Şampiy10
Magazin
Gündem

İDO özelleştirilmese biletler yüzde 40 zamlıydı

İDO’ya gelen eleştirilerin hedefindeki isim Hamdi Akın, aşırı fiyatlama algısının yanlış olduğunu belirterek, “Biz satın almayı yaptığımızda dolar 1.50 TL iken 1.80’lere çıktı. Daha önemlisi EPDK, gemilerde kırsal motorin kullanımını yasakladı. Eurodizel yakıt 68 milyon lira yıllık ekstra maliyet çıkardı” dedi.

İDO bu yaz çok eleştirildi. Algı, İDO’da bilet fiyatlarının özelleştirme sonrasında uçuşa geçtiği yönünde. Eleştirilerin odağındaki isim ise Hamdi Akın. Oysa Akın, İDO’yu alan konsorsiyumun dört ortağından sadece biri. Ancak, sosyal medya başta olmak üzere İDO’ya gelen eleştirilerde boy hedefi.

Akın, özelleştirme sonrası bazı hatalar yapılmış olsa da terminaller başta olmak üzere olumluya dönen uygulamaların da görülmesini istiyor. Aşırı fiyatlama ile ilgili eleştirilere kesinlikle katılmadığını belirtiyor. Özelleştirme olmasa bilet fiyatlarının şu an yüzde 40 daha pahalı olacağını iddia eden Akın, şöyle konuşuyor: “Biz satın almayı yaptığımızda dolar kuru 1.50’lerdeydi. Şimdi 1.80’lerde. Daha önemlisi gemiler özelleştirme öncesi kırsal motorin kullanırken EPDK bizden eurodizele geçmemizi istedi. Bu geçişin bize yıllık maliyeti ekstradan 68 milyon lira oldu. Bu maliyet artışları İDO kamuda kalsaydı yüzde 40 zam demekti. Oysa biz ne yapmışız? 22 liralık yolcu biletini sadece yüzde 9 zamla 24 liraya çıkarmışız.”

İDO’nun dümeninde ehil kaptanlar var

Hamdi Akın, İDO’da dümene geçeceği yolundaki ifadenin doğru olmadığını, sözlerinin yanlış anlaşıldığını söyledi. Akın şöyle devam etti:

“İDO’ya yönelik eleştiriler benim üzerimden kişiselleştirildi. Bu yüzden bir sorumluluğumun ortaya çıktığını ve bunu yerine getireceğimi ifade ettim. Yoksa mevcut yönetim son derece başarılı. Hepsi olağanüstü çaba gösteriyor. Bir dost masasında şaka yollu söylediğim sözler yanlış anlaşılmasın.”

Bu arada bir hatırlatma, İDO’da hissedarlık yapısı değişse de eski yöneticiler görevlerinin başında kaldı. İDO Genel Müdürü Ahmet Paksoy ve yardımcıları aynen göreve devam ediyor. Yani İDO’nun ortaklardan tamamen bağımsız deneyimli bir yönetimi var.

Yazının devamı...

Türkiye’de pek yakışık almaz ama adam doğrusunu yapmış

Dünyanın en zengin 40’ıncı kişisi. Cebinde cash 1.2 milyar doları var. Ama o varyemezlik yapıp, 5.9 milyon dolara satın aldığı ev için 30 yıllık mortgage kredisi kullanmayı tercih etti. Facebook’un yaratıcısı Mark Zuckerberg’in bu tercihini Türkiye’nin önde gelen işadamlarına hatırlatıp ‘Siz de kredi kullanır mıydınız’ diye sordum. Cevaplar hayli ilginç oldu...

Fortune 500 listesinin zirvesinde yer alan şirketlerin yöneticilerinin biraraya geldiği yemekteyiz. Mutlu Dergi Grubu adına Nüket Mutlu ve Fortune Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ali Ağaoğlu’nun ev sahipliğinde Sunset Restaurant’ta gerçekleşen yemekte, oturduğum masa çok renkli.

Hemen yanımda Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen var. Onun yanında Turkcell CEO’su Süreyya Ciliv oturuyor. Tekfen İnşaat Genel Müdürü Ümit Özdemir, Süreyya Ciliv ile TEB Genel Müdürü Varol Civil’in arasında. Civil’in diğer yanında müteahhit Ali Ağaoğlu var. Ağaoğlu’nun yanında ise Akfen Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın oturuyor. Akın’ın yanında yine ev sahibi pozisyonunda Zafer Mutlu. Zafer Mutlu ile benim aramda ise Teknosa Genel Müdürü Mehmet Nane yer alıyor.

Muhabbet sıkı. Bir ara, hazır masada bankacı kökenliler ağırlıktayken Varyemez Abi Mark Zuckerberg’in yaptığı finansal dahilik tercihine getiriyorum sözü...

-Şirketini 100 milyar dolar gibi bir piyasa değeri üzerinden halka açtı. 15.7 milyar dolarlık bir servetin sahibi oldu. Sadece halka arz ile cebine 1.2 milyar dolar cash girdi. Ancak o gitti 5 milyon 950 bin dolar değerindeki bir evi 30 yıllık mortgage kredisi ile almayı tercih etti. Siz cebinizde cash 1.2 milyar dolar varken 6 milyon dolarlık ev için 30 yıllık kredi kullanmaya tenezzül eder miydiniz?

Müteahhit Ali Ağaoğlu ilk yanıtı veren kişi oldu:

-Türkiye’de cebinde bu kadar parası olan bir adamın kredi ile ev almasını ayıplarlar. Bizim kültürümüzde yok ancak adamların kültüründe bu var. Ben şahsen yapmazdım. Bu kadar param varsa evi peşin alırdım. Belki indirim de yaparlardı...

Ergun Özen bankacı olduğunu, bana yönelttiği detay soruları ile hissettirdi önce:

-Yüzde kaç faizle almış krediyi?

-Yıllık yüzde 1.05’le almış. Oysa ABD’de 30 yıllık mortgage faizleri yüzde 3.5’ler seviyesinde. ABD 30 yıllık tahvilinin bile faizi yüzde 2.52.

-Çok iyi fiyat bulmuş yahu

-Alırmıydınız bu şartlarda krediyi?

-Düşünmeden alırdım. Serveti ne kadardı bu adamın 15 milyar dolar mı. Ancak böyle hareketlerle bu servet 30 milyar dolara çıkar.

Varol Ciliv, Süreyya Ciliv ve Mehmet Nane de kesinlikle kredi kullanmaktan çekinmeyeceklerini söylediler.

En güzel yorumu ise almaktan satmaktan korkmayan, bir şey satın alırken de sürekli bankaların kapısını çalan adam Hamdi Akın yaptı:

-Ben zaten özkaynak nedir bilmediğim için benim kredi kullanmaktan başka şansım yok, tabii ki o krediyi alırdım, havada kapardım.



İDO’da dümene geçiyorum

İDO’da yapılan özelleştirme ihalesini 861 milyon dolarlık fiyatla Tepe-Akfen-Souter-Sera ortak girişim grubu kazanmış ve şirketi devralmıştı. Ancak yaz tatilleri başlayıp Bodrum başta olmak üzere tatile gidenler Yenikapı-Bandırma hattını kullanınca şikayetler arttı. Şikayetlerin temelinde zamlanan bilet fiyatları vardı. Tatilciler arabadan ayrı sürücüden ayrı ücret alınmasına da isyan ediyordu. Eleştiri oklarının yöneldiği isim ise tabii ki Hamdi Akın oluyordu.

‘Benim bir günahım yok’ dedi ve nedenini de şöyle izah etti:

-Özelleştirme sonrası bir karar aldık ve IDO’nun işletmesini Tepe grubu yapsın dedik. Ne biz ne Souter Grubu ne de Sani Şener işin içine girmedik. Tepe Grubu da Ankara’dan yöneticiler getirmiş. Belki gelen yöneticiler deniz görmediklerinden mi nedir evet biraz aksaklıklar oldu. Eleştiri okları da bana yöneldi. Ancak şimdi biraz işin içine girerek durumu kontrol altına almaya çalışacağım. İşe öncelikle web sitesinden başladık. O kadar karmaşıktı ki... Diğer tüm eleştirilen noktaları, ücret politikasını, koridor pencere yanı gibi farklı fiyat uygulamalarını da inceliyorum.



