Şampiy10
Magazin
Gündem

STFA, Boğaz’ı iki yakadan aynı anda delip geçti sadece 5 milimetre şaştı

Türkiye’nin en büyük müteahhitlik firmalarından biri olan STFA, Melen Çayı’ndan gelecek içme suyunu Asya’dan Avrupa yakasına geçirecek ve Boğaz’ın altından geçen 5.5 kilometrelik Boğaziçi Tüneli’nin inşaatını tamamladı. Asya ve Avrupa kıtaları iki köprüden sonra bu kez suyun altından üçüncü kez birleştirilmiş oldu

Çok bildik bir fıkradır. Manş Tüneli yapılacağı zaman İngiliz ve Fransız hükümetleri teklifleri alır. ABD’li müteahhit firmasının sözcüsü “İngiltere ve Fransa’dan aynı anda delmeye başlarız. 18 ay sonra yaklaşık 4 metre hatayla ortada buluşur tüneli tamamlar teslim ederiz” demiş. Çinli müteahhit, “İngiltere ve Fransa’dan aynı anda delmeye başlarız. 15 ayda 3 metre hatayla ortada buluşur teslim ederiz” demiş. Japon müteahhit, 12 ay 2 metre taahhütünde bulunmuş. Sıra Laz müteahhite gelmiş. Temel, “İngiltere ve Fransa’dan delmeye başlarız. Ortada buluştuk buluştuk. Buluşamazsak hem geliş hem gidiş iki tane tüneliniz olur, fena da olmaz” diyerek işe talip olmuş. Dün STFA’nın gerçekleştirdiği Melen Suyu için yapılan tüneli gezerken önce bu fıkra geldi aklıma. Zira tünel iki yönden aynı anda kazılarak başlamış. İstinye Derbent’ten TBM adı verilen köstebek girerek kazmaya başlarken, Beykoz tarafından ise delme patlatma yöntemi ile ilerlenmiş. İki tarafı delenler sadece 5 milimetre hata ile ortada biryerde buluşmuş.

Araçla 35 dakikada geçtik

STFA Yatırım Holding İcra Başkanı Mehmet Ali Neyzi ve STFA İnşaat Grup Başkanı Mustafa Karakuş ile birlikte, yakın zamanda içine Melen Çayı’ndan gelen içme suyunun verileceği Boğaziçi Tüneli’nden geçtik. Beykoz’dan girdik. 5.5 kilometrelik yolu pick-up araçla yaklaşık 35 dakikada tamamladık. Yolun tam ortasında Asya ile Avrupa’nın birleşme yerinde deniz seviyesinden yaklaşık 136 metre aşağıda durduk hatıra fotoğrafı çektirdik. Boğazın altına, denizin bittiği dibin de altına inmek çok değişik bir duygu. Üzerimizden belki de koca koca petrol tankerleri geçti farketmedik. Şimdi biliyorsunuz benzer bir yöntemle Avrasya Tüneli inşa ediliyor. Ancak o tünelden su değil, tekerlekli araçlar geçecek.

Tünelde Mustafa Karakuş, sorularımızı da yanıtladı:

Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nden sonra iki kıtayı bu kez suyun altından üçüncü kez birleştirdiniz. Marmaray denizin tabanında ilerliyor. Avrasya Tüneli sizin yaptığınız tünele benziyor ancak henüz bitmedi. Siz bu projeyi 1734 günde tamamladınız, fazla sesiniz çıkmadı. Tabir yerindeyse sessiz derinden gittiniz.

-Biz bu ihaleyi Rus ortağımız OJSC Mosmetrostroy ve Türk Alke ile birlikte 17 Ocak 2006’da kazandık. Melen projesi kapsamında arıtılan suyu Asya kıtasından Avrupa kıtasına taşımaktı amaç. Tarihte ilk kez İstanbul Boğazını 145 metre aşağı inerek birleştirdik. Bunu ilk yapan müteahhitlik firması olduğumuz için STFA’nın mühendislik bilgi ve becerisini ortaya koyduğumuz için mutluyuz.

-Tünelle ilgili rakamları paylaşmanız mümkün mü?

-Tünelin toplam uzunluğu 5.5 kilometre. Geçtiğimiz bölgede denizin en derin olduğu nokta 68 metre. Bunun altında 25-30 metre de balçık bir tabaka vardı. Biz daha da aşağı indik. Deniz seviyesinden yaklaşık 145 metre aşağıya indik. İstinye’den TBM denen tünel açıcı araçla girdik. Beykoz tarafından ise delme patlama yöntemi ile ilerledik. TBM ile yaklaşık 3.145 metre açtık. Tünelin çapı 6 metrenin üzerinde. Buradan günde 3 milyon metreküp su taşınabilecek.

Neden bir taraftan TBM ile girerken diğer tarafta delme patlatma yöntemini tercih ettiniz?

-TBM çok hızlı ancak maliyeti daha yüksek. TBM ile 1 ayda

360 metre ilerleyebiliyorsunuz. Delme patlatma ile bu sürede ancak 90 metre gidebiliyorsunuz. 1’e 4 sürat farkı var ancak maliyetleri eşdeğer değil.

Bu proje ne kadara maloldu ve bu işten para kazanabildiniz mi?

-Proje yaklaşık 120 milyon dolara mal oldu. Para kazandığımızı söyleyemem ancak Boğaziçi Tüneli projesini referans göstererek Katar’da ve Suudi Arabistan’da ihalelere katılabildik

Mehmet Ali Neyzi söze girdi.

-İstanbul’un su problemi çok önemli. Böyle bir projede yer almaktan STFA olarak gurur duyuyoruz. Türkiye’de inşaat alanında hep ilkleri gerçekleştirmiş olan STFA, bu projede de boğazın iki yakasını denizin altından birleştiren ilk tüneli tamamlamanın gururunu yaşıyor. Bu tünel bizim mühendislik bilgi ve becerimizi ortaya koyan referans bir projedir.

Alüvyon tabaka yön değiştirtti

171 milyon 994 bin 600 lira eşdeğer sözleşme tutarı üzerinden kazanılan ihale sonucu çalışmalarına 2006 yılında başlanan ve 1200 gün olarak planlanan tünelin inşaatı, toplamda 1734 günde tamamlanmış. Tünelin en derin yeri, yaklaşık 75 metre kaya ve balçık zemin, 75 metre de suyun altında bulunuyor. Delme patlatma bölümünde yaklaşık 5 ton civarında dinamit kullanılmış, günde ortalama 8 metre ilerlenilmiş. Bu arada köstebek gibi çalışan TBM makinalardan da sözetmeden olmaz. Müthiş bir teknoloji. Boğaziçi Tüneli’nde kullanılan TBM makinası yaklaşık 157 metre boyunda. Elmas kesicilere sahip en baştaki bölüm kayaları deliyor, sonra delinen yerler yine TBM tarafından betonla örülüyor. Kazılan kaya parçacıkları da bir yandan geriye doğru atılıyor. Delen kafa kısmının hemen gerisinde bir kaptan köşkü var. Burada teknik elemanlar TBM’yi idare ediyor. TBM özel gözlere de sahip. Bu gözler yerin altında 45 metreye kadar jeolojik tarama yapabiliyor. Bu arada Boğaziçi Tüneli’nde başlangıçta düz planlanan geçiş, bir alüvyon tabakasına denk gelmesi nedeniyle ortada bir ortada bir kıvrım gerçekleştirilerek tamamlanmak zorunda kalmış. Bu durum tünelin yaklaşık 1 kilometre uzamasına neden olmuş.

