Şampiy10
Magazin
Gündem

TÜSİAD’dan başlık artık zor çıkar...

Yıllardır TÜSİAD toplantısı izlerim. Dün gerçekleşen genel kurul kadar heyecansız ve ruhsuzuna tanık olmamıştım. Bu dönemde yönetime giren isimlere bakarak, “TÜSİAD’da Anadolu açılımı” yorumları yapıyoruz ancak işin aslı şu ki, patronlar bir çatı altında örgütlenerek lobi yapma, toplumsal olaylara reaksiyon verme refleksini kaybetmiş adeta duyarsızlaşmış vaziyetteler. Bir itaatkarlık, yenilgi hali çökmüş salona. Muharrem Bey alınmasın lütfen ama dünkü hava gösteriyor ki...

Ümit Boyner, ‘birilerini kızdırma kaygısı gütmeksizin, düşündüğünü korkmadan açık yüreklilikle kıvırmadan konuşabilme refleksine sahip son TÜSİAD Başkanı’ olarak kayıtlara geçecektir.

Bundan sonra konu ne olursa olsun TÜSİAD’dan keskin bir çıkış beklemek imkansızdır. Daha açık söylemek gerekirse biz gazeteciler için TÜSİAD toplantısı izlemenin heyecanı kalmamıştır.

Zira TÜSİAD hidayete ermiştir ya da ermek üzeredir.

Ümit Boyner’in başkanlık yaptığı 3 yıl boyunca sayısız konuda, cesur çıkışlarına tanık olduk.

Bir kadın olarak dimdik duruşuna hayranlık besledik.

Kendisine sırf Elitler Kulübü’nü temsil ediyor diye...

‘Zengin patrona karşı alerjim var’ havası atmanın oy olarak geri dönüşü olur diye saldıranlar oldu.

Ancak eminim onlar bile Ümit Hanım’a gizliden gizliye bir hayranlık beslediler.

Ancak burada ‘Konsomatris’ benzetmesi yapacak kadar seviyesizleşen eski sendika başkanını ayrı tutuyorum.

Bülent Arınç’ın “Ümit Hanım gibiler iktidara gelirse pornoyu serbest bırakırlar” sözünün de kendisini çok üzdüğünü biliyorum.

Ümit Boyner şiddeti iyi ayarlanmış konuşmaları ile gündem oldu. Söylemleri çıkışları o kadar etkiliydi ki bertaraf edilme tehditi bile aldı.

Madem bundan sonra TÜSİAD’dan kolay başlık çıkmaz dedik. Bari yazıyı biraz nostalji yaparak bitirelim. Bundan sonra belki de hiç göremeyeceğimiz ‘TÜSİAD Başkanı’ çıkışlarını hatırlayalım:

“Vatandaş Uludere’de ne olduğunu anlamak, Afyon’daki patlamanın arka planını sebeplerini öğrenmek bunların sorumlularını bilmek ister.”

“Gündemde tartışılan kürtaj konusu, tecavüzün neredeyse doğal karşılandığını ihsas eden aşağılayıcı beyanlar yalnızca kadınları değil toplumun vicdan sahibi tüm kesimlerini rencide etmiştir, kırmıştır.”

“Bir taraftan yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına büyük önem veriyoruz. Diğer yandan yargının bir jüristokrasiye, yani yargının kendisini siyasetin yerine koyması türü bir uygulamaya dönüşmesi eğilimlerinden de rahatsız oluyoruz.”

“4+4+4 ile ortaya çıkan kademeli eğitimi desteklememiz mümkün değil, bu kız çocuklarının eğitime katılımında sorun yaratır.”

“Buyurganlığın idare anlayışına hakim olmasından korkuyoruz.”

Yazının devamı...

Irak’ta Pandora’nın Kutusu açıldı Ayşe Teyze bile oyunun parçası

Kuzey Irak’taki özerk Kürt Bölgesel Yönetimi, Bağdat onayı olmaksızın kendi adına petrol ihracatına ilk kez cesaret etti. Petrolü ihraç eden şirketi Genel Energy, ihraç limanının Mersin olması Türkiye’yi bu gelişmenin bir parçası yapıyor. Ancak Türkiye’nin Kuzey Irak’taki yeni oyunda çok daha büyük bir rolü var. Bu rol öyle büyük ki aylık doğalgaz faturası 400 liraya çıktığı için isyan eden Ayşe Teyze’yi bile yakından ilgilendiriyor...

Önce sıcak gelişmeyi aktaralım. Kuzey Irak’taki Bölgesel Kürt Yönetimi (KRG) ilk kez kendi adına dünya pazarlarına Türkiye üzerinden ham petrol ihracatına başladığını duyurdu. Miktar küçük ama sembolik değeri büyük. Genel Energy tarafından işletilen Kuzey Irak’taki Taq Taq sahasından çıkan petrol, kamyonlarla Mersin Limanı’na taşındı ve oradan da dünya pazarlarına ihraç edildi. Kuzey Irak’taki yönetim bir süredir petrol ihracatına Bağdat yönetiminin izin vermemesinden ve yüzde 17’lik payının da ödenmemesinden şikayet ediyordu. Ticaret şimdilik takas gibi görünüyor. Kuzey’de ham petrol var ancak işlenmiş ürün yok. Ham petrol verip karşılığında benzin almış gibi bir yumuşak izahat var. Ancak ‘fiilen Bağdat ilk kez by-pass edildi’ diyebiliriz.

Haberin duyulması ile birlikte Bağdat yönetimi de beklenen tepkisini verdi. Bağdat’ta üst düzey bir petrol yetkilisi, “Eğer KRG yasal onay olmadan takasa bile giderse yanlış yola sapıyor demektir; bu, durumu daha da kötüye götürür ve bir anlaşmaya varılmasını daha da zorlaştırır” dedi.

