin kamera kayıtlarını ortadan kaldırdığını iddia edenler var. Yani Genelkurmay Karargâhı’nda o 15 Temmuz gecesine ilişkin kayıt bulunmadığı iddia ediliyor.

**

Bu iddia gerçeği yansıtmıyor.

Fakat bir kısmıyla da doğruluk payı var.

Şöyle ki…

Emniyet subaylığındaki hard diski tank parçaladı

Her zaman olduğu gibi o gece de Karargâh’ın sorumluluğu, emniyet subayında. Emniyet subayı bir yarbay. Onunla birlikte bir de Nöbetçi Amiri var. Yine bir yarbay.

Askeri kaynaklar, bu iki yarbayın da cuntacı kadrodan olduğu bilgisini veriyor.

Zaten, Genelkurmay Başkanı’nın makamını basan timlerin karargâha girişini de Emniyet Subayı sağlamış…

Aynı şekilde, birkaç yüz metre ötedeki Kara Kuvvetleri Karargâhı’nın o akşamki emniyet subayının da darbecilerden olduğu söyleniyor.

Askeri yetkililer, hemen bütün birliklerde 15 Temmuz’un nöbet listelerinin tamamen cuntacı ekip tarafından şekillendirildiğine de dikkat çekiyorlar.

**

15 Temmuz gecesi, Genelkurmay Karargâhı’nın bahçesine üç tank giriyor.

İlk tank, Karargâh’ın güney nizamiyesinin hemen yanındaki duvarı yıkarak giriyor bahçeye. Yaya üst geçidinin ayağının bulunduğu yerden… Ardından da diğerleri…

Bu gelişmenin hemen ardından, darbe girişiminde bulunan kadroda yer alan emniyet subayı, kendisinin de görev yaptığı birimdeki izleme odasına gidiyor.

Emniyet subayı yarbay, karargâhın güvenlik kameralarından gelen görüntülerin izlendiği ekranlarla dolu olan bu odadan, görüntülerin kaydedildiği hard diski söküyor ve birlikte hareket ettiği bir astsubaya verip imha etmesini istiyor.

O astsubay da hard diski alıp bahçeye çıkıyor ve cihazı bahçedeki tanklardan birinin paletlerinin altına atıyor.

Kamera görüntülerinin kayıtlı olduğu hard disk, tank paletlerinin altında parçalanıyor yani.

(Bu işlemi yapan kişinin de, tutuklu Tümgeneral Mehmet Dişli’nin emir astsubayı olduğu ve olay gecesinin ardından, Pazartesi günü sivil kıyafetle geldiği Genelkurmay Karargâhı’nda gözaltına alındığı konuşuluyor askeri kulislerde.)

İstihbarat Başkanlığı’nda da kayıt tutuluyordu

Genelkurmay Karargâhı’nda o gece nöbetçi olan emniyet subayı yarbay ile bahse konu astsubay kayıtları bu şekilde imha ediyor. Devamında da o odada kayıt alınamıyor elbette.

Karargâh’ta o gecenin kayıtları olmadığı yönündeki söylentinin kaynağı da muhtemelen bu imha operasyonu.

Ancak o iki darbeci personel gibi bu iddiayı dillendirenlerin de gözden kaçırdığı çok önemli bir detay var.

VATAN’ın ulaştığı bilgilere göre, Genelkurmay Karargâhı’ndaki güvenlik kameralarından gelen görüntüler, aynı zamanda İstihbarat Başkanlığı bünyesindeki bir odadan da kayıt altına alınıyor.

Dolayısıyla, emniyet subaylığından sökülüp tank paletleri altında imha edilen hard disk tek kopya değil. Eş zamanlı olarak, binadaki kozmik odaların birinde daha kaydediliyor bütün görüntüler. Hatta kimilerine göre, en az birinde…

Yani o gecenin kayıtları halihazırda Genelkurmay’ın elinde var ve saniye saniye incelenmeye devam ediliyor.

“Bir kısmı eksik” iddiası

Güvenilir kaynaklar, konuyla ilgili olarak yukarıdaki bilgileri verirken, bir başka iddia da, o gecenin kamera görüntülerinin imha edilen kısmının kopyasının bulunmadığı yönünde.