Yazının devamı...

Kamyon satışlarına göre bu yıl büyüme % 4.5 olur

Kamyon satışları ile ekonomik büyüme arasında güçlü bir bağın olduğuna dikkat çeken MAN CEO’su Tuncay Bekiroğlu, “İlk 4 ayda kamyon satışları yüzde 35 düştü. Buna göre büyüme yüzde 3.5 olacak gibi. Ancak ilk 2 ayın ağır kış şartlarını dikkate alıp yapılan hesaba göre büyüme tahmini yüzde 4.5’e kadar çıkıyor. Hesaplarımızı buna göre yapıyoruz” dedi

MAN Kamyon ve Otobüs CEO’su Tuncay Bekiroğlu, ilk 4 aylık kamyon satışlarının geçen yıla göre yüzde 35 düştüğünü belirterek, “Satışlara baktığımızda bize göre bu yılın ekonomik büyümesi yüzde 3.5 gibi görünüyor. Yalnız, ilk 2 ayın ağır kış şartlarını dikkate alıp hesaplama yaparsak, büyüme tahmini yüzde 4.5’e kadar çıkabiliyor. Hesaplarımızı buna göre yapıyoruz” dedi.

Kamyon satışlarında ilk 4 ayda yaşanan sert düşüşle ilgili olarak “Geçen yılın ekstra iyi bir yıl olduğunu unutmamak gerekir” diyen Bekiroğlu, son 5 yıllık ortalamalara bakıldığında da 2012’nin olumlu anlamda farklılaştığına dikkat çekti.

Bir grup gazeteci ile biraraya gelen Bekiroğlu, bu yılki kamyon satışlarıyla ilgili soru üzerine şunları söyledi: “Bu yıl 12 ton üzeri kamyon satışı 31-34 bin adet arasında olabilir. Buna 6 ton ve üzeri kamyonları da eklersek beklenti 34-37 bin arasına yükselir. Geçen yıl 39 bin 500 adet kamyon satılmıştı. Bu rakamlara bakılarak ekonomik büyüme ile ilgili tahmin yapabiliriz. Çünkü kamyon satışlarının ekonomik aktivitedeki hareketlilikle olan korelasyonu oldukça yüksek. Yani bu yılki satışlardan büyüme yüzde 3.5 olacak gibi. Yalnız, ilk 2 ayın ağır kış şartlarını dikkate alıp hesaplama yaparsak, büyüme tahmini yüzde 4.5’e kadar çıkabiliyor.”

Pazar payı % 10’u geçecek

MAN olarak geçen yıl kamyon pazarında yüzde 9 paya sahip olduklarını vurgulayan Bekiroğlu, 2012’de bu rakamı yüzde 10’un üzerine çıkaracaklarını ifade etti. Bekiroğlu otobüs pazarıyla ilgili olarak ise şunları kaydetti:

“Şehiriçi otobüs pazarı hareketli. Belediyelerin ihaleleri sıklaşmaya başladı. Biz Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne 1.150 adet doğalgazlı otobüs vermiştik. Son olarak 250 adetlik daha ihale kazandık. 300’e de çıkma olasılığı var. Ankara Büyükşehir Belediyesi 250 adetlik de dizel otobüs ihalesi yaptı, biz girmedik. Çünkü daha çok doğalgazlı şehiriçi otobüslerine ağırlık veriyoruz. İstanbul Büyükşehir Belediyesi de arka arkaya 3-4 ihale yaptı. Ancak, o ihalelerin biri dışında diğerleriyle ilgilenmedik. “

“İstanbul Büyükşehir Belediyesi hiç doğalgazlı otobüs ihalesi yapmadı mı?” sorusu üzerine Bekiroğlu, 250 otobüslük ihalenin yapıldığını, kendilerinin ilgilendiklerini ancak ihaleye girmediklerini belirtti.

Bekiroğlu, doğalgazlı otobüs ihalesine neden girmedikleriyle ilgili olarak “Şartnamede doğalgaz istasyonu kurup, işletme de vardı. Biz istasyon işletmesi yapmayı düşünmüyoruz”dedi.

Başbakanlık’a 3 otobüs siparişi aldık

Tuncay Bekiroğlu’na Başbakanlık’a hediye ettikleri otobüsün hatırlatılması üzerine, “Bundan sonra yeni bir otobüs hediye etmedik. Ancak, Başbakanlık’ta kullanılmasıyla birlikte AK Parti’den 3 sipariş aldık ve satışı gerçekleştirdik” dedi.

TGX ve TGS serisi araçların Türkiye koşullarına uyumlu hale getirilmesiyle birlikte pazara girdiğini de vurgulayan Bekiroğlu, “Söz konusu kamyonlar Almanya’da üretiliyor. Türkiye koşulları için yakıt filtresinin özel olması gerekiyor. Ağır kış koşullarına da uyum söz konusu. Ayrıca bu araçlarda seri otomatik şanzıman var. Hatayı en aza indirgiyor” şeklinde konuştu.

Yazının devamı...

Koç da Karamehmet gibi Kuzey Irak’ın kuyusunu kazacak

Erbil’de açtığı Divan Oteli ile Kuzey Irak’a adım atan Koç Grubu gözünü bereketli Kuzey Irak petrolüne dikti. Bölge yönetimi ile Türkiye’nin ilişkilerinin sıcaklaşmasını da dikkate alan Koç Grubu bölgede satın alacak ya da ortak olacak petrol sahası fırsatlarına bakıyor.

Kuzey Irak’taki politik risklere rağmen Karamehmet Grubu, Mehmet Sepil’in stratejilerine güvenerek yıllar önce Kuzey Irak’ta petrol sahalarına yatırım yaptı. Petrolün çıkarılsa bile satılmasının, satılsa bile parasının tahsil edilmesinin imkansız olduğu günlerdi. Aradan geçen 5 yıllık sürede Kuzey Irak’ta yatırım şartları iyileşti. Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi, Bağdat yönetimi ile çıkarılacak petrolün gelirinin paylaşımı ile ilgili anlaşma yaptı. Karamehmet-Sepil ortaklığının riskli yatırımı bir anda gözde oldu. Nitekim BP’nin eski CEO’su Tony Hayward sayılı zenginlerden Nat Rothschild gibi tanınmış simaların kurduğu Vallares PLC, Genel Enerji’ye ortak oldu. Ortaklık daha sonra yine aynı bölgede farklı petrol arama sahalarına da yatırım yapmaya başladı.

