Şampiy10
Magazin
Gündem

Yargı, istifa ve kumpas!

Öncelikle İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın beklenmedik istifasına değinelim.

Efkan Ala başarılı bir İçişleri Bakanlığı dönemi geçirmedi.

O süreçte çok sayıda terör eyleminde, bombalı saldırılarda asker-sivil birçok vatandaşımızı kaybettik.

Darbe girişimi dahil olmak üzere her büyük olayda “istihbarat ve önlem eksikliği”nden söz edildi.

Bunları Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Hükümet üyeleri de sık sık dillendirdi.

Halkın can ve mal güvenliğinin “her şart altında” sağlanamadığı bir ülkede önce İçişleri Bakanlığı, valiler ve genelde Hükümet sorumlu tutulur.

Türkiye’de istifa mekanizmasının “başımıza gelen her şeyden sonra” hala çalıştırılmaması, hatası görülenlerin istifasının istenmemesi, hesap vermek üzere yargı karşısına çıkarılmamaları” benzer yanlışların devamına sebep oldu.

Fetö ihbarı, darbe girişimi

İki örnek verelim:

Birincisi FETÖ’nün kumpaslarına hedef olarak cezaevinde yıllarını kaybeden, sağlığı ağır şekilde bozulan, aileleri yıllarca sıkıntı yaşayan, onurlarıyla oynanan generaller, amiraller, subaylar…

Bu askerlerin yaşadıkları ve anlattıkları; Öncelikle Eski Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in ve hatta mevcut Başkan Hulusi Akar’ın sorgulanmasını gerektirir.

Necdet Özel “kendisine açıkça FETÖ üyesi askerlerin isimleri bildirilmesine rağmen” onların terfisini sağlarken, ihbarları yapan general ve amiraller için suç duyurusu yapılmış ve cezalandırılmışlar.

Hulusi Akar da “hakkında kendisine ihbar yapılan bazı isimler”in terfisini sağlamış.

Özel’in darbe girişimi sonrasında, yaptığı hataları itiraf ederek “Halk hepimizi affetsin” demesi bu hataların ülkeye ve masum insanlara verdiği zararı yok edecek mi?

Ya kumpas ve muhtıra?

Genelkurmay bu hatayı yaptıysa Hükümet’in görmesi gerekmez miydi?

Balyoz ve Ergenekon davaları “FETÖ kumpası” ise “Bu iddialar doğruymuş gibi” imalı konuşmalar yaparak yargıyı etkileyen Hilmi Özkök, Aytaç Yalman ve siyasiler, TV’lerde “FETÖ’yü ve kumpasını destekleyen isimler” neden soruşturulmuyor?

Genelkurmay Eski Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın “Tek başıma yazdım” dediği ve bugün hala “muhtıra olarak söz edilen” 27 Nisan olayı neden soruşturmaya dahil değil?

15 Temmuz gecesinin detayları nelerdir, siyasi uzantıları kimlerdir?

MİT istihbaratı zamanında verdiği halde neden önlem alınmamıştır, alınsa o geceki ölümler önlenemez miydi?

Bu soruların cevapları net ve dürüst şekilde ortaya çıkarılmadıkça hukuk hakkıyla uygulanmıyor demektir.

Yargı bağımsızlığı

Son olarak, daha önce Yargıtay salonunda yapılan “Adli Yıl Açılış Töreni”nin bu yıl Beştepe’de yapılması haklı eleştirilere neden olmuştur.

15 Temmuz bize “yargıya, orduya, emniyete, camiye” siyasetin girmesinin, bu kurumları birbiriyle iç içe geçirmenin ve “güçler ayrılığını yok etmenin” ne kadar yanlış olduğunu kötü bir tecrübeyle gösterdi.

“Milletin mekanı” da dense, yargının Adli Yıl Açılışlı’nda siyasi konulara değinilmesi, açılışın Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda yapılması, , yargıyı etkileyecek ifadeler kullanılması demokrasi ve hukuk açısından doğru değildir.

Bunlara dikkat etmek gerekiyor.

Yazının devamı...

Esad Türkmenleri bombalıyor!

