Şampiy10
Magazin
Gündem

PYD veya IŞİD, fark etmez!

Önce Cumartesi gecesi Gaziantep’te bir düğünde çocuk bir canlı bomba patlatıldı, çoğu çocuk 51 kişi hayatını kaybetti, 90’dan fazla vatandaş yaralandı.

Bu katliamın arkasından terör hızını kesmedi, Pazar günü akşam saatlerinde Şanlıurfa Viranşehir ilçesinde PKK’lı teröristlerin yola döşedikleri bomba zırhlı araç geçişi sırasında patlatıldı, 1 polis şehit oldu, 3 polis yaralandı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Gaziantep terör saldırısının ertesi günü olayla ilgili konuşurken “Gaziantep’te IŞİD yapılanması olduğunu” söyledi.

Sadece Gaziantep’te değil, Adıyaman, Ankara, İstanbul ve birçok ilde hücreleri bulunduğu biliniyor.

Önemli olan; bu kadar çok sayıda IŞİD’li teröristin AB ülkeleri veya ABD yerine neden Türkiye’ye dolmuş olduğu…

Güvenlik önlemleri

Şunu söylemek istiyorum; Batı’da da IŞİD’in terör eylemleri görülüyor ama o ülkeler parlamentolarında “alınacak önlemleri, teröristlerin girmesini önlemeyi” konuşarak güvenlik önlemlerini en üst düzeye çıkarıyorlar.

Almanya’da Temmuz başında Alman İstihbarat Şefi “17 IŞİD militanının Avrupa’ya girdiğini” haber verdi ve önlemler en üst düzeye arttırıldı.

Şüpheli görülen kişilere sıkı pasaport kontrolleri yapılıyor.

Türkiye’de ise sınırlardan kolayca geçiyorlar, IŞİD hücreleri ortaya çıkarılıyor, “tutuklanan IŞİD militanlarının kısa süre sonra serbest bırakıldığı” duyuluyor.

Haziran sonunda Atatürk Havalimanı’ndaki IŞİD saldırısını, örgütün 3 militanı Fatih’te bir apartman dairesinde hazırladıkları bombayla yapmış, yine onlarca vatandaşımız hayatını kaybetmiş, yüzlercesi yaralanmıştı.

Türkiye’de FETÖ darbe girişiminden sonra “olağanüstü hal” ilan edildi, terör katlanarak arttı.

Böyle olması da “olağanüstü garip” değil midir?

IŞİD ve PKK savaşır mı?

Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Yasin Aktay ise olayda DAEŞ’le ilgili bir tespitin olmadığını, zaten bunun öneminin de olmadığını söyledikten sonra “DAEŞ ile PKK arasında bir fark yok. İşbirliği içine girebiliyorlar” dedi.

Aynı konuşmada “Daha olay olur olmaz HDP’li milletvekillerinin, örgütünün oraya koşmasının sanki bu olaya hazırlıklı oldukları yönünde işaret verdiğini” söyledi.

Aktay’ın söyledikleri “gerçeğe en yakın” değerlendirmedir.

Bugüne kadar yaptıklarına, PYD-IŞİD ilişkisine baktığımızda, Kuzey Suriye’deki gelişmeleri analiz ettiğimizde “IŞİD ve PKK’nın gerçekte birbirlerine saldırmalarının mantık dışı olduğu” net şekilde görülmektedir.

Toprak için…

IŞİD, bazılarımızın düşündüğü gibi Suriye’de “Menbiç’ten, Tel Abyad’dan PYD tarafından atılmadı”, savaşmadan çekildi. Türkiye’de de son haftalardaki PKK ve IŞİD’in eylemleri artık terör değil, “Türkiye siyasetine etki etme veya mesaj verme” değil, “Türkiye’yi daha hızlı şekilde Suriye’nin kuzeyine-savaşa çevirme ve yaratılan kaosta toprak elde etme” girişimidir.

“Suriye’de PYD devletine destek veren ülkeler”in bu eylemleri de desteklediği akla gelebilir. Sonuç olarak, sebepler ne olursa olsun ülkeden terör örgütlerini temizleme, vatandaşların can güvenliğini sağlama görevi iktidar partisine aittir.

