Şampiy10
Magazin
Gündem

2 milyon yazarkasa hurdaya çıkarken kimin cebi dolacak?

Maliye Bakanlığı biri 11 Nisan 2012, diğeri 6 Haziran 2012 tarihlerinde olmak üzere iki tebliğ yayınladı. Katma Değer Vergisi mükelleflerinin ödeme kaydedici cihaz kullanma mecburiyetine yönelik yayınlanan bu tebliğlerde yeni bir yazarkasa tarif ediliyor.

Yeni yazarkasalarda EFT-POS özelliği bulunacak. Yani kredi kartı işlemleri yazarkasa üzerinden yapılacak. Kredi kartını geçip, fiş kesmemek gibi bir keyfiliğe izin verilmeyecek. Harici olarak kullanılacak POS cihazları da bu yazarkasaya bağlanacak.

Gelir İdaresi Başkanlığı’nın belirleyeceği kıstaslara göre, anlık ya da dönemsel olarak elektronik yolla Gelir İdaresi Başkanlığı Bilgi İşlem Merkezi’ne veri gönderilecek. Yani bu yazarkasalar internete bağlı olacak. Kredi kartı ile yapılan işlem bir kaç saniye içinde Gelir İdaresi tarafından görülecek ve önce fiş kesilecek ardından POS onayı gelecek.

Sistem akıllıca düşünülmüş. Hepimiz biliyoruz ki esnaf uyanıktır. Bütün gün fiş kesmez akşam kapanışa doğru 2-3 tane fiş kesip Z raporu alır. Gelir İdaresi’nin anlık takip edebileceği yeni nesil yazarkasalarda bu tip enteresanlıklara da izin verilmeyecek. Aynı caddenin, aynı AVM’nin tüm yazarkasaları bir arada görülebileceği için kimin hareketinin şüpheli olduğu da ortaya çıkacak.

Tebliğ 2015 diyor ancak portatif yazarkasalar için süre çok daha kısa. Temmuz 2013’te kapımıza gelen pizzacının hamburgercinin elinde bulunan mobil yazarkasalar yeni nesillerle değişmiş olacak.

Bu sistem, kayıtdışılıkla mücadelede tam olarak istediği sonucu alamayan bir ülke için kulağa hoş geliyor.

Bu yeni nesil yazarkasa projesinin altyapısını Ethem Sancak’ın ortağı olduğu MT adında bir şirket hazırlıyor. Oldukça hummalı bir çalışma yapıldı proje belli bir noktaya getirildi.

Şimdi yavaş yavaş işin can alıcı noktasına doğru yaklaşıyoruz. Bu kadar yazarkasa değişirken Maliye hangi cihaza uygunluk verecek?

Piyasaya baktığımızda geleneksel yazarkasalarda piyasa hakimiyetinin Koç Grubu’nda olduğu görülüyor. Beko bu işte epey bir yol katetti. Satılan her 100 yazarkasanın 50’ye yakını Beko’ya ait. Hugin markalı yazarkasalar da ciddi bir piyasa payına sahip. Vestel bir ara bu işe çok meraklıydı ancak beceremedi kaçarcasına uzaklaştı. Profilo’nun Olivetti ile yaptığı ortaklıktan da verim alınamadı.

Yazarkasa satan alt bayilerde enteresan dedikodular var. Adını vermeyeceğim bir firmanın yetkilileri, “Bizimle işbirliği yapmalısınız. Zira bu işin tek sahibi biz olacağız.” mesajı vererek il il ilçe ilçe gezmeye başladılar bile...

Şu anki pazarın büyük oyuncularını aradım ancak mevcut lisanslarla ilgili problem çıkar diye olsa gerek kimse birşey söylemiyor. “Biz yeni nesil yazarkasalarla ilgili testlerimizi, yeni dönemin de oyuncusu olacak gibi yapmaya devam ediyoruz” demekle yetiniyorlar.

Böylesine büyük bir projenin tek bir üreticinin eline emanet edilmesi, sanırım bu projeyi başından baltalayıp ölü doğuracak yegane yanlış olur...

3 milyar dolarlık yenileme pazarı

Türkiye’de 2 milyon civarı yazarkasa kullanılıyor. Bunlar tanesi 1.500-2 bin dolar civarında olan hatta 4-5 bin dolarlıkları da bulunan pahalı cihazlar. Yenileme pazarı en az 3 milyar dolarlık bir hacim yaratacak.

Yazının devamı...

Herşeyi dolar görürken kentsel dönüşüm zor

Kalebodur’un, toplumu ve mimarlığı ilgilendiren değerlere sahip çıkma misyonuyla düzenlediği “Kalebodur’la Mimarlar Konuşuyor” isimli toplantı dizisinin ikincisi, ‘Kentsel Dönüşüm’ başlığı altında Kapadokya’da gerçekleştirildi. ‘Kentsel Dönüşüm’ün tüm boyutlarıyla ele alındığı toplantıya konuşmacı olarak Mimar Emre Arolat, Prof. Dr. Celal Abdi Güzer, Prof. Dr. Süha Özkan, Yard. Doç. Dr. Erbatur Çavuşoğlu ve Şehir Planlamacısı Faruk Göksu ile birlikte konuşmacı olarak katıldım.

