Şampiy10
Magazin
Gündem

Başbuğ’un uyarıları, önerileri!

Güneydoğu’da PKK terörü ile şehitler vermeye devam ediyoruz.

Bingöl’de yine polis aracı geçerken katillerin yaptığı bombalı saldırıda önce 6 şehit, 1 ağır yaralı vardı, dün diğer yaralı polis de şehit oldu. Nur içinde yatsınlar.

Ne zamana kadar gencecik şehitlerimizin arkasından acı içinde bunları söyleyeceğiz?

Tam şu günlerde Emniyet, TSK, bakanlıklar, Meclis hep birlikte bu terör olaylarına kafa yormaları, yeni stratejiler belirlemeleri gerekirken kurumlar karmakarışık…

Tüm güvenlik güçlerine, istihbarata ait kurumlar yeniden şekillendiriliyor, hepsinden çok sayıda tutuklu var.

Cemaat darbesi

Pazartesi akşamı Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ CNN Türk’te önemli açıklamalar yaptı.

Başbuğ, Balyoz-Ergenekon kumpasları dönemini Genelkurmay Başkanı olarak yaşamış, Ergenekon’da suçlanarak haksız yere uzun süre cezaevinde kalmış çok deneyimli ve iyi gözlemci bir emekli Orgeneral’dir.

-Harp akademilerinin TSK için hayati bir kurum olduğunu, müesseseyi kapatarak Türk ordusunun damarının kesildiğini…

-Kara Harp Okulu’nun Karar Kuvvetleri için asker yetiştirdiğini…

-Bu nedenle harp okullarının Milli Savunma Bakanlığı üniversitesine, kuvvet komutanlıklarının Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmasının yanlış olduğunu…

-Bunun “Kara Kuvvetleri Komutanı’na güvenilmediği için rektöre bağlamak” anlamına geldiğini, oysa kuvvet komutanlarının darbeye karışmamış olduğunu… (Görevlerine devam ettiklerine göre anlam bu…)

“Harp okullarının ‘kuvvet komutanlıklarının emrinde olmadığı’ bir ülke örneği gösterilemeyeceğini” söyledi.

15 Temmuz darbe girişiminin “askeri darbelere benzemediğini”, bunun “Gülen Cemaati’nin silahlı darbesi” olduğunu vurguladı.

MİT ve siyaset!

Dün verilen haberler arasında “Gülen’in 12 Eylül 1980 darbesinden beri dini bir örgütlenmenin lideri olarak görüldüğü ve arananlar listesinde olduğu” vardı.

İlker Başbuğ 15 Temmuz’un arkasında 3 grup olduğunu şöyle anlatıyor:

1-Cemaat

2- Cemaatten olmayan ama “anında yapması gereken hareketi yapmayanlar, gecikenler”

3- Cemaatçi olmamasına rağmen bundan çıkar bekleyen bazı kişiler…

Üzerinde düşünülmesi gerekir.

Başbuğ “Silahlı kuvvetler’e sızmalardan MİT’in sorumlu olduğunu”, MİT’in bir dönem Cemaatçilerle dolu olduğunu, “2002-2010 yıllarında TSK’dan atmaların MİT raporlarına göre yapıldığını ve o yıllarda atılan 1 kişinin bile FETÖ’cü olmadığını” anlattı ki bence en önemli noktalardan biri bu.

“Personel, istihbarat, adli müşavir hepsi tutuklu. Genelkurmay başkanı olarak hafiyelik mi yapacağız? Daha önce Gülencileri MİT’in verdiği istihbaratla ihraç ederdik. 2002’den sonra bize bir kişi için bile böyle rapor gelmedi” diyor.

“Cemaatle ilgili uyarılar yaptıklarını ama iktidar tarafından dikkate alınmadığını” da ekliyor.

Başbakan Binali Yıldırım’ın “17-25 Aralık öncesi biz destek verdik” sözlerini, bazı AKP milletvekillerinin açıklamalarını hatırlayınca…

Bugüne gelmemizde birçok kurumun ve kişinin ciddi hatalarının rol oynadığını inkar edebilir miyiz?

