Şampiy10
Magazin
Gündem

Üs’te kurban kestik

VATAN‘ın dün “8 yıl sonra soruşturma” başlığıyla manşetten duyurduğu haber, Ankara’da günün en çok konuşulan başlıklarından biri oldu. Savcılığın olaydan yaklaşık sekiz sene sonra başlattığı soruşturmanın zamanlaması tartışmaların odak noktasını oluştururken, konunun doğrudan muhatabı olan emekli Hava Pilot Tuğgeneral Kürşat Atılgan, ‘o gün’ü ve olaya ilişkin bilinmeyen ayrıntıları VATAN’a anlattı.

2004 Cumhuriyet Bayramı tören provaları sırasında (27 Ekim 2004) Ankara Subayevleri Aksa Camii’nin minaresine temas eden F-4 savaş uçağı, dönemin Eskişehir Birinci Ana Jet Üs Komutanı Tuğgeneral Kürşat Atılgan’ın liderliğinde uçan kolda yer alıyordu.

Hava Kuvvetleri’nden 2006 yılında emekliye sevk edilen ve ardından 23’üncü dönem, MHP Adana Milletvekili olarak TBMM’de yer alan Atılgan, savcılık tarafından başlatılan soruşturmaya konu olan tartışma için “Biz havacılar açısından komik” değerlendirmesinde bulundu.



Kürşat Atılgan, “Dünyanın en yetenekli, en çok ödül almış pilotunu getirin, o minarenin ucundaki aleme o şekilde teğet geçmeyi başaramaz. O gün, milyonda bir görülebilecek bir kaza, şans eseri çok ucuz atlatıldı. Böyle bir teması, hiçbir pilot bilerek, isteyerek gerçekleştiremez” diye konuştu.

“Allah!.. Kuşlar...”

Emekli general Atılgan anlatıyor:

- Tören uçuşlarında, F-16’ların liderliğini Birinci Kuvvet Komutanı (korgeneral), F-4’lerinkini ise Birinci Ana Jet Üs Komutanı (tuğgeneral) yapar. Ankara Akıncı’dan (Mürted) kalkan F-16’lar ile Eskişehir’den havalanan F-4’ler, Eskişehir’in üstünde buluşur ve Ankara’ya birlikte uçarlar. Geçmişte de böyleydi, bugün de böyle, o gün de aynı şekilde uçtuk.

- Ankara üzerinde son alçalma sırasında, uçakları yerden gözle komuta eden albay, “Önünüzde kartallar var, geçiş iptal” diye seslendi telsizden. Biz uçuş nizamından çıkmak üzereyken, o ilk anonsun hemen akabinde bu kez, “Tamam, tamam... Gittiler, kuşlar gitti. Geçişe devam edin” anonsu geldi.

- Saniyeler içinde gerçekleşiyor tabii bu anlattıklarım. Biz kol uçuşuna devam ederken, ben; üçlü kolda önde (bir numara) uçuyorum, büyük kuşlardan oluşan bir sürü gördüm. O anda, gayriihtiyari “Allah” diye bağırmışım. Kolda uçan pilotlardan biri “Ne oldu komutanım?” diye seslendi, “Kuşlar...” dedim. O sırada ben geçtim ama endişe ile arkama dönüp, çocukların ne yaptığına baktım. Solumda uçan iki numaramın, sanırım üsteğmenimdi, hafif sallandığını gördüm. Olay da işte tam o anda gerçekleşmiş. Yani uçuş yolu üzerinde, düz uçuş sırasında, koldaki bir uçağın, lidere (bir numaraya) tam uyamamasından kaynaklı, istem dışı bir temastır yaşanan.

“Büyük bir felaketi çok ucuz atlattık”

- Bu anlattıklarımın hepsi, o günkü uçuşa ait video kayıtları, kokpit içi konuşmalar ve yer ile yapılan konuşmaların kayıtlarıyla sabittir. Kuşların görüntüleri bile var Hava Kuvvetleri’nin arşivinde.

- Biz o gün büyük bir felaketi çok ucuz atlattık. Sadece 50 - 60 santim aşağıdan bir temas olsa, tam bir felaket olurdu. Mazallah, tayyare paramparça olur ve meskun mahale düşerdi.

- Bizim meslekte her uçuş şehitlik riski taşır. O gün, salimen Eskişehir’e üssümüze döndüğümüzde, biz şükrettik ve kurban kestik üste. Sonra da, benzer olayların yaşanmaması için önlemlerimizi aldık. Mesela irtifalar 50 feet yükseltildi. İki gün sonra da, aynı ekip tören geçişini başarıyla icra etti.

“Biz rapor ettiğimizde MGK başlamıştı”

- Emekli Hava Pilot Tuğgeneral Kürşat Atılgan, sekiz yıl önce yaşanan ‘minareye temas’ olayının Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına arasında sebep olduğu gerginlik konusunda da şunları anlattı:

- Yanlış hatırlamıyorsam, kaza saat 12.34‘te yaşandı. Başbakan, MGK toplantısına giderken konudan haberdar olmuş ve komutanı aramış. O sırada biz daha Eskişehir’e yeni intikal ediyoruz. Biz üsse inip, uçuş raporlarını yazıp tamamlayıp, Ankara’ya iletinceye kadar geçen süre içinde MGK başlamış zaten.

