Şampiy10
Magazin
Gündem

Tehlike altındayız!

Gündemde çözüm bekleyen çok ciddi sorunlar var ama çözüm yerine şimdi de hükümet kurmakla zaman kaybedilecek.

Öncelikle şunu belirtmek lazım ki; MHP’nin Meclis başkanlığı seçiminde “HDP’nin kime oy vereceği” açıklandıktan sonra onunla aynı çizgide hareket etmemek için vekillerine geçersiz oy verdirmesi büyük kitlelerin tepkisini çekti.

MHP’nin mevcut tabloyu doğru analiz etmesi gerekir. Kendisi dışındaki partilerin hiçbiri “ülkeyi böylesine kritik bir dönemde hükümetsiz bırakma” sorumluluğunu üstlenmiyor. AKP Genel Başkan Başdanışmanı Hüseyin Çelik dün bir kez daha “Ak Parti koalisyon konusunda peşin hüküm vermekten sıyrılmış durumda” dedi.

Kapıları kapatmak

CHP “Kısa sürecek bir koalisyona girmektense hiç kurmamanın doğru olacağını” ifade etmekle birlikte tüm çözümlere kapısını kapatmış bir görüntü vermiyor. HDP “kurulacak bir koalisyona destek vereceğini” söylüyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “azınlık hükümetinin yanlış olacağını” söylemesine ve “erken seçim” istediği bilinmesine rağmen Çelik hem “son çare olarak buna başvurabileceklerini” ve erken seçim yerine de bir koalisyonun denenmesi gerektiğini belirtiyor.

Genel tabloya bakıldığında sadece MHP çözümsüzlük noktasındadır ve bu tutumu bir erken seçimi zorunlu kılabilir. Sonuç da MHP’nin umduğu gibi olmayabilir.

Akıllı siyaset tüm ihtimalleri ve öncelikle ülke çıkarını gözetmeyi gerektirmez mi?

“Seçim oldu mu?”

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç “Şaşırıyorum” dedi, “Bu ülkede seçim oldu mu gerçekten, çünkü Başbakan ve bakanlar yerli yerinde”..

Arınç’ın bu sözü kendi partisi dışındaki partileri uyarmaya yetmelidir. Eğer halk aynı partiyi ve hükümeti yerli yerinde korumak isteseydi o partiyi tek başına iktidar yapardı.

Seçmen bunu tercih etmemiştir, tercihi ortadadır ve partiler buna saygılı şekilde davranmalıdır.

AKP sık sık MHP ile yapılacak bir koalisyonun daha uzun ömürlü olacağını ve bunu tercih ettiklerini açıklıyor. Hüseyin Çelik de bunu tekrarladı. MHP “kırmızı çizgilerini inat halinde dayatmak” yerine hangi asgari müşterekte buluşulabileceğini ortaya koymayı deneyebilir.

Bu süreçte halkın ilk beklentisi AKP’den başlayarak tüm partilerin şeffaflık içinde hareket etmesi, algı operasyonlarını bir yana bırakmasıdır.

IŞİD İzmir’de!

Güneydoğu sınırımızın ötesindeki gelişmeler ciddi bir sorun olmakla beraber uzun süredir ülkeye girmekte olan ve yalnızca Güneydoğu için değil tüm Türkiye için büyük tehlike olan cihatçı terör örgütleri patlamaya hazır bomba gibiler.

Bunu “bir deyim” olarak söylemiyoruz, elek halindeki sınırlardan geçerek üç gün önce Kuzey Irak’tan gelen ve ağır verem hastası olan bir IŞİD militanı dün İzmir’de 14 kilo patlayıcıyla yakalandı. Kentte askeri ve polis noktalarını keşfe çıkmış. Yakalanmasaydı neler olacağını öncelikle Hükümet’in, sonra da Meclis’in düşünmesi gerekiyor.