Mimar Emre Arolat, Türkiye’nin Prag Büyükelçiliği’ni yeniden tasarlarken başından geçen ilginç bir anekdotu anlattı:

“Sadece sizin karar vermeniz yetmiyor. Binanın yakınında oturan herkesin görüşleri soruldu. Ona göre vize verilecekti. Tek itiraz geldi. O da binanın hemen yan komşusu. O kabul etmeden projeyi başlatamıyorduk. İtiraz edenin gerekçesi ‘Binanın saçaklarının gölgesi bizim üzerimize düşecek güneşimizi kesecek’ idi. Konsensus aranması hoşumuza gitmişti. Ancak bir miktar para ödeyince itirazını çekti ve benim de tüm algım allak bullak oldu...”

Arolat, bu örneği neden verdiğini de açtı. Türkiye dahil hemen her yerde gayrimenkul işinde rant olduğu için her şeyden taviz verilebileceğini vurguladı ve “Maalesef herşeyi dolar dolar gördüğümüz için kentsel dönüşümde de başarı şansımızı pek yüksek görmüyorum” diyerek sözlerini bitirdi.

Arolat, mahalle konseyi benzeri uygulamaların Türkiye’de de olması gerektiğini belirtirken, hemen her büyük projenin Başbakan Erdoğan’ın onayına gitmesini de tuhaf bulduğunu ifade etti.

Doğan Yayın Holding Yönetim Kurulu Üyesi Nuri Çolakoğlu’nun yönettiği panelde Prof. Celal Abdi Güzer, kentleşmede yaşanan manzarayı “Mısır patlağı gibi orada burada bir takım projeler ortaya çıkıyor ancak bir bütünlük yok maalesef” sözleri ile özetledi.

Faruk Aksu’nun kentsel dönüşümü gerçekleştiren vatandaşa parsel birleştirme bonusu, yola terk bonusu, kamusal mekana terk bonusu ve otopark bonusu gibi ödüller verilebileceğini aktaran konuşmasını oldukça ilginç buldum. Belki de panelde sadece olana eleştirel bakış açısının dışında tek somut öneriyi koyan kişiydi. 3ADA1ADA stratejisini incelemenizi tavsiye ediyorum.

Panelde naçizane ben de bir konuşma yaptım. Kentsel dönüşümde 7 milyondan fazla dönüştürülmeyi bekleyen konuttan bahsedildiğini, bunları yaparken müteahhit hakkı ile birlikte en az 14 milyon konutluk bir arzla karşı karşıya kalacağımızı matematiksel olarak bunları satın alacak bir talep bulunmadığını belirttim. Dolayısıyla kentsel dönüşümün başarı şansının çok sınırlı kalacağını düşündüğümü belirttim. Hazır mimarları yanımda ve dinleyici olarak karşımda bulmuşken provokatif olmayı da ihmal etmedim. Muğla, Safranbolu, Sille benzeri Türk tipi evlerdeki onca zenginliğimize ve estetiğe rağmen İstanbul dahil tüm şehirlerin tek tip TOKİ konutları ile donatılmasına mimarların neden sessiz kaldığını sordum. Panel, her panelde tanık olduğumuz gibi fikir birliği olmaksızın, konuşanın sadece konuştuğu ile kaldığı bir şekilde sona erdi, evlerimize dağıldık. Panele ev sahipliği yapan Uçhisar’daki büyüleyici ‘Argos in Cappadocia Oteli’ ise belki de zirvenin tek güzel anısı olarak zihnime yer etti.

Yazının devamı...

Ucuza gitti derken haklıymışım

Koç ve Ülker’in, üzerinden vızır vızır araç geçen köprü ve otoyollara verdiği fiyatı, Üçüncü Köprü ihalesinde ortaya çıkan rakamla karşılaştırmış ve net biçimde “Hazıra konmak yenisini yapmaktan çok daha karlı çıktı” demiştim. Her ne kadar büyük reklamverenler olarak Koç ve Ülker’i kızdırmak istemeyen pek çok yazar fiyatı doğru bulmuştu ancak benim şüphelerim vardı.

Rakamlar ortadaydı.

Bakın ne yazmışım...

2012 yılı köprü ve otoyol gelirlerine bakıyorum. Geçmiş yıllar performanslarını inceliyorum, gelir düzenli olarak artıyor. Artan araç sayısı ve geçiş ücretlerine yapılan periyodik zamla birlikte gelirlerde yıllık ortalama yüzde 15’lik bir artış sözkonusu...

2012’deki 800 milyon liralık gelir muhtemelen önümüzdeki 3 yıl içinde 1 milyar TL’yi bulacak. 25 yılın sonunda belki yıllık 3 milyar liraları da geçecek. Biz bir paçal rakam çıkararak ve 25 yılın ortalama gelirini güncelleyerek 1.1 milyar TL yıllık gelir rakamı alırsak sanırım gayet muhafazakar temkinli bir rakam ortaya koymuş oluruz.

Konsorsiyum önümüzdeki 25 yıl boyunca her yıl ortalama 620 milyon dolar gelir elde edecek demektir. 25 yılın sonunda elde edecekleri gelir 15.5 milyar dolar olacak.

Bunun 5.7 milyar dolarını ihale bedeli olarak ödeyecekler. Geriye kalan miktar 9.8 milyar dolardır. 25 yıla bölünce 390 milyon dolar çıkar karşımıza. Sıfırdan köprü yapacak grup yıllık ortalama 200 milyon dolar gelire razı olmuşken, dünkü ihalede kazanan konsorsiyum yıllık 390 milyon dolar gibi bir gelir elde edecek gibi görünmektedir. ‘Hazıra konmak, yenisini yapmaktan kârlı çıkıyor’ demem bundandır.

