Şampiy10
Magazin
Gündem

Yaşa takılan için defter kapanmadı

5 milyon kişinin mağduriyetine, Maliye Bakanı’na rağmen çözüm aranıyor.

Emekliliğe yaş sınırı geldi, mağdurlar ortaya çıktı. Prim ödemesini tamamlayan 5 milyona yakın kişi yaşla ilgili sınırı da tutturmak için bekliyor. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, kesin bir dille bu kişiler için sosyal güvenlik sisteminin dengesini bozacak bir düzenleme yapılmayacağını söyledi ama...

1999 yılında yapılan bir düzenleme, emeklilik hayali kuran pek çok kişi için haksızlığın da başlangıcı oldu.

Bu haksızlığı şöyle bir örnekle açmak istiyorum. 8 Eylül 1976 tarihinden önce sigortalı olan bir erkek çalışan 44 yaşına geldiğinde emekli olabildi. Ancak bu kişiden sadece 24 saat sonra, yani 9 Eylül 1976 tarihinde sigortalılığı başlayan bir başka erkek çalışan farklı bir uygulamaya tabi oldu. Emekli olabilmek için 48 yaşını beklemek zorunda kaldı. Yaş sınırı kademeli olarak artırıldı. Örneğin 24 Kasım 1986 tarihinden sonra sigortalılığı başlayanlar için artık emekli olabilmek için prim gün sayısını tamamlasa bile 50’sine gelmesi gerekecekti.

Çarpıcı bir örnek

1999 tarihinden sonra sigortalılığı başlayanlar için ise artık erkekler için 60 yaş, kadınlar için ise 58 yaş sınırı gelmişti. Üstelik düzenleme, her 18 aylık dilimler halinde emekli olabilme yaşını 1 yıl daha artırmayı öngördü. Yani 2000 sonunda sigortalılığı başlayan biri için emekli olabilme yaşı 61’e çıkıyordu.

Sadece erkekler için değil kadınlar için de dramatik değişiklikler oldu. Örneğin 1974 doğumlu ve 1992’de çalışmaya başlayan bir kadın çalışan, düzenleme olmasaydı 2012 yılında yani 38 yaşında emekliliğin keyfini sürmeye başlayacaktı. Şimdi 50 yaşını yani 2023’ü beklemek zorunda.

Bu düzenlemeye gidilirken elbette bir mantığı vardı. Süleyman Demirel döneminde öylesine popülist bir emeklilik uygulaması yapılmıştı ki,sosyal güvenlik sistemi çökme noktasına gelmişti.

Kara deliğe dönüştü

DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti 1999’da krizle boğuşurken bu düzenlemeye mecbur kaldı.

İleriye dönük yıl projeksiyonları, altından kalkılamayacak bir yükün habercisiydi. Aktüeryel denge bozulmuştu. Sistemin sağlıklı çalışabilmesi için her 4 çalışan, yani prim ödemesi yapan kişiye karşılık 1 emeklinin olması gerekirken, prim ödeyen kişi sayısı ile yaşlılık aylığı alan emekli sayısı neredeyse eşitlenmişti. Sağlık harcamaları da kontrolden çıkınca, sosyal güvenlik ödemeleri bütçenin kara deliği olmuştu. Kayıtdışılığı azaltma ve herkesi sigortalı yapma çalışmalarına rağmen de hâlâ kara deliktir.

SGK’nın prim üretimi ile emekli maaşlarını ödemek, sağlık harcamalarını karşılamak mümkün değildir. Yani SGK bir özel sektör kuruluşu olsaydı çoktan batıp gitmişti. Allahtan açık Hazine tarafından karşılanıyor. Şu an Türkiye’de 10 milyonun biraz üzerinde yaşlılık aylığı alan kişi var.

Mavi boncuk zamanı

Yukarıda bahsettiğim yaşa takılanların sayısı ise 5 milyona yakın tahmin ediliyor.

Bu yaşa takılanlar zaman zaman seslerini duyurmaya, meğduriyetlerinin giderilmesi için siyasilere ulaşmaya çalışıyor. Seçimler yaklaşırken yine örgütlü biçimde harekete geçtiler. Hatta yanılmıyorsam bugün Bakırköy’de bir eylem daha yapacaklar.

Konu tekrar ısıtıldı. Isıtılınca da Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, böyle bir uygulamaya izin vermeyeceklerini, prim ödeme gün sayısını tamamlasa da yaşa takılanları erken emekli yapmayacaklarını söyledi.

Söyledi söylemesine de, benim edindiğim bilgiye göre, seçimler öncesi yaşa takılanlara aktüeryel dengeyi bozmayacak bir formülle mavi boncuk dağıtılacak. Dün konuştuğum bir bürokrat bu konuda çeşitli olasılıklar üzerinde ciddi bir çalışma olduğunu, çok farklı versiyonlarıyla düzenlemeden mağdur olanların gönlünü kazanacak bir formül geliştirilmeye çalışıldığını söyledi. Aynı bürokrat “İntibak yasasının da çıkmayacağına dair spekülasyonlar vardı, ancak çıktı. Olay tamamen hesap kitap meselesi. Altından kalkılabilir bir yük olacaksa neden olmasın” dedi.

Bu çalışma boşa kürek çekme şeklinde olmak, muhtemelen Başbakan Erdoğan’ın onayı vardır” diye sorduğumda ise bürokrat şunu söyledi:

“Başbakan ‘Bir bakalım bir görelim, artısını eksisini anlayalım. Mağduriyet varsa giderelim.”