İnsan hatalarının bedeli köklü kurumlara ödetilmemelidir.

Yazının devamı...

Devlet KHK’larla mı yönetilecek?

Başbakan Binali Yıldırım “OHAL’in en kısa zamanda bitmesinin önemli olduğunu” söylerken devletin yapısı OHAL’de çıkarılan “kanun hükmünde kararname”lerle değişecek gibi görünüyor.

Örneğin Türk Silahlı Kuvvetler yapısı 3 kanun hükmünde kararname ile tamamen değiştirildi.

2 sivil ve 14 askerden oluşan Yüksek Askeri Şura (YAŞ); 11sivil ve 4 askerden oluşan yapıya çevrildi. Adı da artık “Yüksek Askeri” değil, “Yüksek Sivil Şura (YSŞ)” olacaktır herhalde.

Kuvvet komutanlıkları Milli Savunma Bakanlığı’na bağlandı, Genelkurmay Başkanı ve MİT de Cumhurbaşkanı’na bağlandığında Genelkurmay Başkanı’nın ünvanı da değişmek durumunda kalabilir zira komuta edeceği bir ordu kalmadı altında.

Onun yerine orduya Milli Savunma Bakanı komuta edecek, Cumhurbaşkanı ve Başbakan da hem Genelkurmay Başkanı’na hem de kuvvet komutanlarının altındaki askerlere doğrudan müdahale edebilecekler.

Okulların kaynağına sızmış

Bu sistemi başka ülkelerle karşılaştırarak “orada da böyle” diyenler var ama unutmamak gerekir ki Türkiye’nin coğrafi konumu da, dış ve içteki sorunları da Batı ülkeleriyle kıyaslanamayacak kadar ağırdır.

Bir defada, darbe girişimi nedeniyle Harp akademileri ve tüm askeri okullar kapatıldı. Onların yerine “Milli Savunma Üniversitesi” kurulacak.

Yani bundan sonra hangi görüş iktidarda ise okulların o görüşlerin etkisinde eğitim verme ihtimali olacaktır, istendiği takdirde tüm okul kitaplarının, eğitim müfredatının keyfe göre değiştirildiği daha önce görülmüştür.

Başbakan “Kapattık çünkü FETÖ okulların kaynağına kadar sızmış” diyor.

Peki, ülkenin siyasi yönetiminin yıllar süren ihmali neticesinde oluşan bu “sızma”nın cezasını aradaki “asker olma idealiyle o okullara girmiş” masum öğrencilerin çekmesi haksızlık değil mi?

“Hepimiz destek verdik”

Başbakan Yıldırım “Bizim iktidarımızda darbe girişimleri hep püskürtülmüştür. Ne 27 Nisan, ne 17-25 Aralık, ne de FETÖ’nün kanlı girişimine pabuç bıraktık. 17 Aralık’tan sonra bunlara verilen destek hiçbir şekilde masum görülemez” dedikten sonra;

“Önceden hepimiz verdik” dedi.

(Hatırlayalım 27 Nisan e- muhtırası diye anılan Yaşar Büyükanıt muhtırası için “O muhtıra değil, bildiridir” diyen de kendi partisiydi.)

Başbakan’ın sözüne göre “17-25 Aralığa kadar Ak Parti, Cemaat’e ses çıkarmamış hatta destek vermiş”.

Dün Hürriyet’teki röportajda Ak Parti Adıyaman Milletvekili Adnan Boynukara, Gülen konusunda uyarı yapanların yıllar boyu “Bunlar temiz, parlak, yetişmiş çocuklar kıskanıyorsunuz” diye terslendiğini… Kendisi gibi yüzlerce insanın farklı ortamlarda bu sorunu dile getirdiğini” anlattı.

Bunlar göz önüne alındığında, ihmaller ve destekleri göz ardı etmenin, bütün sorunu askeri okullarda ve sistemde aramanın yanlışlığı görülür.

OHAL “Darbe tehlikesi bitene kadar ve darbecileri daha kolay yakalamak için” ilan edildi.

