Şampiy10
Magazin
Gündem

Ev alırken dikkat netin de neti var!

Daha önce yazdım, ısrarla yazmaya devam edeceğim.

Türkiye’de inşaat şirketleri vatandaşı ka-zık-lı-yor. Hem de çok ağır biçimde...

İnceliyorsunuz firmaların verdiği ilanları... Lokasyon ve mimari proje, ardındaki müteahhit bir kenara, karar vermenizde belirleyici, temel alacağınız 3 rakam görüyorsunuz.

Evin değeri şu kadar TL, brüt alanı bu kadar metrekare, neti de aha bu kadar metrekare...

Artık brütün yanında neti de gördükten sonra başka bir rakamın varlığını sorgular mısınız? Sorgulamazsınız. Ancak sorgulamadığımızdan ve Türkiye’de son derece keyfi uygulamalar olduğu için maalesef net diye ifade edilen rakamın da aslında net olmadığını evinizi teslim aldığınızda acı bir şekilde görüyorsunuz.

‘Evin meğer üç farklı büyüklüğü varmış’ diyorsunuz.

İnşaat şirketinin size verdiği brüt metrekare. Yine inşaat şirketinin size verdiği net metrekare. Bir de inşaat şirketinin ifade etmediği, siz ancak evi teslim alıp mezura ile ölçtüğünüzde anlayabileceğiniz netin neti metrekare...

Listede vaat ediyorlar. Eviniz brüt 118 metrekare. Neti 98 metrekare diye.

Bir standart getirilsin

Artık daha ötesi var mı?

Oturacağınız evin 98 metrekare olarak teslim edilmesini beklersiniz değil mi?

Ama ne gezer... Size bir ev teslim ediyorlar bakıyorsunuz gerçek metrekaresine...

85 metrekare bile değil.

İnşaat firmasının insafına kalmış.

80’de çıkabilir, 90’da olabilir.

Metrekaresi 3 bin lira diye ev almışsınız, aslında size teslim edilen evin metrekaresi 8 bin liraya gelmiş haberiniz yok.

Osmanlı Devleti’nde kullanılan saat, takvim ve ölçüler, Avrupa devletlerinde kullanılanlardan farklıydı. Bu durum, sosyal, ticari ve resmi ilişkileri zorlaştırıp karışıklıklara neden oluyordu. 1925 yılı sonunda takvim değiştirildi. 1928 yılında yapılan değişiklikle de ağırlık ve uzunluk ölçüleri değiştirildi. Eskiden kullanılan arşın, endaze, okka gibi ölçü birimleri kaldırıldı. Bunların yerine uzunluk ölçüsü olarak metre, ağırlık ölçüsü olarak kilo kabul edildi.

İnşaat firmalarının aradan geçen 84 yıla rağmen yeni bir uzunluk standartına ihtiyacı olduğu kesin.

Tüketici hakkı adına bu standartın mutlaka getirilmesi gerekiyor.

TOKİ bu anlamda öncü olabilir. Başlattığı projelerde bu standartı kullanarak diğerlerine de ön ayak olabilir.

Hep söylüyorum söylemeye devam edeceğim. Süpürülebilir alan diye tabir edilen netin neti metrekare standartının ifade edilmesi mecburi tutulmalıdır.

Bir inşaat firması proje geliştiriyorsa ve brüt yanında bir de net rakam veriyorsa...

O net rakam, süpürülebilir alanı ifade etmelidir.

Etmelidir ki tüketici de hesabını doğru düzgün yapsın. Hangi evin gerçek metrekare birim fiyatı ne kadara geliyor bilsin.

O öyle bir standart olsun ki, ev teslim edildiğinde şayet 98 metrekare dendiyse hakikaten evin içinde süpürülebilir 98 metrekare yer olsun.

Bu işler Avrupa’da son derece titizlikle denetleniyor. 98 metrekare süpürülebilir alan vaat edildiyse bırakın 1 metrekarelik hataya, 25 santimetrekarelik hataya bile izin verilmiyor. Kusur olarak kabul ediliyor.

Dolayısıyla inşaat firmaları vaatlerine sadık kalıyor.

Yok duvarları da saydık, kolonu da ekledik, asansörden sizin payınıza düşen bölümü çıkardık, otoparktan payınıza bu düştü, e bi de bulunduğunuz katın holü var falan filan gibi safsatalara başvurmuyorlar.

Deprem vesile oldu, Allaha şükür bir deprem standartına kavuştuk. Ancak şu metrekare başıbozukluğu büyük problem.

Etkili ve yetkili biri lütfen şu işe el atsın... Bunca yıldır ev hayali kuran vatandaş kandırıldı resmen parası çalındı.

Artık bu büyük hırsızlığa biri son versin.

Yazının devamı...

