Şampiy10
Magazin
Gündem

Demek ki küfür serbest!

Mevlüt Akgün, Fatoş Gürkan, Hilmi Bilgin, Yusuf Başer ve İsmet Su.

Bu milletvekilleri, iktidar partisinin Meclis Grup Disiplin Kurulu’nun üyeleri.

Yani, TBMM Genel Kurulu’nda, CHP’li Kamer Genç’e galiz küfürler eden iktidar Tokat Milletvekili Zeyid Aslan’a herhangi bir ceza verilmesine gerek görmeyen kurulu oluşturan isimler.

Zeyid Aslan’ın Kamer Genç’e ettiği küfürleri buraya yazmam mümkün değil.

Hepiniz biliyorsunuz. Meclis tutanaklarında hepsi var.

Ak Parti TBMM Grup Disiplin Kurulu o sinkaflı sözlere ceza vermediğine göre benim anladığım şu:

Demek ki, yukarıda adı

yazılı 5 milletvekili, aynı sözler kendilerine söylense, “Ne var canım bunda...” deyip geçecekler.

Demek ki, bu kişilere göre, Meclis’te küfür serbest!

Öyle mi?

Doğru mu anlıyorum?..

KİM İnanır?.. Kadir İnanır!

Şöhret psikolojisi ve yüksek ego, tanınmış bir aktör için hiç şaşırtıcı değil.

Ama Kadir İnanır’ın durumu, bu sınırı birkaç fersah aşmış vaziyette.

İnanır, birkaç gün önce bir canlı yayın röportajı verdi NTV’ye.

Her cümleye “Ben...” diye başlayan, kendinden “Kadir İnanır der ki...” üslubuyla bahseden bir kişi vardı ekranda.

İçinde yer aldığı ‘Akil İnsanlar Heyeti’nin faaliyetleri sırasındaki gözlemi, “Kadir İnanır sevgisi birçok sorunu aşmamızı sağlıyor” şeklinde olan bir kişi...

Heyete yönelik sert ifadeler kullanan, süreci ve heyeti eleştiren vatandaşlar için, “Öyleleriyle birlikte fotoğraf çektirmiyorum. Onlara, ‘Senin hayatın boyunca Kadir İnanır ile birlikte bir fotoğrafın olamayacak’ diyorum ve cezalandırıyorum” diye konuşan bir kişi...

Bu durum ‘Akil İnsanlar Heyeti’nde verdiği yorucu mesainin yarattığı yıpranmanın bir sonucu mu?

Yoksa ünlü sinema sanatçısı Kadir İnanır hep böyle megalomandı da ben mi fark edememişim?



Neden ısrarla o şive?

Televizyon dizilerine bakıyorum, başrollerdeki karakterlerin neredeyse tümü ağır, ağdalı, abartılı bir şive ile konuşuyor.

Reklamlara bakıyorum, yine aynı ağız.

Genellikle de Doğu ve -hatta çoğunlukla- Güneydoğu Anadolu lehçesi.

Dizi ya da reklamdaki karakterin özelliğine uygun şekilde, ayarında kullanılanlara değil sözüm.

‘Komik’ olsun diye, komiklik kaygısı ile kullanılan örneklere itiraz ediyorum.

Senaristler, yönetmenler öyle düşünüyor olabilir ama hiç ‘komik’ değil.

‘Komedi malzemesi’ olarak görülecek, öyle sunulacak bir konuşma şekli değil o şive.

Bu ülkenin renklerinden, parçalarından biri o diyalekt.

Bu toprakların ‘değer’lerinden biri.



KEŞKE...

Gerçek başarısızlığın, denemekten vazgeçmek olduğunun farkına varabilsek.




Yazının devamı...

G.Kurmay’dan ‘kozmik odalar’ın kapısına kilit!..

G.Kurmay, eski adı Özel Harp Dairesi olan Seferberlik Tetkik Kurulu’nu budadı. 16 bölge başkanlığından 11’ini kapattı. Bu merkezlerdeki ‘ÇOK GİZLİ’ kozmik belgeler de Ankara’ya taşınıyor...

Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Trabzon, Konya, Gaziantep, Amasya, Malatya, Muğla ve Ağrı.

Bu illerdeki ‘Seferberlik Tetkik Kurulu Bölge Başkanlıkları’ kapatıldı.

Yurt çapındaki toplam 16 başkanlıktan 11’inin varlığına son verilirken, geriye sadece şu adreslerde, 5 Seferberlik Bölge Başkanlığı kaldı:

İskenderun, Diyarbakır, Van, Kars ve Edirne.



