Şampiy10
Magazin
Gündem

Geride ne kaldı?

HDP Genel Başkanı Demirtaş ve bir çok siyasetçi, siyaset bilimci sürekli olarak “Devletde istihbarat ve güvenlik zaafı olduğunu” söylüyor. Bu geçmişte de hep söylendi.

Gerekli tüm istihbaratı ve vatandaşların can güvenliğini sağlamak devlet olmanın şartıdır. “Türkiye’yi Ortadoğu bataklığına sokmayalım” diye çırpınanlar bugünlerin geleceğini öngörüp uyarmışlardı. Ve bugün tüm ülke terör tehdidi altındadır.

Başbakan “Ülkenin bölünmesine izin vermeyeceğiz” dedi. Halk düşmanları zaten izin istemiyorlar.

Ekranlarda gözyaşı döken devlet adamları derseniz, o da bu çok tehlikeli süreçte bize yarayacak veya yakışacak son görüntüdür.

Tahmin mi bu?

Şiddet ve terör son haddine Şuruç’ta dayandı, MHP lideri şu tepkiyi verdi:

“Görünen o ki bu günlerden daha zor günler yaşanacak. Bunlarda zerre kadar duygu kalmamış. Her an bir saldırı olabilir!”

“Her an bir saldırı daha bekleneceğini” söyleyen başka liderler de oldu... İnsanlık düşmanları dünyaya insaftan ne kadar uzak olduklarını göstermek istediklerinde toplumları ancak bu kadar tehdit edebilir.

Ortadoğu’da gözlerini Türkiye’ye dikmiş ve bu fırsatı da sonunda yakalamış terör örgütleri her gün cüretini daha ileri götürüyor.

Bu cellatlarda zerre kadar duygu olsaydı, hiç değilse yardım için çalışan masum gençlere zarar vermeye kalkışmazlardı.

Türkiye’de siyasetçiler aydınlıktan hoşlanmıyorlar. Başları her sıkıştığında karartma uyguluyorlar. Son katliamın sebebini bile anlamakta zorluk çektiklerinden ve sansüre, yayın yasağına zor sorular sorulacağı korkusu ile başvurduklarından emin olabilirsiniz.

O nedenle Türk kamuoyu doğru haber alma imkanını Batı medyasından sağlayabiliyor.

Habersiz olmaz

Dünkü İngiliz gazeteleri çetrefilli yorumlar ortaya atmıştı mesela…..

İngiliz gazetesi Times: “Bu durumun Türkiye’nin Güney sınırındaki kaosu zaptetme açısından bir dönüm noktası olduğunu” yazmıştı.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Batılı liderlere “IŞİD’ın yenilgiye uğratılması” yerine “Beşar Esad’ın devrilmesine” öncelik vermeleri için israr ettiğini vurguluyordu.

Gazete ABD Genel Kurmay Başkanı’nın “20 yıl sürebileceğini” söylediği bir mücadeleden söz ediliyor diyordu.

Bir başka İngiliz gazetesi ise yabancı savaşçıların çoğunun Türkiye üzerinden Suriye’ye geçtiğini, “kasıtlı şekilde tam olarak korunmayan” sınırı kullandığını bildiriyor. Türkiye çok ciddi bir tehlikenin içindedir ve bu noktada “oynak siyasetler” uygulaması batılı müttefiklerini kızdırmıştır.

Batı medyasına yansıyan telkin ve nasihatler ortaya net bir resim koyuyor.

Bu manzaraya ne isim vermeli, önemli değil çünkü gerçek değişmiyor.

“Allah kurtarsın” demekle kurtulamayız. Dikkate değer politika değişikliği acildir ve şarttır!

Yazının devamı...

Vazgeçilmez..

Seçim meydanlarının gerilimi, sonrasında yaşayacağımız gerilimin dozu konusunda uyarıcı olmuştu.

Küfür dozu eskisi kadar ağır değil belki ama yine de herkes ağzına geleni söylüyor.

Ve bunalım her geçen gün daha karmaşık hale geliyor.

Bölge ülkeleri güvensiz ittifaklar kuruyor.