Finansal maliyet analizi yapsak ve konsorsiyumun tüm taahhüdünü banka kredisi ile karşılayacağını öngörsek bile toplam maliyet yıllara yayılmış olarak 8.2 milyar doları geçmiyor. Zaten köprü ve otoyollar her yıl 620 milyon dolar kazanıyor. 13 yıllık geliri ile tüm borcu kapatmak mümkün. Böyle bakınca bile kalan 12 yıllık gelir olan 7.5 milyar dolar bu üç grubun kâr hanesine yazılacak.

Büyük bakımlar devlete ait ise, ve bu arada hesaba katmadığımız bir otoyol kenarı kiralık işletmeler konusu var ise Ülker ve Koç’un verdiği rakam ucuzdur.

Başbakan da bu analizi dünkü sözleri ile teyid etmiştir.

Yazının devamı...

Karamehmet ne yapar eder bu parayı öder

Turkcell’de tam 3 yıldır temettü ödenemiyor. İhtilaflı yüzde 13.81’lik hissenin, 2010’dan önceki yıllara ait temettüleri de sahiplik belli olmadığı için kullanılamıyor. Dolayısıyla yüzde 13.81’lik hissenin payına düşen temettü gelirine bakarak bile Çukurova Grubu’nun kesilen faturayı rahatlıkla ödeyeceğini söyleyebiliriz.

Turkcell’de ortaklar arasındaki ihtilafın çözülmesine çok az kaldığını, yüzülüp yüzülüp kuyruğa gelindiğini söylemek mümkün. En nihayetinde Privy Council’in belirleyeceği fatura Çukurova Grubu tarafından ödenecek ve hissedarlık yapısı ile ilgili karmaşa son bulacak.

Neden bu kadar net yazabiliyorum biraz açayım.

Dün de belirttiğim gibi Çukurova’nın ana para borcu 1 milyar 350 milyon dolar. Ödenecek faizle birlikte aradan geçen 7 yıla yakın sürede fatura 2 milyar 300 milyon dolara da çıkabilir, 1 milyar 600 milyon dolarda da kalabilir. Ancak konuya yakın uzmanların yaptığı hesaba göre Privy Council, önceki günkü kararında sağladığı dengeyi, ödenecek faturada da korursa tutar 1 milyar 800 milyon dolar civarında çıkabilir.

Bunun artı eksi 50 milyon dolar yanılmasının olması mümkün.

Şimdi bu noktada çok önemli bir hesabı açalım.

Turkcell, hissedarlar arasındaki tepişmeye rağmen iyi yönetilen, her yıl düzenli kar üreten bir şirket.

2010 yılının karından 1 milyar 329 TL temettü dağıtılması yönetim tarafından genel kurula sunulmuş ancak Alfa ve TeliaSonera’nın itirazı ile bu para yatırımcılara ödenememişti.

2011 karı da yine ortakların stratejik hamleleri yüzünden ödenemedi.

2011 yılında 1 milyar 178 milyon liralık net kar oluşmuştu.

2012 yılının 12 aylık bilançosu gelmedi ancak 9 aylığa bakınca orada da 1 milyar 620 milyon liralık bir kar görünüyor. Dördüncü çeyrekle birlikte 2012 karının 2 milyar lirayı geçeceğini söyleyebiliriz.

2010’da net karın yüzde 75’inin temettü olarak dağıtılması kararı çıkmıştı. Hadi biz son 2 sene hesabında daha ihtiyatlı davranalım ve yasal karşılıklar ayrıldıktan sonra yüzde 50’lik karın dağıtılacağını öngörelim.

2011 yılı için 810 milyon, 2012 yılı için de şayet kar 2 milyar TL olursa 1 milyar liralık bir temettüden sözedebiliriz.

Yani totalde son 3 yıl için 3 milyar 139 milyon liralık birikmiş ve dağıtılmayı bekleyen kar var.

2007,2008 ve 2009 yıllarının dağıtılan temettüsünden ise bildiğim kadarı ile rehin olan yüzde 13.81’lik hisseye ödeme yapılmadı.

Zira bu hisselerin kime ait olduğu belli değildi. Bu 3 yılın yüzde 13.81’lik hisseye tekabul eden temettüsünün de en az 600 milyon TL olduğunu söyleyebiliriz.

3 milyar 139 milyon liralık son 3 yıl temettüsünden yüzde 13.81’lik hisseye ise 434 milyon lira düşüyor.

Bu demektir ki yüzde 13.81’lik hisseye sahip olan taraf, faizle birlikte hazır 1 milyar liranın üzerinde bir nakite de konmuş olacak.

Bankalar sadece bu basit matematik hesaba bakarak bile Çukurova Grubu’na çok rahatlıkla finansman sağlayacaklardır.

Ayrıca Genel Energy’nin Londra Borsası’nda önemli bir değer oluşturduğunu, Karamehmet’in de bu şirkette hatırı sayılır bir payı olduğunu unutmamak lazım.

Kuzey Irak petrolü için bugünlerde önemli gelişmeler oluyor. Karamehmet sıkışırsa şayet, bu silahını da devreye sokacaktır ve ortağı Mehmet Sepil’den de destek alacaktır. Ancak buna gerek bile kalmayabilir.

