Şampiy10
Magazin
Gündem

Sarai Sierra ve “Acaba”lar!

Henüz hayatını kaybettiğinden haberdar değildik.

Sadece kayıp olduğu haberleri yansımıştı medyaya.

“Fotoğraf çekmek için İstanbul’a gelen Amerikalı genç kadından haber alınamıyor” şeklindeki ilk haberi okuduğumda Sarai Sierra ile ilgili bir yazı yazmaya niyetlenmiştim,

“Umarım hayattadır” diyecektim, hatta “Umarım tecavüze uğrayıp öldürülmemiştir” diye yazacaktım.

“Bu ülkede bir kadın, fotoğraf çekmek için tek başına gezemeyecek mi sokaklarda?” diye soracaktım.



Ha bugün ha yarın derken cesedi bulundu Sierra’nın.

Hemen ardından “Tamam üzücü bir olay ama...” diye başlayan cümleler duyulmaya başlandı. “Ama” lı tümceleri, komplo teorileri takip etti.

“Kim bilir ne işi vardı oralarda” diye cesedin üzerine ‘şüpheden örtü’ler bırakıveren, “Belki de hak etmiştir” demeye getiren senaryolar...



Sonra...

Gazeteciler ile sohbet toplantısında, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone ’nin konu ile ilgili tavrını görünce, baktım ki bu işte gerçekten de bir iş var.

Geldiğimiz noktada, Amerikan medyasında yer alan FBI kaynaklı haberler var gündemde.

Ölen (ya da öldürülen) kadının, göründüğü, düşünüldüğü kadar masum olmayabileceğine dair haberler...

Ve benim, “O ilk gün yazmayı planladığım naif yazıyı kaleme almaya fırsat bulamamam belki de isabet olmuş” diye düşünmeme neden olan haberler...



Dünya işte böyle bir dünya artık.

Ölen (hatta öldürülen) birinin ardından rahat rahat “Yazık” diyemediğimiz bir dünya...

Hemen her konu da ve hemen herkes hakkında “Acaba” larla yaşamaya mahkum olduğumuz bir dünya !



Tuba Ünsal’ın tanıştı(rdı)ğı gerçek dünya

Hikayeyi biliyorsunuz...

Tuba Ünsal, rahatsızlanan çocuğunun bakıcısını bir devlet hastanesine götürüyor.

Karşılaştığı manzaraları ‘dehşet’ içinde Twitter üzerinden fotoğraflar eşliğinde paylaşıyor.

Sağlık Bakanlığı harekete geçiyor.

Sonuçta, Ünsal’ın hastanede şahit oldukları ‘gündem’ oluyor.

Şimdi...

“Tuba Ünsal kendisi ya da evladı rahatsızlandığında da devlet hastanesine mi gidiyor?” diye soranlar var.

O, işin ayrı bir boyutu.

İsteyen sorar, Ünsal da cevap verir ya da vermez, kendisi bilir.

Gerçi...

O sorunun yanıtı aslında olayın içinde var.

‘Bir devlet hastanesinin acil servisinde gördüklerine bu denli şaşıran birinin, daha önce öyle bir ortamda bulunmadığı’ sonucuna kolaylıkla varabiliriz.

Lâkin...

Burada konuşulup tartışılması gereken, ‘Tuba Ünsal’ın daha önce bir devlet hastanesine gidip gitmemesi’ değildir.

Burada üzerinde durulması gereken, ‘devlet hastanelerinin durumu’ dur.

Ve tabii o fotoğraflardaki manzaranın değişmesi konusunda gereği nin yapılması.



KEŞKE...

İnsanların yapmadıklarını konu ettiğimizin yarısı kadar, yaptıklarını da takdir etsek.

Yazının devamı...

ABD Sierra dosyasına neden mesafeli duruyor?

“Bu kolluk kuvvetlerini ilgilendiren bir konu. Türk makamlarına güveniyoruz. Son derece olağanüstü emeği takdir ediyoruz. Polisler çok çalıştı bu davayı sonuçlandırmak için. Mağdurun cesedi bulundu. Ailesine başsağlığı diliyoruz. Türk makamları da yakından ilgilendiler ve şefkatli çalıştılar. FBI Sarai için de geldi mi, benim haberim yok. Türk Polisi’nin Facebook ve iletişim bilgileri hakkında bir çalışması oldu.”

İstanbul’da bir Amerikan vatandaşı ölü bulundu. Ankara’da, Amerikan Büyükelçisi hayatını kaybeden vatandaşı ile ilgili olarak işte bunları söyledi.

Sadece bunları...

Önceki gün ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone ile buluşmamız bir buçuk saate yakın sürdü.

Gündemdeki hemen her konuda uzun uzun konuşan Büyükelçi’nin ağzından adeta cımbızla çektik, vatandaşının sır dolu ölümü hakkındaki bu birkaç cümleyi.

Doğrusu, Ricciardone’nin bu tavrı şaşırtıcı geldi bana.

Tek bir vatandaşı için gerektiğinde tabiri caiz ise dünyayı ayağa kaldırmasına alışık olduğumuz ABD’nin, Sarai Sierra dosyasına bu denli ‘nötr’, bu derece ‘mesafeli’ durması bir tek bana mı ‘ilginç’ geliyor?



Yapmayın şunu, komik oluyor

Gazetelerin Ankara temsilcileri, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone’nin konuğuydu önceki gün.

