Şampiy10
Magazin
Gündem

FETÖ’den ikinci nesil talimatı

Devam eden FETÖ soruşturması, cuntacıların çocuklarının eğitim - öğretim durumuna ilişkin de dikkat çekici bir durumu gözler önüne serdi.

15 Temmuz darbe girişiminde rol alan subay ve astsubayların çok büyük çoğunluğunun çocuklarının askeri okullarda okuduğu ortaya çıktı.

Bir anlamda ‘ikinci nesil cunta yetiştirme planı’ olarak değerlendirilebilecek bu durum, söz konusu personelin kendi tercihi değil.

Elde edilen bilgiler, cunta üyesi subay ve astsubayların, çocuklarını askeri okullara, Pensilvanya’dan aldıkları talimat doğrultusunda yönlendirdiğini gösteriyor.

Sınavlar - soruların önceden verilmesi yoluyla - göstermelik bir formaliteye dönüştüğünden, FETÖ üyelerinin çocuklarının hepsi kolaylıkla askeri okullara kayıt olabilmişler.

İki dikkat çekici örnek

Çocuğunu, orta öğrenimine devam ettiği özel okuldan alıp askeri lise sınavına sokan darbeci subaylardan birinin Semih Terzi olduğu belirlendi.

15 Temmuz gecesi Ankara Gölbaşı’ndaki Özel Kuvvetler Komutanlığı Karargahı’nda, Astsubay Ömer Halisdemir tarafından üç kurşunla vurularak öldürülen Bordo Bereli Tugay Komutanı Tuğgeneral Semih Terzi...

Terzi’nin, TED Ankara Koleji’nde okuyan oğlunun Kuleli Askeri Lisesi’ne kayıt olduğu bilgisi var.

Çocuğunu askeri liseye yönlendiren subaylardan bir diğeri de, 15 Temmuz 2016 tarihine kadar Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın Özel Kalem Müdürü olarak çalışan Albay Ramazan Gözel.

Terzi ve Gözel sadece iki örnek... Onlar gibi çok sayıda subay ve astsubayın çocukları da askeri lise ve harp okullarına girmiş son birkaç yıldır.

FETÖ sadece mensuplarının çocuklarını sistemli şekilde askeri okullara yerleştirmekle yetinmemiş.

Örgütün bunu yaparken, kendilerinden olmayan personelin çocuklarını da askeri lise ve harp okullarından farklı gerekçelerle uzaklaştırdığı, mağdur öğrenci ve ailelerinin ifadelerinde yer alıyor.

Detaylar önemlidir

Şöyle bir detayla bitireyim yazıyı...

Semih Terzi’nin oğlunun kazandığı (!) Kuleli Askeri Lisesi’nin komutanı - o dönem - Kurmay Albay Muammer Aygar.

Terzi ve Aygar, önceki Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in özel sekreter ve özel kalem müdürü olarak birlikte çalışmışlardı. Yani o dönem de, TSK’nın bir numarasının en yakınındaki iki kişi olarak...

Muammer Aygar, 2014’te Kuleli Askeri Lisesi komutanlığına atandı. İki yıl yürüttüğü bu görevi hangi tarihte devretti biliyor musunuz?

14 Temmuz’da!

Aygar, bir gün önce komutanlığından ayrıldığı okulun öğrencilerini ertesi gün sokağa çıkardı.

15 Temmuz gecesi İstanbul Boğazı’ndaki iki köprüden sorumlu olan darbeci subay köprüleri trafiğe kapattı. Boğaziçi Köprüsü’nde halkın üstüne ateş açılması emrini verdiği iddia edilen Muammer Aygar, darbe girişiminden bir hafta sonra, Antalya’da bir evde, giysi dolabının içinde saklanırken yakalandı ve tutuklandı.

Muammer Aygar’dan Kuleli Askeri Lisesi komutanlığını 14 Temmuz’da devralan isim de yine TSK’dan ihraç edilen o dönemin Kurmay Albaylarından Müslüm Kaya.

Kaya da, o gece Taksim’de halkın üzerine ateş açılması emrini verdiği öne sürülen kişi. O da, olaydan bir ay sonra Konya’da yakalandı ve halen tutuklu.

Yazının devamı...

Orduda ihbar mektubu furyası

“TSK, kendisine tevdi edilen her türlü vazifeyi içindeki hainler temizlendikçe daha da güçlenerek büyük bir özveri ve başarıyla yerine getirmektedir.”

Bu cümle, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’a ait.

Akar, 15 Temmuz’dan sonra kamuoyu önünde yaptığı her konuşmada verdi bu mesajı.

Son olarak, hafta başında, 19 Eylül Gaziler Günü töreninde yaptığı konuşmada yineledi, TSK’nın içindeki hainlerden arındıkça daha da kuvvetleneceği görüşünü.

***

Silahlı Kuvvetler, içindeki FETÖ mensuplarını temizledikçe güçlenecek evet ama görünen o ki, bu ‘arınma süreci’ bayağı sancılı olacak.

Neden mi?

Anlatayım...