ABD Kongresi Araştırma Merkezi, bu alandaki boşluğun önemsenmesi gerektiğini yazdı geçen gün.

Rapor sanki “Her şeye rağmen yine de Türkiye” tavsiyesi üstüne kurulmuştur.

Türkiye’nin Batı ile bağlar paylaşan kilit önemde bir bölgesel güç olmaya devam ettiğini kayda geçmiştir.

İlişkiler sorunlu ama vazgeçmek yine de göze alınamaz. Mantıkları bunu emrediyor.

Tehlikeli bölünmeler..

Şu tesbit de meselenin farklı boyutunu işaret ediyor;

Mezhepçilik, dünyanın en tehlikeli ittifakının adresini gündeme getiriyor. Tabii eleştiri içeren uyarılar eşliğinde…

Uzmanlar Türk dış politikasının son yıllarda Müslüman Kardeşler peşinde koşan Sünni mezhepçiliğe ve İslamcı romantizme yöneldiğini belirterek ekliyor;

“Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Erdoğan, Davutoğlu’nu başbakan olarak hazırlamasına rağmen önemli politika konularının çoğunda son kararı veren kişi olmayı bırakmak istemiyor.”

Siyaset ve siyasetçi ilkeli olmalı. Türkiye bu değerlerden uzaklaşalı çok zaman oldu.

Unutmamalıyız..

Uluslararası finans ve düşünce kuruluşlarının Türkiye’ye bakarak koyduğu teşhis açıktır;

Türkiye’nin büyük ölçüde iç talep ve aktif inşaat sektörüne dayalı ekonomi modeli tehlike altındadır.

Büyüme 2011’deki yüzde 9’dan 2014’te keskin biçimde yüzde 3’ün altına düşmüş. Tüketici güveni 5 yılın en düşük seviyesine gerilerken işsizlik yüzde 11 ile beş yılın en yüksek seviyesini görmüştür.

Fert başına milli gelir birkaç yıldır 10 bin dolara sıkışıp kalmışken Türk Lirası ağır kayıplara uğramıştır..

Hiç şüphe yok form düşüşünün sebebi baş gösteren istikrarsızlıktır.

Siyasetçinin feryat figan bağırdığı meydanlardan hayırlı işler çıkmayacağını unutmamalıyız!

NOT: Bir hafta tatil yapma hevesi kursağımda kaldı. Terör saldırısının hedefi yapılan bir ülkenin gazetecisi değil eğlenceyi, dinlenmeyi bile içine sindiremez.

Tatili erteliyorum. (G.M.)

Yazının devamı...

Teröre ‘doğru teşhis’ şart!

Sınır ötesine ve Türkiye’ye yayılan bir kaç örgüt terör yoluyla büyük kitlelere hükmedebiliyorsa yazıklar olsun!

Yetmiş sekiz milyonluk koca TC devleti bir avuç eli kanlı caninin yarattığı cehennemin esiri konumuna düşmüştür, bu kabul edilir bir durum değildir.

Ne kadar yansak, yakınsak yeridir ama bu haklılık bizi mağdur konumuna sokmaz; çaresiz sınıfına sokar.

Verilen bilgiye göre sınırlarımızdan geçmiş olan çok sayıda tehlikeli militandan bir grup Güneydoğu sınırımızı cehenneme çevirdi.

Topladıkları yardımları Kobaniye götürmek için Suruç’ta buluşan 300 dolayında SGDF üyesi genç, canlı bomba saldırısına hedef oldu.

Sorumlusu kim?

Gençlerin 32’si hayatını yitirirken 100’e yakını çoğu ağır olmak üzere yaralandı.

Nefret yaratan saldırı, yurtta ve dünyada yankılar uyandırdı.

Bu saldırıya ve devam edeceği izlenimi veren eylemlere doğru teşhisi koymak ve bundan sonra olacakları önlemek hükümetin ve Meclis’in görevidir. Amaçları sadece Türkiyeyi de Suriye’dekine benzer bir kaos havasına sokmaktır. Yaratılan panik ve karmaşa ortamı terör örgütlerine bölgede söz sahibi olma şansını vermeye devam ettikçe terörün kazandırdığı kanunsuz kazançlardan beslenen bir çok örgüt Ortadoğu ve Türkiye sofrasından uzak kalmayacaktır.