Büyükelçilik Konutu’nda gerçekleşen buluşmada, masada tam 16 gazetenin temsilcisi vardı.

Büyükelçi hemen her konuda konuştu.

Açıklamalarının bir bölümü ‘manşetlik’ti. Nitekim (görmüşsünüzdür) dünkü gazetelerde hak ettiği şekilde büyükçe yer aldı Ricciardone’nin açıklamaları.

Yalnız bir mesele var...

Bu tip buluşmalarda, toplu fotoğrafın yanı sıra her habercinin haber kaynağı ile ‘ikili’ pozu da çekilir.

Gazeteler de doğal olarak, genellikle kendi çalışanının fotoğrafını kullanmayı tercih eder. Altına da (dün de bir - ikisi hariç hepsinde olduğu gibi) “Aralarında Ankara Temsilcimizin de bulunduğu gazeteciler...” diye yazılır o karenin.

Dün baktım, o bir iki gazetede, o yayın organının temsilcisi meslektaşımızın Büyükelçi ile tokalaşma fotoğrafı; altında da, “ABD Büyükelçisi Ankara Temsilcimiz X Y’ye konuştu” şeklinde bir fotoğraf altı cümlesi!

Zannedersiniz ki, ikili baş başa görüşmüş. Özel röportaj yapılmış.

Cumhurbaşkanı, Başbakan ya da diğer siyasi/yetkililerin seyahatlerinde, uçakta çektirilen ‘ikili fotoğraf’lar vasıtasıyla da zaman zaman karşılaştığımız, haberi ‘özel’leştirme girişimi nin son örneği.

O arkadaşlarımız, İstanbul’daki haber merkezlerine “Ben özel görüştüm” demeyeceğine göre, iki ihtimal kalıyor; onlar da, İstanbul’daki editoryal kadronun, ya ‘Ankara Temsilcisi’ne jest’ ya da ‘okur üzerinde etkili olsun’ diye bu tür bir fotoğraf altı yazması.

Ama buradan açıkça söylemekte fayda var:

Sevgili arkadaşlar, bunu yapmayın. Gerek yok.

Çünkü bu ‘jest’ ya da ‘etkileyici’ değil, sadece ‘komik’ oluyor.



KEŞKE...

Zaman içinde görüşlerde oluşan değişimler konusunda; kendimizinkini ‘gelişim’, başkalarınınkini ‘döneklik’ olarak görmesek.

Yazının devamı...

Kültür Bakanlığı’nda yeni dönem

Yeni yılın ilk haftası, Ankara’da - artık gelenekselleşen - bir toplantı vardı biliyorsunuz. Büyükelçiler Konferansı’nın beşincisi...

Türkiye’yi, dünyanın dört bir yanında temsil eden büyükelçiler her Ocak ayının ilk günlerinde olduğu gibi ‘merkez’de buluşup 2013’ün ‘diplomasideki yol haritası’ üzerinde çalıştılar.

Türk dış politikasında 2013’ün teması, ‘insani diplomasi’.

Türk Hariciyesi, gelecek senenin temasını ise ‘kültürel diplomasi’ olarak belirledi.

Ve o başlık; yani ‘kültürel diplomasi’ başlığı bugün itibariyle sadece Dışişleri değil, aynı zamanda Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da öncelikli gündem maddesi.

Çünkü...

Malum, yeni bakan Ömer Çelik‘in bir önceki görevi, AK Parti Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı.

Çelik ayrıca, 2002’den bu yana en yakınındaki isimlerden biri olarak, neredeyse her diplomatik temasında Başbakan Erdoğan’ın yanında yer alan bir siyasetçi.

Yani artık sadece siyaset bilimci değil, aynı zamanda dış politika tecrübesi üst seviyede olan bir Kültür ve Turizm Bakanı var.

Yeni dönemi bu tablo ışığında ele almak gerekiyor.



Ömer Çelik sadece AK Parti içinde değil, geleneksel Türk siyasetçi tipi düşünüldüğünde de ‘farklı’ bir portre.

Çelik; giyim tarzından özel ilgi alanlarına, kullandığı dilden okumak için seçtiği kitaplara kadar alışılmış siyasetçilerden değişik tercihleriyle tanınır Ankara’da.



Duyduğuma göre Çelik’in koltuğundaki ilk günleri, bakanlık bürokratlarından seri brifingler alarak geçiyormuş.

Bu arada, ‘bürokratlar’ demişken...

“Yeni bakan bürokratlarının tümünden istifalarını istedi” diye haberler çıktı biliyorsunuz.

Mevzu öyle değilmiş aldığım bilgiye göre.

Çelik göreve başlayınca, bakanlıkta görevli bürokratlar ile özel kalem ve danışman kadrosu topluca istifalarını sunmuşlar, ‘yeni bakanın elini rahatlatmak maksatlı bir jest’ mahiyetinde.

Bakan ise konuyla ilgilenmemiş bile. İstifalar müsteşarın çekmecesinde bekliyormuş.

Ama tüm bunlar teferruat aslında.

Yapılanlar da ‘acemi yorumlar’ bence.

Çünkü herkes bilir ki, bir bakan hangi bürokratlar ile çalışmak isterse onlar ile çalışır.

İstediğini görevden alıp, istediğini istediği göreve getirir.

Yani ne toplu istifa istemesine gerek vardır bakanın, ne ona toplu istifa sunulmasına.