Suriye’de durum giderek anlaşılması ve durdurulması güç bir hale dönüşüyor.

ABD yönetimi PYD-PKK’nın “Fırat’ın doğusuna geçtiğini” iddia ederken Türk güvenlik kaynakları “Bunun doğru olmadığını, PYD’nin hala Fırat’ın batısındaki konumunu koruduğunu” açıkladı.

PYD-PKK önce Suriye Demokratik Güçleri (SDG) maskesi altında sanki farklı bir grupmuş gibi de savaşıyordu, şimdi bunun yanına “Cerablus Askeri Meclisleri” diye bir grup daha eklediler.

Baktığınızda hepsinin arkasından PKK çıkıyor.

PKK Suriye’deki kolu PYD ile “Cerablus-Azez arasında kalan bölgeyi” de alırsa istediği Kürt kuşağını tamamlamış olacak.

Bu örgütlerin amacı bazılarımızın düşündüğü gibi sadece “Suriye ile Türkiye arasındaki coğrafi bağı koparmak” olsaydı belki Türkiye bu kadar büyük çapta bir müdahaleyi açıktan açığa yapmazdı.

Birleşmiş Milletler’e şikayet!

Suriye’nin kuzeyindeki ABD destekli PYD-PKK ilerleyişi “Türkiye’yi doğrudan tehdit edecek şartları” oluşturdu.

Türkiye’nin illerini Kürdistan içinde gösteren haritalar açıkça gösteriliyor. “Suriye’de olanın aynısı Türkiye’de olacak” sözleri açıkça söyleniyor.

Güneydoğu’da PKK terörü azarak devam ediyor, güvenlik güçleri tonlarca patlayıcı ele geçiriyor.

Bu durumda Türkiye’nin “meşru müdafaa” hakkını kullanarak tehlike oluşturacak PKK-PYD ilerlemesini durdurmasına kimse bir şey diyemez.

Bugüne kadar ABD’nin ve Rusya’nın “IŞİD’le savaş” bahanesiyle yaptıklarına göz yuman Esad için de bu geçerlidir.

Oysa Esad bir yandan Türkiye’yi “Suriye’de yaptığı ihlaller” için BM’ye şikayet ederken diğer tarafta –daha önce Rusya ile birlikte bu bölgeyi bombalamış olan- Esad birlikleri Türkmendağı’nı savaş uçaklarıyla bombalayarak saldırı başlattı.

Esad’la karşı karşıya

Patlamaların Hatay’dan duyulduğu saldırıda “ölen ve yaralanan Türkmenler” olduğu bildiriliyor.

Türkiye aslında (Suriye operasyonu nedeniyle yeniden Esad saldırısı altında kalan) soydaşımız Türkmenlere yardım etmeli, onları yalnız bırakmamalıdır.

Öte yanda bunu yaptığı takdirde direkt olarak Esad rejimi ile karşı karşıya gelecektir.

Bunlar olurken ABD’li Albay John Thomas “Suriye’de IŞİD tehdidine odaklanmak için Türkler ve Kürt grupların çatışmayı durdurma teminatı verdiklerini” söyledi.

PYD’nin askeri kolu YPG sözcüsü bunu doğruladı.

Artan tehlike

Cerablus’tan sonra Menbiç’i almayı hedefleyen ÖSO’yu desteklemekte olan Türkiye “IŞİD ve PYD beraber hareket ediyorlar” dedikten sonra “IŞİD’e odaklanma nedeniyle” operasyona ara vermesi anlaşılır bir durum değildir.

Türkiye’nin Suriye’deki savaşa aktif olarak katılması, Esad muhalifleriyle birlikte Cerablus ve çevresini alması ülke için yeni riskler ortaya çıkarmıştır. Ancak… Buna başladıktan sonra “inandırıcı görünmeyen bir nedenle” geri adım atmak çok daha zor bir durum yaratabilir.

Terör örgütlerinin cüretini arttırabilir.

ABD’nin “artan terör tehlikesi nedeniyle Türkiye’deki vatandaşlarını bir kez daha uyardığını” da unutmayalım!

Yazının devamı...

Büyük zafer ve savaş!