Bu nedeni unutarak demokrasiyi askıya almak, Meclis’i devre dışı bırakarak ve Anayasa değişikliği gerektirmeden KHK’lerle devletin yapısını değiştirmek çok daha ciddi sorunlara yol açabilir!

Yazının devamı...

Gülen’in haki cüppesi!

Cuma günü Hakkari Çukurca’da PKK’LI teröristlerin silahlı saldırısında 5 askerimiz daha şehit oldu, 8 asker de yaralı.

Güneydoğu’da ve sınırımızın Suriye tarafında Türkiye aleyhine planlar, saldırılar sürüyor. Bu konulara eğilmekte artık zaman kaybetmemek şarttır.

Bugüne kadar IŞİD, Esad ve Rusya tarafından her türlü katliama uğratılan Türkmenler ise bu kez Halep’te sıkıntı içinde.

Rejim güçlerinin “muhaliflerin olduğu bölgelere” yaptığı hava saldırıları nedeniyle haftalardır susuz kalan Türkmen ve Araplar aynı zamanda elektriksiz yaşıyor.

Dünyanın öbür ucundaki ülkelere maddi manevi yardım yapmaya çalışan bir devletin sıkıştırılan soydaşlarımız; Türkmenler için de bir şeyler yapması, gayret göstermesi gerekiyor.

Gündem darbe girişimi

Emekli Deniz Kurmay Albay, eski SAT komandosu Ali Türkşen birkaç gün önce katıldığı televizyon programında şöyle dedi:

“Bu kadar olay üzerine hiç istifa olmayınca, emekli olduğum halde istifa edesim geldi”.

Dinlerken insanı gülümseten ama aynı zamanda düşündüren bir söz.

Her gün “darbe girişimi ile ilgili”yapılan yeni açıklamaları, verilen ifadeleri duydukça daha da çok düşündürüyor, zira yapılan her açıklamada yeni soru işaretleri var.

Bugüne kadar Genelkurmay’ın, komuta kademesinin saatler önce MİT’ten uyarı gelmesine rağmen nasıl olup da darbe girişimini zamanında önlemediği, tam aksine tüm komutanların hiç sorun yokmuş gibi davrandığı konusunu…

Yıllar öncesinden TSK’ya çalıntı sorularla giren ve önü açılarak terfi ettirilen, hakkında kitaplar makaleler yazılan FETÖ’cü subayları nasıl fark etmediği konularını tartıştık.

MİT soruları

Bugün MİT’le ilgili noktalara bakalım.

Fethullah Gülen ordudaki müritlerine darbe girişimi işaretini aylar önce “haki cüppe giyerek” vermiş.

MİT, FETÖ üyelerinin kriptolu yazışma sistemini kırarak FETÖ üyesi olabilecek; 600’ü üst düzey asker, 40 bin kişiyi tespit etmiş.

Gülen’in 21 Mart 2016’daki haki cüppe mesajını da fark etmiş ancak “darbeyle ilgili bir mesaj olabileceği” düşünülmemiş.

Bu anlaşılamayacak birinci hatadır. Aynen CİA gibi “terör örgütlerinin içinde bile ajanları olduğu” tahmin edilecek olan bir istihbarat örgütü öncelikle ordu içindeki böyle bir hazırlığı önceden haber almalıdır.

Alamadıysa bile, orduda 40 bin FETÖ üyesi tespit edilmişse mesajları doğru okumalıdır.

Akar aramayınca…

15 Temmuz’da olağandışı hareketliliği görüyor. Genelkurmay hem faksla, hem de Hakan Fidan’ın Hulusi Akar’la yaptığı görüşmede uyarılıyor.

Fidan sonra MİT merkezine dönerek “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı bilgilendirmek için” Akar’dan telefon bekliyor ama o sırada Akar’ın rehin alınması nedeniyle haber alamıyor.

Genelkurmay Başkanı Akar bu kadar önemli bir haberi almasına rağmen neden derhal (düğünlerde olan) tüm kuvvet komutanlarını ve üst düzey siyasetçileri bilgilendirmek yerine rehin alınana kadar makamında oturup bekliyor?

