Şampiy10
Magazin
Gündem

19 yıl sonra Paris izlenimleri

Paris’e, gazeteci olarak ilk gidişim Temmuz 1994’teydi.

Tansu Çiller Başbakan, ben Atv muhabiriydim.

Güneri Cıvaoğlu’ndan Fatih Çekirge’ye, Nazlı Ilıcak’tan merhum Ufuk Güldemir’e kadar Türkiye medyasının en önde gelen isimlerinin arasında genç bir muhabir olarak izlemiştim Başbakan’ın Fransa temaslarını.

O günden sonra farklı vesilelerle defalarca yolumun düştüğü Paris’e, son olarak Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın gezisini takip etmek üzere geçen hafta sonu gittim.



Temmuz 94; Nisan 2013...

19 sene geçmiş aradan.

1994 Paris’i ile bugününkini kıyasladığımda gördüğüm şu:

Fransa başkentinde tek değişmeyen, şehrin görüntüsü.

Günlük yaşam, Fransız insanının sosyo psikolojik yapısı, Türkiye ve Türkler’e bakış gibi birçok temel noktada ise 94 ile bugün arasında dağlar kadar fark var.



Fransızların, tutuculuk derecesindeki milliyetçiliklerini bilirsiniz. En azından, İngilizce konuşmamak konusundaki inatlarını duymuşsunuzdur. Siz İngilizce sorarsınız, onlar bu dili konuşabilmelerine rağmen, Fransızca cevap verirler.

Daha doğrusu böyleydi...

Artık değil.

Artık direnmiyorlar. Fransızca ısrarı geçmişte kalmış.

Bu, Paris’i de teslim almış Amerikanvari yaşam koşullarının ve ekonomik koşulların zorlamasının en somut, en çarpıcı göstergesi bana göre.



Kıta Avrupası’nın tümünde etkili olan ekonomik kriz, Fransa’da da çok net şekilde hissediliyor.

İşsizlik oranı, tarihin en yüksek seviyelerinde.

65 milyonluk Fransa’da, son 2 yıldır her ay artan işsiz sayısı 3 buçuk milyona dayanmış durumda.

Paris sokaklarında her köşede bir ‘evsiz’e rastlıyorsunuz. Para çekme makineleri, telefon kulübeleri, metro ızgaraları evsiz yatakları ile dolu.

Sokaktakilerden öte, artık bir markette alışveriş yaparken bile, rafların arasında karşınıza elini açmış, yaşlı bir kadın dilenci çıkabiliyor Paris’te.

Zenginler ile alt gelir grubu arasında tam bir uçurum oluşmuş durumda.



Geçen zaman, Paris’teki Türkiye ve Türk algısını da çok değiştirmiş.

Gayet net hatırlıyorum; 19 sene önceki resmi ziyarette, Türkiye Başbakanı’nın ve beraberindekilerin karşılaştığı, adeta bir ‘üçüncü dünya ülkesi’ heyeti muamelesiydi. (Doğrusu, o dönemki heyetin psikolojisi de bu tavrı kabullenmiş ve neredeyse haklı çıkaran tarzdaydı.)

Bugün gördüğüm ise o ‘tepeden bakış’ın geçerli olmadığı.

Genelde Avrupa, özelde ise Fransa’nın Türkiye’ye bakışında; din ve kültür farkını artık o kadar da fazla önemsemeyen bir anlayış hâkim.

Sadece bu ülkeye giden Türk yetkililer değil, Fransa’da yaşayan Türkler de eskiye oranla çok daha fazla özgüvenli. (Ve bu gerçek, Avrupa’nın diğer ülkelerinde yaşayan yeni nesil Türkler için de geçerli.)

KEŞKE...

Gazetecinin resim yapanının değil, fotoğraf çekeninin makbul olduğu gerçeği hatırdan çıkarılmasa.

Yazının devamı...

‘Ben bile bu kadar hız beklemiyordum’

Başbakan Yardımcısı Arınç ‘çözüm süreci’nde çok olumlu gelişmeler olduğunu söyledi ve “Bundan öncesi tamamen kaygı doluydu. Bugüne kadar yapılamamış bir yola girdik” dedi

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, yurt dışındaki Türk gazetecileri buluşturan “3. Avrupa Medya Buluşması” için Fransa’nın başkenti Paris’te.

Arınç’ın; bu ülkede yaşayan Türk sivil toplum temsilcileri, Fransa İslam Konseyi üyeleri, Fransız medyası, düşünce kuruluşları ve iki Fransız bakan ile de bir araya geldiği Paris temaslarını yerinde izliyoruz.