CarrefourSA’da yaptığımız bir işaret fişeği atmaktı

Mehmet Nane ile aynı masada olunca sözün önceki gün CarrefourSA’da yaşanan istifalara gelmesi kaçınılmaz oldu.

-Siz, Haluk Dinçer, Faruk Bilen ve Zeynel Korhan Bilek yönetimden istifa ettiniz. Bu istifaları nasıl yorumlamak gerekiyor?

-Biz bir işaret fişeği atmak istedik. Yıllardır CarrefourSA’da yönetimsel sorunlar var. Bu sorunlar şirketin her yıl zarar etmesine neden oluyor. Rakiplerimiz ortalama yüzde 5-6 kar marjlarını yakalarken CarrefourSA zararda. Bunun da sebebinin yönetimsel olduğunu düşünüyoruz. Derdimizi defalarca Fransa’ya anlattık. Ancak talihsizlik midir bilinmez son 5 yılda 4 CEO değişti. Her CEO değişikliği ile bizim konu gündemin arka sıralarına düştü. Adamların önceliği Fransa’daki operasyonu toparlamak olunca, bizi görmediler. Bizim yaptığımız aslında bir işaret fişeği atmak, dikkati buraya çekmekti. Gelin bir an önce bu sorunu çözelim yoksa şirket elden gidiyor mesajıydı.

-Peki bu istifalar sizin satışa daha yakın olduğunuz anlamına mı geliyor?

-Hayır kesinlikle değil. Satışa da alıma da eşit uzaklıktayız. Yeter ki masaya oturalım ve bir neticeye varalım. Çünkü zaman şirketin aleyhine işliyor.



Ali Ağaoğlu Montenegro’ya HES bakmaya gitmiş

Müteahhit Ali Ağaoğlu haftasonu Montenegro yani Karadağ’da olduğunu söyledi. Tatili işle birleştirmiş.

-Orada ne gibi bir iş peşindesiniz?

-300 MW’lik bir hidroelektrik santral satışa çıkmıştı. Ona bakmaya gittim.

Ağaoğlu 147 MW’lik rüzgar santralini 240 milyon euro’ya Doğan’a sattığında ‘Ağaoğlu enerji işinde agresif büyümeden sözederken küçülüyor’ yorumları yapılmıştı. ‘Anlaşılan enerjiye olan ilginiz devam ediyor’ dedim.

-Tabii ki devam ediyor. Sattığımız rüzgar santrali bizim enerji portföyümüzün yüzde 9’luk bir bölümüydü. Enerjiden çıkmak gibi bir niyetimiz yok, satın alma fırsatlarına sürekli bakıyoruz.



Çağla Kubat: rüzgarı direkt alıyorum PortAlaçatı ile sorunum yok

Alaçatı’da sörfçülerin isyanını dile getirdiğim yazıda Çağla Kubat’ın da adı geçiyordu. Valiliğe şikayet dilekçesi veren ve Port Alaçatı projesi ile yanında inşa edilen marinanın sörfçüler için büyük tehdit oluşturduğunu belirtip şikayetçi olan sörf okulları arasında yer almadığını söyledi. Kubat “Sanırım okullar olarak kurulan birlik adına böyle bir girişim oldu. Teknelerin geçişi ile ilgiliydi. Ancak benim doğrudan bir şikayetim olmadı” dedikten sonra şu açıklamasına yer vermemi rica etti:

‘Port Alaçatı projesi ile ilgili benim ya da okulumun valiliğe verdiği bir şikayet dilekçesi bulunmamaktadır. Okulum konumu itibarıyla rüzgarı direkt almaktadır ve karşıdaki Port Alaçatı evlerinden etkilenmemektedir. Limandan çıkan deniz trafiği de bizim okulun eğitim sahasının içinden geçmemektedir. Haberde ismi geçen Supper Club, Akçakaya Mevkii’nde olan okulumuza karadan 5 km uzaklıktadır. Bu konuda herhangi bir makama hiçbir şikayetim olmamasına rağmen ismimin geçmesinden üzüntü duymaktayım”

Belediye yetkililerinin şikayetçi olanlara karşı her türlü silahıyla saldırıda bulunduğunu biliyorum. Bu yüzden Kubat’a verdiğim sözü yerine getiriyor ve açıklamasına yer veriyorum.

Yazının devamı...

Dünyanın 1 numaralı sörf merkezinin de içine ettik cümlemize hayırlı olsun

Çeşme Alaçatı, konumu, boyu geçmeyen denizi ile dünyanın bir numaralı rüzgar sörfü eğitim alanıydı. Port Alaçatı projesi malesef bu doğa harikası koyu, yavaş yavaş sörf yapılamaz hale getirdi. Aralarında Çağla Kubat, Bora Kozanoğlu gibi medyatik sörfçülerin de bulunduğu Alaçatı aşıkları, Valiliğe bir dilekçe ile başvurdular ve etap etap ilerleyerek koyun rüzgarını allak bullak eden Port Alaçatı projesini şikayet ettiler.

Proje dışarıdan bakınca nefis. Rengarenk evler, evlerin içine kadar girmiş su kanalları ve evin önüne bağlanan tekneler harika bir görüntü veriyor. Ancak gel gör ki bu proje, dünyanın bir numaralı sörf eğitim merkezi olan Alaçatı Koyu’nu perişan etmiş vaziyette.

Sörfçüler üzgün. Üzgün olmakla birlikte kızgın da. Aralarında Çağla Kubat ve Bora Kozanoğlu gibi sörf hocalarının da bulunduğu Alaçatı aşıkları durumu Valiliğe bir dilekçe ile aktardılar, Port Alaçatı inşaatını yapan gruptan şikayetçi oldular.

Bel fıtığı yüzünden çok sevdiğim rüzgar sörfünden uzun süredir uzağım. Ancak yolum ne zaman Çeşme’ye düşse Alaçatı’ya gider uzaktan da olsa denizin üzerinde kelebek gibi uçuşan sörfçüleri izlemekten ayrı bir keyif alırım. Uzun yıllardır arkadaşlık yaptığım sörf okulu sahibi usta sörfçüler de var aralarında. Geçen hafta yolum yine Çeşme’ye düştüğünde Alaçatı’ya uğradım. Sörfçüleri çok kızgın gördüm. Kızgınlıklarının sebebi Port Alaçatı projesi. Dünyanın belki de bir numaralı sörf eğitim merkezi olan koyun artık eski değerinde olmayacağını düşünüyorlar. Rüzgarın kesildiğini, Port Alaçatı’nın marinasına giren çıkan teknelerin de sörfçüler için büyük bir tehlike yarattığını söylüyorlar. Port Alaçatı’nın imar planlarına uymayan genişlemesi de ayrı bir sıkıntı noktası...

Valiliğe şikayet dilekçesi sunmuşlar. Dilekçenin altından Alaçatı’da sörf eğitimi veren 8 okulun yöneticisinin imzası var. Etap etap ilerleyen projenin durdurulmasını istiyorlar. Pek ümitli değiller ancak ellerinden geldiği kadar seslerini duyurmaya kararlılar.

Valiliğe sunulan dilekçede özetle şu noktalara dikkat çekmişler:

- Rüzgarın estiği yönde yapılan konutlar, rüzgarın kalitesini bozdu.

- Girdaplar oluşturmaya başladı ve sörfçülerin tut-bırak dediği bir anafora neden oluyor. Yani rüzgar sizi bir itiyor sonra bırakıyor. Bu da sörfçülerin en istemediği durum.

- Marinadaki tekneler, sörfçüler için tehlike arzediyor.