Hakan Fidan neden her ihtimale karşı o anda Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a haber vermiyor?

“Dereyi geçerken at değiştirilmedi” ama bu sorular da cevabını bulmalıdır.

Yazının devamı...

Atatürk, laiklik ve TSK!

Tarihimizdeki en acı tecrübelerden biri olan 15 Temmuz olayı görülüyor ki Türkiye’de Atatürk’ü ve onun kurduğu “laik-demokratik” Cumhuriyet’in önemini bugüne kadar anlayamayanların da anlamasını sağladı.

Bir ülkede “din ve devlet işlerinin ayrılması”, “siyasete ve devlet kurumlarına dinsel konuların, amaçların, grupların karıştırılmaması” devletin devamı açısından hayati önem taşır.

O nedenle, 15 Temmuz’a kadar TSK’da gelişen olaylar ve bu girişimden bir ders çıkarmalı ve bundan sonra da başka dini grupların devlet kurumlarına alınması (hatta onlara öncelik tanınması) önlenmelidir. Bu kapsamda örneğin; Milli Eğitim Bakanlığı’nın “okullardaki başarılı öğrencileri imam hatip liselerine yönlendirme” çalışması yapması da tartışma gerektirir.

Sorumluluk kimin?

15 Temmuz’da MİT darbe girişimi bilgisini saatler önce Genelkurmay’la paylaştığı, Genelkurmay Başkanı Akar ve 2’inci Başkan ile toplantılar yapıldığı halde (7’inci Kolordu Komutanı İbrahim Yılmaz dahil) en kritik makamlarda olanların çoğunun darbe girişimini saatler sonra yakınlarından öğrenmesi anlaşılır gibi değil.

Yüksek Askeri Şura kararlarına göre “TSK’nın üst komuta kademesi olduğu gibi görevde” kaldı.

İçişleri Bakanı Efkan Ala şöyle diyor:

“Normal liselerden mezun olanları alıp asker yetiştireceğiz. Şunu söylemek istiyorum; 2002’de girenler şu anda üsteğmen. Baştaki tümgeneral, ana yapı olarak da tuğgenerallerin çoğu bunlardan. Demek ki 80’lerden itibaren girmeye başlamış ve devam etmişler.”

Kitaplar, uyarılar…

Eğer bugün “tuğgenerallerin çoğunun FETÖ’cü olduğu” biliniyorsa, TSK yönetim kademesinin darbe girişimi öncesi bilmemesi nasıl açıklanabilir?

TSK içinde böyle bir ihanet şebekesi yıllar öncesinden ve binlerce askeri içine alarak yerleşmişse yönetimler nasıl olur da hiç hissetmez ve anlamaz?

Darbe girişiminden bu yana televizyonlarda “çoğu Balyoz kumpasıyla yıllarca haksız yere hapis yatmış” olan dürüst, başarılı askerlerin açıklamalarını dinliyoruz.

Bu askerler arasında Emekli Kurmay Albay Mustafa Önsel ve birçokları gibi yıllarca Güneydoğu’da terörle mücadele etmiş veya Emekli Deniz Kurmay Albay Ali Türkşen gibi “Kardak Operasyonu’nu yönetmiş” kahramanlar var.

Ortak yanları hemen hepsinin Balyoz davasından yıllarca haksız yere hapsedilmiş olması. Hepsi FETÖ’nün harpokulu sınavlarında soruları nasıl istediği kişilere verip onları hızla terfi ettirdiğini…

Daha başarılı ama Atatürkçü olan gençlere ne işkenceler yapılarak diğerlerinin önünün açıldığını…

Yönetim kademesinde olanların Balyoz kumpası döneminde ve sonrasında nasıl davrandığını yıllar öncesinden biliyor.

Mustafa Önsel’in Nisan 2016’da basılan “Ağacın Kurdu” isimli kitabını aylar önce burada önermiştim. Kitapta olaylar ve şahıslar tarihlerle, isimlerle net şekilde anlatılıyor. Diyelim ki komuta kademesi ve siyasetçilerin TSK içindeki örgütlenmeden haberi yoktu, bunu detaylarıyla açıklayan kitapları da mı görmediler? Bu konuda Genelkurmay’ın açıklama yapması gerçekten gereklidir.