Ankara’dan heyet ile birlikte gelen üç gazeteciyiz. Yoğun programının arasında Bülent Arınç ile ülke gündemindeki önemli başlıkları konuştuk:

- Çözüm sürecinde kamuoyunda dile getirilen kaygılara hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Kaygı duymaya gerek yok. Bundan öncesi tamamen kaygı doluydu. Bugüne kadar yapılamamış bir yola girdik. Başbakanımızın “İmralı ile görüşülüyor” demesinin üzerinden üç ay geçti. Ben dahil kimse bu kadar hızlı gideceğini beklemezdi. Çok olumlu bir şekilde gidiyor. Bu işin çok zorlu bir süreç olduğunu, beklediğimiz, beklemediğimiz bir çok engel ile karşılaşacağımızı bilmemiz lazım. Herkes ümitli olmalı. Herkes arkasından çok iyi bir sonuç çıkacağını bilmeli, dua etmeli, desteklemeli. İşin başında iken yüzde 60’lara varan kamu desteği, süreç ilerledikçe ve beklenmedik olumlu gelişmeler oldukça yüzde 80’lere varacaktır.

- CHP ve MHP’nin süreçteki tavırlarına nasıl bakıyorsunuz?

CHP ve MHP’nin liderlerinin tavrındaki karşıtlık, tabanları tarafından kabul edilmiyor. CHP tabanının yüzde 50’den fazlası, ki bir genel başkan yardımcısı yüzde 65 demiş, sürece destek veriyor. Ama genel başkanın tavrı iki arada bir derede. Zavallı bir durum. Güçlü bir liderlik sergileyemediğini görüyoruz.

MHP tabanı destekliyor

MHP ise referundama da karşı çıkmıştı, tabanının yüzde 40’ını kaybetti. MHP tabanı da bu sürece yüzde 30-35 destek veriyor. MHP Genel Başkanı’nın, BBP’nin tavrına bakmasını tavsiye ederim. Milliyetçilik ise onlar da milliyetçi.

- Süreçte her şey çok hızlı ve çok kolay yürüyor gibi bir görüntü var ve bu yüzden endişeli bakanlar var. Bu endişeler haklı mı sizce?

‘Silahı bırakıyoruz’ demeleri birilerini herhalde çok şaşırttı. Bunu kabul edilemez buldular. Futbol tabiriyle kontrpiyede kaldılar. Geri de dönemiyorlar. Bir tavır değişikliğine ihtiyaçları var. Yoksa 75 milyon insan onlara şunu soracak, “Ey Bahçeli, ey Kılıçdaroğlu, siz yıllarca konuştunuz, raporlar yazdınız, askerler, siviller gittiler görüşmeler yaptılar hiç biri başarılı olamadı. Bugün bu sürecin başarılı olacağı görülüyorsa, niye karşı çıkıyorsunuz? Yani üç aydan beri bir şehit cenazesi olmadı, bir mayın patlamadı, bundan mı şikayetçisiniz, aksini mi istiyorsunuz?” Buna verecek cevapları yoktur. Hükümet her konuda başarılı oldu, terörle mücadelede de başarılı olacak.

- ‘Öcalan’a bir söz mü verildi’ diye soruyor insanlar. Ve birçok senaryo tartışılıyor...

Terör örgütünün geldiği öyle bir nokta vardır ki, bunları yapmak zorunda kalmıştır. Bunu Öcalan da, Kandil de söylüyor. Hangi konuda iddia sahibi olup da kaybettiklerini, bütün güçlerini neredeyse yitirdiklerini, eylem yapamaz hale geldiklerini... En azından son iki yılda ne söylediler, hangi noktaya geldiler? Peki neye razı olmuş olabilir örgüt? 30 senenin sonunda, artık netice alacak hiçbir iş yapamadıklarını, yapamayacaklarını, talepleri siyasi ise siyasi noktada dile getirmek gerektiğini... Gençlerin kırdırılarak, halkın kavga ettirilerek yola devam edemeyeceklerini görmüş olabilir örgüt. İkincisi, dış desteklerinin giderek azalmasıdır. Üçüncüsü, belki konjonktürel olarak gelişen bazı oluşumlardır. Belki 10 tane sebep sayılabilir. Ben bu sebeplerin hepsini örgütün dikkate aldığını düşünüyorum.