***

Ordudaki iş; art arda yapılan iki Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısı ve Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında çıkartılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) sonucu ihraç edilen personel ile bitmiş değil.

TSK’da son bir aydır, tam manasıyla bir ihbar mektubu furyası yaşanıyor.

Binlerce personel, binlerce başkası hakkında ihbarda bulunuyor.

“Şu subay ya da astsubay FETÖ üyesidir” iddiasını içeren ihbar mektupları kuvvet komutanlıklarının ya da Genelkurmay’ın istihbarat başkanlıklarına gönderiliyor.

Bu mektupların tamamına yakınının ‘isim ve imzasız’ olduğunu söylememe sanırım gerek yoktur.

Hangi ihbar doğru bilgileri içeriyor, hangisi yalan ya da yanlış, işte bunun netleştirilmesi, yani sapla samanın, kuru ile yaşın ayırt edilmesi gerekiyor.

Askeri kulislerde sayıları binlerle anılan bu ihbar mektuplarıyla suçlanan personel ile ilgili doğrudan işlem yapılmıyor.

Bu nokta önemli...

Mektuplar, istihbarat başkanlıkları bünyesinde değerlendirmeye alınıyor. Gelen dilekçede söz edilen konular inceleniyor ve eğer teyit edilen noktalar varsa, ihbar işte o zaman dikkate alınıyor.

Yani şahsi garez ya da - başta terfi olmak üzere - ikbal beklentisi gibi farklı gerekçelerle herhangi bir silah arkadaşını “FETÖ mensubu” diye şikayet edenlerin amaçlarına ulaşması öyle kolay değil.

***

Gelen ihbarlar, devlette, sivil kurumlarda da olduğu gibi belli kriterlere göre değerlendiriliyor. Hakkında ihbarda bulunulan kişinin haberi olmadan;

geçmiş birlik komutanları ve mesai ya da devre arkadaşlarının görüşlerine başvuruluyor,

banka hesapları kontrol ediliyor,

şahsen ya da ailece yakın ve sürekli görüştüğü kişilere bakılıyor, yani özel hayatındaki ilişkiler ağı mercek altına alınıyor,

ve nihayet Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan (MİT) da bahse konu personel hakkında bilgi isteniyor.

Yapılan bütün bu detaylı çalışma sonunda ihbarın gerçek olduğu kanaati oluşursa, söz konusu personel hakkında soruşturma aşamasına geçiliyor.

***

TSK’nde durum bu...

Bugüne kadar görülmemiş sayıda ihbar mektubunun yarattığı, bugüne kadar görülmemiş seviyede bir iç inceleme / soruşturma yoğunluğu yaşanıyor orduda.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Akar’ın sözünü ettiği temizlik / arınma sürecinin işte bir de bu boyutu var.

Yazının devamı...

Dikkat çekici özel görüşme

Genelkurmay eski Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ, 1 Ağustos 2016 Pazartesi akşamı CNN Türk’te Tarafsız Bölge programının canlı yayın konuğu olmuş ve Ahmet Hakan Coşkun’un sorularını yanıtlamıştı.

Başbuğ, 3 saat 40 dakika süren programda birçok önemli açıklama yapmış ve bunların bir bölümünde, hükümetin 15 Temmuz sonrası aldığı bazı kritik kararları yanlış bulduğunu söylemişti. Genelkurmay eski Başkanı;

-“Türk Ordusu’nun damarını kesiyorsunuz, yapmayın bunu” sözleriyle askeri liseler ve harp okullarının kapatılmasına karşı çıkmış,

-Yüksek Askeri Şura’nın üye yapısındaki değişikliği, “Amaç sayısal üstünlük sağlamak” diyerek eleştirmiş,

-Kanun Hükmünde Kararnameler ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) yapısının bozulduğunu öne sürüp, “Bu kararlarla TSK’nın yapısı zayıflatıldı” demişti.

***

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve hükümet üyeleri, bilindiği üzere, Başbuğ ile aynı fikirde değil. Hatta, 180 derece aksi görüşteler. Uygulamaya alınan kararlar da bu durumun somut kanıtı.

***

Kısa bir süre önce aldığım bilgi dikkat çekici...

Canlı yayında - yukarıda sözünü ettiğim - o açıklamaları yapan Genelkurmay eski Başkanı, programın birkaç gün sonrasında bir davet almış.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İlker Başbuğ’u baş başa bir görüşmeye çağırmış. Başbuğ da doğal olarak icabet etmiş devletin zirvesinden gelen o davete.

***

Konuşulanlara göre Erdoğan - Başbuğ ikilisi yaklaşık iki saat görüşmüş.

Öğrendiğim kadarıyla Cumhurbaşkanı, Başbuğ’a, canlı yayında kamuoyu ile paylaştığı görüşlerine katılmadığını açık bir dille ifade etmiş.

Özellikle de İlker Başbuğ’un askeri liselerin kapatılması konusundaki itirazına karşı çıkmış. Erdoğan bu noktada iki somut örnek de vermiş.