Öyle görünüyor ki Kuzey Irak’ta Pandora’nın kutusu açıldı. Bağdat’ın tepkisi belli. Zaten yaklaşık 1 ay kadar önce Kerkük’te Kuzey Irak güçleri ile Bağdat yönetimine bağlı güçler karşı karşıya gelmişti. Gerginliğin ana sebebi Kuzey’deki zengin enerji kaynaklarının nasıl paylaşılacağı...

‘Türkiye oyunun tam da göbeğinde’ demek yanlış olmaz. Aslında Rusya da ABD de bu oyunun bir parçası. Ancak Türkiye için Birinci Dünya Savaşı’nda kaybedilen Ortadoğu’daki çıkarların yeniden elde edilebileceği bir fırsat var kapıda. Ve aslında bu oyunun Türkiye için en kritik parçası petrol değil doğalgaz...

Kuzey Irak’ın doğalgazı Türkiye için çok stratejik. Nedenlerini inceleyelim:

- Coğrafi olarak çok yakın. Yani taşıma maliyeti düşük. Dolayısıyla buradan alınabilecek gazın bin metreküpü 250 bilemediniz 300 dolara malolabilir. (Rusya’dan aldığımız gaza 400 doların, İran’dan aldığımız gaza ise 500 doların üzerinde bedel ödediğimiz düşünülürse bu çok ciddi bir ucuzluk anlamı taşıyor.)

- Türkiye, 2012’de 44 milyar metreküpün üzerinde doğalgaz ithal etti. Bu ithalatın bir bölümünün Kuzey Irak gazı kaynaklı olması paçal olarak maliyetleri aşağı çekecektir. Ayrıca Rusya’nın ve İran’ın yeni fiyat vermeye razı olması anlamına da gelecektir.

- Doğalgaz faturasının ucuzlaması neticede evinde doğalgaz kullanan Ayşe Teyze’nin sürekli şişen faturasına bir çözüm olur. Faturası şişmez hatta bir miktar düşebilir.

- Daha da önemlisi Türkiye’nin cari açığına yönelik endişeli havayı dağıtır. Türkiye’nin verdiği cari açığın yüzde 68’i enerji ithalatı kaynaklı. 2012’de 60 milyar doları bulan bir enerji ithalatı sözkonusu olacak. Bu rakamda yüzde 10’luk bir indirim dahi cari açıktan 6 milyar doları siler.

Yıldız neden inemedi?

Hatırlarsınız geçtiğimiz ay Taner Yıldız’ı taşıyan uçak, Bağdat yönetiminin talimatı ile Erbil’e indirilmemiş Türkiye’ye geri döndürülmüştü.

Bu olayın arkasında Kuzey Irak’taki bu büyük enerji oyununda Türkiye’nin elini güçlendirmeme çabasının etkisi vardı. Yıldız Erbil’de muhtemelen büyük bir doğalgaz anlaşmasının ilk adımını atacaktı. Belki de 2015’ten itibaren Kuzey Irak gazı Türkiye’ye akmaya başlayacak, Bağdat bunu istemiyor.

Dediğim gibi, Pandora’nın kutusu açılmış görünüyor. Engeller kalkarsa gaz Türkiye’ye ve Avrupa’ya gidecek. Konunun PKK varlığını eritecek stratejik gücü olduğunu da söylemek lazım.



Irak’ta bölünme istenmiyor ama...

Bağdat yönetimi ile Kürt yönetimi arasında tansiyon bir süredir hayli yüksek. Hatta geçtiğimiz ay iki taraf savaşın eşiğine kadar geldi. Kerkük’de gövde gösterisi yaptılar sonra baltaları toprağa gömdüler. Ancak bu bir daha topraktan çıkarılmayacağı anlamına da gelmiyor. Herkes Irak’ta toprak bütünlüğünden yana gibi ancak çıkarlar çatışıyor.

Türkiye tavrını Kuzey Irak yönetiminden yana koymuş gibi görünüyor zira çıkarları bunu emrediyor.

Erbil Yönetimi de Türkiye’yi dış dünyaya açılacağı kapıda stratejik ortak olarak görüyor.

Burada ABD’nin tavrı önemli. Geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Namık Tan enteresan bir çıkış yapmış, “Türkiye ve Kuzey Irak’lı Kürtler’in anlaşmasından Bağdat ve Washington memnun değil. Ancak güçler Irak’taki kaynaklara sırtımızı döneceğimizi düşünüyorlarsa yanılıyorlar” demişti.

Başbakan Erdoğan’ın ABD’ye yapacağı ziyaretin en önemli parçası muhtemelen Kuzey Irak ve enerji olacak. Tabii bir de PKK konusu...

Sadece Miran’daki rezerv 150 milyar m3

Mehmet Emin Karamehmet ve Mehmet Sepil’in kurup büyüttüğü ve daha sonra yabancı ortak aldığı Genel Energy’nin Kuzey Irak’ta zengin petrol ve doğalgaz sahaları bulunuyor. Genel Energy’nin yüzde 51 hissesine sahip olduğu Miran sahasında tespit edilmiş 150 milyar metreküpün üzerinde gaz var. Sahada açılan kuyu adedi henüz sınırlı ve mevcut verilerin ışığında bu muhafazakâr tahminin çok ötesinde hacimlerin bulunduğu hesaplanıyor. Mevcuit rezerv bile Türkiye’nin 6-7 yıllık ihtiyacını karşılayacak seviyede.

Yazının devamı...

İddialıyım, konutta % 18’lik KDV’nin ömrü uzun olmaz

Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama konutta KDV oranı yüzde 1’den yüzde 18’e çıkarıldı, sektörde ‘Yandık bittik’ diye kendini ortaya atan olmadı.

“Ohh süper oldu, belirsizlik ortadan kalktı” diyen inşaatçılar neredeyse zil takıp oynayacak.

Otomotivde ÖTV oranları zamlandığında sektörün verdiği tepki aklıma geliyor “Bu işte bir bit yeniği var” diyorum...

Neticede evlerin fiyatını yüzde 20’ye yakın artıracak maliyet yükleyen bir vergi artışından sözediyoruz.

