Şampiy10
Magazin
Gündem

İhbar ile iftira ayırt edilmeli

FETÖ soruşturmaları intikam duygusuyla yapılmayacak.

Bu süreç bir cadı avına dönüştürülmeyecek.

Kurunun yanında yaşların yanmaması için azami hassasiyet gösterilecek.

Ülkeyi yönetenler ilk günden beri bu noktalara vurgu yapıyor.

Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan’a, ilgili bakanlardan yargı camiasının önde gelenlerine kadar herkes bu duyarlılığın altını çiziyor.

Olması gereken de bu zaten.

Peki ya uygulama?

***

Bakanlara, milletvekillerine seçim bölgelerinden her gün benzer şikayetler geliyor.

Oda başkanlarına, iş dünyası ve yargı derneklerine, akademik personel birliklerine de öyle.

Ve biz gazetecilere de tabii…

***

Mevzu, FETÖ ihbarları furyası.

***

Sizin çevrenizde de vardır muhtemelen…

Ya da duyuyorsunuzdur eşten dosttan…

Askeri personel, yargı mensubu, devlet memuru, akademisyen, tıp doktoru, tüccar…

Hemen her alandan geliyor benzer haberler.

“Şu kişiyi FETÖ’cü diye ihbar etmişler ama o insanın ilgisi, alakası yoktur bu işlerle” türünden cümlelerden söz ediyorum.

Ya da, “Şu insanın adı da karışmış FETÖ soruşturmasına. Hakkında ihbar varmış. Değil cemaat işleri, o kişinin dinle, imanla bile pek arası yoktur oysa” gibi cümlelerden…

***

Elbette kimin ne olduğunu peşinen bilmek mümkün değil.

Elbette devletin ilgili birimlerin tarafından incelenir, soruşturma açılabilir, gerekirse yargılanır ve sonunda suçlular ile masumlar ayrışır.

Ancak bahsettiğim bu süreçte, yani nihai yargı kararları ortaya çıkıncaya kadar; ‘ihbar’ ile ‘iftira’nın da ayırt edilmesi gerekiyor. ‘Çamur at izi kalsın’ anlayışıyla, ‘ateş olmayan yerden duman çıkmaz’ sözüne de güvenerek masum insanları suçlular ile aynı sepete atmaya çalışanlara izin verilmemeli.

***

Eğer, siyaseten kendine rakip gördüğü kişiyi ihbar eden varsa…

Eğer, ticarette rekabet içinde olduğu insanı şikayet eden oluyorsa…

Eğer, geçmişte bambaşka bir konuda husumet yaşadığı biri hakkında polise ya da savcılığa giden çıkıyorsa…

Özetle; eğer, birbirini kişisel çıkar, menfaat ya da ikbal gibi gerekçelerle FETÖ’cü diye ihbar edenler varsa, bunların bir şekilde tespit edilmesi şart.

Sadece tespit edilmesi de değil.

Bu tür ihbarlar üzerine yapılan işlemler sonucu mağdur olanların haklarının gözetilmesi de önemli. İnsanların şahsi ya da ticari itibarının zedelenmesine izin verilmemesi de yine çok mühim.

İftiracılar için bir düzenleme yapılamaz mı?

Böyle durumların önüne geçilebilmesi için yasal bir düzenleme yapılamaz mı mesela?

İhbarın dayanaksız, asılsız, maksatlı ya da doğrudan yalan olduğunun tespit edilmesi halinde ‘ihbarcı’ hakkında bir işlem yapılması gerekmez mi?

Bir insanın, ihbar adı altında iftiraya uğradığı yargı kararıyla ortaya çıkarsa, o kişi hakkında ihbarda bulunana, yani iftiracıya bir yaptırım uygulanması değil midir adaletin gereği?

Üstelik bu ayırımın başarılması, sadece iftiraya hedef olan kişinin haklarının korunması anlamına gelmiyor.

İşin bir başka boyutu daha var.

FETÖ belasından kurtulmaya yardımcı olacak gerçek ihbarların sulandırılmasının da önüne geçilmiş olur böylece.

Gerçek darbeci ve FETÖ üyelerinin, en iyi yaptıkları iş olan kendilerini gizleme, hedef saptırma, üretilen sahte deliller ile insanların hayatlarının karartılması vb faaliyetlerde, geçmişte olduğu gibi bugün de bulunmalarına izin verilmemeli.

Yani gerçekte FETÖ’cü olanların, masum insanları FETÖ’cü diye ihbar edip karalaması ihtimaline özellikle dikkat edilmeli.

Yazının devamı...

‘Kökünü kazımak boynumuzun borcu’

Ak Parti 15. yıl dönümünü ‘demokrasi şehitleri’ anısına sade bir törenle kutladı. Ankara’ya video konferansla seslenen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “FETÖ’nün kökünü kazımak boynumuzun borcudur” vurgusu yaptı.

AK Parti’nin 15. kuruluş yıldönümünü, Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) 15 Temmuz’daki darbe girişiminde şehit düşenlerin anısına saygı çerçevesinde sade bir törenle kutladı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, konuşmasında muhalefeti ve toplumun tüm kesimlerini kapsayacak bir konuşma yaptı. Bu konuşma Yenikapı ruhunun devamı olarak algılandı.AK Parti Genel Merkezi’ndeki törene Huber Köşkü’nden video konferansla seslenen Erdoğan mesajında, “Biz yıllarca gerekirse kendimiz bedel ödeyeceğiz, ama milletimize bedel ödetmeyeceğiz demiştik. Bu ihaneti yapanlardan hesap sormak ve FETO’nun kökünü kazımak boynumuzun borcudur” ifadelerini kullandı ve özetle şunları söyledi: Kurucu genel başkanı olmaktan iftihar ettiğim AK Parti ile hukuki bağımı, olağanüstü kongrede kopartmak zorunda kalmıştım. O gün 13 yıl sonra partimden ayrılıyor olmamın hüznünü, milletimle kucaklaşacak olmamın sevincini birlikte yaşadım. Partiyi birlikte kurduğum dava arkadaşlarımla gönül bağım asla bitmemiştir, bitmeyecektir.

‘Pınarhisar Cezaevi’nden buraya...’

“Hatırlayınız 26 Mart 1999 tarihinde milletimizle birlikte Pınarhisar cezaevine doğru yola çıkarken ne diyorduk? “Beraber ıslandık bir bu yollarda” Evet beraber yürüdüğümüz ıslandığımız bu yolda hep birlikte çok şeyler yaşadık. Cezaevinden çıktıktan sonra milletimize koştuk. Ardından 3 Kasım 2002 seçimlerinde milletimiz bize ülkeyi yönetme sorumluluğunu verdi. Başbakanlık görevini üstlenerek gece gündüz çalıştık. Her seçimde oyumuzu artırdık. Cumhurbaşkanlığı seçimleri de oldukça sancılı geçti. 2007’de 367 garabeti dahi oynamadık oyun bırakmadılar. Gezi olaylarıyla toplumsal kaos denemesi yaptılar tutmadı. Bir ihanet çetesi vasıtasıyla 17-25 aralık darbe girişimini başlattı. Netice alamadı.”

‘Ülke tarihinin en alçak tehdidiydi’

“Güneydoğu’daki bazı ilçelerimizde bir başkaldırı teşebbüsünde bulundular. Açtıkları çukurlara kendileri gömüldüler. PKK ve DAEŞ’i kullanarak canlı bomba saldırıları yaptılar. Yine istedikleri neticeyi alamadılar. 15 temmuz 2016 gecesinde ülke tarihimizin en alçak sinsi tehdidiyle karşı karşıya kaldık. TSK’ya sızmış Fetullahçı terör örgütü mensubu bir grup asker müsveddesi, bu tür terörist kendi milletine ve devletine karşı darbe girişimi başlattı. Milletimizle birlikte omuz omuza vererek bu ihanet girişimini akamete uğrattık. Diğer parti mensuplarıyla tek yürek olarak istiklaline sahip çıktı.”

Yenikapı ruhu devam

Konuşmasında 7 Ağustos mitingini hatırlatarak “orada bir araya gelen siyasi parti liderleri ve vatandaşlar yeni bir kapının açılışı olmuştur dedi ve birlik vurgusu yaptı: arti, ötekileştirmelerin, dışlanmışların, öz yurdunda parya muamelesi görenlerin ümitle çarpan yüreğidir. Onun için sizlere büyük görevler düşüyor. 15 Temmuz’a kadar AK Parti’ye oy verenlerden aldığınız güçle tüm Türkiye’ye hizmet etmenin çabası içindeydiniz. 15 Temmuz’dan sonra ise hangi partiye oy vermiş olursa olsun artık Türk milletinin tamamına karşı kayıtsız şartsız sorumluluğunuz vardır.”