Çevrecinin daniskası kimmiş gösterin...

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 2008 yılında Rize’de jeneriklik, akılda iz bırakan çıkışlarından birini yapmış, İstanbul Belediye Başkanı iken diktiği fidanları hatırlatarak “Ben çevrecinin daniskasıyım” demişti.

Sözü Karadeniz’de HES inşaatlarına itiraz edenlereydi gerçi ama biz kendisini çevrecinin daniskası olarak kabul etmek istiyoruz.

Eğer gerçekten çevreci bir Başbakanımız varsa bunu göstermesini de bekliyoruz.

2013 yılının 1 Ocak tarihinden itibaren akaryakıt piyasasında çok önemli bir karar uygulamaya alınacak. Sayılı günler kaldı.

Benzine yüzde 1 oranında biyoetanol katılması zorunlu olacak. Bu oran yıllar içinde artacak.

2014 yılının başından itibaren de motorine yüzde 1 oranında biyodizel katılacak. Oran yüzde 3’e kadar çıkacak.

Biyoetanol şeker kamışı, buğday, arpa, mısır gibi bitkilerden elde ediliyor. Biyodizel ise kanola, aspir, soya yağı, pamuk yağından. İlk etapta 180 bin ton biyoyakıta ihtiyaç var. Bazı şeker fabrikaları bu uygulamaya yönelik yatırımlarını planladılar ve devreye soktular.

Bir de evsel ve sanayi tipi atık yağlar var. Bu yağlardan da rafinaj işlemi sonrası biyoyakıt üretmek mümkün.

Evde patates kızartırız, balık pişiririz yağını hiç düşünmeden lavobaya dökeriz.

Oysa o yağlar önce aktığı borulara sonra da ulaştığı sulara o kadar çok zarar veriyor ki...

Yerli tarımdan elde edilen biyoyakıta ÖTV muafiyeti tanındı. Ancak atık yağlardan elde edilen biyoyakıt unutuldu.

Atık yağda litrede 1 lira 120 kuruşluk ÖTV sözkonusu.

Bu da atık yağların toplanma işini ekonomik olmaktan çıkarıyor ve sekteye uğratıyor.

Halbuki sadece atık yağlardan 350 bin ton biyodizel üretmek mümkün.

Düşünsenize yılda 350 bin ton üretim yapacağınız bir petrol kuyunuz var ve o kuyudaki değer boşa gidiyor.

Bu işe yıllarını vermiş Ezici Biodizel’in Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Ezici, çalmadık kapı bırakmayıp bu unutkanlığın sonuçlarına dikkat çekmeye çalışıyor.

Yerli tarımla üretilecek biyoyakıta tanınan ÖTV muafiyetinin atık yağa da tanınmasından başka bir şey istemiyoruz. Bakanlar Kurulu bu yönetmeliğe “Atık yağdan elde edilen biyodizel” tanımını da eklerse harika olacak’ diyor.

Neden mi harika olacak?

Borulara mıknatıs gibi yapışan atık yağların altyapıya verdiği zarar en aza indirgenecek.

Yağlar sulara karışmayacak, sular temiz kalacak.

Atık yağ toplama işi ekonomik hale gelecek ve istihdama katkı sağlayacak.

Mustafa Ezici ÖTV muafiyeti tanınırsa, atık yağ toplama işi için en az 1000 kişiye istihdam sağlanabileceğine dikkat çekiyor.

Ve en önemlisi 350 bin tonluk petrol kuyusu bulunmuş gibi olacak.

Atık yağ meselesi bir kampanyaya dönüşürse Türk insanı buna duyarsız kalmaz.

Görüyorum, pet şişelerin mavi kapaklarını toplama kampanyası bile inanılmaz bir hızla yayıldı. O kapaklar tekerlekli sandalyeye dönüşüyor.

Üstelik Mustafa Ezici, atık yağ toplayabilirlerse promosyon vereceklerini de söylüyor.

5 kilogram atık yağ toplayana, 1 kilogram ayçiçek yağı veriyorlarmış.

Almanya’da her yıl 300 bin tonun üzerinde atık yağ toplanıyor.

Türkiye’de çok daha fazlası toplanır.

Yeter ki bu ÖTV meselesi çözülsün.

Çözülsün ki birileri gelsin ve o atık yağları evlerden alsın.



ATIK YAĞDA ÖTV ENGELİ AŞILMALI

Mustafa Ezici, bazı sanayi kuruluşlarından toplanan atık yağların 10 numara yağa katıldığına dikkat çekti.

Yazının devamı...