Yüzde 25 indirimle bile gönülleri kazanmak mümkün

Yaşa takılanlar için oluşturulabilecek formüllerle ilgili bazı şeyler yazılıyor çiziliyor. Üzerinde en çok kafa yorulan ve yaşa takılanlara da mantıklı gelen formül, düşük emekli maaşına razı olma planı. Diyelim ki Ahmet Bey’in normalde emekli olabilme yaşı 60. Prim gün sayısında sorunu olmayan Ahmet Bey daha 56 yaşında. Yani maaş bağlanması için 4 yıl daha beklemesi lazım.

Ahmet Bey, aradaki 4 yılın her biri için yaşlılık aylığında yüzde 5’lik kesintiyi kabul ederse, onu bugünden emekli edin deniyor. Yani bugünkü hesaplama yöntemiyle 60 yaşında 1.000 TL emekli maaşı alacaksa, Ahmet Bey bugünden ayda 800 TL almaya razı olacak.

Bu bir yöntem. Ancak artısını eksisini iyi hesaplamak gerekir.

Konuştuğum bürokrat bu ve bunun gibi pek çok olasılığın masada olduğunu ve üzerinde harıl harıl çalışıldığını belirttikten sonra devam etti:

“Diyelim ki henüz yaş sınırına ulaşmak için bir sigortalının 4 yılı var. Maaşla hiç oynamayıp bekleme süresi yarı yarıya indirilse bile mağdur mutlu olmaz mı? ‘Mağduriyeti kabul ediyoruz ancak imkanlar belli’ dense, 4 yıl yaşı bekleyecek kişiye yüzde 50 de değil yüzde 25’lik bir jest yapılabilse bile bundan mutlu olacak insanlar çıkmaz mı?. Alternatif çok, bir orta yol mutlaka bulunabilir. Bu orta yolla Maliye Bakanı da ikna edilebilir. Hiçbirşey bitmiş değil, gelişmeler olabilir.”

Yazının devamı...

AVM inşa edeni bile ‘havacı’ yapan ihale

3. Havalimanı ihalesinin şartnamesinde öyle değişiklikler oldu ki rekabet yaratıp havaalanı yapalım derken ‘hava alma’ riski ortaya çıktı.

Takvim değişmezse şayet, 3 Mayıs’ta Türkiye tarihinin en önemli ihalelerinden biri yapılacak. İstanbul’u 2020 ve sonrasına taşıyacak Üçüncü Havalimanı’nı yapıp 25 yıl işletecek konsorsiyum belirlenecek.

Ancak ihaleye sayılı günler kala ihale şartnamesinde öylesine tuhaf değişiklikler yapıldı ki ihalenin başarıya ulaşma ihtimali bana göre tehlikeye girdi.

Bürokratlar iyi niyetle, rekabet artsın, daha çok firma grup ihaleye katılabilsin diye bu değişiklikleri yapıyordur mutlaka ama, kantarın topuzu kaçtı.

İhale kuralında esneklik

Yap İşlet Devret Kanunu’nda ihaleye katılanların daha önce ihale edilen işle ilgili işletmeci veya yatırımcı olarak benzer bir işi bitirmiş olma kuralı bu ihale için esnetildi.

250 milyon euro tutarında yol, köprü, tünel, beş yıldızlı otel hatta alışveriş merkezi yapan herkese kapı açıldı. Bu sayede ihaleye giren firma sayısının artırılması hedeflendi ancak bu işin uzmanlık gerektiren hassas bir faaliyet kolu olduğu galiba unutuldu.

Sonra bir değişiklik daha yapıldı. İhale şartnamesinde ihaleye ortak girecek isteklilerin kuracağı konsorsiyumun 3 firma ile sınırlandırılacağı yazıyordu. İşi bitirmeye ehil ortak yüzde 51 pay almak zorunda olduğundan, kalan 2 firmanın da bu işten hatırı sayılır bir hisse sahibi olması için makul bir sınırlamaydı.

Bakıldı ki bazı gruplar 3 firma bir araya gelse bile özkaynak sınırını aşamayacak, finansal rasyoları tutturamayacak müdahale edildi.

İzmir Otoyol projesinde olduğu gibi 5’li 6’lı gruplar oluşturulabilirse daha çok katılımcı ile yarışın daha çekişmeli geçeceği düşünüldü herhalde ‘3 firma sınırı’ şartı kaldırıldı. Şimdi bazı istekliler yüzde 51 şartının da kaldırılmasını istiyor. Bürokratlar bu konuda ihaleye sayılı günler kala hâlâ düşünüyor.

Öyle ya, 7’li bir konsorsiyum kurdunuz diyelim. Bir tanesi yüzde 51 hisseyi alacak, kalan 6 firma yüzde 49’u paylaşmak durumunda kalacak. Çok kabul edilebilir bir durum değil. Haliyle kulisler başladı.

İstekler bitmiyor

Bulunacak krediye hazine garantisi verilsin diyenler var.

Finansal yeterlilik için gerekli rasyoların düşürülmesini isteyenler var.

Havalimanı işletme yeterliliği olmayanlardan istenen havalimanı danışmanı getirme şartının kaldırılmasına takılanlar var.

Kapalı teklif verme şartının değiştirilmesi de talepler arasında.

Öyle ya bazı firmalar çalışacak, bölecek çarpacak toplayacak bu işin en matematiksel fiyatını belirleyecek.

E, adamın yetkinliği yok. Nasıl verecek 25 yıllık teklifi?

Rakibinin fiyatını görmesi lazım. Görmeli ki ona göre pozisyon alabilsin. Bakalım ihale yöntemi de değişecek mi?