Şimdi benzer bir yatırım atağına Koç Grubu da giriyor. Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç, Erbil’de açılan Divan Oteli’nin bölgedeki tek yatırımları olmayacağını peşinden pek çok yatırım geleceğini söyledi. Koç, “Yakında Dubai gibi olur” dediği Kuzey Irak’tan büyük umutlarla sözederken yeni projeleriyle ilgili şu bilgileri verdi:

-Türkiye ziyareti vesilesiyle geçtiğimiz gün Neçhirvan Barzani ile bir araya geldik. Sohbet ettik. Divan Erbil, Erbil şehri için çok önemli bir yatırım oldu. Maşallah Divan Erbil otelimizin işleri de iyi gidiyor. Doluluk oranımız şu an yüzde 50 seviyelerinde. Oradaki yerel otorite belli sayıda odayı delegasyonlar geldiğinde konaklaması için yıllık olarak almak yönündeki niyetini ciddi şekilde bize iletti. Bu yatırımı başka yatırımlarımız izleyecek. Erbil’de elektrik santrali ve petrol sahaları için çeşitli yatırım planlarımız var. Avis’in oto kiralama işinde yatırım çalışmaları sürüyor. Aygaz’ın bir projesi var. Bildiğiniz gibi Setur orada çok büyük bir Duty Free mağazası açtı. Erbil’de bir hastane var ancak hastane demeye bin şahit ister. Amerikan Hastanesi aracılığıyla oraya know how transferi yapabiliriz. Böyle bir talep geldi, arkadaşlar inceliyor. Okul projesi olabilir. Doğrudan yatırım gibi değil ama know how şeklinde olabilir. Yapı Kredi olarak da bölgeye gelin dediler. Ancak şu an için böyle bir düşüncemiz yok. İtalyan ortağımızla konuyu görüşmedik.

Koç’a Nakkaştepe’deki buluşmada petrol sahalarına yatırımın ne şekilde planlandığını, bunu hangi şirket üzerinden gerçekleştireceklerini sorduk. Zira Koç’un petrol işine yakın Tüpraş, Opet hatta Aygaz gibi şirketleri var:

-Hangi şirketle yaparız onu şu an söyleyemem. Ancak yatırımı iki türlü de planlayabiliriz. Mevcut yatırım planları olan bir şirkete ortaklığı düşünebiliriz. Burada dünya çapında önemli bir firmanın ortağı olmayı da düşünebiliriz. Ya da sıfırdan bir sahayı alıp geliştirebiliriz.

Erbil ve Bakü fırsat

Koç, Erbil’deki potansiyelden sözederken de yakın zamanda açılan Beymen Mağazasını örnek gösterdi: Biliyorsunuz Divan Erbil’de bir tarafta Setur mağazası diğer tarafta Beymen var. Her iki mağazadaki satışların muazzam iyi yönde olduğunu biliyorum. Geçtiğimiz günlerde Cem beyle görüştüğümde Ankara ve İstanbul’dan sonra en çok satış gerçekleşen mağazalarının Erbil olduğunu söyledi. Setur’un da satışları çok iyi gidiyor. Ben Kuzey Irak’ta çok büyük potansiyel görüyorum. Eğer gerçekten uğraşılır, çaba sarfedilirse gelecekte küçük bir Dubai olabilir.”

Koç, bir başka potansiyeli olan bölgeyi de Azerbaycan Bakü olarak gösterdi.

Yazının devamı...

THY yönetiminden ‘geri alma’ sinyali

THY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu, eyleme katılan 305 THY çalışanının bir SMS mesajı ile işten çıkarılması konusunda ilk kez sıcak mesajlar verdi. Topçu, “Konuyu yönetimde bir kez daha değerlendireceğiz. Bu personele yatırım yaptık, eğitimlerine para harcadık. Tek kalemde yok saymak da kolay değil. Zaten aldığımız karar beni insan olarak çok ama çok üzdü. Ancak kanunu uygulamak zorundaydık. Kesin birşey yok, kararımız halen yerinde duruyor, dediğim gibi, yeniden değerlendireceğiz” diye konuştu.

Havacılık sektörünün de stratejik sektör sayılması ve bu işkolunda grevin yasaklanmasını öngören yasa maddesi TBMM’de görüşülürken THY çalışanları ayaklandı. Hava-İş Sendikası’nın çağrısına uyan bir grup THP personeli işi bırakma ve işi yavaşlatma eylemi yaptı. Eyleme katılmak istemeyen personelin de görev yerlerine gidişi engellendi. Zaten yolcular için kabus olan Atatürk Havalimanı Mayıs’ın son 2 günü kilitlendi.

THY, pek çok seferi iptal ederken 100 bin yolcunun bu eylemlerden mağdur olduğunu, maddi zararın ise 2 milyon doları bulduğunu açıkladı.

Bu arada çok tepki çeken bir karşılık verildi ve eyleme katıldıkları tespit edilen 400’ün üzerinde personelin iş akitleri feshedildi. Daha sonra bazı işten çıkarmaların haksız olduğuna karar verildi çıkarılanların sayısı 305’e düşürüldü. THY’de bu eylemlerin ve yönetimin eyleme yanıtının gerginliği tam da pik sezona girilmişken halen devam ediyor.

‘Kanun dışı eyleme tolerans yok’

Dün THY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu, genel müdürlük binasında işten çıkarılan personelle ilgili ilk kez konuştu ve çok olumlu sinyaller verdi. Hamdi Topçu’nun eyleme katılanlarla ilgili sözlerini aynen aktarıyorum:

- Kanuni tepki tabii ki doğal bir hak ancak bu tepki
şirkete zarar verecek noktaya ulaşıyorsa bizim de karşı tepki vermemiz gayet doğal görülmeli. Mesai saatleri içinde, işyerinde kanun dışı eylemlere tolerans gösteremeyiz. Benim sendika ile düşmanlığım yok ancak kanunların uygulanması lazım. Sonuçta bir eylem yapıldı. Katılanlar tespit edildi. Bazı personel de kapılarda engellendi. 100 bin yolcu etkilendi. Şirket 2 milyon dolar zarar gördü. Gün boyu personele hatırlattık, ‘İtibar etmeyin, işinizi yavaşlatmanız sizi işinizden edebilir’ diye mesajlar gönderdik. ‘Çağrıya kulak vermeyin, bu kanunsuz’ dedik. Ancak maalesef bir grup personel bu eyleme katıldı. Belki şahsi olarak hayatımın en kötü en üzüldüğüm kararıydı ancak kanunların uygulanması gerekiyordu ve işten çıkarma kararını aldık. Ancak sonuçta bunlar bize katkı yapan, bizim de yatırım yaptığımız personeldi. Eğitimlerine para harcadık. THY’yi 10 yılda dörde katladıysak personelimiz sayesinde yaptık. Tek kalemde yok saymak da kolay değil. Şu an için kararımız yerinde duruyor. Ancak yönetim kurulunda bu konuyu yeniden değerlendireceğiz. 2 güne kadar yönetim kurulundaki arkadaşlarımla toplanacağız. Karar ne olur bilemem.

‘Daha yumuşak olacağız’

Hamdi Topçu, önceki gün Hava-İş Sendikası Başkanı ile konuyu 2 saatin üzerinde değerlendirdiklerini de sözlerine ekledi. İşe iade ile ilgili görüş alışverişinde bulunduklarını iletişimi kesmeme kararı aldıklarını belirten Hamdi Topçu, “Benim duygularıma göre de zor bir karardı. Kimseyi ekmeğinden etmek istemeyiz. Biz istiyoruz ki herkesin başı dik olsun. Sendikanın da başı dik olsun. Sonuçta herkes kazansın” diye konuştu.