Kale gibi bankadan Zara gibi bankaya

Mutlaka fark ediyorsunuzdur... Banka şubelerinin hem dış hem de iç yüzü çok hızlı bir şekilde değişiyor, daha sempatik bir hal alıyor. Garanti Bankası bu değişimi ilk başlatan banka oldu. Bankalar tıpkı bir giyim markası gibi perakende işi yaptıklarının farkına vardılar hızla kabuk değiştiriyorlar.

Eskiden kale gibi banka imajı önemliydi. Bir banka şubesine giren vatandaşta ‘Burası çok sıkı korunan bir yere benziyor. Param burada güvende olur’ hissi uyandırılıyordu. İnsan boyu kadar desk’ler yüzünden banka müşterisinin personel ile göz göze gelmesi neredeyse imkansızdı.

Günümüz bankacılığında bu anlayış çok hızlı bir şekilde değişiyor. Bu değişimi Türkiye’de ilk başlatan banka Garanti Bankası oldu. Garanti Bankası’nın hem dış hem de iç mimarisini baştan aşağı değiştiren i-am adlı mimarlık ofisinin ortaklarından Emre Kuzlu ile son tasarladıkları banka olan Odeo Bank’ın Maslak merkezinde buluştuk.

Emre anlayıştaki değişimi şöyle özetledi:

“Güven hissi yerini arkadaşlığa bırakıyor. Şubeler şeffaflaşıyor. Müşterinin ürünlerle en iyi şekilde ilişki kurmasını sağlayacak dizaynlar gelişiyor. Çünkü artık bankacılıkta gelirler faizden değil faiz dışı hizmetlerden gelmeye başladı. Bankalar artık perakende işi yaptıklarının farkına vardılar. Bir banka şubesinin mantık olarak bir Zara ya da H&M mağazasından farkı yok. Biz de dizaynlarımızı bu mantıkla yapıyoruz. Tabii ki hizmet verdiğimiz bankanın ayırt edici özellikleri, hedef kitlesi dizaynda etkili oluyor ancak ana mantığımız bu işin bir perakende iş olduğu.”

Emre Kuzlu, i-am adlı şirkette İngiliz ortakları olduğunu sadece Türkiye’de değil pek çok ülkede de şube dizaynı konusunda hizmet verdiklerini söyledi. Örneğin Unicredit’in tüm Doğu Avrupa ülkelerindeki şubeleri üzerine bir çalışma yapmışlar.

Hindistan’da Vietnam’da yürüyen işleri var. Türkiye’de de Garanti Bankası dışında Bank Asya’nın ATM’lerini tasarlamışlar. Finansbank’ın yüzünü yenilemişler. İş Bankası ve Ziraat Bankası da müşterileri. Şimdi Akbank’ın Zorlu Center’da hayata geçireceği şube üzerinde çalışıyorlar.

Sadece banka da tasarlamıyorlar. Avea mağazalarının konsepti onlara ait. Mey İçki ile birlikte meyhane bile tasarlamışlar.

Emre Kuzlu, Garanti Bankası ile birlikteliklerinin kendileri açısından da büyük aşama olduğunu belirtiyor ve Hindistan’daki müşterinin kendilerinden ‘Bize değişik bir şey yapmanıza gerek yok. Garanti’de yaptığınızın aynısını yapın’ dediğini aktarıyor.

Banka şubesinin değişimi aslında maliyetli de bir durum. Yani bir banka için bu değişime karar vermenin ciddi bir faturası var. Emre Kuzlu tepeden tırnağa yenilenen bir bankada değişimin metrekarede 400-500 euro’luk bir maliyet yarattığına dikkat çekti.

En büyük itiraz şube müdürlerinden

Kale gibi bankadan Zara gibi bankaya geçiş dedik ya... Bu değişim kuşkusuz sadece dizaynla değil personelin anlayışı ile de alakalı. Emre Kuzlu bu değişimde şube müdürlerine de büyük iş düştüğünü ancak yeni dizaynlarda en büyük itirazı da şube müdürlerinden aldıklarını söylüyor. Kuzlu’nun şube müdürleri ile ilgili tespiti ilginç:

“Şube müdürleri odalarının en dipte en görünmez yerde olmasını istiyor. Oysa biz bu anlayışa karşıyız. Şube müdürü aslında oyun kurucudur ve bizzat işin içinde, ortada olması lazım. Hatta bir odasının bile olmasına gerek yok. Bu anlayışımızı üst yönetim destekliyor ancak şube müdürlerinden itirazlar geliyor. Fakat günün sonunda şube müdürleri de değişime ayak uyduruyor. Bankacılık yapış biçimini kökten değiştiren bir oluşumun parçası olmaktan dolayı heyecan duyuyoruz.

Yazının devamı...