Cumhurbaşkanı Erdoğan; Necdet Özel ve Hulusi Akar’ın sivil liseden mezun olduğunu hatırlatıp, 15 Temmuz darbe girişiminde baş rolü oynayanların ise büyük çoğunluğunu askeri lise çıkışlıların oluşturduğunu söylemiş.

Daha da önemlisi, FETÖ’nün askeri eğitim kurumlarını neredeyse tamamen ele geçirdiğini ve kendilerinden olmayanlara o ortamda yaşama şansı vermediğinin altını çizmiş Cumhurbaşkanı.

***

Genelkurmay eski Başkanı Başbuğ, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığı bu görüşmeden bir süre sonra, bu defa Hürriyet Gazetesi’ne bir röportaj verdi.

Başbuğ’un Çınar Oskay’ın sorularına verdiği yanıtlar 3 Eylül 2016 tarihinde yayınlandı.

İlker Başbuğ, bu röportajında da CNN Türk canlı yayınındaki çizgisini korudu. Belli noktalardaki eleştirilerini sürdürdü.

İşte bu sebeple, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başbuğ ile ilgili hayal kırıklığı yaşadığı konuşuluyor başkentte.

Ankara kulislerinde; Erdoğan’ın, davet edip görüşmesine, 15 Temmuz sonrası alınan kararların gerekçeleri hakkında ayrıntılı şekilde bilgi vermesine rağmen, eski Genelkurmay Başkanı’nın aynı görüşleri yinelemesini garipsediği ve bu hissiyatını gizlemediği konuşuluyor.

Yazının devamı...

Üçüncü santrale duygusal değil çok stratejik bakıyoruz

ABD-Çin konsorsiyumunun talip olduğu üçüncü nükleer santralle ilgili açıklama yapan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak, “Önümüzdeki günlerde konsorsiyumla birlikte üçüncü nükleer santralin saha seçimi ve fizibilitesi ile ilgili açıklamalar yapılacak. Hangi bölge olacağı henüz belli değil. Burada duygusal değil 17-18 kritere göre hareket ediyoruz” dedi.

G20 zirvesinde Çin ve Türkiye arasında 3’ü enerji alanında olmak üzere 4 anlaşma imzalandı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile Çin Enerji İdaresi arasında Yenilenebilir Enerji ve Kömür Alanında İşbirliği Anlaşmasını, Türkiye adına Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak, Çin adına Ulusal Enerji İdaresi Başkanı Nur Bekri imzaladı. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanlığı (TAEK) ile Çin Nükleer Güvenlik İdaresi (NNSA) arasında, Nükleer Güvenlik Alanında İşbirliği Hakkında Düzenlemeye Türkiye adına yine Berat Albayrak, Çin adına Dışişleri Bakanı Wang Yi imza attı.

Lobilere rağmen olacak

Bakan Berat Albayrak, Hangzhou’da gazetecilere anlaşmaların ayrıntılarını anlattı. Türkiye’nin 2023-2030 hedefleri olduğunu ve nükleerin bunun içinde önemli yer tuttuğunu belirten Bakan Albayrak, “Nükleer, Türkiye’nin 1956’dan beri rüyası, çok stratejik. Ama şimdiye kadar ekonomide, bürokraside, siyasette bir yere takılıyor ve hayata geçmiyor. Büyük bir direnç var. Türkiye’nin güvenli enerji kaynaklarını genişletmesi ve ali menfaatleri için bunu yapmak zorundayız. Farklı lobiler ve yapılan ne söylerse söylesin... Türkiye’nin enerji ihtiyacını istikrarlı sağlayabilmesi için nükleer enerjiye sahip olması şart. 60 yıldır tüm dünyaya helal olan bir teknoloji, Türkiye’ye haram deniliyorsa, orada bir numara var demektir” değerlendirmesini yaptı.

Üçüncü nükleer santral projesine de değinen Berat Albayrak, sözlerini şöyle sürdürdü: “İlk 2 nükleer santral Akkuyu ve Sinop. Üçüncüsü ile ilgili saha çalışmaları bir noktaya geldi, hangi bölge olacağı henüz belli değil. Burada duygusal değil 17-18 kritere göre hareket ediyoruz. Bunların içinde depremsellik, su yollarına yakınlık, hava yollarının kesişimi, askeri bölge ve diğer kriterler var. Haritalarda birkaç yer öne çıkıyor. Bunun için üst düzey istişare ile stratejik bir karar verilecek. Bu projenin bir tarafı Çin, diğer tarafı ABD’li Westinghouse. Bu, ABD-Çin konsorsiyumunun talip olduğu bir proje. Önümüzdeki genlerde konsorsiyumla birlikte üçüncü nükleer santralin saha seçimi ve fizibilite ile ilgili açıklamalar da yapılacak. Nükleerde uranyum altyapısını oluşturmak durumundayız. Sarı pasta dediğimiz uranyumda Yozgat Sorgun’da 20-30 yıllık, 5-6 bin ton rezervli bir saha mevcut. İşletme yabancı bir firma eliyle yürütülüyor. Türkiye nükleer teknolojiye geçtikten sonra, doğal kaynakları itibariyle alt yapısı hazır.”