Yazının devamı...

Çok önemli kararlar!

Dün ilk kez Genelkurmay yerine Çankaya Köşkü’nde yapılan Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısı 5 saat sürdü.

Aynı gün içinde TBMM Başkanı İsmail Kahraman ve Başkanlık Divanı üyeleri de Cumhurbaşkanı’nı ziyaret ettiler.

Erdoğan’ın bu görüşmeden sonra yaptığı açıklama önemli değişikliklerin beklendiğini gösteriyor.

Açıklamada “MİT ve Genelkurmay Başkanlığı’nın Cumhurbaşkanlığı’na, Kuvvet Komutanlıkları’nın da Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması”nın istendiği var.

Anayasa meselesi

Cumhurbaşkanı Erdoğan “İktidar ve muhalefet anlaşırsa böyle bir düzeni harekete geçirelim” demiş.

İktidar ve muhalefetin anlaşması önemli çünkü bu kararların hepsi büyük değişiklikler olacak ve hepsi “Anayasa değişikliği” gerektiriyor. “Yasama”da çoğunluğun ve “yürütme”nin, ayrıca cumhurbaşkanının aynı partiden olduğu Türkiye şartlarında “yargıya atamalar”ın da aynı parti tarafından seçilen ve başında Adalet Bakanı’nın olduğu HSYK tarafından yapılması zaten kuvvetler ayrılığını hali hazırda ortadan kaldırmış durumda.

Yargıtay üye sayısının 300’e ineceği söylendi ve HSYK bir seferde üyelerin 267’sini atadı. Danıştay üye sayısının 90’a ineceği söylendi, HSYK 75 üyeyi atadı. Liyakat ne kadar rol oynadı bilinmiyor.

Genelkurmay ve MİT’in Cumhurbaşkanlığı’na, Kuvvet Komutanlıklarının Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması ise yepyeni sorunlar çıkarabilir.

Sembolik ünvan!

Konuştuğum Anayasa hukukçuları şunları söylüyor:

Demokratik ülkelerde askeri birimler Savunma Bakanlığı’na bağlıdır. Bizde icra makamı “yürütme yani hükümet olduğu için” bu tür yetkiler Başbakanlığa bağlıdır.

Anayasa’ya göre Genelkurmay Başkanlığı ve MİT Müsteşarlığı da Başbakanlığa bağlı olduğuna göre bu yetkilerin değişmesi için Anayasa’yı değiştirmek gerekir. Ancak… Bu kurumların “icra yetkisi olmayan” Cumhurbaşkanlığı’na bağlanması parlamenter sisteme uygun değildir. Bu ancak başkanlık veya yarı başkanlık sistemlerinde olabilir. Ayrıca… Genelkurmay “Cumhurbaşkanı”na, Kuvvet Komutanlıkları “Milli Savunma Bakanlığı”na bağlandığı takdirde Genelkurmay Başkanı “sembolik” bir niteliğe dönüşür, ordudan soyutlanır.

Emir-komuta zinciri

Hiçbir kuvvet komutanlığı kendisine bağlı olmayan bir Genelkurmay başkanı ile Silahlı Kuvvetler içinde nasıl bir emir-komuta zinciri olabilir?

Bunun “bakanlıkların Başbakanlığa bağlı olmaması” gibi bir durumdan farkı yoktur. Sahil Güvenlik ve Jandarma İçişleri Bakanlığı’na, Kuvvet komutanlıkları Savunma Bakanlığı’na, Genelkurmay Cumhurbaşkanlığı’na bağlı olduğunda ordunun emir komuta zinciri önemli ölçüde zayıflar.

Darbe olmasın diye “emir-komuta” kaldırılıyorsa darbe olmaz ama ordu ulusal güvenliği de sağlayamaz. Genelkurmay ve kuvvet komutanlıklarının ikisini birlikte Milli Savunma Bakanlığı’na bağlamak daha doğru bir karar olacaktır. Yapılan bilimsel açıklamalar böyle… Harp okullarında “Cemaat’ten olmayan öğrenciler”e yıllarca yapılan işkence haberleri aslında önemli olanın eğitim mekanizması ve sınavların, harp okullarının sıkı şekilde denetlenmesi olduğunu açıkça gösteriyor!