Güvenlik sorunu en acil şekilde ele alınmalıdır.

Yazının devamı...

Karmaşa bitecek mi?

Sonunda Meclis Başkanı seçildi, hayırlı olsun ama daha önümüzde en az 45 günlük bir belirsizlik süreci daha var.

Meclis Başkanı seçilen İsmet Yılmaz teşekkür konuşmasında “milletin öncelikle yeni anayasa beklediğine, kuvvetler ayrılığına, çoğulculuğa” vurgu yaptı. Konuşması güzeldi ama dinlerken “eğer uyulmayacaksa yeni anayasa neye yarayacak” sorusu da akıllardan geçmedi değil.

Yapılacak anayasanın “zirveden başlayarak” herkesin uyacağı bir anayasa olacağını kim garanti edecek?

Samimiyet testi

Gerçekle kurgunun birbirine karıştığı ve gerçeğin karmaşa içinde kaybolduğu bir ortam… Türkiye bunu yaşıyor. Meclis başkanı seçiminden bir gün önce Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan MHP için “HDP konusunda ilk sınavını verecek. Birlikte hareket görüntüsü bugüne kadarki söylemleri boşa düşürür. Bu bir samimiyet testidir” dedi.

AKP’nin aynen bu kozu kullanacağı daha önce söylenmişti ve yapıldı. HDP ile hiçbir konuda “birlikte hareket” görüntüsü vermek istemeyen Bahçeli “Eğer HDP Baykal’ı desteklerse biz asla Baykal’a oy vermeyiz” dedi.

Peki örneğin HDP ile AKP koalisyon yapsa (olmaz gibi görünse de 45 günde neler değişebilir) veya HDP “bir koalisyona dışarıdan destek verse” yine bunu mu tekrarlayacaklar? Böyle yapacaklarsa “Millet uzlaşın mesajı verdi, her parti elini taşın altına koymalıdır” söylemlerini millete nasıl açıklamayı düşünüyorlar?

Samimiyet testi her parti için geçerlidir. Akdoğan’ın MHP’yi provoke etmesi hiç de etik olmamıştır.

Bahçeli’yi eleştirirken...

Demirtaş seçim öncesi “Türkiye’yi hükümetsiz bırakmayız. Tek başımıza iktidar olamayacağımıza göre bir koalisyonda yer alırız” anlamında konuşmuştu. Demek ki bazı şartlar sağlanırsa bu sözüne dönebilir.

Koalisyon ihtimali giderek zayıflasa da hükümet kurma sürecinde her sürprize hazır olmak iyidir.

Erdoğan sık sık “azınlık hükümetinin Türkiye’nin sıkıntılarına çare olmayacağını” tekrarladı.

Bir koalisyon için MHP’nin AKP’den beklentileri de gerçekleşecek görünmüyor. CHP de haklı bir kararsızlık içinde…

Öte yanda; muhalefet partileri koalisyonu için Bahçeli’yi “HDP’nin dışarıdan desteğini” bile kabul etmemekle eleştirenlerin biraz da HDP’ye dönüp “PKK’nın silah bırakma meselesi ne oldu” sorusunu sorma zamanı gelmedi mi?

Bakalım bugünden sonra koalisyon konusunda ne gibi değişiklikler göreceğiz.

Yunanistan’a borç!

Bu arada… Yunanistan’a biz borç verelim önerileri oldukça romantik ama hiç de parlak bir fikir değil. CHP’nin “Asgari ücreti 1500 TL yapacağız” vaadine günlerce tepki gösterilmişken, gazilerimizin takma bacağının parası onlardan istenirken ve en zengin AB ülkeleri susarken, kendi halkımıza çok ayıp olur!

Yazının devamı...

Kim daha tehlikeli?

Pazartesi günü MGK toplantısından “Suriye’nin Kuzey’indeki gelişmelerin endişe verici olduğu” çıktı. Ki bu bilinmeyen bir durum değil.