30-40 milyar dolarlık proje

Bakan Berat Albayrak, “Çin, stratejik işbirliği çerçevesinde enerji alanında önemli görüşmeler yaptığımız bir ülke. Ulaştırma sektöründe de Çin’le çok önemli projeler var. Edirne-Kars hızlı tren porjesi ile ilgili uzun süredir devam eden bir süreç söz konusu. Burada 30-40 milyar dolarlık bir projeden bahsediliyor. Çin buna çok önem veriyor. Bu, modern İpek Yolu’nun önemli bir parçası. Çin’in uluslar arası anlamda birinci sıraya koyduğu stratejik bir proje. Pekin’i Londra’ya bağlamayı planlıyor.”

Güneş ve rüzgarda iki ihale açacağız

Yenilenebilir enerjide yeni bir model ve strateji ile yürüdüklerini belirten Bakan Albayrak, şöyle konuştu: “Yıl sonuna kadar güneş ve rüzgarda iki ihale açmayı düşünüyoruz. Hedefimiz yerli Ar-Ge’nin önünü açmak. Türkiye’de teknolojinin önünü açmak için sadece alım garantisi vermek yetmiyor. Alım garantisiyle teknolojiyi tüketiyor, ama üretmiyoruz. Türkiye’de yerli üretimi teşvik edecek bir model geliştireceğiz. Güneşte belli bir bölgede açık eksiltme ile belli bir kapasiteyi kuracak firmalara yerli Ar-Ge şartı koyarak ihale açacağız. Rüzgarda da bir paketi aynı şekilde ihale edeceğiz. MTA’nın sondaj alt yapısında çok ilerleme sağladık. Avrupa’nın 30-40 yıl önce tamamladığı sondaj altyapısı haritamızı oluşturacağız. Türkiye’de bu oran yüzde 20’lerde ve ortalama 300 metre derinlikte. 2019’a kadar yüzde 60’lara ve en az 700 metre derinliğe taşıyacağız. Kömürde yaptığımız keşifler bu çalışmaların yansımasıdır.”

‘Sessiz sedasız’ gaz depolama kapasitesi arttı

Enerjide 10-20 yıl sonrasını görerek karar vermek gerektiğini belirten Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak, “2019’da seçim var diye düşünme lüksümüz yok” dedi. Türkiye’nin elektrik tüketiminin üçte birinin Marmara’da olduğunu hatırlatan Albayrak, şöyle konuştu: “Yüzde 21-22’si sadece Trakya’da. Peki, bunu nasıl karşılıyoruz? İthalat ve taşıma ile. Meselenin maliyet, kayıp, kaçak tarafı var. Enerji ile ilgili stratejik vizyonu tüketildiği merkezlere, sanayiye, demografik yapıya göre düzenliyoruz. Haritayı, arz-talep dengesinde tüketim ve üretim maliyetine göre dengelememiz lazım. Enerjide an kötü senaryoya göre B, C, D planlarınız olması lazım. Elektrik gittiğinde hayat duruyor. Bunun için bugüne kadar alınmış tedbirlerin ötesinde birçok senaryoyu çalışıyoruz. Mesela sessiz sedasız doğalgaz depolama kapasitesi oranını artırdık.”

% 10’u nükleerden gelecek

2023-2030’un Türkiye’sinin 120-150 bin megavat kurulu gücü ifade ettiğini kaydeden Bakan Albayrak, bunun yüzde 10’u, 10-15 bin megavatının nükleerden sağlanacağını vurguladı. Albayrak, şöyle devam etti: “Japonya ile de nükleeri hızlandırmak için bir anlayış birliği belgesi imzalayacağız. Türkiye’nin teknoloji ile ilgili iyileştirme beklentisi var. Burada zaman kaybetmemek, 2023-2030 yıllarını kapsayan planda ilk reaktörü devreye almak istiyoruz. Rusya tarafı ile verimli bir toplantı gerçekleştirdik. Türk Akımı Projesi’nin birinci fazı ile ilgili beklenen izinlerin onayını gerçekleştirdik.Bu proje ile ilgili süreç olumlu ilerliyor. Biz gaz konusunda sessiz ve derinden önemli adımlar atıyoruz. Rusya uzun bir süredir önemli bir ortağımız. Yeni ve farklı işbirlikleri yolunda adımlar atacağız. Ciddi yavaşlayan Akkuyu süreci hızlanıyor. Rosatom ekibi Türkiye’ye geliyor.”

Yazının devamı...