Bugün İstiklal Savaşı’mızın zaferle sonuçlanmasını sağlayan Büyük Taarruz’un kazanıldığı günün yıldönümüdür.

Mustafa Kemal’in 26 Ağustos’ta başlattığı ve Yunan ordularına karşı “kendisinin de cephede bulunarak yönettiği”…

Bu nedenle “Başkumandanlık Meydan Muharebesi” adını alan Büyük Taarruz 30 Ağustos’ta Türklerin kesin zaferiyle bitmişti.

Orduyu överek…

Her karış toprağı düşman işgali altındaki bir ülkeden özgür ve demokratik bir Türkiye Cumhuriyeti yaratan Atatürk Büyük Nutku’nda “Tasarladığımız kesin sonuç 5 günde alınmış oldu” dedikten sonra şöyle devam ediyordu:

“….Düşman ordusunu tamamıyla yok eden veya esir eden, kılıç artıklarını Akdeniz’e, Marmara’ya döken harekatımızı açıklayıcı ve vasıflandırıcı söz söylemeyi gereksiz sayarım.

Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş bir zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekat Türk ordusunun, Türk subay ve komuta heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kez daha geçiren muazzam bir eserdir.

Bu eseri yaratan bir milletin evladı, bir ordunun başkomutanı olduğumdan mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.”

En zor savaşları “bizzat ordusunun başında bulunarak yöneten” Büyük Önder’in bu tevazusu, dünyaya parmak ısırtan zaferleri kazanırken “gelecekteki tehlikeleri de gören ve o yıllarda uyaran geniş vizyonu” ona karşı bugün de eksilmeyen sevgi ve hayranlığın ana nedenidir.

30 Ağustos Zafer Bayramı’nı gururla kutluyoruz.

Fırat’ın doğusu-batısı…

Güneydoğu’da hain terör saldırılarının, verdiğimiz şehitler ve yaralıların arkası kesilmiyor.

Cumartesi günü Diyarbakır Havalimanı polis kontrol noktasına PKK roketatarlı saldırı yaptı, Pazar günü Siirt ve Hakkari’de saldırdılar.

Mardin’de PKK’ya ait sığınakta “bombalı araç saldırılarında kullanılan patlayıcı; 7 ton Amonyum Nitrat” , Hakkari’de PKK’nın eylem için hazırladığı bomba yüklü 3 araç bulundu.

Güneydoğu terörü ve bulunan bombalar birebir “Suriye’deki PYD ilerleyişi”yle bağlantılıdır.

Bu nedenle “Fırat’ın batısı, doğusu” demeden en başta tepkimizi ortaya koymamız gerekiyordu.

Türkiye’nin Cerablus operasyonunda PYD karargahında yakalanan teröristlerin kollarında “Apo armaları” var.

ABD’nin çifte standardı

ABD “PYD’nin içinde savaşan kendi askerleri”nin “PYD ile PKK bir örgüt, her yerde Apo posterleri var” benzeri açıklamalarını görmezden gelmişti.

Hiç değilse şimdi bu net görüntüye inanması ve “müttefik ülkede her an terör saldırısı yapan PKK’yı desteklememesi” gerekir.

Oysa dün ABD Dışişleri’nden (Pentagon) yapılan açıklamada “YPG-PYD büyük oranda Fırat’ın doğusuna geçti. IŞİD olmayan bölgede PYD’ye müdahale kabul edilemez” dendi.

Oysa Rusya “IŞİD’in olmadığı bölgede Türkmenlere bomba yağdırırken” ABD’den tek itiraz gelmemiş, PYD koridoruna yarayacağı için Türkmenlerin göç etmesini öylece izlemişti.

Bu operasyonun “Menbiç’e ve Fırat’ın doğusuna büyüyeceği” ÖSO’nun bazı açıklamalarında var.

ABD, Rusya ve Esad faktörleri, onların ve terör örgütlerinin yaratabileceği riskler iyi hesaplanmalıdır.!

Yazının devamı...

Örgütlerin arkasındaki güçler!

Dün İstanbul Boğazı’nın iki yakasını birleştiren 3’üncü köprü, Yavuz Sultan Selim Köprüsü açıldı, vatana millete hayırlı olsun.