Üstelik endişe verici olan da yalnız bu gelişmeler değil, Şırnak Uludere’de Pazartesi günü askerlerle 300 kişilik bir grup arasında çıkan olaylarda 13 askerimiz yaralandı, PKK Dağlıca’ya da ağır silahlarla saldırı düzenledi. Güneydoğu’da TSK’ya karşı terör olayları da sınır ötesine paralel şekilde sürüyor.

Aynı sırada IŞİD açıktan açığa sınırımızın karşısına hendekler kazarak mayın döşüyor.

Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonrası bildiride yine “bölgedeki demografik yapıyı değiştirmeye yönelik eylemler” ifadesi var. Yıllardır yürütülen “çözüm süreci”nde olduğu gibi gerçekler açık ve net değil, sözcüklerin arkasında gizli…

Nedir bu yapı, zaten 4’e bölünmüş sınır ötesinde ne şekilde değişmektedir ki Türkiye endişe duyuyor, bunların açıklaması yok.

Koridor meselesi

Bu ifadeyle Suriye’nin Kuzey’inde, Türkiye sınırının büyük bölümünün “PKK’nın Suriye kolu” olan PYD ile IŞİD’in kontrolüne geçmesi endişesi kastediliyor.

Devamında da “Milletimizin kardeşlik duygularını zayıflatarak ülke genelinde vatandaşların güvenliğini ve hayat hakkını ortadan kaldırmayı hedef alan terör örgütlerine yönelik mücadelenin sürdürüleceği” belirtilmiş.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu defalarca “PYD ile IŞİD’in farkı yok, ikisi de terör örgütü” dediklerine göre acaba mücadele ikisini de mi kapsıyor?

PYD de içindeyse “Kobani savaşı” sürecinde neden Türkiye’den koridor açıldı? Hükümet ve MGK hangisinin sınırımızda olmasını tercih ediyor; PYD mi, IŞİD mi?

Yoksa artık ikisinin de sınır komşumuz olması ve iki ayrı devlet kurulması çoktan bitmiş bir konu mu? Bunların cevabını öğrenmemiz uzun sürmeyecek gibi görünüyor.

Tampon bölge!

Kobani savaşı sırasında olaylara hemen müdahale eden ABD şimdi “Türkiye’nin Suriye’de tampon bölge oluşturmasının çok zor olduğunu” bildiriyor. Türkiye’yi “Suriye’den kaçan milyonlarca mülteci” konusunda yalnız bıraktığı gibi Kuzey Suriye sorununda da bırakıyor.

Erdoğan bir kez daha “Biz 2 milyon Suriyeli mülteci aldık, Batı bize ‘sizden iyisi yok’ diyor ama yardım etmiyor” dedi. Bu “mazlumlara yardım” olarak övünme ifadesiyle söylense de meselenin içinden çıkılmaz boyutta olduğu aynı ifadelerde mevcuttur.

Hükümet’in bir sınırlama koymaması nedeniyle Türkiye daha kaç yıl ve hangi sorunlarla taşıyacağı görülmeye başlanan ağır bir yük altındadır. Yoksulluk, açlık sınırı altında yaşamaya çalışan kendi vatandaşlarımız varken mültecilere milyarlarca lira ayırma haksızlığını da unutmayalım.

Türkiye son yıllarda izlediği yanlış dış politikaları tamir edecek zamana sahip mi o bile belli değil.

Siyasi partiler bir an önce şu Meclis başkanı ve koalisyon konularını tamamlayıp tüm dikkatleriyle Güneydoğu konusuna eğilme sorumluluğunu yerine getirmelidir!

Yazının devamı...

Suriye’yle barışmak!

Türkiye’nin Güneydoğu sınırı tehlikeli terör örgütlerinin çoğunlukta olduğu güçler tarafından paylaşılınca tehlike çanları çalmaya başladı.