‘Siyasi ayakları ortaya çıkarılmalı’

Gazetecilerle buluşan CHP lideri Kılıçdaroğlu, Deniz Baykal’a yapılan kaset komplosuyla ilgili soruya şu yanıtı verdi: Talimatı kim verdi, biz olayın siyasi ayağı dahil bütün ayaklarının ortaya çıkarılmasını istiyoruz

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, gazetelerin Ankara temsilcileriyle kahvaltıda buluştu. JW Marriott Hotel’de gerçekleşen buluşmaya, CHP Grup Başkanvekili Engin Altay ile Genel Başkan Yardımcıları Yasemin Öney Cankurtaran, Selin Sayek Böke ve Genel Sekreter Kamil Okyay Sındır da katıldı. Kılıçdaroğlu, Deniz Baykal’a kaset komplosuyla ilgili soruya, siyasi ayağın mutlaka araştırılması gerektiğini söyleyerek şu yanıtı verdi: “Deniz Bey’in FETÖ’nün yaptığına dair kanaat. Bunlar kendiliğinden mi yaptılar yoksa bir siyasi otoritenin isteği mi yerine getirildi. Sormak istediğim bu. Bu komployu kurmak için nereden talimat alındı, bu talimatı kim verdi. Bu kaseti Erdoğan’ın izlediğini ben kendim gördüm, başkaları da gördü. Bu var. Suçlu kendisini gösteriyor aslında. Bir siyasi partinin genel başkanıyla ilgili kasedi Başbakan olarak izliyorsunuz ve siz izlerken sizi bir başka kasete çekiyorlar. MİT’e böyle bir talimat da gitmedi. İş baştan aşağı sakat gidiyor. O nedenle bunun siyasi ayağının ortaya çıkarılması lazım. O dönem F Tipi yapılanma ile hükümet can ciğer kuzu sarmasıydı. Ne diyorlarsa tak diye yapıyorlardı. Biz ne önergeler verdik. Biz olayın bütün ayaklarının ortaya çıkarılmasını istiyoruz. Sadece Deniz Bey değil, diğer partilerle ilgili olarak da talimatı kim verdi. Şu cümleyi asla unutmuyorum: Bir iki gün daha beklersek daha net görüntüler elde edeceğiz diye cümleyi çok iyi hatırlıyorum. Yanındaki kişi, bir iki gün daha beklersek daha net görüntüler elde edeceğiz diyor. ‘Bilginiz dahilinde bunları yapıyoruz’ demektir. Gün gelecek bu konuda daha fazla şey ortaya çıkacak. Benim gördüğüm kasedi gün geliyor sizler de göreceksiniz.”

‘Meclis kapatılmamalı’

Kılıçdaroğlu, “Meclis’in kapatılmasına nasıl bakıyorsunuz. Yenikapı Saray uzlaşı sürecine etkisi ne olur?” sorusuna “Biz OHAL döneminde Meclis’in kapatılmasını çok doğru bulmuyoruz. Ama sonuçta bizim oyumuz belli. OHAL ile ilgili KHK’ların öncelikli ve ivedilikli görüşülmesini istiyoruz. KHK’ların büyük kısmı mecliste. Biz buna uygun çalışmalarımızı başlattık. Biz yanlıştır derken, doğrusu nedir ne olmalıdır’ı emekli askerleri davet ettik. Anayasa hocalarını çağırdık, görüşlerini aldık. Binali Bey’le görüşürken de görüşlerimizi ifade ettik. Hükümet söz verdi, süremiz var, 60 gün süremiz var. Hükümet söz veriyor, hayır biz senin sözünü duymak istemiyoruz dersek doğru olmaz. Yaratılan atmosferi bozmak istemiyoruz. Biz mücadele et, senin önüne engel çıkarmıyoruz, hukuk içinde mücadeleni yap diyoruz. Düzeltiyorsanız bir mesele yok zaten” cevabını verdi.

KAYYUM ATAMALARI

‘Baskı atmosferinin sona ermesi lazım’

“Şu baskı atmosferinden Türkiye’nin kurtulması lazım. Şirketler terör örgütlerine kaynak aktarıyorlarsa elbette buna itirazımız yok. Ama gözdağı verme amacıyla yapılıyorsa bu doğru değil. Elimizde veri olmadığı için bir şey söylemiyoruz. Türkiye’nin bir cadı avı atmosferinden kurtulması lazım. YÖK Başkanı bin 577 dekana istifa dilekçenizi gönderin. Herkes korkuyor gönderiyor. Türkiye süratle normalleşmeli, hukuk içinde mücadele yapılmalı.”

GÜLEN’İN İADESİ

‘Masumum diyorsa kendisi gelmeli’