Genelkurmay İkinci Başkanı’na bağlı olarak görev yapan Özel Kuvvetler Komutanlığı bünyesinde faaliyet gösteren başkanlıklar, Seferberlik Tetkik Kurulu’nun bölge temsilcilikleri niteliğinde.

1952 yılında kurulan bir yapı...

Görevi -en özet ifade ile “Bir işgal durumunda sivil halkı teşkilatlandırmak”.

Biraz daha detaylı tanımlamak gerekirse, “Ülke bütünlüğünü tehdit eden her türlü unsuru engellemek maksadıyla, düşman ülke ve unsurların yurt içinde uyguladıkları ekonomik, psikolojik, siyasi vb. işgalini hedefleyen GNH (gayrinizami harp) faaliyetlerini tespit etmek ve karşı tedbirleri planlamak”.



Özellikle ‘Çukurambar vakası’ olarak kayda geçen, Bülent Arınç’a suikast hazırlığı iddiası sonrası yapılan ‘Kozmik Oda’ aramaları ile birlikte ülke gündeminde yer bulan Seferberlik Tetkik Kurulu, artık sadece 5 bölge başkanlığı ile (adeta sembolik boyutta) devam edecek faaliyetine.

Bu gerçek, hafta başında (20 Mayıs 2013) açıklanan tayinler ile ortaya çıktı.

Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Trabzon, Konya, Gaziantep, Amasya, Malatya, Muğla ve Ağrı’daki bölge başkanlıklarında görev yapan ‘Bordo Bereli’ subay ve astsubaylar Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın farklı birimlerine atandı ve yerlerine yeni atama yapılmadı.

Hemen ardından da, bu 11 ildeki bölge başkanlık binalarının belediyelere ya da sivil kurumlara devredilmesi süreçleri başladı.

Şu günlerde, telefon hatlarının iptal işlemleri yapılıyor, en önemlisi de her başkanlığın gizli bilgi ve belgelerinin yer aldığı ‘kozmik odalar’ boşaltılıyor.

Kozmik belgeler, Ankara’ya, Genelkurmay Başkanlığı’nın belirleyeceği birime taşınacak.



Son yıllarda fazlasıyla tartışmaya konu olan bu birimin fiilen lağvedilmesi konusunda bilgi istediğim askeri kaynaklardan gelen yanıt şöyle oldu:

“Söz konusu olan, yeni tehdit değerlendirmesi kapsamında, artık işgal ihtimali kalmadığı değerlendirilen bölgelerdeki başkanlıklarda görev yapan ve atıl kalan özel kuvvetler personelinin daha etkin kullanılması maksadıyla alınan bir tedbir. O gücün, farklı birimlerde kullanılması, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin etkinleşmesine olumlu katkı sağlayacaktır. Seferberlik Bölge Başkanlıkları sadece sınır hatları ve kritik öneme haiz az sayıdaki bölgede görev yapmaya devam edecek.”



‘Siyah ve Beyaz kuvvetler’ yapılanması meselesinden, fişleme ya da resmi olmayan istihbarat faaliyetinde bulunduğu iddialarına kadar birçok tartışmada adı geçen Seferberlik Tetkik Kurulu bundan böyle; İskenderun, Diyarbakır, Van, Kars ve Edirne başkanlıklarıyla, çok daha küçük bir yapıya dönüşmüş oluyor.

Başta başkent Ankara’daki olmak üzere,

11 büyük ‘kozmik oda’ tarihe karışıyor.

SEFERBERLİK TETKİK KURULU

1952’de kuruldu, önce Kore’ye asker gönderdi


Eski adı Özel Harp Dairesi olan Seferberlik Tetkik Kurulu (STK) 1952’de kuruldu. STK’nun ilk icraatı, 1950’de Kore’ye asker gönderme işlerinin organizasyonu oldu. Bu organizasyondan sonra 6-7 Eylül olayları ve Kıbrıs’taki Türk Mukavemet Teşkilatı’nın örgütlenmesi, 1 Mayıs 1977, 16 Mart, Bahçelievler, Maraş ile Çorum Katliamı, Abdi İpekçi cinayeti, DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in öldürülmesi gibi 12 Eylül’e giden yolun kilometre taşlarında Ecevit’in sözünü ettiği Özel Harp Dairesi’nin başrol oynadığı sır değildi. Giderleri 1974’e kadar ABD tarafından, 1974’ten sonra başbakanlığın örtülü ödeneğinden karşılanan Özel Harp Dairesi’nin sivil uzantılarının MHP ve Ülkü Ocakları Militanları olduğu, bizzat o dairede görev yapmış bir general tarafından, 12 Eylül’den birkaç sene önce Ecevit’e aktarılmıştı.