- Bizim komuta katını bilgilendirmemize kadar geçen sürede olan olmuş yani. Burada ne bir ihmal, ne bir gizleme, ne bir gecikme var. Zaten böyle bir şey mümkün de değil. Sadece raporlama süresi ve MGK toplantısının saatinin bu şekilde denk gelmesinden kaynaklanan bir durum.

- Bu arada şunu da belirtmeliyim ki, o uçuşta görev alan hiçbir pilot, Başbakan’ın evinin yerini dahi bilmez, bilmiyordu. Böyle milyonda bir yaşanabilecek bir kaza üzerinden spekülasyon yapılması da, sekiz yıl önceki bir konuda şimdi soruşturma açılması da insana ister istemez, “Acaba gündem değiştirilmeye mi çalışılıyor?” diye düşündürüyor.

Yazının devamı...

8 yıl sonra sürpriz soruşturma

Ankara Cumhuriyet Savcılığı, geçtiğimiz günlerde yeni bir soruşturma başlattı.

Soruşturma yeni ama soruşturulan konu eski.

Soruşturmanın konusu, yaklaşık sekiz yıl önce, Ankara’da yaşanan bir olay.

Hatırlarsınız...

27 Ekim 2004 tarihinde, Türk Hava Kuvvetleri’ne bağlı bir F-4 savaş uçağı, Ankara Keçiören Subayevleri Mahallesi’ndeki bir caminin minaresine temas etmişti.

Jetin teması sonucu, minarenin alemi (minarenin tepesindeki metal ay - yıldız) kırılmış ve parçaları caminin avlusuna düşmüştü.

O günlerde (ve sonrasında bir süre) çok tartışılan bu olay, yapılan

askeri soruşturmanın sonunda kayıtlara ‘istem dışı bir temas, yani bir kaza’ olarak geçmişti.

Cumhuriyet Savcılığı şimdi, işte bu olay ile ilgili yeni bir adli soruşturma başlattı.

Yani dosya sekiz sene sonra yeniden açılıyor.



Genelkurmay doğruladı

Savcılığın 2004’te yaşanan bu olaya ilişkin, sekiz sene sonra yeni bir soruşturma başlattığı haberini,

Genelkurmay Başkanlığı da teyit etti.

Genelkurmay İletişim Daire Başkanlığı, Genelkurmay Adli

Müşavirliği ile görüştükten sonra, haberi doğruladı.

Genelkurmay Başkanlığı’ndan verilen bilgiye göre;

Ankara Cumhuriyet Savcılığı, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndan, 27 Ekim 2004 tarihinde yaşanan, ‘bir F-4 savaş uçağının Ankara’daki Aksa Camii’nin minaresine temas etmesi’ olayı ile ilgili tüm bilgi ve belgeleri istedi.

Savcılığın bu talebi üzerine, Hava Kuvvetleri’nin arşivinde yer alan olayla ilgili yazılı ve görsel evrakın tümü, Genelkurmay Adli Müşavirliği tarafından ilgili Cumhuriyet Savcılığı’na iletildi.

Genelkurmay İletişim Dairesi’nden verilen bilgi bundan ibaret.

O gün ne olmuştu?

Başlatılan yeni soruşturma ile tekrar gündeme gelecek olan ‘minareye temas’ olayının detaylarına gelince...

27 Ekim 2004 Çarşamba günü, Ankara’da iki gün sonraki 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı törenlerinin provaları yapılıyordu.

Her yıl olduğu gibi, Eskişehir’den havalanan Birinci Ana Jet Üssü’ne bağlı F-4 savaş uçakları, bayram kutlamalarında yapacakları tören geçişinin prova uçuşlarını gerçekleştiriyordu.

Törenin yapılacağı Atatürk Kültür Merkezi’ne (eski hipodrom) yaklaşma sırasında, kolda uçan Fantomlardan (F-4) biri, dönüş sırasında fazla alçalmış ve Ankara

Subayevleri’ndeki Aksa Camii’nin minaresine temas etmişti.

En arkadaki üçlü kolun, sol içte uçan 2 numarası, dönüş sırasında minarenin uç kısmındaki aleme dokunmuştu.

Alem, yani minarenin ucundaki metal ay yıldız, uçağın kanadının altında yer alan (uzun menzilli uçuşlarda doldurulan) boş yakıt tankının kuyruk kısmını yırtmış ve (F-4’ün o kısmından kopan birkaç parça ile birlikte) avluya düşmüştü.

Başbakan parçaları MGK toplantısına götürmüştü 27 Ekim 2004 Çarşamba günü, Ankara’da Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısı vardı. Olay anında, Başbakan Erdoğan da

Subayevleri’ndeki evinde, bu toplantı öncesi son hazırlıklarını yapıyordu.