Yazının devamı...

Başımıza gelen birçok şey!

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un “Türkiye’nin başına gelen birçok şey Suriye politikamızın sonucu” sözleri haklı bir tartışma yarattı.

Haklı bir tartışma çünkü Suriye iç savaşı çıktığı günlerde birçoğumuz “Biz karışmayalım, ABD Türkiye’yi öne itiyor, müdahale edersek aleyhimize olur” diye defalarca uyarmamıza rağmen tam aksi yapılmıştı.

Türkiye açık bir şekilde Esad muhaliflerinin yanında yer aldı.

Bunun üzerine Esad Suriye’nin kuzeyinde bazı illeri “PKK’nın Suriye kolu PYD”ye bırakarak çekildi.

Arkasından ortaya bir PYD-IŞİD savaşı çıkarıldı.

ABD başta “muhalifleri destekleyeceğim” demesine rağmen PYD’nin yanında yer aldı…

Rusya, ABD ve Esad “IŞİD’le savaşıyoruz” diyerek, PYD’yi havadan-karadan destekleyerek “devlet kuracak bölgeyi almasını” sağladılar.

Buraya kadar anlaşılmayacak bir şey yok çünkü bunları biz de aralıksız yazarak uyardık, Türkmenler, muhalifler ve aldıkları şehirlerdeki Araplar da olayın bu yönde geliştiğini açıkladılar.

Geç kalındı

Ne yazık ki genelde olaylar geri dönüşü imkansız noktaya gelmeden anlamıyormuşuz gibi bir durum mevcut.

Numan Kurtulmuş şöyle diyor; “Başkaları da öyle ama biz de geçerli bir politika ortaya koyamadık… Yakında İnşallah ‘Suriye halkının kabul edeceği’ bir çözüm bulunacaktır. Böyle bir süreç yaşanmaktadır. Burada Rusya ile ilişkiler önemli”.

Doğru sözler bunlar ama Türkiye açısından yine “geç kalınmış” bir açıklama.

Her şeyden önce Batı’nın para yardımı bile yapmadığı 3 milyon mültecinin maddi manevi sorunları Türkiye’nin üzerine kaldı.

Suriye halkının tüm tepkilerine rağmen birçok il “IŞİD’le savaş” bahanesiyle ellerinden alındı, IŞİD bazılarından hiç savaşmadan çekildi ve Kuzey’deki bu iller PYD’nin özerk bölgesine dahil edildi.

Artık “Suriye halkının” değil ancak “Esad’ın kabul edeceği” çözümler ortaya çıkabilir çünkü Kurtulmuş’un söz ettiği “Rusya ile ilişkilerimiz”in Esad’ın isteği dışında bir gelişme sağlaması pek mümkün değildir.

Esad jest yapmaz

Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü 2 gün önce yaptığı açıklamada “Türkiye ile Rusya arasında ‘Suriye konusunda ciddi görüş ayrılıkları’ var. Bir günde çözülmesi mümkün değil, görüşüyoruz” dedi.

Eğer “görüş ayrılıkları” dediği konu Esad’ın gitmesi ise Rusya bunu zaten kabul etmiyor, eğer “Rusya’nın PYD-PKK’ya verdiği destek” ise PYD’nin istediği özerk bölgenin tamamlanması için az bir alan kaldı.

Suriye’de PYD’nin güçlenmesi ve ona arka çıkılması Türkiye’de PKK’nın da moralini düzeltti, şüphe yok ki sınırdan patlayıcı, silah ve militan desteği de alıyor. (Demirtaş’ın “Güneydoğu’da Suriye’dekinin aynı olacak” sözlerini hatırlayalım.)

Bu nedenle bazı meslektaşlarımızın “PKK’yla mücadele ‘silah bırakmaya hazırız’ diyene kadar sürmeli” önerileri maalesef gerçek tablodan uzak görünüyor.

Anlaşılmayan tek nokta Esad’ın neden son olarak “PYD’nin elindeki Haseke’yi bombaladığı”dır.

PYD’ye bu kadar destekten sonra Türkiye’ye jest yapmayacağına göre belki de “Türkiye sınırına daha yakın bir koridorda kal, aşağılar benim olacak” demek istiyordur!