Aslında bu çanlar çok daha önceden, Suriye iç savaşı başladığında çalmış, yurt içinden ve dışından deneyimli tarihçiler, siyaset bilimciler hükümeti “Türkiye bu iç savaşa karışırsa felaket olur” diye uyarmışlardı.

Bu uyarılar dinlenmedi, şimdi ise savaşın kendi sınırlarımızdan içeri sıçraması ve en önemli sınır kapılarının IŞİD’in eline geçmesi tehlikesini nasıl önleyeceğimizi düşünüyoruz.

Sahte savaş mı?

Sınırdan ve sınır ötesinden gelen bazı haberler, mesajlar “IŞİD ve YPG-PYD arasında sürdüğü söylenen savaşın sahte bir savaş olduğunu, IŞİD’in ABD tarafından yönlendirildiğini, işgal ettiği bazı yerleri YPG’ye bıraktığını” anlatıyor.

PYD ve IŞİD arasında sıkıştırılan Türkmenlerin o bölgeden temizleneceği ve IŞİD operasyonu bittiğinde Türkiye’nin Güneydoğu sınırının büyük kısmında Batı Kürdistan’ın yer alacağı bildiriliyor.

Rusya’ya giden Suriye Dışişleri Bakanı Muallim’in orada yaptığı konuşmalar ve Türkmen komutanların açıklamaları bu bilgileri doğrulamaktadır.

Muallim “IŞİD’in en büyük sponsorunun ABD olduğunu, şu anda 2 binden fazla IŞİD militanının ABD tarafından son model silahlarla donatılmış halde Suriye’nin Güney bölgesine aktarıldığını ve ABD’nin bunu gizlemeye bile ihtiyaç duymadığını” söyledi.

Aklın yolu bir!

Dünyada ve Ortadoğu’da barış istiyor görünen ve Afganistan’da Taliban’ı güçlendirerek El Kaide’yi dünyanın başına saran, 11 Eylül saldırısı gibi bir felaketi yaşamış olan ABD’nin böyle bir çılgınlığa kalkışması aklın kolay kabul edeceği bir durum değildir.

Bununla birlikte Ortadoğu’ya İsrail’in yararına olacak bir şekil verme projesi bilindiği için hiçbir ihtimal de göz ardı edilemez.

Dün Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ, Sözcü’deki röportajda “Emir verildiğinde asker Suriye’ye girer ama bir daha kolay çıkamaz” diyor, “Esad’la anlaşmayı” öneriyordu.

Aynı gün Rusya Kremlin Dış Politika Danışmanı Yuriy Usakov “IŞİD karşıtı koalisyon güçleri daha etkili olabilmek için Şam Hükümeti’yle anlaşmalıdır” dedi. Yine aynı gün, 43 yıllık deneyime sahip diplomatımız Ümit Pamir “Esad’a bir heyet gönderilmesi”ni önerdi (Hürriyet)…

Kördüğüm…

Milliyet’in manşet haberi de Güneydoğu sınır ötesi oyunlarını doğrular nitelikteydi.. Kobani’de “kendisine Arap süsü veren ve yüklerinin arasına silah saklayan Arap komşuları” tarafından göğsünden 2 kurşunla vurulmasına rağmen Türkiye’ye kaçmayı başaran Adnan Kemal “YPG üniformaları giymişlerdi, gönderdiğimiz arkadaşımızı da öldürdüler” diyor.

Kabul etsek de etmesek de gelişmeler sınırımızın ötesinin hatta Güney Suriye’nin “kimin eli kimin cebinde” belli olmayan bir Ortadoğu bataklığı haline geldiğini gösteriyor.

Artık gizli ajandalar ve kişisel inatlaşmalara yer yoktur, dış politikada deneyimli isimlere kulak verilmelidir!

Yazının devamı...

Bedeli ne olursa!

Gözünü kan bürümüş insanlık dışı mahluklar kan dökmeye doymuyor.