Yazının devamı...

Çelişki, kaygı ve yargı!

Dün komutanların “darbe girişimi akşamıyla ilgili” ifadelerinin “Darbe girişimi olacağının Genelkurmay’a MİT tarafından saat 4’te verilmesi” arasında çelişkiler olduğunu yazmıştım.

Bu çelişkiler bir tarafta da deneyimli emekli askerlerin “Ordudaki Fethullahçılar biliniyordu. Komutanlar nasıl olur da bizim bildiklerimizi bilmez, uyarıları dinlemez ve bunları yaver olarak alırlar” gibi açıklamalarına dayanıyordu.

Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal’ın ifadesi ortaya çıkmış.

Ünal “Olay gecesi 19.30’da Moda’da düğünde olduğunu ve o saate kadar herhangi bir olumsuzluk ya da olağanüstü durum hissetmediğini” söylüyor.

Halk bile haber aldı

saat 21.30’da eşinin telefonla aradığını(hemen hemen tüm komutanlar bu saatte yakınlarının aramasıyla fark etmişler) ve Genelkurmay’dan bir generalin gözaltına alındığını söylemiş.

Neredeyse tüm ifadeler “MİT’in önce faksla, sonra Fidan’ın Genelkurmay’a giderek yaptığı toplantıda verdiği haber”in ciddiye alınmadığı yönünde.

Öyle ki toplantıda bulunan Genelkurmay Başkanı ve 2’inci Başkan bile hiçbir tehlike yokmuş gibi odalarında oturup beklemişler. Halkın, kendilerinden önce haber alıp Boğaziçi Köprüsüne koştuğu, tankların yürüdüğü, jetlerin ilk andan uçmaya başladığı girişim nasıl bu kadar sakin karşılanabilir orası anlaşılmıyor.

Herhalde zamanla ortaya çıkacaktır.

Ab’yle ilişkiler

Financial Times yazarı David Gardner iki gün önce köşe yazısında şunları yazdı:

“Türkiye’nin Avrupa ve Atlantik ittifakındaki ortaklarının Türkiye’nin gidişatından kaygı duyması için yeterli nedenler var. Hatta Batı’nın Avrupa ve Asya arasındaki bu merkezi ülkeyi kaybedip kaybetmeyeceği tartışılıyor… İslamcı iki taraf arasındaki güç mücadelesi öyle şiddetliydi ki yargı gibi bazı kurumlar çöktü.” Financial Times yazarına göre “60 bin kişiden fazla kişinin görevden uzaklaştırılması, Türkiye’nin AB’yle ilişkilerinin kesilmesini hızlandıracak”.

Daha önce AB “İdam cezası geri getirildiği takdirde Türkiye’nin AB müzakerelerinin biteceğini” açıkladığına ve biz inatla bunun olacağını tekrarladığımıza, OHAL sürecinde AİH Sözleşmesi de askıya alındığına göre Batı’ya sırtımızı mı döneceğiz o da belli değil.

Yargı bağımsızlığı mı?

Kemal Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde Başbakan, Cumhurbaşkanı ve Devlet Bahçeli ile yaptıkları toplantıdan sonra mutlu bir şekilde “Anayasa’da yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı konusunda yapılacak değişikliğe katkı vereceğiz” dedi.

Devletin eğitimden yargıya, ordudan polise tüm kurumlarının içine cemaatlerin on binlerce kişiyle yerleştikleri görüldükten ve acı sonucu yaşandıktan sonra insan hiç değilse bundan sonra kurumlar Meclis’teki tüm partilerin dikkatiyle ve liyakat esasına göre oluşturulsun istiyor.

Oysa Kılıçdaroğlu açıklama yapmadan önce HSYK Genel Kurulu Adalet Bakanı Bekir Bozdağ başkanlığında yapılan olağanüstü toplantıda Yargıtay’a 267, Danıştay’a 75 yeni üye seçti. Kılıçdaroğlu ve Bahçeli “neye katkı vereceklerini” biliyorlar mı?