Bu iddianın sahipleri, cuntacı kadroda yer alan ilgili birimlerde görevli personelin, kayıtların bir kısmını imha ettiğini, bir kısmını da yanlarında götürdüğünü öne sürüyor.

Kayıtların noksan olduğunu savunanlara göre, belli bölümleri eksik de olsa, güvenlik kamerası kayıtlarının büyük oranda elde olduğunu söylüyorlar.

Yazının devamı...

Her asker darbeci değil

“Darbecilere ekmek mi götürüyorsun? Götüremezsin, izin vermeyiz !”

***

“Benim askere verecek evim yok !”

***

Bu cümleler mi ne?

Anlatayım...

Askere ekmek yok

Tarih 20 Temmuz 2016, yani dün...

Sabah saatleri... 10, 10 buçuk civarları.

Yer Ankara... Ankara’nın Gölbaşı İlçesi...

Üzerinde ekmek, simit vb hamur işi ürünlerin fotoğraflarının bulunduğu kapalı kasa bir kamyonet, fırınından yükleme yapıyor.

Mavi plastik kasalar içindeki ekmekleri aldıktan sonra tam yola çıkmak üzereyken, 8 -10 kişilik bir grup tarafından önü kesiliyor kamyonetin.

Sürücü şaşkın...

Heyecanlı gruptakiler soruyor:

“Nereye götürüyorsun bu ekmekleri?”

Kamyonetin şoförü, “Üç dört ayrı yer var dağıtacağım” diyor.

Yolu kesen gruptakiler soruyu netleştiriyor:

“Askeriyeye de ekmek götürecek misin?”

“Evet” diyor fırının servis şoförü, olan biteni anlamaya çalışırken.

İşte bu cevap üzerine işin rengi değişiyor...

“Darbecilere ekmek mi götürüyorsun” diye bağırıp öfkeleniyor gruptakiler.

Şoför çaresiz...

“Onlara ekmek götüremezsin. İzin vermeyiz !” diye bağırıyor grup. ( O sırada sarf edilen sözlerin bu kadarla sınırlı olmadığını tahmin edersiniz...)

***

Bana sormayın lütfen hikayenin sonunu.

Kendinizi o fırının şoförünün yerine koyun sadece...

Askere verecek evim yok benim!

Yine dünden, ülkenin bir başka köşesinden bambaşka bir örnek...

Bir teğmen, olayı yaşayan.

Kiracı olarak oturduğu dairenin sahibi arıyor nöbetteki teğmeni.

Onun “Amca”, ev sahibinin de “Evladım” ya da “Asker oğlum” dediği kişi arıyor.

Bu defa “Evladım” da demiyor, “Asker oğlum” da.

“Evimi hemen boşalt” diyor doğrudan.

Teğmen şoke oluyor.

Ne olduğunu anlayamıyor önce... Yaşanan sıradan bir ev sahibi - kiracı sürprizi değil.

O teğmen, dün telefonda ev sahibinden bu sözleri duyduğu sırada, 15 Temmuz gecesi darbecilerin hedef aldığı önemli karargahlardan birinde görevinin başında...

“Anlamadım amca” diyecek oluyor...

Kulağındaki ses, “Benim askere verecek evim yok” diyor ve kapatıyor telefonu.

***

Bana sormayın lütfen hikayenin sonunu.

Kendinizi o teğmenin yerine koyun sadece...

***

Kendinizi o fırının servis şoförü ve o teğmenin yerine koyun dedim ya...

Şimdi bir de cuntacıların karşısında ülkesi ve milleti için göğsünü siper etmiş, canını ortaya koymuş o subay ve astsubayların yerine koyun kendinizi...

Siz olsanız ne düşünür, ne hissederdiniz?

Yazının devamı...

2016-1986=30

Kuleli, Maltepe, Işıklar ve Deniz Lisesi...

Bu dört okul, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne insan kaynağı sağlayan eğitim - öğretim sisteminin ilk halkasını oluşturuyor.

Harp okullarına subay adayı öğrenci yetiştiren bu liselerde eşzamanlı ve kapsamlı bir operasyon yapıldı.

Karacı askeri öğrencilerin eğitim gördüğü İstanbul’daki Kuleli ve İzmir’deki Maltepe Askeri Liseleri ile havacı Bursa Işıklar ve bahriyelilerin Heybeliada Deniz Lisesi’nde büyük bir hareketlilik yaşandı.

