Şampiy10
Magazin
Gündem

Gül’ü davet etmeyi unutan bakın kimmiş?

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Göktürk 2 uydusunun uzaya fırlatılması törenine davet edilmemişti. O törenin ev sahibi TÜBİTAK’tı.

O TÜBİTAK, Cumhurbaşkanı Gül’ün konuğuydu dün Çankaya Köşkü’nde.

Gül, konuşmasında Göktürk 2’den bahsedip şöyle dedi:

“Hep beraber geçen hafta gurur duyduk, Göktürk-2 uydusunun, tamamen milli imkanlar ve milli kapasiteyle yapılıp uzaya fırlatılması bütün bunlar hepimizin övünç kaynadığıdır.”



Konuşmalar yapıldı, ödüller verildi, ardından fuayeye çıktık resepsiyon için.

Törene katılan bakanlar arasında bulunan Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün’ün yanına gittim.

Malum, TÜBİTAK Ergün’ün bakanlığına bağlı bir kuruluş.

“Göktürk 2 törenine Cumhurbaşkanı Gül’ün davet edilmemesi çok konuşuldu ama sizden bir açıklama gelmedi bu konuda” dedim.

Gülümsedi... Rahatsızlığını belli eden bir gülümsemeydi yüzünde beliren.

“Doğrusunu söylemek lâzım, ayıp oldu. Biz de üzüldük, mahcup olduk. Art niyet ya da kasıt yok ama bir izahı da yok. Tamamen büyük bir ihmal” dedi Bakan.

- Cumhurbaşkanı size herhangi bir şey söyledi mi bu konuda?

- Hayır. Zaten kendisi, bizim olduğumuz yerde onu üzecek, incitecek hiçbir şeyin bilinçli şekilde olmayacağını çok iyi bilir. Olmaz, olamaz. Açıkçası bu konunun izahı yok. Olmayacak şey oldu bir kere. Büyük bir ihmal.



Bakan Nihat Ergün’den bu açıklamayı aldıktan sonra, TÜBİTAK kanadından biraz daha kurcaladım konuyu.

Tören biraz aceleye gelmiş.

Uydunun fırlatılma tarih ve saati, daha önce başta hava koşulları olmak üzere farklı teknik sebeplerle birkaç kez ertelenmiş.

Kesin tarih, üç gün önce netleşmiş. Yani törenin yapılacağı sadece üç gün önce belli olmuş.

Hatta sonradan, bir gün daha öne çekilmiş. Çin’deki yetkililerden son teyidin alınmasından sadece 48 saat sonra düzenlenmiş o tören.

O sıkışıklıkta da, Cumhurbaşkanı’nı davet etmeyi unutmuş TÜBİTAK.



Bu arada ilginç bir bilgi...

ODTÜ Kampüsü’nde yapılan o törenin organizasyonu TÜBİTAK’a aitti. Hazırlık ve düzenlemeyi TÜBİTAK Genel Sekreteri yapmış. Davetli listesini de...

TÜBİTAK Genel Sekreteri kim?

Ogün Bahadır.

Pekiyi Ogün Bahadır’ın daha önceki görevi ne?

Cumhurbaşkanlığı Protokol Müdürlüğü!

Evet; Bahadır geçen yıla kadar Çankaya Köşkü’nde, Cumhurbaşkanı Gül’ün protokol müdürüydü.

Zannederim yaptığı hata üzerine bu yaşananlara en çok üzülen de bizatihi Ogün Bahadır olmuştur.



KEŞKE...

Yeni yıla eski sorunlar ve eski tartışmalar ile girmiyor olsaydık.

Yazının devamı...

Bordo bereler Çukurambar’da kaldı

“(...) Ben bunun suikast girişimi olduğunu da düşünmüyorum.”

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 19 Aralık 2009‘da yaşanan ve Türk siyasi tarihine ‘Çukurambar olayı’ ya da ‘Arınç’a suikast girişimi iddiası’ olarak geçen o unutulmaz vaka ile ilgili olarak, üzerinden geçen üç yılın sonunda böyle dedi.



Olayı biliyorsunuz...

Biliyorsunuz da; devamında ‘Kozmik Oda aramaları’nın geldiği o gün, ‘aslında ne olduğu’nu, yani gerçeği, hâlâ hiçbirimiz bilmiyoruz.



Önceki gün de yazmıştım...