Hiçbir inançla bağdaşmayacak katliamları üstelik din adına yaptığını öne süren terör örgütlerinin yakın gelecekte Türkiye için daha ciddi bir tehlike olacakları da görülmeye başlandı.

Bir yanda PKK “göstermelik havası sezilen” saldırılarına dün de Diyarbakır Silvan’da devam ederken yeni terör sorunları ve hatta savaş ihtimali ülkeyi zor günlerin beklediğini anlatıyor.

Şanlıurfa Suruç’ta henüz 25 yaşında bir gencin bindiği minibüste rahatsızlanınca sürüklenerek yola atıldığı ve orada hayatını kaybettiği haberine ve şehirlerin göbeğinde saldırı haberlerine baktığımızda “Bu nasıl dünya? İnsanlar nasıl bu kadar kötü olabildiler” sorusu hepimizi esir alıyor.

Algı operasyonu mu?

Erdoğan’ın ve Davutoğlu’nun Güneydoğu sınırımızda, Kobani ve diğer bölgelerdeki gelişmeler için “dünyaya karşı bir algı operasyonu yürütüldüğü”nü ifade eden konuşmaları IŞİD, PYD ve Esad arasında, hatta belki başka ülkelerin de içinde bulunduğu bir proje şüphesi yarattı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan 2 gün önce Türk Kızılay’ının iftar yemeğinde yaptığı konuşmada da “Türkiye’yi yanı başında olup biten olayların dışında kalmaya zorlayarak bölgenin demografisini değiştirme operasyonunu tamamlamak istiyorlar” dedi.

Türkiye’nin Güneydoğu sınırında Esad, PYD, IŞİD ve ÖSO kontrolünde 4 ayrı bölgenin oluşması, IŞİD’in neredeyse Hatay’dan Halep’e açılan Cilvegözü kapısını ve Öncüpınar’ı ele geçirme tehlikesi Ankara’yı haklı olarak telaşlandırdı.

Savaş ihtimali!

Erdoğan’ın “Tüm dünyaya sesleniyorum, bedeli ne olursa olsun Güney’imizde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz” demesi haklı bir çıkış olmakla birlikte gerçekçi değildir.

Bunun gerçekleşmesini bir “güvenlik tehdidi” olarak görmekte haksız değiller ama TSK’nın şu anda yapılacak bir askeri müdahalenin çok riskli olacağı öngörüsü de doğrudur.

Türkiye dış politikası son yıllara kadar deneyimli diplomatların görüşleri alınarak ve daha dikkatle yürütülürken uzunca bir süredir bilimsel görüşler ve deneyimler dikkate alınmadığı için arka arkaya hatalar yapıldı.

Bu hatalarla ülke “Suriye krizi”nin içinde yer aldı. Suriye’de savaşan örgütlerle birebir muhatap olunması ve Esad karşıtı olanların korunması Türkiye’nin geleceği adına yeni riskler yarattı.

IŞİD Türkiye’de…

Şimdi, Nato üyesi olan Türkiye’nin Suriye’ye açıktan müdahalesi daha da ciddi riskler taşıyor. Ayrıca sınırımızda 4 ayrı bölge varken bunların hangisine müdahale edilecek?

Bunun yanında; dünya çapında uyguladıkları vahşet hatırlanacak olursa günlerdir medyada yer alan “Tel Abyad’dan sığınmacı kılığında Türkiye’ye geçen IŞİD ve diğer cihatçı militanlar” tehlikesi de küçümsenemez.

Suriyeli mülteci sayısı için başlangıçta “100 bin mülteci kırmızı çizgimiz” demişken şimdi 2 milyonun üstünde sığınmacı almış durumdayız. Batı arkamızı sıvazlasa da bu altından kalkılacak bir yük değil…

Özetlersek; Hükümet acilen dış politikasını değiştirmek ve savaşsız bir çözüm üretmek zorundadır!