- Tekneler için şamandıralardan bir yol yapıldı ancak pek çok tekne kurallara uymuyor ve sörfçülerin arasına dalıyor.

- Bu da sörf eğitimi için çocuklarını getiren velilerde tedirginlik yaratıyor. Bu yüzden eğitim verilen çocuk sayısı son 2 senede düştü. Tabii okulların ciroları da...

- Port Alaçatı projesinde olmayan inşaatlar yapılıyor. Örneğin marinanın dibine deniz doldurularak 2 bin metrekarelik alanda Supper Club açıldı. Oysa bu nokta tam da sörf eğitiminin başladığı okulların bulunduğu yerdeydi. Şimdi burada neredeyse 24 saat çılgınca bir müzik var. (Bu arada sörfçüler Supper Club’dan nefret ediyor. Aralarında haberleşiyorlar ve kesinlikle buraya gitmeyip protesto ediyorlar)

Dediğim gibi bu projeye bütün sörfçüler karşı. Tüm okulların yöneticileri imza attı. Pardon tümü değil, bir okulun yöneticisi imza atmadı. O da son 2 yıldır bölgede sörf okulu olan Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç’ın oğlu Burak Kılıç. O işlerinden memnun. Ancak sorarsanız okul onun değil, o sadece sörf okulunda çalışan maaşlı bir eleman...

Üzerinden şaibe hiç eksilmeyen proje

Gelelim Port Alaçatı projesine... Dediğim gibi dışarıdan bakınca muazzam bir proje. İnsanın hayran olmaması elde değil. Cebinde parası olan herkesin burada bir ev hayali kurması doğal. Ancak keşke dünyanın bir numaralı sörf merkezini yok edecek bir genişleme içinde olmasaydı.

Port Alaçatı projesi ile ilgili dedikodular da bitmiyor. Başta Alaçatı Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç olmak üzere pek çok kişi bu projenin de içinde olduğu bazı usulsüzlüklerden dolayı yargılandı hatta hapse bile girip çıktı.

İddialar bir değil iki değil.

Port Alaçatı projesinde Belediye’nin de küçük bir payının olması, burada ortaya bir rant çıkarılmasını da beraberinde getiriyor. Şu ana kadar yaratılan rantın 35 milyon euro’dan fazla olduğu söyleniyor.

Öncelikle usulsüzlükler kıyı kenar çizgisinin yeniden belirlenmesi ile başladı. Koyun şekline göre öyle bir kıyı kenar çizildi ki, bu işten anlayanlara ‘Pes’ dedirtiyor.

SİT koruma alanlarında usulsüzlük dedikoduları almış başını gitmiş vaziyette.

Yargı makamlarına ihbarda bulunuyorum. Lütfen bu projede evi olan SİT üyesinin ve Vali Yardımcısı’nı araştırın. Burada metrekare fiyatları 4 bin 5 bin euro’dan başlıyor.

500-700 bin euro’luk evlerin sahipleri araştırılsın. Hangi SİT Kurulu üyesinin ağabeyinin üzerine bir ev var ona da bakılsın...

Öyle bir proje ki ucu bucağı yok. Alaçatı Turizm Merkezi Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı yapılmış ancak korumaya değil, yayılıp koyu öldürmeye odaklı.

Eğer bölgede arazi sahibiyseniz ve arsanızı bu projeye dahil etmiyorsanız, araziyi kullanma hakkını elinizden alabiliyorlar. Zorluk çıkaranlara ise Belediye’nin her türlü silahı ile saldırıyorlar. Projenin içinde bir balıkçı barınağı kalmıştı. Bunu da marinaya dahil etmek istediler. Kooperatif başkanı direniyordu, koltuğundan oldu...

Burası dünyanın ilk üçünde filan değil, iddia ediyorum bir numaralı sörf merkezi

- Neden mi?

Herşeyden önce istisnasız yılın 365 günü rüzgar var. İkincisi deniz derin değil. Özellikle sörf eğitiminde suyun derinliği önemli. Sörften düşseniz de kuma basıyorsunuz. Bu özellikle çocuklarına sörf eğitimi aldıran veliler için müthiş bir güvence. Ayrıca o kadar korunaklı bir koy ki, baktığınızda karayı görmek de öğrencilere ayrı bir güven sağlıyor. ‘Rüzgar alıp beni açığa götürecek’ tedirginliği yaşamayınca tüm konsantrasyonunuzu eğitime verebiliyorsunuz...

Valiliğe şikayet dilekçesi yazan okul yöneticileri arasında Çağla Kubat ve Bora Kozanoğlu da bulunuyor...

Sörf cenneti cehennem oldu

Bu fotoğraflar bir zamanlar Paradise yani Cennet olarak tanımlanan Alaçatı Koyu’nun ne hale geldiğini en güzel şekilde ortaya koyuyor.

Marina’nın mendireği, sörf yapılan koya hançer gibi girmiş vaziyette. Sözkonusu mendireğin ucu (Yuvarlak içine alınan kısım) sörf okullarının olduğu bölgeyi iyice daralttı. Sadece 500 metrelik bir kıyı boyunca sörf yapılır oldu. Bu da yetmezmiş gibi mendireğin ucuna deniz doldurularak Supper Club inşa edildi. Projede olmayan bu bölüme kimin nasıl izin verdiği bilinmiyor...

Yazının devamı...

Genel Kurul kadük oldu bari şu temettüyü ödeyin

SPK, yönetim kurulu kararı olmaksızın kendisine iletilen bağımsız üye adaylarını tanımayacağını açıkladıktan sonra Turkcell’in Cuma günü yapılacak genel kurulunun bir anlamı kalmadı. Belli ki ortaklar uzlaşamıyor. Artık SPK ve BTK
gibi kamu otoritelerinin devreye girerek Turkcell gibi Türkiye’nin en değerli şirketinin yok olup gitmemesi için yumruğunu masaya vurması gerekiyor.

Turkcell’de ortaklar arasındaki çekişme bir kez daha genel kurulun kadük kalmasına neden oldu. Küçük yatırımcının temettü ödemesi ile ilgili beklentisi de bir kez daha boşa çıktı. Turkcell’de 2011 yılı kârının değil ama 2010 yılı kârının dağıtılması ile ilgili yasal bir engel yok. Eğer Turkcell’in ortakları aralarındaki çekişme bir yana madem küçük yatırımcıyı gözettiklerini iddia ediyorlar, en azından 2010 yılı temettüsünün ödenmesinin yolunu açacak bir girişimde bulunmak zorundalar.

Kavganın bundan sonraki seyri için ise birşey söylemek zor.
Taraflar uzlaşamayınca şirket denetçileri 29 Haziran’da Olağanüstü Genel Kurul kararı almıştı. Ancak genel kurul gündemine yönetim kurulu kararı gerektiren temettü ödemesi ve bağımsız üye seçimi gibi kritik konular alınınca genel kurulun usul yönünden yasalara uygun olmayacağı ortaya çıkmıştı. Nitekim SPK devreye girdi ve şirket yönetim kurulunda oylanmadan kendisine şifahen iletilen bağımsız yönetim kurulu aday listesini değerlendirmeye almayacağını geçen hafta Perşembe günü yayınladığı haftalık bültende kamuoyuna duyurdu.

Bültende yer alan ifadeler aslında Turkcell ortaklarına uyarılar içeriyor ancak taraflar bu uyarıyı dikkate alıyor mu şüpheliyim.

Türkiye’nin bir muz cumhuriyeti olmadığını artık anlamaları lazım.

Turkcell’in yabancı ortakları artık Türk ortak Karamehmet ile çekişmiyorlar, resmen SPK’nın ve BTK’nın sabrını test ediyorlar. Sermaye Piyasası Kurulu, “Adam gibi gidin bağımsız yönetim kurulu aday listesini benim Kurumsal Yönetim İlkelerinin Belirlenmesine Uygulanmasına İlişkin Tebliğ’ime uydurun” diyor. Daha ne kadar açık anlatabilir bilmiyorum.