Arınç, hafta sonu katıldığı canlı yayında, konuyla ilgili olarak aynen şunları da söylemişti:

“(...) soruşturma sırasında zannediyorum 8 tane subayın veya astsubayın sorgulanmak üzere mahkemeye sevk edildiği, bunlardan 3’ü hakkında tutuklama beşi hakkında salıverilme istendiği ama hepsinin salıverildiği, savcının itirazına rağmen mahkemenin bunu reddettiğini yine gazetelerden okudum.

Aradan 3 sene geçti. 3 sene sonra bugün bir dava açılmadığını biliyorum. Açılsa haberim olurdu. Çünkü benimle ilgili vuku, kamu hukuku adına takip ediliyor. Dolayısıyla o kozmik odalarda ne çıktı, çıktı mı çıkmadı mı, ne kadar inceleyebildiler, ne kadar imkan bulabildiler inanın bu konuda hiç bir bilgi sahibi değilim.”



Başbakan Yardımcısı, olayın muhtemel şüphelileriyle ilgili bilgisinin, medyada yer alan haberlerle sınırlı olduğunu söyledi.

Evet medyada, konuyla ilgili birçok haber çıktı, bu doğru.

Doğru da; bu haberlerin hiç birinde, olayla bağlantısı olduğu iddia edilen subay ve astsubayların akıbeti konu edilmedi.

Haklarında dava açılmayan, hatta iddianame dahi tanzim edilmeyen bu kişilerin yaşadıklarını kimse konu etmedi.

Galiba kimse merak da etmedi bu insanların başına gelenleri.



Ben anlatayım...



Kamuoyuna ‘suikast hazırlığında’ diye

tanıtılan iki subay, Çukurambar’da ‘suçüstü’ (!) yakalanmıştı.

Haberler bu yöndeydi, hatırlarsınız.

Biri albay, biri binbaşı rütbesindeki bu iki kişi Özel Kuvvetler mensubuydu. Yani ‘Bordo

Bereli’ydiler.

O albay ve o binbaşı, Kirazlıdere’deki

Seferberlik Tetkik Kurulu Ankara Bölge

Başkanlığı’nda görevliydi.

Olayın ardından...

- Bahse konu albay ve binbaşı ile birlikte o birimde görevli olan personelin tümü, önce Ankara Gölbaşı’nda bulunan Özel Kuvvetler Komutanlığı Karargahı’na alındı.

Sonra...

- Albay Afyonkarahisar’a tayin edildi.

- Binbaşı (şu anda yarbay) Kara Kuvvetleri Eğitim ve Doktrin Komutanlığı’na (EDOK) atandı.

- Dönemin Özel Kuvvetler Seferberlik Tetkik Kurulu Ankara Bölge Başkanı albay (karargahtaki görevinin ardından) 2012 Ağustos Şurası’nda kadrosuzluk sebebiyle emekliye sevk edildi.

- Yine aynı dönemde aynı yerde (Seferberlik Tetkik Kurulu Ankara Bölge Başkanlığı) görevli olan bir başka albay Genelkurmay Karargahı’nda görevlendirildi.

Kirazlıdere’de görevli iki de astsubay vardı...

- Bordo Bereli astsubaylardan biri Gaziantep’e tayin edildi.

- Diğer astsubay ise kendi isteğiyle emekli oldu.



Yukarıda bahsettiğim subay ve astsubayların sadece kariyerleri değil, kaderleri de değişti o gün itibariyle.

Her şeyden önce ‘Özel Kuvvetler’ bünyesinden çıktılar.

Bu durum, özlük haklarında bir kayba yol açmadı belki ama ciddi bir prestij erozyonu yaşadılar.

Resmi olarak haklarında herhangi bir suçlama yoktu ancak yapılan haberler ve oluşan gündem üzerine en yakınlarının gözünde dahi ‘şüpheli’ konumuna düştüler.

Özel yaşamları etkilendi, aile üyelerinin hayatları değişti.

Özetle, o günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı onlar ve aileleri için.



Son bir not:

2009’un Aralık ayında Özel Kuvvetler Seferberlik Tetkik Kurulu Ankara Bölge Başkanlığı‘nda görevli personelin akıbeti böyleyken...

Dönemin Özel Kuvvetler Komutanı korgeneral terfi etti.

Bugün, orgeneral rütbesi ile TSK’nın komuta kademesinde görevine devam ediyor.