‘15 Temmuz öncesi gibi davranamayız’

“Artık 15 Temmuz öncesi gibi davranamayız. Hiçbirimiz davranamayız. En başta cumhurbaşkanı olarak ben davranamam. Aynı şekilde, Türkiye’nin son 14 yılının sorumluğunu üstlenmiş iktidar partisi olarak, AK Parti böyle davranamaz. Muhalefet partilerinin de aynı anlayışta olduğuna bu süreçte şahit oldum, inanıyorum. Sivil toplum kuruluşlarının, medyanın, meslek örgütlerinin, farklı meşreplerin, ekollerin temsilcisi tüm grupların da aynı anlayışta olduğunu ümit ediyorum”

‘Akan gözyaşını silen el’

“Bu parti 15 yıllık olabilir ama bu partinin ve mensuplarının medeniyet davası, bin 400 yıllık kadim bir davadır. Ak Parti’yi var eden ve yaşatan ruh, İstanbul’un fethinden Çanakkale’ye, İstiklal Harbi’nden 15 Temmuz’a kadar bu milletin iftihar vesilesi tüm dönemlerinin ruhudur. Bu parti, Balkanlar’dan Orta Asya’ya, Kuzey Afrika’dan Güney Asya’ya kadar dünyanın neresinde mazlum varsa, hepsinin akan gözyaşını silen eldir.”

‘Sayısız ihanetle çarpışarak bugüne geldik’

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasından sonra kürsüye çıkan AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Binali Yıldırım, “15 Temmuz’da bir kez daha gördük ki hiçbir şey eskisi gibi olmadı, olmayacak. Eğilmedik, bükülmedik, yıkılmadık. Millete güvendik ve başardık. Milletin artan güvenine hep mazhar olduk. “Her şey Türkiye için” dedik ve her şeyi Türkiye için yaptık” dedi. Başbakan Yıldırım’ın konuşmasından satırbaşları ise şöyle:

‘Eli kanlı FETÖ’ye diz çöktürdük’

“Sayısız ihanetle çarpışarak bugünlere geldik. 15 Temmuz gecesi millet meydanları doldurdu, çünkü Başkomutanın çağrısı vardı. Eli kanlı FETÖ örgütüne milletimizle diz çöktürmenin huzuru içinde karşınızdayız.”

‘İktidar sarhoşluğuna kapılmadık’

“Geçmişini inkar etmeden geleceğini inşa eden parti, AK Parti’dir. İktidar ve güç sarhoşluğuna kapılmadık, kapılmayacağız. Türkiye’yi, vesayet odaklarından, ihanet şebekelerinden, terör unsurlarından tamamen temizleyeceğiz. Hep birlikte Türkiye olduk.”

‘Bizi bu yoldan kimse çeviremez’

“Yenikapı mitingiyle taçlanan bu milli birliği, dikkatle gözümüz gibi koruyacağız. Yenikapı, yeni Türkiye’nin aydınlık geleceğine açılan yeni bir kapı olmuştur. Milletin yoluna taş koyanlara inat, biz milletin yoluna baş koyduk. Allah’ın izniyle bu yoldan bizi kimse çeviremez.”

‘Meydanı hainlere bırakmadık’

“Ülkenin ve milletin birliğine saldırıyorlar, geleceğe emin adımlarla yürüyüşümüzü durdurmak istiyorlar. Herkes iyi bilsin ki AK Parti, milletle birlikte meydanı vatan hainlerine bırakmadı, asla da bırakmayacak.”

Cumhurbaşkanı’nı yan yana dinlediler

Programa, Başbakan ve AK Parti Genel Başkanı Binali Yıldırım Binali Yıldırım, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Eski Başbakan ve Konya Milletvekili Ahmet Davutoğlu üçlüsü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasını yan yana izledi. Dikkat çeken isimlerden birisi de Şaban Dişli oldu. Törene katılıp katılmayacağı merak konusu olan Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Dişli de diğer partililerle birlikte oradaydı.

‘İnşallah her şey daha güzel olacak’

Ak Parti’nin 15. yıldönümü törenlerinde gözlerin aradığı isim Bülent Arınç’tı. Kürsü konuşmalarının ardından Bülent Arınç’ı telefonla aradım, “Davet mi gelmedi?” diye sordum. “Hayır genel bir davet geldi. ‘Sayın dava arkadaşımız’ hitabıyla ‘bekliyoruz’ diye... ama Ankara dışındayım. Bir hafta kadar da Ankara’da olamayacağım. O yüzden davete icabet edemedim” cevabını verdi. “Sizin katılmamanız dikkat çekti. ‘Herhangi bir sıkıntılı durum mu var’ yorumları yapıldı...” soruma ise “Abdullah Bey de Ahmet Bey de katıldı. Televizyondan izledim, ne kadar güzel bir akşam oldu, takip ettim... Bundan sonra da inşallah her şey daha güzel olacak” yanıtını vermekle yetindi.

Gül: Takiye felaket getirir

Kürsüye çıkarak konuşma yapan 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül şunları söyledi: Herkesin aklını fikrinin muhakemesini ortaya koymasını ve yeri geldiğinde konuşması gerekir. Böyle olmazsa, bir de bu yapılar şeffaf olmazsa, gizlilikler olursa, Türkiye Müslümanlığında hiç görülmemiş şekilde takiye yapılırsa, iki yüzü olursa toplumların ülkelerin başına bu tip felaketleri getirirler.

Davutoğlu: FETÖ denilen çeteyle...

Eski Başbakan Davutoğlu şöyle konuştu: 1 ay önce demokrasi zaferine birlikte imza attık. Bu mücadeleye katkıda bulunanları rahmetle anıyoruz. Bütün siyasi partiler birlikte davrandı, onları da takdirle anıyoruz. Baktılar ki bu milleti durdurmak mümkün değil, FETÖ denilen bir çeteyi düğmeye basarak harekete geçirmeye çalıştılar. Ama bütün milletimizin tek yürek olduğunu hesap edemediler.

1 kilometrelik Türk bayrağı!

Tam 1 kilometre uzunluğundaki dev Türk Bayrağını taşıyan 6 bin vatandaş AK Parti Genel Merkezi binasına yürüdü.

2 bin polis görev yaptı

FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında 14 Ağustos’ta yeni bir girişim olacağı iddiaları çerçevesinde güvenlik tedbirleri de artırılırken genel merkez çevresinde alınan önlemler de dikkati çekti. Bu çerçevede akşam saatlerinde Yıldırım’ın konuşmasını yapacağı alana vatandaşlar ve partililer oluşturulan arama noktalarından girdi. 2 bin polis görev yaptı.

Yazının devamı...

15 Temmuz lobisi 26 ülkede başlıyor

Darbe kalkışmasının dünyada yarattığı soru işaretleri büyük bir kampanya ile giderilmeye çalışılacak.

Kampanyaya TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB gibi iş dünyası örgütleri ve sivil toplum kuruluşları dahil olacak.

Hedef belirlenen ülkelerin Türkiye’de yatırımı olan tanınmış işadamları, CEO’ları da tanıtıma katılacak.

Ülkelerin televizyon, gazete, internet ve hatta bilboard’larında yoğun bir Türkiye tanıtımı yapılacak.

Türkiye’nin 15 Temmuz darbe girişimi sonrası lobi atağı Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin Kopenhag ziyaretiyle başladı. Zeybekci, 15 Temmuz darbe girişimi ardından, 8 bakanın yanında 3 partiden milletvekilleri ve STK’larla 26 ülkeye açılım yapacağını söylüyor

Beraberindeki heyetle siyasi ve ticari temaslarda bulunmak üzere Danimarka’nın başkentine giden Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, Danimarka Dışişleri Bakanı Kristian Jensen ile ikili görüşme gerçekleştirdi.

Zeybekci, “26 ülkede açılımlarımız devam edecek” ifadesini kullanarak, “Yine aynı şekilde bir bakan, 3 partiden milletvekilleri, TOBB, TİM, MÜSİAD, TÜSİAD, Türkiye Müteahhitler Birliği, sivil toplum örgütlerini ekleyeceğiz. O ülkede iş yapan işadamları, kampanyalarımız devam edecek, 16 ülke ile de o ülkelerde televizyon, gazeteler, bilboard’larda, internette yoğun bir kampanyamız olacak. Yine aynı ekiple, sivil toplum kuruluşlarımızla Ekonomi Bakanlığmız koordinasyonunda, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığımızın da destek verdiği bir kampanya başlatacağız” açıklamasını yaptı.

-Başlatılan kampanya... Üç siyasi partinin temsilcileriyle mi gerçekleştirilecek?

Geçmişte böyle bir şey yapmadık. Son derece pozitif olarak görülüyor. Türkiye’deki şu anda sivil Türk demokrasi devrimi. 15 Temmuz’dan sonra siyasetin de artık yeni bir dönüm, başlangıç noktası olarak görüyorum. Milli konularda, Türkiye’yi ilgilendiren konularda bütün siyasi partiler tek bir amaç etrafında bir araya geliyor. Bizim anlatmaya, anlatılmaya ihtiyacımız var. Demek ki tam olarak anlatamamışız ki 15 Temmuz meselesi de farklı algılanabiliyor bütün dünyada... Türkiye’de yatırımları olan firmaların CEO’ları da var bu kampanyada. Japonya’da Toyota, Kore’de Hyundai CEO’su, İtalya’da Fiat CEO’su, Almanya Bosch, ABD’de Ford, Pepsi; Fransa’da Carrefour ile ABD’de Phillip Morris CEO’larıyla çalışacağız.Türkiye’yi onlar anlatacaklar, biz karışmayacağız.