14 - 17 yaş arasındaki askeri lise öğrencilerinin bir kısmının okullarıyla ilişiği kesildi.

Gerekçe, bu öğrencilerin irticai kesimler ile ilişki içinde, özellikle de bir tarikat ile bağlantılı olmalarıydı. Bahsedilen ‘tarikat’ın Fethullah Gülen Cemaati olduğu konuşuluyordu. Kuleli, Maltepe, Işıklar ve Deniz liselerinden atılanların yanı sıra öğrencilerin bir kısmı da, aileleri ve kendileriyle yapılan görüşmeler sonrası uyarıldı ve ikna edildi.

Askeri liselerde eğitim görmeye devam eden o öğrencilerden bazılarının arkadaşlarına, “Bize sınav soruları önceden verilirdi” itirafında bulundukları konuşuldu.

***

Yukarıda bahsettiklerim yeni bir haber değil.

Hem de hiç yeni değil.

Ne zaman yaşanmış bunlar biliyor musunuz?

1986’da !

Evet 86... Yani tam 30 yıl önce.

1980 askeri darbesinin; 12 Eylül’ün 6 sene sonrasından bahsediyoruz

O günlerin askeri lise öğrencileri, bugünün albayları, tuğgeneralleri...

***

86 - 87 döneminden itibaren hemen her dönem, askeriyenin farklı birimlerinde benzer çok örnek yaşandı.

Askeri liseler, harp okulları, harp akademileri ve nihayet TSK bünyesi...

Bir 10 yıl sonrasına; 90’ların ikinci yarısına gelelim...

28 Şubat kararlarıyla sonuçlanan süreci hatırlarsınız.

O yılların Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantılarında, ordudan ihraç edilen personelden bahsedilirken kullanılan ‘irticai faaliyetler ve disiplinsizlik gerekçesiyle’ şeklindeki ifadeleri de...

O dönem, ‘irticai faaliyetler’ ana başlığı altında - adlı adınca değil belki ama - hep aynı adres işaret edildi. “Bir cemaat” ya da “bir tarikat” gibi tanımlamalar ile...

***

Bir 10 yıl kadar daha ileri gidelim...

2000’lerin sonlarına...

Yani bugünden 7 - 8 sene kadar geriye...

Tarih, 14 Nisan 2009.

Yer, İstanbul, Harp Akademileri Komutanlığı...

Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ , bakın neler söylüyor kürsüden:

“(...) Bugün bazı cemaatler öncelikle bir ekonomik güç olmaya ve daha sonra da sosyo-politik yaşamı biçimlendirmeye, dine bağlı bir tek tip yaşam tarzı olarak sosyal kimliklerini ortaya koymaya çalışmaktadırlar.

Dinsel cemaa tler kapalı ve içe dönüktür. Cemaate giriş ve çıkış çok farklı dinamiklere bağlıdır. Bu koşullar altında, dinsel cemaatlerin, hele çıkar çevresinde örgütlenmişse, sivil toplum hareketi olduğunu öne sürmek çok güçtür.

Bugün de bazı din eksenli cemaatler, kendilerini demokratik alanın bir oyuncusu olarak takdim etmekte ve çeşitli nedenlerle de görünürde kendilerinin güçlü bir konuma geldiğine inanmaktadırlar. Ancak bu güç imajı ve algısı yanıltıcıdır.

İşte bu tip bazı cemaatler hedeflerine ulaşmada kendileri için en büyük engel olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’ni görmektedir. Bunun için de, her fırsattan istifade ederek, destekleyicilerinin de yardımıyla Türk Silahlı Kuvvetleri aleyhine faaliyetlerde bulunmaktadırlar.

Bu yapılanlara karşı, hukuk devleti kapsamında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tepkisiz ve etkisiz kalacağını düşünmek ise büyük yanılgıdır.”

***

Filmi - detaylara da fazla girmeden - hızlıca ileri sardım...

1986’dan, 2016’ya...

30 yıl öncesinden bugüne.

Yazının devamı...

TSK’nın nabzı ve o kritik kadrolar

“İçim kan ağlıyor…”

“Nasıl üzülüyorum anlatamam…”

“Yazık günah benim kurumuma, benim ülkeme…”

“İnanamıyorum yaşananlara…”

Bunlar, üç gündür konuştuğum muvazzaf ya da emekli TSK mensuplarından bazılarının cümleleri. Vatansever subay ve astsubaylardan bahsediyorum.