KEŞKE...

Armutların sapları ile üzümlerin çöpleri bu kadar rahatsız edici olmasa.

Yazının devamı...

Üç sene önceki kozmik gündem

“Ben de bekliyorum... Bu konunun mağduruysam, sonuç beklemek benim de hakkım.”

Bu sözlerin sahibi, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç.

Arınç’ın, “Mağduru olarak sonuç beklemek hakkım” dediği konu ise üzerinden bir buçuk seneden fazla zaman geçen o ünlü, ‘Çukurambar suikast iddiası.’ Hani şu hemen ardından gelen kozmik oda aramasıyla tam bir krize dönüşen “Çukurambar suikasti iddiası.”

Bülent Arınç ile dün Meclis Kulisi’nde sohbet ettik. TBMM Başkanlık seçimi için yapılan oylamalara verilen araların birinde, “Ne oldu sizin şu olay yaratan suikast iddiası konusu” diye sorduk. Arınç, “Ben de bekliyorum... Yargının işine elbette karışmak olmaz ama açıkçası ben de bir an önce bir sonuç alınmasını umut ediyorum” diye başladı söze.

“Çok uzun zaman oldu ve hala ortada bir iddianame yok” dedik. Bülent Arınç devam etti: “Evet, gerçekten çok uzadı. Hiç unutmuyorum, 19 Aralık’tı... 2009’un 19 Aralık’ı... Ben Manisa’daydım. Bu çok önemli bir konu elbette. Üzerinden bir buçuk yıldan fazla vakit geçti ve ortada henüz somut bir gelişme yok.”

- Peki takip ediyor musunuz süreci? Ve ne olacağını tahmin ediyorsunuz?

“Arada sırada ben de avukatlarıma soruyorum, ‘Var mı bir haber’ diye. Şu ana kadar yok... Soruşturma aşamasından sonra bir dava açılacak mı, yoksa kovuşturmaya yer olmadığına mı karar verilecek bilemiyorum. Ama doğrusu ben de merak içindeyim. Ve eğer bu olayın mağduruysam, bir sonuç beklemek herhalde benim de hakkım, öyle değil mi?”

Başbakan Yardımcısı Arınç’ın, “Soruşturma neden bu kadar uzamış olabilir?” sorumuz üzerine söyledikleri ise yanıtlarının belki de en dikkat çekicisiydi: “Belki benimle ilgili olan kısmın dışında boyutları da vardır ve o sebeple uzamıştır. Bilemiyorum...”



Yukarıdaki, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile yaklaşık bir buçuk sene önce yaptığımız görüşme üzerine 5 Temmuz 2011 tarihinde bu köşede yazdığım yazının bir bölümü.



“Bu dava açılmadı bildiğim kadarıyla. Yani zaten sıkıntı veya beklenti bununla ilgili. Soruşturmayla ilgili savcıyı tanımıyorum ve ne olduğunu merak ediyorum.

Ben bunun suikast girişimi olduğunu da düşünmüyorum. Niye benim evimi gözetliyorlar ve niye benim evimin adresi onun elinde ve niye yutmaya çalışıyor.

Ben çatlıyorum, soramıyorum ne Adalet Bakanı’na, ne başsavcıya ne de bu işle ilgili olan insanlara. ‘Gördün mü şunu etkiliyor veya bunu etkilemeye çalışıyor’ demesinler diye. Bence bu bir gözetlemeydi. Bu gözetlemenin sonucunda ne olacağını bilemeyiz. Ama ceza hukuku bakımından eldeki deliller eğer doğru ise anlatıldığı kadarıyla benim evimin gözetlendiği ama sadece bununla kaldığı, bunun arkasından ne yapılmak istendiğini ben bilmiyorum. Sonra yine soruşturma sırasında zannediyorum 8 tane subayın veya astsubayın sorgulanmak üzere mahkemeye sevk edildiği, bunlardan 3’ü hakkında tutuklama beşi hakkında salıverilme istendiği ama hepsinin salıverildiği, savcının itirazına rağmen mahkemenin bunu reddettiğini yine gazetelerden okudum.