Çoklu yarıştan korkma

Diyebilirsiniz ki, ‘Herkes girsin, rekabet artsın, devlet en yüksek kira bedelini alsın.’

Tamam alsın da, rekabet yaratacağım diye daha önce elektrik dağıtım ihalelerinde olduğu gibi matematiksel izahı olmayan uçuk kaçık teklifler gelirse ne olacak?

Adam ihaleyi kazanacak, kredi bulmak için bankaların kapısını çalacak bankacılar da muhtemelen ‘Allah versin’ diyecek...

Bakın, İzmir Otoyol ve İzmit Köprü Geçişi için finansman sorunu hâlâ çözülebilmiş değil.

Burada da finansal sorunlar nedeniyle inşaat gecikirse hatta ve hatta ihale yenilenmek zorunda kalınırsa ne olacak?

Yazıları takip edenler bilir. Herkes Üçüncü Havalimanı’nın Silivri’ye yapılacağını düşünürken, şu an koordinatları belirlenmiş bölgeyi ilk kez gün yüzüne ben çıkarmıştım.

Bölgedeki dev çukurlar

O bölgenin eski maden ocaklarının yarattığı dev çukurlarla dolu olduğu malum. Dolayısıyla inşaat süreci epey zorlu geçecek. Hafriyat inşaatta en önemli kısımlardan biri olacak. (O konuda da belirsizlik var. Çukurların nereden alınacak toprakla doldurulacağı belli değil. Kanal İstanbul projesinden çıkacak toprak deniyor ancak daha o proje de ortada yok)

Yani inşaat süreci epey zorlu. Türkiye, 2020’de olimpiyat yapmaya aday. Bu havalimanının 2020’ye mutlaka yetişmesi lazım. Daha 7 yıl var diye düşünebilirsiniz ama göz açıp kapayana kadar geçer. İhale şartnamesinde inşaatın 48 ay süreceği öngörülmüş. Yani 4 yıl.

İhaleyi kazanan firma finansmanda bocalar, sizi 1-2 yıl oyalarsa, yeniden ihaleyi yapıp 2020’ye yetiştirmek mümkün olmayabilir.

İnşaatı 4 yıl sürecek

Üçüncü Havalimanı inşaasının 42 ile 48 ay arasında süreceği öngörülüyor. İnşaatla ilgili teknik şartname hazır. Terminallerde kullanılacak granitin kalitesi bile belirlenmiş vaziyette. İhaleyi kazanan firma şayet inşaatı 48 ay içinde bitiremezse 25 yıllık işletim hakkından, uzayan kısım düşülecek. 3 Mayıs’taki ihalede 25 yıllık işletme hakkı yarışması yapılacak. Devlete en yüksek kira bedelini teklif eden kazanacak.

Yazının devamı...

Kahraman bayi teknomarkete yenilecek mi?

Kahraman bakkalların süper ve hipermarketlerle savaşında kazanan üç aşağı beş yukarı belli oldu. Mahallemizin küçük bakkalı kapanıp gitti. Tek tük ayakta kalanlar da karın tokluğuna çalışıyor.

Beyaz eşya bayileri de benzer bir tehditle karşı karşıya. Hızla büyüyen teknoloji marketler beyaz eşya bayilerinden pay çalıyor.

Önceki akşam Darty’nin CEO’su Nedim Esgin’le buluşunca pazarın büyüklüğü ve dağılımından söz açıldı. 2011’de 21.4 milyar TL olan toplam pazar büyüklüğü 2012’de yüzde 17.2’lik artışla 25.1 milyar TL’ye çıkmış.

Dağılıma bakınca tekno marketlerin toplam cironun yüzde 23.6’sını yaptığı anlaşılıyor. Bir önceki yıl tekno marketlerin cirodan aldıkları pay yüzde 19.6’ymış. Yani 4 puan daha çalmışlar geleneksel bayilerden.

Geleneksel bayilerin pazar payı ise yüzde 41.7’den yüzde 38.8’e gerilemiş. Bu iki kanalın toplamı yüzde 100 yapmıyor. Mobilya dekorasyon mağazalarında satılan beyaz ve kahverengi eşya ile Migros ve Carrefour gibi hipermarketlerde satılan ürünlerle birlikte yüzde 100’e ulaşıldığını söyledi Esgin.

Avrupa’da satılan teknoloji ürünlerinin yüzde 80’i teknomarketler kanalıyla tüketiciyle buluşuyor. ‘Türkiye’de de benzer bir süreç mi işliyor’ diye sordum. Esgin, şöyle yanıt verdi:

-Türkiye’de asla Avrupa’daki gibi bir sonuç olmaz. Bayilik sistemi Türkiye’de hep yaşar. Bunun iki temel sebebi var. Birincisi senetle çalışma sistemi özellikle Anadolu’da hala çok yaygın. Bir diğer sebep ise ana üreticiler bayilerinin arkasında duruyor. Arçelik, Vestel gibi üreticiler bizimle de çalışıyorlar ancak sınırlı. Bayilerini desteklemeye devam edeceklerdir. Ancak biraz daha pazar payı alarak bayilerle tekno marketlerin 50-50 noktasına geleceğini düşünebiliriz. Bir de şunu gözardı etmemek lazım. Pazar sürekli büyüyor. Mesela geçen yıl Hollanda’yı geçip Avrupa’nın altıncı büyük pazarı olduk. Dolayısıyla biz geleneksel kanaldan pay alsak da günün sonunda onlar da cirolarını artırıyorlar.

Ciroda ağırlık TV’de

Esgin, bazı rakamlar da verdi. Beyaz eşya ürün gamında bayilik sisteminin tartışmasız bir üstünlüğü olduğu dikkati çekiyor.