Bir kez de ben anlatayım. SPK’nın, İMKB şirketlerine getirdiği Kurumsal Yönetim İlkeleri Tebliği’ne göre, aday gösterme komitesinin bağımsız üyelik için aday tekliflerini bir rapora bağlayarak şirketin yönetim kuruluna sunması gerekiyor. Yönetim kurulunun da komite raporu çerçevesinde aday listesini genel kuruldan 45 gün önce SPK’ya göndermesi ve SPK’nın da liste hakkında görüşünü 30 gün içinde şirkete bildirmesi gerekiyor.

Turkcell’de bunların hiçbiri olmadı. SPK ciddiye alınmıyormuş gibi taraflar bağımsız üye adaylarını kafalarına göre bildirdiler. SPK da doğru bir adım atarak “Bu listenin benim gözümde bir hükmü bulunmuyor. Hiçbiri hakkında değerlendirme yapmıyorum, tamamı için olumsuz görüş bildiriyorum” dedi.

SPK ayrıca, SPK’ya yönetim kurulu kararı ile iletilmiş esas sözleşme değişiklik taslağının bulunmaması nedeniyle, şirket denetçileri tarafından değerlendirilmesi talep edilen esas sözleşme tadil tasarılarının değerlendirmeye alınmamasını da kararlaştırdı.

BTK’nın gözü de Turkcell’de

Taraflar arasındaki kavga sadece SPK’nın değil Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun da radarında. Nitekim Kurum Başkanı Tayfun Acarer çok kritik bir açıklama yaptı ve şöyle dedi:

“Turkcell ‘Türkiye’nin çıkardığı en önemli markalardan biridir. Olası kontrol değişikliğinde mutlaka BTK onayı gerekir. Onayımızı almadan kimse bir şey yapamaz. Böylesine önemli bir şirkette yaşanacak sıkıntı, en hassas olacağımız konudur. Çok önemsediğimiz bir şirket. Bu şirketin istikrarlı çalışması sektör, bizim ve aboneler açısından çok önemli.”

BTK burada olası kontrol değişikliğine dikkat çekiyor. İki hafta önceki yazımda, “Fiili olarak Turkcell’de örtülü kontrol değişikliği var BTK farkında mı?” diye sormuştum. Çünkü Turkcell İletişim’i kontrol eden Turkcell Holding’de TeliaSonera ve Alfa ortak hareket etmeye başladıktan sonra 7 kişilik yönetiminde 5 sandalyelik çoğunluğa ulaşmıştı. Acarer’in olası kontrol değişikliğinde mutlaka BTK onayı gerekir demesi, BTK’nın durumun farkında olduğunu gösteriyor.



Altimo: Dava Ekim’de başlar, Aralık’ta biter

Dün Altimo’nun Türkiye’deki yöneticisi Mustafa Kıral’ın sözleri, artık SPK ve BTK’nın yumruğunu masaya vurması gerektiğinin en güzel kanıtı. Kıral şöyle diyor:

“Turkcell İletişim’i dolaylı olarak kontrol eden Cukurova Telecoms Holding seviyesinde Çukurova Grubu ile anlaşma sağlayamadık. Bu yüzden 29 Haziran’daki Turkcell Genel Kurulu’nda şirketin ana hissedarı Turkcell Holding’in temsilcisi yer alamayacak. Bu nedenle genel kurul gerçekleşmeyecek.”

Kıral’ın verdiği bilgiye göre, iki ortak arasındaki kavganın neticesi belli olmadan, Turkcell Holding’de karar alınması imkansız. Turkcell Holding,

Turkcell İletişim’in yüzde 51’ini kontrol ediyor ve diğer tüm ortaklar genel kurulda olsa bile ancak yüzde 49’u temsil edebilecekler. (Fiilen o da imkansız ama matruşka misali ortaklık yapısına bir kez daha giriş kafa karıştırmak istemiyorum)

Malum iki ortak arasında şirketin dolaylı yüzde 13.81’lik hisse sahipliği konusunda anlaşmazlığı var ve bununla ilgili dava British Virgin Islands’da devam ediyor. Bu dava bitmeden ve çatı şirket Cukurova Telecoms Holding seviyesinde uzlaşma sağlanmadan iki ortak Çukurova Grubu ve Altimo’nun Turkcell Holding ve Turkcell İletişim’de karar almasına da mahkeme izin vermiyor. Kıral’ın verdiği bilgiye göre İngiltere’deki dava Ekim ayında tekrar görüşülecek ve muhtemelen Aralık ayında da karar çıkmış olacak. Çukurova Telecoms Holding’de Altimo’nun yüzde 49, Çukurova’nın ise yüzde 51 payı var. Bir üst şirket Turkcell Holding’in ise yüzde 53’ü Çukurova Telecoms Holding’e yüzde 47’si TeliaSonera’ya ait.

Davayla ilgili tarih en iyi tahminle Aralık’sa o tarihe kadar Turkcell İletişim Hizmetleri’ni kontrol eden Turkcell Holding’den bir karar çıkması imkansız. Olan Türkiye’nin gözbebeği Turkcell İletişim’e oluyor. Acaba bu belirsizlik Aralık ayına kadar devam ettiğinde Turkcell, yönetimsel olarak daha ne kadar yara alacak?

Yazının devamı...

Hem eğlendirecek hem Türk’e sırada beklemeyi öğretecek

Türkiye’nin 600 dönüm alan üzerine kurulu ilk temalı eğlence parkı Vialand Nisan’da açılacak. 1 milyar TL yatırım bedeli olan projede normalde 900 kişi ile yürütülebilecek organizasyon için işe en az 1.200 kişi alınacak. Bunun nedeni ise biz Türkler’in ne yazık ki sıraya girme, sırada bekleme kültürünün olmayışı. Kuyrukçu özel elemanlar Türkler’e sırada bekleme, başkasının hakkına tecavüz etmeme kültürünü öğretecek

Japonya’daki Kobe depreminden sonra, aç susuz kalan insanların yardım araçları geldiğinde, yaşadıkları her türlü olumsuzluğa rağmen ip gibi sıraya girdiği, kimsenin bir diğerinin hakkını çalmaya yeltenmediği fotoğraf karesi gözümün önünden gitmez. Bir de Amerikalılar’ın kasırgadan kaçış fotoğrafı. ‘Arada refüjün olmadığı, gidişli gelişli karayolunda diğer şeride atlayan bir tane bile zeki Amerikalı çıkmaz mı?’ diye merak etmiştim. Çıkmıyor işte. Hiçbir sürücü karşıdan geliş yoluna girmek gibi bir uyanıklığı göstermiyor.

Oysa biz Türkler sıra beklemekten nefret ederiz. Kaynak yapmayı, öne geçmeyi, trafik takılmışsa emniyet şeridine girmeyi hatta karşı istikamet yoluna bile dalmayı kurnazlık göstergesi sayarız.



Türkiye eğlence denince akla sadece lunaparkların gelebildiği bir ülke. Dünyada örnekleri olan Disneyland, Six Flags, Asterix, Magic Kingdom gibi eğlence parkları ancak yurtdışına çıkan şanslılarımızın görebildiği yerler. Orlando’daki Disneyland’ı 1997 yılında görme şansım olmuştu. Çok eğlendiğimi, iyi vakit geçirdiğimi hatırlıyorum. Türkiye’de bir kaç temalı park girişimi oldu. Mesela Tatilya bunlardan biriydi. Ölçek küçüktü ancak yine de adrenalin açısından insanı hoplatacak bir kaç aktivitesi vardı. İşletme beceriksizliği ve yatırımcı grubun başka sorunları yüzünden kapandı.

Gerçek anlamda eğlence parkı, Türkiye’ye ancak 2013 yılında gelebiliyor. Gürsoy&Bayraktar ortaklığının Eyüp Yeşilpınar’da 600 dönüm üzerine kuracağı Vialand kapılarını 23 Nisan 2013’te açacak.