Yazının devamı...

Liyakat, şehir cinayetleri, önlemler!

Konuşacak, yazacak öyle çok olay var ki insan seçmekte zorlanıyor.

Önce Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki’nin kentsel dönüşümde inşaat yoğunluğu arttırılarak yapılan binalar için “şehir cinayeti” benzetmesi yapmasını kutlamak istiyorum.

Bakan Özhaseki “kendisinden önce yapılanları doğru bulmadığını” şu sözlerle açıklamış:

“Kentsel dönüşüm için basit bir formül işliyor, ver müteahhide iki misli yoğunlukla dönüşsün. Bunu önleyeceğim”.

Çok geç kalındı ama dileriz aldığı kararlar bu kez uygulansın.

Genelkurmay başkanı olmak…

15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişiminden sonra devlet kurumlarında; özellikle orduda, yargıda, Emniyet’te, eğitim kurumlarında “liyakat”in; işin ehline-uzmanına verilmesinin önemini anlamış olmamız gerekir.

Oysa önce (sorular çalınıp FETÖ’cülere verildi, onlar da darbe girişimi yaptılar diye) askerliği alfabesinden öğreten askeri okullar kapatıldı.

Harp okulları yeni kurulacak olan “Milli Savunma Üniversitesi”ne bağlandı ki bu “siyasallaşmaları” endişesini getirir.

Arkasından Milli Savunma Bakanı Fikri Işık “Harp Okullarına artık meslek liseleri, imam hatipler dahil tüm lise mezunları girebilecek” dedi.

Son olarak da bir KHK ile “Genelkurmay başkanı olmak için ‘kuvvet komutanlığı yapmış olma şartı’ kalktı”.

Bakanlar Kurulu ve Cumhurbaşkanı artık çok kolay bir şekilde “Genelkurmay başkanı” seçebilecekler.

Gelişmelere sırasıyla bakınca “deneyim ve uzmanlığın” orduda nasıl sağlanacağı merak konusudur. Umalım da devlet adına yeni bir sorun çıkmasın.

Ortaya çıkar mıydı?

FETÖ darbe girişimi soruşturmasında 43 TRT çalışanı gözaltına alınmış, 19’u tutuklanmış.

İBB Başkanı Kadir Topbaş’ın damadı Ömer F. Kavurmacı da FETÖ operasyonunda gözaltına alındı.

Öyle görünüyor ki gerçekten FETÖ’nün girmediği delik kalmamış.

Yalnız burada da anlaşılmayan noktalar var; acaba neden devlet kurumlarındaki bu binlerce kişinin hepsi, mesela TRT’dekiler “15 Temmuz sonrasında” kolayca anlaşıldı ve gözaltına alındı da daha önce alınmadı?

Topbaş “ Damadım 17-25 Aralık’tan sonra bu ihanet şebekesiyle yollarını ayırdığını söyledi” diyor.

Neden “17-25 Aralık öncesi yollarını ayırmaması” problem değil?

Örneğin; eğer bu olaylar olmasaydı Topbaş’ın damadı Fethullah Gülen’le yollarını ayırmayacak, birlikte mi yürüyecekti?

Bu kadar tehlikeli bir örgüt devletin içinde yayılmaya devam mı edecekti? Olaylar giderek daha karmaşık hale geliyor.

“Ohal” önlemi alın

Van’da 2 gün önce polis merkezine bomba yüklü saldırıda yaralanan ve Efkan Ala’nın ziyaretinde sargılar içinde ondan tayinini isteyen genç polis memuru da dün şehit oldu.

Yine dün Van’da karayoluna döşenen bomba askeri araç geçişi sırasında patlatıldı, 5 asker,1 sivil yaralandı.

“Yaralı” dendiğinde ne kadar ağır yaralı olduğu, onun da şehit olup olmayacağı bilinmiyor.

Asker ve polislerin daha dikkatle, OHAL şartlarında korunması sağlanmalı, gerekiyorsa bu merkezlerin çevresi ve yollar helikopterlerle, uzaktan dürbünlerle gece gündüz izlenmelidir.