Tanıdığım günden bu yana, Ömer Çelik ile çok yerde, çok kez sohbet imkanım oldu.

Görebildiğim kadarıyla Çelik;

1.) Kültürel diplomasi bağlamında, dış politika ile kültür politikalarını bir potada eritmeyi hedefleyecektir. Çünkü, dünyanın her yerinde diplomasi yapanların, aynı zamanda ülkelerinin kültürel hayatı ve birikimini bir enstruman olarak kullandığını en iyi bilenlerden biridir.

2.) Yakın gelecekte İstanbul’da bir ‘uluslar arası kültür şurası’ düzenlemesi, benzer bir organizasyonun ulusal ölçekte de yapılması şaşırtıcı olmayacaktır.

3.) Türkiye’nin mevcut ‘ulusal kültür politikası’nı sorgulayacak ve büyük ihtimalle yeniden şekil verecektir.

Çünkü, bugüne kadarki algının ‘devlet eliyle tek tipleştirme’ şeklinde olduğunu düşünür. Tercih edeceği model, ‘sivil hayattaki kültürel dinamikleri harekete geçirmek suretiyle oluşturulacak, sentez nitelikli bir ulusal kültür’ olacaktır.



Bakanlığın görev alanlarından ‘kültür’ başlığında, ‘tazelenme’ bekleyen birçok adres var.

CSO (Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası) gibi, Devlet Opera ve Balesi gibi, Devlet Tiyatroları gibi...

Tabii diğer alan ‘turizm’de de ayrı bir yazı konusu olacak kadar iş var yapılacak.

Ve bütün bunlar, medyanın, dolayısı ile de kamuoyunun ilgisinin yoğun olduğu alanlar.



Az önce yeni bakanın ‘farklı’ biri olduğunu söyledim. ‘İddialı’ biriyseniz, hangi işi yaparsanız yapın, insanların sizden beklentileri de yüksek olur.

Bu durum Çelik için de geçerli.

Dönemi boyunca, onun da ‘yaptıkları’ndan çok ‘yapamadıkları’ konu edilecektir eminim.

Ama şundan da eminim ki, Ömer Çelik döneminde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın mesaisi hem çok yoğun hem de çok renkli olacak.



KEŞKE...

Türkiye, kadınlar ve çocuklar için çok daha güvenli, çok daha yaşanabilir bir ülke olsa.

Yazının devamı...

‘Beklediğim komplo kuruldu’

Donanma Komutanlığı’ndan ayrılan Oramiral Nusret Güner, istifasının perde arkasını silah arkadaşlarına yaptığı veda konuşmasında açıkladı. İstifa dilekçesini 4 ay önce verdiğini söyleyen Güner, “Komutanıma, istifamın hemen kabul edilmesini, aksi takdirde benim için de bir takım komplolar kurulabileceğini vurguladım. Nitekim, iki ay sonra kızıma komplo kurulduğu gündeme geldi” dedi.

Oramiral Güner’in istifası, geçen hafta medyada yer alan haberler ile gündeme taşınmış, konuyla ilgili resmi açıklama ise önceki gün gelmişti. Genelkurmay Başkanlığı’nın resmi internet sitesinden yayınladığı açıklama şöyleydi: “Devletimizin stratejik, yüce milletimizin en güvendiği, dünyada ve bölgesinde saygın bir kuruluş olma sorumluluğunun idraki içinde olan Türk Silahlı Kuvvetleri, teşkilatımız ile ilgili konuların tarafımızdan medya aracılığı ile gündeme getirilmesini uygun bulmamaktadır.



Bu nedenle, sadece yüce milletimizi doğru bilgilendirmek amacıyla bazı açıklamalar yapılmaktadır. Son günlerde medya organlarında yer alan Donanma Komutanımızın emeklilik istemi kabul edilmiştir. Bu bağlamda, silah arkadaşımıza uzun yıllar başarı ve özveri ile yaptığı hizmetlerden dolayı teşekkür ediyor; kendisine ve aile bireylerine yeni yaşamlarında sağlık, mutluluk ve huzur dolu günler diliyoruz.”


‘Vicdanen müsterihim’

Donanma Komutanı Nusret Güner’in durumuna ilişkin resmi duyuru önceki gün, yani 28 Ocak 2013 tarihinde yapıldı ama Güner, istifasını bu tarihten tamı tamına dört ay önce verdiğini bizzat açıkladı. Müstafi komutan, dün sabah Gölcük’te, Donanma personeline hitaben bir veda konuşması yaptı ve süreci bütün ayrıntıları ile silah arkadaşlarıyla paylaştı. Donanma Komutanlığı’nda görevli tüm subay, astsubay ve sivil çalışanlara, karargahtaki büyük konferans salonunda hitap eden emekli Oramiral Güner konuşmasına şu sözlerle başladı: “1966 yılında Deniz Lisesi’nde başlayan Bahriye yolculuğuma, bir deniz subayının idealindeki en yüksek rütbe olan oramiral rütbesi ile veda ediyorum. Türk Donanmasını bir buçuk yıl süreyle, büyük bir sorumluluk duygusu içinde komuta etme onuruna eriştim. Her şeyimi borçlu olduğum Türk milletine layık olabilmek için elimden gelen azami gayret ve fedakarlığı, ailemi ve kendi sağlığımı da göz ardı ederek göstermeye, silah arkadaşlarımla omuz omuza vererek, tarafıma verilen görevleri bir ibadet vecdi ile en iyi şekilde yapmaya çalıştım. Vicdanen müsterihim.”