Yeni teşvikleri anlatıyoruz

-Sanatçılar, ünlü isimler olacak mı?

Diğer bakanlıklarımız diğer boyutlarını yapacaklar. Başbakan yardımcılarımız var. Sayın Şimşek, Canikli var. Toplam 8 bakan olacak. Şu anda asıl önemli olan sivil demokrasi devriminden sonra siyasette ihtiyaç duyduğumuz birlik, beraberlik, ülkenin birçok değerleriyle birlik beraberlik görüntüsü. 15 Temmuz’dan sonra bizim demokrasimizin üzerindeki şüpheler, tereddütlerin, gölgelerin ortadan kalktığına inanıyorum. Millet, özgürlüklere, bağımsızlığına, yönetime el koydu. Bizim bundan sonra gayri meşru şeylerimiz olmaz.

-Gittiğiniz yerlerde size ne soruyorlar?

Süreci, OHAL’in kapsamını merak ediyorlar. Bu kadar çok memurun açığa alınmış olmasını merak edip soruyorlar. Bugünkü görüştüğümüz ortamda Danimarka iş dünyasının Türkiye’deki yatırım yapmayla ilgili iştahında bir değişiklik görmedik. Bir nebze tereddüt varsa da onları etkiledik. Yeni yatırım teşvik sistemi, ihracat teşviklerinden bahsettik.

İkinci hedefimiz Avrasya Gümrük Birliği’ne girmek

“Her iki tarafın söylediği bütün şartlar önce bir 24 Kasım öncesine dönsün, serbest ticaret anlaşması görüşmelerimizde iki tur tamamlamıştık. Serbest ticaret anlaşmasını bir an önce tamamlamak istiyoruz. Özellikle hizmetlerde ve yatırımlarda ki arkasından hemen tarım ürünlerini eklemek istiyoruz. Rusya ile bu fon, ortak ticaretimizde birbirini tamamlayıcı alanlarımız var. Metalurji… Rusya gerek cevher, gerekse yarı mamule kadar alanlarda son derece güçlü. Bu alanda ortak yatırımlar yapılması son derece önemli. Üçüncü ülkelerde işbirliği, Türk Rus ortak fonu iki ülkede yatırımlar yapmanın dışında üçüncü ülkelerdeki yatırımlarda ortak finansman sağlayacak. Çok hızlı bir şekilde Türk Lirası ve Ruble’yi kullanmak amacındayız. Diğer hedefimiz de Avrasya Gümrük Birliği... Gümrük Birliği’ne sadık kalarak Avrasya Gümrük Birliği’ned de dahil olmak istiyoruz.”

Göreve geldiğimde TUSKON egemendi

İlk bakan olduğumda 2013, 25 Aralık’ından sonra göreve geldiğimizde inanılmaz bir terör yapılanması vardı, o da TUSKON. Dışarıda son derece egemendi. İş forumu, fuar yapamıyordunuz. Biz göreve gelir gelmez bunu kestik, bütün kuruluşlarımızın bağını kestik. Bunu yaptığınız zaman da çok ciddi gelir kaynaklarını kesmiş oluyorsunuz. Bu şekilde büyük bir gelirini kestikten sonra TUSKON Başkanı Rızanur Meral’le Genel Sekreteri Mustafa Günay, Mehmet Büyükekşi’ye giderek aynen şunu söylüyorlar: ‘Bunun hesabını Nihat Zeybekci’den soracağız.’ Müdahale ettiğimiz hortumun ne kadar büyük olduğunu tehdit haline getirmelerinden görüyoruz. Afrika’daki bazı ülkelerde hâlâ diri bir şekilde karşımıza çıkabiliyorlar. Bazı kurum ve kuruluşlarda ne kadar etkili olduklarını görmüştük. Terör örgütünün bu yapısıyla da mücadeleye devam edeceğiz. Bu kadar net...

OHAL bitince Kraliçe gelecek

Danimarka Kraliçesi 2. Margrethe’nin Türkiye ziyaretinin güvenlik gerekçesiyle iptal edilmesi haberleriyle ilgili Bakan Zeybekci, şunları söyledi: “Gelmekle ilgili tereddütleri yok, muhtemelen o zamana kadar bizim olağanüstü hal de bitmiş olur. Kendilerinin böyle bir hassasiyetleri var. OHAL olan ülkelere kraliçenin gitmemesiyle ilgili, bunu da anlayışla karşılıyoruz.”

Yazının devamı...

‘Bu yapıyla ilgili bilgileri paylaşmaktan çekinmeyin’

Rusya dönüşü TR-TUR’da gazetecilere konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Tüm vatandaşlarım, FETÖ denilen bu yapılanmayla ilgili bilgileri makamlarla paylaşmaktan çekinmesin. Adil Öksüz’ü kaçıran gazeteci bizim apartmanda oturuyormuş. Komşumuz yani” açıklamasını yaptı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, St. Petersburg’da Rusya Lideri Putin ile yaptığı görüşmenin ardından Ankara’ya dönerken özel uçak TR -TUR’da gezisini izleyen gazetecilerin sorularını yanıtladı... Cumhurbaşkanı Erdoğan, FETÖ soruşturmalarıyla ilgili uçaktaki gazetecilerin “Bir taraftan Devlet Denetleme Kurulu, bir taraftan Meclis Araştırma Komisyonlarıyla burada tüm olup bitenlere, karanlık noktaları ortaya çıkarmak için özel bir safa sarp edilecek mi? Komisyonlar kurulacak mı?” sorusuna komisyon konusunda aynı fikirde olmadığını söyleyerek şu yanıtı verdi: Komisyonlardan pek bir şey çıkacağına inanmıyorum. Bu işin en ideali ülkemde nerede olursa olsun, tüm vatandaşlarımın, FETÖ denilen bu yapılanmayla ilgili bilgileri ilgili makamlarla paylaşmaktan çekinmemesidir. Emniyete bildirmeleri lazım. Savcılara bildirmeleri lazım. Mesela 15 Temmuz gecesi olan hadise. İsmi Adil (Öksüz) olan şahsı kastediyorum. İsmi Adil de kendisi adil değil. Bakın onu kaçıran gazeteci bizim apartmanda oturuyormuş. (Gazeteci Erdal Şen, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Subayeyleri’ndeki evinden komşusu.) Komşuyuz yani. Görünürde bize saygıda hiç kusur etmezdi. Bunu da herkese söylerdi. Şimdi Adil denilen o şahsı kaçıran adam olduğu ortaya çıktı. Bunların hepsi karaktersiz. Köşesinde sallayıp duran vardı ya şimdi kaçmış olan, o da öyleydi. Gelirdi karşımıza yok şöyle yok böyle. Kim olduğunu anlıyorsunuz” dedi. Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde iş adamlarına yaptığı konuşmada da “O camiadan dostlarınız, arkadaşlarınız olabilir. Ben diyorum ki bunları da ifşa etmeniz lazım. Bunları savcılıklarımıza, emniyet teşkilatımıza bildirmeniz lazım. Niye? Bu, bizim üzerimize bir vatanseverlik borcudur. Onlar bu ülkeyi değil, biz onları çökerteceğiz” vurgusu yaptı. İşte Erdoğan’ın Rusya dönüşü yaptığı açıklamalar:

MİT’İN YAPILANMASI

İç ve dış istihbarat bağlantısı artıyor

Bu konuyla ilgili MİT bir çalışma yaptı. Şimdi jandarma ve emniyet istihbarat malum, artık bunlar İçişleri Bakanlığı’na bağlandığı için bunlarla ilgili olarak da yeni bir düzenlemeye gidiliyor. MİT tabii kendini ağırlıklı olarak daha çok yine dış istihbarata verecek. Ama dış istihbaratın iç istihbaratla hiç bir bağlantısı yoktur denilemez. İçeriden başlayıp dışarıda kovalarsın, dışarından alıp içeride takip edersin. İstihbarat zafiyetinden söz ederken, sıfır hatayla veya sıfır yanlışla çalışan bir istihbarat örgütü zaten yoktur. Dolayısıyla bu meselede bardağın dolu tarafını da görmemiz lazım. Yani bugüne kadar yapılmış başarılı birçok operasyon var. Onun için buradaki hatadan ders alarak, ders çıkararak, nerede hatalar yaptık, ne gibi eksiklerimiz yanlışlarımız var, tabii ki bunların üzerinde duruyorlar ve onun için de böyle bir yeni çalışma modelini arkadaşlar bize getirdiler.