Bölge başkanlığı 16 olan kurul, kendisine bağlı illerde ülkenin düşman işgaline uğraması durumunda, düşman harekâtını engellemek ve bölgeye sahip olmak maksadı ile yapılacak direniş ve ayaklanma gibi eylemleri başlatacak ve yapacak sivil kadroları barış zamanında bulup örgütlemek için çalışıyordu. Bu faaliyetlerde asla er kullanılmıyor.



Başbuğ: Gömülü silah yok!

G.KURMAY eski Başkanı emekli Org. İlker Başbuğ, 29 Nisan 2009’da G.Kurmay’daki basın toplantısında, Seferberlik Tetkik Kurulu’na değindi. Bazı yayın organlarında,‘Ergenekon soruşturması çerçevesinde bulunan mühimmatın bir kısmının Özel Kuvvetler Komutanlığı’na ait olduğu bunların da seferberlikte kullanılmak için çeşitli yerlere gömüldüğü’ yönündeki iddiaları anımsatan Başbuğ, şunları söylemişti: “1986’ya kadar TSK’nın özellikle Özel Kuvvetler Komutanlığımıza ait Türkiye sathında gömülü silah ve mühimmatı vardı. 1986’da tüm silah ve mühimmatın toplatılıp depolara alınması emri verildi ve bu işlem 1998’de tamamlandı. Bu şu demektir, TSK’nın ülke sathında hiçbir yerde gömülü silah ve mühimmatı yoktur.”

Yazının devamı...

Sakık taciz olayını anlattı

“Taciz deyince akla hemen ‘kadın’ geliyor ama olay öyle değildi, bambaşkaydı. Tacize uğrayan bendim.”

Bu sözlerin sahibi, BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık.



Haberiniz olmuştur. Birkaç gün önce yazıldı.

Sakık’ın, Ankara Çankaya’da bir restoranda, yanında bir kadın ile birlikte yemek yerken, çevredeki masalardan biri ile yaşadığı gerginlik, itiş kakış... Karakolluk oldukları...



Olay doğru ama mevzu başkaymış meğer.

Sırrı Sakık anlattı dün telefonda:

- Benim 20 yıldır gittiğim bir mekân orası. O akşam da yine birçok müdavim ile karşılaştık. DSP’nin eski Genel Başkanı Zeki Sezer vardı mesela. İstanbul’dan bir misafirimiz vardı. Ağabeyim, cocuklar bir masada, yanda da biz, misafirimiz hanımla...

- Ve o kadın misafirinize yönelik tacizkâr bir hareket oldu yan masalardan birinden, öyle mi?

- Hayır. İlgisi yok. Tacize uğrayan bendim.

- Nasıl yani. Öyle okuduk çıkan haberlerde?

- Vallahi Murat Bey, öyle yansıdı ama değil işte. Bizde ‘taciz’ deyince akla hemen ‘kadın’ geliyor ama öyle değildi. Bambaşkaydı.

- O zaman, anlatır mısınız tam olarak ne olup bittiğini?

- Restoranın bahçesindeydik. Konuğumuz hanımefendinin sırtının dönük olduğu, benim bakış yönümdeki bir masadan bir adam, baktım ki; sürekli gözlerimizin içine bakarak, kafasını sallıyor, bir şeyler söylüyor.

- Tek başına mıydı?

- Yok, 5 - 6 kişilik bir masadaydı... Ne dediğini duymadım ama o kadar çok ve sürekli taciz etti ki... Hatta sonra kalktı, içeriye geçti. İçeriden de, camın diğer tarafından yine aynı şekilde kafa sallamalar, bir şeyler söylemeler.

- Sonra?

- Sonra tekrar masasına geldiğinde, ben artık dayanamadım. Kalktım masalarına gittim. Dedim, “Kardeşim ne oluyor? Bir saattir bizi huzursuz ediyorsun. Ben seni tanımam etmem. Sen beni tanıyor olabilirsin. Derdin ne?”

- Fiziki temas da o anda mı oldu?

- Benimle değil, yanımdakilerle itişme oldu.

- Sonra da karakol safhası mı?

- Evet ama karakola birlikte gitmemiz gibi bir durum değil. Başvurunun resmiyet kazanması için ben Meclis kanalıyla aradım karakolu. Davacı olduğumu söyledim. Sonra da avukatlarımı aradım suç duyurusunda bulunmaları için. Onlar da gitmiş karakola. Onlar da şikâyetçi olmuş.