Dünkü olayın şoku yaşanırken parti liderlerinden kitlesel bir telin bildirgesi yayınlama konusunda çağrı yapıldı. Tabii bu da tartışma yarattı. Bununla birlikte Türkiye’nin teröre karşı alacağı topluca tutum anlamlı eylemlerle bütünleşirse beklenen yararı aşma kabiliyeti de kazanabilir.

Meclis toplanmalı!

Felaketler karşısında alışkanlık haline gelmiş davranışımız kabahatin üstünü örtmektedir.

Demirtaş parlemento’nun “çözüm süreci ve IŞİD tehlikesini görüşmek üzere” toplanması gerektiğini söyledi.

“IŞİD elini kolunu sallayarak eylem yapsın istiyorsunuz” suçlamasında bulundu. Söyledikleri, benzer eylemler yapan PKK terör örgütü için de geçerlidir.

İstihbarat eksiği ve sınır güvenliği konusundaki yetmezlik Türkiye gibi köklü bir devlete yakışmıyor. Teröre karşı dayanışma şarttır ama öncelikle Hükümet iç ve dış politikasını acilen gözden geçirmelidir. Türkiye teröre bir kez daha ve farklı örgütlerle bulaşırsa bunun eskisinden de kötü bir gelecek yaratacağını unutmayalım!

Yazının devamı...

HDP’nin terörle sınavı!

Seçim sonrası tam koalisyon için görüşmeler başlayacakken birden PKK- KCK açıklaması duyuldu.

Bu açıklamada “çözüm süreci bitti, savaşa hazırlanıyoruz” diyordu ama zaten o süreçte de vur-kaç saldırılar hep sürmüştü.

Açıklamanın arkasından saldırılar arttı. Ardahan’ın Göle ilçesinde, aynı gün Ağrı’da PKK askerle çatışmalar çıkardı.

Arkasından polise kalaşnikoflu saldırı düzenlediği haberi çıktı. Önceki gün ise “Molotoflu, bombalı, silahlı saldırı yapılacağı” ihbarı üzerine PKK-KCK’lı 5 şüpheli yakalandı.

Akşam saatlerinde Ağrı Doğu Beyazıt’da devriye görevi yapan askerlere PKK tarafından uzun namlulu silahlarla ateş açıldı. Görülen o ki PKK “kendi planları ve kurulacak hükümet”le ilgili bir mesaj vermeye çalışıyor…

Bu mesaj ne?

Koalisyon sürecinde CHP ve MHP ile ilgili tablo, şartları ve ihtimaller baştan beri oldukça açık ve şeffaftı. Bu süreçte çelişkili söylemler ve eylemlerle bağlantılı parti ise HDP oldu.

Demirtaş’ın ve diğer HDP’lilerin “barış, demokrasi, hukuk, silahların bırakılması” gibi konulardaki söylemleri seçimde onlara emanet oylar sağladı ki bunu onlar da biliyor. Bu nedenle seçmene, halka karşı borçlular ve bu borca sadık kalacaklarını da belirttiler.

12 Nisan’da Ağrı Diyadin’de 50 kişilik PKK grubunun askere saldırması ve 4 askerin yaralanmasından sonra Demirtaş “İhbar geldiğinde bize haber verselerdi PKK’yı durdururduk, devlet daha önce yardım istediğinde bunu yaptık, saldırıyı önledik” demişti.

Demek ki istediğinde PKK saldırılarını önleyecek gücü var.

Seçim sonrası “Öcalan silah bırakma çağrısı yapmak için bekliyor” demişti, demek ki Öcalan’la görüşme kopuk değil ve “biz HDP olarak istesek de silah bıraktıramayız” sözü de tümüyle doğru değil.

Demirtaş şimdi “Biz AKP’ye benzemeyiz, hiç kimse bizim adımıza karar alamaz” dedi ama KCK’nın “Anayasa değiştirilmeden HDP bir koalisyona giremez ve destek veremez” açıklamasını unutturması zordur.