Erdoğan evinden çıktı ve aldığı haber üzerine, geçerken evinin yakınındaki Aksa Camii’ne uğradı. Başbakan, caminin imamı ve cemaatten hem yaşanan olaya ilişkin bilgi hem de avluya düşen parçaları aldı.

O günlerde konuşulanlara göre; Tayyip Erdoğan hemen, dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Org. İbrahim Fırtına’yı arayıp konuyla ilgili bilgi istemiş, Fırtına’dan gelen “Bizim kaza kırım raporlarımızda böyle bir olay yer almıyor” yanıtı üzerine de yanındaki alem ve uçak parçalarını MGK toplantısında masaya, Fırtına’nın önüne koymuştu.

Ardından da, Hava Kuvvetleri’nden, “Tören provalarında, pasaj geçişi sırasında istem dışı temas gerçekleşti” açıklaması yapılmıştı.

Üs komutanı kimdi?

Bu olayın yaşandığı kol uçuşunun lideri, yani dönemin Eskişehir Birinci Ana Jet Üs Komutanı Tuğgeneral Kürşat Atılgan’dı.

O günlerde askeri kulislerde, Tuğgeneral Atılgan’ın, minareye temas eden uçağı kullanan üsteğmenine sahip çıktığı, yapılan iç soruşturmada da, tamamen ‘şanssız bir kazadan ibaret olan bu olaya başka herhangi bir anlam yüklenmemesi gerektiği’ görüşüne yer verildiği konuşulmuştu.

Kürşat Atılgan, 2006 yılında emekli oldu (ki bazıları, emekliliğine bu olayın sebep olduğunu iddia eder) ve ardından siyasete atıldı. 2007 genel seçimlerinde MHP’den Adana Milletvekili seçilen Atılgan, TBMM 23. Dönem parlamenterleri arasında yer aldı.

Tören uçuşlarının teknik detayları

Söz konusu olan, havacılıkta ‘turna nizamı’ (trail nizam) adı verilen kol uçuşu.

Bu tür uçuşlarda, lider komutasında ‘üçerli dört grup’ uçak seyrediyor.

Üçerli grupların arası yaklaşık bin 500 feet, yani 450 metre civarında.

Dört grup halinde uçan toplam 12 jet, tören geçişini; uçuş öncesi belirlenen ve çizilen patern üzerinde, yine uçuştan önce kararlaştırılan tören geçiş süratine uygun şekilde gerçekleştiriyor.

Tören geçişleri, yaklaşık 300 knot yani saatte yaklaşık 550 kilometre hızla yapılıyor. Uçaklar, tören geçişlerinde yine yaklaşık olarak 500 - 250 feet aralığına kadar, yani yaklaşık 150 - 75 metre seviyesine kadar alçaktan uçuyorlar.



10 yaşındaki delikanlı: VATAN

VATAN bugün 10 yaşını doldurdu.

“10 yılda kaç milyon okur yarattı her yaştan” bilmiyorum ama benim için durum şu:

Önce, yıllarca sadık bir okuru olduğum bu gazeteye hayat veren ailenin, son 13 aydır parçasıyım.

Okurluk yıllarında, bir gazeteci olarak VATAN’ı yaratan meslektaşlarımın habercilik refleksini hep ilgi ve takdir ile izlemiştim.

İçinde yer aldığım bir yıldan fazla süre içinde gördüm ki, haklıymışım. Ama fazlası da varmış...

VATAN’ı VATAN yapanların sadece habercilik refleksleri değil, insani hasletleri de belirleyiciymiş ortaya çıkan ürünün kalitesinde.

Bir haberci için çalıştığı kuruma ‘aidiyet’ duygusu çok

önemlidir.

O aidiyeti yaratan da, diğer bütün unsurlardan önce birlikte çalıştığı insanlardır.

Ben, VATAN’ın üzerine titrememiz, kıymetini bilmemiz gerektiğini düşünenlerdenim.

Hem gazete olanın hem de içinde yaşadığımız bu vatanın.

Yazının devamı...

Şehit ailelerine ücretsiz taksi

Geçenlerde, Ankara Çankaya’da rastladım ona.

Yıldız semtinde, trafikte, kırmızı ışıkta durduğumuzda önümdeydi.

06 T 7266 plaka numaralı taksinin arka camında, “Şehit ailelerine ücretsiz” yazıyordu.

Hemen bir kare fotoğrafını çektim.

Sonra da Twitter’da paylaştım, “Helâl olsun bu taksiciye” cümlesiyle birlikte.

Gelen yorumlar toplumun aynası

“Müthiş ! Gözlerim doldu...” diye bir yorum geldi önce paylaştığım fotoğrafa.

“Gerçekten helâl olsun” diyenler oldu

sonra.

Ama...

“Müşterinin şehit ailesi olduğunu nereden anlıyor acaba?” diye soranlar da çıktı.

Daha ötesi...

“Taksici kendi reklamını yapıyor” diyenler oldu.

Hatta...

“Bizim insanımız o taksiye biner, kendini şehit ailesi olarak tanıtıp bedava seyahat etmeye kalkışır“ diye görüş bildirdi biri.