Cumhurbaşkanı Erdoğan köprü açılışında Suriye operasyonu ve ülkemizdeki terörün Suriye ile bağlantısı konusunda da konuştu:

-“PKK’nın, DAEŞ’in, FETÖ’nün arkasındaki güçlere sesleniyorum (…) Türkiye’de döktüğünüz kan yeter, Irak’ta, Afganistan’da, Mısır’da, Libya’da, Filistin’de döktüğünüz kan yeter. Pakistan’da döktüğünüz kan yeter.

-Sanılmasın ki bölge insanı durduk yerde birbirinin boğazına sarılıyor.

Tam tersine, bölgedeki toplumlar kendi haline bırakıldığında barışı, refahı, huzuru çok çabuk bulacaktır.”

Suriye politikası ve fetö…

Bu sözler doğru, Ortadoğu ülkelerindeki terörün arkasında hep “aynı güç” veya “güçler” var.

Erdoğan bu gücün veya güçlerin kimler olduğunu konuşmalarında açıkça söylemiyor, ya “üst akıl” diyor veya “örgütlerin arkasındaki güçler”…

Diğer tarafta ülkemize karşı son derece acımasız davranan bu üst akıl ülke(ler) ile yakın dostluk içinde görünüyor, onların aldatıcı açıklamalarını yıllar boyu “gerçekmiş gibi” ciddiye alıp oyalanıyor, pahalıya mal olacak zamanı kaybediyoruz.

Bunun üstüne bir de onların tuzağına düşüyor, örneğin Suriye iç savaşına herkesten önce karışıyor ve başımıza büyük dertler alıyoruz.

İşin bu kısmını Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş aynı konuşmada 2 ayrı özeleştiriyle vurgulamıştı:

-Türkiye’nin bugün başına gelen ‘birçok şey’ Suriye politikamızın sonucudur. Geçerli bir politika ortaya koyamadık.

-FETÖ devletin kanatları altında büyüdü, iktidarlar buna göz yumdu, hiçbir devlet içinde bu kadar mikropla yaşayamaz.

Şimdi bu noktada “Neden (başta ABD ve Rusya’nın bulunduğu) üst akıl örneğin AB ülkelerine yukarda sayılan Müslüman çoğunluklu ülkeler gibi zarar veremiyor” sorusunu sormamız gerekiyor.

Neden biz?

Diyelim ki Samuel Huntington’ın Pentagon desteğiyle dünyayı etkileyerek “Medeniyetler gruplara ayrılsın” görüşünü empoze etmesi boşuna değildi.

Uzakdoğu ülkeleri bir yerde, Ortadoğu ayrı bir yerde, Batı ülkeleri ise uzak-emniyetli bir köşede duracak ve dünyanın diğer ülkeleriyle top gibi oynayacaktı.

İyi ama bu Ortadoğu ülkelerinde hiç mi akıl yoktur ki Batı’nın (özellikle ‘üst akıl’ın) kendileriyle top gibi oynamasına izin veriyor?

Canlı bomba terörleri ve akla hayale gelmedik vahşet yapan ve hatta bunu “din adına” yaptığını söylerken “aynı din ve mezhepten” binlerce insanı katleden örgütler hep Ortadoğu’dan çıkıyor?

Peki, biz nasıl oluyor da diğer Ortadoğu ülkelerinden ayrılmış ve yüzümüzü “muasır medeniyetlere” dönmüşken, yıllardır “AB’ye girme hayaliyle beklerken” birden kendimizi Ortadoğu kaosunun içinde buluyor ve “AB’yi unutun” noktasına geliyoruz?

Mesela; nasıl oluyor da “81 il Emniyet müdüründen 74’ü, 7 bin istihbaratçıdan 6 bin 500’ü FETÖ’cü” olana kadar görmüyoruz?

Ortadoğu ülkeleri “kendi haline bırakılsa da” bu kadar ihmalin giderilmesi, terör örgütlerinin ve yaptıkları vahşetin geriletilmesi söylendiği gibi kolay olmayacaktır.

Yazının devamı...

Darbe girişimi ve terör ilişkisi!