Aradan 3 sene geçti. 3 sene sonra bugün bir dava açılmadığını biliyorum. Açılsa haberim olurdu. Çünkü benimle ilgili vuku, kamu hukuku adına takip ediliyor. Dolayısıyla o kozmik odalarda ne çıktı, çıktı mı çıkmadı mı, ne kadar inceleyebildiler, ne kadar imkan bulabildiler inanın bu konuda hiç bir bilgi sahibi değilim.”



Bu bölüm de, Bülent Arınç’ın hafta sonu Habertürk’te katıldığı bir canlı yayında söyledikleri.

Bu hafta sonu... Yani olayın üç sene sonrasında...



Tam üç sene önce bugünleri hatırlarsınız...

Türkiye ayağa kalkmıştı bu olay üzerine. Ardından ‘Kozmik Oda’ olarak bilinen, Ankara Kirazlıdere’deki Seferberlik Bölge Başkanlığı’nda günler süren aramalar yapılmıştı.

Aradan üç sene geçti.

Ve...

Orta yerde durmaya devam eden üçten fazla soru var.



KEŞKE...

Karşımızdakini kendimiz gibi bilenler olarak, bu kadar çok hayal kırıklığına uğramasak.

Yazının devamı...

Necdet Ünüvar ile sabah kahvesi

“Hindistan’ın dünyaya ihraç ettiği bilgisayar yazılımlarından kazancı yıllık 132 milyar Dolar. Türkiye için ise bu rakam sadece 500 milyon Dolar.”

Bu rakamları veren, Ak Parti Adana Milletvekili Necdet Ünüvar.

Dün sabah VATAN Ankara Bürosu’nda misafir ettiğimiz TBMM Bilişim ve İnternet Araştırma Komisyonu Başkanı Ünüvar ‘çağın gerçeği’ ile ilgili yoğun bir mesai içinde.

Konuyla ilgili hem çok okuyor, hem bizzat aktif bir kullanıcı, hem de her meseleye olduğu gibi bu mevzuya da ‘insani’ bir bakışla yaklaşıyor.

Verdiği rakamlar yukarıdaki maddi boyut ile sınırlı değil.

Mesela, “Türkiye’de yaklaşık 20 milyon kişi dijital oyun oynuyor” diyor Profesör Ünüvar. “Oyun oynayalım ama biraz da üretelim” diye ekliyor.

İnternet ve teknoloji başlığında ilginç bir istatistik var Ünüvar’ın aktardığı.

“Bu alanda her 100 kişiden 95’i tüketici. 4’ü taşıyıcı yani aracı. Sadece 1’i üretici. Biz o ‘bir’ olmayı hedeflemek zorundayız. Bunu başaracak hem bilgi birikimi var Türk gençlerinin hem de yeteneği.”

Necdet Ünüvar haklı...

Artık ‘cepler’inde Facebook ve Twitter ile gezen gençler , bu alanda salt ‘tüketici’ olmaktan çıkıp, ‘üretici’liğe terfi etmeli.

Piyango’dan, Loto’dan, İddia’dan zengin olma hayali nin yerini kolaylıkla; ‘evde, ekran başında teknolojik emek vererek para kazanma’ gerçeği alabilir. Ve almalı da.



Erdoğan Toprak ile akşam kahvesi

Önceki gün sabah kahvesinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel başkan yardımcılarından Gürsel Tekin’i ağırlamıştık VATAN Ankara Bürosu’nda, akşam kahvesine konuğumuz da bir başka CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdoğan Toprak’tı.

Eski Bakan Toprak ile sohbetimizden derlediğimiz haberi gazetemizin diğer sayfalarında bulacaksınız. Ben yine tecrübeli siyasetçi ile birlikte geçirdiğimiz o bir saatte edindiğim izlenimleri kayıtlara geçireyim.

Bilenler bilir, Toprak’ın siyaset tarzı, karakter yapısının yansımasıdır.

Nazik, uzlaşmacı, dikkatli ve özenli bir insan ve bir politikacıdır Erdoğan Toprak.

CHP’nin yeni stratejisi doğrultusunda, o da sürekli halkın içinde olduğunu anlattı. Özellikle de Anadolu’da...

Tespiti, “küçük ve orta ölçekli Anadolu sermayesinin zor günler geçirdiği” yönünde.