Acaba hızlanan saldırıların mesajı “olası bir koalisyonu önceden baltalamak” olabilir mi?

AKP-HDP ihtimali!

Veya istikrarsızlığa yol açarak Güneydoğu bölgesinin karışması, kaosun ülke çapına yayılması?

PKK’nın planlarını biz bilmiyoruz ama şüphesiz ki “çözüm süreci kaldığı yerden değil, daha ileri aşamadan derhal başlamalı” diyen Selahattin Demirtaş biliyor.

Demirtaş “Türkiye’yi Ortadoğu’daki yangınlardan ancak çözüm süreci korur” sözündeki “çözüm”ün ne olduğunu, terörün durması için ne istediklerini, Dolmabahçe mutabakatında son aşamada olduğu bildirilen çözümün neden bozulduğunu” açıklamalıdır.

Aynı şekilde Hükümet kanadının da verilen sözlere ve aradaki ilişkiye şeffaflık getirmesi gerekiyor. CHP ve MHP dışında,HDP’yi de yok sayamayacağını söylemek ama “onunla koalisyon istemediklerini” belirtmek ciddi çelişkidir.

AKP-HDP koalisyonu neden olamaz, topluma anlatılmalıdır!

Sevgili okurlarım, hepinizin mübarek Ramazan Bayramı’nı kutluyorum, hayırlı olsun!

Yazının devamı...

Terörün mazereti yok!

İnsan hayatına saldırmanın hiçbir bahanesi olamaz.

Ve “kendilerine karşı yapıldığına inanılan yanlışlar”a duyulacak hiçbir tepki, masum insanların hayatına yönelen alçakça baskı ve saldırıları meşru hale getiremez.

Terörü bitirme amaçlı çözüm sürecini “sil baştan” macerasına feda etmemek gerekiyor.

Bunu yapabilmek, insan hayatına verdiğimiz önemi gerçek bir olgu katına yükseltir.Yaşadığımız çağda “kahraman” sıfatına en çok terörle savaşında başarı kazanmış profesyoneller lâyık görülüyor!

Şu anda ayrılıkçı teröre hizmet eden silâhlı birine “şikâyetin ne?” diye sorsak elbette kendine göre bazı nedenler sayacaktır.

Ama sayacağı eksikler, Türkiye’de yarım yüzyıldır kana, kurbana doymayan örgütlü şiddeti mazur gösterebilir mi?

Güvence altında...

Unutmamak gerekir: Türkiye’de insan hakları çok hızlı evrim geçirmiştir. Halâ da durmuyor.

Hak ve özgürlüklerde atılan her adım, PKK’nın uyguladığı terörü daha insanlık dışı bir noktaya itiyor.

Bölgemizdeki ülkelerin çoğu Kürt azınlıklar barındırıyor. Bu etnik azınlıkların, insan onuruna saygılı tek yaşamı Türkiye’de, bu ülkede güvence altında gördüğüne şüphe yoktur.

Davutoğlu HDP ile görüşmesinde, öne sürülen “Barış, demokrasi, adalet” ilkeleri konusunda “Barış söz konusu ise kimse silahla barışı tehdit edemez. Silahlı grupların Türkiye içindeki varlığı çelişki teşkil eder” dedi.

Bu doğrudur, barışla terörü hiç kimse yan yana telaffuz edemez. O nedenle Demirtaş’ın PKK’ya yaptığı çağrı yetersiz ve inandırıcılıktan uzak görünüyor.

Aynı şekilde HDP heyetinin imralı’ya ziyaretlerinin neden kesilmiş olduğu konusunda soru işaretleri var.

Küresel gücün rolü!

Demokrasinin sağladığı hak ve imkânlar yok farzedilerek gösterilen her tepki, demokrasi adına inkârcılıktır.

Türkiye’yi yönetenlerin zorlukları artacaktır yeni dönemde.

Viyana’da üç hafta süren müzakereler sonunda nükleer anlaşma imzalandı ve böylelikle İran, bölgede sahip olduğu ağırlığı kullanma hakkını, imkânını tekrar geri aldı.