‘Bulaşan siyasilere de gereği yapılır’

Benim dokunulmazlıklar konusundaki yaklaşımım bazı dostlarla, yani siyasilerle çelişiyor. Dokunulmazlığı niye kaldırdık? Kaldırdıysak, gereği neyse bunu yapmak gerekiyor bir defa. Adımlarımızı gecikmeden atmamız lazım. Tabii 15 Temmuz süreci de, atılması gereken adımları geciktirmiş olabilir. Yoğun bir mesai var şu an yargıda. Nedereyse 24 saat çalışır hale geldiler. Temennim odur ki,dokunulmazlıklar ilgili gereken neyse yapılır. FETÖ’ye bulaşmış olan siyasilerle ilgili meseleye gelince. Yargı elbette o konuda da gereğini yapar.

‘Yenikapı ruhu muhafaza edilsin’

Yenikapı ruhu olarak adlandırılan ruhun devamı için Cumhurbaşkanı’nın tavrı bu sürecin devamında daha belirleyici olacaktır gibi bir anlayış var, buna katılıyor musunuz?

Halkın kahir ekseriyeti öyle görüyor ama, siyasi kadrolar Cumhurbaşkanının rolünü pek de öyle görmüyor maalesef. Yenikapı olayı farklı bir olay, farklı bir konsept olarak gelişti. Hakikaten şehitlerimizin ruhu orada bizlerin bir araya gelmesini sağladı. Bambaşka bir ruh o. Gazilerimiz oraya geldi. Gazilerimizle orada görüştük. Temennim o dur ki dedikleriniz, aynıyla tecelli etsin, bu ruh muhafaza edilsin.

PYD BÜROSU

‘İlk kez sizden duyuyorum’

Seyahatten dolayı dolar hemen üçün altına düştü. Biz bugün bir şey konuştuk, dedik ki yani alışverişleri Ruble ile ve Türk lirası ile yaparsak daha da yararlı olur. Öyle bir durumda dolar daha da düşer. Döviz baskısından, kur baskısından kurtulmuş oluruz. Hem Rusya kazanacak, hem biz kazanacağız.

PYD, YPG konusunda örtüşüyor. Biz Moskova’da ofis açmaları meselesini de gündeme getirdik. Onun PYD ile alakası olmadığından, onun bir sivil toplum kuruluşu olduğundan söz ettiler. Sayın Putin, bu sayede en azından konudan haberdar oldu. Bunu ilk defa bizden duyduğunu söyledi. Elimizdeki resimleri gösterdik. Konuyu yakından takip edeceklerini söylediler.

UÇAK KRİZİ

‘Açık ve net konuştuk’

Basın toplantısının ardından, ikili görüşmede bu konuyu da ele aldık. Tabii bu konuda bir bilgi kirliliği de yok değil. 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrasında, içeri alınanlar arasında malum o pilotlardan da var. Konu yargı sürecindedir. Bunun yanı sıra bir de, düşen uçağın pilotunun Suriye tarafında öldürülmesi hadisesi var. Pilotu öldürüldüğü iddia edilen Türk vatandaşı da şu anda başka davadan mahkûm. Rus pilotu öldürdüğü iddiasıyla hakkında açılan soruşturma da devam ediyor. Konuyu takip ediyoruz. Bunları da açık ve net olarak kendileriyle konuştuk.

Onlar onu kabul etmiyor. Yani birinci uçak hava sahası ihlali yaptı ama ikinci uçağın, Suriye hava sahasında vurulduğunu iddia ediyorlar. Bununla ilgili olarak da kendilerine bizdeki tüm radar görüntülerini göndereceğiz.

‘İkimizin temennisi de ilişkilerimizi 24 Kasım öncesinden de ileri taşımak’

Temennimiz 24 Kasım öncesine dönmek değil, ilişkilerimizi çok daha ileri noktaya taşımak! Benim de Sayın Putin’in de temennisi bu. Sayın Putin ile özellikle çalışma yemeğinden sonraki süreçte de çalışma yemeğinde de gerçekten yani verimli bir görüşme yaptık. Bakan arkadaşlarımız da kendi alanlarıyla ilgili yapılanları anlatma imkanı buldular. Görüşmelerde olumlu bir hava estiği zaten ortadaydı. Bizim dar kapsamlı yaptığımızda da az önce sizlere özetlediğim bütün bu başlıkları enine boyuna ele alma imkanımız oldu. Bu ziyaretin, bir milat olduğuna inanıyorum. 24 Kasım öncesinde koyduğumuz bir hedef vardı, malum 100 milyar dolar. Şimdi artık biz hesabımızı 100 milyar doları da aşma üzerine yapacağız. İlişkileri süratle toparlayacağız.

Darbe ile ilgili konuda beni hemen ertesi gün zaten aramıştı. Orada duygusaldı da diyebilirim. Darbe ile ilgili değerlendirmesinde ve anında buna karşı tepkilerini koyduklarını ifade etti. “Bu konu ile ilgili olarak, böyle bir şeyi tasvip etmemiz kesinlikle mümkün değildi. Nedir nasıl oldu, bunları sormadan, hemen sizi aramak durumundaydık. Çünkü öyle veya böyle, aramızdaki dostluğumuz bunu gerektirirdi. Biz de bunun gereğini bunu yaptık” dedi.

AVRUPA BİRLİĞİ’NE

‘Sabır da bir yere kadar’

“Her şeyden önce biz Türkiye’yiz. Biz üzerimize düşeni yaparız. Avrupa Birliği’nin müktesebatı gereği neyse bunu da yaparız. Biz tabii ki sabrediyoruz, ama sabır da bir yere kadar. Önlemlerden hareketle, Türkiye’yi şu anda bir yanlışın içindeymiş gibi göstermeye kalkışmak elbette büyük haksızlık olur. Türkiye, hukuk çerçevesinde, kararlı bir şekilde bu olayın üstüne gidiyor. 240 şehit var burada sıradan bir olay değil. 2 bin 195 şu anda gazimiz, yaralımız var. Geçenlerde bir televizyon programında da söyledim. İtalyan Parlamentosu bombalansa acaba ne yapardı İtalya? Alman Parlamentosu bombalansa ne yaparlar? Türkiye’de parlamento bombalandı. Avrupalı yetkililerin buraya gelerek dayanışma içinde olduklarını göstermelerini, olanları bizzat görmelerini beklerdik. Sadece İngiltere’nin AB Bakanı, bir de Avrupa Konseyi’nin genel sekreteri geldi.”

‘Hulusi Paşa da düz lise mezunu’

Ben isim vermek istemezdim, ama siz verdiniz. Gerek İlker Paşa’nın gerek Edip Paşa’nın askeri liselerin kapatılmasını doğru bulmadıklarına dair yaptıkları açıklamayı ben doğru bulmuyorum. Kusura bakmasınlar da şu anda bu darbeyi yapanlar kimler? Askeri liselerden gelenler değil mi? Oralardan mezun olanlar değil mi? Silme oradan geldiler, silme. Onlar harp okullarına girdiler. Harp okullarına düz liselerden gelenler girmedi. Sana bunu sorarlar. Eğer harp okullarına girmeyi bile başarabilmişse ondan sonra ona GATA’dan bir çürük raporu onu da oradan gönderdiler. Bütün bu tezgahların hepsi kuruldu. Biraz gerçekçi olalım. Tamam ben kendileriyle çalıştım, biliyorum ama, yani niçin biz askeri liseleri bu kadar abartıyoruz ki şu anda? Hulusi Paşa düz lise mezunu. Necdet Özel Paşa düz liseden geldi. Demek ki oluyormuş. Bırakalım da açalım önünü şöyle. Yani bir seçme imkanı da olsun. Tek tipçilikten bir çıkalım. Tek tipçilik vardı. Bakın şimdi bir şey daha ortaya çıktı. Kurmay subaylığı veya sınıfı niye var? Sınıf subaylığı niye var? O da ortaya çıktı. Neydi o, kurmay sadece onlara ait. Kurmaylık sadece onlara ait.

‘Etütleri de kapatmalıyız’

“Bunlar eğitimi sadece kendileri için finans kaynağı olarak görüyorlar. ABD’de Charter School’lardan yıllık gelirleri asgari 250 ila 300 milyon dolar. Türkiye’de bunların çıldırdığı nokta neresi oldu? Dershanelerin kapatılması. Çünkü bunlar 1 milyarla 2 milyar arasında bir defa parayı buradan kazanıyorlar. Ben bunu başbakanlığımın ikinci üçüncü senesinde arkadaşlarıma söyledim. Ama dinletemedik. Nabi hocanın (Avcı) döneminde bıçağı vurduk. Nasıl hopladılar? Grev yaptılar, sokaklara döküldüler. Bizim şimdi telafi kurslarını cumartesi pazarları başlatmak, iyice bunların altından çıkamayacağı bir şey haline geldi. Yalnız böyle bir şey daha var. Geçen İsmet Bey’e (Yılmaz) söyledim. Bunlar kurs, etüt merkezi yapıyorlar. ‘Etüt merkezlerini de süratle kapatmamız lazım’ dedim. Çünkü bu yarın aynen dershanenin gördüğü işi görecek. Yurt dışı boyutuyla mücadele çerçevesinde, Maarif Vakfı bitti şu anda. Yunus Emre’yi de aynen Maarif Vakfı gibi kullanmamız lazım. Hem o hem o güvendiğimiz sivil toplum kuruşları varsa onlara da bizim Afrika’ya her tarafa yayılmamız lazım.”