Ramsey Liverpool’a sponsor oldu Rusya’daki fanatiklerini fethetti

Benim gibi 1960’ların sonunda doğmuş ve futbola meraklı olanlar için Liverpool, Ajax, Nothingam Forest, Mönchengladbach gibi takımlar özeldir. 1970’lerde hatta 80’lerde henüz Real Madrid, Barcelona veya Manchester United bu kadar popüler değildi. Mahalle arasında maç yaparken takımlardan biri mutlaka Liverpool olurdu. Söylemesi ayıp, iyi bir sol ayağım vardı, oynarken kendimi Kenny Dalglish’in yerine koyardım.

Ramsey geçen yıl Liverpool’un resmi giyim sponsoru olduğunda dikkatimi çekmişti. Ancak Ramsey’in İngiltere’de tek bir mağazasının dahi olmadığını öğrendiğimde, “Allah Allah bu sporsonluğun bir mantığı var mı? Remzi Gür parasını sokağa mı atıyor?” diye de sormadan edememiştim. Meğer enteresan bir yaklaşım söz konusuymuş.

Şu an 40’lı yaşlarında olanlar için bu takımların yeri hala başka. Liverpool’a karşı aynı sempati ve benzer duygular Türkiye’nin yakın coğrafyasında da geçerliymiş.

Ramsey’in de hedef pazarları Türkiye’den uçakla 2.5 saatlik mesafede olan her yer. Başta da Rusya pazarı.

Ramsey İcra Kurulu Başkanı Hüseyin Doğan sponsorluk macerasını, “Global marka hedefimiz için arayış içindeydik. Öncelikle Hollywood’dan bir ünlü ile anlaşmayı düşündük. Hatta anlaşmak da üzereydik. Ancak sonra bu sponsorluk fırsatı çıktı karşımıza. Liverpool bizim hedeflediğimiz pazarlarda çok sevilen bir klüp. Dünyada en çok fan’ı İngiltere’den sonra Rusya’da. Baktık ki bu sponsorlukla bir taşla pek çok kuş vurabiliriz. Hemen harekete geçtik. Her maçı, dünyanın değişik ülkelerinden milyonlarca kişi tarafından seyredilen Liverpool takımı ile yürütülen işbirliğinin markanın uluslararası platformda tanınırlığına büyük katkı yaptığını rahatlıkla söyleyebilirim. Ziyaretçi sayımız ikiye katlandı. Yeni müşteri sayımız yüzde 28 arttı” şeklinde özetledi.

Bu sponsorluğun etkisini rakamsal olarak ifade etmek zor. Ancak Ramsey’in geçen yıl 145 milyon TL olan cirosu bu yıl yaklaşık 200 milyon TL seviyesinde gerçekleşecekmiş. Doğan, “Bu rakamsal büyümede sponsorluğun katkısı büyük” diyor.

Liverpool ile işbirliği sayesinde hedef pazarların yanı sıra Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya gibi Batı Avrupa ülkeleri ile ABD’de önemli bir farkındalık yarattıklarını ve yurtdışından gelen franchise taleplerini değerlendirdiklerinin altını çiziyor.

Son 6 ayda 10 ülkeden 50’ye yakın franchise talebinin gelmesinde mutlaka Liverpool’un katkısı büyük olsa gerek. Mesela Endonezya da liverpool’un en çok seveninin olduğu İngiltere dışındaki ikinci ülke. Oradan da çok ciddi franchise talebi almışlar.

Tam kapasite ile üretim

Ramsey, Karabük-Safranbolu ve Kastamonu Araç’ta günde 2 bin 100 takım elbise, bin 750 pantolon, Kastamonu Merkez’de 2 yıl önce faaliyete geçen gömlek fabrikasında günde 2 bin gömlek üretimi gerçekleştiriliyor.

Türkiye’de 30 konsept, 25 grup mağaza, 48 corner olmak üzere toplam 103 satış noktası; Ramsey’in toplamda ise dünya genelinde 19 ülkede 155 satış noktası bulunuyor. Rusya, Azerbaycan, Kazakistan, Gürcistan, Ukrayna, Güney Afrika bu ülkelerden en önemlileri. Sadece Rusya’da 12 mağaza olduğunu söylersek sanırım Liverpool sponsorluğunun nasıl hedefi 12’den vurduğunu daha iyi anlayabiliriz.

Zero Weight ile Armani’yi D&G’yı geride bıraktılar

Ramsey için Liverpool’un resmi giyim sponsoru olmak hiç de kolay olmamış. Kulüp daha önce Harvey Nichols, Dolce&Gabbana, Armani gibi dünya moda devleri ile işbirliği yapıyormuş. Hüseyin Doğan ilk teması şöyle özetliyor: “Çok ciddi bir sunum hazırladık. Çünkü onlar için bilinmeyen bir markaydık. Normal bir takım elbiseye göre yüzde 50’ye yakın daha hafif olan Zero Weight teknolojimizden etkilendiler. Kreasyonu da çok beğendiler. Bu sunumda yöneticilerin yanısıra takımın kaptanı Stevan Gerrard da vardı. Zaten kulüpte efsane gibi. O ne derse o oluyor. Sonunda 3 yıllık imzayı attık.”