Millette bu haberlere dayanacak güç kalmadı!

Yazının devamı...

OHAL ve kaos ortamı!

Dün Diyarbakır’daki PKK saldırısında hayatını kaybeden 5 polis ve 5 yaşındaki polis çocuğunu yazmış, Demirtaş ve HDP’nin bu kanlı terördeki ortaklığından söz etmiştim.

Aynı günün sabahında Elazığ Emniyet Müdürlüğü’ne bomba yüklü araçla terör saldırısı yapıldı ve 3 polis şehit oldu.

Arkasından Bitlis’te teröristlerin yola döşediği bomba patlatıldı; 3 asker, 4 güvenlik görevlisi, 1 köy korucusu şehit oldu, 6 asker yaralandı.

Elazığ’da bombanın tesiriyle ağaçlar kökünden sökülmüş, araçlar etrafa savrulmuş. Olaydan sonra “hava destekli operasyonlar sürüyor” haberi çıkıyor.

Başbakan, İçişleri Bakanı, Milli Savunma Bakanı ve diğer bazı bakanlar Elazığ’a, olay yerine gidiyor.

Arkası kesilmeyen bombalı saldırılar sürüyor ve yeterli önlem alınamıyorsa felaketlerin ardından hava destekli operasyon veya olay mahalline ziyaret sorunu çözmez.

Terörü konuşalım!

FETÖ darbe girişiminin ardından elbette “devletin can damarı kurumlarına her nasılsa yıllar boyu kolayca yerleşip yayılmış Gülen’ciler”in bulunması, tutuklanması elbette gereklidir ama sadece bu konuyla daha fazla zaman kaybetme lüksü de yoktur.

Hükümet acilen Güneydoğu’da ülkenin her köşesinde PKK terörü ve diğer olası terör eylemlerine karşı “en üst düzeyde önlem almak ve terör sorununa radikal bir çözüm bulmak” zorundadır.

Terör olayı yaşanan bazı AB ülkelerinde de OHAL ilan edilebiliyor ama o süreçte ülke çapında terör olayları çok daha az yaşanıyor veya tümüyle bitiyor.

Bizde ise “15 Temmuz” sürecinde ara veren terör OHAL sürecinde daha da arttı ve buna rağmen “sanki hiç olmuyormuş gibi” Hükümet gündeminde söz edilmiyor.

OHAL adeta teröristleri hiç etkilemedi, denetim daha da sıkı hale gelmiş gibi görünmüyor.

Asker ve polis araçlarının geçeceği yollara terör örgütü rahatça bomba döşüyor, istediği yere bomba yüklü araçlar gönderiyor ve alçakça katlediyor.

Olağanüstü hal şartlarında, “olağanüstü bir denetim” olmalı değil midir?

Suçlular her yerde!

Türkiye uzun süre sınırlarını kontrol etmediği, 3 milyondan fazla mülteci arasında sınırlardan başta IŞİD olmak üzere çok sayıda terörist de girdiği için zaten endişe büyük.

Bu teröristlerin “apartman dairelerinde bomba hazırlayıp saldırı yaptıkları” olaylar yaşandı, nasıl temizlenirler bilinmiyor.

PKK deseniz “HDP’nin açık desteğiyle” ve sınır ötemizdeki kolu PYD’nin ABD ve Rusya desteğiyle ilerleyerek iyice güçlenmesiyle daha da çok yayıldı ve saldırılarını arttırdı.

Şu anda darbe girişimi kadar terörü önleme konusu da (özellikle OHAL şartlarında) çözüme ulaşmayı bekliyor. Ülkede bu kadar suçlu eylem yaparken bir de “cezaevleri doldu, yer açılsın” denerek 38 bin hükümlüyü ani bir kararla tahliye etmek, daha önceki afların suçları arttırdığını görmüş, yaşamış bir toplumda yeni bir endişe kaynağı oldu.

İnsanlar “Bu kadar köprü, havaalanı, yatırım yapılan ülkede milletin güvenliği ve adalet için yeni cezaevi mi yapılamadı” sorusunu sormaktalar.

Halk istiyor diye idam cezası getirmekten söz ederken, halkın istemediği başka adımlar atmak demokrasiyle bağdaşmıyor!