Yazının devamı...

Herkesin dileği aynı

Pazar günü Türkiye, bir oldu, bütün oldu...

Sözde değil, özde üstelik.

Genci yaşlısı, kadını erkeği, okumuşu okuyamamışı; herkes aynı şeyi söyledi ortaya çıkan o manzara üzerine.

- Bu birlik-bütünlük fotoğrafı bir günlük olmasın.

- Bu defa bu kadarla kalmasın.

- Üç gün sonra yine eskiye dönüp birbirimizi yemeye başlamayalım.

- Siyasi parti liderleri ve tabii Cumhurbaşkanı, yakalanan bu atmosferin devamını sağlayacak her şeyi yapsın.

- Şerden çıkan bu hayrın kıymetini bilelim ve 15 Temmuz acısı bu ülke için gerçekten bir milat olsun.

Hepimizin arzusu bu işte.

Hayal değil, gerçek olsun...

Olsun yahu. Olsun artık...

HDP de davet edilseydi...

Yenikapı’daki ‘birlik-bütünlük’ tablosunda önemli bir parça eksikti; doğru...

“Keşke o fotoğrafta HDP de olsaydı” diyenler var biliyorsunuz; haksız değiller...

“HDP neden davet edilmedi” cümlesi haklı, yerinde bir soru olabilir ama en az onun kadar geçerli bir soru daha var:

“Yenikapı mitingine davet edilmiş olsa, Selahattin Demirtaş’ın yanıtı ne olurdu?”

***

Bu ülkede Cumhurbaşkanı adayı olmuş ve %9 nokta 76 oy almış bir siyasetçi olan Demirtaş, böyle bir davet alsa, tereddütsüz “Tamam geliyorum” der miydi?

Selahattin Demirtaş sadece Türk bayraklarının dalgalandığı Yenikapı’ya gider miydi sizce? O, şahsen katılmak istese bile, böyle bir kararı kendi başına alabilir ve uygulayabilir miydi?

Bu soruları haklı kılan birden çok somut örnek var yakın geçmişte.

HDP’nin, PKK’dan bağımsız siyaset üretemediği, örgütün onayı olmadan karar alıp uygulayamadığı sır değil.

Teröristin açıklaması

Nitekim, önceki gün, “HDP neden davet edilmedi” diye sorulan o mitingin sadece birkaç saat öncesinde Kandil’den gelen açıklamaya bakın...

Türkiye’nin her şehrinde aynı ‘birliktelik’ görüntüsünün oluştuğu gün, meydanların dolmaya başladığı saatlerde terör örgütü PKK’dan gelen açıklamayı nereye koyacağız?

PKK’nın Kandil’deki ele başlarından Cemil Bayık’ın “Savaş artık dağ ile sınırlı değildir. Dağ, ova, şehir demeden her tarafta yürütülecektir. Metropollerde yürütülecektir” şeklindeki açıklamasından söz ediyorum.

***

HDP Yenikapı’ya davet edilmiş olsa...

Davete icabet edeceğini de deklare etmiş olsaydı...

Bayık böyle bir açıklama yapmayacak mıydı mesela?

Ya da HDP, bu açıklamaya tepki gösterip, “Ülkede bugüne kadar görülmemiş bir birlik - beraberlik iklimi oluşmuşken, bu tehditlerin toplumsal barışa nasıl bir katkısı olabilir” diye sorar mıydı?

Haydi işin varsayım kısmını da geçelim...

Bugün... “Yenikapı’ya davet edildi, edilmedi” boyutundan bağımsız şekilde, Cemil Bayık’ın daha çok kan döküleceğini ilan ettiği o açıklamasına karşı çıkan var mı HDP’de? Herhangi bir HDP yetkilisinden bir cümle olsun itiraz geliyor mu Kandil’in açıklamasına?

Eğer niyet varsa, hâlâ geç değil

Özetle, diyeceğim şu...

Konu tek taraflı değil maalesef. Bir geçmiş, bir sicil var ortada. Maalesef...

Evet, keşke HDP de yer alsaydı Yenikapı fotoğrafında. Keşke davet edilseydi HDP de o meydana...

Ama eğer HDP’nin böyle bir arzusu, böyle bir niyeti varsa o eksiği tamamlamak hâlâ ellerinde. Bu hâlâ mümkün.

Selahattin Demirtaş bugün çıksa, üç cümlelik bir açıklama yapsa...

“Siz davet etmediniz, bizi dışladınız ama biz de varız. Daha önce de söyledik; biz de bu ortak vatanda, bu bayrağın altında ‘birlikte’ yaşamaktan yanayız. ‘Siz-biz’ değil, sadece ‘biz’ varız ve hepimiz o ‘biz’in parçalarıyız” dese...

Olmaz mı?..

Soruyorum işte... Olmaz mı?

Yazının devamı...

‘Altı sene önceyle aynı noktadayım’

Kaset komplosu üzerine CHP Genel Başkanlığı’nı bırakan Deniz Baykal, olayla ilgili FETÖ şüphesiyle 89 kişinin gözaltına alınmasını VATAN’a değerlendirirken, “Ben ilk gün söyleyeceğimi söylemişim. Onu geçersiz kılan hiçbir somut veriyi de şu ana kadar yakalayamadım. O günden bugüne bir değişiklik olmadı” dedi.

Tarih 10 Mayıs 2010...

Yer Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezi...

Kürsüde Deniz Baykal... CHP Genel Başkanlığından istifa ettiğini açıklıyor.

İstifasına neden olan görüntülerin yayınlanmasını ‘alçakça bir komplo’ olarak niteleyip şu ifadeleri kullanıyor Baykal:

“Bu komplonun, iktidar gücü ve olanakları seferber edilmeden, iktidar zirvesinin bilgisi ve onayı olmadan son iki hafta içinde hazırlanıp piyasaya sürülmesi söz konusu bile olamaz.

Olay sonrasında sergilenen sözde iyi niyetli tavırlar, hakşinas olmaya çalışan yapay tavırlar, üzüntü beyanları perde arkasındaki tezgahın suçluluğunu örtbas etmeye yetmez. Komployu ayıplar gibi yapanlar, aslında bizzat ayıbı işleyenlerdir.

Bu çerçevede, başka bir sorumlu arayışına çıkacak olanlara yardımcı olmak üzere; ABD’den, Pensilvanya’dan aldığım üzüntü ve destek mesajlarının samimiyetine inandığımı da söylemek isterim.”

Özel bir bilgim yok

Altı sene önce yukarıdaki açıklamayı yapan Deniz Baykal’ı aradım dün.

Hedef olduğu ‘kaset komplosu’ ile ilgili soruşturmada 89 kişinin gözaltına alındığı haberi ile ilgili görüşünü almak istedim.

Baykal, “Benim bu gelişmelerle ilgili özel hiçbir bilgim yok. Bize bir bilgi veriliyor değil. Ben de sizler gibi haricen, dışarıdan izliyorum. Ne çıkar; çıkar mı, çıkmaz mı beraber göreceğiz bir şey söyleyemem. Öyle heyecanla değerlendirme yapmamı mümkün kılacak bir gözlemim yok şu anda” diye başladı söze.

Ciddi mi, değil mi göreceğiz...

Telefonda ben sordum, Deniz Baykal yanıtladı.

İşte Baykal ile yaptığım telefon röportajının tam metin deşifresi...

*Sayın Baykal, 10 Mayıs 2010’da, istifanızı açıkladığınız basın toplantısında söyledikleriniz ortada. Bugün gelinen nokta itibariyle değerlendirmeniz nedir?

- Bakın, ben o açıklamada ne diyorum? Birincisi komplo olduğu. Bu olayın bir komplo olduğu tartışma götürmez bir gerçek. Komplonun iki boyutu var. Bir, fiilen uygulayanlar; iki, onlara talimat verenler. Bu talimat meselesini yok saymak mümkün değil.

*Talimat mevzuunda ciddi de ithamlarınız olmuştu...

- Öyle kritik bir siyasi takvimin göbeğinde, referandum öncesinde, birilerinin öyle kendi inisiyatifiyle hareket ettiğini, bir takım güvenlikçilerin bunu kendi kendilerine yaptıklarını düşünmek mümkün değil. Bunu uygulayan kim bilemem. Bunlar olabilir; öyle midir, değil midir görürüz, belli olur. Daha önce çıkardıklarının, çilingirler falan, onların hikaye olduğunu ben tespit ettim.

*Şimdi yeni gözaltılar var...

- Bunlar ciddi mi, değil mi bilmiyorum. İfadelerini görürsek, bilgi sahibi olursak, uygulayıcılar açısından ciddi mi değil mi, onu netleştirebiliriz o aşamada. Şu anda o aşamada değiliz, bu bir. İki... O netleştirildikten sonra ikinci meselenin aydınlığa kavuşturulması lâzım.

*Yani?..