En zoru Premier Lig

Nuri Şahin, Almanya’da parladı sonra Real Madrid’in yolunu tuttu. Ancak hocası Mourinho ile yıldızı barışmadı ve bu sezonun başında kiralık olarak Liverpool’a geldi. Başarılı bir performans gösteren Şahin, “Burası kesinlikle dünyanın en zorlu ligi. Keyifli yanı da zaten burası. Her takım her takımı yenebilecek güçte. Her takımın ayrı bir stili, ayrı bir silahı var. Mesela Stoke City. Orta sahayı hiç kullanmıyorlar. Uzun toplarla sonuca gidip herkesi yenebiliyorlar. Oysa İspanya’da hep iki takım diğerlerine sezon sonunda 20 hatta 30 puan fark atarak şampiyon oluyor. Premier Lig bu yüzden bir futbolcunun kendisini geliştirmesi için en uygun ortamı sunuyor” diye konuştu.

Yemekte Lale Devri dizisinde oynayan Tolga Sayışman da vardı.

Dizide Ramsey kıyafetleri ile boy gösteren Sayışman da yaptığımız muhabbette anladım ki deli derecede bir futbol fanatiği. Liverpool’un Milan’ı İstanbul’da yenip Şampiyonlar Ligi Şampiyonu olduğu maçı o unutulmaz maçı tribünden izlemiş ve kare kare hâlâ maçı yaşayarak anlatışındaki heyecan, “Tamam karşımda benim gibi bir futbol manyağı var” dedirtti bana.

Nuri Şahin, Türkiye’de hangi takımı tuttuğunu söylemedi ancak Sayışman, ciddi bir Fenerbahçe fanatiği çıktı.

Sponsorluğun hakkını veririz hem kulüp hem firma kazanır

Liverpool hissedar temsilcisi Bill Hogan ve Satış Direktörü Olly Dale ile, geçen hafta sonu seyrettiğimiz Liverpool-Newcastle maçı sonrası akşam yemekte buluştuk. Şu an Liverpool’da 4 numaralı formayı giyen Nuri Şahin de maçtan çıkıp bize katılarak sürpriz yaptı. Yemeğe tabii ki Ramsey takım elbiseleri ile gelmişlerdi. Hafif bir kumaşın salaş olmamasının bir Ar-Ge başarısı olduğuna dikkat çektiler. Olly’ye, sporsonlarından elde ettikleri geliri sordum. Geçen yıl 170 milyon sterlin gelir elde etmişler. Bu yılki hedefleri ise 200 milyon sterlin. Gerçekten şaka gibi. Türkiye’de takımların bu rakamlara ulaşmaları kolay kolay mümkün değil. Çünkü önce kafaların değişmesi gerekiyor. Geçenlerde Murat Ülker, sporu o kadar desteklemelerine rağmen sponsorluk anlaşmalarına uyulmamasından şikayetçiydi. Düşünün bizde bir firma lige adını veriyor, ancak doğru dürüst lig o isimle bile anılmıyor.

Bakın Liverpool bu işi nasıl ciddiye alıyor: Takım maçlara kesinlikle eşortmanla değil mutlaka sponsor firmanın kıyafeti ile geliyor. Yöneticiler tribünde bir örnek sponsor firma takım elbiseleri ile oturuyor. O hafta 18’e giremeyen oyuncular bile eğer maçı tribünden izleyecekse sponsor firmanın elbisesini giymek zorunda.

Olly Dale, “Biz bu özeni gösterince win-win bir durum ortaya çıkıyor. Bize destek olan firmaya katma değer yaratıyoruz. Böylece biz de ciddiyetimizle sponsorluk gelirimizi artırıyoruz” diyor. İşte büyük kulüp böyle olunuyor.

Yazının devamı...

Erzincan tulum peyniri ile Devrek bastonu göçü önler mi?

Afyon’da Çanakkale’de üretip etiketine ‘Erzincan tipi tulum peynir’ yazmanın suç olduğunu kaç kişi biliyor acaba? Ankara Patent Genel Müdürü Kaan Dericioğlu, coğrafi işaretler konusunda denetim mekanizması kurulduğu takdirde yöresel ekonomilerde büyük canlanma olabileceğine dikkat çekti.

Anadolu toprakları buzul çağını yaşamadı. Bu yüzdendir ki Anadolu toprakları endemik bitkiler, genetik kaynaklar ve yöresel ürünler açısından çok zengin.