Beyatlı’nın masasında Beşiktaş sohbeti

BAŞBAKAN Yardımcısı Arınç, dünyaca ünlü yazar ve şahsiyetlerin Paris’teki buluşma ve sohbet etme yeri olarak tanınan “La Closerie Des Lilas” restoranına gitti. Restoranda Yahya Kemal Beyatlı’nın da isminin kazındığı masay oturan Arınç, birlikte oturduğu VATAN Gazetesi Ankara Temsilcisi Murat Çelik ile Beşiktaş sohbeti yaptı. Kafe-restoran, Ernest Miller Hemingway, Samuel Barclay Beckett, Jean-Paul Sartre, Louis Aragon, Vladimir Lenin gibi dünyaca ünlü yazar ve siyasetçileri ağırlamasıyla meşhur. Gündemdeki konuların değerlendirmesinden sonra laf Arınç’ın da tuttuğu takım olan Beşiktaş’a geldi. “Beşiktaş’ın durumuna baksanıza” diyen Arınç, gülerek, “Siyaseti bıraktıktan sonra Beşiktaş’ın yönetimine gireceğiz Murat ile birlikte” diye espri yaptı.

Mavi Marmara tazminatı için emsallere de bakılacak

- İsrail ile Mavi Marmara için tazminat görüşmelerinde hangi noktadayız?

Mavi Marmara’dan dolayı İsrail’in Türkiye’nin özür, tazminat ve Gazze’ye ambargonun kaldırılması gibi üç talebini de kabul etmesi çok önemli bir olay. Bu, Türkiye’nin dış politikadaki başarısı ve hükümetin kararlı duruşunun bir sonucu. İsrail, yaptığının bir haksız fiil olduğunu kabul etmiş ve sonuçlarına katlanacağını duyurmuştur. Adalet ve Dışişleri Bakanlıklarımızla bu meseleyi çözeceğiz. Tazminat konusunda İsrail tarafı bizimle görüşme talebinde bulundu. Bir an önce sonuçlandıralım istiyorlar. Ancak şunu vurgulamam gerekiyor ki, ‘tazminat’ın adı bile aileleri rahatsız ediyor. Tazminatın konuşulması, Mavi Marmara’da buluşan insanları, orada şehit olanların yakınlarını rencide edebilir. Çünkü onlar çok kutsal bir gaye için Gazze’ye gidiyorlardı. Bunun parasal bir karşılığı yok.

Emsal kararlar

Rehberimiz uluslararası hukuk olacaktır. Uluslarası hukukun geçmişte verdiği emsal kararlar dikkate alınmak sureti ile hukukçularımızla bir çalışma yapacağız. Bu çalışmanın sonuçlarını karşı tarafa teklif edeceğiz. Bu işlerde usul, İsrail devletinin toptan tazminat ödemesi. Türk hükümetinin de bu ödenen tazminatı hak sahiplerine vermesi şeklinde olacak. İsrail heyeti 22 Nisan’da gelecek. Bir çalışma yapacağız.

- İsrail medyasında çıkan ve bizim haberlerimize de yansıyan bazı rakamlar oldu. Tazminat konusunda telaffuz edebileceğiniz herhangi bir rakam var mı?

Rakam telaffuz edecek durumda değiliz. Ama dünyada, geçmişte 20’ye yakın emsal var. Uçak düşürülmesinden gazeteci ve aktivistlerin kaçırımasına kadar her ülkede cereyan etmiş olaylar var. Uluslararası hukukta iki tür tazminat var. Biri özürle birlikte ödenen tazminat, bir de özürsüz ödenen bir tür iyi niyet tazminatı var. İkincisine ‘cemile ödemesi’ diyorlar. Mavi Marmara, birinci gruba giriyor. Ortada bir haksız fiil var, bu kabul edilmiş ve özür dilenmiştir. Tabii özür dilenmesi, tazminat miktarını da arttırıyor.

- Geçmişteki örneklerde ortaya çıkan emsal rakamlar birbirine yakın mı?

Hayır. Ülkelere, olayların cereyan tarzı ve tarihlerine göre değişiyor. Rakam boyutuyla kıyaslanması yanlış olur ama mesela Lockerbie faciası üzerinden yıllar geçtikten sonra Libya uçağı düşürdüğünü kabul etti ve bir ödeme yaptı. Ama bunun dışında tek kişinin ölümüyle, hatta bazen ölüm olmadan doğan zararların tazmini de sözkonusu olmuştur. Biz şartların farklılıklarını dikkate alarak bizim olayımıza monte etmeye çalışacağız.