“Çoğu tekno market cirosunun büyük bölümünü televizyon ve telefondan yapıyor. Beyaz eşya göstermelik bulunduruluyor. Beyaz eşya satışı geleneksel bayiden yürümeye devam edecek” dedi. Esgin, Darty olarak bu anlayışın dışında en başından itibaren beyaz eşya ürün gamına da mağazalarda geniş yer verdiklerine vurgu yaptı.

Şu da bir gerçek ki geleneksel bayilerin sayısı 22 binlerden 19 binlere inmiş vaziyette.

Ancak hızlı bir erime olmadığını görmek sevindirici...

Yazının devamı...

Başarı şart değil yeter ki zıtlaşma

Bir bürokrat düşünün.

3 yıl önce getirildiği genel müdürlük koltuğunda çok başarılı işler yapıyor.

Yeniden yapılanma sürecini başlatıp kurumda ilk defa uzun vadeli stratejiler oluşturuyor. Temsil ettiği kurumu tarihinin en yüksek kar rakamları ile tanıştırıyor.

Çok radikal bir karar alıyor ve “Rekabetten uzak kalmamalıyız. Finansın merkezinde olmalıyız” diyerek kurumunun merkezini Ankara’dan İstanbul’a taşıyor.

Orta ölçekli bir banka kadar tam 199 yeni şube açıyor. 7.3 milyar TL ile devraldığı özkaynakları 3 yılda 12 milyar TL’ye çıkarıyor.

Aktif büyüklükte 100 milyar TL barajını geçiyor. Bir kamu bankasından beklenmeyen refleksler gösteriyor. Mesela kamuda ilk tahvil ihracını gerçekleştiriyor. Özel müşterilere hizmet veren özel bankacılık şubeleri kuruyor.

2012 yılının hem kredi kartı cirosunda hem de işlem adedinde en çok büyüyen bankayı ortaya çıkarıyor.

Sektöründeki net istihdam artışının yüzde 26.4’ünü tek başına gerçekleştiriyor.

Finansal başarılar yetmiyor, voleybola müthiş bir destek vererek takımın 3 yıl içinde 2 kez Avrupa Şampiyonlar Ligi Şampiyonu olması için gerekli imkanları hazırlıyor.

Bankanın tarihindeki yabancı dil konuşabilen ilk genel müdür de oluyor.

Bu tarif ettiğim kişi benim çok yakından tanıyıp iyi elektrik aldığım ve yaptığı işlere saygı duyduğum Vakıfbank Genel Müdürü Süleyman Kalkan. Daha doğrusu düne kadar Vakıfbank Genel Müdürü’ydü.

Dün ani bir karar ile genel müdürlük koltuğuna 70 yaşına yaklaşmış Halil Aydoğan getirildi.

Bundan sonra Vakıfbank’da takip edeceğin ve mercek altına alacağım 3 konu olacak.

1-Vakıflar’ın yüzde 58 hissesi hangi şartlarda ve hangi ödeme planı ile Hazine’ye devredilecek ve sonra da hangi fiyattan halka arz edilecek.

2-Seçim dönemi yaklaşırken Vakıfbank’ın kredi portföyünde ve takibe düşmüş kredilerinde bir bozulma olacak mı?

3-Vakıfbank Kadın Voleybol takımına kurumun verdiği destek sürecek mi yoksa kulüp sıradanlaşacak mı?

Yazının devamı...

Rum tarafındaki kriz fırsattır THY görebilirse

Yunanistan’dan sonra Kıbrıs Rum Kesimi’nin de içine düştüğü ekonomik krizi tribünden maç seyreder gibi seyrediyoruz. Bıyık altından gülmenin dışında acaba bu krizi fırsata çevirmek için ne yapıyoruz?

Galiba hiçbir şey...

Önceki gün Kuzey Kıbrıs’ın en büyük yatırımcısı olan Merit Otelleri’nin Yönetim Kurulu Başkanı Reha Arar ile konuşma fırsatı bulduk. Reha beyi tanıdım tanıyalı, uçuş ambargosunun delinmesi için uğraş verdiğini bilirim. Son gelişmelerden sonra KKTC’nin önüne ciddi bir fırsat çıktığına vurgu yapıyor.

Televizyonlardan, gazetelerden Kıbrıs’ın Rum tarafındaki sokak gösterilerini seyreden Avrupalılar’ın tur iptaline başladığını tatil tercihlerinin bir bölümünün de Kuzey Kıbrıs’a yöneldiğine dikkat çekiyor. Almanlar, Ruslar ve tabii ki İngilizler Kıbrıs Rum tarafındaki tatil planlarını rafa kaldırmış görünüyorlar. Peki bu kriz fırsata nasıl dönüşür?

Reha Arar, burada kilit rolü oynayacak kurumun Türk Hava Yolları olduğuna dikkat çekiyor. Formülü de şöyle aktarıyor:

“İran’dan Azerbeycan’dan, Lübnan’dan KKTC’ye ciddi bir turist akını olabilir. Son gelişmelerden sonra İsrail de önemli bir potansiyel. Ancak ulaşım sorunu var. Beyrut, sadece 20 dakika uzaklıkta ancak ambargodan dolayı buraya gelme süreleri 5 saat. Önce Beyrut’tan İstanbul’a gelecekler. Uçak değiştirecekler KKTC’de Ercan Havalimanı’na ulaşacaklar. Zahmetli bir yolculuk. Dolayısıyla gelmiyorlar. THY, Tahran-Erzurum bağlantılı Ercan uçuşu, Bakü-Trabzon bağlantılı Ercan uçuşu ya da Beyrut-Adana bağlantılı Ercan uçuşu gerçekleştirirse yol kısalır. Beyrut’tan yola çıkan yolcu, uçaktan inmeden Ercan’a iner. THY bu formülü değerlendirmeli.”