Yazının devamı...

Terör ve koalisyon!

IŞİD denilen azılı terör örgütü iki gün içinde Kobani, Fransa, Tunus ve Kuveyt’te yaptığı saldırılarda yüzlerce kişinin ölümüne neden oldu.

AB ülkelerinin ve Birleşmiş Milletler’in “Türkiye Ortadoğu’daki terör örgütlerine ve IŞİD’e yardım ediyor” şeklinde süren tepkileri bu olaylarda Türkiye’yle ilgili tartışmanın yeniden gündeme gelmesi sonucunu yaratacaktır.

Batı uzunca süredir terör örgütlerinin Türkiye üzerinden geçiş yaptıklarını, büyük gruplar halinde Türkiye’ye geldiklerini tartışıyor.

HDP Genel Başkanı Demirtaş “IŞİD militanları Türkiye’den rahatlıkla geçiyor. Ak Parti Hükümeti IŞİD yanlısı görüntüden vazgeçmeli. Umarız Türkiye IŞİD’e yardımı kesmiştir” dedi.

Sıtmaya razı olmak…

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise “masum sivillere yönelik saldırıyı lanetlediğini” söylerken “Türkiye’yi terörle aynı çizgide göstermek kimsenin haddi değildir” dedi.

Burada kast ettiğinin Demirtaş mı, AB ve BM mi olduğu belli değil, zira diğer ülkeler de uzun zamandır Hükümete bu konuda uyarı yapmaktalar. Erdoğan’ın konuşmasında “Bölgede ölümü gösterip sıtmaya razı etme stratejisi güdülüyor” cümlesi dikkat çekicidir.

Burada “PYD kontrolünde olacak bir bölgenin Suriye ve diğer ülkeler için çok daha güvenli olacağı” mesajının dünyaya verilmek istendiğini mi anlatıyor? IŞİD’in bu eylemleri bazı örgüt ve ülkelerin ortak planıyla yaptığını mı ima ediyor?

“Çözüm”le bağlantısı

Erdoğan’ın bu sözüyle Başbakan Davutoğlu’nun daha önce yaptığı “IŞİD-Esad ve PYD anlaşmışlar, o bölgeyi paylaşacaklar” açıklaması bağlantılı mı, Hükümet’in bildiği ama açıkça ifade etmediği gerçekler mi var, varsa halk da bilmeli değil mi?

Türkiye bunların hepsini anlamak zorundadır çünkü son haftalarda sınır bölgelerimizdeki tüm gelişmeler hatta IŞİD’in eylemleri bu açıklamalar ışığında “çözüm süreciyle” de yakından bağlantılıdır.

Bu olaylara “koalisyon süreci” nedeniyle yeterince eğilmemek yakın gelecekte büyük sorunlar yaratabilir. Hele de iki gün içinde birçok ülkedeki ciddi terör olayları görüldükten sonra!

Güven sorunu!

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu VATAN Ankara temsilcisi Murat Çelik’e yaptığı açıklamada “AKP-CHP koalisyonuna hala ihtimal vermediğini” söyledi ve bunun nedenini “iki parti arasında ciddi bir güven sorunu olmasına” bağladı.

Dış politikadan eğitim sistemine, bürokratik yapının tepeden tırnağa değişmesi gerektiğine, AKP’nin şimdiden verdiği sözleri tutmadığına kadar bir çok konuyu buna neden olarak gösteriyor.

“Koalisyon ortağı olsak ve yolsuzluk dosyası gelse biz kapatılmasını istemeyiz, karşı taraftan da aynı tavrı bekleriz” diyor. AKP-CHP koalisyonu olur mu, olmaz mı bunu zaman gösterecek.

Diğer tarafta MHP koalisyon için olmazsa olmaz şartlarını iyice hafifletmiş, “Biz ana muhalefet olmak istiyoruz” söyleminden vazgeçmiş görünüyor.