Piyasa değeri de artar

Turkcell’de ortaklık yapısının kilitlenmesi, hissenin performansını etkiledi. Dünkü kapanış itibarıyla Turkcell’in piyasa değeri 13 milyar 696 milyon dolarda. Oysa bu şirket 18 milyar dolarların üzerini de gördü, daha fazlasını görme potansiyeli de var. Ancak ortaklar arasında uyumun kaybolması bazı işlerde sıkıntı yarattı. Bulgaristan örneğinde olduğu gibi dışarıdaki fırsatlar tepişme yüzünden kaçtı. Ukrayna operasyonu zora girdi. Temettü ödemeyen şirket ünvanı küçük yatırımcıyı bezdirdi. Turkcell’e inanan pek çok yatırımcı uzaklaştı, çoğu da bu hisseden ‘Cüzzamlı’ gibi kaçtı.

Öyle tahmin ediyorum ki 1 ay içinde hissedarlık ve hakimiyet tartışması bitince Turkcell önüne daha net bakabilecek, 3 başlı yönetimden kaynaklı sıkıntılarını aşacak. Turkcell değerlendikçe yüzde 13.81’lik hissenin piyasa değeri de bugünkü 1 milyar 890 milyon dolarlık değerin üzerine çıkacak.

Bu da finansör için önemli bir endikatördür.

Nihayetinde neresinden bakarsanız bakın Çukurova Grubu bu faturayı öder.

Bir önceki yazının başlığı “Dünün galibi Çukurova ancak maç daha bitmedi’ idi

Evet teknik olarak maç bitmedi ancak bu saatten sonra Ruslar’ın maçı çevirme şansı da hiç kalmadı...

Yazının devamı...

Dünün galibi Çukurova ancak maç daha bitmedi

İngiliz Yüksek Mahkemesi Privy Council’in Turkcell kararını şöyle okumalıyız: Teknik olarak Çukurova Grubu temerrüde düşmüştür, bu yüzden Rus Altimo şikayetinde haklıdır. Ancak Çukurova Grubu borcunu ödemek istemiş fakat Altimo kabul etmemiştir. Dolayısıyla Çukurova grubu iyi niyetlidir. Altimo asıl amacının ticari borcunun peşine düşmek değil Turkcell’i ele geçirmek olduğunu belli etmiştir.

Karardaki kritik cümle şu: Çukurova’ya hisselere el konulması durumunun kaldırılması olanağı tanınmasına karar verilmiştir... Bu, Çukurova’nın yüzde 13.81’lik hisseyi alabileceği anlamına geliyor. Ancak Mahkeme, Çukurova’nın hisseleri hangi şartlarda alacağına eldeki bilgilerle karar veremeyeceğini de vurguluyor. Şimdi hesap yapılacak Çukurova’nın ne kadar faiz ödeyeceğine karar verilecek.

Konuyu yakından takip edenler bilir ancak biz yine de süreci hatırlatarak yazıya giriş yapalım. Çukurova Grubu, Turkcell’i ortağı TeliaSonera’ya kaptırmamak için sürpriz bir manevrayla herkesi ters köşeye yatırıp Rus Altimo ile 2005 yılında bir finansman sözleşmesi imzaladı. 3.3 milyar dolarlık bu finansman paketinin 1.6 milyar dolarlık bölümü Rus Alfa’ya yüzde 13.22’lik Turkcell hissesi vermeyi içeriyordu. 1.7 milyar dolar ise borç olarak alınmıştı. Bunun karşılığında da yine Turkcell’in yüzde 13.81’lik hissesi rehin verildi. 1.7 milyar dolar ödendiği takdirde, rehin hisseler geri alınacaktı.

Çukurova Grubu, borcunun 350 milyon dolarlık kısmını ödedi. Kalan kısmın ödenmesi sırasında bir gecikme oldu. Yani Çukurova Grubu temerrüde düştü.

Bu arada Rus Altimo, Turkcell’i daha yakından tanımaya başlamış ve şirketin çok cazip olduğunu da görmüştü. Yüzde 13.22’lik hisseyle yetinmeyip rehinli yüzde 13.81’lik hisseye de göz dikti. Çukurova’nın anlaşmaya uymayıp bir kaç kez temerrüde düştüğünü iddia ederek sözleşme hükümleri gereği British Virgin Adaları’nda davalar açtı. Çukurova Grubu ise ödemenin hazır olduğunu ancak Altimo’nun parayı özellikle kabul etmediğini, amacının parayı değil hisseleri almak olduğunu belirtti. Altimo’nun gözü Turkcell’deydi.

Dava temyiz süreci sonrası nihai kararı verecek İngiliz Privy Council’e taşındı.

İşte dünkü karar bu sürecin sonunda gelinen nokta oldu.

Altimo ne kazandı?

Çıkan kararı her iki taraf da kendi lehine yorumladı ve ‘Kazanan biziz’ dedi. Haliyle başta Turkcell küçük hissedarları olmak üzere herkesin kafası karıştı.

Moskova’dan yapılan açıklamada Altimo’nun Başkan Yardımcısı Evgeny Dumalkin, “Altimo’nun, Çukurova’nın Altimo ile taraf olduğu kredi sözleşmelerine ilişkin olarak defatle temerrüde düştüğüne dair değerlendirmesini teyid eden Privy Mahkemesi kararı bizi tatmin etmiştir. Turkcell’e uzun süredir zarar veren bu ihtilafın nihai olarak çözülmesini ivedilikle bekliyoruz” dedi.