Yazının devamı...

TSK’daki zafiyet!

Komutanlar darbe girişimi gecesiyle ilgili açıklama yapıyor…

Kiminin yaveri kafasına silah dayamış, kiminin emir subayı darbeciler arasındaymış, yere yatırılmışlar, ağızları bağlanmış, boğazları sıkılmış… Örneğin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Çolak “Genelkurmay Başkanlığına girdikleri anda eli silahlı Özel Kuvvetler mensubu kişilerin kendilerini yere yatırdığını” söylüyor.

Hava Kuvvetleri üst kademesi “Genelkurmay saat 16’da uyarılmasına rağmen” Moda’da düğüne gidip darbeci subaylar tarafından rehin alınıyor. Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar ifadesinde “15 Temmuz akşamı 17-18 sıralarında makamında çalışırken Genelkurmay 2’inci Başkanı Org. Yaşar Güler’in yanına gelerek MİT’ten gelen istihbaratı ilettiğini” söylemiş.

Neden gecikildi?

Sonra Yaşar Güler Paşa ve Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak’la acilen tedbirleri tartışmaya başlamış ve Ankara Garnizon Komutanını aramış.

Akar çalışmasına makamında devam ederken saat 21’e doğru kapı çalınmış ve Tümgeneral Mehmet Dişli gelip “Operasyon başlıyor” demiş. Akar da bunun “bir kalkışma olabileceğini” düşünmüş.

Genelkurmay 2’inci Başkanı Yaşar Güler ise birkaç gün önceki ifadesinde “Saat 21.25 sıralarında makamında yalnız çalışırken oda kapısının çalındığını, girin dediğinde içeri 10 kişi kadar silahlı askerin girdiğini” söyledi. Akar’ın ifadesinde “MİT’in kendilerini saat 16’da faksla uyardığı, 18’de ise Hakan Fidan’ın Genelkurmaya geldiği; Fidan, kendisi, Yaşar Güler ve Salih Çolak’la toplantı yapıp konuyu görüştükleri” yok.

Haberleri varken neden?

Akar, Güler ve Çolak sanki “darbe girişimi olacağı” bilgisi hiç gelmemiş gibi odalarına girip çalışmaya devam etmişler.

Daha 2009 yılında TSK içindeki FETÖ faaliyetlerini gözlemleyerek uyarılara başlayan (ama bu uyarılar dinleneceğine hakkında soruşturma açılan), 6 ay önce de “TSK’daki komutanların yüzde 50’si FETÖ’cü” diyen Hava Kuvvetleri Komutanlığı eski Askeri Savcısı Ahmet Zeki Üçok ise farklı noktaları vurguluyor.

Diyor ki; “Birçok kamu kurum ve kuruluşlarında 17-25 Aralık sonrası FETÖ için önlemler alınırken TSK’da alınmadı.Askeriye’de kuvvetli bir yapılanmaları olduğu bilinmesine rağmen müdahale edilmedi.

Nasıl olur da Genelkurmay Başkanı yaveri bunu yapar? Bizim bildiğimiz konuları o nasıl bilmez? Birinin kafasına basıyorlar, birinin ağzını bağlıyorlar… Örtüşmeyen, insanların kafasında oluşmayan birşey var.”

Komuta’nın sorumluluğu

Devam ediyor; “Bu kalkışmanın içinde olan ve katliam yapacak kadar gözü dönmüş kişiler ‘şu andaki ve Necdet Özel dönemindeki komuta kademeleri tarafından’ general ve amiral yapılmıştır.

‘Darbeci olduklarını anlamadık’ demek sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Komutanlık ‘altını tutabilmek’tir. Bugün de gördük Sayın Komutanımızın, komuta kademesinin altından haberi olmadığı için tutamadılar.”

Bütün açıklamalar mercek altına alındığında… Bugüne kadar TSK içindeki FETÖ’cüleri temizlemeyen, 15 Temmuz gecesiyle ilgili çelişkiler yansıtan Genelkurmay’ın olaydaki sorumluluğunun incelenmesi gerektiği sonucu çıkıyor.