Daha önce Sabiha Gökçen Havalimanı yakınındaki Via Port’u hizmete sokan, son olarak da Via Port Venezia konut projesi ile dikkat çeken ikili, şimdi Türkiye’nin en büyük temalı parkını inşa ediyor.

Vialand adını alan parkın A’dan Z’ye kurulumu ve işletimi için ise çok ama çok iyi bir ismi bulup işin başına geçirmişler. Rahmetli gazeteci ağabeyimiz basın şehidi Çetin Emeç’in oğlu Mehmet Emeç bu projenin başında. Emeç, neden doğru bir isim onu açtığım ayrı bir kutuda değerlendireceğim.

Emeç, hafta içinde gazeteye ziyaretime gelerek proje hakkında bilgi verdi. Proje heyecan verici. Projeyi anlatacağım ancak Emeç’in laf arasında söylediği sırada bekleme ayrıntısı daha çok ilgimi çekti. Emeç, “Biz Türk insanına sıraya girmeyi, sırada beklemeyi öğreteceğiz” dedi.

O kadar önemli bir ihtiyaç ki. Sıra bekleme ve başkasının hakkını çalma konusunda karnemiz o kadar kötü ki... 21 yıl ABD’de kalmış olmasına rağmen Emeç, Türk insanının bu kötü özelliğini iyi yakalamış. Yakalamakla kalmamış, başında olduğu projede de bu özelliğimize yönelik bir dizi önlem alma ihtiyacı hissetmiş. Emeç, “Normal şartlarda yurtdışında olsa böyle bir organizasyonu maksimum 900 kişilik bir ekiple yürütürüz. Biz burada 1.200 kişi çalıştırmayı öngördük. Burada özel kuyrukçu elemanlar olacak. Hem disiplini sağlamak, hak tecavüzü olmasını engellemek hem de güvenlik açısından müşteriyi eğitecek bir görevleri olacak” dedi.

“Peki 300 kişilik ekstra personel maliyetlerde önemli bir artış yaratmayacak mı, bilet fiyatlarını etkilemeyecek mi?” diye sordum:

- Elbette etkileyecek. Ancak yine de Türkiye şartlarına göre kabul edilebilir bir ücret politikası izlemeye çalışacağız. 40-50 dolar karşıtı bir ücret düşünüyoruz. Ancak bu ücret karşılığında insanlar 10 saat boyunca eğlence satın almış olacaklar. Biz eğlencenin lüks değil hak olduğunu savunuyoruz.

Toplamda 1 milyar TL yatırım bedeli olan projeye ne kadar ziyaretçi gelmesini planladıklarını sordum:

- Anadolu Yakası’nda Via Port’a kurulan eğlence alanını bile 18 milyon kişi gezmiş. Biz burada yılda 30 milyon müşteri bekliyoruz. İddia ediyorum buranın Bulgaristan, Romanya gibi ülkelerden de özel müşterileri olacak. İstanbul turizmine de büyük katkısı olacak. Hem dış hem iç turizmde yüzde 10-15’lik bir artısı olacağını tahmin ediyorum.

‘Turizmcilik istiyorum’ dedim babam balkondan düşüyordu

Vialand Genel Müdürü Mehmet Emeç, Walt Disney World’de 19 yıllık bir deneyime sahip. IT proje bölümünde başladığı kariyeri boyunca Disney dünyasında hemen her bölümde çalışmış ve tecrübe edinmiş. “Yeni konsept liderliği, inşaat liderliği yaptım. Hukukçu değildim ama diğer ülkelerdeki kira kontratlarının yenilenmesinden yeni eğlence geliştirmeye kadar alanlarda da yöneticilik yaptım” diyen Emeç, bu işe başlama hikayesini de şöyle aktardı:

-Babam kendisi gibi gazeteci olmamı istiyordu. 1985 yılıydı, babamı işi icabı nadir gördüğüm bir anda balkondaydık. ‘Baba ben turizmcilik okumak istiyorum’ dedim. Az daha şaşkınlıktan balkondan düşüyordu. İlk şoku atlattıktan sonra ‘İşletme okursun, yazları otellerde staj yapıp bu hevesini kırarsın sonra da gazeteci olursun’ diye noktayı koydu. Ancak ben kararlıydım kariyerime istediğim yönde devam ettim.

Roller Coaster 3 saniyede 110 km hıza çıkacak

Gelelim parkın içine... Emeç öncelikle şunu vurguladı:

-Vialand’da kullanacağımız ürünler için Çin’e gitmedik, oto sanayide bükmedik. Daha önce başka yerlerde uygulanmış ancak kapanmak zorunda kalmış eğlence parklarının ikinci el ürünlerini almadık. Hepsi bize özel yapılıyor.

Sonra park ile ilgili ayrıntı verdi:

-50’den fazla eğlence ünitesi olacak. Çok iddialı bir roller coaster’ımız olacak. 3 saniyede 110 hatta 120 kilometre hıza ulaşacak. Gerek uzunluğu gerekse dik açılı düşüşleri ile adrenalini üst seviyeye çıkaracak, bu konuda iddialıyız. Disneyland‘ın da sipariş verdiği Alman firmadan alıyoruz. Başka bir ünitede 50 metrelik kuleden kara bir deliğe düşecek insanlar. Bu köprüden atlamak gibi bir his verecek. Hızlı akarsuda rafting tecrübesinin ailece yaşanabileceği Rapid Ride, doğal şelalelerin Roller Coaster coşkusuyla bütünleştiği Splash Coaster, Roller Coaster tutkunu olan veya olmaya hevesli herkesin zevkle binebileceği Family Coaster gibi ana üniteleri bünyesinde barındıracak. Engellilerin de bu eğlenceden pay alabilmesi için gerekli tüm hazırlıkları yapacağız. Personelimizi buna göre eğiteceğiz. Siparişini verdiğimiz ürünlerde de engellileri dikkate alan özel taleplerimiz oldu.

Emeç, eğlence parkının projenin bir bölümü olduğunu bunun dışında 2 otel ve bir de AVM’sinin olacağını da sözlerine ekledi. Açık hava konseptindeki AVM’nin 140 bin metrekarelik kiralanabilir alanı olacak. Buraya ziyarete gelenler için de 5 bini kapalı, 3 bini açık toplam 8 bin araçlık dev bir otopark hizmet verecek.

Yazının devamı...

Mafya’nın adamını Turkcell’e bağımsız üye adayı gösterdiler

Turkcell’de hissedarların SPK’ya sunduğu bağımsız üye adayları netleşti. TeliaSonera ve Alfa’nın maaşlı profesyonellerini ya da daha önce grupta çalışmış kişileri bağımsız üye olarak Turkcell’e önermesi dikkat çekiyor. Ancak adaylar arasında en ilgi çeken kuşkusuz Alfa’nın adayı Riccardo Ruggiero. İtalya’da ‘Atlıkarınca’ adı verilen ve Calabria Mafyası’nın da adının karıştığı 2 milyar euroluk sahtekarlık operasyonunda hakkında soruşturma başlatılan Riccardo Ruggiero, Alfa’nın bağımsız üye adayı

Türkiye henüz bağımsız yönetim kurulu üyeliği konusunda emekleme aşamasında... Sermaye Piyasası Kurulu’nun tebliğinden sonra şirketler operasyonlara bağımsız bir gözle bakacak, şirketi deneyimi ile ileriye taşıyacak bağımsız üye bulmak zorundalar. Bu ihtiyaç kuşkusuz şu an en çok Turkcell’de hissediliyor. Turkcell’in 3 ana ortağı Rus Alfa, İskandinav TeliaSonera ve Türk Çukurova Grubu yönetimde anlaşamıyor.