Balık tutacağız

3 dönem kuralı gereği gelecek seçimde aday olmayacaksınız. Siyaseti bırakacağınızı söylediniz. Bir dönem ara verip sonra tekrar dönecek misiniz, yoksa tamamen mi uzaklaşacaksınız?

Sonrası artık olur mu? Balık tutacağız ondan sonra. 69 yaşında Parlamentoya mı gireceğiz tekrar?

Yazının devamı...

Aynadaki insan ne yapıyor?

Ankara’da siyasetçiler, yeni anayasayı ne kadar ‘evrensel’ kriterlere uygun yaparsa yapsın...

Ankara’da Meclis, ne kadar çağdaş yasalar çıkartırsa çıkartsın...

Parlamenter, başkanlık ya da yarı başkanlık; ülkenin yönetildiği sistem hangisi olursa olsun...

Yani kâğıt üzerinde ne yazarsa yazsın...

İş dönüp dolaşıp, geliyor ve tek bir noktaya kilitleniyor: uygulama. O noktada da belirleyici olan, insan kalitesi.



Güçler ayrılığı ilkesinin uygulama aşamasına, kolluk kuvvetlerinin yaptıkları görev sırasındaki uygulamalarına, yargının adalet dağıtırken uyguladığı yöntemlere bakıştan söz ediyorum. Tüm bunlara nasıl baktığımızdan ve gördüklerimiz karşısında nasıl bir tavır aldığımızdan...



‘Modern birey’, ‘çağdaş toplum’ vb. süslü, havalı tanımlamaları sevmek, cümle içinde kullanmak yetmiyor.

O kavramların altını ‘bizzat’ doldurmak gerekiyor.

Ve maalesef...

“Eğitim şart” deyip, çocuklarımızın eğitimini bile sadece devletten bekleyen kafa yapısıyla dolmuyor o kavramların altı.



Bütün bunları alt alta sıralarken, “Çıkın sokağa; beğenmediğiniz, benimsemediğiniz uygulamalara tepki gösterin” demiyorum sadece.

Bunu da yapın, yapalım elbette. Bu da gerekiyor ama...

Sadece eleştirmekle, sadece “Yapılan yanlış” demekle olmuyor.

Görevini ‘hakkaniyet’ ile yapanlara, sorumluluğunun gereğini -size göre doğru olan şekilde değil- olması gerektiği gibi yerine getirenlere destek vermek için de yükseltmemiz gerekiyor sesimizi.

Merak etmeyin, zor değil böylelerini bulmamız. Çok fazla değiller malum.



“Cimok’un İstanbul’u”na davet

İstanbul’da yaşayanlar ya da 22 Nisan ile 5 Mayıs tarihleri arasında İstanbul’da olacaklar; takviminize not alın lütfen...

Ne yapın edin, bu günlerin birinde yolunuzu Beşiktaş Belediyesi’nin Ortaköy Sanat Galerisi’ne (Dereboyu Caddesi No: 12) düşürün.

Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal’ın ev sahipliğinde, Faruk Cimok’un ‘İstanbul Resimleri’ sergisi var çünkü.

Bilenler zaten biliyor ama bilmeyenlerin de tanışması lâzım “Cimok’un İstanbul’u” ile...

Taksim’i, Eyüp Sultan’ı, İstiklâl Caddesi’ni, Ortaköy’ü, Ayasofya’yı, Büyükada’yı, Nişantaşı’nı, Çiçek Pasajı’nı, Tünel’i, Sultanahmet’i bir de üstadın fırçasından görün ve bu dünya güzeli şehre bir kez daha âşık olun.

Aşkınız tazelensin ki, sahip çıkın İstanbul’a, koruyun bu kenti. İzin vermeyin yıpratanlara.

Bu duygularla, böyle bir hedef ile gidin lütfen bu sergiye. Emin olun pişman olmayacaksınız.

Özel yaşamındaki kalitesi ve özeni, tuvaline de yansır çünkü Hoca’nın.

Resim sanatı bir yana...

İnsana, “Herkes işini böyle yapsa, ülkedeki mevcut birçok garabet ile hiç tanışmış olmazdık” dedirtecek bir sanatçı Faruk Cimok.

Ve bilin ki; ona en büyük ödül, sergilenecek 40 tablodan birinde ‘kendi İstanbulunuz’u bulmanız ve o İstanbul’dan vazgeçmemeniz olacaktır.