Şeytanın avukatlığını yapmak görevimiz.

Eldeki verileri alt alta koyduğumda belki biraz iddialı bir ifade olacak ama ‘Bu KDV kararının ömrü en fazla 1 yıl olur’ diyerek kendimi ortaya atıyorum.

Bu iddiamı destekleyecek tespitleri de şöyle sıralayacağım.

8KDV artışı 1 Haziran 2012’den sonra ruhsat almış projeler için geçerli olacak denmişti. Resmi Gazete’de yayınlanan kararda sürenin 6 ay daha uzatılarak 31 Aralık 2012 tarihine çekildiği görüldü. Yani şu ana kadar ruhsat almış tüm projelerde KDV halen yüzde 1. Mağdur olacak hiçbir müteahhit açıkta bırakılmadı.

8Ortada şu an yüzde 18 KDV uygulanacak (Şayet ev 150 metrekareden büyük değilse) tek bir ev bile yok. 2013 yılında da yeni projeye start verilmeyip eldeki taahhütler bitirilecek.

8Neden yeni projeye start verilmeyecek? Çünkü elde birikmiş henüz satılmayı bekleyen, ruhsatı alınmış 800 bin kadar konut var.

8Herkes elindeki stoku eritmek için fırsat yaratmış olacak. Satış ofisine gelen vatandaşa şu söylenecek: Efendim bizce bu fırsatı kaçırmayın. Bu evler KDV artışından etkilenmeyen evler. Alım kararınızı ötelerseniz yarın öbür gün 400 bin liralık evi 500 bin liraya almak zorunda kalacaksınız. Hiç düşünmeyin, bir an önce alın...

8Bu arada ‘herkes’ kim ona da bakalım. 800 bin stoktan söz ediyoruz. Bu stoktaki evlerin büyük bir bölümü markalı proje ve neredeyse tamamının TOKİ ile, TOKİ olmazsa Emlak Konut ile bağlantısı var.

8Yani aslında stoklardaki erime ile KDV düzenlemesinin en büyük kazananı TOKİ ile Emlak Konut olacak.

8Bu arada sektördeki oyuncular da ciddi bir sınavdan geçmiş olacak. Bazı oyuncuların ayakta durabilmek ve batmamak için sürekli yeni proje üreterek beslenmesi gerektiği konuşuluyor. Şayet yeni proje üretimi 2013’te durursa, yeni proje ile beslenmek zorunda kalanlar da açığa çıkmış olacak. İddia edildiği gibi bir balon varsa anlaşılacak.

8Ayrıca uygulama arsa metrekare değeri üzerinden yapılacak dendi ancak doğru dürüst bir çalışma yapılmadı. Adaletli bir KDV oranı uygulanmak isteniyorsa, Maliye önce semt semt, sokak sokak gerçek rayiçleri belirler, bu işe öyle kalkışırdı.

Ya doğru çıkmazsa?

İddiamın doğru olmadığını farzedelim. Maliye’nin KDV uygulamasında kesin kararlı olacağını düşünelim.

O takdirde olacaklara da bir bakalım.

8Ekonomi 2011 yılında yüzde 8.5 büyürken, bu büyümede yüzde 11.3 büyüyen inşaat sektörü motor oldu.

82012’de inşaat frene bastı, büyümesi muhtemelen yüzde 1.5’i bile bulmayacak. GSYH’daki büyüme de yüzde 3’ü ancak yakalayacak. Yani inşaat büyürse ekonomi büyüyor. İnşaat durursa genel ekonomi de duruyor.

8İşsizliğin düşüşünde inşaat sektörünün büyük payı var. Eylül ayında inşaat sektöründe istihdam 1 milyon 896 bin kişi ile tarihi zirvesine çıkmıştı. İnşaatın toplam istihdam içindeki payı yüzde 7.4’ü buldu.

8KDV uygulaması sürerse sektör 2013’te değil ama 2014’te tam anlamı ile frene basar ve en az yüzde 30 küçülür. İnşaat durursa işsizlikte ciddi artış olur, seçim yaklaşırken Hükümet bunu göze alır mı emin değilim.

Amaç gelir sağlamak mı?

Otoda vergiler artırılırken amaç ekonomiyi soğutmaktı. Peki inşaatta KDV’yi artırmanın çıkış noktası ne?

8Neticede bu karar “Zengin vergisi” olarak ortaya çıktı. Maliye’nin kısa vadede, konuttaki KDV artışından bir beklentisi de yok. Bugün ruhsatı alınmış bir projenin tamamlanması en az 30 ay sürer. Yani KDV artışından gelecek paranın Hazine kasasına girmesi 3 yıldan önce olmaz.

Tüm bunları altalta koyuyorum, bu KDV artışı bana biraz şüpheli görünüyor. ‘Hele bir stoklar erisin de sonrasına bakarız gibi bir hava’ sezdiğim için yüzde 18’lik KDV’nin ömrü uzun olmaz diyebiliyorum. İnşallah mahcup olmam.

Yazının devamı...

Ronaldo’yu Cimbom’a Messi’yi Fener’e getiren hapsi boylar

Mayıs ayı sonunda ligler biter, medyanın transfer toto günleri başlar.

Transfer borsasının açık olduğu günlerin sonuna kadar, tuttuğunuz takıma geleceği yazılıp çizilen isimleri üşenmeyip tek tek bir yere not etseniz değil 1, en az 5 tane ideal takım kurabilirsiniz.

Ancak transfer dönemi bittiğinde bir bakarsınız ki adı geçen isimlerin bir tanesi bile kulübün kapısından içeri girmemiş, imza atmamıştır. Çoğu, adının o kulüple anıldığından bile habersizdir.

Spor basını yazdığı ile, siz bir kaç gün o ünlü futbolcunun geyiğini yapıp kendisini İnönü’de, Saracoğlu’nda izleyeceğiniz günleri hayal ettiğinizle kalırsınız.