Tacizin sebebi “Çözüm süreci”ymiş

- Şimdi... Hedef siz olduğunuza göre, insanın aklına, konunun “çözüm süreci” olması ihtimali geliyor. Neymiş mesele?

- Aynen öyle. Açılım ile ilgiliymiş. Meğer o benim duymadığım konuşmalarında hep küfür etmiş. Bana, BDP’ye, Başbakan’a... Süreç ile ilgili olarak yani.

- Nasıl edindiniz peki siz bu bilgiyi?

- Dün akşam da aynı restorandaydık biz. O gece orada yaşananlara şahit olanlardan yine aynı yerde yemekte olanlar vardı. Onlar gelip anlattılar. O masa, o gün öğleden sonra saat 2 gibi gelmiş ve o saatte başlamışlar içmeye. Biz gittiğimizde akşam 8’di. O kadar saat içmişler yani. Sonra da beni görünce adam başlamış küfür etmeye. Masasındakilerden bazıları da engellemeye çalışmış ama sonuçta iş buralara kadar vardı.

- Peki, bu çözüm sürecinde karşılaşıyor musunuz böyle tepkilerle yoksa ilk kez mi böyle bir olay yaşadınız?

- Ben sokaktayım, halkla iç içeyim. Korumalar ile falan da gezdiğim yok. Zaman zaman böyle kendini bilmezler çıkabiliyor ama bunlar münferit oluyor. Çoğunlukla tam tersini yaşıyorum üstelik.

- Destek mi görüyorsunuz yani?

- Evet. Bakın geçenlerde, Nazilli’de yol kenarında durmuştuk, çilek alıyorduk. Yanımıza birçok kişi geldi. Kürt’ü de vardı, Türk’ü de. Sonra bir araba durdu. Bayraklı bir araba. Bizim arkadaşlar biraz tedirgin oldu ilk anda. Ama sonra gençler gelip sarıldılar bize. Öpüştük, fotoğraf çektirdik. “Bakın biz arabamıza bayrak asıyoruz ama biz çözüm istiyoruz, huzur istiyoruz” dediler. Hepimizin istediği aynı şey yani.

KEŞKE...

Sorunları önce yaratıp, sonra çözmek için didinmesek.

Yazının devamı...

‘Lider Suriye’ye kaçmış’

İçişleri Bakanı Güler, Vatan’a konuştu: “Bu saldırının baş faili olan o kişinin yurt içinde olmama ihtimali yüksek. Büyük olasılıkla Suriye’de olduğunu değerlendiriyoruz”

İçişleri Bakanı Muammer Güler Reyhanlı ile ilgili kamuoyunun gündemine gelen kritik noktalarda dikkat çekici açıklamalar yaptı. İşte Muammer Güler’in VATAN’a verdiği yanıtlar:

Sayın Bakan, MİT’in saldırıyı haber veren istihbarat raporları medyada yer aldı. Bu bilgiler eldeyken, bu kanlı saldırının önüne nasıl geçilemedi?

Bakın, her zaman verilen istihbarat, tam nokta istihbaratı olmayabilir. Açıkça “şurasıdır” denilemediği için başka yerlerde de önlemler alınmış olabilir. Siz de takdir edersiniz ki, asıl olan hazırlığın değil eylemin yeridir.

Koordinasyon eksik mi?

Kamuoyunda, “MİT istihbaratı verdi ama polis gereğini yapmadı ya da yapamadı” gibi bir algı var.

Bu algı doğru değil. Bu işin sıkıntısı şu; 100 olayın 99’unu gerçekleşmeden önlersiniz ama işte bu örnekte olduğu gibi bir olay vuku bulur ve bütün her şeyin önüne geçer doğal olarak. Her şeyi unutturur. Maalesef bu böyledir.

Bahsettiğim algı, Başbakan’ın ve Cumhurbaşkanı’nın açıklamaları sonrası daha da yaygınlaştı. En azından MİT - Emniyet eşgüdümünde bir sorun olduğu yönünde...

Elbette bu iş iyi bir koordinasyonu gerektiriyor. Aslında var da. Ama yine de bir eksiklik, aksaklık varsa ortaya çıksın diye bizzat biz teklif ettik incelemeleri. Hem Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun hem de Mülkiye Müfettişleri’nin incelemesini istedik.

‘İhmâl varsa gereği yapılır’

Herhangi bir açığa alma ya da benzer bir tasarrufunuz var mı? (Röportaj yapılırken henüz, emniyet müdürü değişikliği olmamıştı)

Şu anda öyle bir şey yok. Kimin ne yaptığı ya da yapmadığı belli olmadan herhangi bir adım atmak mümkün değil. Doğru da değil. Yapılacak incelemelerin sonunda herhangi bir ihmâl, bir eksiklik, aksaklık, kusur tespit edilirse, o zaman tabii ki gereken yapılır.