KEŞKE...

Bankalar, sigorta şirketleri, telekomünikasyon firmaları vb. kurumlar ile bunların kurumsal iletişimini yapan diğer kuruluşlar izin verse de, aramalarından vakit bulup işimizi yapabilsek.

Yazının devamı...

Çifte standart standartlaşınca...

Galatasaray Real Madrid’e yenildi.

Maç sonunda Fatih Terim hakeme tepkiliydi.

Sonuna kadar da haklıydı Terim hakemden dert yanmakta.

Gayet gerçekçiydi hakem ile ilgili tespitleri.

“Maçı bizden alıp onlara mı verdi? Hayır; fakat o kadar güzel yerlerde o kadar iyi düdükler çaldı ya da çalmadı ki...” dedi.

“Real Madrid’in hakeme ihtiyacı yok” dedi.

Bu bakış açısı da kesinlikle doğruydu.

Doğruydu da...

‘Doğru’; yere, zamana, koşullara göre değişince, söylenen söz hafifliyor, etkisi azalıyor.



Süper Lig’deki herhangi bir maçın...

Galatasaray’ın galibiyetinde ‘hakemin dolaylı katkısının olduğu’ herhangi bir maçın sonunda...

Yenilen takımın teknik direktörü, “Elbette Galatasaray’ın galibiyetini gölgelemez ama hakem bizi ince ince doğradı” türünden bir açıklama yaptığında...

Kaybeden teknik adam, “Galatasaray büyük takım, zaten favoriydi ve hakemsiz de kazanırdı. Kazanmak için hakeme ihtiyacı yok” dediğinde bu sözler Terim’e ne ifade eder? Ya da ne ifade etti bugüne kadar?



Konu aslında Galatasaray ya da Fatih Terim’e özel değil.

Hatta futbola özel bir durum da değil sözünü ettiğim.

Konu şu:

Canı yanan, haksızlığa uğrayan, mağdur olan haklı olarak- isyan ediyor.

Ama aynı kişi; canı yanan karşısındaki olduğunda, haksızlık kendi lehine sonuçlar doğurduğunda susuyor.

Karşısındakinin mağduriyetini görmüyor, duymuyor, önemsemiyor.

Herkes bunu yapıyor.

Hepimiz böyleyiz.

Böyle olduğumuz için, yani çifte standartları standart hâle getirdiğimiz için de, her geçen gün daha fazla, inandırıcılığımızı kaybediyoruz.

Hepimiz.



Rakibimin rakibi dostumdur!

Elbette taraftarların hepsi değil ama...

Galatasaray Real Madrid ile karşılaşıyor; Fenerbahçeliler ve Beşiktaşlılar “Hala Madrid” diyor.

Fenerbahçe Lazio ile oynuyor; Galatasaraylılar ve Beşiktaşlılar “Benim anne tarafım Romalı” esprileriyle İtalyanları destekliyor.

Beşiktaş Liverpool’dan tarihi fark yiyor; Fenerbahçeliler ve Galatasaraylılar, Beşiktaş’a “8eşiktaş” adını takıyor.

Şaşıranlardan, bu durumu garipseyenlerden değilim.

Barcelona taraftarının Real Madrid karşısında Galatasaray’ı,

Romalıların Lazio karşısında Fenerbahçe’yi,

Manchester United tribünlerinin Liverpool ile karşılaştığında Beşiktaş’ı desteklemesini garipsemiyorsak, aynı geleneğin bizde oluşması neden ters geliyor?

Futbolda kazanan artık sadece puan kazanmıyor. Yüklü miktarda para giriyor kazananın kasasına.

“Rakibimin rakibi dostumdur” diyenlerin mantığı şu:

“Rakibim Avrupa’da başarılı oldukça, elde ettiği gelir sayesinde daha da güçleniyor ve bu durum, içeride bana karşı avantaj sağlaması anlamına geliyor. Bu nedenle, rakibimin dışarıda da başarılı olmasını istemiyorum.”

Mantıksız mı?..

Futbolun endüstriye dönüşmesinin doğal sonuçlarından biri bu.

Endüstriyel futbolun, milliyetçilik karşısında aldığı net bir galibiyet.

KEŞKE...

Bankalar ve sigorta şirketleri müşteriyi yolunacak kaz olarak görmese.


Yazının devamı...

Skor 63 - 0!

‘Âkil İnsanlar’ı konuşuyoruz malum...

Nedir ana hatlarıyla o heyette yer almanın kriterleri?