2012-2013 sezonunun ilk yarısı, bugün oynanacak maçlardan sonra bitiyor. İkinci yarı başlamadan önce bir ara transfer dönemi olacak. Yine bir sürü futbolcunun ismi ortaya dökülecek.

Ancak bu arada önemli bir gelişme oldu. Yeni Sermaye Piyasası Kanunu 6 Aralık’ta TBMM’den geçti.

Cumhurbaşkanı onaylarsa, Resmi Gazete’de yayınlanmasının ardından yürürlüğe girecek.

Büyük bir ihtimalle de futbolda ara transfer dönemine yetişecek.

Transfer sezonu ile SPK Kanunu’nun ne alakası var demeyin.

Yeni kanun, sermaye piyasası araçlarının fiyatlarını değerlerini veya yatırımcıların kararlarını etkilemeye yönelik her türlü yanıltıcı bilgiyi, söylentiyi cezalandıracak hükümlerle donatıldı.

Bu kanunda biz gazetecilere yönelik hükümler iyice ağırlaştırılmış vaziyette.

Sonuç olarak 4 büyük kulübün hisseleri İMKB’de işlem görüyor.

Dolayısıyla Fenerbahçe ya da Galatasaray veya Beşiktaş ile ilgili bir transfer haberi tam da “Sermaye piyasası araçlarının fiyatlarını, değerlerini veya yatırımcıları kararlarını etkilemeye yönelik bilgi” kapsamına giriyor.

37 yaşından önce olmaz ama hadi biz varsayalım. “Messi Fener’de” başlığını bir yerde okudunuz.

“Messi Fener’e gelirse bu sene kesin Fenerbahçe şampiyon olur. Şampiyonlar Ligi’ne katılır. Gruptan da çıkar. Hatta yarı finale kadar da gider. Kasasına en az 100 milyon euro koyar” diye bir hesap yapıp hisse senedi almışsınız.

Hadi ayıkla pirincin taşını.

Yeni SPK Yasası tasarruf sahiplerini daha fazla korumaya yönelik hükümlerle donatılırken bazı yönleri muğlak bırakıldı.

Medyayı kapsayan taraf da bunlardan birisi.

Kanunun bu hükmünün kimler için nasıl yorumlanıp, nasıl uygulanacağını merakla bekliyorum. Sadece spor basını için değil, ekonomi basını için de hayat artık çok zor.

FT’nin yaptığı suç mu?

Yakın geçmişten ilginç bir gelişmeyle olaya başka bir yönüyle daha bakalım.

Geçenlerde Financial Times’da bir haber yer aldı. “Wal-Mart Migros’a talip. 4 milyar dolar ödemeye hazır” diye...

Ertesi günü haber Türk medyasında genişçe yer buldu. Borsa’da Migros hisseleri tavan yaptı.

Şimdi buna benzer bir örnek, yeni kanun çıktıktan sonra bir daha tekrarlanırsa ne olacak?

Belki de Wal-Mart ile Migros’un sahibi BC Partners satış için görüştü ancak anlaşamadı.

Taraflar da el sıkışmadıkları için asla görüştüklerini kamuoyuna duyurmadı.

Yani bilgi doğrulanmadı.

Şimdi taraflar arasındaki görüşmeyi haberleştiren kurum, sermaye piyasası araçlarının fiyatlarını, değerlerini veya yatırımcıların kararlarını etkilemeye yönelik yanıltıcı bir haber vermiş oldu mu olmadı mı?

Suç işledi mi işlemedi mi?

Bu soru çok önemli.

Eğer cevap “İşledi” ise sadece spor basını değil, ekonomi basını da duyduklarını haberleştirmekte zorlanacak demektir.

Siyaset yazan meslektaşlarımız için hayat, belirli sebeplerden dolayı çok sıkılaştırıcı dolayısıyla da sıkıcı bir noktaya gitmişti. Sanıyorum ekonomi ve spor sayfaları da öyle olacak.

Yazının devamı...

Hazıra konmak yenisini yapmaktan kârlı çıktı

Bir yatırıma proje aşamasındayken girmekle, hazır bir işe girmek arasında ödenen fiyat açısından büyük fark oluşur. Konut mesela... Bir konut projesine topraktan giren, bitmiş eve talip olana göre daha düşük rakam öder. Köprü ve otoyol özelleştirmelerinde ise tam tersi bir durum oldu. Koç ve Ülker ile Malezyalı ortakları resmen hazıra kondu.

Nedenini açalım biraz.

Önce dünkü ihalede çıkan fiyatı, sıfırdan üçüncü köprü ve 113 kilometrelik bağlantı yollarını yapacak İçtaş-Astaldi konsorsiyumunun verdiği fiyatla karşılaştıralım.

İçtaş-Astaldi konsorsiyumu üçüncü köprü ihalesini 10 yıl 2 ay ve 20 günlük yapım+işletme taahhüdü ile kazanmıştı.

Plana göre toplamda 2.4 milyar dolar gibi bir yatırım projeksiyonu çıkardılar. 3 yıl içinde köprüyü ve bağlantı yollarını inşa etmeyi, geri kalan 7 yılda da hem yatırım maliyetini çıkarıp üzerine de para kazanmayı öngördüler.

Devletin üçüncü köprü ve bağlantı yolları ile ilgili 135 binlik araç garantisi var. Bu da 7 yılda, köprüyü ve yolları inşa edecek grubun kasasına yaklaşık 3.8 milyar dolar gibi para gireceği anlamı taşıyor. Yani 2.4 milyar dolara maledecekler, 7 yılda 3.8 milyar dolar kazanacaklar. İşletme giderini, bakım masraflarını, finansman yükünü bir kenara bırakıyorum 7 yılda kazanacakları brüt gelir 1.4 milyar dolarda kalıyor.

Aşağı yukarı her yıl ortalama 200 milyon dolarlık brüt kazanç.