‘Davalar en büyük ders’

Nusret Güner, personeline hitaben yaptığı veda konuşmasında son yıllarda yaşanan davaları hatırlatıp şunları söyledi: “Son birkaç yıl içinde, bir kısmını çok yakından tanıdığım ve vatanseverliklerinden hiçbir zaman zerre kadar şüphe duymadığım silah arkadaşlarımın yüz kızartıcı bir şekilde Türk milleti adına karar veren mahkemeler tarafından suçlu bulunarak mahkum edilmesi, bir kısmının da sanık/şüpheli olarak, tutuklu/tutuksuz, yargılanmaya/soruşturulmaya/kovuşturulmaya devam edilmesi hayatta aldığım en büyük ders olmuştur. Bu üniformayı 13 yaşından itibaren yaklaşık 47 yıl boyunca büyük bir onurla taşıdım. Bahriye üniformamı çıkarmaya ve çok sevdiğim, benim için yaşamımın gerekçesi olan mesleğimden/görevimden ayrılmaya karar verdim.”

‘İstifamı 4 ay önce verdim’

Emekli komutan, konuşmasında ilk istifa girişiminde bulunduğu tarihi de açıkladı. Bu noktada dikkat çekici ve önemli olan şu: Nusret Güner’in veda konuşmasında verdiği tarih, Balyoz Davası’nda kararın açıklandığı günün, yani 21 Eylül 2012 Cuma gününün tam bir hafta sonrasına denk geliyor. İşte Güner’in konuşmasının (Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Emin Murat Bilgel ile paylaştığı endişesini de açıkladığı) o bölümü: “Bu değerlendirme ile 28 Eylül 2012 tarihinde vermiş olduğum ancak kabul edilmeyen istifamın, müteakip yasal istifa/emeklilik kabul dönemi olan Ocak 2013 ayını beklerken, Türk Deniz Kuvvetleri’nin bin yıllık şerefli tarihini ve seçkin personeli olan sizlerin onurunu korumak için sarf ettiğim gayreti küçük göstermeyi amaçladığına inandığım bazı gelişmeleri size açıklamalıyım. “İstifa dilekçemi sunduğumda, komutanıma, istifamın hemen kabul edilmesini, aksi takdirde her geçen gün dilekçenin duyulma ihtimalinin artacağını ve dolayısı ile benim için de bir takım komplolar kurulabileceğini vurguladım.”

‘Kızıma komplo kurulması’

Donanma’nın müstafi komutanı, dün yaptığı veda konuşmasında, korktuğunun başına geldiğini şu sözlerle anlattı: “Nitekim, istifa talebimden iki ay sonra, 30 Kasım 2012’deki Yüksek Askeri Şura’yı müteakip, 3 Aralık 2012 tarihinde öğrendiğim, İzmir’deki görevim sırasında bana, kızıma (kızım 14 yaşındayken) komplo kurulduğunun gündeme getirilmesi olayı nedeniyle mağdur sıfatı ile de olsa, Cumhuriyet Başsavcılığı’na ifade verme durumunda kaldım. Özellikle bana ve kızıma komplo kuranların, birçoğunun düzmece olduğuna inandığım olayları ifşa etme tehdidi ile bana şantaj yapmalarını beklerken, kızımın psikolojisinin de göz ardı edilerek iddianamede söz konusu olaylara, ilgili savcılık ve mahkeme tarafından ayrıntılı olarak yer verilmesini sizlerin takdirine bırakıyorum.”

‘Son dava son teyit’

Nusret Güner, veda konuşmasında son olarak kabul edilen iddianame ile görülmeye başlanacak olan davaya da yer verdi: “Son olarak, durum 22 Ocak 2013 tarihinde mevcut davalara ilave olarak toplam 75 Deniz Kuvvetleri mensubunun daha, kamuoyunda önce ‘casusluk’ diye bilinen, ‘gizli belge temin etme/bulundurma’ suçlamasıyla yargılanmaya başlaması noktasına gelmiştir. Özellikle söz konusu davada, Deniz Kuvvetleri’nin mevcut imkan/kabiliyetleri ile zafiyet alanlarını, gelecekteki hedef ve projelerini, bunun gibi daha birçok ‘çok gizli’ seviyedeki bilgiyi zaten zihninde taşıyan biri koramiral, toplam dört amiral ile birçok albay ve çok değerli diğer personelimin ‘sanık’ olarak yer alması, diğer davalarda da olduğu gibi Donanma Komutanı olarak beni son derece üzmüş; aynı tarihli istifa/emeklilik dilekçemdeki gerekçeleri bir kez daha teyit etmiştir.”

‘Komutanlarıma hep söyledim’

Donanma Komutanlığı görevinden ayrılan emekli Oramiral, personeline hitaben yaptığı veda konuşmasını şu sözlerle tamamladı: “Deniz Kuvvetleri’nin düşürülmüş olduğu bu durumun tesadüf olamayacağını, komutanlarıma/amirallerime, tüm yasal platformlarda anlatmaya çalışmanın huzuru içinde olduğumu sizlere belirtmeliyim. Artık yegane sorumluluğumun tarihe karşı olduğuna inanarak çok sevdiğim üniformamdan ayrılırken, aile büyüklerim ve beni yetiştirip bugüne getiren herkese teşekkürlerimi sunuyorum. Hüzünlü ama Bahriyeli olmanın verdiği gururla arz-ı veda ederken, her zaman Deniz Kuvvetleri’nin bir neferi olarak kalacağımı bilmenizi istiyor, siz tüm Bahriyelilerin pruvasının neta, denizlerinin sakin, başarılarının daim, bahtlarının açık olmasını diliyorum.”