Zengin olmasına zengin ancak ne yazık ki bu zenginliğin farkında değiliz. Antep baklavasının değerini, Yunanlılar baklavanın patentini almaya kalktıkları zaman idrak edebiliyoruz ancak.

Dünyanın 16’ncı büyük ekonomisi olmakla övünüyoruz ancak fikir haklarının korunmasında 109’uncu sırada olduğumuzu unutuyoruz.

Fikir hakları maddesel olmayan tüm hakları içeriyor. Biz zenginliği parayla, malla mülkle ölçüyoruz. Oysa dünyanın diğer bölümü için asıl zenginlik maddesel olmayan buluşlarda. Para kaybolabilir, depremle bina çökebilir. Oysa buluşlar hiç kaybolmuyor ve asıl serveti oluşturuyor.

Ankara Patent Genel Müdürü Kaan Dericioğlu ile geçenlerde kısa bir sohbet imkanı bulmuştuk. Coğrafi işaretlerin önemine dikkat çekti. Coğrafi işaretlerin korunması halinde Türkiye’nin her yöresinin ayrı birer marka olabileceğine, göçü önleyecek kadar ekonomik açıdan zenginleşebileceğine vurgu yaptı.



Sözleri ve önerileri bana çok anlamlı geldi paylaşmak istedim:

“Maalesef Türkiye’de herkes ürettiği tulum peynirinin üzerine Erzincan tipi tulum peyniri yazabiliyor. Oysa bu hakka tecavüzdür, suçtur. Tipi diye bir üretim şekli olamaz. Bir tulum peyniri ya Erzincan tulum peyniridir ya da değildir. Erzincan tulum peyniri olması için de o bölgede üretilmiş olması gerekir. Çanakkale’de üretip Afyon’da üretip üzerine Erzincan tipi yazamazsınız” diyor.

Türkiye’de üretilen hemen her kavun Kırkağaç kavunu. Ya da her muz Anamur muzu...

Denetleyen yok, kontrol eden yok.

Bu kadar zenginliğin içinde denetim mekanizmasının olmaması akıl alır gibi değil.

Dericioğlu o yöre ile özdeşleşmiş ürünleri koruma altına aldığımız takdirde ekonomik açıdan yaşanacakları şöyle özetliyor:

“Coğrafi işaretler, yöreye özgü doğa ya da insan etkenlerinden kaynaklanan özellikler ile söz konusu yöre ürünlerinin diğer yöre ürünlerinden ayırt edilebilmesini sağlar ve yöre ile özdeşleşmiş bir ürünü belirtir. Coğrafi işaretin unsurlarından biri belirtildiği zaman diğerinin akla gelip gelmediğinin sorgulanması ile bir işaretin coğrafi işaret olup olmadığını sınamak mümkündür. Gerçekten de “Fıstık” sözcüğü “Antep” sözcüğünü; “Antep” sözcüğü de “Fıstık” sözcüğünü, “Çay” sözcüğü “Rize” sözcüğünü ya da “Rize” sözcüğü, “Çay” sözcüğünü çağrıştırır. Yanlış kullanım yanlış bir ürün satın aldıkları için tüketicileri yanıltır. Ayrıca yanlış kullanım yoluna başvuran işletme, halkı aldatmanın yanı sıra rakiplerine karşı da hakkaniyete aykırı bir avantaj sağlamış olur. Bu nedenlerle coğrafi işaretlerin korunması haksız rekabet hükümlerinin özel bir konusunu oluşturur. Erzincan Tulum Peyniri coğrafi işaret olarak koruma altına alınsa, üreticiler o peyniri üretmek için Erzincan’a yatırım yapar. Ya da başka hiçbir şekilde bu peynir başka yerde üretilemeyeceği için o bölge talebe cevap vermeye çalışır, ekonomik açıdan gelişir. Oraya yatırım yapan kişi ve kurumlar için de yasal güvence sağlanmış olur”

Peki ne yapmak lazım?

Maalesef bir yasal boşluk var. Bu boşluğu doldurmak lazım. Kaan Dericioğlu bu konudaki önerilerini de şöyle sıralıyor:

“Türkiye’nin en büyük ihtiyaçlarından biri, diğer Avrupa ülkelerinde var olan denetim mekanizmasının benzerini sağlayacak alt yapının bir Denetim Enstitüsü şeklinde oluşmasıdır. Türkiye’de bir denetim kurumu alt yapısı olmadığı için tesciller henüz alınmış değildir. Bu nedenle Yunan baklavası belgelenebilirken, Antep Baklavası belgelenemiyor.”

Dericioğlu bu konuda yasal boşluğu dolduracak bir taslak önerinin TOBB tarafından yapıldığına ve Haziran 2012’de bir kanun tasarısının Başbakanlığa sunulduğuna dikkat çekiyor. Bu tasarıda coğrafi işaretlere ilişkin hükümler de yer alıyor. Ancak bu tasarının ne zaman TBMM gündemine geleceğine dair bir bilgi maalesef yok.