Yazının devamı...

FETÖ, milat ve fırsatçılık!

Diyarbakır’da Bölge Trafik Denetleme İstasyonu’na yapılan bombalı PKK saldırısında 5 polis ve bir polis çocuğu şehit düştü.

Dün gazetelerde; eşi ile 5 yaşındaki oğlunun cenazesinde “İkisini bir koyun, korkar kuzum annesiz” diye acıyla haykıran Betül Gülbahar’ın yürek dağlayan fotoğrafları dayanılır gibi değildi.

Diğer tarafta bu acılar yaşanmıyormuş gibi gülen, konuşan, espriler yapan siyasetçi görüntüleri yer alıyor.

Selahattin Demirtaş’ın ise hala “IŞİD benzeri kanlı saldırılar” düzenleyen terör örgütünü “Darbe sonrası çiğlik yapıp birkaç şehre girdim diyebilirdi. PKK fırsatçılık yapmadı” sözleriyle savunuyor.

İtiraf…

“Birkaç şehre girdim diyebilirdi” sözleri Türkiye’nin Güneydoğu Bölgesi’ni Suriye gibi gördüğünün…

Türkiye’deki PKK saldırıları ile “Kuzey Suriye’de PYD’nin kentleri alarak ilerlemesinin aynı şey olduğunun”, iki olayın bağlantısının ifadesidir.

Masum insanları arkadan vurarak katleden bir terör örgütü “Şimdi darbe girişimi oldu, biz fırsatçılık yapmayalım” olgunluğu mu göstermiştir, Demirtaş ne anlatıyor?

Türkiye’nin seçilmiş siyasetçisi Türkiye’ye karşı açıktan açığa terör örgütüyle mi çalışmaktadır? Bunun dünyada benzeri var mı?

Demirtaş “hayatını kaybeden masum insanların, çocukların günahını terör örgütüyle paylaştığını” bilmelidir.

Hükümet de artık acilen “PKK terörü ile Suriye’deki gelişmelerin bağlantısı”na yoğunlaşmalı, PYD’nin oradaki ilerleyişinin nelere mal olacağını hesaplamalıdır.

Çok geç kalındı!

Çalınan sorular

Başbakan Binali Yıldırım birkaç gün önce “17-25 Aralık miladımız” dedi.

Oysa dünkü yazımda da vurguladığım gibi ne yazık ki “tarihi silmek ve isteğe göre yeniden yazmak” mümkün değil.

Yüzlerce insanın ölümüne, yaralanmasına, toplumun büyük bir travma yaşamasına, 2000’li yıllarda bir kez daha ülkenin adının “darbe” ile anılmasına neden olan bir darbe girişiminde “sorumlular için bir milat, sorumluluk veya suç sayılması için bir başlangıç tarihi belirlemek” de mümkün olmayacaktır.

Bu darbe girişimine neden olan, imkan sağlayan süreç çok daha önceki yıllardan başladı.

Askeri okullara giriş sınav soruları, kamu personeli seçme sınav soruları, yüksek okullara giriş sınav soruları yıllar boyunca çalınmış.

Kozmik oda!

Bu nedenle üzüntüden hastalananlar, intihar eden öğrenciler, askeri öğrencilere işkenceler olmuş.

FETÖ’nün askeri-sivil okullara öğrenci-öğretmen olarak, yargıya savcı-hakim olarak, Emniyet’e polis ve yönetici olarak yayılması önlenmemiş.

Balyoz ve Ergenekon kumpaslarıyla ordu yıpratılmış, masumlar ağır cezalar çekmiş, hayatını kaybedenler olmuş.

Genelkurmay’ın “kozmik odaları” 20 gün boyunca sebepsiz yere aranmış, en önemli devlet sırları savcı veya bilirkişi mazeretiyle birilerinin eline geçmiş.

Bazı komutanlar “uyarılmalarına rağmen” yıllar boyunca FETÖ’cüleri TSK’ya doldurmuş.

Şimdi binlerce insan tutuklanıyor ama bazıları o süreçlerde açıktan açığa bu eylemleri desteklemelerine, Gülen ve cemaatine çalışmalarına rağmen onlara dokunulmuyor.