Hamdi Topçu, TBMM’de görüşülen yasa ilgili kendilerinin görüş vermediğini, öneride bulunmadıklarını da belirtti. Topçu, “Peki sendikanın grev kozu artık elinden alındı. Bu sizi pazarlık masasında daha güçlü ve dolayısıyla daha katı yapacak mı?” sorusuna da şöyle yanıt verdi:

- Hükümet bu grev hakkını alırken bizden öneri görüş istemedi. Şimdi sendikanın bu silahının elinden alınması inanın beni daha yumuşak hale getirdi. Bundan sonra pazarlık masasında şirket imkanlarını daha da zorlayacağız. Ben bu hakkın ortadan kalkmasını bir koz olarak kesinlikle kullanmayacağım. Ancak Alitalia’yı da sendikaların bitmek bilmeyen istekleri batırdı. Sonuçta bu şirketin menfaatleri de önemli. Her iki tarafın bu ortak menfaat noktasında da birleşmesi lazım.

‘Çok uçurduğumuz personelin yorgun olduğu doğru değil’

Hamdi Topçu, personelin çok fazla uçtuğu bu yüzden de yorgun olduğu eleştirilerine de rakamlarla yanıt verdi. Dünyanın en fazla dinlenme süresi veren havayolu şirketinin THY olduğunu iddia eden Topçu, “Bizim personelimiz hem daha az uçuş yapıyor hem de daha fazla maaş alıyor. Diğer havayolları bir görev süresi kadar dinlenme süresi verirken biz 2 katı dinlenme veriyoruz. Avrupa’da en uzun uçuş sonrası en fazla 18 saat dinlenme verilirken bizde 36 saat verilmektedir” dedi. Topçu kabin memurlarının aylık ortalama uçuş sürelerinin 68 saat, pilotların ise 75 saat olduğuna da dikkat çekerek uluslararası normların 110 saate kadar izin verdiğine dikkat çekti.

Topçu, 70 saatin üzerindeki uçuşda yüzde 50 kanuni mesai oranına karşılık yüzde 75 fazla mesai ücreti ödediklerinin de altını çizdi. Kimseyi fazla uçmaları için zorlamadıklarını da iddia eden Topçu, “Borcu olan var, kredi ödemesi olan var. Bazı personel daha fazla uçmak istiyor. İstemeyene uçuş yazılmıyor” diye konuştu.

3’üncü Havalimanı nereye

‘BEN demiştim, ben yazmıştım’ diye böbürlenmeyi çok sevmem. Ancak 3’üncü Havalimanı’nın Silivri’ye yapılacağına inanıldığı günlerde 25 Ocak 2012’de yani 6 ay önce İstanbul’a üçüncü havalimanının Karadeniz kıyısına yapılacağını yazmıştım. Kemerburgaz Göktürk-Tayakadın ekseninde eski kömür ocaklarının bulunduğu bölgeye havalimanının yapılacağını, bu projenin Kuzey Marmara otoyolu ve Kanal İstanbul Projesi ile de uyumlu olacağını vurgulamıştım. Dün çıkan haberlere göre, verdiğim koordinatlar tam da nokta atışı olmuş gibi görünüyor. Gazeteler 5 ay önce başlatılan çalışmada 3’üncü havalimanının yerinin kesinleştiğini yazıyor.

Bavul turizmine katkı

Hamdi Topçu, sendika ile yaşadıkları sorunların yanısıra farklı konulara da değindi:

- Afrika uçuşlarında 15-20 kilograma kadar tolerans gösteriyoruz. Bunu tüm Afrika uçuşlarında yapıyoruz. Bu sayede Türkiye ile Afrika arasında inanılmaz bir bavul turizmi ortaya çıktı. Laleli, Merter’de eskiden Ruslar olurdu şimdi bir o kadar da Afrikalılar var. Bunda bizim kilogram uygulamamızın büyük katkısı var.

- İstanbul önemli bir hab oldu. Mesela İsrailliler Tel Aviv’den ABD’de uçarken daha çok bizi tercih ediyorlar. Domuz eti kullanmamamız, yemeklerimizin ve uçaklarımızın kalitesi bunu getirdi. Şimdi akla bir soru gelebilir. ‘Acaba İstanbul’dan aktarmalı gitmek daha mı ucuza geliyor?’ diye. Hayır, tam tersine daha pahalı olmasına rağmen israilliler İstanbul aktarmalı gidiyor.

Eylemde enerjik görünüyordu doktor nasıl rapor verdi

Hamdi Topçu, bazı personelin hasta raporu alarak işe gelmediğini ancak eyleme katıldığını vurguladı. Topçu, “Halsizim iş yapacak durumda değilim diye rapor alanların eylemlerdeki enerjilerine bakınca nasıl rapor alabildiklerini anlayamadım. Bu raporları düzenleyen doktorlar hakkında da inceleme istedik” dedi.

Bizdeki maaşlar Lufthansa’da yok

Hamdi Topçu, personelin halen 2011 zammını alamadığını bunda da sorumlunun sendika olduğunu öne sürdü. Toplu sözleşme görüşmesini pik sezona getiremeyen sendikanın yetkisiz olduğunu iddia ederek görüşmeleri kestiğini kaydeden Topçu, süren görüşmelerde de arabulucu evresine yaklaşıldığını hatırlattı.

Bir kabin memurunu 3 bin 341 TL maaşla işe başlattıklarını belirten, içerideki rakiplerinde bu rakamın 1.200 TL hatta 800 TL olduğunu hatırlatan Topçu THY’de çalışanlara ödedikleri maaşın Lufthansa’dan bile yüksek olduğunu belirtti.

Sendika ile 44 maddede anlaşamadıklarını kaydeden Topçu, “Öyle istekleri var ki şirketin anahtarını versek yeridir. Onlar yüzde 12 zam istedi. Biz 3+3 önerdik” dedi.

Yazının devamı...

Nerede bu palamutlar

Lüfer türünü desteklemek amacıyla 20 cm’nin altındaki sarıkanat ve çinekopları satmama kararı alan Metro Toptancı Market, bu yıl da Palamutlar Nerede? projesine destek veriyor. 4 bin 500 palamut etiketlenerek denize bırakılıyor. Etiketli balıklar sayesinde palamutun göç yolları, yumurtlama bölgeleri öğrenilebilecek.

3 tarafı denizlerle çevrili Türkiye’de ne yazık ki bugüne kadar balıkçılık çok ilkel yöntemlerle ve hoyratca yapıldı. Buna kirlilik de eklenince denizlerdeki 650 çeşit türden 70’i yok olma eşiğine geldi. Kızıldeniz’de 1200 farklı tür yaşıyor ve bunlardan sadece 12’si kırmızı hatta. Yani Mısır kadar bile denizlerimize sahip çıkamadık. Metro Toptancı Market geçen yıl 20 santimden küçükse alma kampanyasına destek vermiş ‘Kzıına bak anasını al’ demişti ve balık tezgahlarında lüfer olmamış çinekop ve sarıkanat satışını durdurmuştu.

Önce defne, ardından çinekop sonra da sarıkanat olarak avlanan balığın lüfere dönüşmemesinden şikayet edenler böyle bir kampanya başlatmıştı. Eski yazılarımı takip edenler benim bu düz mantığı kuranlara karşı çıktığımı, Türk sularında avlanmayan çinekop ya da sarıkanatların tıpkı göçmen kuşlar gibi sularımızdan akıp gideceğini, Yunanistan hatta İtalya’da lüfere döneceğini dolayısıyla bize bir yararı olmayacağını yazdığımı hatırlarlar. Ayrıca 20 santimden küçük balığın avlanmaması ile ilgili teknik sorunlar da vardı. Neyse yine aynı konulara dönmeyelim.