Bir de hazır, halen üzerinden vızır vızır araç geçen Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü ile 8 otoyolun 25 yıllık işletme hakkını alan Koç ve Ülker’in ödediği fiyatı analiz edelim.

2012 yılı köprü ve otoyol gelirlerine bakıyorum.

11 ayda iki köprüden 195 milyon TL, otoyollardan ise 545 milyon TL yani toplamda 740 milyon TL gelir elde edilmiş. Aralık’ta da aynı performans devam ederse bu yılı 800 milyon TL, yani 450 milyon dolar gibi bir gelirle kapatacaklar.

Geçmiş yıllar performanslarını inceliyorum, gelir düzenli olarak artıyor. Artan araç sayısı ve geçiş ücretlerine yapılan periyodik zamla birlikte gelirlerde yıllık ortalama yüzde 15’lik bir artış sözkonusu...

800 milyon liralık gelir muhtemelen önümüzdeki 3 yıl içinde 1 milyar TL’yi bulacak. 25 yılın sonunda belki yıllık 3 milyar liraları da geçecek. Biz bir paçal rakam çıkararak ve 25 yılın ortalama gelirini güncelleyerek 1.1 milyar TL yıllık gelir rakamı alırsak sanırım gayet muhafazakar temkinli bir rakam ortaya koymuş oluruz.

Konsorsiyum önümüzdeki 25 yıl boyunca her yıl ortalama 620 milyon dolar gelir elde edecek demektir. 25 yılın sonunda elde edecekleri gelir 15.5 milyar dolar olacak. (Dediğim gibi çok muhafazakar bir tahmin. Üstü olur kesinlikle altı olmaz.)

Bunun 5.7 milyar dolarını ihale bedeli olarak ödeyecekler. Geriye kalan miktar 9.8 milyar dolardır. 25 yıla bölünce 390 milyon dolar çıkar karşımıza. Yani sıfırdan köprü yapacak grup yıllık ortalama 200 milyon dolar gelire razı olmuşken, dünkü ihalede kazanan konsorsiyum yıllık 390 milyon dolar gibi bir gelir elde edecek gibi görünmektedir. ‘Hazıra konmak, yenisini yapmaktan kârlı çıkıyor’ demem bundandır.

Sadece maliyet analizi yapıca da sonuç aynı

Bir de fiyat analizini hiç üçüncü köprüyü karıştırmadan sadece bankacı mantığı ile yapmaya çalışalım. İlk yaptığımız hesaptaki bir rakam bu bakış açısında da gerekli olacak. Yıllık ortalama 620 milyon dolarlık gelir rakamı...

Şimdi ihalede ortaya çıkan 5.72 milyar doların finansal maliyetine bakalım. Koç ve Ülker ile Malezyalı ortakları muhtemelen belli oranda özkaynak kullanacak. Üçü de finansal yönden sağlam. Ancak biz tamamını banka kredisi olarak kullanacaklarını varsayalım. Bugün Koç gibi Ülker gibi A kredibilite düzeyindeki şirketler dolar bazında libor+3.5 faizle çok rahat borçlanabilirler. Libor yüzde 1 dersek total maliyet, ekstra masraflarla yıllık yüzde 4.8 gibi olur. Yani yıllık 250 milyon dolara yakın faiz yükü olacak demektir. 10 yılın sonunda, faiz yükü ile toplam maliyeti 8.2 milyar dolar eder. Her yıl faizle birlikte ana para ödemesi olacağından total yükü 8 milyar doların biraz altında düşünmek mümkün. Biz yine yuvarlayalım ve 8 milyar dolar diyelim. 10 yıl boyunca ortalama 800 milyon dolar ödeyecekler demektir. Zaten köprü ve otoyollar her yıl 620 milyon dolar kazanıyor. 13 yıllık geliri ile tüm borcu kapatmak mümkün. Kalan 12 yıllık gelir olan 7.5 milyar dolar bu üç grubun kâr hanesine yazılacak.

İyi güzel de bu köprü ve yollar bakım istemez mi?

Zenginin malı, züğürdün çenesi misali, yazdıkça yazıyoruz da Koç ve Ülker grubu yetkilileri bu rakamsal analizi okuyunca eminim şöyle karşı çıkacaklardır...

“İyi güzel yazıyorsun da kardeşim bu köprü ve otoyollar sadece para mı basar. Bakım masrafı, yenileme masrafı olmaz mı?” Elbette olacak. Ona da baktım. Köprülerin geçen yılki harcama dağılımı var elimde. Trafik, kar mücadelesi, bakım ve ücret toplamadan oluşan giderler Boğaziçi Köprüsü’nde 2.8 milyon lira, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nde 10.8 milyon TL olmuş. Yani toplamda 13.7 milyon TL. İki köprünün 2012 yılı 11 aylık geliri 195 milyon TL. Toplam gelirin yüzde 7’si bile etmiyor. Benzer bir denge otoyollarda da var. Eminim Koç ve Ülker bu masrafları daha da kısmanın yolunu bulacaktır.

Öyle bakınca, yıllık bakım ve işletme giderlerini düşünve de yine oldukça kârlı bir iş gibi görünüyor.

Rahmetli Necdet Calp, Turgut Özal’a karşı meşhur çıkışını yapmış, ‘Köprüyü sattırmam’ demişti.

İhalede çıkan rakama bakıyorum, topluyorum çıkarıyorum...

Acaba Calp’in kemikleri sızlamış mıdır merak ediyorum.

Yazının devamı...

Marslılar treni tekrar icat etti, Türkler uyuyor

Türkiye’de 16 milyonun üzerinde motorlu araç var ve bunun 8.5 milyondan biraz fazlası binek otomobil. Buna karşılık 1 milyona yakın tır ve kamyon, 2.5 milyondan fazla da kamyonet var. Yani kamyon ve kamyonetlerin sayısı toplamda 3.5 milyon civarında. Her 100 otomobile karşılık 40 ağır vasıta aracının olması kabul edilebilir bir oran değil. Zaten bu dengesizlik yollarda facialara, ölümlü kazalara neden oluyor. Şehirlerarası yollardaki istatistiklere bakın kazaya karışan araçların içinde mutlaka bir kamyon görürsünüz.