Bugün, bombalı saldırının asli faillerinden birinin yakalandığı haberi geldi...

Evet arkadaşlarımız birini yakaladı ama 2 kişi daha var. Hatta 3.

Nerede oldukları biliniyor mu? Yani en azından yurt içindeler mi hâlâ?

Yakalanan fail gibi diğer 2 failin de yurt içinde olduğunu biliyoruz. Olaydan sonra alınan çok yoğun tedbirler sebebiyle Suriye’ye geçemedikleri bilgisi var elimizde. Yakında onları da ele geçireceğimizi tahmin ediyorum.

n Yakalanan kişi dışında “2, hatta 3 fail daha var” dediniz az önce. O 2 kişi için de “Yurt içindeler” diyorsunuz. “Hatta” diye bahsettiğiniz üçüncü kişi nerede peki?

O kişi belki de içlerinde en önemlisi. Suriye ile sürekli temas içinde olan baş fail o. Bu saldırının baş faili olan o kişinin yurt içinde olmama ihtimali yüksek. Büyük olasılıkla Suriye’de olduğunu değerlendiriyoruz. Bütün bu operasyonu Suriye’den yönlendiren, bütün bu işi yürüttüğünü bildiğimiz, yurt içindekilere paralarını yollayan, organizasyonu yapan yani özetle işin başında olan asıl kişi o. Konunun Suriye’deki ayakları da farklı tabii.

‘Emri verenleri biliyoruz’

- Bu terör eyleminin arkasında Suriye İstihbaratı’nın olduğu kesin mi?

Kesinlikle öyle. Emir veren adamlar bile belli. Hepsini biliyoruz. Elimizde çok kesin, net, detaylı bilgiler var ama bunları sizlerle, kamuoyu ile paylaşmamız, takdir edersiniz ki mümkün değil. Ama Suriye İstihbaratı bu işin tam ortasında. Hiç şüphe yok.

Yazının devamı...

Suriye sınırı istihbarat laboratuarı


“(...) Türkiye’de yaşayan o 43 bin 564 sığınmacının arasında;

- PKK ile bağlantılı kaç kişi var? Ya da kimse var mı?

- Suriye istihbaratı El Muhaberat’tan kaç kişi var? Ya da kimse var mı?

- Amerikan istihbaratı CIA’e çalışan kaç kişi var? Ya da kimse var mı?

- Rus istihbarat teşkilatı KGB’den maaş alan kaç kişi var? Ya da kimse var mı?

- İran istihbarat servisi SAVAK’ın görevlendirdiği kaç kişi var? Ya da kimse var mı?

- İsrail gizli servisi MOSSAD’tan kaç kişi var? Ya da kimse var mı?

- Kuzey Irak Kürt Yönetimi’ne istihbarat sağlayan kaç kişi var? Ya da kimse var mı?

Benim merak ettiğim işin bu tarafı.

Türkiye - Suriye sınır boyunda kaç ajan var? Kaç provokatör görev başında? Kaç ajan provokatör rakip meslektaşları ile mücadelede?



Türk halkının, Suriye insanını topyekûn yaftalamasına varacak bu gidişin sonu.

Kısa bir süre öncesine kadar dost, kardeş, akraba derken; yakında, “Bu Suriyeliler nankör, şımarık vs.” gibi genellemeler kabul görür olacak toplumda. Devletlerin ilişkileri zaman içinde dostluktan düşmanlığa, düşmanlıktan dostluğa dönebiliyor. Görüyoruz.

Ama iki ülkenin toplumları, ulusları arasındaki düşmanlıklar işte bu türden genellemeler, genel kabuller, (ön)yargılar ile oluşuyor.

O yüzden diyorum; o kamplarda kimler, neyin stajını yapıyor acaba?..

Ve Ankara, o kamplara, konunun insani boyutunun yanında, bu yönüyle de bakıyor mu acaba?”



Yaklaşık 10 ay önce; 24 Temmuz 2012’de böyle yazmışım bu köşeden.

O tarihte Türkiye’nin Suriye sınır bölgesindeki kamplarda yaşayan sığınmacı sayısı 43 bin 564’müş.

O sayı şimdilerde neredeyse 200 bin sınırına dayandı.

Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD), 14 Mayıs 2013 itibariyle, Suriyeli sığınmacılar için Hatay, Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa, Kahramanmaraş, Osmaniye, Adıyaman ve Adana’da kurulan 14 çadır kent ve 3 konteyner kentte 193 bin 767 Suriyeli bulunduğunu açıkladı.

10 ayda, yaklaşık 5 katlık bir artış...

Bu durum, Türkiye açısından; sadece yapılan masrafın değil, bölgede var olan her türlü sorunun da beşe katlandığı anlamına geliyor.

Çünkü 5 kat artan sadece sıradan, masum, mağdur sığınmacıların sayısı değil.

O ortamı adeta bir ‘istihbarat laboratuvarı’na dönüştürenlerin sayısı da muhtemelen aynı oranda arttı geçen zaman içinde.

Şu malum muz mevzuu

Hafta sonu Fenerbahçe - Galatasaray maçı öncesi Şükrü Saracoğlu Stadı’nda ortaya çıkan muzların yarattığı gündemi biliyorsunuz.

Soruna bulunacak çözümün, gelecek sezondan itibaren ‘statlara muz ile girmenin yasaklanması’ olacağından endişe ederim.

Seneye, muz olmayınca bu defa ‘fındık fıstık’ atar birileri siyahi oyunculara.

O zaman da tribünlere ‘fındık fıstık’ sokmayı yasaklarız, olur biter.

Bizim ‘çözüm’den anladığımız hep ‘yasak’lamak çünkü.



KEŞKE...

Herkes dünyanın merkezinin kendisi olduğunu düşünmese.


Yazının devamı...

Yargının gündemindeki üç vahim başlık

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı bir dergi çıkaracak.

İlk sayı yarın Ankara Adliyesi’nde medya vasıtasıyla kamuoyuna tanıtılacak.

Ankara Cumhuriyet Başsavcısı İbrahim Ethem Kuriş ile ‘Başkent Bakış’ dergisinin yayın hayatına başlarken üzerinde duracağı konuları konuştuk.



Ankara Adliyesi imzalı derginin ilk sayısında öne çıkartılan iki konu, “aile içi şiddet” ve “çocuk pornosu”.

Türkiye’de son dönemde iyiden iyiye artan iki suç. İki kanayan yara...

Ben sordum, Başsavcı Kuriş cevap verdi:

- Neden ihtiyaç duydunuz Ankara Adliyesi’ndeki yargı mensupları olarak bir dergi çıkarmaya?

- Biz, meslek mensupları olarak kendi aramızda birçok mevzuyu konuşuyoruz, tartışıyoruz. Birçok konuya kafa yoruyoruz. Bütün bunlar ete kemiğe bürünsün istedik.

- İlk sayıda öne çıkan iki önemli başlık var... Ülkede herkesin üzerine eğilmesi gereken iki mesele...

- Evet. Aile içi şiddet ve çocuk pornosu. Çok önemli iki konu. Medyada sıklıkla yer alıyor olsa da, bu iki konu da maalesef kamuoyu tarafından çok ayrıntılı olarak bilinmeyen teknik konular.



- Aile içi şiddet ülke genelinde çok yaygın, en azından bunu herkes biliyor.

- Öyle... Bakın sadece Ankara Adliyesi’ne, yılda 9 bin müracaat var.

- Sadece aile içi şiddet konusunda mı?

- Evet. Ankara Adliyesi’nde bu konuya özel bir ‘Aile İçi Şiddet Bürosu’ görev yapıyor. Bir de anket var bu büromuzda yapılan.

- Aile içi şiddet konusunda şikâyette bulunanlar mı dolduruyor anket formunu?

- Şikâyetçiler, şüpheliler, mağdurlar... Hepsi. Böylece elimizde konu ile ilgili çok ciddi ve detaylı bir bilgi birikimi oluşuyor. Mesela “aile içi şiddet hangi dönemlerde artış gösteriyor”, “ailedeki çocuk sayısına göre şiddet artıyor mu, azalıyor mu” gibi. Dergide bu bilgilerin yanı sıra savcıların gözlemleri, dosyalara dair fikirleri de yer alacak.



- Çocuk pornosu meselesi de en az aile içi şiddet kadar önemli.

- Elbette. Çok önemli bir konu. Bu konu ile ilgili de ciddi çalışmalar yapıyoruz. Mesela yurt dışı ile Türkiye’deki durumu karşılaştırmalı araştırıyoruz.

- Nasıl bir tablo çıkıyor ortaya?