Metro şimdi daha güzel bir kampanyaya destek veriyor. Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV) ile birlikte güçlerini birleştirerek ‘Palamutlar nerede?’ diye soruyor ve bunun cevabını arıyor. Amaç palamut balığının sürdürülebilir avcılığı...

Proje sayesinde Akdeniz ve Karadeniz ülkeleri arasında göç eden ve stokları bilinmeyen palamut balığının korunması için uluslararası bir koruma anlayışı geliştirilmesi ve yeni bilgilere ulaşmak, sürdürülebilir avcılığa bilimsel katkıda bulunmak ve sadece avlayan değil, tüketenlere de bilgi aktarımında bulunmak hedefleniyor.

Proje kapsamında, Dünya Çevre Günü’nde markalanan ilk palamutlar tarihi Beykoz Dalyanı’nda, Devlet eski Bakanı Kürşad Tüzmen, Balıkçı Kooperatifleri Başkanları ve akademisyenlerin yanı sıra Metro Toptancı Market Genel Müdürü Kubilay Özerkan ve TÜDAV Başkanı Prof. Dr. Bayram Öztürk’ün katıldığı etkinlikle denize bırakıldı.

3 yıl sürecek olan proje kapsamında her yıl 1.500 adet olmak üzere, toplam 4.500 palamut markalanıp denize bırakılacak. Boyu ölçülen balıkların üzerindeki markada, TÜDAV’ın irtibat bilgileri ve marka numarası yer alıyor. Bu balıkları bulan kişi, kurum ve balıkçılar TÜDAV ile irtibata geçmeleri durumunda sembolik hediyelerle ödüllendirilecek.

Markalanan balıkların bulunması için bilgilendirici afiş ve broşürler hazırlanıp balıkçı birlik, kooperatif ve derneklerine dağıtılacak. Proje ile ilgili gelişmeleri öğrenmek, gelen bilgiler ışığında palamutların göç yollarını takip etmek isteyenler için ise projenin internet sitesi olan www.palamutlarnerede.org ziyaret edilebilecek. Proje ile Akdeniz ve Karadeniz’deki palamut balıklarının göç yolları güncellenecek, balığın ne zaman, hangi ülkenin sularını dolaştığı ortaya çıkarılacak, kirlenme, iklim değişikliği ve aşırı avcılık sonucu stoklarındaki değişim tahmin edilmeye çalışılacak.

Böyle bir çalışmanın 57 yıl sonra ilk kez yapıldığını, en son 1954 yılında yapıldığını da hatırlatmak isterim. O tarihten bu yana özellikle iklim değişiklikleri ile göç yollarında ciddi değişiklikler yaşanmış olabilir.

Projenin duyurulması ve etiketli palamutların heba olmaması için sayıları 200’ün üzerinde olan balıkçı barınaklarına bilgi veriliyor, broşürler dağıtılıyor, afişler asılıyor. Sırt yüzgecinde etiket bulunan palamutu avlayanların bu palamutu bulduğu nokta ile ilgili bilgileri TÜDAV’a aktarması isteniyor.

Bu balık belki Türk sularından çıkacak Romanya, Yunanistan, Mısır gibi ülkelerde de balıkçıların ağlarına takılabilecek. Metro’nun bu ülkelerde de olması projenin oralarda da duyurulmasına ve o palamutların yine takip edilebilmesine imkan yaratacak. Proje yetkililerine göre etiketlenen 4 bin 500 balıktan muhtemelen yüzde 10-15’i bir daha bulunabilecek. Ancak bu 500 balık bile palamut türü ile ilgili çok önemli bilgilere sahip olmamızı sağlayacak.

Metro Toptancı Market Genel Müdürü Kubilay Özerkan, bu coğrafyanın bir parçası olarak projeye destek vermenin sorumlulukları olduğunu söyledi. Ciro kaybını göze alarak geçen yıl çinekop ve sarıkanat satışını durdukduklarını hatırlatan Özerkan, “Yine o dönemde denizle ve balıkla ilgili projelerimizin devam edeceği sözünü vermiştik. Palamutlar nerede projesiyle bu sözümüzde de duruyoruz” dedi.

Frene basıldı bu hissediliyor

Kubilay Özerkan ile, Kabataş’tan Beykoz’a gidip etiketli balıkları denize attıktan sonra dönüş yolunda genel ekonomi ile ilgili de sohbet etme imkanı bulduk. Metro Toptancı Market sonuç itibarıyla genel ekonomik gidişat hakkında iyi bir barometre. Yılın ilk çeyreği ile ilgili bilgileri 30 Haziran’da TÜİK’in büyüme rakamları ile alabileceğimizi dikkate alınca sözlerine kulak vermekte fayda var:

- Ocak zayıf geçti. Şubat da keza öyle. Mart biraz toparlasa da yine mayıs ayının iyi geçmediğini görüyoruz. Türkiye ekonomisinin bu yılki gidişatı ile ilgili sanırım gerçek resim üçüncü çeyrekte anlaşılacak. Ancak bilhassa bankaların kredi verme konusunda hassas olması piyasaları biraz germiş vaziyette. İflaslar kapanan şirketler var.

Özerkan açılan kapanan şirketlerin sürekliliği yüzünden kendi içlerinde bir ekip kurduklarından da sözetti:

- Her Metro toptancı markette 6-7 kişilik ekipler var. 350 kişilik bir ekip. Bu ekipler sokak sokak cadde cadde dolaşıp nerede hangi şirket açılmış hangisi kapanmış ona bakıyor. Kim gelmiş kim gitmiş bizim için önemli. Avrupa’da bu kadar sık değişmiyor ancak Türkiye’de bir gün avukatlık bürosu olan yerde 2 ay sonra başka bir ticaret erbabı ortaya çıkabiliyor. Biz de her Metro toptancı marketin 20 hatta 30 dakika mesafeye kadar olan alanında kim açılıyor kim kapanıyor bakıyoruz.

Yazının devamı...

Sanat evi gibi otelini Kapadokya’ya taşıyor İstanbul’da da yer arıyor

İçinde otel değerinden daha pahalı onlarca sanat eserini barındıran Bodrum Torba’daki Casa Dell’Arte butik oteli Kapadokya’ya ve İstanbul’a da geliyor. Bu arada Casa Dell’Arte Torba’nın mutfağı da Taksim Sıraselviler’de Michelin yıldızı almaya aday mönüler hazırlayan Mimolet’e ve Antakya yerel mutfağı ile Asmalı Mescit’te meşhur Antiochia’ya emanet edildi.

Otomotiv yan sanayi kuruluşu Farplas ile tanınan Fark Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı Yunus Büyükkuşoğlu eşi ile birlikte yıllarca sanat eseri topladı.

Bodrum Torba’da kendilerine deniz kıyısında bir ev satın almışlardı. Denize sıfır evin kocaman bir de bahçesi vardı. ABD’de bir dönem fon yöneticiliği de yapan kızları Farplas Yönetim Kurulu Üyesi Ahu Büyükkuşoğlu Serter’in isteğiyle oraya bir butik otel yapma kararı alındı.