“Bu konuda bizim görüşümüz gayet net. Hükümet FETÖ ile ilgili bütün bilgileri ABD’ye aktarmalı. ABD kendi hukuk sistemi içinde bunu Türkiye’ye teslim etmeli. Birinci soru şu: Belgelerin geç gönderilmesi ve binlerce belge gönderilmesi. Bunların ayıklanması bile yıllar sürer. Niye bu kadar çok doküman gönderdiler anlamış değilim. Eğer ABD vermiyorsa ve Fethullah Gülen ‘masumum, bunlarla ilişiğim yok’ diyorsa kendisi Türkiye’ye gelmesi lazım. O zaman gel hesabını ver. Hükümete biz bu konuda destek veriyoruz. İadesini isteme konusuna gecikildi. Uluslararası anlaşmalara bizim uyacağımız kadar ABD’nin de uyması gerekir. Böyle bir olay dünya gerçeğidir. Veriler ana aktörün Fetullah Gülen olduğunu söylüyor o zaman Türkiye’ye iade etmesi lazım. Biz Dışişleri Bakanlığı’nın talebi üzerine milletvekili arkadaşlarımızı hem ABD’ye hem batıya gönderdik. Darbenin cumhuriyet tarihinin en kanlı darbe girişimi olduğunu anlattık. Batıdan kaynaklanan bazı kuşkular var. Geçmişte hükümetin yaptığı uygulamalardan duyulan rahatsızlıktan kaynaklanıyor. Umarım hükümet de bunu fark ettiği için 15 Temmuz’dan sonra daha farklı ülkeyi yönetecekleri yönünde mesajlar veriyorlar. Bu mesajlar içeriden çok dışarıya dönük verilen mesajlar.

‘Gazeteciler özgür istediğini savunur’

Bir siyasal partinin ilkeli davranması lazım. Beğendiğiniz veya beğenmediğiniz yayın hepsine saygı göstermek zorundasınız. Ha suç işliyorsa mahkemeye verirsiniz, sorunumuz yok. Gazeteci özgürdür, istediği düşünceyi savunur, istediği düşüncenin karşısında olur. Biz gazetelerin, televizyonların kapatılmasına sıcak bakmıyoruz. Gazetecilerin hapse atılmasını da doğru bulmuyoruz. 12 Eylül döneminde bir sürü gazeteci hapse attı, darbe dönemiydi. Bir darbe girişimini toplum olarak püskürttü, gazetecileri hapse atmak... Batıya anlatamıyoruz, bize soruyorlar gazetecileri niye hapse atıyorsunuz diye.

OHAL UYGULAMALARI

‘Şikayetleri Canikli’ye aktarıyoruz’

Saray’da yaptığımız toplantıda OHAL uygulamalarını izlemek üzere bir komisyon kurduğumuzu söylemiştim. Binali Bey, biz de böyle bir uygulama yapacağız dedi. ‘Size gelen şikayetleri bize aktarın, kurunun yanında yaş da yanmasın’ dedi. Bize çok sayıda mağdur şikayeti geliyor, biz hiçbir ayrım yapmıyoruz. Gelen şikayetleri Sayın Canikli’ye aktarıyoruz. Düzeltmeler de oluyor, düzeltmeler sizin bildiğiniz gibi değil, ek dönüşler de oluyor. Böyle bir diyalog var. Tahmin ediyorum aynı uygulamayı diğer partiler de yapıyorlar.

TSK düzenlemesi doğru değil

“TSK ile ilgili düzenleme doğru bir düzenleme değil. Ben uzun yıllar bürokraside çalışan birisiyim. Bir genel müdür düşünün üç ayrı yerden talimat alıyor. Bir müsteşardan iki bakandan, üç başbakandan bu genel müdür hiçbir iş yapamaz. Askerde emir komuta temel kuralıdır. Siz orayı dinamitliyorsunuz, bu doğru değil. Bunu yaptığınız andan itibaren orduyu tamamen çökertirsiniz. Biz bunu 3 ay için yaptık derlerse ben bunu anlarım. Bu KHK’ya bakıyoruz. OHAL için geçerlidir demiyor. Bu anayasaya aykırı. Hükümet bu konuyu parlamentoda OHAL süresi içinde çözeceklerini söyledi. Oturup parlamentoda görüşüp tartışacağız dedi. Çözmezlerse evet biz bunu Anayasa Mahkemesi’ne götüreceğiz. Götürmeyiz dersek doğru olmaz.”

‘Yenikapı ruhu umarım sürer’

Kılıçdaroğlu, “Cumhurbaşkanı ‘Hiçbirimiz 15 Temmuz öncesine dönemeyiz’ dedi. Yenikapı’yı devam ettirebilecek mi siyasiler?” sorusuna ise şu yanıtı verdi. “Umarım devam ettirir. Bunu zaman gösterecek. Keşke bunu söylerken AKP’nin kuruluş yıl dönümüne bağlanmasaydı. Bir mesaj gönderebilirdi. Diğer partilerin kuruluş yıl dönümüne nasıl mesaj gönderdiyse katıldığını bilmiyorum ama tarafsızlığını koruma noktasında 15 Temmuz öncesi uygulamalarını bir tarafa bırakıp farklı bir politika izlenecekse, bu mesaj verilirken bile tarafsızlık ortamı içinde verilmiyor. Bunu bile eleştirmedik. Keşke Cumhurbaşkanı oraya bağlanmadan, ha şunu yapabilir, tarafsızlığını korur. Tarafsızlığını koruduğu sürece özel bir eleştiri alanımız yok.”