Suriye ve Güneydoğu konuları giderek daha anlaşılmaz, daha karmaşık hale geldiği için biraz daha netleştirmekte fayda var.

Örneğin “15 Temmuz darbe girişimi oldu, PKK saldırıları ondan sonra arttı” demek doğru bir teşhis sayılmaz.

Darbe girişiminden önce de IŞİD ve PKK Türkiye’de “sırayla yaptıkları canlı bomba saldırılarını” fazlasıyla arttırmıştı.

Bu saldırıların artmasının darbe girişimiyle değil başka 2 nedenle bağlantısı var ve bunları öz eleştiriyle ortaya koymadığımız takdirde bundan sonrası için de ciddi güvenlik sorunları yaşarız.

Birincisi; Çok uzun bir süre, “Açık kapı politikası” dediğimiz; “sınırımıza gelen herkese kolayca giriş imkanı tanıma” politikası çok büyük hata oldu.

Daha en başta “Kobani’de PYD ile IŞİD savaşıyor, Kobani’deki Kürtler bizdekilerle akraba” diyerek açtığımız sınırlardan Suriyeli Kürtlerle birlikte IŞİD militanlarının rahatça girdiği o günlerde medyada görüntüleriyle verilmişti. (Sonra bizim desteğimizle “IŞİD’den alındı” denilen Kobani Kürdistan kantonu yapıldı.)

Hücreler duruyor

Terör örgütlerinin elemanları Ankara, İstanbul dahil birçok ilimizde hücreler kurarken onları tek tek yakalayıp sınır dışı etmek ve sınırlarımızı kapatmak yerine yakalananlar serbest bırakıldı.

Kontrolsüz IŞİD militanları evler kiralayıp oralarda bomba imal ederek birçok saldırıda vatandaşlarımıza katliam yaptı.

PKK’nın devamlı PYD takviyesiyle artan teröristleri yanında IŞİD de hala faaliyetlerini rahatça sürdürüyor.

Bu şartlar altında (ve şimdi Suriye’de IŞİD ve PYD-PKK ile çatışma yaşanırken) ülkeye yayılmış birçok örgütün militanları nasıl temizlenebilir tek konumuz bu olmalıdır.

Batı kendini koruyor!

Düşünecek olursak AB ülkeleri ve ABD zaten Suriye’nin kuzeyinde gerçekleştirilmek istenen planı biliyorlar.

“Suriye ile sınır komşusu olmadıkları için” bizim kadar büyük tehlike altında da değiller.

Irak’ta “Kürdistan’a şimdi her zamankinden daha yakınız diyen Barzani”nin televizyonu onların illerini (Hatay, Mersin, Ağrı, Van, Sivas, Erzurum dahil) Kürdistan olarak göstermiyor.

Buna rağmen sınırlarını mültecilere kapatıp en üst düzeyde güvenlik alarmı verdiler.

İstemedikleri mültecileri hala “geri dönüş anlaşması” diye Türkiye’ye yutturmak peşindeler . Onun için terör onları Türkiye kadar vurmuyor.

Savaşa çevirerek…

Dün de Cizre de Çevik Kuvvet Amirliği’ne yapılan canlı bomba saldırısında 11 polis şehit oldu, 75’i polis 78 yaralı var. Adeta savaş zayiatı gibi can kaybı yaşanıyor.

Türkiye’de terörün artmasının 2’inci nedeni; Suriye Kürdistanı’na da “her zamankinden yakın” olduklarını…

“Buna paralel olarak Türkiye’deki planı ilerletmeyi ve terörü ‘Suriye’deki savaş havasına’ sokmayı” düşünmeleridir.

Cerablus, Menbiç gibi sınırımızdaki koridoru tamamlayacak “kalan son noktalar”dan çekiliyor görünseler bile bir süre sonra tamamlamak üzere ABD desteğiyle tekrar yola koyulabilirler.

Kısacası; Türkiye şimdi Güneydoğu yanında bir de “Suriye ve ona bağlantılı riskleri” gözetmek zorundadır, azami dikkat gerekiyor.

Yazının devamı...

Kılıçdaroğlu’na saldırı, Suriye ve terör!