“Bir koleksiyon saklandıkça değil, paylaşıldıkça değerlenir” diyerek her parçası 30 yıldan fazla bir sürede tek tek toplanan aile koleksiyonunun büyük bölümünü Bodrum Torba’da faaliyete geçirdikleri otelin girişinden itibaren başlayarak tüm odalarına yerleştirdiler. Sanat eserleri otelin misafirlerine adeta armağan edildi.

Henüz 5 yıllık geçmişi olan 12 odalı Casa Dell’Arte, yani Sanat Evi Oteli işte böyle çıktı ortaya. Oteldeki tabloların ederi, otelin yatırım değerini aşıyor. Butik otelin ünü, hiç pazarlama faaliyeti yapmadığı, seyahat acentalarının listesinde yer almadığı halde kulaktan kulağa yayıldı. Lüks ama sakin tatil arayan dünya zenginlerinin listesine girdi.

Ahu Büyükkuşoğlu Serter, Casa Dell’Arte’yi bir zincir haline getirmek için kolları sıvadıklarını söyledi. İstanbul Balat bölgesinde çok yer aranmış ancak henüz bulunamamış. Ancak Kapadokya’da Mustafapaşa’da 55 dönümlük bir arazi otel yapılmak üzere alınmış. Şimdi oraya 20-30 milyon dolarlık bir yatırımla Bodrum-Torba’daki otelin konseptine yakın bir otel inşa edilecek.

Torba’daki otele daha çok sanatsever yabancılar geliyor. Kapadokya’da da öncelik yabancılarda olacak. Ancak Kayserili bir aile olan Büyükkuşoğlu Ailesi’nin bir başka planı daha var. “Kapadokya, Kayseri’nin Sapancası olabilir. Kayseri’de son yıllarda önemli miktarda sermaye birikimi oldu. Ancak bu paranın harcanabileceği yakın çevrede çok fazla seçenek yok. Biz burada hemşehrilerimize de hizmet vermek istiyoruz” dedi Serter. Ahu Büyükkuşoğlu Serter, ayrıca bir başka hayalini de paylaştı:

“İçinde atların olduğu cennet bir yer yapmak istiyoruz. Burası çok ünlü bir yazara ilham da versin. Gelsin bir kitabını burada yazsın.”

İstanbul’daki otel yatırımı ile ilgili olarak da şöyle konuştu:

-Tarihi yarımadada Casa Dell’Arte markasıyla bir otelimiz olmasını çok istiyoruz. Ancak hemen yer bulmak kolay değil. Araştırmalarımız devam ediyor.

Akla bir soru takılıyor ister istemez. Torba’daki otelin ederinden daha fazla sanat eserinin bulunması acaba çalınma riski yaratıyor mu?

Serter şöyle yanıtladı:

-Bir keresinde odalardan birindeki tablolarda eksik farkettim. Bir Mehmet Güleryüz eseri yoktu. Aklıma tabii ki ilk önce çalınmış olabileceği geldi. Korktum. Sonra babamın kaldırttığını öğrenince rahatladım. Çok üst düzey ve sanata önem veren bir müşteri kitlemiz var. Çalınma olayı yaşanmasını açıkcası beklemiyorum. Burada sadece kendi eserlerimiz de yok ayrıca. Bazen çağdaş sanatçılar gelip galeri haline getirdiğimiz büyük havuzun iki yanını sergi alanı gibi kullanıyorlar. Hem eserleri sergileniyor hem de satış yapılıyor. Biz de yeni sanatçıların gelişimini desteklemek için bu satışlardan galeri mantığı ile küçük bir pay alıyoruz. Bu yolla gelişme potansiyeli olan sanatçılara sanıyorum 60 bin euronun üzerinde desteğimiz oldu.”

Bu arada Ahu Büyükkuşoğlu Serter aile koleksiyonundaki eserlerin bir bölümünün de Londra’da tutulduğuna zaman zaman kısa periyodlarla otele getirip sergilediklerine dikkat çekiyor. Bunun yüzde 18’lik KDV’den kaynaklandığına dikkat çekiyor ve bu yüksek verginin sanat yatırımlarının önünde büyük bir engel olduğunun da altını çiziyor:

-Başta ABD olmak üzere birçok batı ülkesinde tablo satışında KDV yüzde 3-4 dolayında. Bizde ise yüzde 18. Bu, 1 milyon dolarlık tabloya 200 bin dolara yakın vergi ödemek anlamına geliyor. Bu vergi yükü bize ve pek çok sanatsevere fazla geliyor. Bu nedenle bazı tabloları Londra’da tutmayı yeğledik. Zaman zaman sergilemeye getirip, geri götürüyoruz.



Mutfakta Batı ile Doğu’nun tatlı sert rekabeti olacak

Murat Bozok, Taksim Sıraselviler’deki Mimolet restoranın sahibi. Kendisinden hararetle Türkiye’ye bir Michelin yıldızı getirmesini bekliyoruz.

CASA Dell’Arte’yi yöneten Ahu Büyükkuşoğlu Serter, 3 ay önce doğum için ABD’deyken Farplas’ın Genel Müdürü Ali Rıza Aktay’dan bir telefon alıyor. Mimolet’e yabancı konuklarını götürdüğünü mutfağı ile ilgili inanılmaz olumlu tepkiler aldığını belirtiyor ve ekliyor “Siz Casa Dell’Arte’de farklı lezzetler arıyordunuz. Mimolet işbirliği için bana göre çok doğru bir adres. Belki işbirliği yapmayı düşünürsünüz.”

Ahu Serter, ABD dönüşü Mimolet’in ortağı ve şefi Murat Bozok’la görüşüp teklifini yapıyor. Bozok, otelde iki farklı restoranın hizmet verebileceğini öğrenince kendi önerisini de ortaya koyuyor ve “Ben bir tarafta Ege yemekleri yapayım, bir tarafta da Antakya yemekleriyle ünlü Antiochia’nın sahibi Jale Balcı’yı bu projeye dahil edelim” diyor.

Taraflar biraraya geliyor ve Bodrum Torba’da bir iskelede Ege Mimolet, bir iskelede Antakyalı Antiochia’nın olacağı konsept ortaya çıkıyor.

Murat Bozok bu tatlı rekabetten her üç tarafın da kazançlı çıkacağından, müşterilerin de keyif alacağından emin. Restoranlar sadece otel müşterilerine değil, tüm Bodrum tatilcilerine hizmet verecek. Bozok yapacaklarını şöyle aktardı:

“ABD’de şu aralar çok moda olan bir 100 mil diyeti var. Biz de sadece Ege’den elde edeceğimiz malzeme ile bir mutfak yapacağız. Bir pergel alın, Bodrum merkezli, 160 kilometrelik bir daire çizin. Bu bölgeden elde edilecek malzemelerle bir mönü oluşturacağız. Jale Hanım ile de çok hoş bir rekabet içinde olacağız. New York Times’da Mimolet ile ilgili bir yazı çıkacaktı. Sırf ben olacağım sanıyorum bir baktım sayfanın yarısını da Jale Hanım’ın Antiochia’sına ayırmışlar. Önce kıskandım ancak merak de ettim. Gittiğimde New York Times’ın haklı olduğunu anladım. Yerelde en iyisini yapıyorlar. Burada Jale Hanım ile çok hoş bir rekabet içinde olacağız. Otellerde konukların yemeklerden yaşadığı mutsuzluğa çare olarak iyi bir alternatif yaratmak istiyoruz.

