Hemşerim 'memleket' nire?
.
Vatan Haber
Tam da, "15 Ağustos'u atlattık" derken...
Tam, "Bölücü PKK 15 Ağustos'u kana bulamayı başaramadı" diye düşünürken...
Tam da, "İstihbarat'ın edindiği bilgiler ışığında Emniyet, Jandarma ve TSK'nın aldığı önlemler sayesinde, terör örgütü 28'inci yıl eylemlerini hayata geçiremedi" diye bir yazı kaleme alırken...
Tam, "Demek ki yoğun ve titiz bir çalışma ile başarılabiliyormuş, benzer başarılar 15 Ağustos sonrasında da aynen devam etmeli" diye bitirirken o yazıyı...
Türkiye böyle bir ülke işte.
'Haberci'nin, birkaç saat önce yazdığı yazıyı, gelen bir haber üzerine gecenin ilerleyen saatlerinde tamamen değiştirmek zorunda kaldığı bir ülke Türkiye.
Bu da öyle bir yazı işte.
Saat 22.30 civarında yazıyorum bu satırları.
Sadece 4 buçuk saat önce gazeteme gönderdiğim "15 Ağustos" başlıklı yazıyı yenilemek, değiştirmek zarureti hasıl oldu.
Çünkü Gaziantep'ten gelen haberler ile sadece gece değil, yürekler de karardı.
PKK'nın yıllardır deneyip de başaramadığı, sokaklarda 'Türk - Kürt ayırımı yaratma' çabasının son dönemde doruk noktasına ulaştığını biliyoruz.
Kitlelerin sabrının zorlandığını da...
İşte Antep... Son örnek...
'Gazi' Antep. Şimdi bir kez daha sadece 'gaziler' değil, 'şehitler' veren Antep.
Örgütün, yeni ama 'son' olmayacağını maalesef bildiğimiz denemesinin adresi Gaziantep.
Evet bu ülkede, 'seçilmiş milletvekilleri', omzunda 'keleş'ler ile sadece yola değil, kameraların önüne inen teröristler ile kucaklaşıyor.
Evet bu ülkede, üç gün önce 'açılım süreci'ne (ki, kişisel olarak o adımın samimi ve iyi niyetli olduğundan zerre şüphem yok) destek veren bazıları, bugün "Çözüm öldürmek" naraları atıyor.
Evet bu ülkede, PKK'lılara "Terörist" diyenler 'faşist/militarist', "Militan" hatta "Gerilla" diyenler ise 'ilerici/aydın' ilan ediliyor kimilerince.
Ve evet bu ülkede, bu tür garip "Evet bu ülkede..." örneklerini çoğaltmak mümkün.
Çok konuşanları dinleyemiyorum artık ben.
Çok yazanları okuyamıyorum.
Çok ahkâm kesenlere tahammül edemiyorum.
Ve biliyorum ki yalnız değilim.
Sadece şunu söyleyeceğim:
Hiç ilgilenir miyiz biz karşımızdaki insanın mezhebi ile?..
Hiç merak eder miyiz etnik kökenini?
Bindiğimiz taksinin sürücüsüne sorar mıyız hiç "Alevi misin, Sünni mi" diye?
Pazarda limon satana, "Kürt müsün, Türk mü", "Çerkes misin, Laz mı" diye sorduğumuz vâki midir?
Biz sadece, "Hemşerim, memleket nire"ciyizdir.
Simitçiye, köfteciye, garsona, konuya komşuya, yeni tanıştığımız hemen herkese 'memleketi'ni sorarız biz. Etnik kökenini ya da mezhebini değil.
Bu topraklarda yaşayanlar, yani 'biz', sadece memleketini sorarız karşımızdakine.
Onu da, "Hemşerim" diye sorarız.
Hemşeri olduğumuzu peşinen ilan ederek, en baştan kabul ederek sorarız.
Bilmem anlatabildim mi?
KEŞKE...
'Çok bilen' ile 'çok bilmiş' arasındaki farkın sadece bir heceden ibaret olmadığını idrak edebilsek...