“Uygulanan yanlış politikalar ve özellikle de AVM (Alışveriş Merkezi) kültürü, Anadolu’ya özgü birçok geleneği, mesela ‘mahalle bakkalı, manavı’ kavramını ortadan kaldırdı” diye yakındı Erdoğan Toprak. Ve devamında şunları söyledi:

- Oysa mahallenin bakkalı, manavı, kasabı; o bölgede sokaktaki bekçidir. Mahallenin kadınları onlar sayesinde rahat yürür sokakta. Bakkal, manav, kasap; adli sicildir. Çocuğunu evlendirecek olan gelin ya da damat adayıyla ilgili ilk bilgileri onlardan alır. Bakkal, manav, kasap; bankadır aynı zamanda. Veresiye yöntemiyle, kredi verir aslında mahalleliye. Ama artık bu geleneksel yapı bozuldu, yıkıldı.

Erdoğan Toprak, ana muhalefet partisinin yöneticilerinden biri olarak, elbette iktidarı eleştiriyor. Bunu yaparken kullandığı üslup ise insana, “Keşke liderler de birbirlerini hedef alırken böyle hassas olabilseler” dedirtiyor.



KEŞKE...

‘Zarafet’ günlük yaşamda unutulan sözcüklerden birine dönüşmese.

Yazının devamı...

Gürsel Tekin ile sabah kahvesi

“İstanbul’da daha etkiliydim galiba. En azından valiyi, emniyet müdürünü arayınca ulaşabiliyor, meramımı anlatabiliyordum. Ankara’da öyle bir ‘ceberut devlet’ yapısı var ki, karşınıza sürekli engel teşkil eden mevzuat maddeleri çıkıyor.”

Bu cümleler Gürsel Tekin’e ait.

“İstanbul’dayken, sanırdık ki vekil olup Ankara’ya gidersek her şey daha rahat, daha kolay olacak... Ama öyle değilmiş. Aksine çok daha zormuş Ankara’da iş yapmaya çalışmak.”

Böyle diyor CHP’li Tekin.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı Tekin dün sabah kahvesine geldi Vatan Ankara Bürosu’na .

Tekin’in gündem oluşturacak açıklamalarını gazetemizin haber sayfalarında okuyacaksınız.

Ben de, edindiğim izlenimler ile biraz katkı sağlayayım dedim haberimize...



Politik kariyerini İstanbul’da yapmış, nevi şahsına münhasır bir siyasetçi Gürsel Tekin.

Enerjik, heyecanlı, pratik, çözüm odaklı, özgüveni yüksek bir siyasetçi tipi.

Trafik derdinden muzdarip İstanbul şoförleri misali, ‘kestirme’ci.

Bu durumun doğal sonucu olarak da; her an kırmızı ışık ya da ‘girilmez’ tabelası ihlalinden veya hız sınırını aşmaktan ‘ceza’ yeme riski yle karşı karşıya.

Parti içindeki çekişme çatışma süreçlerini (tamamen değil ama) büyük oranda halletmiş ve dolayısıyla Ankara’daki ilk aylarına oranla rahatlamış görünüyor.

Aklında da, gönlünde de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı var Gürsel Tekin’in. Bu çok açık. Kullanmaya özen gösterdiği ihtiyatlı, dikkatli ve diplomatik üslup bile bu gerçeği gizleyemiyor.



Sokaktaki insanın diliyle konuşan, onlara dokunan, sürekli içlerine girip çıkan bir siyaset yöntemi izliyor Gürsel Tekin.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarzı yani...

Sürekli Anadolu’yu geziyor. Anadolu’da gördüklerini, dinlediklerini, şahit olduklarını taşıyor Ankara’ya.

Hem halkın hem de CHP delegesinin nabzını tutmaya özel önem veriyor. Bir de genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun her anlamda yanında olmaya.

CHP, İstanbul için onu aday gösterir mi, bugünden bilinmez ama bugünden görünen, yerel seçimlerin İstanbul kampanyasına damga vuracak isimlerin başında yine Gürsel Tekin gelecek.



KEŞKE...

Asıl itibar gösterilmesi gerekenin, koltuklar değil, o koltuklarda oturan insanlar olduğunun farkına varabilsek.

Yazının devamı...

Bekleyen kadınlar

“Türkiye’nin içinde bulunduğu bu ortamda, çiçek böcek çizmek içimden gelmiyor.”

Cümle Sabri Akça’ya ait. Türk resim sanatının duayenlerinden, ‘sulu boya’ denildiğinde sadece Türkiye’nin değil, dünyanın sayılı ressamlarından biri olan Sabri Akça’ya...