‘Bilgel’in yazılı mesajı’

Kuvvet Komutanı olması beklenirken Donanma Komutanlığı’ndan ayrılan Nusret Güner ile ilgili olarak, istifasını sunduğu Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Emin Murat Bilgel de yazılı bir mesaj yayınladı. Oramiral Bilgel, Deniz Kuvvetleri personeline dün gönderdiği ve Güner’e yeni hayatında başarı ve esenlik dilediği mesajda, “Çok yakından tanıdığım ve uzun yıllar birlikte çalıştığım değerli silah arkadaşımın istifası hepimizi derinden üzmüştür” ifadesini kullandı.



Garajdan girdi, ön kapıdan çıktı

Oramiral Nusret Güner, dün veda ziyaretlerine başladı. Emekli komutan, kendi kullandığı sivil plakalı otomobiliyle ilk olarak Kocaeli Valisi Ercan Topaca’nın makamına gitti. Eskort eşliğinde valiliğe gelen Oramiral Nusret Güner, alışılmışın dışında otomobilden bina önünde inmeyip alt katta bulunan garaja girdi. Basına kapalı yapılan ziyarette, Vali Ercan Topaca Oramiral Güner’i garajda karşıladı. Nusret Güner, Valilik anı defterini imzaladıktan sonra valilik makamına geçti. Basına kapalı yapılan ve yaklaşık yarım saat süren görüşmeyi sadece Vilayet Basın Bürosu’nda görevli fotoğrafladı. Ziyaret bitiminde Oramiral Nusret Güner yine kendi kullandığı otomobille valilik binasından ayrıldı. Basın mensuplarının sorularını yanıtsız bırakan Güner, vilayet çıkışı sırasında otomobili bir ara stop ettirdi. Güner daha sonra Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu’nu ziyaret için Belediye binasına gitti.

Kızının odasına gizli kamera koymuşlardı

Çok sayıda muvazzaf subayın tutuklandığı ‘askeri casusluk’ davasının iddianamesinde, emekli Oramiral Güner’in 14 yaşındaki kızının odasına çete tarafından gizli kamera koyulduğu öne sürülüyor. İddianamede, müebbet hapis cezası ile yargılanan astsubay Sunay Akkaya’dan elde edilen ‘Sunay’ isimli digital materyal içinde ‘Nusret Güner.doc’ isimli dosyada Oramiral Nusret Güner ile ilgili iddialar yer alıyor. Belgede, astsubay Mustafa K’nin Nusret paşanın lojmanına girdiği ve kızının odasına gizli kamera yerleştirdiği iddiası var. Ancak belgede adı geçen astsubay Mustafa K, ne sanık ne de mağdur olarak iddianamede geçiyor. Belgedeki 12 Ocak 2011 tarihli kayıtta “Mustafa Koç astsubay, Nusret Paşa’nın lojmanına girdiği anlardan birinde Ayça’nın odasına gönderdiğiniz kamerayı yerleştirmiş. Çok iyi oldu diyor, dediğiniz süre kaldıktan sonra alacak” ve 4 Nisan 2011 tarihli kayıtta da “Mustafa Koç, Ayça Güner’in odasına yerleştirdiği kamerayı almış. Kullanılabilecek iyi görüntüler var. Ekte gönderiyorum” notları yer alıyor.

Yazının devamı...

Kılıçdaroğlu ayar verecek

“Bu kadar zamandır tanıyorum, Genel Başkan’ı ilk kez böyle görüyorum. Bunca zamandır onu hiç bu kadar öfkeli görmemiştim.”

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Merkez yönetiminden, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’na en yakın çalışan isimlerden biri, dün akşam üzeri telefonda işte böyle diyordu.

Ve aynı dakikalarda, Kılıçdaroğlu genel merkezdeki makam odasında, yarın (bugün) yapacağı Meclis grup konuşması üzerinde çalışıyordu.

Tek başına...



Bugün salı...

Ankara siyasetinin - tabiri caiz ise - ‘kabul günü’.

Meclis grup toplantıları günü.

Başbakan Erdoğan Katar’da olacağından AK Parti grubu bugün toplanmayacak.

MHP ve BDP grup toplantılarından gelecek mesajlar da elbette önemli olacak ama dikkatler öncelikle CHP’de, Kılıçdaroğlu’nun yapacağı konuşmaya yönelecek.

Çünkü Kemal Kılıçdaroğlu bugün, bugüne kadarki en net ve aynı zamanda en sert grup konuşmasını yapacak partisinin grup kürsüsünden.



Ana Muhalefet cephesinden dün kimle konuştuysam, farklı sözcüklerle hep aynı görüş ile karşılaştım.

“Genel Başkan yumruğunu masaya vuracak” diyen de oldu,

“Kemal Bey yapı olarak hem yumuşak hem de herkesi, her görüşü dinleyen, parti içi demokrasiyi olabilecek en üst seviyede uygulayan bir genel başkan. Ama sanırım o da artık bu kadar anlayışın bazı arkadaşlarımıza fazla geldiğini gördü” diyen de.