Son olarak bir başkası da, “Taksiye ücretsiz binmek için şehit ailesi olduğunu beyan etmek mecburiyetinde kalmak ne üzücü, ne onur kırıcı” diye yazdı.

Hiçbir şeyi beğenmiyoruz

Bir taksici çıkmış, kendince bir tavır koymuş.

Başkalarından beklemek yerine, eleştirmek yerine, kendi kendine üzülmek yerine ‘tek başına’ bir adım atmış.

Binlerce meslektaşının arasından çıkıp, “Ben şehit ailelerine ücretsiz hizmet vereceğim” demiş.

Böyle bir tutumu takdir etmek dururken; yok “Reklamını yapıyor”, yok efendim “Nasıl bilecekmiş binen yolcunun şehit ailesi olduğunu”, yok “İstismara açık bir durummuş“, yok öyleymiş, yok böyleymiş...

Milletçe bir garip olduk vesselam.



Geldiğimiz noktaya bakın

Ankara’nın Balgat semti...

Sokakların asfaltı yenilenmiş.

Yeni asfaltın üzerinde, sarı renkli boya ile devasa “Çankaya Belediyesi” yazısı ve logosu...

Sokağın girişinde de bir pankart... “Bu sokağın asfaltı Çankaya Belediyesi tarafından dökülmüştür“ diye.



Aynı şekilde, dönem dönem bazı caddelerde de, üzerinde “Asfaltımız hayırlı olsun - Büyükşehir Belediyesi” ya da “Bu caddenin asfaltı Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılmıştır“ yazan pankartlar görüyoruz başkentte.

Caddeler büyükşehir, sokaklar ilçe belediyesinin sorumluluğunda malum.



İlçe ya da ana kent belediyesi olmasının bir önemi yok benim için. Hangi partiden olduğunun da öyle.

Bir kentte, yolları asfaltlama işi belediyelerin asli görevlerinden değil mi?

Ayrıca, çöp vergisi gibi “asfalt vergisi” ya da “katılım payı“ ödemiyor muyuz biz vatandaş olarak belediyelere?

Yani...

Asli görevlerinden birini, üstelik de benim paramla yapacaksın... Üstüne bir de, “Bak bunu ben yaptım“ diye davul - zurna ile değil ama yol üstü baskılar veya pankartlarla bunla övüneceksin.

Görevini yaptığı için alkış, takdir ve nihayet oy mu bekliyor yani belediyeler vatandaştan?

Bir tek bana mı garip geliyor bu durum?

Üstelik şehrin yollarının çok büyük kısmı hâlâ adeta horst ve grabenlerden müteşekkil iken...



KEŞKE...

İnsan hafızası, maruz kaldığı kötülükler konusunda olduğu kadar, gördüğü iyilikler ile ilgili de bu kadar güçlü olsa.

Yazının devamı...

Genelkurmay’dan cevap geldi

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, 22 Ağustos 2012 Çarşamba günü Gaziantep’te düzenlenen cenaze törenine katılmamıştı.

Orgeneral Özel’in, 20 Ağustos akşamı PKK’nın gerçekleştirdiği bombalı terör saldırısının sivil kurbanlarını sonsuzluğa uğurlayanların arasındaki yerini almaması üzerine bu durumun nedenini merak etmiştim. Çünkü devletin zirvesini oluşturan isimlerin ‘tam kadro’ iştirak ettiği törendeki tek eksik yetkiliydi Genelkurmay Başkanı.

“Orgeneral Özel’in cenazeye katılmama gerekçesini ve yerine, TSK’yı temsilen törene kimin iştirak ettiğini” sormuştum önceki gün buradan.

Ve Genelkurmay İletişim Dairesi’ni arayıp bu soruyu ilettiğimi, o gün yazıyı gazeteme gönderdiğim saat 20.00’a kadar herhangi bir dönüş olmadığını, cevap beklediğimi belirtmiştim.



Beklediğim cevap, yazının yayınlandığı gün, sabah erkenden geldi.

Genelkurmay İletişim Daire Başkanlığı’na yeni atanan Kurmay Albay (yarın itibariyle Tuğgeneral) Ertuğrulgazi Özkürkçü aradı.

Bir gün önceki programın yoğunluğu sebebiyle cevaben arayamadığı için özür dileyerek başladı söze yeni Tuğgeneral.

Ardından da, Gaziantep’teki cenaze törenine TSK’yı temsilen İkinci Ordu Komutanı, Bölge Garnizon Komutanı, Tugay Komutanı ve - günlük işleri aksatmayacak şekilde - o bölgedeki subay ve astsubaylardan en yüksek katılımın sağlandığı bilgisini verdi. Kurmay Albay Özkürkçü’nün verdiği bilgiye göre, komutanların yanı sıra garnizonda görevli 230 subay ve astsubay, törende yer almış.

Özkürkçü, “Doğru, medyada yer alan fotoğraflara bakıldığında, ön sırada sadece sivil protokol görülüyor. Askeri personel, o fotoğrafların çekim açısına göre sağ tarafta topluca yer almış” dedi.



Genelkurmay Başkanı’nın Gaziantep’e neden gitmediği mevzuuna gelince...