SUİKAST İDDİALARI

‘Dikkatli olmamız uyarısı yapıldı’

“Bu söylendi bize. Dikkatli olmamız gerektiği de söylendi. 15 Temmuz’un devam eden akşamında söylendi. Önlem tabi bizim alacağımız önlem ne olacak. Önlemi İçişleri Bakanlığı alacak. Sayın Müsteşar aradı önlemleri artırdıklarını söylediler. Yapacağımız birşey yok. Bize ya da diğer siyasilere yönelik Türkiye’yi karıştırmak için farklı atmosfer yaratmak için terör örgütleri böyle birşey yapabilirler. Siyasetçi olarak bizim yapacağımız fazla birşey yok. Elimizde istihbarat yok.”

Yazının devamı...

Toprağa gömülen silahlar

7 sene önce ülke gündeminin ilk sırasındaki konu neydi hatırlayanınız var mı?

2009’da...

Yazayım, hatırlayacaksınız...

***

“Ankara Zir Vadisi’nde şu kadar silah, bu kadar bomba bulundu...”

“İhbar üzerine, İstanbul Poyrazköy’de yapılan kazı sonucu bulunan silah ve mühimmatlar...”

“Ankara, Atatürk Orman Çiftliği’nde toprağa gömülü silahlar aranıyor...”

“Başkent’te, Gölbaşı’nın farklı noktalarında yapılan kazılarda...”

Vs... Vs...

***

2009’un gündemi, ülkenin farklı köşelerinde ‘toprağa gömülü silah ve mühimmatlar’dı.

Hatırladınız değil mi?

Hani her gün bir yerde kazı yapılıyordu.

Kiminde yerin altında silahlar, bombalar, roketler bulunuyordu, birçoğu ise boş çıkıyordu. Ama gündem “topraktan silah ve bomba fışkırıyor” genel kabulüne göre şekillenmişti.

***

O günleri neden hatırlattım biliyor musunuz...

Yıllar önce bir ‘furya’ şeklinde gömülü silah ve mühimmatın neden hedef alındığını 15 Temmuz’da anladık.

Gizlenen silahların büyük kısmı toprağın altından gün ışığına çıkartılmış ve bu durum bir suç gibi yansıtılarak ilgili askeri personel hakkında davalar açılmıştı o zamanlar.

Oysa bu bütün dünyada uygulanan, rutin bir askeri tedbirdi...

O silahlar, savaş ya da seferberlik gibi olağanüstü durumlarda kullanılmak üzere belli yerlere gizlenmişti.

İşte o düzen bozulmamış olsa, yani toprağın altına saklanmış o silahlar ve mühimmat yerli yerinde duruyor olsaydı, 15 Temmuz gecesi darbecilere karşı mücadelede bazı mevzilerde durum, yine yaşandığı gibi mi olurdu?

Tek bir örnek vereyim...

Mesela Ankara Gölbaşı’ndaki Özel Kuvvetler Komutanlığı Karargahı’nı darbecilerin elinden geri alan askeri personel, sadece beylik tabancaları ve çevreden tedarik edilen birkaç av tüfeği ile çatışmaya girmek zorunda kalır mıydı?

***

Durum sanırım gayet açık...

15 Temmuz’da kan döken darbeciler ve onların ardındaki güçler, o güne kadar yürüdükleri yolu yıllardır ve hemen her detayı düşünüp temizleyerek gelmişler.

______________________

Düzeltme ve özür...

15 Temmuz akşamı başlayıp ertesi sabaha kadar süren darbe girişiminin detaylarını, 16 Temmuz gün boyu toplayıp “Hıyanet gecesinin çarpıcı ayrıntıları” başlığı altında haberleştirmiştim.

17 Temmuz Pazar günü VATAN’da tam sayfa yayınlanan haberde bir yanlış yapmışım.

Darbe girişiminin farklı boyutlarının ayrıntılarından oluşan haberin, ‘Sahil Güvenlik botu ile firar’ ara başlığının altında şu paragraf yer alıyordu:

“(...) Durumun değişmesi üzerine, sabah saat 9 civarında, Tuğamiral Hayrettin İmren ile Kuzey Görev Grup Komutanı Tuğamiral Ayhan Bay, Güney Görev Grup Komutan Tuğamiral Nazmi Ekici ve Kurmay Albay Murat Erdem bir Sahil Güvenlik botu ile Gölcük’ten kaçıyorlar. Körfezin karşı kıyısında, Dilovası’nda karaya çıkıp izlerini kaybettiriyorlar.”

***

Dün gelen bilgiye göre, haberin bu kısmındaki isimlerden birine yanlışlıkla yer verilmiştir.

Kurmay Albay Murat Erdem firari subaylar arasında yer almıyor.

O gün, gündemin sıcaklığı ve karışıklığı içinde, başka bir kurmay albayın yerine Murat Erdem’in adı, sehven, firar edenler arasında sayılmıştır.

16 Temmuz sabahı Gölcük’ten Salih Güvenlik botu ile kaçan kurmay albay Erdem değildir.

Düzeltir, özür dilerim.

Yazının devamı...

OYAK’ta neler yaşandı?

Hatırlıyor musunuz?

Ordu Yardımlaşma Kurumu, bilinen kısa adıyla OYAK’ta, Mayıs ayında (2016) tabiri caiz ise tam bir deprem yaşanmıştı.