- Kim talimat verdi ve kamuoyuna nasıl intikal ettirildi? Hangi kanallar, o kanallara kim taşıdı, kim götürdü? Yani öyle kendiliğinden olmuş bir şey değil bu. Bir siyasi planlamayla olmuş bir şey. Bu siyasi planlamanın sahibi kimdir? Bu mesele önemli meseledir.

Açıklamamın arkasındayım

*6 yıl önceki istifa açıklamanızda da bunları söylemiştiniz...

- Ben 10 Mayıs 2010’da söylediklerim ile hâlâ aynı noktadayım. O açıklamanın arkasındayım. O açıklama, bunun belli bir hesapla yapılmış bir komplo olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Ve bunun aydınlanması gerekiyor. Şimdi, aydınlanırken tabii, uygulayıcı kişilerden tutun da, onlara talimat veren, o talimat verene talimat veren, bunun yayınlanmasına izin veren, yayınlayan... Hep bunlar sorgulanması gereken konular. O dönem Kemal Bey’in (Kılıçdaroğlu) açıklamaları oldu. Bu görüntülerin bilgisayardan izlenip yayınlanması talimatı verilmesi aşamasıyla ilgili... Bu ortada... Bunun bir izahı oldu mu mesela? Bu o değildi, yanlıştı, montajdı vs diye... Ben söyleyeceğimi o gün söyledim.

Gülen hakkındaki sözleri

*O açıklamanızda, “ Pensilvanya’dan aldığım üzüntü ve destek mesajlarının samimiyetine inandığımı da söylemek isterim” cümlesini kullanmıştınız. Bu Gülen’i aklayan bir ifade olarak...

- Aklayan değil, aklama yok...

*Ama öyle algılanmıştı...

- Hayır, hayır... Onu niye söylüyorum?.. Bakın ne diyor bana? “Üzüldüm” diyor. Bu ne demektir? Benim böyle bir talimatım yok demektir. Tutuklananlar Fethullahçıdır, değildir; onu bilemem. Bakın bizim konuştuğumuz 2010... O zamanları hatırlayın... Kıyamet 2013’te koptu. 2010’da bir ayrım yoktu zaten...

*Ayrım derken?..

- Yani daha Ergenekon süreci... Can ciğer kuzu sarması oldukları günler... “Savcıyım” dediği günler Erdoğan’ın. Böyle bir talimatı verecek kişinin, bu işin... İktidarın haberi ve onayı olmadan böyle bir şeyin yapılmasını mümkün görmüyorum dedim o gün.

*Ve hâlâ aynı noktadasınız öyle mi?

- O noktadan beni çıkaracak bir veri arıyorum. Keşke bulsam. Bulsam rahatlarım. Türkiye adına rahatlayacağım bulsam. Benim hipotezim, benim analizim bu. Bu analizimi çürütecek hiçbir gelişme olmadı 6 yıldır. Bol lâf var, bol heyecan var ama hiçbir şey yok.

Gülen’in üzüntü beyanına hâlâ inanıyor mu?

*89 kişinin gözaltına alınmış olması önemli bir gelişme değil mi?

- Şimdi bu konuda bir gelişme olur mu, bu tutuklamalarla?.. Bilmiyorum kardeşim, bilmiyorum. Ben ilk gün söyleyeceğimi söylemişim. Onu geçersiz kılan hiçbir somut veriyi de şu ana kadar yakalayamadım. Olsa memnun olurum. O günden bugüne bir değişiklik olmadı. Şimdi olur mu? Görelim kardeşim. Olursa bundan mutluluk duyarım. Keşke olsa... Şu ana kadarki “Oldu bak” falan denilenlerin hepsi fos çıktı.

*Konu şimdi FETÖ / PDY soruşturması kapsamında yer alıyor...

- Şimdi Fethulllah, her suçun yıkılacağı bir konu haline geldi. Eğer deniyorsa, haydi bunu da yıkıverelim... E yıkın kardeşim. Yıkın da... Bunu yiyecek vardır, yemeyecek vardır.

*15 Temmuz’u yaşadıktan sonra, Gülen’in o gün size “Üzgünüm” demesini hâlâ muteber bir beyan olarak görüyor musunuz?

- Olmadığını, birinin bana kanıtlaması lâzım. Bu spekülasyon konusu olamaz artık. Bana birisi bütün bu soruları net şekilde cevaplayacak verileri ortaya koyar, ondan sonra “Şimdi ne diyorsun” der, o zaman söyleyeceğimi söylerim. Bunu çürüten bir tablo olmadı henüz. Bugün bütün bu çılgınca işler, bombalamalar... O bağlantı da kuruldu diyelim, bunların talimatını o verdi diyelim... Bu, öbür konunun yani bizim konuştuğumuz 2010’un durumunu değiştirmez.

‘Sonra konuşacağız’

Baykal, 2007’de Çorlu’da miting süresini aştığı için hakkında düzenlenen fezleke nedeniyle dün Antalya Adliyesi’nde ifade verdi. Baykal, kaset komplosuyla ilgili sorulara “Bunları sonra konuşacağız” diye yanıt vermekle yetindi.

Yazının devamı...

O gece Özel Kuvvetler’de neler yaşandı?

Artık herkes biliyor ki, 15 Temmuz 2016 gecesi, darbe girişiminin ‘girişim’ olarak kalmasında en kritik rolü oynayan birim Özel Kuvvetler. Yani Bordo Bereliler...

Bu konuda çok şey yazıldı, konuşuldu geçen iki hafta boyunca.

Yazılanların, konuşulanların içinde gerçek bilgiler var ama tam değil.

Çok kritik detaylarda farklı yansıyanlar, eksikler, yanlışlar var. O yüzden bir toparlayayım, arşivlerde tam olarak yer alsın istedim.

İşte, “15 Temmuz darbe girişiminde Özel Kuvvetler’de neler yaşandı” sorusunun tam ve gerçek yanıtları...

Aksakallı kimi görünce irkildi?

Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı eşi ile birlikte Gazi Orduevi’nde bir düğündeydi 15 Temmuz Cuma akşamı.

Gelen telefonlardan, sıra dışı bir durum olduğunu fark eden Aksakallı bir yandan Gazi Orduevi’nden ayrılırken, diğer taraftan da kurmaylarını arayıp alarma geçiriyor.

Orduevi’nin kapısına geldiklerinde, eşi dışarıda birini görüyor ve Aksakallı’ya dönüp o kişiyi gösteriyor.

Eşinin gösterdiği subay, Kurmay Albay Fatih Yarımbaş.

Zekai Aksakallı, yanında bir tim ile birlikte Albay Yarımbaş’ı tam teçhizatlı ve silahlı şekilde görünce olağan üstü bir şeyler olduğuna kesin olarak kanaat getiriyor.

Çünkü Yarımbaş özel bir isim...

Fatih Yarımbaş, Özel Kuvvetler Komutanı (ÖKK) Zekai Aksakallı’nın karşı çıkmasına rağmen, geçen ay ÖKK Alay Komutanı olarak atanan iki isimden biri.

(Aksakallı’nın alay komutanlığına istemediği diğer kişi de, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın ifadesinde ‘Karargahtan çıkartılmam sırasında karşıma ürkütücü bir yüz ifadesiyle Kurmay Albay Fırat Alakuş.)

(Bu konudaki ayrıntılı habere http://www.gazetevatan.com/murat-celik-970780-yazar-yazisi-urkutucu-/ adresinden ulaşabilirsiniz.)

Aksakallı’yı şoförünün manevrası kurtarıyor

Gazi Orduevi’nin kapısı bir anda karışıyor...

ÖK Komutanı Zekai Aksakallı ve eşi apar topar makam aracına binerken, Albay Yarımbaş ve emri altındaki tim mensupları otomobile saldırıyor.

Askerlerden ikisi Aksakallı’nın bulunduğu taraftan araca tutunurken, biri açık olan sol arka kapıdan Bayan Aksakallı’yı kolundan yakalıyor. Komutanın eşi o anda kapıyı kapatıp kurtuluyor saldırgan askerden.

Çıkmasını engellemek için makam otomobilinin ön ve arkasına birer askeri araç park edilmiş...

Makam şoförü tek çare olarak ani bir hareketle geriye hareket ettiriyor otomobili. Arkadaki araç ile arada kalan boşlukta hızlı bir manevra yapabiliyor ve o ani hareketin etkisiyle otomobile tutunan iki asker savrulup düşüyor.

Aksakallı ve beraberindekiler işte bu şekilde kurtulabiliyor o gece Gazi Orduevi’nin kapısındaki operasyon girişiminden.

Yoldan Gölbaşı’na ‘öldür’ emri

ÖK Komutanı Aksakallı yolda, Silopi’deki Birinci Tugay Komutanı Tuğgeneral Semih Terzi’nin Ankara’ya geldiği bilgisini alıyor. Bunun üzerine Ankara’da bulunan astlarını sırayla arıyor “Semih Terzi karargahı ele geçirmeye geliyor” deyip acil olarak karargaha gitmelerini istiyor.