Evet, Evgeny Dumalkin haklıdır. Mahkeme Çukurova Grubu’nun temerrüde düştüğünü teknik olarak da olsa kabul etmiştir. (Buna neden teknik temerrüt dediğimi burada değil kafanız karışmasın diye ayrı bir kutuda değerlendireceğim.) Ancak Altimo’nun “Eğer temerrüt varsa rehinli hisseler benim olur” tezini kabul etmemiştir. Dolayısıyla Ruslar’ın asıl istediğini geri çevirmiştir.

Çukurova ne kazandı?

Herşeyden önce yüzde 13.81’lik hissenin temerrüde düşülmesi sebebiyle Rus Alfa’ya verilmemesi başlı başına bir kazançtır. Ancak Çukurova için asıl kazanç mahkemenin “Çukurova’ya hisselere el konulması durumunun kaldırılması olanağı tanınmasına karar verilmiştir” tespitidir.

Bu, Çukurova Grubu’nun yüzde 13.81’lik Turkcell hissesini geri alabileceği anlamına geliyor. Ancak Mahkeme, Çukurova’nın hisseleri hangi şartlarda alacağına eldeki bilgilerle karar veremeyeceğini de vurguluyor. Taraflardan daha fazla bilgi istediğini ve yeni bir karar alacağını açıklıyor. Şimdi hesap yapılacak, Çukurova’nın ana para borcuna ne kadar faiz ödeyeceğine karar verilecek. Bu kararın da 1 ay gibi bir süre sonra çıkması beklenebilir.



Çukurova Grubu rehin hisse için ne ödeyecek?

Davaya konu para 1.7 milyar dolardı. 350 milyon doları ödendi, kalan 1.350 milyar dolarlık borçta ihtilaf oluştu. Altimo ile Çukurova grubu arasında yapılan sözleşmede temerrüde düşülmesi halinde uygulanacak faizin yıllık yüzde 10 olacağı ibaresi konulmuş.

Ancak Çukurova temerrüde düşmediğini Altimo tarafından düşürüldüğünü iddia ediyor. Dolayısıyla aradan geçen yıllar boyunca yüzde 10’luk gecikme faizinin uygulanmasının haksızlık olacağını iddia ediyor.

Ruslar ise “Mahkeme madem temerrüde düşüldüğüne hükmetti dolar bazında yüzde 10’luk gecikme faizi ile birlikte paramızı isteriz” tezini ortaya koyacak.

Mahkemenin bir orta yol bulacağını öngörebiliriz. Zira ne demiştik. Çukurova grubu tarafından gösterilen bir iyiniyet var. Para bulunmuş getirilmiş ancak Altimo kabul etmemiş. Çukurova Grubu bu paraya el sürmeden mahkeme süresince bankada tutarak da iyiniyetini ispat etmiş.

Dolayısıyla her yıl için yüzde 10’luk faiz kararının çıkması beklenemez. Konuya yakın kaynaklar aradan geçen 7 yıllık sürenin belli bir bölümünün yüzde 10 faizden, belli bir bölümünün ise normal piyasa faizinden işletilerek bir rakama ulaşılabileceğini belirtiyorlar.

Eğer Mahkeme kararını tamamen Altimo’nun tezini doğru kabul ederek verirse ödenecek tutar faizle birlikte 2 milyar 300 milyon doları bulabilir.

Eğer Çukurova grubunun iyiniyetini bir kez daha dikkate alır ve bu ihtilafta yüzde 10 faizi insafsız bulursa ödenecek faiz tutarı 200 milyon dolarlarda kalabilir.

Yani Çukurova Grubu için yüzde 13.81’lik hissenin faturası 1 milyar 550 milyon dolarla 2 milyar 300 milyon dolar arasında olabilir.

Benim Çukurova Grubu’na yakın kaynaklardan edindiğim bilgi, bu rakamın ana para dahil 1 milyar 800 milyon dolar civarında gerçekleşebileceği yönünde. Biraz üstü ya da biraz altı olabilir.

Bu rakam belirlendikten sonra asıl mesele ise çıkan rakamı Çukurova Grubu’nun ödeyip ödeyemeyeceği...

2 milyar doların üzerinde bir rakam Çukurova Grubu’nu zorlar, finansmanda sıkıntı çıkar.

Sıkıntı olur ve Çukurova Grubu bu parayı ödeyemezse ne olur?

Cevap çok basit yüzde 13.81 hisse Ruslar’ın olur.

Resme böyle bakınca aslında dünün galibinin Çukurova olduğunu söyleyebiliyoruz. Ancak başlıkta da belirttiğim gibi maç henüz bitmedi. Mahkemenin hesaplayacağı rakam önemli. Ödenebilir bir rakam olursa Çukurova rehinli hisseleri alır Turkcell Türk kalmaya devam eder.

Hisseler Ruslar’a geçerse Turkcell’de yeni bir sayfa açılır.

İşte o zaman Sermaye Piyasası Kurumu ve BTK’nın tavrı yeniden önem kazanır, gözler Londra’dan Ankara’ya çevrilir.