Kurumuna, devletine, milletine ve tabii demokrasiye gönülden bağlı insanlardan…

Aynı TSK mensupları, üzüntülerini belirttikten sonra farklı cümlelerle şu mesajı veriyorlar:

“Her şerde bir hayır da vardır… Neredeyse 30 yıllık bir periyotta içimize sızmış bu hainlerin böyle acı bir olayla da olsa deşifre olmuş olmaları işin tek teselli edici tarafı. Silahlı Kuvvetler bu vesileyle bünyesindeki irini atıp rahatlamak şansını yakalamış durumda. Tabii bugünlere nasıl gelindiğinin iyi irdelenmesi, bir iç muhasebe yapılması ve geleceğe yönelik derslerin çıkartılması da şart. Ayrıca bu süreçte kurunun yanında yaşların da yanmaması, ortamın bir cadı avına dönüşmemesi de çok önemli.”

Emir subay/astsubayları

15 Temmuz darbe girişiminin en çarpıcı unsurlarından biri, komuta kademesindeki isimlere, ‘en yakın silah arkadaşları’nın ihaneti. Özel kalem müdürleri ile emir subayı / astsubayı kadrolarında bulunan personelin cuntacı kadroda yer alması vahametinden söz ediyorum…

Emir subayı ve/veya emir astsubayı komutanın sağ koludur Silahlı Kuvvetler’de. Makam araçlarında şoförün yanında, sağ ön koltukta oturan o kişiler, hizmetinde oldukları general ya da amiralin sır küpleridir. Aile fertlerinden biridir adeta.

En önemli nitelik, sadakat

Birkaç sene önce, albay rütbesinden emekli olan eski bir emir subayı ile konuştum.

16 yıl boyunca, ikisi kuvvet komutanı toplam dört general ile çalışmış, emir subaylığını yaptığı kuvvet komutanının görev süresinin sonunda da onla birlikte emekli olmuş bir albay. Bakın neler söylüyor emekli emir subayı:

- Emir subay ve astsubayları diğer kadrolardaki personelden daha farklı ve titiz bir sürecin sonunda seçilir.

- Emir subayları, hem şahsi geçmişlerinin her boyutu hem de neredeyse yedi sülalesi tetkik edilerek, kuvvetlerin personel başkanlıkları tarafından belirlenir ve görevlendirilirler.

- Emir subayı komutanın neredeyse her şeyidir. Hem korumasıdır hem sırdaşı… Yakın koruma ekibi de ona bağlı görev yapar.

- Konuşmasından giyim kuşamına, aile yapısından sosyal ilişkilerine kadar birçok özelliği göz önüne alınır o göreve seçilen subayın.

- En önemlisi de sadakattir. Emir subayı, emir astsubayı gerektiğinde komutanına vücudunu siper edecek, canını feda edecek şekilde görev yapar. Nitekim bakın, 15 Temmuz çatışmalarında; evet bazı özel kalem ve emir subaylarının ihanetine tanık olduk ama komutanını korumak uğruna şehit olan kahraman arkadaşlarımız da var.

- Ergenekon sürecinden sonra Silahlı Kuvvetler’de sistem alt üst oldu. Komutanlar emir subaylarından bile şüphe eder hâle geldi. Sorumluluk vermemeye, özel zamanlarında yanlarından uzak tutmaya başladılar.

- En kötü şey güvensizliktir… İçimize sızan hainler, yıllar içinde insanların birbirine olan güvenini sarstılar. Oysa silah arkadaşlığı, koşulsuz güven esasına dayanır.

Komutanın maaşını ben çekerdim

Bir başka örnek…

Emekli Astsubay Kıdemli Başçavuş Baysun Türk. Tam 25 yıl boyunca, 10 ayrı generalin emir astsubaylığını yapmış bir TSK mensubu. 1981 yılında bir tuğgeneral ile başlayan, sonrasında tüm, kor ve orgeneraller ile çalışıp 2005’te dönemin kuvvet komutanıyla birlikte emekli olan Baysun Türk anlatıyor:

- Emir subaylığı ya da astsubaylığı bir gönül meselesidir.