Anlaşamamak bir yana adeta didişerek şirketin altına dinamit koyuyorlar. Türkiye’nin en değerli şirketi Turkcell’in varlığını sürdürebilmesi için bağımsız yönetim kurulu üyeliği kritik bir hal aldı. 29 Haziran’da çok önemli bir olağanüstü genel kurul var. Bu genel kurul öncesi taraflar bağımsız aday önerilerini SPK’ya sundular. SPK şimdi bu adayları inceliyor.

Ancak bu adaylar belirlenirken yine çok özensiz davranıldığı, şirketi ele geçirme niyetini ortaya koyan isimlerin önerildiği ne yazık ki hemen dikkati çekiyor.

Yani aslında tarafların SPK tebliğine uymak, Turkcell’e kelimenin tam anlamı ile bağımsız bir üye getirmek gibi bir dertleri yok. Tek kilitlendikleri konu şirketi bir şekilde ele geçirmek.

Bağımsız üye adaylarını inceledim. Çoğu hayal kırıklığı. Hele bir aday var ki o kişinin kim olduğunu inceleyince güleyim mi ağlayayım mı bilemedim. Resmen SPK ve Türk otoritesi ile dalga geçiliyor.

Önce İtalya’da son günlerde kamuoyunun yakından takip ettiği ‘Atlıkarınca’ operasyonu ile ilgili bilgi vermek istiyorum. Bu operasyonun ayrıntıları Financial Times’a da Wall Street Journal’e de haber oldu.

İtalya’nın telekom devleri Fastweb ve Telecom Italia Sparkle’ın (TIS) adı Calabria Mafyası üyeleri tarafından düzenlendiği iddia edilen ve toplam tutarı 2 milyar euro’yu bulan bir dolandırıcılık işine karıştı. Bu arada Calabria Mafyası’nın İtalya‘nın en güçlü ve en tehlikeli organize suç örgütü olduğunu hatırlatmam lazım. Bu dolandırıcılığın İtalya tarihinin en büyük dolandırıcılık vakalarından biri olduğunu söyleyen ise Roma Mahkemesi hakimlerinden Aldo Morgigni... 56 kişi için tutuklama emri çıkarttı. Tutuklular, gerçekte var olmayan bir uluslararası telefon trafiğinin alım-satımının yanı sıra 400 milyon euroluk vergi kaçakçılığıyla itham ediliyor. Hakkında tutuklama emri çıkartılan üst düzey yöneticiler arasındaki en önemli isimlerden biri Silvio Scaglia. Mobil telefon operatörü Omnitel’in eski CEO’su olan Scaglia, pazarda kaydettiği hızlı büyüme ile dikkat çeken Fastweb’in kurucusu.

2007 yılında Fastweb’i Swisscom’a satan Scalia, bugün İtalya’nın en zengin işadamları arasında 13’üncü sırada yer alıyor. Fastweb’in şimdiki CEO’su Stefano Parisi de hakkında soruşturma açılan kişiler arasında. Şirketin eski Yönetim Kurulu Başkanı Riccardo Ruggiero de savcının peşinde olduğu bir diğer isim.

1600 sayfalık iddianamede ‘Atlıkarınca’ sahtekarlığı diye isimlendirilen dolandırıcılık anlatılıyor. İddianamede TIS ve Fastweb’in sahte anlaşma yapılan 4 İtalyan şirketten (Web Wizard, I-Globe, Planetarium ve CMC) sahte fatura kabul ettiği, var olmayan telefon hizmetleri için faturalar düzenlendiği ve böylece şirketin kaynaklarının hortumlandığı ileri sürülüyor.

İddiaya göre, bu paralar yurtdışında, Panama, Hong-Kong, Lüksemburg, İsviçre, Viyana ve Londra gibi finans merkezlerinde faaliyet gösteren şirket ve bankalar aracılığıyla aklandı. Yine iddiaya göre, oynanan bu oyunun devamında katılımcılar hükümetten KDV indirimi de talep etti. İşlenen suçun parçası olmak istemeyen şirket yöneticileri için ise devreye Calabria Mafyası girdi. Bu kişiler önce tehdit edildi, konuşacağından şüphelinenler öldürüldü. Olayı inceleyen savcılar, mahkemeden 2 şirketin de yönetimine el konmasını talep etti.

İşte böyle bir suç örgütünün üyesi olmakla itham edilen Riccardo Ruggiero, Turkcell’e bağımsız üye adayı olarak öneriliyor. Alfa yöneticilerinin ya İtalya’da olup bitenden haberi yok ya da Türkiye’yi muz cumhuriyeti sanıyorlar. Böyle ciddiyetsizlik olur mu?

Ruggiero adaylar içinde ‘bu kadarına da pes’ dedirteni. Diğer adaylara da bir göz atalım. Julian Horn Smith yine karşımızda. Hatırlayın kısa bir süre önce Colin Williams’ın yerine bağımsız üye olarak atanmaya çalışılmıştı. Alfa’nın teklif ettiği bir isim ve Altimo’nun Advisory Board’unda yer alıyor. Ancak nasıl oluyorsa bağımsız üye adayı...

Bir başka Alfa adayı da Tamjid Basunia. Küçük bir araştırma yapınca bu kişinin de Alfa’nın sahip olduğu medya şirketinde çalıştığı çıkıyor karşımıza. 20 yıla yakın PwC’de çalışmış, Rusya’nın önde gelen medya şirketi CTC Media’nın yönetim kuruluna 2006 yılında girmiş. Üyeliği halen devam ediyor. Alfa Grup, CTC Media adlı şirketteki hisselerini 1 Haziran 2011’de

Telcrest Investments Limited adlı şirkete sattı. Ancak bu durum bağımsızlık şüphesini giderir mi bilemem.

Bir tuhaf öneri de Telia’dan. Faik Çıtlak Telia’nın Turkcell’e önerdiği bağımsız yönetim kurulu üyesi adaylarından birisi.

Telia’nın bağı olan Kcell’de Radio Network Manager olarak çalışıyor. Yani maaşını Telia’dan alıyor ancak bağımsız yönetim kurulu üyesi adayı...

Görünen o ki SPK’nın bağımsız üye isteği daha uygulama fırsatı bulamadan mundar edilmek isteniyor.

Yazının devamı...

İzmit Köprüsü’nü Koca Yusuf ayaklandıracak

1.7 kilometrelik orta açıklığı ile dünyanın dördüncü büyük asma köprüsü olacak İzmit Geçiş Köprüsü’nün yüklenicisi STFA, denizin içine ayakları dikecek Koca Yusuf Dubası’nı Bahreyn’den getirdi. Denizin içine 40 metre derinliğinde çukur açılacak ve bu çukura 50 bin ton beton dökülerek ayaklar oluşturulacak

Gebze’den başlayıp İzmir’de sonlanacak 423 kilometrelik yeni otoyolun en önemli bölümünü kuşkusuz Dilovası ile Hersek Burnu arasına kurulacak İzmit Körfez Köprüsü oluşturuyor. Toplam 3 kilometrelik uzunluğu ve 1.7 kilometrelik orta açıklığı ile dünyanın dördüncü büyük asma köprüsü olacak bu köprünün yapımı Japon Itochi firmasına verildi. Itochi firmasının bu projede yüklenicisi STFA olacak. Yani aslında köprüyü STFA yapacak. Otoyol projesini yapacak olan Nurol-Özaltın-Makyol-Astaldi-Yüksel-Göçay konsorsiyumu henüz finansman problemini çözemediği için projeye start verilmiş değil. Ancak STFA inşaata yarın başlayacakmış gibi tüm hazırlıklarını neredeyse tamamladı.

Geçen hafta içinde Melen Suyu’nu Asya kıtasından Avrupa kıtasına taşıyacak Boğaz’ın altından geçen tüneli STFA yetkilileri ile birlikte gezmiştik. İstanbul Boğazı’nın 145 metre altında yaptığımız heyecan verici tünel geçişinden sonra STFA İcra Başkanı Mehmet Ali Neyzi ve İnşaat Grubu Başkanı Mustafa Karakuş ile öğle yemeğinde konuşmaya devam ettik.