Bakalım hangi parti ülke adına daha çok özveri gösterebilecek, herkes bekliyor. Ekonomi dahil!

Yazının devamı...

Temiz toplum temiz siyaset!

Yüzde 60 oy bloku içindeki partilerin üçü de “yolsuzluk” konusu üzerinde duruyorlar.

Seçim öncesi söylemlerinde de bu vardı, sonrasında da var. Haklı olarak 17-25 Aralık yolsuzluk iddialarının Meclis’te tek partinin oy çoğunluğuyla aklanmış olmasını kabul etmiyorlar. Bugüne kadar siyasi yolsuzluklar olmuştur ama duyulduğu zaman hangi partiyle ilgiliyse o parti bunun hesabını vermek zorunda kalmıştır.

Ak Parti “17 Aralık” konusunu adeta kendine hakaret gibi algılıyor ve hiç değinmiyor, oysa temiz toplum, temiz siyaset ancak bu olayların yargıda açığa çıkmasıyla mümkün olabilir. Tarihte rastlanabilecek en büyük yolsuzlukları yargıya göndermeyerek aklayan bir ülkenin geleceği olmadığı gibi dünyanın gözünde de “kötü örnek”lerle birlikte anılması kaçınılmazdır.

150 TL için 3.5 yıl

Birkaç gün önce çıkan bir haber şöyle diyordu;

GSM sektöründe satış şirketi sahibi Yeşim Kaya’ya, üzerine kayıtlı bir hatta “başkasına ait kredi kartından 150 TL’lik kontör yüklediği için” dava açıldı ve 3 yıl 4 ay hapse çarptırılarak cezaevine kondu.

Eğer 150 TL’nin söz konusu olduğu bir davada bu ceza veriliyorsa, milyonlarca doların söz konusu olduğu yolsuzluklara da hak ettiği ceza verilmelidir.

Diğer tarafta ekonomi “koalisyon kararının beklendiği” bir duraklama dönemine girdi, hayat pahalılığı arttı ama çözüm yolunda adım atılamıyor. İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özince’nin “Burjuva denen kesimdeyim ama benim bile satın alma gücüm azaldı” sözleri herhalde burjuva olmayan kesimin ne durumda olduğunu yeterince açıklıyordur.

Akp-chp ve mhp

Erdoğan’la yaptığı görüşme nedeniyle Kılıçdaroğlu’nu kızdırdığı bilinen Baykal’ın “Meclis başkanlığına aday” gösterilmesi koalisyon çözümünün başlangıcı olabilir. Çünkü bir yandan “Erdoğan’ın AKP-CHP koalisyonuna sıcak bakmaya başladığı” söylenirken diğer tarafta Deniz Baykal iki parti arasında bir uzlaşmayı “bu görüşme nedeniyle” daha kolay sağlayabilir.

Bu konudaki soruya MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural dün “AKP ve CHP arasında başlayan diyalogun devam ettiği görülüyor. Biz de bunun olmasını zaten ifade etmiştik” cevabını verdi.

Devlet Bahçeli de baştan beri bu koalisyon modelini tercih ettiğini söylüyor. CHP ile MHP’nin yapacağı bir koalisyonu ise HDP’nin desteğini kabul etmediği için istemiyor.

Aynı eksen mi?

Oktay Vural aynı konuşmada; AKP-CHP koalisyonuna HDP’nin destek verecek olmasını “CHP’nin kendini HDP ile aynı eksende bütünleştirmesi”olarak tanımladı. Oysa bu tür yorumlara başlandığında maalesef olası tüm koalisyon ihtimalleri kolayca ortadan kalkıyor.

Aslına bakarsanız, CHP’nin veya MHP’nin AKP ile koalisyon kurması “yolsuzluk, çözüm süreci ve diğer sorunlar”ın masaya yatırılıp hukukun sağlanmasına engel değildir.