Siyaset eskisi kadar kolay olmayacak artık. Nükleer anlaşmasının, kısıtlamalardan kurtulacak olan İran ekonomisine yılda 110 milyar dolar katkı sağlayacağını söylüyorlar. Bölgeye güçlü bir oyuncu katılıyor.

İran’ı yola getiren küresel güç istese “Müttefik Türkiye”yi terörün tehdidinden kurtaracak beceriyi gösteremez miydi?

Ankara “koalisyon mu, erken seçim mi” falları açarak çıkış arıyor.

Bu çıkışı bir an önce bulması ve ülkedeki “terör örgütleri” tehlikesine eğilmesi öncelikli görevdir!

Yazının devamı...

Bir mucize ne iyi olur!

Türkiye’nin gündemini izlemek yorucu olduğu gibi bir anda yüzlerce soru işaretini de beraberinde getiriyor.

Anlaşılmayan ama öylece üstü örtülen olaylar, akıl sır ermeyen güç odakları, korumaya alınmış şaibeli isimler ve tabii tehditler…

Mesela son günlerde dev yatından yanında duran teknenin fotoğrafını çekerek yandaş gazetelere servis ettiren ve “oruç tutmuyorlardı, içki bardağı vardı” gibi haberler çıkarttıran Reza Zarrab…

Bir zamanlar ortağı olduğu söylenen kişi İran’da yolsuzlukları nedeniyle ağır ceza istemiyle yargılanıyor. Kendisi ise “Türkiye’de Cumhuriyet tarihinin en büyük siyasi rüşvet-yolsuzluk skandalını başlatan ve yürüten kişi” olarak Meclis’te yargıdan kurtarılıyor.

Hem suçlu, hem güçlü

Bitmiyor; iki bakan tarafından ödül veriliyor ve hala dev teknesiyle özgürce gezinip bir de namuslu vatandaşları gözetleyerek insanların “kendi ülkesinde özgürlüğüne baskı” uyguluyor.

İşlediği suçların cezasız kaldığını görmenin, hesap sorulamamasının verdiği cesaretle Boğaz’da aldığı yalılara açıkça kaçak katlar, asansörler çıkıyor. “Hem suçlu, hem güçlü” deyimi sanki onun için icat edilmiş gibi!

Başbakan Davutoğlu’nun CHP ve MHP ile koalisyon arayışları “siyasi ahlak yasası” konusunda zorlaşabilir.

Zira CHP de, MHP de önce bu yasanın çıkarılmasını isterken onunla bağlantılı olarak ve halka verdikleri sözün de gereği olarak Reza Zarrab ile 17 Aralık iddialarında adı geçenlerin yargıya gönderilmesini de er ya da geç isteyeceklerdir.

Siyasetin “zenginleşme aracı olmamasını” sağlamak her demokrasi, her hukuk devleti için zorunludur. Hatta “vergi denetimlerini siyasi silah gibi kullanma” eylemi de bu yasa içine alınmalıdır.

Tartışmaya açmak

Başbakan Davutoğlu “Cumhurbaşkanı’nın sınırlarını aşması” konusunu tartıştırmayacağını söylüyor.

Aynı anda Cumhurbaşkanı da “farklı bir cumhurbaşkanı olacağım demiştim, bundan sonra da öyle olacağım” diyerek sınırları her zaman aşabileceği mesajını veriyor.

Mesela bir koalisyon hükümeti eğer gereksiz görüyorsa, israf sayılacağını ve doğaya zarar vereceğini düşünüyorsa daha önceki hükümet dönemindeki bazı projeleri en azından bir süreliğine durdurabilir.

Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan şimdiden “3. Köprü, 3. Havalimanı ve diğer büyük projeleri rafa kaldıracak bir koalisyon görüşmesi yapan karşısında beni bulur” diyor.

Başbakan Davutoğlu’nun ve diğer genel başkanların işi bundan daha zor olabilir miydi?

Kılıçdaroğlu’nun “dönüşümlü başbakanlık” teklifine bile karşı çıkarak nasıl bir uzlaşma sağlanabilir; hiç kimse bilmiyor. Ülkeyi seçime sürüklenmekten kurtaracak bir mucizeye ne kadar muhtacız, tahmin edemezsiniz!