1936 doğumlu, Köy Enstitüsü çıkışlı bir öğretmen Sabri Akça. Devlet Resim Ödülü sahibi...

Yazının başındaki cümlesini hatırlatıp, neden böyle söyleme gereği duyduğunu sordum Hoca’ya.

“Bir sanatçının, içinde yaşadığı, içinde var olduğu ülkenin gerçeklerine duyarsız kalması düşünülebilir mi?” diye, soruya soruyla yanıt vererek başladı Akça sözlerine. Ve şöyle devam etti:

- ‘Sanatçı, toplumun aynasıdır’ derler ya... Bu doğrudur ama sanatçı aynı zamanda ‘aydını’dır da toplumun. Eserleriyle mesaj verir, vermelidir. O mesajlarıyla toplumda farkındalık yaratır, yaratmalıdır.



Sabri Akça son dönemde “Siyah Beyaz Anadolu” serisini yaratıyor.

Ana tema ‘kadınlar’. Ama ‘bekleyen kadınlar’.

Kış mevsiminde, evlerinin önünde bekleyen ‘kadınlar’ var Akça resimlerinde hep.

Beyaz, ‘kar’ beyazı...

Arada iki renge daha rastlanıyor az da olsa: Kırmızı ve yeşil.

Kırmızı, Al Bayrağın kırmızısı; yeşil, Cami’nin yeşili.

Ve ‘siyah’ ... Belki de, Anadolu kadınının kara bahtının ‘kara’sı...



Anadolu kadınının bekleyişini çiziyor Sabri Akça.

Kimi evladını, kimi kardeşini, kimi babasını, kimi kocasını bekleyen Anadolu kadınını resmediyor.

Beklenen erkekler ise dağda...

Bir bölümü, eline silah verilip inandı(rıldı)ğı sonu olmayan bir hedefin peşinde ölüm makinasına dönüş(türül)müş; bir bölümü ise ‘vatanı koruma’ görevini yerine getiriyor.

Ve iki taraf da ölüyor!

Kadının kaderi ise değişmiyor...

Hangi tarafta duruyor olursa olsun, gözü yaşlı, beklemek düşüyor Anadolu Kadını’na.

“Siyah Beyaz Anadolu” serisini tamamlayan diğer tema da, “Kadın Portreleri”. Akça’nın imzasını taşıyan kadın portrelerinin gözlerinde ‘yaşlar’ var şimdilerde.

Tanınmış ressam bir yandan ‘ülke gerçeği’ni çiziyor, bir yandan da kendi tabiriyle ‘çiçek böcek’ çizeceği günlerin bir an önce gelmesi için dua ediyor.



Şu son günlerde pek fazla çatışma, ölüm, şehit haberi gelmiyor bölgeden malum... Bölgede ‘beyaz barış’ adı verilen, iklim koşullarının sonucu olan ‘kış duraksaması’ yaşanıyor.

Terör örgütü için ilkbahar ile birlikte yeniden kan dökmeye hazırlık dönemi bu aylar.

Güvenlik güçlerinin de kar altında kalan iç güvenlik harekât bölgesinde, operasyonları nispeten (mecburen) hafiflettiği dönem.

Mevsimsel ve geçici yani yaşanan sessizlik, sakinlik hâli.

Hemen unutup, yanılmayalım istedim. O yüzden hatırlatmak istedim Sabri Hoca’nın ‘bekleyen kadınlar’ ını.

O kadınlar hâlâ devam ediyor zira beklemeye.



KEŞKE...

Gözü hep yükseklerde olanlar, arada sırada bile olsa, ‘aşağılar’a da bakmayı akıl edebilseler.

Yazının devamı...

İzmir anlatılmaz yaşanır

Başlıktaki ifade, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’a ait.

Önceki sabah VATAN Ankara Bürosu’nda kahvaltıda ağırladık Yıldırım’ı.

Uzun sohbetin bir bölümü İzmir’e ilişkindi.

2002’de İstanbul, 2007’de memleketi Erzincan’dan milletvekili seçilen Bakan Yıldırım, Temmuz 2011’de İzmir mebusu olarak geldi TBMM’ye.