İletişim Daire Başkanı, konuyla ilgili yönergelerde yer alan protokol ve uygulama gereklerine göre, törenin düzenlendiği yerin tugay, garnizon ve ordu komutanlarının katılımının öngörüldüğünü söyledi ve ekledi:

“Buna rağmen, biliyorsunuz, Genelkurmay Başkanımız ya da İkinci Başkanımız, planlı faaliyetleri ile günlük programları el verdiği ölçüde cenaze törenlerine katılıyorlar.”



Genelkurmay Başkanlığı adına, İletişim Daire Başkanı tarafından, üstelik gayet ilgili ve kibar bir üslup ile ayrıntılı şekilde verilen bilgi bu.

Necdet Özel’in o günkü faaliyet programına ilişkin bir detay yok ama ‘protokol uygulamasının eksiksiz yerine getirildiği’ bilgisi var.

Yanıt bu şekilde olunca, doğrusu ben de, “Pekiyi, Genelkurmay Başkanı neredeydi, cenazeye katılmamasına gerekçe olan faaliyet neydi?” diye sormadım.

Aldığım cevaptan benim anladığım; o tarih ve o saat dilimi içinde, yani 22 Ağustos 2012 günü öğle saatleri itibariyle Orgeneral Özel’in (mahiyetini bilmiyorum ama) daha önceden planlanmış önemli bir faaliyeti olduğu.



Keşke...

Çalınan minarelere uygun kılıf tedarik etmek bu kadar kolay olmasa.

Yazının devamı...

PKK Şemdinli’de bir ayda 318 kayıp verdi

Genelkurmay ve Emniyet, Şemdinli bölgesinde çok yoğun operasyonlar ve çatışmalarla geçen bir ayda, terör örgütünün 318 kayıp verdiğini kamuoyuna değil ama hükümete bildirdi.

Hükümete iletilen raporlarda, “7’si tam teyitli olmamakla birlikte, toplam 325 teröristin etkisiz hale getirildiği” bilgisi var. Yani örgütün kesin teyit edilen zayiatı 318.

Bir ayda ve sadece Şemdinli ile kırsalında...



“Şemdinli’de 23 Temmuz’dan bu yana operasyon sürüyor. Operasyonlar sivillerin yaşamadığı yerlerde yapılıyor. (...) Şu ana kadar iki şehidimiz var, 115 terörist etkisiz hale getirildi. Bizim kontrolümüz dışında olan bir yer yok.”

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 5 Ağustos 2102 Pazar günü atv ve aHaber ortak canlı yayınında, 13 günde 115 teröristin öldürüldüğünü işte bu sözlerle açıklamıştı.

Başbakan bu açıklamayı yaparken, Şemdinli bölgesinde operasyonlar sürüyordu.

O günden sonra hem Şemdinli ilçe merkezi hem de kırsal alanda devam eden yoğun çatışmalarda örgüt yine önemli kayıplar verdi.



Ve “Şemdinli’de neler oluyor?” sorusunun gündeme düştüğü ilk günden bir ay sonra örgütün kaybı geçen hafta içinde netleşti.

Genelkurmay Başkanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü, 23 Ağustos 2012 Perşembe günü son bir ayda yapılan iç güvenlik harekatlarının sonuçlarını içeren raporu Başbakanlık’a verdi.

Buna göre, Şemdinli bölgesinde 23 Temmuz - 23 Ağustos 2012 döneminde öldürülen terörist sayısı toplamda 318 (üç yüz on sekiz)’e ulaştı.

318, yerinde gözle tespit edilen ve PKK’lıların kendi aralarındaki telsiz konuşmalarından elde edilen bilgiler ile oluşan ‘kesin teyitli’ rakam.

7 de ‘tam teyit edilemeyen’ kaybı var örgütün.



İstihbarat, güvenlik ve hükümet kaynaklarında oluşan ortak kanaat de şu:

17 Ağustos 2012 Cuma günü gerçekleşen, BDP’li milletvekilleri ile PKK’lıların Şemdinli buluşmasının ardında da örgütün 23 Temmuz’dan itibaren verdiği büyük kayıp gerçeği var.

Ankara’da yapılan değerlendirmeler, resmi makamlarca açıklanmayan, bu büyük darbeyi BDP’lilerin bildiği ve o buluşmanın da işte bu yüzden, yani örgüte moral vermek maksadıyla planlandığı yönünde.



Bu arada, konunun dikkate değer, üzerinde düşünülmesi gereken bir boyutu daha var.

‘Sadece bir ayda ve sadece bir bölgede 318 örgüt üyesinin öldürüldüğü’ haberi, kamuoyu ile neden paylaşılmadı?

Resmi makamların tercihi neden bu yönde oldu?

Şehit haberleriyle gerginleşen, sinir uçları açık durumdaki kamuoyu neden bu bilançodan haberdar edilmedi?



Gaziantep’teki cenazede kim eksikti?

Gaziantep’te 20 Ağustos 2012 Pazartesi akşamı yaşanan bombalı saldırıda hayatını kaybedenler, iki gün sonra, 22 Ağustos’ta sonsuzluğa uğurlandı.