Gölbaşı’ndaki ÖKK Karargahı’nda nöbetçi olan Astsubay Başçavuş Ömer Halisdemir’i de arayan Aksakallı, “Semih Terzi oraya geldiğinde onu öldür” emrini veriyor. Halisdemir’in yanıtı sadece iki kelimeden oluşuyor: “Emredersiniz komutanım !”

Karargah darbecilerin kontrolünde

O an için Zekai Aksakallı’nın dahi tahmin edemediği nokta ise Gölbaşı’ndaki ÖKK Karargahı’nın, içerideki ve nizamiyedeki darbeci personel tarafından kontrol altında tutulduğu.

Hatta bölgede ÖKK’ya bağlı bir Süper Kobra helikopteri uçuyor ve karargaha ulaşmaya çalışanların yaklaşma istikametlerini ateş altına alıyor.

Karargahtaki darbeci kadro, Silopi’den Ankara Etimesgut’a uçakla, oradan da Gölbaşı’na helikopter ile intikal etmekte olan Semih Terzi’nin emirlerini uyguluyor ve onu bekliyor.

Kafasına iki kurşun

ÖK Komutanı Zekai Aksakallı’dan “Semih Terzi’yi öldür” emrini alan Astsubay Ömer Halisdemir önce makam katındaki bir odaya giriyor ve kapıyı içeriden kilitliyor.

Bir süre sonra koridora çıkan Halisdemir, kattaki bir askere doğru yaklaşıyor ancak vazgeçip tekrar odaya giriyor.

Birkaç dakika sonra odadan tekrar çıkan Ömer Halisdemir bahçeye iniyor ve bir ağacın arkasına gizlenip beklemeye başlıyor.

O dakikalarda iki helikopter iniyor karargahın pistine.

Sikorskylerden birinden Tuğgeneral Semih Terzi çıkıyor.

Önünde iki, her iki yanında birer subay ile karargah binasına doğru yürüyen Terzi’nin arkasında da bir ÖK timi var.

15 kişilik bu grup, arkasında gizlendiği ağacın hizasına geldiğinde Başçavuş Ömer Halisdemir bulunduğu yerden çıkıyor ve hiçbir şey söylemeden hızlıca Semih Terzi’ye doğru ilerliyor, darbeci generalin kafasına tabancasını dayayıp iki el ateş ediyor.

Terzi yere yığılıyor…

Aldığı emri bu şekilde, sadece birkaç saniye içinde ve tek bir kelime etmeden uygulayan Halisdemir, darbeci gruptaki bir binbaşının otomatik tüfekle taraması sonucu olay yerinde şehit düşüyor.

Kahraman astsubayı şehit eden o darbeci binbaşı, yanındakilerden birkaçı ile birlikte Semih Terzi’yi alıp hızlıca pistteki helikopterlerden biri ile GATA Hastanesi’ne götürüyor ama Terzi Halisdemir’in kurşunlarıyla ölüyor... Ve bu olay sadece o gece Özel Kuvvetler’deki durumun değil 15 Temmuz darbe girişiminin de seyrini değiştiriyor.

Durumu öğrenen Silopi Timi terse dönüyor

İçeride bunlar yaşanırken, karargaha yaklaşmaya çalışan ÖKK personelinin üzerine hem nizamiyeden hem de havadaki taarruz helikopterinden sürekli ateş açılıyor.

Yani o güne kadar kader birliği etmiş subay ve astsubaylar, silah arkadaşlarına, birbirlerine ateş ediyor.

Hatta darbecilerden biri, en yakın arkadaşlarından birini şehit ediyor.

Saatler süren çatışmanın sonunda nizamiyedekileri etkisiz hale getirmeyi başaran kahraman bordo bereliler, bahçeye girdiklerinde bu defa Tuğgeneral Terzi’nin Silopi’den getirdiği tim ile karşı karşıya geliyor.

Alay komutanlarından biri,birbirlerine otomatik tüfeklerini doğrultmuş iki grubun arasına giriyor. Silahını yere atıp darbecilere durumu anlatıyor.

Gerçeği bu şekilde öğrenen Silopi timi de ikna oluyor ve arkadaşlarıyla aynı safta yer alıyor. Birleşen iki grup, karargah binasını kontrol altında tutan az sayıdaki personelle, bu defa beraberce çatışıyor. Bir süre sonra da karargahın kontrolünü ele geçirmeyi başarıyorlar.

Kamera görüntüleri savcılıkta

Yaklaşık 10 saat süren bu tarihi geceye dair bu kadar detayı nasıl bildiğime gelince…

Hem Gazi Orduevi’nin hem de Gölbaşı’ndaki ÖKK Karargahı’nın güvenlik kamerası kayıtları, 15 Temmuz’un birkaç gün sonrasında Cumhuriyet Savcılığı’na teslim edildi.

Soruşturma dosyasında yer alan o görüntülerde, yukarıda anlattığım bütün anlar ve detaylar mevcut.

Tarihe, gerçekleri, olduğu gibi not düşmek gerek…

Yazının devamı...

Yaşla kuru bir arada yanmayacak

Başbakan Yıldırım, darbe soruşturmalarıyla ilgili “Bir sürek avına çıkmayacağız. Elimizdeki sağlam verilerle hareket edeceğiz. Yaşla kurunun birlikte yanmasına da asla izin vermeyeceğiz. Açığa alınanlarla ilgili titiz bir çalışma yürütülüyor” dedi

Başbakan Binali Yıldırım, gazetelerin Ankara Temsilcileri ile buluştu. Başbakanlık Resmi Konutu’nun bahçesindeki kahvaltılı basın toplantısına Milli Savunma Bakanı Fikri Işık, İçişleri Bakanı Efkan Ala ve Başbakanlık Müsteşarı Fuat Oktay da katıldı.

‘Torunum kadar olamadılar’

Ak Parti’nin iktidara geldiği günden beri Cumhurbaşkanı seçimindeki 367 krizinden başlayarak müdahalelerle mücadele ettiğini ve bütün girişimleri püskürttüğünü anlatan Başbakan Yıldırım’ın bazı önemli açıklamaları özetle şöyle:

- Türkiye’nin artık bu gerek bölücü terör, gerek diğer isimler altındaki terör yapılanmalarının enerjisini azaltmasına artık izin vermememiz lazım. Bu süreci acı yaşadık, hakikaten milletçe her bir şehidimizin destansı bir öyküsü var. Her bir gazimizin o gün milletin evinde, külliyedeki kongre binasında yaşadıklarımız hakikaten sözün bittiği yer.

- Bakanlar Kurulu toplantısında laflar boğazıma düğümlendi. Hakikaten torunuma cevap veremedim. O kadar acze düştüm ki, “Dede bu askerler niye insanlarımızı öldürüyor” sorusuna cevap veremedim. Bu beyinsizler, bu çocuk kadar, bu çocuğun idraki kadar olamadılar. Bunlar beyinlerini, kafalarını kiraya vermiş asker kılığı içindeki teröristlerdir. Başka izahı yok.

- O kadar büyük zarar verdiler ki ülkeye, asırlık silahlı kuvvetlerimize... Tarifi imkansız. Ama milletimiz şunu iyi bilsin. Bizim silahlı kuvvetlerimiz dünyanın en güçlü orduları arasında. Avrupa’nın ikinci, dünyanın dördüncü gücüne sahip. Bu ordunun bu ve buna benzer olaylarla itibarının yok edilmesini asla ve asla tasvip etmeyiz. Asker kılığındaki teröristlerle silahlı kuvvetlerimizi, ülkesini, vatanını, milletini, bayrağını seven subaylarımızı askerlerimizi birbirinden ayırt etmemiz lazım. İkisi tamamen farklı şey.

Sapla saman ayırt edilecek

- İntikam duygusuyla değil, adaletle hareket edeceğiz. Darbecilere hesap soracağız. Şehitlerimizin, gazilerimizin hesabını soracağız. Bu rada FETÖ’ye katılan, onlarla birlikte hareket edenlerin tespitinde de kılı kırk yaracağız. Bir sürek avına çıkmayacağız. Elimizdeki sağlam verilerle hareket edeceğiz. Yaşla kurunun birlikte yanmasına da asla izin vermeyeceğiz. Bu çok titiz bir çalışma gerektiriyor.

- Bu dönemler karambol dönemleridir. Birbirlerine karın ağrısı olanlar piyasaya çıkar, haksızlığa neden olabilirler. Onun için Başbakanlık’ta kriz merkezi kurduk, bakanlıklarda kurullar oluşturuldu

- Açığa alınanlarla ilgili titiz bir çalışma yürütülüyor. Haksız yere işlem görmüş olanlar olabilir, yoktur diye iddia etmiyoruz. Onun için yeni baştan ele alınacak, haklıyla haksız, suçluyla suçsuz ayırt edilecek.

Ankara ve İstanbul’a birer anıt

- Çanakkale şehitler anıtı gibi İstanbul ve Ankara’ya iki anıt yapıyoruz. 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nün Anadolu tarafındaki çıkışına bir şehitlik yapıyoruz. Bir de Beştepe ile Jandarma Genel Komutanlığı arasında... Devlet mezarlığı ile Millet Camii arasındaki bölüme yine bir şehitler anıtı, bölgesi yapıyoruz.