Dünyada yayılıyor

Casa Dell’Arte ile Mimolet ve Antiochia’nın gelir ortaklığına dayalı bir anlaşması var. Türkiye, turizmde bir yandan kimilerinin yakındığı “herşey dahil” yöntemini sürdürürken, zengin müşteriye hitap edenler ise farklı seçenekler ortaya koymaya çalışıyor. Ahu Serter mutfağın da pek çok iş gibi otellerde outsource edilmeye başladığını bunun özellikle New York’daki business otellerde yaygınlaştığına dikkat çekiyor.

TMSF’den alınan deponun izni 10 yılda çıkmaz mı?

AHU Büyükkuşoğlu Serter, babası Yunus Büyükkuşoğlu’nun Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’ndan (TMSF) aldığı Haliç’teki Tekel deposu konusunda yaşadıkları sıkıntıya da dikkat çekti. 1.500 metrekarelik deponun aradan geçen 10 yıla rağmen izinlerinin bir türlü çıkmadığını ifade eden Serter, “Orada uyuyan değil yaşayan bir müze yapmak babamın en büyük hayali. Ancak yeri satan devlet olduğu halde, gerekli izinleri 10 yıldır alabilmiş değiliz. Bu bizi çok üzüyor” diye konuştu.

Yazının devamı...

300 milyon TL kazandı ama ‘Kore Gazisi oldum’ diyor

Sabri Yiğit, yıllarca LG’nin Türkiye Distribütörlüğü’nü yaptı. Türkiye’de bilinmeyen bir markayı alıp yüzde 25.3 pazar payına çıkardı. Sonra bir gün Güney Koreliler, “Kusura bakma artık bu malı biz satacağız. Kazancı bölüşmek istemiyoruz” dedi. Yiğit, hakkını mahkemede aradı. LG, faiziyle 315 milyon TL ödemeye mahkum oldu. Ama Yiğit karşı tarafın işi yokuşa sürdüğünü, parayı alamayacağını düşünüyor.

Türkiye NATO’ya girmek uğruna 1950 yılında Kore savaşına dahil oldu. 741 şehit, 2.147 gazi, 234 esir ve 175 kayıplık bir bilanço ile Türkiye savaşı bitirdi.

Türkiye ödül olarak sadece NATO’ya girmekle kalmadı, Güney Kore’nin kalbini fethetti. Seul’e bugün bile gittiğinizde Türk olduğunuzu öğrendiklerinde size sempati ile bakıyorlar, kendilerini borçlu hissediyorlar.

Güney Kore savaş sonrası ekonomik anlamda çok hızlı bir gelişim gösterdi. Dünyaca ünlü markalar çıkardı. Bunlardan biri de LG oldu. 2000 yılında Türkiye pazarına girmek isteyen LG tek başına adım atmaktansa piyasayı bilen güveneceği bir yerli ortağı tercih etti. Digicom, o yıllarda Türkiye’de fırtına gibi esiyordu. Türkiye’yi ilk plazma TV ile tanıştıran Digicom, bayi, servis ağı ile doğru bir partnerdi.

2008’e kadar işbirliği devam etti. Bir gün LG yetkilileri Digicom’un patronu Sabri Yiğit’e “Türkiye çok hızlı büyüyen bir pazar. İştahımızı kabartıyor. Ayrıca işi de öğrendik. Yani sana ihtiyacımız kalmadı. LG Electronics’i kuruyoruz. Tamamı bize ait bir şirket olacak. Artık bizim ortağımız değilsin” dediler. Sözleşme bir günde feshedildi.

Uzakdoğulu bazı otomotiv ve elektronik firmaları da benzer bir yola başvurmuştu. Sabri Yiğit, bu olanı biteni sineye çekmedi ve hakkını mahkemede aramaya karar verdi. Sonrasını ve hukuk savaşında gelinen noktayı Sabri Yiğit, anlattı:

- Siz LG için Digicom olarak ne kadarlık bir harcama yaptınız?

Ulusal basın yayın organlarında sürekli ve yaygın reklam kampanyaları düzenledik. Tüketici nezdinde LPG’yi yani likit gazı çağrıştıran markayı plazma TV denince ilk akla gelen marka haline getirdik. LG, Digicom’un bine yakın satış kanalından istifade etti. Mahkeme sürecinde tespit ettirdik, 304 tam sayfa gazete ilanı vermişiz. Bilirkişi raporu ile zararımız tescil edildi. 170 milyon liralık harcamamız olduğunu mahkeme de kabul etti. Faizi ile tutar 315 milyon TL olarak belirlendi.

- Peki LG, Türkiye’ye geldiğinde size tanıtım ve pazarlama için destek olmadı mı, hiç Güney Kore’den maddi destek görmediniz mi? Tüm iletişim çalışmalarını kendi kaynaklarınızla mı yaptınız?

2008 yılına kadar geçen sürede sadece ve sadece 1.5 milyon dolarlık bir destekleri oldu. Onu da yıllar içinde 500’er bin dolarlık 3 parti halinde yolladılar. Oysa bizim harcamamız 80 milyon doların üzerindeydi.

- 9. Ticaret Mahkemesi hakkınızı teslim etti ve LG Korea’yi faizi ile birlikte 315 milyon TL civarı bir tazminat ödemeye mahkum etti. Bu parayı alabilecek misiniz? Ödemezlerse haciz işlemi başlatacak mısınız?

Mahkeme kararını verdi ancak tabii bunun bir de Yargıtay süreci var. Yargıtay’a itiraz ettiler ancak itiraz ederken teminat yatırmadılar. Yani aslında hacize açıklar. Ancak haczedecek bir mal bulacağımı sanmıyorum. Türkiye’de LG Electronics diye bir şirketleri var. Sermayesinin yüzde 99.9’u LG Korea’ye ait ancak hukuken farklı tüzel kişilikler olduklarını iddia ediyorlar ve bu uyuşmazlığın bir tarafı olduklarını kabul etmiyorlar.

- Peki sizin için bu parayı tahsil etmenin bir yolu yok mu?

Hukuk sürecini beklemek durumunda kalacağım büyük ihtimalle. Yargıtay da hakkımı verirse ve mahkemenin kararını onarsa, sonra Güney Kore’de bu kararın tenfiz aşaması başlayacak. Yani yabancı bir mahkemenin verdiği kararın kendi ülkelerindeki bir mahkeme tarafından da onaylanması gerekiyor. Hukukçularımız Güney Kore hukuk yapısını inceledi. Maalesef bu onayın 5 yıldan önce çıkmayacağını gördük. Yani Yargıtay aşaması 1.5-2 yıl sürse, bir de bunun üzerine tenfiz aşaması olacak ki ben bu parayı alma ihtimalimi sıfır olarak görüyorum.

- Peki LG Türkiye tüzel kişiliğim farklı diyor ama siz yine de haciz işlemi başlatabilirsiniz. Sonuçta sermayesinin tamamı LG Korea’ye ait.