Son seçim bölgesi ile ilgili düşüncesini sorduğumda, “Anlatılmaz, yaşanır” dedi gülerek. Ardından da devam etti:

- Diğer 80 ilden farklı bir yer İzmir. İzmirli de farklı. Şöyle bir tespitim var: Anadolu’dan, mesela İstanbul’a gelenler ile İzmir’e göç edenler arasında çok bariz bir fark var.

İstanbul’a gelen, misal Sivaslı, İstanbul’da da ‘Sivaslı’ kalıyor. Adanalı, ‘Adanalı’ olarak yaşamaya devam ediyor. Diğer kentlerden gelenler de aynı... Onlar “İstanbulluyum” demiyorlar, kendi memleketlerini söylemeye devam ediyorlar. Ama İzmir’de durum farklı. İzmir, içinde yaşayanı ‘İzmirli’ yapıyor. Gelen, ortalama bir buçuk sene sonra, “Ben İzmirliyim” diyor.

“Siz kaç yıldır İzmir’desiniz?” diye soruyorum hemen Binali Yıldırım’a.

“Bir buçuk sene oldu” diyor yine gülerek.

Yeni seçim bölgesi İzmir ile ilgili şu sözlerini de aktarayım Yıldırım’ın:

- İzmir insanının özgüveni çok yüksek. Her şeyi rahatça konuşuyor, yüzünüze karşı rahatça söylüyorlar düşündüklerini. Milli mücadele yıllarından gelen bir ‘farklılık’ duygusu var İzmirlilerde. Bu elbette çok önemli ve güzel bir özellik ama “Ben farklıyım” duygusu, “Ben diğerlerinden üstünüm” noktasına taşınırsa işte o noktada sıkıntı olabiliyor. İzmirlilerin arasında, sayıları çok az da olsa, sesi yüksek çıkan bir kesimde bu durumu da gözlemiyor değilim doğrusu.



AB’den uzaklaşmak

28 ülke, 123 ziyaret.

Bu iki rakam, Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış’ın bakanlık koltuğuna oturduğu 9 Ocak 2009 tarihinden bu yana yaptığı dış gezilerin toplamı.

Bu yoğun yurt dışı temas trafiği neden önemli, birazdan aktaracağım.



Önceki gün VATAN‘ın manşetindeydi...

Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Hakan Yılmaz imzalı kamuoyu araştırması, Türk halkının Avrupa Birliği’nden giderek uzaklaştığını, AB üyesi olmayı dini yozlaştıracak, gençlerin ahlakını bozacak bir gelişme olarak gördüğü ortaya çıkarttı.

Yani zaten yıllardır ‘bekleme odası’nda tutulmaktan ‘yorgun’ düşen Türkiye, ısrarla ‘yokuşa sürülme’ ye devam edilince, fazla naz aşık usandırdı.



Araştırmada dikkat edilmesi gereken bir soru ve bu soruya verilen yanıtın oranı var.

“Sizce ülkemizin AB’ye üyeliği iyi bir şey midir yoksa kötü bir şey mi?” sorusuna “İyi”dir cevabını verenler 2003 yılında % 69,5’lik bir çoğunluğu oluştururken, bu oran 2012’de % 50’ye düşmüş.

Aynı soruya cevaben, “AB üyeliği kötü bir şeydir” diyenlerin oranı ise % 12,8’den % 36,1’e yükselmiş. Yani 10 yılda neredeyse üç kat artmış.



AB Bakanı Egemen Bağış’ın dış gezi trafiği işte bu noktada önemli.

10 yıl önce yaklaşık % 70 iken bugün Türk halkının ancak yarısı “Türkiye’nin AB üyesi olması iyi bir şey” olduğunu düşünüyorsa eğer...

Yani bardağın sadece yarısı dolu ise...

Bu oranın çok daha aşağılara inmemesinde, Ankara’nın Bağış’ın şahsında mücadeleye devam ediyor olmasının rolü var.

Sokaktaki insanı teslim almış olan bıkkınlık - usanmışlık hali eğer genç bakana da hakim olsaydı...

Eğer Bağış da, “Nasılsa toplumun beklentisi düştü, hassasiyetleri köreldi” diye düşünüp vites küçültseydi, AB üyeliğini destekleyenlerin oranı, kritik eşik olan % 50’de tutunabilir miydi emin değilim.



KEŞKE...

Bilim dünyası ‘ar damarı’ güçlendirici bir ilaç bulsa da, o damar bu kadar çok insanda çatlamasa.

Yazının devamı...

TRT’de dün neler yaşandı?