Farklı, saygın, etkileyici, inandırıcı, güvenilir olmak mesela.



Kimdir âkil kişi?

İçinde yaşadığı ülke ve dünya için söyleyecek sözü olan.

Ve tabii... Söylediği o söz ‘dinlenilir’ olan.

Hemen her noktada, içinde yaşadığı toplumun ortalamasının üzerinde olan.

Âkil insan, içinden çıktığı toplum üzerinde ağırlığı olan kişi değil midir aynı zamanda?

Kanaat önderi yani bir nevi.

Toplumsal algıyı şekillendirme, yönlendirme, yönetme maharetine sahip olanlar.



Ana hatlarıyla bu şekilde özetleyebiliriz sanırım ‘âkil kişi’nin özelliklerini.

Pekiyi o zaman...

“Âkil İnsanlar Heyeti’nde yer alan 63 kişi arasında neden spor dünyasından tek bir isim dahi yok” diye sorana ne cevap verirsiniz?..

Sporun toplum üzerindeki ‘afyon etkisi’ni, kitleleri harekete geçirme gücünü...

Hele Türkiye gibi bir ülkede başta futbol olmak üzere spor deyince akan suların durduğunu düşününce ne dersiniz?



Rakip camia mensuplarının düşmanlığa varan karşıtlığı elbette vahim bir gerçek.

Ama diğer yandan...

Taban tabana zıt hayat görüşlerine sahip insanlar, sırtlarında aynı forma, omuz omuza doldurmuyor mu her hafta tribünleri?

Siyasi ideolojileri, oy verdikleri siyasi partiler 180 derece ters olan on binler, aynı bayrağın gölgesinde yürümüyor mu caddelerde, sokaklarda?

Genelde spor, özelde de futbol; ideolojiler, siyaset ve partiler üstü bir şekilde birleştirmiyor mu, bütünleştirmiyor mu milyonlarca insanı?

Hangi taraftar; yanındaki renktaşının siyasi görüşü veya yaşam tarzıyla, etnik kökeni ya da mezhebi ile ilgileniyor söyler misiniz?



Durum böyle iken...

Türkiye gibi bir ülkede, ülkenin yakın tarihinin en hayati konusuna çözüm aranırken...

Bu süreçte toplumun algısı ve kanaati üzerinde belirleyici olacağı düşünülen 63 kişilik bir liste oluşturuluyor. Ve bu heyette, iştigal alanı ‘spor’ olan tek bir isim yok.

Sanat, siyaset, medya, akademi ve iş âleminin temsilcileri var; kitleleri peşinden sürükleme gücüne sahip ‘spor dünyası’ndan tek bir kişi bile yok.

“Kim olabilirdi” ayrı bir konu... Mühim olan, hiç kimse olmaması.

Eski bir güreşçi de olabilirdi, bir atlet de. Eski bir futbolcu da olabilirdi bir basketbol oyuncusu da.

Eski bir hakem de olabilirdi, bir TV yorumcusu ya da spor yazarı da.

Spor dünyasının 63 - 0’lık skor tabelası na bakıp düşünmesi gerekmiyor mu?



Çözüm süreci de dâhil her konuyu unutup Galatasaray ve Fenerbahçe’nin Avrupa kupalarındaki maçlarını konuştuğumuz/konuşacağımız şu günlerde yazılacak yazı mı bu bilemiyorum ama yazdım işte.

KEŞKE...

Çocuklarının okul mevzuu ile ilgili, bir de bizzat Mustafa Balbay’dan bir açıklama gelseydi.

Yazının devamı...

Orhan Baba da var İzzettin Doğan da

Dolmabahçe Başbakanlık Ofisi, yarın saat 18’de önemli bir akşam yemeğine ev sahipliği yapacak.

Dolmabahçe’de, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ev sahipliğinde, “Çözüm süreci, Akil İnsanlar Heyeti İstişare Toplantısı” var.

Bu önemli heyette kimlerin yer alacağı da o davet ile birlikte tam olarak netleşmiş ve ortaya çıkmış olacak.



Dün akşam saatleri itibariyle ulaşabildiğim bilgilere göre ‘Akil İnsanlar Heyeti’ne dair bazı detaylar ve heyette yer alacak bazı isimler şöyle:

* Heyet;

- Yaklaşık 60 kişiden oluşacak.

- Türkiye’nin 7 bölgesinde görev yapacak 7 komisyondan müteşekkil olacak.

- Her komisyonda en az 7 kişi yer alacak.