Bu adalet sayılmaz, hukuki açıklaması da bulunamaz.

Yazının devamı...

Tarih silinebilir mi?

Keşke bu mümkün olabilseydi. Keşke kişisel veya ülke tarihimizdeki acı olayları, üzüntüleri, haksızlıkları, yakınlarımızın veya diğer vatandaşlarımızın kayıplarını bir kalemde unutabilseydik.

Hepimizin hafızaları silmeye ihtiyacı var ama ne yazık ki tarihi silmek en azından “hukuk adına, adalet adına, ülkenin geleceği adına” mümkün değildir.

Bakın mesela mümkün olsa ben Anayasa Mahkemesi’nin TCK’da “çocuklara cinsel taciz suçlarını” düzenleyen 103’üncü madde birinci fıkrasını iptal etme kararını hafızamdan derhal silmek istiyorum.

AYM bir süre önce “15 yaşını tamamlamamış çocuklara yapılacak her türlü cinsel davranışın ‘cinsel istismar’ sayılacağına” dair hükmün iptaline karar verdi.

Çocuk istismarı ağır suçtur!

Gelen tepkiler üzerine açıklama yapmışlar; “Bu iptalin cinsel istismar fiillerini suç olmaktan çıkarmadığını, somut olaya göre ‘orantılık ilkesi’nin kullanılacağını, kuralın ‘teknik, hukuki nedenlerle’ iptal edildiğini” söylüyorlar.

Türkiye’de bunca hukuki felaket yaşanmışken “çocuk tacizcileri, tecavüzcüleriyle ilgili” bir kanun maddesi acaba neden bu kadar öncelikli oluyor?

Çocuk istismarı en ağır suçlardan biridir, en ağır cezayı gerektirir.

Aslına bakarsanız B.M Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre “18 yaş altı çocuktur”.

Medeni ülkelerde bırakın çocukları, konuşurken herhangi bir insanın koluna isteği dışında dokunmak bile taciz sayılabilir.

Bu yüzden, çocuk tacizinde “orantılılık ilkesi” filan aranamaz. AYM, 6 ay geçmeden, hemen bu konuya açıklık getirmeli, “teknik ve hukuki nedenleri” topluma açıklamalıdır.

Çıplak mahkumlar

Elbette yaşadığımız terör olayları, darbeler, muhtıralar, siyasi çalkantılar hafızalarımızı perişan ediyor. Başka şeyler de var. Örneğin…

Gazetelerde 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yakalanan FETÖ’cülerin çıplak şekilde, iç çamaşırlarıyla yerde otururken çekilmiş fotoğrafları da insanın hafızasından silmek istedikleri arasında.

Yaptıkları korkunç eyleme rağmen hiçbir suçlunun bu şekilde fotoğrafları çekilmemelidir.

Çekilmesi gerekliyse basına servis edilmemelidir, bu da bir tür işkencedir ve insan haklarına aykırıdır.

Parçalanan Caretta’lar!

Bodrum yakınlarındaki Orak Adası’nda Caretta Caretta kaplumbağaları denize giren insanlara saldırmış ve ikisi çocuk 5 kişi hastanelik olmuş.

Olay çok üzücü ama bu üzücü olayın yaşanmasında acaba insanların hata payı nedir?

Doğayı kirleterek, hayvanların sığınacağı her köşeyi taş yapılarla doldurarak, onları acımasızca aç susuz sokaklara atarak, her tür hayvana şiddet uygulayarak onları saldırgan yapan biziz.

Antalya Belek’te otel inşaatlarından çıkan tonlarca toprak Caretta’ların yuvalama alanlarına dökülmüş, yuvalarda 600’e yakın yavru toprak altında kalarak ölmüştü.

Kabukları parçalanmış kaplumbağaların hali içler acısıydı.

Benzer inşaatlara diğer Caretta alanlarında da izin verilmeye başlandı.

Yavruları toprak altında ölen, yaşama alanları yok edilen hayvanlar sizce nasıl davranırlar?

Caretta’lara asla zarar verilmemeli, dikkatle rehabilite edilmeli ve insanlar uyarılmalıdır.