STFA’nın bundan sonraki hamlelerini konuşurken söz bu köprüye geldi. Karakuş, yapılan hazırlıkları aktardı:

“İzmit Geçişi’nde köprünün ayaklarını biz yapacağız. Denizde çok güçlüyüz. Deniz ekipmanlarımız çok iddialı. Girdiğimiz ülkelere de önce denizden girmek istiyoruz. Çünkü denizde müteahhitlik zor bir iştir. Önemli bir referans oluyor bizim için. 75 milyon dolar değerinde deniz ekipmanları filosuna sahibiz. Bu ekipmanlar genellikle Bahreyn’de durur. Duruma göre çalıştığımız ülkelere gider. Şimdi mesela İzmit Köprüsü için Bahreyn’den buraya Koca Yusuf adlı dubayı getirdik. Süveyş Kanalı’ndan geçerek geldi. Üzerinde 3 bin tonluk vinçler bulunan devasa bir duba. Yaşar Doğu adlı romörkör de yine köprü inşaatı için geldi. Itochi ile Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nde de beraber çalışmıştık. Ancak bu köprüde durum farklı. Uzunluğundan dolayı köprünün ayaklarını denize inşa etmemiz gerekiyor. Denizde 40 metre derinlikte çukur açarak 50 bin ton beton dökeceğiz. Bugüne kadar 3-5 bin tonluklarını yaptık ama bu ölçek bizim için de yeni bir deneyim olacak.”

Mehmet Ali Neyzi de İzmit Köprüsü’nün yanı sıra yurtdışında almaya çalıştıkları işlerle ilgili bilgi verdi:

“Libya’da bir petrol yükleme limanı ihalesi var. 750 milyon dolarlık büyük bir iş ve bu iş için Yunanlılar’la savaşıyoruz. Belçikalı bir ortağımız var. Eğer işi alabilirsek yüzde 55’i ortağımızın, yüzde 45’i bizim olacak. Yani payımıza 350 milyon dolar gibi bir rakam düşecek çok büyük bir iş.”

Neyzi, bu büyük ihaleyi kaptırmak istemediklerini, Ankara’nın da tüm gücü ve enerjisiyle yanlarında olduğunu ifade etti:

“Zafer Çağlayan’ın ihaleden bilgisi var. Devlet desteğini de arkamıza alıyoruz. Sayın Bakan Çağlayan son Libya ziyaretinde konuyu gündeme getirdi. Umuyoruz yakında olumlu bir geri dönüş olur. Bu iş Libya’daki yeni dönemde çok iyi bir başlangıç olacak.”

Mustafa Karakuş, STFA için Libya’nın öneminin altını çizdi:

“Biz Libya’ya en önce giden şirketiz. 1972 yılından bu yana sadece Libya’da 100’ün üzerinde proje yaptık. Eğer bu liman işini alabilirsek Libya’daki 40’ıncı yılımızda anlamlı bir hediye olur.”

Karakuş, Kaddafi’nin devrildiği ve öldürüldüğü iç savaş sırasında 2 bin 500 çalışanlarını 10 uçak kiralayarak tahliye ettiklerini, Bosnalı, Pakistanlı, Vietnamlı çalışanlarını evlerine kadar teslim ettiklerini söyledi. Bu iş için 5 milyon dolar harcadıklarını kaydeden Karakuş, daha önce başladıkları 4 ihaleden dolayı 90 milyon dolar civarı bir alacaklarının kaldığını ancak bu alacağın tahsilatında bir sıkıntı yaşanacağını düşünmediklerini söyledi.

Karakuş, ayrıca Kuzey Irak’ta Erbil İçme Suyu projesinde Fernas ve Kalyon ortaklığıyla 173 milyon dolarlık teklifle ilk sırada yer aldıklarını, proje için sözleşme daveti beklediklerini belirtti. Karakuş, Basra’da da 7 milyar dolarlık bir liman işi olduğunu, bu fırsata baktıklarını ifade ederken bir başka daveti ise Suudi Arabistan’da Aramco’dan aldıklarını kaydedip şöyle devam etti: “Dareen Limanı’nın genişletilmesi işini ihale edecekler. Aramco gibi bir şirketten davet almak önemsediğimiz birşey. Çünkü en üst seviyede inşaat işi veren bu firmaların ihalelerinde yüklenici olmak kolay değil. Suudi Arabistan’da 5-6 proje daha var radarımızda.”

Marjlar düşüyor, aynı işi aynı fiyata çıkarmak zor

Mehmet Ali Neyzi, Libya’ya yeniden girişin şartlarının değiştiğine dikkat çekti:

“Libya’da iç savaş önemli bir maliyet getirdi. Her şeyden önce Libya parası dolar karşısına 1.25’lerden 1.50’lere düştü. İşçilikler arttı. Aynı işi aynı fiyata yapmak zorlaştı. Kur ve maliyetlerdeki artışla yüzde 20 asgari fiyatlarda artış oldu. Bunların yanı sıra inanılmaz bir rekabet var. Avrupa’da işler durduğu için inşaat firmaları her yere saldırıyor. Çinliler ve Koreliler de gelince Akdeniz çanağı ısındı. Tüm bunlara rağmen Türk müteahhitlik firmaları yurtdışında önemli işler yapıyor. Şu an 96 ülkede Türk firmalarının şantiyesi var. Bu muazzam bir olay...”

Energaz’da 1 aya durum netleşir

STFA’nın 12 ilde gaz dağıtım işi yapan Energaz’da Global Yatırım Holding ile 50-50’lik ortaklığı mevcut. Global Yatırım, elindeki hisseleri satışa çıkarmıştı. Global’in 2 alıcı adayı var. STFA da bu hisselere talip. İcra Başkanı Mehmet Ali Neyzi, “Energaz 500 binden fazla aboneye hizmet veren Türkiye’nin ikinci büyük özel gaz dağıtım şirketi. Bu işte kalıcıyız, yeni projelerimiz de var. Bir yabancı ortakla Global’in satacağı hisselere talip olacağız. EPDK izinleri bekleniyor. 1 ay içinde durum netleşir. Energaz’da aktif ortak olarak kalacağız. Biz almasak da yüzde 50 hissemizle bu şirkette kalacağız. Başkent Gaz ile ilgileniyoruz. Satış şekli değişirse teklif veririz. LNG işinde de önemli bir oyuncu olmak istiyoruz. Gaz temini işine de bakıyoruz” dedi.

Yılda 18 milyon çağrı İzmir’den cevaplanacak

Yıl sonuna kadar 400 kişiye istihdam sağlaması beklenen çağrı merkezi Callart, İzmir’de açıldı. İlk aşamada TTNET’in müşterilerine hizmet verecek olan Callart, yılda 45 milyon dakika ve 18 milyon çağrı hedefiyle sektöre dinamizm, yenilik ve müşteri odaklı yaklaşım getirmeyi amaçlıyor. Callart, 2012 yılı sonuna kadar 400 kişilik bir istihdam sağlamayı ve 2013 yılı sonuna kadar da 1.000 masa sayısına ulaşmayı hedefliyor. Yüzde 78 kadın, yüzde 22 erkek istihdamı olan yeni merkezdeki çalışanların yüzde 49’u üniversite, yüzde 51’i lise mezunu.

Törende konuşan Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, “Bu merkezin, Anadolu illerimizdeki girişimlere de örnek olmasını diliyorum. Özellikle Anadolu’daki çağrı merkezlerinin sayısının artması, o illerdeki işsizlik oranının da hızla düşmesi anlamına gelecek” dedi. BTK Başkanı Tayfun Acarer de, Türkiye’de çağrı merkezi sektörünün 1.5 milyar TL’lik bir büyüklüğe ulaştığını belirtti.

TTNET Genel Müdürü Tahsin Yılmaz da, TTNET çağrı merkezlerinde 2011 yılında 50 milyonun üzerinde çağrı karşılandığını söyledi.