Öndeki güvenlik aracının dikkati sayesinde Kılıçdaroğlu’nun hayatı kurtuldu ama çıkan çatışmada 1 er şehit oldu, 2 asker yaralandı.

Sayın Kılıçdaroğlu’na geçmiş olsun diyor, Şehidimiz’e Allah’tan rahmet, yaralı askerlerimize acil şifalar diliyorum.

FETÖ üyelerini temizlemek için kısa sürede on binlerce kişinin ortaya çıkarılmasını sağlayan dikkat acilen “IŞİD, PKK ve Türkiye’ye yayılmış diğer terör örgütlerinden nasıl kurtulacağımız” konusunda da gösterilmelidir.

Toprak bütünlüğümüz…

Başbakan Binali Yıldırım, Çarşamba günü başlayan Fırat Kalkanı Operasyonu’ndan söz ederken: “Ana mantık DEAŞ ile mücadele etmek. Suriye’nin gelecekte toprak bütünlüğünü bozmadan, bütün etnik grupların birlikte yaşadığı bir Suriye inşa etmek. Böyle bir hedef var. Cerablus dahil bütün alanın PYD-YPG’den temizlenmesi gerekir” dedi. Türkiye’nin sınırına çok yakın noktadaki Cerablus’a yaptığı operasyon IŞİD’i oradan göndermek için olduğu kadar, bu kentin de “IŞİD’den PYD’ye geçişini” engellemek içindi.

Artık Hükümet de kabul ediyor ki “IŞİD ile PYD’nin savaştığı” iddiası doğru değildir.

Çoktan anlamış olmamız gereken gerçeklerden biri, Barzani’nin de bir süre önce söylediği gibi “Artık Suriye’nin toprak bütünlüğünden söz edilemeyeceği”dir.

Türkiye “Suriye’nin toprak bütünlüğünün kendisinin geleceğiyle yakın ilişkisi olduğunu” daha PYD ilk kantonlarını alırken ve ilan ederken fark etmeli ve tepkisini net şekilde o zaman ortaya koymalıydı.

Fırat’ın doğusu ne olacak?

Şu anda düşünmemiz gereken şey, Suriye’nin kuzeyindeki PYD koridorunun “Cerablus şimdilik korunsa da” Türkiye’de PKK ve IŞİD terörünü arttıracak ve kendi toprak bütünlüğümüzü tehdit edecek duruma gelmemesidir.

Çarşamba akşamı CNNTürk’teki tartışmada Emekli Albay Mustafa Önsel’in (Ağacın Kurdu isimli önemli kitabın yazarı) tespitleri çok yerindeydi. Önsel, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin “Irak Kürdistanı olduğunu, bu bölgedeki petrol düşünüldüğünde Akdeniz’e açılacak bir kapıya gereksinim duyulacağını, Hatay’ın bile tehlikeye girebileceğini, Barzani’nin de değişebileceğini” söyledi.

Hemen “Kürt meselesi ile PYD ve PKK’yı ayıralım” tepkisiyle ve Barzani’yi savunma tepkileri geldi. Oysa, Barzani’nin Ankara’da uzlaşı içinde görünmesine rağmen yarın ne yapacağı belirsizdir. Bu nedenle Fırat’ın sadece Batı’sı değil, doğusunda oluşturulan PYD bölgesi de aynı tehlikeyi taşıyor.

Barzani TV’si!

Bugün “Kürt meselesi” nedir diye sorulduğunda ortaya “4 parçalı Kürdistan” projesi çıkmaktadır. Barzani yönetimine yakınlığıyla biline n Rüdaw TV’de hava durumu bülteni verilirken arkadaki haritada “Erzurum, Sivas, Ağrı, Van, Hatay, Mersin, Malatya gibi illerimiz Kürdistan içinde” gösteriliyor. Mesut Barzani’nin, Irak’ta bulunan Duhok’ta “Suriye Kürdistanı Sözleşmesi’ne öncülük” ettiğini de hatırlayalım. Gözlerimizi gerçeklere daha fazla kapatamayız!

Yazının devamı...

Suriye’ye operasyon ve riskler!