Erken açıklamayla borsa mağdur oldu

Dün İMKB’de Turkcell hisseleri sadece bu mahkeme kararına odaklıydı. Henüz Mahkeme kararı çıkmadan Altimo kaynaklı bir haberin Reuters ekranına düşmesi hisselere satış getirdi. Ruslar ‘Ben kazandım’ diyordu. Fakat mahkeme resmi kararını açıklamamıştı. Yaptıkları hatayı anlayan Ruslar açıklamalarını geri çekti çekmesine ama o arada geçen sürede pek çok can yandı. Sanıyorum SPK bu konuda bir inceleme başlatacak ve Rus Altimo’yu cezalandıracaktır. Her iki taraftan gelen farklı açıklamalar daha sonra gün boyunca yine Borsa’da hisseleri dalgalandırdı. Turkcell hisseleri günü yüzde 6.75’lik kayıpla kapattı.

Teknik temerrüt nasıl oluştu?

ÇUKUROVA’nın patronu Mehmet Emin Karamehmet, Rus Altimo’nun Başkanı Mikhail Fridman ile anlaşırken, her borçludan istenen belli taahhütlerin altına imza atmıştı. Bunlardan biri de borçluluk rasyosuyla ilgiliydi. 1.7 milyar doları alan Karamehmet, “Daha fazla açılmayacağım. Borç oranlarımı yükseltmeyeceğim” sözü vermişti. Fridman bir anlamda kendini garantiye almıştı. Bu aslında her borçludan istenen bir teminattır. Tahvil ihraç eden şirketler piyasaya çıkarken bu tarz sözler verir. Karamehmet, Altimo’ya olan borcunu ödemek için bir finans kurumundan borç alınca, uyanık Ruslar hemen sözleşme hükümlerini hatırlattı. Evet Çukurova Grubu yeni bir borç alıyor ve dolayısıyla borçluluk oranlarını artırıyordu ancak bu borcu almasının sebebi Altimo’ya olan borcunu ödemekti. Yani aslında ticari olarak Altimo’nun bu yeni borçlanma işleminden zarar görmesi mümkün değildi.

İşte kötü niyet burada başladı. Altimo, Çukurova’nın yeni borçlanma yaparak sözleşme hükümlerini çiğnediğini iddia etti. Fakat mahkeme dünkü kararıyla Altimo’nun bu tezini çürüttü. “Söz konusu borçlanma teknik olarak temerrüttür ancak ticari olarak seni zora sokacak bir işlem değildir. Yeni borçlanmanın amacı senin borcunu ödemektir” diyerek temerrüdü haklı gördüğü halde hisselerin Rus Alfa’ya geçişine izin vermedi. Dünün özeti budur.

Yazının devamı...

Denizlerin Ferrari’sine Bursa dayanabilecek mi?

İDO özelleştirildikten sonra kademeli fiyat politikası, öncelikli geçiş hakkı gibi tepki çeken uygulamalarıyla müşterisini kızdırdı. Feribota, deniz otobüsüne binmeyip Körfez’i dolaşanların sayısı bir anda arttı.

İDO’yu özelleştirmeden satın alanlar, İDO’yu İDO yapan Ahmet Paksoy’u yeniden dümenin başına geçirerek şimdi yaralarını sarmaya, kaybettikleri müşteriyi yeniden kazanmaya çalışıyor.

Bu arada ilginç bir gelişme oldu ve Bursa Büyükşehir Belediyesi, gelen tepkileri de dikkate alarak BUDO’yu kurdu. İDO’dan ayrılan bir ekip de BUDO’nun içinde. Norveç ve İtalya’dan iki deniz otobüsü aldılar.

Birine Hüdavendigar diğerine Nilüfer Hatun adını koydular. İlk hafta çaylar şirketten olmak üzere seferlere başladılar. Hayırlı, uğurlu olsun.

Olsun da merak edilen soru şu...

Bursa Büyükşehir Belediyesi bir fırsat görüp bu işe soyundu da acaba uzun soluklu sürdürebilecek mi?

Daha doğrusu bu işten büyük zarar etme olasılığı var mı?

Deniz otobüsleri denizlerin Ferrari’si gibidir. Nasıl normal otomobil 100 kilometrede 10 litre yakıyor da Ferrari 25-30 litre yakıyorsa deniz otobüsleri de normal bir Şehir Hatları vapuruna göre motorini yakmaz, adeta içer.

Öğrendiğime göre BUDO ilk etapta Mudanya-Kabataş arasında karşılıklı 2 sefer düzenliyor. Günde 4 sefer.

Bir deniz otobüsünün gidiş geliş tek seferde yakıt sarfiyatı 5 bin TL civarındadır. Bu sadece yakıta giden para. Personel ve işletme maliyetleri ile finansman giderini işin içine katmıyorum bile.

Makinaların bakım masrafları da normal makinalara göre çok farklıdır, ciddi yekün tutar.

Günde 20 bin liralık yakıt sarfiyatı olacak BUDO’nun 18 liralık normal bilet ücreti belirlemişler.

Bu otobüsler 300 civarı yolcu alır. Tüm yolcuların 18 liralık tam bilet satın aldığını ve yüzde 100 dolulukla gidip geldiklerini varsayarsak 5 bin 400 liralık bilet gelirinden sözedebiliriz.


Ancak hafta ortalamasında bırakın yüzde 100 doluluğu, yüzde 60 doluluğu bile kolay kolay tutturamazsınız.

Dolayısıyla BUDO’nun bu rekabete uzun süre dayanabilmesi zor görünüyor.

Daha önce Çanakkale Belediyesi ile Kocaeli Belediyesi deniz otobüsü macerasına girişti. İkisi de tabir yerindeyse ağzının payını aldı bu işten epey dayak yedi.