Yazının devamı...

ABD, Gülen ve PKK terörü!

Eski ABD Ankara Büyükelçisi James Jeffrey “15 Temmuz FETÖ darbe girişimi ve Cemaat yapılanması” hakkında açıklama yapmış.

Wikileaks belgelerinde Jeffrey’in “Gülen yapılanmasının devlet içindeki gücünün endişe verici boyutlara ulaştığını Washington’a bildirdiği” de vardı.

Bu bilgileri Balyoz-Ergenekon davaları devam ederken vermiş. Hürriyet’teki röportajda da bu yapılanmanın geldiği nokta, 15 Temmuz olaylarıyla ilgili önemli bilgiler bulunuyor.

Tabii sonuç olarak “ABD o dönemde aldığı bu bilgileri ne yapmış? Gülen’i muhafaza etmeye neden devam etmiş ve bunları Türkiye’ye zamanında açıklayıp ortak hareket etmemiş, böylesi felaket bir olayı önlememiş” gibi sorular ortaya çıkıyor.

Türkiye tarihindeki en kötü dönemlerden birini 15 Temmuz nedeniyle yaşadı, bir müttefik, bir dost ülke bu olay yaşanmadan yardımcı olamaz mıydı?

Diyarbakır’da bombalı saldırı

Diğer ülkelerdeki her gelişmeyi mikroskop altında takip eden, Türkiye’deki PKK ve IŞİD bombalı saldırılarını bile vatandaşlarına önceden haber veren ABD acaba 15 Temmuz konusunda hiç mi istihbarat almadı?

Şimdi Türkiye’deki yönetime sempatik görünecek sözler söylemek yeterli midir?

Son günlerde yine Güneydoğu’da devamlı olarak PKK’nın bombalı, silahlı saldırılarında şehitler veriyoruz.

Artık genellikle bombalı araçla veya yola bomba döşeyerek asker ve polisleri topluca şehit ediyorlar.

Dün de terör örgütü Diyarbakır’da Bölge Trafik Denetleme İstasyonu Amirliği’ne bomba yüklü araçla saldırdı. Yazımı yazdığım saate kadar 2 polis memuru şehit oldu, 2 sivil vatandaş hayatını kaybetti.

21 yaralı var ve bunların kaçının kurtulabileceği de belli değil.

Jeffrey ne düşünüyor?

Bu saldırıda yakında bulunan 2 akaryakıt istasyonu, araçlar ve bir yolcu otobüsü hasar görmüş. Mutlaka yaralılar vardır.

Ya o akaryakıt istasyonları patlasaydı? Ya yolcu otobüsü ve araçlarda çok sayıda insan ölseydi?

James Jeffrey sadece FETÖ ve darbe girişimi konusunda konuşmuş. Wikileaks dışında her soruyu cevapladığına göre şu soruları da cevaplaması iyi olur.

Mesela Kuzey Suriye’de PYD-PKK ilerlemesi için ne düşünüyor? Oradaki bu gelişmelerin “Güneydoğu’daki PKK terörüyle bağlantısı” hakkında ne düşünüyor?

PYD geçen Cuma “ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri”nin desteğiyle ve “IŞİD’i çıkaracağız” diyerek girdiği Menbiç’ten Sünni Arap ve Türkmenler’i sürmeye hazırlanıyor.

Tehcir ve temizlik

IŞİD aynen Tel Abyad’daki gibi savaşmadan terk etmiş Menbiç’i…

ABD önceleri “muhaliflere yardım edeceğini” söylüyor hatta onları eğitiyordu. Sonra her nasılsa birden sadece PYD-PKK ikilisine destek vermeye başladı.

Devlet kurmaları için kalan son noktalardan biri olan Menbiç için muhalifler;

“PYD her zaman tehcir ve etnik temizlik politikası izlemiştir. PYD safında çatışmayan aileler Menbiç’e alınmıyor. Bu durum PYD’nin ilçede nüfus yapısını değiştireceğini gösteriyor”demişler.

Nitekim PYD nüfus müdürlüğü ve Tapu sicillerinin bulunduğu binaları yakmış.

ABD’nin acilen bu konuları da açıklaması gerekmiyor mu?