Terörün sivil şehitleri için kılınan cenaze namazında, devletin zirvesi Gaziantep Bahaeddin Nakıboğlu Camii’nin avlusunda bir araya geldi biliyorsunuz.

Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, Başbakan, Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı ve devlet protololünü oluşturan diğer zevat tabutların başında saf tuttu.

O acı fotoğraf karesinde, dikkat çekici bir eksik vardı.

Genelkurmay Başkanı yoktu Gaziantep’teki hazin törende.

Orgeneral Necdet Özel, sivil şehitleri uğurlamaya gelmemişti.

Törenin üzerinden bir hafta geçti, ne merak eden çıktı fotoğraftaki bu önemli eksiği, ne soran.

Merak edip soran olmayınca, Genelkurmay Başkanlığı’ndan da konuyla ilgili herhangi bir açıklama yapılmadı.

Dün telefon ile arayıp, “Orgeneral Özel’in cenazeye katılmama gerekçesini ve yerine, TSK’yı temsilen törene kimin iştirak ettiğini” sordum.

Bu yazıyı gazeteme gönderdiğim saate, yani dün saat 20.00’ye kadar bilgi veren, cevaben arayan olmadı Genelkurmay İletişim Dairesi’nden.

Ben soruma yanıt beklemeye devam ediyorum.


KEŞKE...

Atanamayan öğretmenler, haklarını almak için medyadan medet ummak zorunda kalmasa.

Yazının devamı...

BDP milletvekillerine küçük (!) bir hatırlatma

“Bizi oylarıyla Ankara’ya yollayan

Kürt halkı...”

Ya da

“Biz, bölge halkının özgür iradesiyle seçtiği temsilcileriyiz...”

Veya

“Partimiz, halkımızın verdiği yetki ve sorumlulukla...” diye başlayan yüzlerce cümle var arşivlerde.

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) milletvekillerinden defalarca duyduğumuz cümleler bunlar.

“Bölge halkı”, “Kürt halkı”, “Halkımız”... İçinde, doğasında bir ‘ayrış(tır)ma’ barındıran ifade şekilleri.

HEP, DEP, HADEP, DEHAP, DTP... Şimdilerde BDP.

İsmi değişen ama özü, ideolojisi, tavrı, tarzı, söylemi hep aynı kalan siyasi hareketin “biz” yaklaşımı. “Bizim halkımız” ifadesi.



“Bizi buraya, haklarını müdafaa etmemiz için bölge halkı, halkımız gönderdi” diyen sayın milletvekilleri; eminim unutmamışsınızdır, sizler bu göreve, T. C. Anayasası’nın 81’inci maddesine göre yemin ederek başladınız.

Yani Meclis’e geldiğiniz ilk gün, şu andı içtiniz hepimizin gözlerinin içine bakarak:

“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine andiçerim.”

“Büyük Türk Milleti” ifadesine karşı çıkanlarınız, içine sindiremediğini söyleyenleriniz oldu.

Olabilir...

Ama sonuçta bu şekilde yemin ettiniz, namusunuz ve şerefiniz üzerine.

Söz verdiniz.

Ve ‘söz’ namustur, ‘söz’ şereftir öyle değil mi?



Şimdi...

‘Sadakattan ayrılmayacağınıza yemin ettiğiniz o Anayasa’nın 80’inci maddesi bakın ne diyor:

“Anayasa, Madde 80 Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, seçildikleri bölgeyi veya kendilerini seçenleri değil, bütün Milleti temsil ederler.”

Bu maddeyi hatırladınız mı sayın vekiller?

Bilmem anlatabildim mi?

Başka sorum yok.



Hatay’da yeni hayat

“Hatay’da Suriyeli mahalleleri oluşmaya başladı.”

Antakya’da yaşayan bir arkadaşıma ait bu cümle.

Dün Ankara’da karşılaştık.

İki çocuğu ve eşi ile yıllardır Hatay’da yaşıyor arkadaşım. Anlattıkları sıradan bir vatandaşın izlenimleri değil, eski bir gazetecinin gözlem ve tespitleri.

Suriye’de ve dolayısıyla Türkiye’nin bu ülke ile sınırdaş illerinde son dönemde yaşanan değişimi anlattı eski meslektaşım.

“Türkiye’de ekonomik krizden en az etkilenen ildi Hatay. Hatta hiç etkilenmemişti çünkü Suriye ile var olan karşılıklı yoğun ticari faaliyet, kent ekonomisini hep çok canlı tutuyordu” dedi.

“Ama şimdi, bütün TIRlar yatıyor. Kontaklar kapalı. Giden, gelen araç yok. Ticaret durdu” dedi.

“Soğuk hava depoları da doldu, taşıyor. Suriye’ye satılan ürünler depolarda kaldı. Bir süre sonra çürüyecek. Sadece gıda sektörü değil, demir sanayii de kilitlenmiş durumda” dedi.

“Hatay sanayicisi ve esnafı kan ağlıyor. Yakında Ankara’da, hükümet nezdinde görüşmeler yapıp, sorunlarına çözüm arayacaklar” dedi.