Bu tren hem ekonomik hem çevreci

Mars Logistics’in Lüksemburg tren seferleri Yönetim Kurulu Başkanı Garip Sahillioğlu’nun da katıldığı bir törenle başlarken Lüksemburglu politikacılar da bu projeye çok önem vermiş. Lüksemburg Avrupa’nın en zengin ülkelerinden biri. Bize şaka gibi gelebilir ama mavi yakalılara fazla iş yok. Bu yüzden projeye çok ilgi göstermişler.



Türkiye taşımacılıkta demiryolunun ekonomikliğini, pratikliğini erken farkeden ancak sonra unutan bir ülke. Şu ara demir ağlardan anladığımız sadece hızlı tren yatırımı. O da seyahatle ilgili. Yük taşımacılığı ile ilgili olarak trenlerin gücünü göremiyoruz.

Oysa eğer lafta değilse bu ülkenin 2023 yılı ile ilgili 500 milyar dolarlık bir ihracat vizyonu var.

Bu kadar ihracat yükünü karayolunun kaldırması mümkün değil.

Bakan Binali Yıldırım’ın VATAN’ın Ankara Bürosu’nu ziyaretinde söylediklerini okuduktan sonra Mars Logistics’in Genel Müdür Yardımcısı Ali Tulgar ile geçen hafta içinde yaptığımız sohbet aklıma geldi. Yıldırım, yılbaşından sonra yasal düzenleme yaparak ilk adımda demiryolunda yük taşımacılığını özel sektöre açacaklarını söylüyor.

Notlarımı karıştırdım. Attığı sefer sayısı ile son 3 yıldır Türkiye’nin bir numaralı lojistik şirketi ünvanını kimseye kaptırmayan Mars Logistics’in Lüksemburg formülü bu anlamda incelenmeye değer.

Türkiye’nin çeşitli limanlarından gemilere binen ihraç malları ile dolu romörkler İtalya’nın Trieste Limanı’na indikten sonra trene bindiriliyor. Trenle Lüksemburg’a kadar uzanan bir yolculuk yapılıyor. Lüksemburg’da romörkler trenden iniyor ve Belçika, Fransa, İngiltere, Almanya gibi ülkelerdeki nihai alıcısına ulaşıyor. Bu yolculuğun ekonomik ve güvenli olduğu kadar çevreci etkileri de çok büyük. Yılda en az 13 milyar gram karbondioksit salınımının da önüne geçilmiş oluyor.

Mars Logistics Genel Müdür Yardımcısı Ali Tulgar, bu yeni rota ile karayolu çözümlerine nazaran karbon emisyonlarında yüzde 75 azalma sağladıklarını, aynı zamanda daha yaşanabilir bir dünya amaçlayan Mars Logistics’in sürdürülebilir kalkınma hedeflerine uygun bir formül geliştirdiklerini söyledi.

Ali Tulgar, “Optimum süre, maksimum çevrecilik” sloganı ile yola çıktıkları bu yeni rota ile ilk yılda İstanbul, İzmir ve Mersin limanları ile bağlantılı olarak çalışarak 10 bin römork taşınmayı planladıklarını da sözlerine ekledi.

Bu örnek bile Türkiye’nin bir an önce demiryolu yük taşımacılığı konusunda adım atması gerektiğini ortaya koyuyor. Geç kalındı para kaybedildi. Belli olmaz özel sektör eliyle demiryolu yük taşımacılığı işi umulmadık boyutlara ulaşabilir.

Türkiye’nin ihracat potansiyeline büyük katkı yaratabilir.

Lojistik sektöründe ali cengiz oyunların sonu kötü bitiyor

Ali Tulgar’ı yakalamışken lojistik sektöründe neler olup bittiğini de konuştuk. Son dönemde malum Ran Lojistik’le ilgili olumsuz gelişmeler sektör hakkında biraz kuşku yaratmış durumda. Tulgar piyasanın genel durumunu şöyle özetledi:

“Bazı sektör oyuncularında ‘Müşteriyi kapayım, kapmak için de son derece düşük fiyat vereyim nasıl olsa daha sonra denge sağlar para kazanırım’ mantığı var ancak görüyoruz ki iflas etmiştir. Piyasada artık bu ali cengiz oyunlara yer yok. Ancak bu mantık ne yazık ki taşımacılık işini verenleri de etkiledi. İndirimin indirimini istiyorlar. İlk etapta para kazandıklarını düşünüyorlar ancak lojistik anlamda arızalar çıkınca, malları zamanında yetişmeyince zararları çok daha büyük oluyor”

Tulgar Mars Logistics rakamlarını da paylaştı: “Her yıl sektör ortalamasının üzerinde büyümeyi başardık. Mars Logistics, uluslararası karayolu taşıma kotalarını belirleyen UBAK listesinde 3 yıldır sefer sayısında ilk sırada yer alıyor. Bu yıl 692 şirket arasında toplam puanda birinci olurken, sefer sayısı ve verimlilik kategorilerinde de liderliği bırakmadık. Bünyemizdeki 1.000 öz mal TIR ile otomotiv başta olmak üzere tekstil, enerji, kozmetik, kimya, parekende, sağlık gibi sektörlerde 7 binin üzerinde kuruluşa hizmet veriyoruz. Ciromuzda istikrarlı bir yükseliş var. 2011 ciromuz 195 milyon dolardı. 2012’yi 224 milyon dolarla kapatacağız. 2013 hedefimiz ise 275 milyon dolar.”

Yazının devamı...

İş dünyası neden birbirini yiyor?

Ateşi Ferit Şahenk yaktı. Nusret’e ortaklığını açıkladığında ‘Koskoca Ferit Şahenk kebapçı olur mu?’ diye burun kıvırdılar.