- Sadece makam hizmetleri değil; komutanlarımın evi, çocukları ve yakın akrabalarının tüm işleriyle, sorunlarıyla da ilgilenirdim ben.

- Vekâletleri vardı bende. Maaşlarını ben çeker, vergilerini yatırır, taksitlerini vs öderdim. Çocuklarının eğitimleriyle bile ilgileniyordum. Onların çocukları benim, benim çocuklarım komutanımın çocuklarıydı hep.

- Bir tür abi kardeş, hısım akraba, hatta neredeyse baba oğul ilişkisi oluşurdu aramızda.

- Benle mezara gidecek sırlarına ortak oldum komutanlarımın. Bugün emeklilik hayatlarımızda hala görüşüyoruz.

***

İşte böyle…

Meslek hayatlarını o makamlarda tamamlamış iki emektarın anlattıkları bunlar. Bugün karşımıza çıkan hıyanet kadrosundakiler çoğunluğu oluşturmuyor yani. Ama önemli olan, bundan sonra - kime ya da hangi odağa hizmet ederse etsin - benzer hainlerin bünyede yer almasına izin verilmemesi.

Yazının devamı...

Güvenlik için sıradan bir uçak gibi uçtu

ATA uçağı darbeci F-16’yı böyle atlattı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, darbe girişiminin ardından FaceTime ile ilk açıklamayı yapıp İstanbul’a hareket etmek üzere Dalaman’dan TC ATA uçağına bindi. Darbe girişiminde en kritik anlar da işte tam bu sırada yaşandı. Askeri kaynaklardan alınan bilgiye göre, havalanan ATA uçağının pilotları ilk olarak Esenboğa’da bulunan Devlet Hava Meydanları Smart Merkezi’yle irtibat kurdu. Uçuş bu andan itibaren sonuna kadar Smart merkeziyle koordineli olarak gerçekleşti. Cumhurbaşkanı’nı taşıyan uçak Çanakkale’nin Biga ilçesi semalarına geldiğinde Ankara’dan “Sizi beklemeye alıyoruz” (havacılıkta hold durumu olarak tabil ediliyor) bilgisi geldi. Sebebi de İstanbul semalarındaki dost mu düşman mı olduğunu bilinmeyen F-16’ydı. Darbeci girişimcileri F-16’yı İstanbul Boğaz’ında beklemeye geçirmişti. Ancak bu aşamada büyük bir şans yaşandı ve F-16 yakıtları azaldığı için Bursa yönüne doğru döndü. Güvenlik güçleri havadaki savaş uçaklarının diğer uçakların kimliğini bilemediğine dikkat çekerken bir F-16’nın havada en fazla bir saat kalabildiğini, bu süre içinde yakıtının bittiğini söyledi ve ATA pilotlarına “Uçak uzaklaştı hemen şimdi inişe geçebilirsiniz” anonsu yaptı. İşte o anda Cumhurbaşkanı’nı taşıyan TC ATA uçağı hemen inişe geçti.

Farklı Callsign kullanıldı

Kritik yolculuk başladığında güvenlik açısından uçakta TC ATA callsign (kod) kullanılmadı. Normal şartlarda callsign olarak uçakların adı olan TC ANA veya TC ATA isimleri kullanılıyor. Ancak bu tehlikeli uçuşta normal bir hava trafiği prosedürü izlendi ve Cumhurbaşkanı’nın uçağı herhangi bir THY uçağı gibi iniş yaptı. İstanbul’a iniş yapan uçakta Cumhurbaşkanı Erdoğan, ilk açıklamasını yaptıktan sonra beraberindeki heyetle Ankara’ya geçmek istedi Ancak güvenlik gerekçesi ile bu uçuşa izin verilmedi. O saatlerde zaten hiçbir uçağın Ankara’ya inişine izin verilmiyordu.

Ve Akıncı bombalandı

Darbe girişimi süresince BHM’lerin uçakların dost mu düşman mı olduğunu meçhuldü. Akıncı Üssü’nün darbe için kullanıldığı tespit edildikten sonra Eskişehir’deki 111. Filo’ya bağlı F-4 bombardıman uçakları havalanıp Ankara’daki Akıncı Üssü’nde hem ana pist hem emergency (acil) pist bombalandı ve kullanılamaz hale geldi.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.