- Maalesef pek iç açıcı değil. Tahmin edilebilecek olandan bile daha büyük ve daha hızlı bir artış var bu konuda Türkiye’de. Konu, tahmin edebileceğinizden bile daha vahim seviyede. Bir yandan işimizi yaparken, bir yandan da böyle kritik konularda kamuoyunun bilgilenmesini istiyoruz.

- Derginin 4 ay sonraki ikinci sayısı için, böyle kritik başka konular var mı şimdiden belli olan?

- Henüz kesin olmamakla birlikte, mesela ‘cinsel suçlar ve ayrımcılık’ olabilir. Bu başlıkta da çalışan özel bir büromuz var Ankara Adliyesi’nde. Bu da çok önemli ve hassas bir konu. Cinsel suçlar ve ayrımcılık ile ilgili de anket çalışmalarımız var. Bu başlıkta da durumun pek parlak olduğunu söyleyemeyiz.



Şimdi, başlıklara bir daha bakın.

“Aile içi şiddet.”

“Çocuk pornosu.”

“Cinsel suçlar ve ayrımcılık.”

Vaziyet sıkıntılı...

Sıkıntıyı aşmak için bu işlere biraz kafa yormak gerekiyor.

Bu üçü ve benzeri diğer kriminal konularda “daha çok bilgilenmek, kendimizi, aile üyelerimizi ve çocuklarımızı korumak için daha uyanık olmak” da yapabileceklerimiz arasında.

KEŞKE...

Futbolcuların saha içinde takımlarına zarar veren her türlü kepazeliği yaptıktan sonra “arma öperek” tribüne şirin görünme numaralarını yutmasak.

Yazının devamı...

Demek ki yargı da eleştirilebiliyormuş

Almanya’da başlayan Neo-Nazi davasını biliyorsunuz. “Almanya’nın Ergenekon”u diyenler bile var...

Nasyonal Sosyalist Terör Hücresi üyesi 5 zanlı, 2000, 2007 yılları arasında 10 kişiyi (8 Türk, 1 Yunan ve 1 Alman) öldürmek suçlamasıyla yargılanıyorlar.

Davanın başlaması ile birlikte Alman medyasında, mahkeme heyeti ve sanık avukatları hakkında yapılan yorumları gördünüz değil mi?

Başta ülkenin en önemli gazetelerinden Bild olmak üzere hemen tüm yayın organları demediğini / yazmadığını bırakmadı daha ilk günden.

Bakıyorum; Almanya’da kimse, hatta bizim medyadan hiç kimse çıkıp, “Bild ve Alman medyası, bağımsız Alman yargısını etkilemeye, baskı altına almaya çalışıyor” demedi.

Demek ki...

Kamu vicdanına sığmayan yöntem ve tavırlar sergilediğinde, yargı da eleştirilebiliyormuş.

Cumartesi Beşiktaş’ta yaşananlar

Beşiktaşlılar, tarihi BJK İnönü Stadı’na veda etti cumartesi akşamı.

Maç öncesi, Beşiktaş’ta olan neredeyse herkes ‘biber gazı’na hedef oldu.

Çocuk, yaşlı, hasta, hamile; binlerce masum insan acı çekti, mağdur oldu.

Şimdi...

İstanbul Valiliği ve Emniyeti’ne (cevap verilmesi hâlinde bu köşeden duyuracağım) çok basit birkaç sorum var:

1. Motosikletli polis memuru (Yunus) neden havaya ateş açtı?

2. Havaya ateş açılmasını gerektirecek bir durum vardı ise bu ortamı yaratan taraftar ya da eylemcilerden gözaltına alınan kimse var mı?

3. Havaya ateş açılmasını gerektirecek bir durum yoktu ise tetiğe basan memur hakkında herhangi bir işlem yapıldı mı?

4. O gün Beşiktaş’ta kullanılan biber gazı miktarı nedir ve gaz kullanımının bu denli sıradanlaşması normal midir?

5. Polis o gün Beşiktaş’ta orantısız güç kullanmış mıdır?

6. Polisin (genel prensip olarak) orantısız güç kullanması, kolluk kuvvetlerine yönelik toplumsal algıyı nasıl etkiler? Bu tip müdahaleler sonrası insanlar (özellikle de çocuklar) can ve mallarının güvencesi olarak görmeleri gereken polise sempati mi duyar, antipati mi?


FB-GS,İsrail-Filistin

Mart sonunda TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu ile birlikte Kudüs’teydik.

İsrailli ve Filistinli iş adamları, akşam yemeğinde Hisarcıklıoğlu’nun masasında bir araya gelmişti.