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye Radyo ve Televizyon (TRT) Kurumu’ndaydı dün.

Öğrendim ki Gül’ün, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ve TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin eşliğinde yaptığı TRT ziyaretinde ilginç, renkli ve esprili anekdotlar yaşanmış.

- Canlı yayınlar ya da stüdyo kayıtları için geçmişte birçok Cumhurbaşkanı elbette TRT’ye gitmişti ama ilk kez bir Cumhurbaşkanı, bir TRT Genel Müdürü’nün makamını ziyaret etti.

- Genel Müdür Şahin’in makam odasında, Gül’ün hayatı tam kelime anlamı ile gözlerinin önünden bir film şeridi olarak geçti; çünkü Abdullah Gül’ü bekleyen sürpriz, TRT tarafından hazırlanan ‘kendi hayatını konu alan belgesel’di.

- Yurt Haberler, Merkez Haberler, Radyo 1 stüdyosu, Dış Haberler servislerini gezen Cumhurbaşkanı, yaklaşık iki yıllık bir çalışma sonunda tamamlanan Medya Müzesi’nin açılışını yaptı.

- Sanal Stüdyo, SD, HD ve 3D (üç boyutlu) yayınları izleyen Cumhurbaşkanı Gül, TRT’nin Kuruluş, Kurtuluş ve Cumhuriyet dizilerinde kullanılan aksesuarların sergilendiği bölümü de gezdi.

- TRT’nin 16 kameralı canlı yayın TIR’ını da gezen Cumhurbaşkanı, son teknoloji ürünü yayın ortamını görünce, yanındaki Başbakan Yardımcısı Arınç ve Genel Müdür Şahin ile gençlik yıllarından bir anısını paylaştı.

Gül de Arınç da koyu Beşiktaşlı malum... Cumhurbaşkanı’nın hatırası da Beşiktaş’a dair:

Abdullah Gül, Türkiye’de henüz televizyon yayınının olmadığı yıllarda, memleketi Kayseri’de ailece gittikleri bir piknikte, radyodan bir Beşiktaş maçı dinlediklerini anlattı. Daha doğrusu dinlemeye çalıştıklarını...

Gül ailesinin erkekleri, otomobilin üstüne koydukları radyodan Beşiktaş maçını dinliyor... Beşiktaş aleyhine bir penaltı düdüğü çalıyor maçın hakemi... Maçın en heyecanlı ve Beşiktaşlılar için en gergin anı... Rakip oyuncu topu penaltı noktasına koyuyor... Ve işte tam o anda, radyo yayını önce parazitleniyor, hemen ardından da yayın kesiliyor! Radyo başındaki herkes heyecan ve sinirle cihazı sallıyor, üstüne vuruyor ama yayın bir türlü gelmiyor. Spikerin sesi bir süre sonra, cızırtılı da olsa tekrar duyuluyor ama iş işten geçiyor tabii.

Cumhurbaşkanı Gül işte bu anısını anlatıp, “Nereden nereye geldik yayıncılıkta” dedi Arınç ve Şahin’e.

- TRT arşivinden bir türkü de dinledi Cumhurbaşkanı dünkü ziyaretindeÖ Nida Tüfekçi’nin sesinden Şen olasın Ürgüp türküsünü...



Dünkü ziyaretin ayrıntılarını neden önemsedim biliyor musunuz?

TRT, her dönem, özellikle muhalefet partileri tarafından eleştirilen kurumların başında gelir. AK Parti iktidarı döneminde de bu gelenek değişmiş değil.

İşte bu yüzden, cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar, muhalefet liderleri çok daha sık ziyaret etmeli TRT’yi bence.

Gidip; dertlerini, şikayetlerini doğrudan yerinde seslendirmeleri en doğru yöntem olur gibi geliyor bana.

Sormadım ama tanıdığım İbrahim Şahin , böyle bir konuk trafiğinden değil rahatsız, memnun bile olur.

Bu arada Genel Müdür Şahin, ‘Medya Müzesi’ne bir gün de medya mensuplarını davet ederse, bu da çok yerinde olur. Zira bizim meslektaşlardan bazılarının, bu mesleğe geçmişte kimlerin ne emekler verdiğini bilip öğrenmeye ihtiyacı var.



KEŞKE...

Sadakatin saflık ya da aptallık olmadığını idrak edebilsek.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.