Mai cesaret verdi Parima satışa çıktı

Piyasalarda bir durgunluk lafı aldı başını gidiyor. Konut sektörü en iyi barometre. Fer Yapı Yönetim Kurulu Üyesi Ramadan Kumova’ya göre, doğru projeler için durgunluk söz konusu değil.

Çekler geri dönüyor, esnaf iş yapamıyor. Sanayide kapasite kullanım oranları düşüyor, iç piyasada talep azalıyor. Bu tespitler son dönemde çok fazla dillendirilir oldu.

Bu tip söylemler arttığında ben hemen konut satışlarına bakarım. Biraz yangın mı yapıyoruz yoksa gerçekten durum vahim mi?

Kısa bir süre önce Anadolu yakasında Kartal’da Mai Residance’ı satışa sunan Fer Yapı, hemen bayram öncesi de Merter’de Parima Residance’ın lansmanını yaptı. Yani Fer Yapı’nın Yönetim Kurulu Üyesi Ramadan Kumova bu sorunun yanıtını alabileceğim doğru kişilerden birisi. “Nedir gözlemin?” diye soruyorum, şöyle yanıtlıyor:

“KDV belirsizliğinin bir kafa karışıklığı yarattığı kesin. 31 Mayıs 2012 tarihi itibarıyla ruhsatı alınmış doğru bölgede doğru tasarlanmış, fiyatı doğru belirlenmiş projelerde sıkıntı yok. Ancak 1 Haziran itibarıyla ruhsatı alınmış ya da alınacak projelerde büyük bir KDV belirsizliği yaşanıyor. KDV 1 mi olacak 18 mi olacak? Üretici o riski mecburen fiyatlara yediriyor. Alıcı da bu belirsizlikte biraz ürkek. Bu konuda Maliye’nin tavrını çok yanlış buluyorum. Sonuçta bu inşaatlar 3 yılda bitecek. KDV’si de tapu teslimi sırasında ödenecek. Yani Maliye kuyuya bir taş attı ancak şu an için bir geliri yok. Tam tersine belirsizlik yaratıyor. ”

‘Peki sizde durum ne?’ diye soruyorum...

“Lansmana çıkan projelerimiz gayet iyi satıyor. Biz bir durgunluk görmüyoruz. Pahalı diyen olmuyor, ki mesela Merter’de çıktığımız projede metrekare fiyatları 5 bin liradan başladığı halde. Sadece gücümüz yetmiyor sözünü duyuyoruz.

Boyner çok memnun

Fer Yapı öncelikle adını Bomonti’de I-tower ile duyurmuştu. Ancak Yenibosna’daki İst West projesi ise en dikkat çekici projesi oldu. Altınyıldız fabrika alanına Cem Boyner ile ortaklaşa inşa edilen İst-West’te son durum nedir diye merak ettim. Kumova son durumu şöyle özetledi:

“999 daire vardı, 800’leri çoktan aştık. Cem Boyner de durumdan çok memnun. Biz orada bölge standartlarının çok üzerinde butik bir proje yaptık. 70 dönüme sadece bin daire koyarak ferah güzel bir yaşam vaadettik. Belki bölgeye göre biraz pahalı sattık ama takdir edildik. İstesek daha fazla daire de yapabilirdik. Tüketici bunu gördü.”

Sadece 157 adet coğrafi işaret mevcut

Coğrafi işaret marka demek değil.

Benzer mal (eşya, ürün) ya da hizmetleri başkalarının mal (eşya, ürün) ya da hizmetlerinden ayırt etmek için kullanılan işaret, marka olarak tanımlanıyor. Coğrafi işaretler bir yöreyi - coğrafyayı tanımladığı için bir kişi ya da kuruluşa ait olamıyor ancak o coğrafyada yer alan ve ilgili coğrafi işaretin tanımladığı ürünü üreten, sunan her kişi ve kuruluşun söz konusu coğrafi işareti kullanmaya hakkı oluyor. Türkiye’de şu an koruma altına alınan 157 adet coğrafi işaret var. İşte en dikkat çekicileri:


ADANA KEBABI

AFYON KAYMAĞI

AFYON MERMERİ

AFYON SUCUĞU

AKBAŞ ÇOBAN KÖPEĞİ

AKÇAABAT KÖFTESİ

ANAMUR MUZU

ANTAKYA KÜNEFESİ

ANTEP BAKLAVASI

BAFRA PİDESİ

BERGAMA EL HALISI

BURDUR ŞİŞ KÖFTESİ

ÇUBUK TURŞUSU

EDİRNE TAVA CİĞERİ

ERZİNCAN TULUM PEYNİRİ

ERZURUM CİVİL PEYNİRİ

GÖRECE NAZAR BONCUĞU

GÜMÜŞHANE KÖMESİ

ISPARTA GÜLÜ

İZMİT PİŞMANİYESİ

İZNİK ÇİNİSİ

KONYA ETLİ DÜĞÜN PİLAVI

MARAŞ TARHANASI

PERVARİ BALI

SİİRT BATTANİYESİ

UŞAK HALISI

YAĞCIBEDİR EL HALISI

YAMULA PATLICANI

ZİLE PEKMEZİ

İstanbul’un göbeğinin göbeği...