Yazının devamı...

Yüreğim yanıyor demek yeter mi?

Gündemin önemli bir kısmını hala “15 Temmuz FETÖ darbe girişimi” kaplıyor, daha uzun süre de kaplayacaktır. On binlerce insan devletin birçok kurumundan çıkarıldı, çok sayıda kişi “Cemaat için çalışması veya yakın olması” nedeniyle tutuklandı.

Bununla birlikte tutuklananların hepsi gerçekten darbe girişiminde rol oynamış mıdır, “Balyoz-Ergenekon süreci”ndeki hukuk yanlışlarının benzeri tekrarlanacak mıdır bilinmiyor.

Hava Kuvvetleri Komutanlığı eski Başsavcısı Emekli Albay Ahmet Zeki Üçok, Genelkurmay’ın bir önceki Başkanı Necdet Özel’i “FETÖ’cülerle mücadele etmediği” gerekçesiyle suçlamıştı.

Fetö’cülerin terfisi

Üçok; “15 Temmuz darbe girişimini yapan subayların yüzde 70’inin” Özel döneminde terfi ettiğini, Balyoz-Askeri Casusluk gibi davalardan yargılanan komutanları emekli yaparak onların yerine FETÖ’cülerin terfi ettirildiğini” söylüyordu.

Bu suçlamanın arkasından Necdet Özel’in, Hürriyet röportajındaki açıklaması geldi. Özel; Ergenekon ve Balyoz’da mağdur olan arkadaşları için üzüntüsünün büyük olduğunu, bunun vicdanında bir sızı olarak kalacağını belirtiyor ve şöyle diyordu:

“YAŞ siyasi iradenin onayı olmadan hiçbir listeyi veya konuyu gündemine almamıştır”.

Buna örnek olarak 2015’teki terfi listesini vermiş, “Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun listelerinde farklılık görünce onların, benim ve Hulusi Akar’ın bulunduğu bir toplantıda karar verildi. YAŞ’tan geçti, onaylandı”.

İstihbarat meselesi

Daha önce Cumhurbaşkanı Erdoğan yaverlerinin seçiminde çok titiz davranıldığını, çıktıkları mahallelerde bile soruşturulduklarını anlatmıştı.

Burada da Necdet Özel;

“TSK’da personel hakkında gelen ihbarların kaydedildiği bir istihbarat ceridesi olduğunu, çıkan sonuçlara göre 1984 yılından beri Fethullahçı askerlerin ihraç edildiğini” söylüyor ve “İhraç edilmeyenler hakkında bir ihbar olmamıştır. Dosyaları temizdir ki terfi edebilmişler” diyor. Terfi edip de darbe girişimine karışanların “kendilerini iyi gizlediğini” söylüyor.

Oysa darbe girişimi sonrası 10 binden fazla asker gözaltına alındı, 1684 asker (belki daha fazlası) ihraç edildi.

İhraç edilenler arasında orgeneraller, tuğgeneraller, tuğamiraller, tümamiraller var. Terfi listeleri söylendiği kadar sıkı denetleniyorsa, her rütbeden binlerce askerin “kendini bu kadar iyi gizlemesi”ni aklın alması çok zordur.

Bu “TSK içinde ve dışındaki istihbarat birimleri”nin ve denetleyenlerin kontrolünde bir zafiyet olduğunu gösterir.

Genelkurmay’ın 15 Temmuz olayındaki tutumu açıklığa kavuşmamıştır.

Yakın tarihimizdeki bilinmeyenlerin çözülmesi ve olaylardaki soru işaretlerinin giderilmesi için Hilmi Özkök, Aytaç Yalman, Yaşar Büyükanıt ve Hulusi Akar da dahil olmak üzere birçok komutanın daha net açıklamalarına ihtiyaç vardır.

Bu yapılmadığı takdirde Necdet Özel’in “15 Temmuz’u düşündükçe asker-sivil sorumlu makamlarda oturanlar olarak hepimizin milletten özür dilemesi gerekir” sözlerinin hiçbir anlamı yoktur.

Koca bir ülkeyi mağdur eden böyle bir olay özürle geçiştirilemez.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.