“Belli ki yarın (bugün) yapacağı grup konuşması tam bir manifesto niteliğinde olacak” değerlendirmesinde bulunan da oldu,

“Bu grup konuşmasında partideki herkese, her kesime mesajlar olacak. ‘Hem nalına hem mıhına’ misali bir konuşma yapacaktır. Parti içine ciddi bir ‘ayar’ verecektir” şeklinde yorum yapan da.



Az önce dediğim gibi...

Ben CHP’lilerden bu görüşleri derlerken, Kemal Kılıçdaroğlu makam odasında ‘o konuşma’ya son şeklini veriyordu.

Dediğim gibi; tek başına.

‘Tek başına’ olması şu açıdan önemli:

Kılıçdaroğlu bugüne kadar her grup konuşmasını, gündeme göre (yardımcıları, danışmanları ya da konunun ilgilileri gibi) birçok kişi ile görüşüp, konuşup, istişare ederek hazırlamış. Ama bu sefer ‘tek başına’.



Birgün öncesinden görülen, CHP Genel Başkanı’nın partisinin Meclis Grubu’nu oluşturan milletvekillerine “Yeter” diyeceği.

Önce Hüseyin Aygün, ardından da Birgül Ayman Güler’in yarattığı sarsıntılı parti içi gündem, Kemal Kılıçdaroğlu’nu bu noktaya taşıdı.

Bu arada unutmadan... Kılıçdaroğlu’nun grup konuşmasındaki salvolarının bir hedefi de ‘medya’ olacak.

CHP cephesinde genel kanaat, medyanın çok büyük bir bölümünün, iktidar ile ilgili haber yapamazken, konu CHP olduğunda ‘aslan kesildiği’ yönünde.



Sonuç olarak Kılıçdaroğlu, bugünkü grup konuşmasında (Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’ne yapılan operasyon gibi) gündemdeki sıcak başlıkların yanında, ‘parti içi gelişmeler’e ayıracağı bölümünde - moda tabiri ile - ‘ayar’ verecek.

Ancak asıl önemli olan, parti içi gündemin bu konuşmanın ardından nasıl şekilleneceği. Yani bu ‘ayar’ın doğuracağı sonuçlar.



KEŞKE...

Yiyecek - içeceklerde, lezzet ile kalori arasında bu kadar doğru bir orantı olmasa.

Yazının devamı...

İstanbul havalimanı için kim ne diyor?

Hamdi Akın / TAV

“TAV’ın bu proje ile ilgilenip ilgilenmeyeceğinin sorulması bile abes bana göre.”

Akfen ve TAV Havalimanları Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın, İstanbul’a yapılacak yeni havaalanı projesi ile ilgili görüşünü sorduğumda söze böyle başladı.

Türkiye’de İstanbul Atatürk, Ankara Esenboğa, İzmir Adnan Menderes ve Gazipaşa’nın yanı sıra Tunus’ta, Makedonya’da ve Gürcistan’da ikişer havalimanını bu şirket işletiyor.

Mısır, Umman, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’da da tamamlanmış ya da devam eden yatırımları da olan TAV’ın havalimanı inşa ve işletme kontratlarının toplamı 15 milyar Dolar.

Böylesi dev bir yapının başındaki isim Hamdi Akın, “Biz havacıyız. Bu sektördeki her gelişme ile doğal olarak ilgileniriz. İstanbul’da yapılacak yeni havalimanı projesi ile de tabii ki ilgileniyoruz. Sonuç ne olur şimdiden elbette kimse bilemez ama bizim iddiamız konusunda kimsenin kafasında bir soru işareti olacağını sanmıyorum” diye konuştu.

Pekiyi TAV, bu devasa proje ile tek başına mı ilgilenir yoksa yerli ya da yabancı ortaklar ile birlikte mi girer ihaleye?

Yönetim Kurulu Başkanı Akın bu soruya da, öncekiler ile aynı özgüven seviyesinde yanıt verdi:

“Tek başımıza ilgileniriz.”



Nihat Özdemir / LİMAK

“Dünyanın en büyük havalimanını yapmaya soyunmak, beni öncelikle bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak gururlandırıyor. Sonra da bir yatırımcı ve işletmeci olarak çok heyecanlandırıyor.”

Konu hakkındaki görüşlerini sorduğum, Limak Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Özdemir’in ilk cümleleri de bunlar oldu.

Limak, İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı’nın işletmecisi. Ve Özdemir’e göre, “Sabiha Gökçen, İstanbul’un ikinci havaalanı değil, Anadolu yakası ve Körfez’in birinci havaalanı.”

Farklı sektörlerde büyük işler yapan Limak’ın havalimanı terminal ve pist inşası alanında; yurt içinde Kocaeli, Balıkesir, Uşak ve Selçuk, yurt dışında ise Kosova ve Mısır’da yürüttüğü projeler var.

Özdemir, “Biz aslında bu projeye uzun zamandır hazırlanıyoruz. Yanımızda mutlaka ortaklarımız da olacak” dedi ve noktayı şöyle koydu:

“Ulaştırma Bakanlığı, havacılıkta bir devrim yarattı. Bu proje de Türkiye’nin 2020 sonrasına dair ufkunun kanıtı. Çok büyük bir proje ve yatırım. Biz çok heyecanlıyız. İnşallah bu işi bize nasip olur.”