KKTC ekonomisinin turizmden başka gelirini artırıcı çok fazla seçeneği yok. 2013 bütçesini inceledim. 3 milyar 443 milyon TL’lik bir bütçe büyüklüğü var KKTC’nin. Türkiye Cumhuriyeti’nin yaptığı yardım ve kullandırdığı kredi toplamı 1 milyar TL’ye yakın. Bu yardım olmasa inanılmaz bir açıkla karşı karşıya kalırlar. KKTC’nin turizmini geliştirebilmesi, Türkiye’nin yardımına ihtiyaç duyan ekonominin kendini toparlamasına da fayda sağlayacaktır.

Turizmde potansiyel büyük

ADANIN turizm potansiyeli çok büyük ve zengin turisti cezbedecek yeni yatırımlar yapılıyor. Bugüne kadar Ada’ya 1.5 milyar TL’nin üzerinde yatırım yapan Merit Grubu, Mayıs’ta Merit Royal Hotel’i açmaya hazırlanıyor. 120 milyon dolara malolan otel, Akdeniz çanağının en lüksü olacak. 250 odalı otelin 70 kral dairesi var. Zengin Arap ve Çinli turistler hedefleniyor. Tabii ulaşım sorunu çözülebildiği ölçüde.

Reha Bey, dünyada oda başına düşen kapalı alanda rekorun 102 metrekare olduğunu, bu otelde oda başına kapalı alanın 215 metrekare olacağını vurguluyor. Oteldeki kral dairelerindeki özel SPA’lar ve 5 bin metrekarelik casino dikkat çekiyor.

Yazının devamı...

Kadınların altın günü vurguna mı dönüşüyor?

Yastık altındaki altının ekonomiye kazandırılmasına kimsenin itirazı yok. Ancak kadınların bilezikleri, ziynet eşyaları toplanırken ‘has’sas tartım yapılıyor mu, orada ciddi şüpheler var,

Türk insanı altına sevdalı. Bir rivayete göre yastık altında 300 milyar dolarlık altın var ama kimseye bir hayrı yok. Bu altınların ekonomiye kazandırması gerektiğine vurgu yapıldı ve finans kuruluşları peş peşe altın günleri düzenlemeye başladı.

Bankaların altın alımı ile ilgili bir uzmanlığı yok. Dolayısıyla altın günü düzenlenen şubeye ya altın rafinerisinden ya da anlaşmalı bir büyük mücevherci kuruluştan eksperler geliyor. Çatı, bankanın ya da katılım bankasının çatısı.

Yani insana güven veriyor. Ancak hanımların getirdiği altının has miktarını tespit edenler başka kurumlara ait kişiler...

Zaten sorun da sanıyorum burada başlıyor. Altınların değerinin tespitinde bazı sıkıntılar oluyor.

Önce has miktarı nedir bunu açalım. Örneğin çeyrek altın...

22 ayar bir çeyrek altının ağırlığı 1 gram 75 santimdir. Haslık oranı ise 916 milyemdir. Dolayısıyla has miktarının 1.603 gram çıkması gerekir.

Şimdi elimde bir banka tarafından düzenlenmiş değer tespit belgesi var. Burada bu çeyrek altının has miktarı 1.56 gram olarak tespit edilmiş. Altın gününe katılan bir hanım 16 adet çeyrek altın getirmiş. Has net toplamı 25.05 gram görünüyor.

2 adet yarım, 14 adet tam lira 11 adet de Ata’sı varmış bu hanımın. Toplamda 43 adet ziynet için belirlenen has miktarı 191.21 gram.

Bunun bir matematik hesabı var. 22 ayar altını 916’lık milyem miktarı ile çarpıyor ve has miktarını belirliyorsunuz. Konunun uzmanlarına bu kadına ait 43 adet ziynet ürününün olması gereken has miktarını hesaplattım. 194.20 gram çıktı. Yani toplamda 3 gramlık bir eksik var. Aşağı yukarı 300 Türk Lirası’na denk geliyor. Bu 43 ziynet eşyasının toplamı 19 bin lira civarı bir para etmiş. Yani aslında 19 bin 300 lira olması gerekiyor. Yüzde 1.6’lık bir değer kaybı.

Sadece bu hanım için totalde eksik hesaplanan kısım 300 TL...

Göze çok önemli bir miktar olarak görünmeyebilir.

Ancak hesaba bir de şöyle bakarsak durumun vehameti daha net ortaya çıkacaktır sanırım.

Peki ne yapmak lazım?

Bu altın günleri başladığından bu yana yaklaşık 25 ton altının finans kuruluşlarına getirildiği tahmin ediliyor. Yani 25 milyon gram yapar. Eğer yukarıda örneğini verdiğim formül tüm alımlarda uygulandıysa kaba bir hesapla 75-80 milyon liralık bir fark çıkar ortaya ki ciddiye almak gerekir.

Sakın yanlış anlaşılmasın. Tüm altın günü düzenleyen kuruluşlar bu hesaplamada altını olan kişi aleyhine bir durum yaratıyor demek istemiyorum. Sadece ‘Uyanık olmak lazım’ diyorum. Madem böyle bir hesaplama hatası var, altın gününe katılmak isteyen kadınlar ya da beyler ne yapacak? Bir finans kuruluşunun kapısından içeri girmeden önce üç dört tane kuyumcu dolaşarak TL’ye çevirmek istedikleri altının değerini tespit ettirmelerini tavsiye ederim.