- Her komisyonun bir başkanı, bir de sekreteri olacak.



* Heyette;

- TOBB, TİSK, TESK gibi birlik, sendika, konfederasyon, ticaret / sanayi odası vb sivil toplum kuruluşlarının başkanları ile bazı baroların başkanlarının yanında medya, sanat ve akademi dünyasından önde gelen isimler yer alacak.

(Bu noktada hemen belirtmeliyim ki, yarın (Perşembe) öğreneceğimiz listede bugün bile değişiklikler olma ihtimali var. Yani bazı isimler çıkabilir, yeni bazı isimler dahil olabilir heyete.)



Medyada bugüne kadar yer alan isimleri zaten biliyorsunuz.

Dikkat çekici bazı yeni isimler e de bu yazıda yer vermiş olayım.

Mesela İzzettin Doğan.

Mesela Arzuhan Doğan Yalçındağ.

Mesela sanat dünyasından; Orhan Gencebay, Hülya Koçyiğit, Yılmaz Erdoğan, Kadir İnanır. (Hülya Avşar ismi de konuşuluyor ama kesin olarak teyit edemedim.)

Medya mensupları ve akademisyenlerden; Murat Belge, Doğu Ergil, Beril Dedeoğlu, Ali Bayramoğlu, Deniz Ülke Arıboğan, Oral Çalışlar, Sibel Eraslan, Baskın Oran, Nihal Bengisu Karaca.



Yukarıdaki isimlerden bazılarını aradım dün.

Konuştuğum ‘akil insan adayları’ söz birliği etmişçesine, listede yer aldıkları resmi olarak kesinleşinceye kadar yorum yapmamayı tercih ettiklerini söylediler.

Yazının devamı...

Bakan’a gelen çiçekler ne oldu?

Ömer Çelik 24 Ocak 2013 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanı oldu.

Ocak sonu ve şubat başı (benzer dönemlerde her bakanlıkta olduğu gibi) “Hayırlı olsun” ziyaretleri ile geçti.

Yine (benzer her ziyarette olduğu gibi) “Hayırlı olsun”a gelen hemen herkesin elinde bir de çiçek vardı.

Ankara Opera semtindeki tarihi bakanlık binasının makam katındaki koridorlar, bir süre sonra adeta ‘sera’ görüntüsüne büründü.

(Fotoğrafta, o koridorun sadece bir kısmının o günlerdeki hâlini görebilirsiniz.)



Yeni Bakan’a yüzlerce çiçek geldi.

Bakan Çelik, taze çiçekleri, solmadan, ziyaretine gelen kadın misafirlerine hediye etti.

Saksıdaki canlı çiçekler için ise “Çiçekçiler Odası’nı arayın, bu çiçekleri satalım ve gelecek parayı da bir hayır kurumuna bağışlayalım” talimatını verdi.

Bakanlık görevlileri, Çiçekçiler Odası ile temasa geçti ancak 100’e yakın saksı çiçeği için aldıkları fiyat ‘komik’ denecek düzeydeydi. Araştırma sürdü ve bir süre sonra olabilecek en iyi fiyata çiçekler geri verildi. Daha doğrusu, ‘ikinci el’ olarak satıldı.

Gelen para da, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Adana Şubesi’ne bağışlandı.

Bağışın miktarı değil önemli olan.

Önemli olan yapılan.

Benzer yerlerde, benzer dönemlerde ortaya çıkan benzer durumlara örnek olması gereken de bu.

Necdet Hoca’nın artık bir ‘ünü’ daha ‘var’

Prof. Dr. Necdet Ünüvar ile 10 yıldan fazla zamandır tanışırız.

Sağlık Bakanlığı Müsteşarı’ydı, ‘iki Beşiktaşlı’ olarak ilk bir araya geldiğimizde.

Tıp profesörü Ünüvar bugün siyasetçi. Ak Parti Adana Milletvekili.

Aynı zamanda, TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı.

İlk günden bu yana, kelimeler ile nasıl oynadığının yakın şahitlerinden biriyim Ünüvar’ın.

Hatta, “Hocam şu veciz cümlelerinizi not edin de ileride kitaplaştırın” diyenlerden de biriyim.

Ve şimdi işte o kitap elimde.

Sesdeş sözcüklerin kullanıldığı vecizelerden oluşan kitabın adı, “her dem erdem”.

Birkaç tesadüfi örnek vereyim kitaptan:

- Pusu kuran pus’u sever.