İbrahim Çeçen / İçtaş - ICF

“Tabii ki ilgileniyoruz. İhale şartnamesini alıp; kimlerle, nasıl bir ortaklık yapısıyla, ne yapabileceğimize bakacağız.”

Bu da, aynı konuda görüşlerine başvurduğum IC Holding Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Çeçen’in bakışı.

Alman ortağı Fraport ile birlikte Antalya Havalimanı’nı işleten İçtaş’ın sektör portföyünde; yurt içinde, Afyon Kütahya Uşak ve Ordu Giresun, yurt dışında Rusya St. Petersburg ile Bulgaristan’ın Varna ve Burgas havalimanları var.

Çeçen, söz konusu olanın, Türkiye’de bugüne kadarki en büyük Yap - İşlet - Devret ihalesi olacağına dikkat çekti ve “Böyle büyük bir yatırımın finansmanı konusunda titiz bir çalışma gerekiyor. Elbette garantiler var ama yine de bu boyutta bir finansmanı kimlerle, nereden ve nasıl sağlayabileceğimize bakacağız. Gücümüz yeter mi, göreceğiz. Sürecin içindeyiz ama ihale şartnamesini aldıktan ve bütün detayları gördükten sonra dikkatli ve gerçekçi bir çalışmaya ihtiyaç var” diye konuştu.



Dünyanın en büyük havalimanı projesi hakkında, sektörde söz sahibi yerli yatırımcılardan ‘ilk üç’ün görüşleri böyle.

Henüz erken olsa da, piyasada daha şimdiden konuşulanlara bakılırsa, ihale aşaması sürprizlere gebe...

TAV, LİMAK ve IC’nin dışında sürpriz (yerli ve yabancı) ortaklıklardan oluşacak yeni şirketlerin de yarışa dahil olması kesin görünüyor.

Hem prestiji hem de maddi getirisi itibariyle iştah kabartan ve bu nedenle çetin geçecek bir ihale süreci var ufukta.



KEŞKE...

Bazen gün 30 saat, hafta 8 gün olsa.

Yazının devamı...

BDP için samimiyet vakti!

Birazdan okuyacaklarınız bir ‘fantezi’dir.

Fantastik bir senaryo...



Murat Karayılan.

Cemil Bayık.

Doktor Bahoz, yani Fehman Hüseyin.

Duran Kalkan.

Sabri Ok.

Ve bu saydıklarım kadar ön planda olmayan daha birçok kişi...

Yani ‘dağdakiler’...



Yukarıdakiler, PKK’nın yönetim kadrosunu oluşturan isimler.

Örgütün ‘dağdaki’ yöneticileri.

Devam eden ‘İmralı süreci’ni uzaktan, ‘kırsal’dan izleyen isimler.



Gündemdeki süreç her şeyden, herkesten önce Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) kadroları açısından tarihi bir sınav niteliğinde.

Neden mi?..



(Ankara’yı, hükümeti, İmralı’yı ayrı bir yana koyalım bir an için.)

Varsayalım ki, süreçte herşey olumlu gelişiyor.

Diyelim ki; Ankara ile İmralı her konuda anlaşıyor.

Diyelim ki her şey yolunda gidiyor.



Ama bu arada...

Yine diyelim ki...

Tam da bu anlaşma zemini oluşmak üzereyken;

misal Murat Karayılan çıkıp Selahattin Demirtaş’a, “Bu iş bitecekse, senin yerine ben gelmeliyim” diyor...

Ya da Cemil Bayık Ahmet Türk’e, “Bunca yıl verdiğim emekler ile senin koltuğuna artık benim oturmam gerekmiyor mu?” diye soruyor.

Veya Fehman Hüseyin Aysel Tuğluk’un karşısına, “Biz senelerdir o dağlarda olmasak siz Ankara’da nasıl siyaset yapacaktınız?” sorusuyla çıkıyor.

Örneğin Duran Kalkan Gültan Kışanak’a, “Gereken artık oralarda bizim olmamız değil midir?” diyiveriyor.

Mesela Sabri Ok, Ayla Akat Ata’ya...

Diğerleri diğerlerine...

Diğer PKK’lılar diğer BDP’lilere böyle diyor.

Diyelim ki...



Sadece parti yönetimi ya da parlamento için değil...

Yerel yönetimlerde de aynı varsayımdan hareket edebiliriz.

“Bu iş bitecekse, bittiğinde, Diyarbakır Belediye Başkanlığı’na örgütün Amed eyalet sorumlusu gelmeli” cümlesi çıkarsa BDP’nin karşısına mesela?..

Hatta, “gelmeli” değil, “gelecek” şeklinde?..



10 yıldır, 20 yıldır, hatta neredeyse 30 yıldır dağlarda yaşayan, o dağlarda ‘kendince bir dava’nın peşinde olan, ‘kendince bir mücadele’ yürüten insanların; bir gün gelip, bir anda geçmişi unutuverip, yepyeni bir hayata başlamayı kabul edeceğine inanıyorsak sorun yok.

O kadroların, “Haydi sen silahını bırak ve - misal - Yeni Zelanda’ya git” denildiğinde, sorgusuz sualsiz “Tamam, olur” diyeceğini düşünüyorsak hiç problem yok.



Neyse...

Uzatmak yersiz.

Sanırım anlatabilmişimdir ne demek istediğimi.



Şimdi...