Değer tespit tutanaklarına bakıyorum, alınan altının gramını bile yazmaya gerek görmemişler. Çocuğa nüfus kağıdı çıkarıp soyadını yazmamak gibi birşey bu.

Bu tutanakların bir standartının olması gerekmez mi? Bir de bazı bankaların uyguladığı işlem masrafı olayı var. Bir vakayı anlatacağım...

Bir kadın altınlarını getiriyor bankaya. Ancak 10 gün sonra fikir değiştiriyor ve altınlarını geri istiyor. ‘TL olarak ödeyelim’ diyorlar. Kadın altınlarını geri istiyor. 59 gram altını kadına geri veriliyor ancak 90 liralık masraf bedeli karşılığında. Dekontu inceliyorum. 85.71 lira masraf almışlar, 4.29 lira da Banka Sigorta Muamele Vergisi kesintisi. Yani verip geri almada da hesapta olmayan sürpriz masraflar var. Buna da dikkat etmek lazım.

Altının ortaya çıkması için bankalar gerekli

Kuyumculuk sektörünün çalışma biçimine bakınca altının ekonomiye kazandırılması için finans kuruluşlarına mutlaka ihtiyaç olduğunu da gözardı etmemek lazım.

Yani hakikaten yastık altında atıl duran altının ekonomiye kazandırılması isteniyorsa katılım bankaları ve bankalara ihtiyaç var.

Çünkü bu görevi kuyumcuların yerine getirmesi imkansız. Çalışma prensiplerinden dolayı yapamazlar.

Kuyumcular şöyle çalışır:

Onların sermayesi altındır. O gün altın satıp kasaya para koyduğu zaman açığı olduğunu düşünür. Bu açığı tekrar altın alarak kapatmak ister. Bu altın açığını da ya vatandaştan gelen hurda altınla, yetmediği takdirde de rafineriden külçe altınla karşılar.

Dolayısıyla bu mantık çerçevesinde altının ekonomiye kazandırılması mümkün olmaz. Bir kuyumcunun 100 kilo altını varsa onu hep muhafaza eder. Alım satım arasındaki fark onun kazancıdır.

İşte bu yüzden bankalara ihtiyaç var, ancak oyunun kuralları doğru kurgulanmalı. Şüpheye mahal verilmemeli...

Anlaşmalı kuyumcu modeli tutabilir

İstanbul Kuyumcular Odası Başkanı Alaattin Kameroğlu ile konuştum. Durumu ona da sordum. Şikayetleri dikkate alarak bir kampanya başlatmışlar. Şöyle bir sloganı tüm kuyumcuların dışarıdan görünür bir yerine asmışlar:

“Sayın müşterimiz bankanıza altın hesabı açtırmadan önce takılarınızı kuyumcunuza getirip doğru değer tespiti yaptırmanızı tavsiye ederiz.”

Fena fikir değil. Daha çok altının ekonomiye kazandırılmasına yardımcı olacak bankalar için yapılacak şey bana göre şubenin bulunduğu bölgede güvenilir 3-4 kuyumcu ile anlaşmaları olacaktır. Bankalara altının vermek isteyenler bu kuyumcular sayesinde iki hatta üç kere check edilmiş bir değer bulabilirler.

Yastık altında ne kadar altın var?

Bunu bilebilmek çok zor. Ancak bugüne kadar tahminler hep 4-5 bin ton altın varlığı üzerinden yapıldı. Kuyumcular Odası Başkanı Alaattin Kameroğlu ise vatandaşın elindeki altın miktarının 800 ton ile bin ton arasında olacağını iddia ediyor. “Bin ton da kuyumcuda vardır. Dolayısıyla toplam altın miktarı 2 bin tonu geçmez” diyor. Bunun nedenini de şöyle izah ediyor:

“Hesap yıllar içindeki altın ithalatından yola çıkılarak yapılıyor. Ancak atlanan bazı detaylar var. Biz turiste altın satıyoruz. Doğu Bloku ülkelerinden gelip buradan ciddi miktarda altın alıp gidiliyor. Ayrıca Avrupa’da 2 binin üzerinde Türk kuyumcu var. Bunlar altının yüzde 80’ini Türkiye’den çantacılık yöntemiyle kayıtsız kuyutsuz çıkarır. Zira Avrupa’da vergiler yüksektir. Ayrıca sınır ticareti de vardır. Bu saydığım yollarla yurtdışına çıkan altını düşerseniz 5 bin ton yerine 2 bin ton hesabını yapmak ve bunu doğru kabul etmek daha mantıklı olacaktır.’

Yazının devamı...

3 yılda Vakıfbank’a bir Vakıfbank ekledi!

Önceki hafta sonu Vakıfbank’ın voleybolcu kızları 2011’den sonra ikinci kez Avrupa Şampiyonlar Ligi Şampiyonu olmuştu. Hem kızların bu başarısını hem de Banka’nın bugüne kadar açıkladığı tarihi en iyi bilançosunu konuşmak üzere Genel Müdür Süleyman Kalkan ile bir kahvaltıda buluştuk. Buluşmamızda takım kaptanı Gözde Sonsırma ve takımın İtalyan Baş antrenörü Giovanni Guidetti de vardı.

Takım kaptanı Gözde, son 3 yılda sadece 2 maç kaybettiklerine, toplamda da 17 set verdiklerine dikkat çekti. Görüştüğümüz günün akşamı Burhan Felek Salonu’nda Eczacıbaşı ile lig maçları vardı.