Dün sabah saat 11’de Türk tankları önce top atışları, sonra hava desteği ile Suriye’ye girdi.

“Fırat Kalkanı” adı verilen operasyonla Halep kentine bağlı ve Fırat’ın batısında yer alan Cerablus bölgesinin “IŞİD’den temizlenmesi ve bölgenin Esad muhalifi olan Özgür Suriye Ordusu tarafından alınması” hedefleniyor.

Dün televizyonlarda yapılan konuşmalarda “ABD’nin Suriye’de yalnız kalıp kalmadığı” gibi sorular soruldu. ABD’nin PYD-YPG’ye “Kuzey Suriye’de güçlü olduğu için destek verdiği” görüşleri dillendirildi.

Müttefikin yapmayacağı…

Böyle süreçlerde ne yazık ki yaşanan bilgi kirliliği içinde çok yanlış mesajlar da duymak mümkündür.

Dün ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden Ankara’da Başbakan Binali Yıldırım’ın yanında yaptığı açıklamada yine “Türk halkının müttefiki olduklarını, Türkiye’ye gelmesini Başkan Obama’nın istediğini” söyledi.

Üst düzey bir ABD’li yetkili ise “Cerablus operasyonunu destekleyeceğiz” demiş.

Oysa bugüne kadar ABD’nin, çoğu kez Rusya ve Esad güçlerinin eşliğinde Suriye’nin kuzeyinde PYD’ye verdiği destek, “IŞİD’in bulunmadığı bölgelerde” Türkmenler acımasızca bombalanırken gösterdiği umursamazlık “bir müttefikin yapacağı” şeyler değildi.

“IŞİD’e karşı koalisyon” diyerek PYD’nin Türkiye sınırı boyunca bütün koridoru ele geçirmesine her türlü desteği veren ülkelerin şimdi bize “samimi bir destek” vereceğini düşünmek saflık olur.

“Gerekirse savaşırız”

Dün TSK Cerablus operasyonu yaparken Güneydoğu’da PKK saldırıları sonucunda yine şehitler verdik.

Türkiye’nin Suriye sınırında kurulacak bir PYD-PKK devletinin Türkiye için onlarca yıl bitmeyecek dev bir sorun yaratacağı, Türkiye’de de amaçlarını gerçekleştirmeye çalışacakları, çok sayıda şehit vereceğimiz uzun süredir görülen bir gerçekti. Demirtaş bunu “Suriye’de ne olduysa aynısı Türkiye’de olacak” sözleriyle açıkça anlatmıştı.

Aldığı büyük destekle güçlenen PYD lideri Salih Müslim kısa süre önce “Türkiye buraya müdahale ederse onunla savaşırız” tehdidi bile savurmuştu. Türkiye’nin 2 büyük hatası oldu ve biz gerekli uyarıları o süreçte yaptık, keşke kulak verilseydi.

1- Suriye iç savaşına öne atılarak karışıp taraf tutmamız hem PYD’ye Esad avantajı sağladı, hem göçmenlerin Türkiye’ye sürülmesine neden oldu.

2- Suriye’de atılan adımları çok önceden ve diplomasi ile durdurmamız gerekiyordu.

Şimdi yapılan operasyon ABD ve Rusya’ya, PYD ve Esad’a karşı doğru bir işarettir ama Türkiye’nin Ortadoğu bataklığına direkt olarak bulaşmasının sonuçları da büyük risk taşımaktadır.

IŞİD ve pkk ortaklığı

Unutulmaması gereken ilk nokta PKK-PYD ve IŞİD’in çoğu kez birlikte hareket ettiği, IŞİD’in kentleri önce alıp, zamanı geldiğinde PYD’ye bırakarak çekildiğidir.

Türkiye şu anda her ikisinin ve Esad’ın, elbette destekçilerinin daha büyük tehdidi altına girmiştir. Nitekim dün Emniyet bütün havaalanlarını “canlı bomba” tehlikesine karşı uyardı.

En hızlı şekilde Cerablus operasyonunu bitirip Suriye’den çekilmek zorundayız!

Yazının devamı...

Geç kalmış bir adım!