Devam eden süreçte, BDP’nin, “İmralı’ya BDP ve DTK (Demokratik Toplum Kongresi) eş başkanları birlikte gitmeli. Bu bizim olmazsa olmazımız” demesini, bir de bu yazdığım ‘fantastik varsayımlar’ ışığında okusak?..



“Böyledir” demiyorum. “Ya böyle

olursa?” diye soruyorum sadece.

Tabii eğer birilerinin; o dağdan inmesi istenen kadrolara, indikten sonra ‘apolet’ takmak ve o güruha, ‘resmi bölgesel silahlı kuvvet’ sıfatı kazandırmak gibi bir planı yoksa !



Dediğim gibi;

‘Varsayım’ bu yazdıklarım.

Hatta, ‘fantezi’!



KEŞKE...

‘İyi niyet’ kavramının gerçekten ‘iyi’ bir şey olduğunu

idrak edebilsek.

Yazının devamı...

BDP: 4’lü heyet olmazsa olmaz

“Biz ilk günden beri sürece kurumsal olarak katkı vermek istediğimizi söylüyoruz. Bu nedenle de, doğru olan, İmralı’ya BDP ve DTK’nın eş başkanlarının bir arada gitmesidir.”

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP ) Muş Milletvekili Sırrı Sakık böyle diyor.

BDP’nin isteği, İmralı sürecini; Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanları Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk ile BDP Eş Başkanları Selahattin Demirtaş ve Gültan Kışanak’tan oluşan “4 kişilik heyet”in yürütmesi. Hatta istekten öte, şartı bu BDP’nin.

BDP DTK cephesi, adaya bu 4 ismin bir arada gitmesi için yapılan başvuruya Adalet Bakanlığı’ndan gelecek yanıtı bekliyor şimdi.

Sırrı Sakık, “Bu talep kabul edilmezse, bizden sürece katkı vermemiz de beklenemez” diyor.

Soruyorum:

“Bu şart koşma tavrı, sürece katkı vermek konusunda sizlerin iyi niyetinin sorgulanması sonucunu doğurmaz mı?”

Sakık, “Sonuç almak isteniyorsa, böyle davranılmalı ve görüşmeleri bu 4 kişilik heyet yürütmeli. Kurum olarak katkı sunmamız için olması gereken bu” diyor.



Gönül

“Ne olur köşelerinizde ‘gönüllülük’ konusuna değinin. Sıfatı, sosyal statüsü, yaşı, gelir seviyesi ne olursa olsun; haftada bir saatçik, ihtiyacı olanlar için gönüllü olarak bir şeyler yapsın insanlar.”

Köşe yazarlarına bu çağrıyı yapan kişi, Nüket Küçükel Ezberci. Güven Eğitim ve Sağlık Vakfı Mütevelli Heyet Başkanı.

Ankara Güven Hastanesi’nin bünyesinden çıkmış olan vakıfta kahvaltıdaydık dün sabah.

İyi ki gitmişiz...

Genç bir kadın ile tanıştık orada. Hazan Atalay ile. Güven Vakfı’nın proje koordinatörü...

Atalay’ın, Proje Yöneticisi Emin Fidan ve İdari İşler Müdürü Seval Çeviren ile birlikte yaptıkları işleri öğrenince kâh göğsümüz kabardı, kâh kendimizden utandık bugüne kadar bütün bunlardan haberimiz olmadığı için, kâh gözlerimiz doldu.

Özellikle de ‘sokakta yaşayan ve çalışan çocukları topluma kazandırma projesi’nde ortaya koyduğu performansı görünce...

İnternette www.guvenvakfi.org.tr adresini ziyaret edin.

Nüket Küçükel’in önderliğindeki Güven Ailesi’nin imza attığı işleri görün.

Emin olun hepinizin, hepimizin yapabileceği bir şeyler var o çocukların hayatını değiştirmek için.

Tek yapacağınız, tek yapacağımız gönlümüzü açmak. ‘Gönüllü’ olmak.



Ölüm – yaşam

Ümit Enginsoy öldü önce.

Burhan Doğançay’ın ölüm haberi geldi sonra.

Ardından Mehmet Ali Birand.

Ve bir gün sonra Toktamış Ateş.

Öldüler...

Yeni yıl, ölüm haberleriyle başladı. Can sıkıcı haberlerle.

Her ölüm, yeniden sorgulatır ya hayatı...

Her cenaze namazında bir caminin avlusunda;

Her defin töreninde mezarlıkta bir kez daha sorgularız kendi hayatımızı.

Sevdiklerimizi ne kadar kolay kırdığımızı düşünürüz sessizce...

Birbirimize ne kadar hoyrat davrandığımızı...

Hayatın aslında ne kadar kısa, bir o kadar boş olduğunu... Hiçbir şeye değmediğini.

“Keşke”lerimiz sıraya girer zihnimizde her vedada.

Sonra?..

Sonra unutur gideriz.

Bir gün önceki koşuşturmaya döner; kaldığımız yerden devam ederiz.

Devam ederiz hoyratlığa, kırıp dökmeye.

Bir sonraki ölüm haberine, bir sonraki cenaze törenine kadar.

Ve adına ‘yaşam’ deriz bu döngünün... ‘Hayat’ deriz.

Ne kadar ‘hayat’, nasıl bir ‘yaşam’sa artık!



KEŞKE...

‘Öfke kontrolü’, ilköğretimden itibaren müfredatta, zorunlu ders olarak yer alsa.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.