- Onun dışında bu FETÖ ile doğrudan ilişiği, ilişkisi olan, bizzat terör örgütünün faaliyetlerine çeşitli şekilde katkı sağlayan hastaneler, sağlık tesisleri var, okullar var, vakıf ve dernekler var, sendikal organizasyonlar var, Bunların tamamı kapatıldı. Bir şeye dikkat edildi, buradan hizmet alanlar mağdur edilmedi, hizmeti verenler değişti. Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK devreye girdi ve sistem tıkır tıkır işliyor. O terör örgütünün elinden bunlar alınmış oldu.

- İlk KHK ile gözaltı süresi uzatıldı. Bu gözaltı süresi sadece bu işlerle sınırlı. Terör ve darbe.

Siyasette FETÖ üyesi yok mu?

Devletin her yerinde, her kurumda var, pekiyi siyasette yok mu deniliyor...

- Bu çok müşkül bir meseledir. Ama burada biz ölçüyü şöyle koyuyoruz. 17- 25 Aralık’tan sonra hala uyanmamış olanları masum kabul etmiyoruz. 17 Aralık buranın bir terör yapılanması olduğunun ortaya çıktığı tarihtir. Ondan sonra bunlara verilen destek hiçbir şekilde masum görülemez ve masum gibi muamele edilemez. (Bu noktada İçişleri Bakanı Efkan Ala, “17 Aralık’tan sonra gönül ilişkisi olanlar gitti, sadece çıkar ilişkisi olanlar kaldı” cümlesini kullanıyor.)

İstihbaratta değişim yolda

“İstihbarata da yeni düzenleme yolda mı?”

- Bu da gündemimizde var. Bunu da olgunlaştırıyoruz. Erken söylememeyim. Model olgunlaşınca açıklayalım. Ama OHAL sürecinde, KHK döneminde bununla ilgili adım atılacak. Bir sabah da o düzenlemeleri öğrenirsiniz, onu konuşuruz.

ABD’ye tepki: Bu iş başka yere gider!

- ABD’li komutanın açıklamalarını gördük. Zevzekliğin tarifesi yok ki ... Adam bir laf söyledi. Ertesi gün yaladı, “Ben söylemedim” dedi. Ben ona cevabımı verdim, “Bu bir itiraf mı acaba” dedim. Sayın Cumhurbaşkanımız çok sert tepki ortaya koydu. Bakalım konuk genelkurmay başkanı ne anlatacak yarın (bugün), bir de onu dinleyelim.

- ABD bizim stratejik ortağımız. NATO’da birlikteyiz. Biz onların resmi açıklamalarına itibar ederiz. Bizim dostluğumuzu sorgulatacak bir pozisyona düşmesini istemeyiz. Fethullah Gülen konusundaki şu 15 Temmuz’a kadar ayak sürüme işine devam ederlerse 15 Temmuz’dan sonraki olaylar ayan beyan ortadayken devam ederlerse, o zaman iş başka bir yere gider onu söyleyeyim.

- Ben Joe Biden’a da söyledim. “Bu 15 Temmuz’dan sonra delil istemeyi falan bırakın” dedim. Ne delili, adam darbe yapmaya kalktı, insanları öldürdü, siz hala delil diyorsunuz...

İzinler ne zaman normale dönecek?

- İzinlerin iptali, darbe girişimi sonrası, darbeye karışmış olan kamu personeli, asker, polis vesaire bunların bir şekilde kaçmasının önüne geçmek için aldığımız bir tedbirdir. Bu işlere bulaşmamış memurlara yönelik bir tedbir değil. Önümüzdeki birkaç hafta içinde işler normale döner. Bu arada Hacca gidecek olanlar bundan muaf tutuluyor.

Rakamlarla 15 Temmuz darbe girişimi

- 170’i sivil, 237 şehit, 2 bin 191 yaralı

- 18 bin 756 kişi gözaltına alındı, 10 bin 192 kişi tutuklandı

- 59 bin 467 kamu personeli açığa alındı

- 55 bin 978 pasaport iptal edildi

- 34 darbeci öldürüldü, 49 darbeci yaralandı

Devredilen öğrenci sayıları

Kararnameyle kapatılan askeri liseler ile öğrencileri sivil okullara devredilecek harp okulları ve astsubay meslek yüksek okullarındaki mevcut öğrenci sayısı şöyle:

Kara Harp Okulu (Ankara): 2 bin 862

Deniz Harp Okulu (İstanbul): bin 41

Hava Harp Okulu (İstanbul): bin 102

Kuleli Askeri Lisesi (İstanbul): bin 91

Maltepe Askeri Lisesi (İzmir): bin 359

Işıklar Askeri Lisesi (Bursa): 784

Deniz Lisesi (İstanbul): 724

Astsubay M. Y. O. (Balıkesir): bin 864

Jandarma Astsubay M. Y. O bin 997

Hava Astsubay M. Y. O bin 4

Deniz Astsubay M. Y. O 992

Bando Astsubay MM. Y. O 138

Bando Ast. Hazırlama Okulu (Ankara): 231

Gülhane Askeri Tıp Fakültesi: 791

Sağlık Astsubay Meslek Yüksekokulu: 177

Hemşirelik Astsubay M. Yüksekokulu: 418

‘Çok büyük bir reform’

- İkinci KHK’da Jandarma ve Sahil Güvenlik’i İçişleri Bakanlığı’na tam manasıyla bağladık. Personel alımı, terfi, tayin, görev değiştirmeleri vs her şey... Emniyet Teşkilatı gibi oldu yani... Jandarma ve Sahil Güvenlik’in tayin terfisi YAŞ’a gelmiyor yani artık.

- Bunun ilk denemesini 28’indeki YAŞ toplantısında yaptık. Jandarma’yı, Sahil Güvenlik’i görüşmedik.

- Bu çok büyük bir reformdur. Jandarma ve Sahil Güvenlik terörle mücadelede çok daha etkin, çok daha hızlı hareket edebilecek çünkü karar mekanizması, hiçbir tereddüte yer verilmeyecek şekilde netleşmiştir. Önceden de İçişleri’ne bağlı ama sizin sicil notunuzu başkası veriyorsa gerçekte işin sonunda oraya bağlı gibi oluyor, çok sürdürülebilir bir iş değildi, değişti. Teoride bağlıydı, uygulamada da bağlı hale geldi.

- Bugün (dün) yürürlüğe giren 669 sayılı KHK’yı, aslında TSK’nın 150 yıldır yapmaya çalıştığı değişimin, dönüşümün, reformun tamamlandığı bir süreç olarak görebiliriz. Malum dünya değişti, tehdit öncelikleri, tehdit türleri değişti. Tehdide karşı savunma teknikleri değişti, caydırıcılıkla ilgili ihtiyaçlar ortaya çıktı. Siber saldırılar, normal konvansiyonel saldırıların, tankın, topun bombanın oluşturduğu saldırılardan daha yakın tehdit haline geldi. Buna göre tabii silahlı kuvvetlerin kendini yenilemesi lazım. Bunun için ne yapması gerekiyor. Mutlaka asli işine yoğunlaşması gerekiyor. Mevcut yapıda Silahlı Kuvvetler harbe hazırlık, caydırıcılık, güvenlik gibi konuların yanı sıra başka bir sürü ilgisiz, ilgili mevzularla da meşgul olmak zorunda kalıyordu. Şimdi enerjisini azaltan bu yapıları, silahlı kuvvetlerden ayırdık. İşin özeti bu.

Genelkurmay Başkanı atamasında yenilik

- “Genelkurmay Başkanı kuvvet komutanları arasından seçilir” maddesini “Orgeneral ve oramiraller arasından seçilir” şeklinde değiştirdik. Or’luk rütbesi alan herkes Genelkurmay Başkanı seçilebilir.

- General sayısı konusunda şunu söyleyebilirim... Çok adam çok iş değildir. Çok adam az iş demektir, süreçlerin yavaşlaması demektir. Silahlı Kuvvetler gelişen teknoloji, tehdit türlerine göre uzun zamandan beri yeniden yapılanma hazırlıkları yapıyordu. Bu yaşadığımız süreçten hayırlı bir iş doğdu. Bunu hızlandıracaklar, profesyonelleşmeye, asli işlerine daha fazla kafa yoracaklar. Sadece konvansiyonel savunma, harp teknikleri değil, caydırıcılığı esas alan, modern, teknolojiyi, bilişimi esas alan bir savunma konseptine geçmiş olacaklar.

Askerlik kısalır mı?

- Askere, silah altına alma işi devam edecek. Orada bir aidiyet oluşması lazım ama bunun sadece askerlik iklimine alışmanın ötesinde bir rolü olmaması lazım. Onu da ayrıca değerlendireceğiz. Askerlik süresinin kısalması, sayıların azalması gibi konularda henüz bir karar vermiş değiliz.

- Belirli bir takvim içerisinde silah altına alınmış, askerlik hizmetin yapan hiçbir askeri, terörle mücadelede, güvenlik işinde çalıştırmayacağız. Artık uzman orduya geçiliyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.