Ne yazık ki kalamadım ancak televizyondan seyredeceğime söz vermiştim. Çekişmeli bir maçtan sonra Eczacıbaşı’nı da yendiler ve yenilmezlik serilerini 38 maça çıkardılar.

Son 3 yılda Avrupa’nın bir numaralı kupasını iki kez kaldırmak hakikaten müthiş bir performans. O performansın benzerinin Banka’da da ortaya konması hoş bir paralellik gösteriyor.

Süleyman Kalkan,2010 yılında 7.3 milyar TL olan bankanın özkaynaklarının 12 milyar TL’ye çıktığını bu yıl da 14 milyar TL’yi geçeceğini söyledi. Yani varolan Vakıfbank’ın üzerine 3 yılda yeni bir Vakıfbank daha inşa edilmiş. Banka 450 milyon lira ile 2012’nin son çeyreğinde tarihin en yüksek kârını açıkladı. 2012 yılı net kârı da yüzde 19 artışla 1.5 milyar TL’yi buldu.

İstihdam rekortmeni

Kalkan, finansal başarılardan daha çok şubeleşme ve istihdama katkıya vurgu yapmayı tercih etti:

“Sektör ortalamada 50-60 şube açarken biz ortalama 120 şube açıyoruz. Son 3 yılda bankacılık sektöründe istihdamın tartışmasız lideriyiz. 199 yeni şube açmışız. Bu orta büyüklükte bir banka demektir. 2011 yılında 12 bin 222 olan personel sayımız 13 bin 463’e çıktı. Bu yıl da yine 1.500 civarı yeni eleman alacağız. 744 şubeye ulaştık. 2015 hedefimiz 1000 şubeydi. Muhtemelen 2015 hedeflerimizi bir yıl önceden yakalayabiliriz.”

Anadolu bizi seviyor

Kalkan, voleyboldaki başarının altında yatan nedeni istikrar olarak özetliyor. Vakıfbank tam 27 yıldır voleybolu destekliyor ve bugüne kadar hiç taviz vermedi. Şimdi tüm Anadolu’dan taranarak getirilen kabiliyetli gençler için özel bir salon yatırımı da planlanıyor. Özellikle Anadolu şubelerinde spordaki başarının etkisi görülebiliyor. Örneğin Viranşehir şubesi tam 3.5 ayda kâra geçmiş. Bu herhalde yeni açılan bir banka şubesi için kâra geçme hızında rekor olsa gerek. Güneydoğu’da ciddi bir hareket olduğuna dikkat çeken Kalkan, 2013 hedeflerini de satır başları ile şöyle özetledi:

- Geçen yıl KOBİ yılıydı. Bu seçimimizde ne kadar isabetli olduğumuz ortaya çıktı. Bu yıl KOBİ’lerle birlikte proje finansmanına özel önem vereceğiz. Çok ciddi özelleştirmeler yapılıyor. Bu alanlarda aktif olacağız.

- Plasman genişlememizin en az üçte birini yabancı kaynaklardan yapmayı planladık. Geçen yıl kamu bankaları arasında ilk kez tahvil ihraç eden banka olduk. Yurtdışından 10 yıl vadeli 915 milyon dolarlık sermaye benzeri kredi aldık. Dışarıda ucuz borçlanma imkanı var. Bunu daha çok değerlendireceğiz.

- İstanbul’daki şube açığımızı kapatmaya devam edeceğiz. 1000 şubeye ulaştığımızda bunun en az yüzde 15’i İstanbul’da olacak.

- Katılım bankacılığı konusunda beyin fırtınası aşamasındayız. Olaya ticari bakıyoruz. Finansal hizmet olarak para kazandıracaksa neden olmasın. Ancak şu an somut bir gelişme yok.

Voleybolun anavatanı artık Türkiye oldu

Giovanni Guidetti, 3 yıldır Türkiye’de. O da kariyerinin en iyi sonuçlarını Vakıfbank ile birlikte yakalamanın mutluluğu içinde. Eskiden voleybol denince akla gelen ilk ülkenin İtalya olduğuna dikkat çekiyor ve şöyle konuşuyor:

“Voleybolun merkezi artık Türkiye’dir. Bunu herkes kabul ediyor. Ayrıca menajerler gelip en iyi oyuncularını artık Türk takımlarına sunmaya çalışıyor. Burada başta Vakıfbank olmak üzere önemli kuruluşların verdiği destek çok etkili oldu. Vakıfbank yönetimi bana şu şu kupaları istiyoruz dedi. Ben de kendilerine istediğim oyuncuları listeledim. Hangi oyuncuyu istediysem bana bu imkanı sundular. Sonuçta başarı geldi.”

İyi bir ortamın getirdiği başarı

Kütahya’da ikiz kardeşi Özge ile birlikte 13 yaşındayken keşfedilen Gözde Sonsırma, bugün Vakıfbank Voleybol takımının kaptanı. Vakıfbank’ta Glinka gibi, Fürst gibi ve şu an sporculuk hayatına devam eden en büyük oyunculardan biri olarak kabul edilen Brakoceviç gibi yıldızlar olmasına rağmen Türk oyuncular takımın belkemiğini oluşturuyor.

Gözde, sağladıkları başarıyı aidiyet duygusuna bağlayarak şöyle konuşuyor:

“Tüm takım arkadaşlarım bana inanılmaz yardımcı oluyor. Aynı duyguyu yaşayan bir ekip olduk. İyi bir marka güvenilir bir kuruluşun çatısı altında olmak da çok önemli. Bana da Anadolu’dan Kütahya’dan bir sürü talep geliyor. Vakıfbank şubelerine kızlarını getirenler var. Türk kadını için rol model olmak gurur verici.”