Yazının devamı...

Dürüst siyaset zamanı!

Başbakan Davutoğlu dün koalisyon hükümeti için partilerle görüşmelerini CHP Genel Merkezi’nde Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nu ziyaret ederek başlattı.

Görüşme sonrası yaptığı açıklamada; 7 Haziran balkon konuşmasında “Milli iradeye saygıyı tartışmayacaklarını, çıkan tabloyu doğru okuyacaklarını” belirttiğini ve Türkiye’yi hükümetsiz bırakmamak için ellerinden geleni yapacaklarını söyledi.

“Güçlü ve sağlam bir hükümet kurulması gerektiğini ifade ettim…CHP ve MHP ile yakınlığımız aynı” dedi.

Bunların hepsi güzel açıklamalar ama önemli olan, gelişmelerdeki samimiyet derecesi..

Çelişkili konuşmalar!

Örneğin, bir yandan uzlaşma görüntüsü verir ve milli iradeye saygıdan söz ederken diğer tarafta uzlaşma yolları baştan tıkanıyorsa dürüst siyasetten söz edilemez.

Başbakan Davutoğlu koalisyon görüşmelerine başlayacağını açıkladığı sırada HDP Gaziantep Milletvekili Celal Doğan “Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüştüğünü, onun ‘tabanımız MHP’ye daha yakın’. Onunla kurulur, ‘seçim hükümeti’ olur” dediğini bildirdi.

Doğan’ın sözleri bir koalisyon hükümeti uzun uğraşılarla çıksa bile “erken seçim”den vazgeçilmeyeceğini ifade etmiyor mu?

Kurulsa bile “seçim hükümeti” olacağını bilerek hangi parti koalisyon yapmak ister?

Sağduyu ve önyargı!

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu halkın siyasetçilerden duymak istediği uzlaşmacı ama sorunların temeline inen talepleri dile getirdiği konuşmalarıyla koalisyon için uygun zemini veriyor.

“Duygularımızla değil, sağduyumuzla hareket etmeliyiz. Kendimizi değil, halkımızı düşünmeliyiz. Devlet önyargıyla yürütülmez, akılla mantıkla yürütülür. Bir sonraki seçime değil, bugüne göre çalışmalıyız” sözleri özveriye hazır olduklarının işareti ve aynı zamanda koalisyon görüşmelerinde “samimiyetin önemini” vurguluyor.

CHP’nin “koalisyon ilkeleri” de hukukun üstünlüğünün sağlanmasından siyasi ahlak yasasına kadar zaten ülke adına “olmazsa olmaz”ları istediğine göre uzlaşmamak için neden yok.

Cumhuriyet’in dün verdiği bir haber eski Cumhurbaşkanı Gül’ün “Bir AKP-CHP koalisyonu istediğini” ifade ediyordu. Bunun nedeni şüphesiz ki “daha uzlaşmacı bir yaklaşımda olan partiyle koalisyonun daha uzun ömürlü olma ihtimali”dir.

Ama bir tarafta “erken seçim” baskısı Demokles’in kılıcı gibi dururken sağlıklı bir çözüm çıkması mümkün mü?

HDP, PKK, KCK

Güneydoğu’da PKK terörü sürüyor. Ardahan’daki saldırıda 1 kişi hayatını kaybetti, 2 kişi yaralandı.

Bir süredir PKK köylüleri askere karşı canlı kalkan olmaya zorluyordu, bu Ağrı’da gerçekleşti. Köylülere engel olmak isteyen askerlere PKK ateş açtı, halk arada kaldı.

PKK bir süre önce baraj ve yol yapımları bahanesiyle “çözüm sürecinin bittiğini, savaşacaklarını” açıklamıştı ve bunu uygulamaya koydu. HDP’nin ve Öcalan’ın bu konuda bir açıklaması duyulmuyor.

Koalisyon görüşmelerinde çözüm süreci tartışılmadan önce Hükümet bu konuyu aydınlatmak zorundadır. Çelişkiler açıklığa kavuşmadan uzlaşmaya varmak mümkün değildir!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.