“Antakya’nın günlük yaşamında da artık bir ‘Suriyeliler’ gerçeği var. Sığınmacılar için kurulan kamplar ayrı ama bir de şehir içinde, günlük hayata dahil olanlar var. Birçok Suriyeli aile daire kiraladı apartmanlarda. Onar, onbeşer kişilik aileler, iki oda - bir salon evlerde tıkış tıkış yaşıyorlar ve manzara felaket” dedi.

“Suriyeli ailelerin taşındığı apartmanlardaki Antakyalılar rahatsız olmaya başladı bile. Halk tedirgin. Antakya’da ‘Suriyeli mahalleleri’ oluşmaya başladı. Vaziyet her geçen gün daha da sıkıntılı bir hâl alıyor” dedi.

Dedi de dedi işte...



KEŞKE...

‘Lâf’ ile ‘söz’ arasında çok ciddi bir fark olduğunu görebilsek.

Yazının devamı...

Suriye sınırının sırrı

Gaziantep nerede?

Suriye sınırında.

Türkiye’nin Suriye sınırında neler var son dönemde?

Sığınmacılar için oluşturulan kamplar.

O kamplarda - birkaç gün önceki resmi rakamlara göre - Suriye’den gelmiş 70 bin civarında insan yaşıyor.

Bu sayı, bir ay önce 43 bin 564‘tü.

Önce bir hafıza tazeleme...



“(...)asıl önemlisi...

Türkiye’de yaşayan o 43 bin 564 sığınmacının arasında;

- PKK ile bağlantılı kaç kişi var? Ya da kimse var mı?

- Suriye İstihbaratı El Muhaberat’tan kaç kişi var? Ya da kimse var mı?

- Amerikan İstihbaratı CIA’e çalışan kaç kişi var? Ya da kimse var mı?

- Rus İstihbarat Teşkilatı KGB’den maaş alan kaç kişi var? Ya da kimse var mı?

- İran İstihbarat Servisi SAVAK’ın görevlendirdiği kaç kişi var? Ya da kimse var mı?

- İsrail Gizli Servisi MOSSAD’dan kaç kişi var? Ya da kimse var mı?

- Kuzey Irak Kürt Yönetimi’ne istihbarat sağlayan kaç kişi var? Ya da kimse var mı?

Benim merak ettiğim işin bu tarafı.

Türkiye - Suriye sınır boyunda kaç ajan var? Kaç provokatör görev başında? Kaç ajan provokatör rakip meslektaşları ile mücadelede?

(...)

o kamplarda kimler neyin stajını yapıyor acaba?..”

Bu sorular, tam bir ay önce bu köşede yer aldı.

23 Temmuz 2012 tarihli, “Suriyeli sığınmacının Viagra talebi ve ötesi...” başlıklı yazımın son bölümünde...



Şimdi...

Bugüne, bir ay önce vurguladığımız bu noktadan bakalım.

Sınırdan ‘Suriyeli sığınmacı’ görünümünde kimlerin geçmiş olabileceğini düşünmek, tahmin etmek için özel istihbari bilgilere sahip olmak gerekiyor mu sizce?



Bölücü PKK’nın en güçlü, en etkin isimlerinden birinin Suriyeli olduğunu dünya alem biliyor.

Suriye uyruklu o kişinin, yani Doktor Bahoz Erdal kod adlı Fehman Hüseyin‘in, örgütün bölge sorumlularına, geçen yılın Eylül ayında, “Çeçen tipi eylemlere geçme” talimatını verdiğini de biliyoruz. (Bu konudaki haber yine bu köşede, 21 Eylül 2011 tarihinde yer almıştı.)

PKK içinde ‘Cellat’ olarak da anılan Suriye uyruklu Fehman Hüseyin’in, doğrudan kendisine bağlı Suriyeli örgüt üyelerini, bu ülkeden ‘sığınmacı’ kisvesi altında Türkiye’ye eyleme gönderme planını uygulaması şaşırtıcı mı olur?



Gaziantep’te patlatılan bomba; yeri, zamanlaması, bağlantıları ve tabii en önemlisi ‘sivil halk’ı hedef almasıyla özel bir öneme sahip.

Gelinen noktada, gözden kaçırılmaması gereken önemli bir ayrıntı daha var. Aslında uzun süredir gözlenen ama son dönemde iyiden iyiye netleşen bir gerçek: PKK’nın artık homojenliğini yitirmiş bir yapıda olması.

Örgütün, kendi içinde fiilen yaşadığı bu parçalanmış hâlini, konjonktürel olarak bir mazeret, bir gerekçe gibi sunmaya çalıştığını da gözden kaçırmamak gerekiyor.

Yarın çok geç olacak

Özellikle Gaziantep saldırısı sonrası “Vuralım - kıralım, yakalım - yıkalım, asalım - keselim”cilerin sesinin ne denli yüksek çıktığını görüyorsunuz.

Evet, en ‘makûl’lerimizin bile tahammül sınırlarını zorlayan bir noktaya geldi iş.