Ancak gelinen noktada yeme içme sektörünün ne kadar büyük bir potansiyel taşıdığı ortaya çıkıyor.

Ernst Young’ın 2013 öngörüsüne göre en çok satın almalara enerji ve bilişimle birlikte gıda sektöründe tanık olacağız. 2012 biterken Num Num’ın satış haberi geldi. Kentucky Fried Chicken ve Pizza Hut’ın distrübütörlüğünü ise Sabancılar istiyor.

Peki bu çok hızlı artan ilginin sebebi ne?

Yeme içme sektörü nasıl bir anda bu kadar popüler oldu?

Küçük bir analiz yapalım.

- Türkiye’de toplam ev dışında yemek yeme pazarının boyutunun 28 milyar TL olduğu tahmin ediliyor. Bu rakama fast food, self servis ve eve gönderme dahil.

- Toplam pazarda cafe/bar ve full servis restoranların pazarın yüzde 80’ini oluşturduğu tahmin ediliyor.

- Toplam pazar içinde zincirlerin payı yüzde 15 kadar yani 4.2 milyar TL ancak sürekli büyüyorlar. Sigara yasağına rağmen yıllık ortalama büyümeleri yüzde 16 civarında.

- Hijyen ile ilgili kaygılar, marka olmuş zincirlere olan talebi daha hızlı büyütüyor. Örneğin son 5 yıl içinde marka zincirlerde büyüme yüzde 16 olurken, marka olmamış küçük küçük yeme içme mekanlarında yüzde 11’lik küçülme sözkonusu.

- Türkiye diğer ülkelerle karşılaştırılınca hem restoran sayısı hem de restoran başına harcama olarak çok geride. Kişi başına harcama gelişmiş ülkeler ortalamasının %75 kadar altında. Bu da bize ileriye dönük büyüme potansiyeli olduğunu gösteriyor.

Peki bu büyümeyi tetikleyecek unsurlar neler?

- Orta ve üst-orta sınıf hanehalkı sayısındaki büyüme son dönemde hızlandı. 2015 yılına kadar bu sınıfa giren hanehalkı sayısında 2.5 milyonluk artış öngörülüyor. Bu sınıflar yeme içme pazarı için büyük potansiyel oluşturuyor.

- Çeşitli firmaların yaptığı araştırmalar gösteriyor ki artık Türk insanı

3-5 yıl öncesine kadar dışarıda daha çok yemek yiyor.

- Şehirleşmedeki artış, averaj hanehalkının küçülmesi, kadınların daha çok calışıyor olması, profesyonel ya da “beyaz yaka” dediğimiz çalışan sayısındaki artış dışarıda yeme-içmeyi destekleyen önemli bir faktör.

- Bununla birlikte artan AVM’ler, rezidanslar ve de ofis binaları da bu artan talebi karşılayacak restaurantlara potansiyel sunuyor.

- Şu an piyasada yerli zincirler rekabette öne çıkıyor. Ancak potansiyeli gören yurtdışı zincirler de bu artışa kayıtsız kalmayacaklar. Yeni popüler zincirlerin gelişi ev dışı yeme içme sektörünü eksta büyütecek.

- Kâr marjları da markalaşmayla birlikte artıyor.

- Ayrıca sponsorluklar da sürekli gelişim içinde. Özellikle içki firmaları, şarap üreticileri pek çok restorana ciddi sponsorluk parası ödüyor.

İstanbul gözde, yerel lezzete de büyük talep var

Büyümenin nereden geleceğini anlamak için coğrafi dağılıma da bakmak lazım. İstanbul şu anda dışarıda yemek yeme pazarının üçte birlik bölümünden biraz fazlasını tek başına oluşturuyor. Ancak bu kadar büyük olmasına rağmen dünyanın diğer metropol şehirleriyle karşılaştırıldığında İstanbul’da bile restaurant sayısında hâlâ büyük artış potansiyeli var.

Bununla birlikte, özellikle Ankara, Bursa, Adana, Konya, Gaziantep gibi yeme içme konusunda marka olmaya aday şehirlerin büyüme için orta vadede büyük potansiyel oluşturduğunu söylemek lazım.

Rekabet artıyor. Türkiye’de popüler olan mekanın bir anda gözden düşmesine de çok tanık olduk. Yani işini ciddi yapmayanlar için bu iş fazlasıyla nankör.

Rekabeti cok iyi tanımak ve rekabetten ayrışacak bir değer önerisi sunmak gerekiyor. Bu değer önerisini düşünürken bütünsel bir şekilde lokasyon, menu, fiyat ve servis olarak değerlendirmek gerekiyor. Özellikle birçok farklı dünya yemeğini bir arada bulunduran bir konseptte ayrışan bir menunun çok önemli olduğu bir gerçek. Şu an genel olarak mekanlar servisle değil de mutfakları ile öne çıkıyor. Ancak rekabet kızıştıkça servis kalitesi de öne çıkacak bir diğer unsur olacak.

Yazının devamı...

Reuters etik olanı yaptı, TÜİK kendi açığına baksın

Pazartesi günü ekonomi arenasında çok enteresan bir gelişme oldu malum. Enflasyon verileri normalin 17 dakika öncesinde Reuters ekranına düştü.

Reuters’dan hizmet alan ve o dakikalarda ekrana bakan şanslı yatırımcılar, tahminlerin de altında gelen Kasım ayı enflasyon verilerini tahvil piyasasında ya da hisse senedi piyasasında ‘Özel bilgi’ olarak ilk bir kaç dakika içinde paraya çevirme, önceden öğrenen olma imkanı buldu.

TÜİK’in her zaman saat 10.00 itibarıyla kamuoyuna duyurduğu enflasyon rakamları, bu kez 17 dakika önce kurumun veri setinde yer almış, Reuters de bu veri değişikliğini görüp habercilik refleksiyle abonelerine duyurmuştu.