Dünyanın halı devleri İstanbul’da buluşacak

Dünyanın en büyük halı fuarlarının katılımcısı konumunda olan Türk halı sektörü, bu kez Halı İhracatçıları Birliği (İHİB) ve Deutsche Messe organizasyonunda İstanbul’da ilk kez düzenlenecek

Domotex Middle East İstanbul Fuarı’na ev sahipliği yapacak. Türkiye, 8-11 Kasım 2012 tarihleri arasında İstanbul’da ilk kez düzenlenecek halı fuarında dünyanın halı devlerini ağırlayacak. Son 6 yıldır Dubai’de düzenlenen

Domotex Middle East Fuarı, katılımcı firmaların isteği üzerine bu yıl İstanbul’da gerçekleştirilecek.

Konuya ilişkin değerlendirmelerde bulunan İHİB Başkanı İbrahim Yılmaz, yoğun çalışmalar sonucunda ülkeye kazandırılan organizasyonun gururunu ve heyecanını yaşadıklarını söyledi. Yılmaz, sektörün 2011 yılında yüzde 28’lik bir artış ile 1 milyar 630 milyon dolar ihracat gerçekleştirdiğini belirterek, bu yıl sonunda ise bu rakamı 2 milyar dolara çıkaracaklarını söyledi.

Messe International İstanbul Genel Müdürü Alexander Kühnel de fuarın dünyanın her yerinden alıcı ve karar vericileri bir platformda toplayacağını söyledi.

Yazının devamı...

Kışın uçak inmeyen Bodrum’a 2 parçalı havaalanı dizayn etti

Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından dizayn edilen Bodrum Milas Havalimanı Dış Hatlar Binası 3 Haziran’da hizmete girdi. Kışın Bodrum’a uçak inmediğini dikkate alarak maliyetleri düşürecek efektif planlaması ile dikkat çeken 100 bin metrekarelik dış hatlar binası, Türkiye’ye adım atan yabancı turiste etkileyici bir karşılama ve uğurlama vaat ediyor.

Yıl 1961. Hava ulaşımı gelişiyor ve İstanbul Yeşilköy Havalimanı Fransız Aeroports de Paris firmasına yeniden yaptırılmak isteniyor. Alanın genel yerleşme ve yeni terminal binasının projelendirilmesi için 1969 yılında Dr. Hayati Tabanlıoğlu görevlendiriliyor. Hayati Tabanlıoğlu, yeni genişleme ile şu an iç hatlar binası olarak kullanılan o zamanki dış hatlar binasını 1984 yılında tamamlıyor.

Babasının izinden giden ve mimar olan Murat Tabanlıoğlu da 1998 yılında Bodrum Milas Havalimanı terminal mimari projesi için açılan yarışmaya katılıyor ve birinci oluyor. Ancak ne yazık ki projenin tamamlanması 14 sene sonra mümkün olabiliyor.

3 Haziran’da resmi açılışı yapılan Bodrum Milas Havaalanı Dış Hatlar Terminali’ndeki gecikmeyi Murat Tabanlıoğlu şöyle izah etti:

“Proje yarışmasından sonra sıra binayı yapıp işletecek firmanın seçimine geldi. O ihaleyi Teknoteks ile Aerodrom Belgrade Airport Ortak Girişim Grubu 45 aylık işletim süresi ile kazandı. 2006 yılında yapılan ihale, 2007 yılında iptal edildi. İptalin gerekçesi olarak işletmecisinin aradan geçen sürede adım atmaması gösterildi. Sırp ortağı ile Teknoteks karşı dava açsa da binanın yapım ihalesi 2011 yılında İtalyan Astaldi tarafından üstlenildi. 2011 yılında işleri devralan Astaldi, 14 ayda 100 milyon euroluk projeyi tamamladı ve bina hizmete girdi.

Tabanlıoğlu 12 yıl önce hazırlanan proje ile şimdi hizmete giren terminal arasında dizayn açısından çok fazla fark olmadığını temelde aynı projenin tatbik edildiğini söyledi. Mesela Muz Bahçesi ilk çizimde yokmuş, sonradan eklenmiş. Artık körüklerden geçen yolcular önce muz bahçesine tanık olacak.”

Zamana uyacak küçük iyileştirme ve değişiklikler yaptıklarını belirten Tabanlıoğlu, terminal binası ile ilgili bilgi verdi:

“Tıpkı Dalaman gibi burası da 100 bin metrekarelik kapalı alana sahip. 5 milyon yolcu kapasiteli. Şu an gelen yolcu sayısı 1.5-2 milyon civarında olacak. Yani aslında tümüyle geleceğe dönük düşünülmüş bir kapasite.”

Tabanlıoğlu, alana inen uçakların neredeyse tamamının charter olduğuna ve kış aylarında alana tek bir uçak bile inmediğine işaret ederek binanın dizaynında bu durumu dikkate aldıklarını da vurguladı:

“Ağustos ayında pik yapan saatte 15 uçağın indiği ancak kış aylarında günlerce aylarca tek bir uçağın bile inmediği bir durum var ortada. Binayı kışın uçak inmese de kapatmanız mümkün değil. Bu yüzden 2 parçalı, 2 gövdeli tasarladık ki kış aylarında maliyetleri kontrol etmek mümkün olabilsin.”

Bu arada söze terminalin işletmecisi Mondial’in CEO’su Tomasso Sabato giriyor:

“Pik sezonda 900 personel ile hizmet vereceğiz. Ancak kış aylarında personel sayısı 200’e kadar inecek herhalde.”

Murat Tabanlıoğlu, Bodrum’da turizm sezonunu artırmak hatta 12 aya yaymak için yoğun çaba olduğuna, bugün olmasa bile yakın gelecekte Bodrum Havaalanı’nın 12 ay yaşayan bir hale dönüşeceğini söylüyor. Bazı turizm tesislerinde de bu yönde çabaı var.

Umarız Bodrum 12 ay olmasa da en azından 6 ay yaşayan bir turizm noktasına dönüşür de, işletmeler tüm maliyetleri 2 ayda çıkarmaya odaklanmış fiyat politikalarından vazgeçer.

Yiyecek içecek işi DO&CO’nun tekelinde

DO&CO, havayolu sektöründe yiyecek içecek işinde kesinlikle 1 numara. Atilla Doğudan, bu konuda haklı bir üstünlük kurmuş vaziyette. Zaten onun bu başarısı, daha farklı alanlarda da işlerini büyütmesini sağlıyor. Nitekim şu an Polonya ve Ukrayna’da devam eden Avrupa Futbol Şampiyonası’nın tüm yiyecek içecek hizmetini DO&CO veriyor. Formula 1 yarışlarında da yiyecek içecek işinden yine DO&CO sorumlu.

Türk Hava Yolları ile yüzde 50-50 ortaklıkla kurulan Turkish DO&CO, Bodrum Milas Uluslararası Terminali’nde yeni bir konsept uyguluyor. Terminal binasındaki tüm yiyecek içecek hizmeti Turkish DO&CO’nun. Cirodan yüzde 28 gibi bir pay alanın işletmecisi Mondial’e verilerek yeni bir uygulama başlatılmış.

DO&CO’nun Genel Koordinatörü Hakan Babila, TAV’ın ortaya koyduğu BTA’ya rakip olacak yeni konsepti anlattı:

“Uzakdoğu ve Türk mutfağını 3 ayrı restoranda aynı noktada buluşturduk. Ayrıca Atilla Bey’in Viyana’da sayıları 5’e çıkan kahve zinciri Henrry’yi de açtık. Türk yemekleri için ‘Taste of Turkey’ markasını ortaya çıkardık. ‘Big Daddy’ ile pide ve döner yapıyoruz. Bira barı da yapacağız. Burada alışveriş yapmayı çok kolaylaştıran, kolayca tartılıp fiyatı etiketlenen teraziler kullandık.”

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.