Evet, “Terörist ile sarmaş dolaş olanların Meclis’te yeri olmasın” diyenlerin ilk bakışta haklıymış gibi görülebileceği bir noktaya ulaştı mesele.

Ama değil !

Olmamalı !

Biliyorum, “Sabır, sabır nereye kadar?” diyorsunuz şimdi.

“Sabır taşı olsa çatlar” diyorsunuz.

Ve ilk bakışta haklısınız da.

Duygusal olarak sonuna kadar haklısınız belki ama bu sorun duygularla değil, mantık ve akıl ile çözülecek, eğer çözülecekse.

Tabii, bizler duygularımıza gem vurup aklımızı, mantığımızı öne çıkartırken; birileri yine tahrik etmeye, kaşımaya, kanırtmaya devam etmeyecek.

İyi niyetin tek taraflı olmayacağını o birileri de anlayacak artık.

Anlasın.

Anlamalı.

Yoksa, yarın çok geç olacak.


KEŞKE...

Acımasızlığın aslında acınacak bir özellik olduğunu görebilsek.

Yazının devamı...

Hemşerim 'memleket' nire?

Tam da, "15 Ağustos'u atlattık" derken...

Tam, "Bölücü PKK 15 Ağustos'u kana bulamayı başaramadı" diye düşünürken...

Tam da, "İstihbarat'ın edindiği bilgiler ışığında Emniyet, Jandarma ve TSK'nın aldığı önlemler sayesinde, terör örgütü 28'inci yıl eylemlerini hayata geçiremedi" diye bir yazı kaleme alırken...

Tam, "Demek ki yoğun ve titiz bir çalışma ile başarılabiliyormuş, benzer başarılar 15 Ağustos sonrasında da aynen devam etmeli" diye bitirirken o yazıyı...



Türkiye böyle bir ülke işte.

'Haberci'nin, birkaç saat önce yazdığı yazıyı, gelen bir haber üzerine gecenin ilerleyen saatlerinde tamamen değiştirmek zorunda kaldığı bir ülke Türkiye.

Bu da öyle bir yazı işte.

Saat 22.30 civarında yazıyorum bu satırları.

Sadece 4 buçuk saat önce gazeteme gönderdiğim "15 Ağustos" başlıklı yazıyı yenilemek, değiştirmek zarureti hasıl oldu.

Çünkü Gaziantep'ten gelen haberler ile sadece gece değil, yürekler de karardı.



PKK'nın yıllardır deneyip de başaramadığı, sokaklarda 'Türk - Kürt ayırımı yaratma' çabasının son dönemde doruk noktasına ulaştığını biliyoruz.

Kitlelerin sabrının zorlandığını da...

İşte Antep... Son örnek...

'Gazi' Antep. Şimdi bir kez daha sadece 'gaziler' değil, 'şehitler' veren Antep.

Örgütün, yeni ama 'son' olmayacağını maalesef bildiğimiz denemesinin adresi Gaziantep.



Evet bu ülkede, 'seçilmiş milletvekilleri', omzunda 'keleş'ler ile sadece yola değil, kameraların önüne inen teröristler ile kucaklaşıyor.

Evet bu ülkede, üç gün önce 'açılım süreci'ne (ki, kişisel olarak o adımın samimi ve iyi niyetli olduğundan zerre şüphem yok) destek veren bazıları, bugün "Çözüm öldürmek" naraları atıyor.

Evet bu ülkede, PKK'lılara "Terörist" diyenler 'faşist/militarist', "Militan" hatta "Gerilla" diyenler ise 'ilerici/aydın' ilan ediliyor kimilerince.

Ve evet bu ülkede, bu tür garip "Evet bu ülkede..." örneklerini çoğaltmak mümkün.



Çok konuşanları dinleyemiyorum artık ben.

Çok yazanları okuyamıyorum.

Çok ahkâm kesenlere tahammül edemiyorum.

Ve biliyorum ki yalnız değilim.



Sadece şunu söyleyeceğim:

Hiç ilgilenir miyiz biz karşımızdaki insanın mezhebi ile?..

Hiç merak eder miyiz etnik kökenini?

Bindiğimiz taksinin sürücüsüne sorar mıyız hiç "Alevi misin, Sünni mi" diye?

Pazarda limon satana, "Kürt müsün, Türk mü", "Çerkes misin, Laz mı" diye sorduğumuz vâki midir?

Biz sadece, "Hemşerim, memleket nire"ciyizdir.

Simitçiye, köfteciye, garsona, konuya komşuya, yeni tanıştığımız hemen herkese 'memleketi'ni sorarız biz. Etnik kökenini ya da mezhebini değil.

Bu topraklarda yaşayanlar, yani 'biz', sadece memleketini sorarız karşımızdakine.

Onu da, "Hemşerim" diye sorarız.

Hemşeri olduğumuzu peşinen ilan ederek, en baştan kabul ederek sorarız.

Bilmem anlatabildim mi?



KEŞKE...

'Çok bilen' ile 'çok bilmiş' arasındaki farkın sadece bir heceden ibaret olmadığını idrak edebilsek...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.