Üstelik geçmişte bu denizlerin Ferrari’si dediğimiz araçları kırsal motorinle çalıştırmak mümkündü.

Oysa şimdi AB normları çerçevesinde kırsal motorinin bu deniz otobüslerinde ve hızlı feribotlarda kullanılması yasaklandı. Artık Eurodizel kullanmaları gerekiyor.

Dolayısıyla yakıt maliyetlerinde ciddi artış var. (Bu arada Yenikapı’dan Bandırma’ya giden bir hızlı feribotun da tek seferde yaklaşık 60 bin liralık yakıt sarfettiğini belirtelim.)

Sonuç şu ki, rekabet mutlaka olmalı.

Hatta keşke BUDO bir adım daha ileriye gitse, araç taşıyan feribot da getirse.

Ancak bu işe soyunulurken, bu işin artılarının eksilerinin iyi hesaplanıp hesaplanmadığı konusunda ciddi kaygılarım var. Umarım yanılırım.

Yazının devamı...

Anlamsız uçuş yasağı daha ne kadar yakıta malolacak?

Geçen hafta içinde, GYODER’in düzenlediği Gelişen Kentler Zirvesi için İzmir’e gitmiştim. Dönüş yolunda gözüm uçağın harita bilgilerini aktaran ekranına takıldı. Adnan Menderes Havalimanı’ndan kalkıp İstanbul’a doğru düz bir hatta uçarken Balıkesir’e yaklaştığımızda bir anda sola döndük. Telefonum uçuş modundaydı, ekranın fotoğrafını da çektim.

Bir süre sanki Edine’ye gidecekmişiz gibi uçtuktan sonra Kapıdağ yarımadasının batısında Marmara Denizi’ne ulaştığımız anda önce Tekirdağ sonra İstanbul rotasına döndük.

Bu tuhaf rota değişikliklerinin neden kaynaklandığına yaklaşık 2 yıl kadar önce de değinmiştim.

Askeri hava üslerinin bulunduğu yerler ve üslerin etki alanı ne yazık ki sivil uçuşlara kapalı.

Bu yüzden tüm sivil uçaklar bu bölgelerin etrafından dolanmak zorunda kalıyor.

Anlaşılan o ki aradan geçen 2 yıllık sürede bu anlamsız yasağın kalkması için hiçbir gayret gösterilmemiş.

İsraf samimiyeti

Başbakan Erdoğan geçen hafta içinde TMO’nun ekmek israfını önleme ile ilgili bir organizasyonuna katılmıştı.

Ekmek israfı yüzünden yılda 1.5 milyar liranın çöpe gittiğini belirterek “Zenginleştikçe israfı artan bir yaşam tarzı bizim yaşam tarzımız olamaz. Biz tasarruf ettikçe zenginleşen, zenginleştikçe tasarrufu artan bir ülke, böyle bir millet olmak zorundayız” demişti.

Bunlar kimsenin itirazının olamayacağı söylemler.

Ancak bir de bu söylemler havada kalmasa.

Gerçekten bir kalem oynatması ile hallolabilecek gereksiz israflardan kaçınma konusunda laftan ziyade samimiyet görebilsek.

Ekmekten 1.5 milyar TL’lik kaybımız olup olmadığını, bunun hesabının nasıl yapıldığını bilmiyorum.

Zarar 800 milyon $

Uçuş yasağı olan bölgeler yüzünden 2 yıl önce 600 milyon dolar olarak hesaplanan zararın bugün artan uçak ve uçuş sayısını da dikkate alarak rahatlıkla 800 milyon doları yani yaklaşık 1.5 milyar TL’yi bulduğunu söyleyebiliyorum.

Askeri NOTAM’ların olduğu bölgeler sivil uçuşlara kapalı.

Bu engel sadece İzmir-İstanbul arasında da değil üstelik. Bu engel İstanbul’dan Dalaman’a giderken de, Van’a, Adana’ya uçarken de karşımıza çıkıyor.

İstanbul’dan Dalaman’a uçuşun 18 dakika, Bodrum’a olan uçuşun 14 dakika daha kısa sürmesi mümkün aslında.

Türkiye Özel Sektör Havacılık İşletmeleri Derneği (TÖSHİD), “Türk hava sahasının etkin kullanılması, hava koridorlarının yeniden düzenlenerek verimliliğin artırılması” başlığı ile konuyu irdelemiş ve Ulaştırma Bakanlığı ile Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nün ilgisine sunmuştu.


Raporun ait olduğu tozlu raflara kalktığı, aradan geçen 2 yıllık sürede hiçbir çözüm üretilememesinden belli.

Aslında üretilecek bir çözüm de yok.

Hava Kuvvetleri Komutanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı ile konuşulacak, rica edilecek bu anlamsız yasak kaldırılacak. Tüm rotalar yeniden belirlenecek ve uçaklar daha kısa sürelerde kalkıp inecek.

Bu kadar basit.

Hiç bir askeri yetkili bu yasağın neden kaynaklandığına dair geçerli bir sebep ortaya koyup beni ikna edemez.

Ekmekteki israfı öyle bir anda önlemek sıfırlamak imkansız ancak engelli hava sahaları yüzünden havayolu şirketlerinin neden olduğu zararı bir geceden ertesi güne sıfırlamak mümkün.

Uçaklar gereksiz yol tepiyor, dövizle aldığımız Türkiye’ye ithal edilen yakıtı sarfediyor.

Çok ciddi maliyet.