Vakıfbank Anadolu’nun dört bir tarafındaki özel arama ekibiyle, 14 yaşından itibaren voleybola yatkın ve kabiliyetli genç kızları seçerek İstanbul’daki voleybol ve altyapı okullarına alıyor. Onları sadece spora kanalize etmiyor iyi kolejlerden burs alarak okumalarına da destek oluyor. Desteğin kapsamını görünce bu takıma ‘Voleybolun Barcelonası’ yakıştırmasının boşuna yapılmadığını da anlıyorsunuz.

Yazının devamı...

Uzaktaki o köye Vodafone sahip çıktı

Çocukken öğrendiğimiz bir şarkı vardı, ‘Orda bir köy var uzakta’ diye başlayan...

Gezmesek de tozmasak da o köy bizim köyümüzdü. Bir dağ vardı. İnmesek de çıkmasak da bizimdi. Daha da vahimi; bir ses vardı uzakta. Duymasak da tınmasak da o ses bizim sesimizdi.

Büyüdük, ne yazık ki duymayınca tınmayınca o sesin bizim sesimiz kalmayacağı, gitmeyince görmeyince de o köyün bizim köyümüz olmayacağı gerçeği ile yüzleştik.

Şimdi yeni bir süreç işletiliyor da o köyün, o dağın sesine kulak vereceğiz inşallah.

Neyse.. Bu yazıya başlarken amacım siyaset yapmak değildi.

Ben başka bir köyden söz edeceğim.

Aslında bir değil 1.799 tane köyden birden söz edeceğim.

Nüfusu 500’den daha az olan 1.799 köye GSM operatörleri yatırım yapma gereği duymamıştı. Dolayısıyla bu köylerde yaşayan yaklaşık 300 bin nüfus kapsama alanı dışındaydı.

Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı bir ihale yaparak bu köylerde de GSM altyapısının kurulmasının yani baz istasyon yatırımı yapılmasının önünü açtı.

İhaleye Avea ve Turkcell katıldı. Nedense Vodafone ihaleye kayıtsız kaldı.

İhalenin başlangıç fiyatı 473 milyon lira idi.

Yani bakanlığa bağlı birimler bir çalışma yapmış ve bu kadar köyü cep telefonu ile buluşturmanın maliyetinin 473 milyon liradan az olamayacağını hesaplamıştı.

Avea, KDV hariç 516 milyon liralık bir teklif verdi.

Turkcell ise herkesi şaşırtarak 312 milyon 773 bin liralık bir teklif sundu.

Haberleşme Genel Müdürlüğü de çok şaşırdı rakama ama bir o kadar da sevindi.

Zira işin 473 milyon liradan daha aza çıkmayacağını düşünmüşlerdi ancak Turkcell, “Ben bu işi 312 milyon liraya hallederim” diyordu.

Turkcell idarecileri bu ihaleye biraz da sosyal sorumluluk mantığı ile yaklaşmıştı. Hiç kâr etmeden, başabaşa getirerek bu altyapıyı kurmaya talip oldular.

İşin bedeli bakanlık tarafından oluşturulan Evrensel Hizmet Fonu’ndan karşılanıyor. Yani işi veren Ulaştırma, Denizcilik Haberleşme Bakanlığı...

Ancak o fondaki para ise 3 GSM operatöründen yapılan kesintilerle birikiyor.

Önceki gün bazı gazetelerde Vodafone’un ilanları çıktı.

Vodafone ilanında 1.799 köyün daha mobil iletişim ile dünyaya bağlanacağından söz ediyor, Vodafone ve diğer operatörlere ait abonelerin de bu hizmetten yararlanacağına vurgu yapıyordu.

Ulaştırma, Denizcilik ve

Haberleşme Bakanlığı’na da 1799 köy adına teşekkür borç bilinmişti.

Vodafone’un ihalesine bile katılmaya gerek görmediği bir sürecin sonunda gazetelere tam sayfa ilanlar vermesi şapka çıkarılacak bir hamledir.

Demek ki yöneticileri ‘Orada bir köy var uzakta. İhalesine girmesek de o köy bizim köyümüzdür’ demişler.

Amacım bir GSM operatöründen yana tavır alıp diğerini karşıma almak değil.

Ancak bu konuda herhalde 3 GSM operatörünü yan yana koysanız, en son söz söyleyecek hatta hiç söz hakkı olmayan operatör Vodafone çıkar. Diyebilirler ki, “O hizmet bizim de katkıda bulunduğumuz Evrensel Hizmet Fonu’ndan çıkan parayla yapılacak. Burada Turkcell’in hiç bir katkısı yok. Dolayısıyla bu işi bizim de sahiplenmemiz gayet normal.”

Bence normal değil.

Madem Bakan Binali Yıldırım’a 1.799 köy adına teşekkürü borç bilecek kadar bu hizmetin önemini

kavramışsınız, o halde keşke ihaleye de girseydiniz.

Vodafone İngiltere merkezli bir dünya markası.

Satın alma gücü muhtemelen Turkcell’e göre daha yüksektir. Vodafone da girseydi ihaleye belki 312 milyon liraya yapılacak iş daha ucuza gelecekti.

Kim bilebilir...

İhaleye giren Avea ve Turkcell, işin kaymağını yemeğe çalışan Vodafone.

Buna İngiliz kurnazlığı mı yoksa Şark kurnazlığı mı denir artık siz karar verin.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.