Sonuçta buradaki 15 milyon dolar sermayeli bir şirket. Biz haciz işlemi başlatsak muhtemelen içini boşaltırlar tabela şirketine döner o para da çıkmaz. Ayrıca duyuyoruz ki pek çok teknomarketten alacaklarını her ihtimale karşı iskontolu da olsa tahsil etmeye başlamışlar. Yani tedbir alıyorlar. Resmen Türkiye’yle Türk hukuk sistemiyle alay ediyorlar. Burada 700 milyon dolar ciro yapacaksınız ancak Türk mahkemelerinin kararlarını tanımayacaksınız. Muz Cumhuriyeti muamelesi yapmaları ağrıma gidiyor. Benim tek silahım bundan sonra kamuoyu baskısı olabilir. İnanın bu dava ABD’de görülse 3 milyar dolar, Avrupa’da olsa 1 milyar euro tazminat ödemeye mahkum olurlardı ve çatır çatır da öderlerdi.



Aç kalmamak için ‘çöp’ işine girdi!

Başlık işin şakası tabii. Ancak Sabri Yiğit’e mevcut işlerini sorduğumda bir çöp poşeti işi çıkıyor karşımıza... “

Çerkezköy’de doğada çözünen mutfak yardımcı malzemeleri ve temizlik malzemeleri üreten Parex şirketim var. Çok iyi gidiyor. Kyoto Protokolü’ne uygun doğada daha hızlı çözünen çöp torbaları temizlik malzemeleri üretiyoruz. 60-70 milyon lira cirosu olan başarılı bir şirket. 100 milyon lirayı rahat yakalarız. 2013 yılının ikinci yarısında ihracata da başlayacağız. Ayrıca Conti küçük ev aletleri şirketini aldık. Gayrimenkul projelerimiz var yürüyen. Bir de elektroniğe devam ediyoruz. Pioneer, Kenwood, Roadstar gibi markaları satıyoruz. Bu markaların Bulgaristan satışlarını da yürütüyoruz. LG ile anlaşmamız tek taraflı bitti ancak geçmişte bizden mal alanlar bizden servis desteği istiyor” diye bilgi veriyor Sabri Yiğit...

“Hukuk mücadelesinin faturası ne oldu?” diye soruyorum, “Sadece 3.2 milyon lira harç yatırdım. Masraflı bir olay. Harvard’lı hukukçulardan oluşan bir büro ile çalıştım. Sonuçta kazandım ancak dediğim gibi bir sonuç elde edebileceğimi sanmıyorum. Kamuoyu baskısı ve LG’nin itibar kaybettiğini görmek benim tek kazancım olacak” yanıtını alıyorum.

Yazının devamı...

Rusya Megafon’un yabancı kontrolüne geçmesine neden izin vermedi?

Rusya yönetimi telekomu stratejik sektör olarak görüyor ve yabancıların kontrolüne izin vermiyor. Üçüncü büyük operatör Megafon’da TeliaSonera ve Alfa’nın ortak girişimi mahkemeye takıldı. Usmanov adlı yerel ortağı ezme girişimine mahkeme izin vermedi. Megafon’da hissedarlık yapısı yeniden dizayn edildi. Usmanov’un payı yüzde 31’den 55’e çıktı. TeliaSonera 44’ten 25’e çekilirken yüzde 25 payı olan Alfa şirketten tamamen çıktı.

Turkcell’in yabancılarının yönetimi kilitlediğini, Turkcell menfaatleri ile örtüşmeyen bir gizli ajandanın peşinde olduklarını yazdım. Bunlar elbette çok iddialı, keskin ifadeler. Ancak elimde bu iddiayı destekleyecek kanıtlar var. En büyük kanıt ise Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) tarafından 28 Mart 2012 tarihinde ilgili taraflara gönderilen yazı.

Alfa ve TeliaSonera’nın birlikte hareket ederek Turkcell İletişim’in Ukrayna pazarındaki menfaatleri ile örtüşmeyen bir irade içinde olduklarını belirtiyor. Bu yüzden Ukrayna pazarında faaliyet gösteren bağlı ortaklık Astelit ile ilgili alınacak kararlarda bu iki ortağın yönetimde el kaldıramayacağı vurgulanıyor.

Rusya’da ne oldu?

Alfa ve TeliaSonera’nın ortak hareket etmesi Türkiye’ye özgü bir olay da değil. Çıkarlar buluşunca başka ülkelerde de benzer operasyonlara giriştiler.

Mevcut yerel ortağı yok etme girişimleri oldu. Rusya’da Megafon’da da benzer bir olay yaşandı.

Megafon, Rusya’nın üç operatöründen biri. Usmanov adlı Rus işadamının yüzde 31, Alfa’nın yüzde 25, TeliaSonera’nın da yüzde 44 hissesi vardı.

TeliaSonera ve Alfa ortak hareket edince Usmanov mahkemeye gitti. Rusya’da Nisan 2008 tarihinde çıkan 57-FZ nolu kanunun çiğnendiğini söyledi. TeliaSonera’nın Alfa ile ortak hareket ederek şirketi ele geçirme niyetinde olduğunu iddia etti.

Rusya yönetimi, bazı sektörleri stratejik olarak gördüğü için bu sektörlerde yabancı kontrolüne izin vermiyor. Telekom da bu sektörlerden biri.

Usmanov’un şikayetini haklı bulan mahkeme 24 Nisan 2012’de kararını verdi.

Usmanov’un Megafon’daki hisse oranının yüzde 50’si direkt yüzde 5’i dolaylı olarak yüzde 55’e çıkarılmasına karar verdi. TeliaSonera’nın hisse oranı yüzde 44’den yüzde 25’e çekildi. Şirketin yüzde 20’sinin Londra’da halka açılmasına karar verilirken, Alfa tamamen şirketten çıkarıldı.

Alfa, Rusya pazarının bir numaralı operatörü olan Vimpelcom’un da sahibiydi ve tekelleşme olmaması için Alfa’nın piyasanın üçüncü şirketinde de varlığını sürdürmemesi gerektiği düşünüldü. Bu değişim tabii ki en çok Megafon’a yaradı. Belirsizlik ortadan kalkınca şirket değeri arttı.

Turkcell de bugün bakıldığında belirsizlik yüzünden piyasada hakettiği değeri bulamıyor. Çok rahatlıkla 15-20 milyar dolar piyasa değerine ulaşması mümkünken 10 milyar dolarlarda geziniyor.

Sonuç olarak bakıldığında telekom stratejik bir sektör. Pek çok ülke bu sektörünü koruyor.

BTK’nın da Turkcell’de olan biteni iyi analiz etmesi, işin gideceği yeri görmesi lazım.

Sermaye Piyasası Kurulu bu anlamda çok önemli bir tebliğ yayınladı.

Tebliğ de halka açık şirketlerde bağımsız üyelerle ilgili bir düzenleme yapıldı.

Turkcell’de genel kurul öncesi bağımsız üye adaylarının SPK’ya bildirilmesi gerekiyordu. Duyuyorum ki taraflar yine bildiğini okuyor.

Başka bir ülkedeki şirketinde çalışan maaşlı adamını Turkcell için bağımsız üye olarak öneriyorlar. Ancak bu öneriler resmi olarak yapılmadı. Gayriresmi bir liste ortalıkta dolaşıyor. O listede Almanya eski Başbakanı Schröder ve bir ara Colin Williams’ın yerine Turkcell’e bağımsız üye yapılmak istenen Julian Horn Smith bile var.

Artık SPK’nın bu konuda tarafları dürtmesi ve bağımsız üyelik görevini tam anlamıyla, layıkı ile yapacak şirket menfaatlerini, ortak menfaatlerinin üzerinde tutacak bir bağımsız listeyi istemesinin zamanı geldi de geçiyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.