Havada daha fazla kalan uçağın bakım maliyeti artıyor.

Çok ciddi maliyet.

Bir de ticari maliyet var. Uçak seferini daha çabuk yapıp gelse, bir diğer uçuşa daha çabuk hazırlanıp havalanacak. TÖSHİD 2 yıl önceki raporunda havada askeri uçuş yasağı olan bölgeler yüzünden kaybedilen zamanı 18 bin saatten fazla hesaplamıştı. Bir uçağın bir saatlik geliri 6 bin 500-7 bin dolar seviyesinde. Varın, bir uçuştan diğerine geçişteki gecikme maliyetini siz hesaplayın.

Daha önce bazı görüşmeler yapılmış 28 bin feet yani 8 bin 600 metrenin üzerinde gerçekleşen uçuşlarda yasak sahaların trafiğe açılabileceği kararı çıkmıştı.

Bu karar bile uygulanmadı.

Madem israf edecek kadar zengin değiliz ve tasarruf ettikçe zenginleşeceğiz...

Şu anlamsız yasağı kaldırmayı bir kere daha düşünsek ya...

Yazının devamı...

18 milyar doları bölüşmek varken bu kavga niye?

Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (KRG) Taq Taq sahasından çıkarılan petrolü kamyonlarla Mersin Limanı’na taşıması ve Bağdat yönetiminin onayı olmaksızın kendi insiyatifi ile ihraç etmesinin politik sonuçları olacağı belliydi.

Bu sevkiyatın sembolik değeri olduğunu, Türkiye’yi de çok yakından ilgilendirdiğini, bu sevkiyatla Kuzey Irak yönetiminin hem Bağdat hem de ABD’nin tepkisini ölçmeye çalıştığına vurgu yapmıştık.

ABD bu konuda sessiz kaldı çok radikal bir çıkış yapmadı. Bağdat yönetimi ise beklenen tepkisini verdi ve hem Erbil hükümetini tehdit etti hem de ihracatı gerçekleştiren Genel Energy hakkında hukuksal yollara başvuracağını açıkladı.

Bu tepkilerden sonra KRG yani Kurdistan Regional Goverment, çok makul bir açıklama yaparak Bağdat yönetimini adeta akıllı olmaya çağırdı. O açıklamanın satır başları şöyle:

- Bağdat’taki hükümet yetkililerinden, Irak’tan Türkiye’ye ve oradan da uluslararası pazarlara günde 3 milyon varil petrol gönderilmesini mümkün kılacak, geliri tüm Irak halkı tarafından paylaşılacak ‘Kuzey Enerji Koridoru’ oluşturma planını ayakta alkışlamalarını beklerdik. Özellikle, elde edilecek gelirin tüm Irak halkı ile paylaşılacağı düşünüldüğünde.

- Bu yüzden Irak petrol bakanının yaptığı düşmanca açıklamalar büyük hayal kırıklığı yaratmıştır. Bakan çok düşünülmeden yapılan açıklamada KRG’ye ayrılan payın kesileceği tehditinde bulundu. Kuzey Irak’ta faaliyet gösteren şirketleri de ‘Üretim Paylaşımı Sözleşmesi’ kapsamında, sahip oldukları ‘buldukları petrol ve doğalgazı pazarlama’ hakkını savundukları ve uyguladıkları için tehdit etti.

- Petrol ve doğalgaz kaynaklarının yönetimi hususunda KRG, 2005 yılında gerçekleştirilen referandum kapsamında, Irak halkının çoğunluk oyları ile kabul edilen kalıcı Irak Anayasası’na tam anlamıyla inanmakta ve uymaktadır.

Bölgede gerçekleştirilmiş olan tüm anlaşmalar KRG’nin petrol ve doğalgaz kanunlarına uygun şekilde düzenlenmiş ve Kuzey Irak Parlamentosu tarafından 2007 yılında onaylanmıştır.

- Anayasanın 111’inci maddesi açıkta belirtmektedir ki petrol ve doğalgaz ‘Irak’ın farklı bölgelerinde, farklı yönetimler altında yaşayan halkın tümüne’ aittir. Petrol ve doğalgaz ne Irak Petrol Bakanlığı’na ne de Saddam Hüseyin zamanında kurulmuş olan Irak Ulusal Petrol Şirketi SOMO’ya aittir.

- Merkezi Irak Hükümeti’nin engellemeleri olmasa, KRG, yılda 500 milyon varil petrol ihraç ediyor ve 18 milyar dolar delir elde ediyor olabilirdi. Bu para KRG’nin yıllık bütçesi 10 milyar doları karşılamaya yettiği gibi, Irak halkının cebine de milyarlarca dolar girmesini sağlardı.

KRG’nin açık mektubunun özeti böyle. Durum öyle gösteriyor ki bu film burada bitmeyecek. Genel Energy Kuzey Irak’tan petrol sevkiyatına devam edecek.

Mektupta bahsedilen Kuzey Enerji Koridoru açılırsa bundan Türkiye’nin çok büyük çıkarı olacağı aşikar. Petrol önemli ancak asıl önemli olan doğalgaz olacak. Doğalgaz sevkiyatı başladığı takdirde Türkiye’nin enerji faturasında çok ciddi iyileşmeler beklenebilir. Türkiye’nin hemen dibindeki bu gelişmeleri çok yakından takip etmesinde, hatta siyasi olarak rol üstlenmesinde büyük fayda var.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.