- İrade tam olursa, idare tamam olur.

- Fiiller çarpışır, özneler ezilir.

- Ayrılırken bazıları iz bırakır, bazıları is...

- Makama yakışan ol, yapışan olma.

- Güzel bir işin lokomotifi olamıyorsanız, en azından motifi olun.

- Eşiniz için eşsiz bir eş olun.

- Vefa sefada değil cefada anlaşılır.

Değişim Yayınları’ndan çıkan kitapta, bunlar gibi toplam 131 özlü söz yer alıyor.

Yani Necdet Hoca’nın artık hekim ve siyasetçi ününün yanı sıra, bir de yazar olarak ‘ünü var.’

KEŞKE

Zaten stres dolu olan iş hayatına, bir de insan ilişkilerinden kaynaklı yeni gerilimler katmasak.


Yazının devamı...

Kudüs’te bir Erdoğan sevdalısı

Başbakan Erdoğan’ın ‘one minute’ çıkışının ardından Kudüs’teki işletmeci Azzam Maraka, market ve restoranını Erdoğan’ın fotoğraflarıyla süsledi. İsrail’in şimdiye kadar kestiği 25 bin dolar ceza Maraka’nın hayranlığını önleyemedi.

Azzam Maraka, Filistinli bir iş adamı.

Doğu Kudüs’te, “Abu Alez” adlı bir marketi ve restoranı var.

Türkiye onu, Recep Tayyip Erdoğan’a duyduğu büyük hayranlık ile tanıdı.

Davos’ta yaşanan “One minute” olayının ardından, dükkânını Erdoğan posterleri ile donatan Maraka’nın başı o gün itibariyle İsrail polis ve zabıta güçleri ile dertte.

Eskisinden daha güzel olacak

Önceki gün TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu ile birlikte gittiğimiz Kudüs’te, Azzam Maraka’nın marketine uğradım.

Baktım ki, dükkan eski görüntüsünde değil. Dış cephedeki Tayyip Erdoğan posterleri kaldırılmış.

“Ne oldu? Cezalar yıldırdı ve siz de vaz mı geçmek zorunda kaldınız Erdoğanlı dekordan?” diye sordum Maraka’ya.

“Hayır” dedi Filistinli iş adamı ve devam etti:

- Dükkanı yeniliyorum. Tadilat var. Yakında eskisinden daha güzel olacak. Dış cepheye ışıklı çerçeveler yaptırıyorum. Tayyip Ardogan’ın (Erdoğan’ı böyle telaffuz ediyor) fotoğrafları o çerçevelerin içinde olacak. Şu anda içerideki buzdolaplarının üzerinde var Ardogan.

Herhalde artık rahat ederim

- Nasıl doğdu Tayyip Erdoğan sevginiz?

- Davos’ta, Peres’e “Siz çocuk katilisiniz” dedi ya... İşte o anda her şey değişti benim için. Amr Musa da oradaydı ve o sustu. Erdoğan ise bir kahraman gibi konuştu. O anda benim de kahramanım oldu.

- Ama bu Erdoğan sevgisi biraz pahalıya mal oldu galiba size...

- Evet, bugüne kadar toplam 93 bin Şekel, yani yaklaşık 25 bin Dolar ceza kestiler bana. Ama olsun benim için Ardogan sadece Türkiye’nin değil, bütün Müslüman Arap dünyasının lideri. Bunu her geldiklerinde ceza kesen İsraillilere de söylüyorum.

- Cezalar devam eder mi?

- Ederse etsin, öderim. Ama şimdi İsrail Türkiye’den özür diledi. Sanırım ilişkiler düzelince artık ben de rahat ederim.

Keşke Türkiye pasaportum olsa

Sohbet sırasında, 4 eşi ve toplam 13 çocuğu olduğunu öğreniyorum Azzam Maraka’nın. Çocuklarına da aşılıyormuş Erdoğan ve Türkiye sevgisini.

Türkiye’ye gelip, Başbakan Erdoğan ile tanışmak istediğini söylüyor.

- Ankara’ya gidemezsem de, Ardogan Gazze’ye geldiğinde oraya gidip kendisini görmek, onunla tanışmayı çok istiyorum. Bunların hiçbiri olmazsa, beni bir arasa ve telefonda bir sesini duysam, o bile yeter bana. Görüşebilsem kendisine de söylemek istiyorum, keşke Türkiye pasaportu verseler bana.

Azzam Maraka’nın dükkanının her yerinde Erdoğan var.




Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.