Yazının devamı...

Bu birlikten fayda çıksın!

Türkiye’de uzun yıllardır iktidar ve muhalefet partilerinin çekişmesi, anlaşmazlığı, inatlaşması izlendi ki artık birlikte toplantı yapmaları bile imkansız görünüyordu.

15 Temmuz’da orduya yerleşmiş FETÖ’cü askerlerin darbe girişimi sırasında ve sonrasında yaşananlar bu “imkansız”ı ortadan kaldırdı.

Dün Beştepe’de Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde CHP ve MHP genel başkanları, Başbakan ve Cumhurbaşkanı ile toplantı yaptılar. Toplantıdan sonra CHP’nin yaptığı açıklamada “Siyasetin normalleşmesi için olumlu bir görüşme yapıldığı” belirtiliyordu.

Nihayet ülkenin beklediği birlik havası yaratılmış gibi görünüyor.

Bu anlaşma havası tekrar bozulmamalı, partiler bu havayı “Başkanlık” konusunda, “yargı bağımsızlığı, medya özgürlüğü gibi demokrasinin en temel gerekleri” konusunda da uzlaşmaya varmak için değerlendirmelidir.

Türkiye’nin “iç ve dış terörden nasıl korunabileceği, acilen alınması gereken önlemler” daha fazla ötelenmeden konuşulmalıdır. Siyasetin normalleşmesi ancak böyle mümkün olabilir.

Ohal ve Başkanlık…

Yaşadığımız olayın yarattığı olumsuz imajı elbirliğiyle silmek için partiler kendilerinden önce ülkeyi düşünerek ve birlik içinde hareket etmelidir.

Böyle bir kaos yaşandıktan sonra “bir referandum ya da erken seçim” tekrar istikrarsızlık, endişe ve yönetim boşluğu yaratacak, bu da Türkiye’ye zarar verme planları yapan terör örgütlerinin ekmeğine yağ sürecektir.

Başkanlık sisteminde olacağı gibi OHAL süresince de muhalefet partileri devre dışı kalabilirler. Kanun hükmünde kararname özgürlüğü Meclis’in muhalefet kanadını tümüyle etkisiz kılabilir.

Oysa gerçekten “demokrasiyi korumak adına” ilan edildi ise, OHAL sürecinde diğer partilerin de görüşü alınmalıdır.

‘Liyakat’a dikkat!

Örneğin 15 Temmuz’un ertesinde birkaç gün içinde Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Yargıtay’a 267, Danıştay’a 75 yeni üye atadı.

Bu üyeler acaba, darbe girişimine yol açan “torpille, sınav sorusu verilerek yükselme” olaylarından ders çıkarılarak, liyakat esasına göre mi atanmıştır?

Bugüne kadar 45 binden fazla kamu çalışanı, 21 bin öğretmen görevden uzaklaştırıldığına göre bunların yerine alınacaklar nasıl seçilecektir?

Devletin can damarı okullarına, kurumlarına giriş için sınav sorularının yıllardır çalındığı ve FETÖ’cülere verildiği açıkça anlaşıldığına göre bundan sonra halk sınavlara nasıl güvenecek, kaybedilmiş haklar nasıl tazmin edilecektir?

Öte yanda Uluslararası Af Örgütü “15 Temmuz darbe girişimine katıldığı için gözaltına alınan ve tutuklananlara işkence, dayak hatta cinsel saldırıların yapıldığını bildirerek tutuldukları yerlere bağımsız monitörlerin takılmasını” istemiş. Türkiye’den yalanlama gelmiş. Umarız öyledir, zira “devletin böyle bir suçta bile adil yargılanma hakkını sağlaması gerekiyor. Özellikle de “tutuklananların içinde masum insanların da bulunabileceği” göz önüne alınarak. Önümüzde çok zorlu bir dönem var, AİH Sözleşmesi askıya alınmasına rağmen demokrasiye, insan haklarına uymayacak eylemlerin önlenmesi şarttır.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.