Pazartesi günü öğleden sonra Türkiye “Suriye sınır hattındaki Cerablus’taki IŞİD ve Menbiç’teki PYD güçlerini” vurdu.

Bu adım ABD’nin Avrupa Kuvvetleri Komutanı’nın Genelkurmay Başkanı Akar’la görüşmek üzere Ankara’da bulunduğu sırada atıldı.

Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu da dün “Cerablus operasyonu için her desteği sağlayacağız” dedi.

Dün aynı zamanda “Suriye’nin kuzeyinde birçok ili ele geçirmiş bulunan PYD-YPG” ile Esad’ın “yine Suriye’nin kuzeyinde ve YPG’nin elinde olan Haseke”de ateş kes konusunda anlaştığını duyduk.

Türkiye’nin IŞİD ve PYD’yi vurma kararının Gaziantep saldırısına misilleme veya ÖSO’nun Cerablus saldırısına yardımcı olmak için verildiği düşünülüyor.

Bu müdahale yine geç kalmış bir karardır.

Onlara uçuş serbest…

ABD Pentagon Sözcüsü Cook, Türkiye’nin Cerablus ve Menbiç’teki IŞİD, PYD güçlerini vurması konusunda:

“Bize göre odak noktası IŞİD olmalı. Suriye’nin kuzeyinde ‘IŞİD ile mücadele eden’ koalisyon güçlerini gerekirse uçak göndererek korumaya devam edeceğiz. Bunlar ‘uçuşa yasak bölge’ anlamına gelmiyor” açıklaması yaptı.

Gelişmelere bakınca “PYD’nin kuzey Suriye’deki ilerleyişine başından beri destek veren ABD ve Rusya” kendilerine her bölgeyi serbest görüyorlar ama sonunda Türkiye’nin başına büyük çorap örecek adımlara Türkiye’nin müdahalesine tepki o anda geliyor.

“Odak noktası IŞİD” veya “IŞİD’le mücadele” şemsiyesi altında bugüne kadar PYD devlet kuracak toprakları aldı. Kanton ilan ettiği illeri birleştirmek için Cerablus, Menbiç gibi bir iki yer kalmıştı şimdi sıra onlarda.

Türkiye çok daha önceden “Biz de IŞİD’e karşı koalisyonun içindeyiz ama siz başka bir işin peşindesiniz” demeli ve kararlılığını göstermeliydi, bunu yapmadı.

Neden Türkiye?

IŞİD’e karşı koalisyonda Türkiye de var, birçok başka ülke de… Ama en çok terör saldırısı Türkiye’ye yapıldı, bu sorunun cevabı çok önce aranmalıydı.

Buna rağmen Meclis’te “bombalı terör saldırılarının veya IŞİD faaliyetlerinin araştırılması, komisyon kurulması için” verilen önergeleri iktidar partisi karşı çıktı.

Araştırılsaydı belki de ne olup bittiği, “IŞİD’in Türkiye’de nasıl dal budak sardığı, PKK-PYD ile Suriye ve Türkiye’de yaptıkları işbirliği” anlaşılabilir, hiç değilse son eylemleri önlenebilirdi.

Kanat Atkaya, İstanbul Bağcılar’daki IŞİD mağazalarını, IŞİD başta olmak üzere bölgedeki silahlı grupların üniformalarının Türkiye’deki tekstil atölyelerinde dikildiğini, arabalardaki IŞİD bayraklarını yazdı.

Can güvenliği

Toplumun can güvenliği açısından, bunların nasıl mümkün olabildiğinin araştırılması gerekmez mi?

Batı medyası “Türkiye PKK ile IŞİD’i bir tutuyor” diyerek bunu garipsemiş görünüyor.

Oysa gerçek budur ve ona göre hareket edilmelidir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Putin’le görüşmesinden sonra “Esad’la da barışabileceği” haberleri çıktı.

Esad Türkiye’ye yeterince zarar verdi, bundan sonra barışmak Kuzey Suriye’de yaptıklarını düzeltmez ama düşmanları azaltmakta her zaman yarar var.

Bakarsınız 3 milyon mültecinin geri dönebileceği bir ortam sağlanır.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.