Önce, 7 Mayıs’ta, Yönetim kurulu Başkanı Necati Özbahadır -bu koltukta henüz bir yılını doldurmadan- istifa etmişti.

Hemen ardından, 12 Mayıs’ta da kurumun 16 yıllık genel müdürü Coşkun Ulusoy istifasını vermişti. Ulusoy ile birlikte genel müdür yardımcıları Nihat Karadağ, Dinç Kızıldemir, Hülya Atahan ve Ergun Okur da görevlerinden ayrılmışlardı.

***

Şimdi sizi bu önemli gelişmelerin tam bir yıl öncesine götüreceğim... Mayıs 2015’e...

***

“OYAK 55’inci Olağan Genel Kurulu’nun 16 Mayıs 2015 günü, Ordu Yardımlaşma Kurumu Genel Müdürlüğü Brifing Salonu’nda yapılan toplantısında,Genelkurmay Başkanınca Yönetim Kurulu adayı olarak gösterilen Kara Kuvvetleri Komutanlığı mensubu iki aday arasından gizli oyla seçim yapılmış olup, Genel Kurul’da hazır bulunan 31 üyenin iştirakiyle oy kullanılmış ve Tasnif Heyetince oyların sayım ve tasnifi yapılarak adayların aşağıda hizalarında gösterilen miktarda oy aldıkları tespit edilmiştir.

İşbu tutanağın Heyetçe tarafımızdan imza altına alınmış olduğunu,

Arz ederiz.

Tuğgeneral Mehmet Partigöç 25 oy. Albay İrfan Karan 6 oy.”

Bu okuduklarınız, OYAK Dergisi’nin Haziran 2015 tarihli 128’inci sayısının 79’uncu sayfasından... OYAK’ın geçen yılki genel kurul tutanağında yer alıyor bu gelişme.

***

Tuğgeneral Mehmet Partigöç Genelkurmay Personel Plan ve Yönetim Daire Başkanı.

Ama asıl önemlisi...

Partigöç, 15 Temmuz gecesi Genelkurmay Karargahı’nda öne çıkan isimlerden .

***

Darbe girişimi gecesi Genelkurmay Karargahı’nda yaşananlara tanık olan Üsteğmen Fahri Kafkas’ın ifadelerine bakıldığında, Partigöç’ün ‘cuntanın ön emli isimlerinden olduğu’ ortaya çıkıyordu.

Aynı ifadede, Tuğgeneral Partigöç’ün YAŞ Üyesi Orgeneral Akın Öztürk’ü aradığı ve “Komutanı Akıncı Üssü’ne tahliye ettik, siz de oraya geçin” dediği bilgisi yer alıyordu.

‘Cuntanın Genelkurmay Karargâh Sorumlusu’ olduğu iddia edilen, TSK’dan atılan ve halen tutuklu bulunan Mehmet Partigöç ise ifadesinde; suçlamaların tümünü reddetmiş, belgelerde isminin, isteği ve iradesi dışında yer aldığını söylemiş ve herhangi bir ıslak ya da elektronik imzası bulunmadığını belirtmişti.

***

15 Temmuz cuntasının en önemli isimlerinden olduğu öne sürülen Tuğgeneral Mehmet Partigöç, geçen yılın Mayıs ayında, OYAK Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi.

2015-2018 döneminde OYAK yönetiminde yer alması için Partigöç’ü aday gösteren de dönemin Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral Necdet Özel.

(NOT: OYAK Dergisi’ndeki genel kurul tutanağında, “Genelkurmay Başkanınca Yönetim Kurulu adayı olarak gösterilen” ifadesi yer alıyor. ‘Genelkurmay Başkanlığı’nca değil, ‘Genelkurmay Başkanı’nca...)

***

Dönemin Genelkurmay Başkanı (Necdet Özel), OYAK Yönetim Kurulu’na özellikle, şahsen Partigöç’ü mü seçip önerdi yoksa geçmişte de oraya hep Genelkurmay’ın o dairesinin başındaki generaller mi aday gösterilirdi; bilmiyorum.

Muvazzaflardan OYAK Yönetimi’ne giren üyeler, bu görevde hangi işlerden sorumludur, ne kadar maaş alırlar, ekstra gelirleri var mıdır; bunu da bilmiyorum.

Ama merak ediyor ve soruyorum...

***

Ve doğrusu tek bildiğim; OYAK dosyasında bilmediğimiz çok detay olduğu.

Şimdi, özellikle de Mehmet Partigöç’ün de yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptığını öğrendiğimize göre...

Başta üç ay önce art arda istifa eden Necati Özbahadır ve ismi neredeyse OYAK ile özdeşleşen Coşkun Ulusoy’un, kurumda neler olup bittiğini kamuoyuna açıklamaları gerekiyor.

Birilerinin, bir an önce konuşması gerekiyor.

Belki de benimki bir gazetecilik vehmidir. Hatta -pek sanmıyorum ama- umarım öyledir.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.