Ufukta bir koalisyonun umudu bile halkın moraline ve piyasalara olumlu etki yapacaktır, umalım da gerçekleşsin!

Yazının devamı...

Kim sorumlu olacak?

Seçimden sonraki üçüncü haftada hala “erken seçim zorunlu olacak” noktasındayız, bir adım ilerleme kaydedilmedi.

Koalisyon konusunda ilk günkü çözümsüz tablo sürüyor.

Dün CHP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Bekaroğlu “Bahçeli’nin tutumu toplam yüzde 60 oy almış üç partinin koalisyon yapmasını imkansız hale getiriyor. Bundan sonra AKP koalisyonları kalıyor. Şimdiye kadar ‘şu koalisyon kuruluyor’ denecek bir tablo çıkmadı” dedi.

Dil uymadı!

Kulislerde gerçekleşeceğine büyük olasılıkla bakılan AKP-MHP koalisyonunun ise; MHP’nin şartlarının tamamı olmadan bir koalisyonun imkansız olduğunu söylemesi, Bahçeli’nin tüm kapıları kapatması nedeniyle olamayacağı ortada…

Bahçeli’nin katı ilkeler ve şartlar dışında CHP ve AKP’ye karşı sert üslubu da koalisyon ümitlerini kırıyor. AKP içinde “Doku uydu ama dil uymadı” görüşünün yayıldığı haberler arasında… Aynı haberlerde MHP’nin bu nedenle “erken seçim beklentisi” içine girdiği de var.

Sonuç değişmez

Seçim sonuçlarını en iyi bilen araştırma şirketi Metropoll’ün sahibi Prof. Özer Sencar’ın dün Hürriyet’te yayımlanan (Ahmet Hakan) röportajı da erken seçim ve koalisyonun sonuçları açısından çok doğru bilgiler vermekteydi.

Sencar, tüm partilerin aldıkları oyların analizini net şekilde yaparken “Halkın kafasında bir koalisyon modelinin şu anda olmadığını, ikna edici bir açıklamayla yapılacak bir koalisyonun halkın desteğini alacağını” belirtiyor.

Erken seçimin sonucu değiştirmeyeceğini, insanlara “koalisyon kötüdür” demenin bir anlamı olmayacağını, “iktidarın son dönemdeki icraatlarına bakarak” bir koalisyonu rahatlıkla kabul edeceklerini söylüyor.

Bu arada MHP-AKP koalisyonu olursa AKP’yi destekleyecek tek Kürt kalmayacağını da vurguluyor ki diğer şartları da kabul etmeyeceği belli olan AKP’nin böyle bir koalisyonu da istememesi için yeterli neden olabilir.

Üç parti dikkat etmeli!

Uzun seçim süreci ve arkasından koalisyon süreci ekonomiyi, iç ve dış siyaseti, sosyal şartları olumsuz etkilemektedir. Halk bunun farkında ve olumsuz duygular yayılıyor.

Yüzde 60 oy bloku içindeki üç parti bu olumsuz havanın “çözümsüz tutumlar” nedeniyle kendilerine ağır bir fatura çıkarma ihtimalini göz ardı edemezler.

Ak Parti, CHP ve MHP’nin öne sürdüğü şartların hiçbirini kabule yanaşmamakla “koalisyon ihtimallerini ortadan kaldırma” konusunda diğer partiler kadar sorumluolmakla birlikte erken seçim durumunda bu nokta gözden kaçabilir.

“Bizim hükümetimiz olmazsa bir hükümet kurulamıyor” tezi, yolsuzlukların üstüne gidilmesi, baskıların kalkması, çözüm süreci ve diğer önemli şartları unutturabilir.

Bu nedenle önce bir hükümetin kurulup, sonra hesapların sorulması, şartların tartışılması daha doğru bir çözümdür.

Erken seçim ülkeye de partilere de yarar sağlamaz!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.