Yemekte söz alan, İsrail iş dünyasından önemli bir isim aynen şöyle demişti:

- Türkiye ve Rifat Bey çok önemli bir iş başardı. Bizi aynı masada buluşturdu. Bu çok önemli çünkü çok zor bir işti. Fakat sanırım, biz İsrailliler ile Filistinlilerin bir araya gelmesinden bile daha zor olan bir durum var, o da sizin ülkenizde Fenerbahçeliler ile Galatasaraylıların buluşması.

Pazar günü Kadıköy’de oynanan derbi öncesi yaşanan tartışmalara bakınca bu anekdot gelmişti aklıma.

“İsrailli iş adamı sanırım haklı” diye düşünmüştüm.

Maç sonrası ise şimdi “İsrailli iş adamı kesinlikle haklı” diye düşünüyorum.


KEŞKE...

Kendi ‘doğru’larımızın yanı sıra evrensel ‘gerçek’lere de değer versek.

Yazının devamı...

Floransa’daki müzenin en çarpıcı tablosu

Yaklaşık iki ay önce...

İtalya’nın en çok turist çeken kentlerinden biri olan Floransa’nın ünlü müzelerinden biri...

Müzede, dünyaca meşhur eserlerin yer aldığı galerilerden biri kapalı.

Merak içindeki ziyaretçiler müze sorumlusuna soruyorlar: “Bu bölüm neden kapalı” diye.

Yetkili, “Çünkü eleman yok” diyor!

- Bir yere mi gitti?

- Hayır. Hiç yok. Bu bölümde çalışacak eleman yok.

- Nasıl yani? Neden?

- Neden ekonomik. Bütçe yetersizliği nedeniyle müzenin ödeneği kesildi. Personel sayısı azaltıldı. Bu bölümde görev yapacak kimsemiz yok şu anda.



Demirören Holding Yönetim Kurulu Başkanı Erdoğan Demirören ile birkaç gün önceki sohbetimizde, konu bir ara Avrupa’da hüküm süren ekonomik krize geldi.

Geçenlerde Paris’te, bir markette alışveriş yaparken, rafların arasında, yaşlı bir dilenci kadınla karşılaştığımdan bahsettim.

“Durum bu noktaya gelmiş. Dilenciler artık sadece sokaklarda değil” dedim.

Erdoğan Bey de yukarıda aktardığım Floransa’daki müzede şahit olduğu olayı anlattı.



Erdoğan Demirören, Türkiye ve dünya ekonomisindeki gelişmeleri çok yakından takip eden bir iş adamı.

“Siz nasıl yorumluyorsunuz Türkiye ve dünyadaki mevcut durumu” diye sorduğumda, iş dünyasının duayen isminden gelen yanıt şu oldu:

- Dış dünyaya, özellikle de Avrupa’da gelinen noktaya bakınca, Türkiye olarak sahip olduğumuz seviyenin kıymetini bilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Senin Paris’te, benim Floransa’da yaşadıklarımız sadece küçük birer örnek ama önemli göstergeler. Bu durumu herkes bilsin, görsün işte. Türkiye ekonomisinin bulunduğu noktanın zarar görmemesi için herkesin dikkatli olması, özenli davranması gerekiyor. Siyasetçilerin, iş dünyasının, medyanın... Özetle her kesimin, herkesin bu noktaya hassasiyet göstermesi lâzım. Bir ülke için en önemli nokta, sosyal adalet kavramıdır. Ancak unutulmamalıdır ki, ekonomik gelişme olmadan sosyal adalet de olmaz.



Mâbede veda

Bizim ‘mâbed’ yenilenmek üzere yıkılacak bu yaz.

Beşiktaşlılar olarak evimizi, yuvamızı kaybediyor olmanın hüznünü yaşıyoruz.

Mithatpaşa, Dolmabahçe, İnönü... Geçen yıllar içinde ismi değişti belki ama bizler için hep ‘Şeref’ stadı oldu orası.

Kazanmak için her yolun mübah olduğu değil, ‘Şeref’i ile oynayıp ‘Hakkı’ ile kazanmanın esas olduğu yer.

Ne mutlu bana ki, babamın elimden tutup (bir Konya İdman Yurdu maçına) beni İnönü’ye götürdüğü 1977’den beri o tribünlerdeyim.

Ama asıl mutluluk sebebim şu:

O kutsal mekâna 1949’da adım atmış bir babanın evlâdı ve 2006’da elinden tutup (büyük bir tesadüf ama bir Konyaspor maçına) Ağaçlı Yol’dan yürüyerek aynı tribüne götürdüğüm bir evlâdın babasıyım ben.

KEŞKE...

Hak ediyorsa, ağlamayana da meme verseler.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.