O 17 dakika içinde piyasada neler olduğunu bulmak zor değil. Hangi kurumun işlemi var, kimin alışları satışları normalin üzerine çıkmış tespit edilir. Edilir de bunun bir anlamı olmaz. Zira hiç kimseyi neden bu bilgiyi paraya çevirdin diye suçlayamazsınız. Sonuçta bir veriye ulaşılıyor ve buna göre de pozisyon alınması çok normal.

Burada asıl sorgulanması gereken, bu verinin nasıl 17 dakika önce ekrana düşebildiğidir.

TÜİK Başkanı dün beni nedense hiç de şaşırtmayan bir açıklama yaptı. Malum bir süredir herşeyi basından bilmek, tabir yerindeyse basına giydirmek çok moda. TÜİK Başkanı da kendi kurumunun ayıbını Reuters’a yıkma yolunu seçmiş görünüyor.

“Bizim inisiyatifimiz, irademiz dışında, etik kurallara da uymayacak bir şekilde Reuters, kendi robot programını kullanarak istatistiki tablolardaki değişikliklerden rakamları aldı. Bunu etik bulmuyorum. Bunun değerlendirmesini basın dünyası kendi içinde yapar” dedi.

Hem basın dünyasının içinde olan, hem de 17 dakikanın sırrını gazeteye manşet yapmaya değer görmüş bir ekonomi müdürü olarak bir değerlendirme yapıyorum ve Reuters’ın refleksinde bir acayiplik göremiyorum.

Reuters’in evet bir robot programı var. Merkez Bankası, TÜİK, BDDK, Hazine gibi kurumlar veri setlerinde herhangi bir güncelleme yaptığında bu program alarm veriyor. Çok akıllıca düşünülmüş bir program.

Sürekli internet siteleri arasında gidip gelemeyeceğinize, rakam değişikliği oldu mu takip edemeyeceğinize göre böyle bir program hayat kurtarır.

TÜİK Başkanı’nın bahsettiği robot program bu. Öyle casusluk amacı filan yok.

Yazılımın ortaya çıkış amacı belli ki, bilgiye öncelikle ulaşma ve ilk yazan olarak diğer veri sağlayıcı kuruluşları atlatma arzusu.

Ayrıca gizli bilgiye ulaşmıyor ki...

Sonuçta TÜİK sitesine konulmuş bir rakamı alıp aboneleriyle paylaşıyor.

Asıl etik olmayan ne olurdu biliyor musunuz?

Reuters bu bilgiye öncelikle ulaşıp bunu kamuoyuna duyurmasaydı etik dışı davranmış, şüpheli durumuna düşmüş olurdu.

Rakamları görmüşler, kendi iletişim platformlarından herkese de duyurmuşlar. Belli ki tek kaygıları habercilik.

Sonuçta bu program sayesinde TÜİK sistemindeki zaafiyet ortaya çıkmıştır.

Bazı tablolarla ilgili şifrelerin önceden kaldırıldığı, dolayısıyla enflasyon verisine dolaylı olarak ulaşmanın mümkün olduğu görülmüştür.

Verilerin herkese aynı anda duyurulmadan önce de TÜİK’e ait internet sitesinde bazı sayfalarda ortalık yerde dolaştığı anlaşılmıştır.

TÜİK Başkanı, Reuters’i suçlayacağına bu ihmalkarlığı ve yazılım boşluğunu araştırmalıdır.

TÜİK’teki bu zaafiyeti aylar öncesinden farkedenlerin, bugüne kadar enflasyon verisine diğer tablolardan ulaşıp öncelik almadığını nereden bileceğiz?

Bence Aydemir, Reuters’ı suçlayacağına robota teşekkür amaçlı bir çiçek yaptırıp yollasın.



Aydemir: Şifreler bazı tablolarda erken kaldırılıyor

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Başkanı Birol Aydemir, 3 Aralık tarihinde enflasyon verilerinin bir haber ajansı tarafından 17 dakika önce kamuoyuna duyurulması ve ardından yaşanan gelişmelere ilişkin, ”Enflasyon verilerini biz erken açıklamadık. Reuters kendisi bir program kullanarak bizim yayınlamadığımız veriyi alıp kullandı” değerlendirmesinde bulundu.

TÜİK’in bütün kesimlerin aynı anda erişimlerine imkan sağlamak için haber bültenlerini saat 10.00’da yayınladığını, bu bültenlerin eki olan istatistiki tabloların da aynı anda yayınlandığını hatırlatan Aydemir, bu süreçte bir şifrelemenin söz konusu olduğunu bildirdi.

Hazırlanan haber bültenlerinin şifrelenerek kendisinin onayına sunulduğunu ve bu onaylama gerçekleştiğinde şifrelerin kaldırılarak bültenin aktif hale geldiğini anlatan Aydemir, bültenlerle ilgili istatistiki tabloların da sistem üzerinde başka bir yerde tutulduğunu söyledi.

Tablolar hacim bakımından bültenlerden farklı olduğu için saat 10.00’a yetişmeyebilecekleri endişesiyle bunların şifrelerinin daha önceden kaldırıldığını dile getiren Aydemir, 3 Aralık’ta da aynı sürecin işletildiğini ve tablolar üzerindeki şifrelerin daha erken kaldırıldığını belirtti.

Aydemir, ”Şifreler çözülecek ki yeni tablolar gelsin, eski tabloların üzerine inşa edilsin ve 10.00’da herkese açık olsun. Arkadaşlar bu şifreleri daha önce çözmüşler, Reuters’teki robot program herhangi bir değişiklik olduğunda anında yakalayıp aldığından o verileri de bu şekilde almışlar” diye konuştu. Aydemir, dün itibariyle gerekli tedbirleri aldıklarını belirterek, ”Bundan sonra böyle bir durumla karşılaşmayacağız. TÜBİTAK’tan gelen arkadaşlar bilişim programında gerekli düzenlemeleri yaptılar ve artık kimse 10.00’dan önce istatistiki tablolara erişemeyecek. Belki diğer tablolar saat 10’a yetişmeyecek. Daha sonra güncellenecek” dedi.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.