Daha önce Güneşli’de Halkalı’da yer alan projelerin İstanbul’un göbeği diye lanse edildiğine dikkat çekmiş ve bu İstanbul’un göbeği ne kadar da büyük diye sormuştum. İşin şakası bir yana Fer Yapı’nın 12 Ekim’de satışına başladığı Parima Residance hakikaten İstanbul’un göbeğinin göbeğinde. Merter E-5 yolu üzerindeki konumu ile dikkat çekiyor. Yalın Tan ve Jeyan Ülkü’nün imzasını taşıyan özgün mimari karakteri ve tarzıyla yatırımcının ilgisini de hemen çekmiş vaziyette.

Parima Residence 12 katlı ve 126 bağımsız bölümden oluşuyor.

İster ev ister ev-ofis olarak kullanabilme özelliği ile Parima Residence, bir residence’de olabilecek tüm olanakları bir arada sunmaya gayret göstermiş. Metrekare fiyatları 4 bin 500 lira ile 5 bin 500 lira arasında. Özellikle yatırım amaçlı düşünenlerin ilgisini çekmiş vaziyette.

Fer Yapı’nın İstanbul Anadolu Yakası’nın en hızlı gelişen bölgesi, Kartal’da konumlanan “Mai Residence” projesinde de satışlar devam ediyor. Kartal, Anadolu yakasının yeni yükselen değeri. Mai Residence, Sarı Residence ve Turuncu Residence olmak üzere 2 bloktan oluşuyor. 14 katlı Sarı Residence’ı ister ev, ister ev-ofis olarak kullanmak mümkün.

Mai Residence, E-5 cepheli, direkt girişi, sahil yoluna 2-3 dakika mesafesiyle dikkat çekiyor. Kartal metro istasyonuna yürüme mesafesinde. Metrekare fiyatları 3 bin 300-3 bin 600 TL seviyesinde.

Yazının devamı...

Amasra’ya 5 milyar dolarlık cari açığa ilaç ‘Yerdelen’ yaptı

Amasra’da yerin 700 metre altına inerek 800 milyon tona yakın rezerv kömür bulan Mehmet Hattat, bu kömürü çıkarmaya hazırlanıyor. Bu kömürle çalışacak 2 bin MW gücünde iki de termik santral inşa edecek Hattat, Batı Karadeniz’i enerji üssü haline getirecek. Çıkacak yerli kömürle çalışacak santraller, Türkiye’nin enerji ithalatını 5 milyar dolar civarında azaltacak.

Türkiye Taş Kömürü Kurumu, Bartın Amasra bölgesinde tespit ettiği 490 milyon tonluk rezerv kömür için ihale yapmış, ihaleyi çıkarılan kömürle çalışacak santral yapma şartıyla birlikte Hattat Holding kazanmıştı.

Batı Karadeniz Bölgesi’ni enerji üssüne dönüştürecek bu önemli projede gelinen noktayı yerinde görmek üzere Hattat Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Hattat ile Amasra’ya gittik, yerin 710 metre altına indik.

Bu tura Hema Enerji Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı İpek Hattat, Hema’nın enerjiyle ilgili tüm şirketlerinde Yönetim Kurulu Başkan Vekili olan 82 yaşında ama zıpkın gibi Şerafettin Yılmaz, Hema Endüstri Murahhas Azası Halil Beyenal, Hema Enerji Genel Müdür Yardımcısı Selim Şenkal ve Metan-Gazifikasyon Grup Müdürü Selçuk Gürpınar da katılarak önemli bilgileri bizimle paylaştı.

Selim Şenkal, TTK’dan 490 milyon ton olarak aldıkları rezervden daha fazlasını tespit ettiklerini, şu ana kadar 780 milyon ton kömür bulduklarını söyledi. Üstelik bu kömür Zonguldak’taki gibi dikey damarlar halinde değil, milföy gibi yatay damarlar halinde. Çıkarılması daha az maliyetli olacak. Kömür de kaliteli. Kül oranı yüzde 19. Sülfür oranı ise binde 6. Kömürün 5 bin 600 kalorilik ortalaması da son derece başarılı. 8 bin kaloriye ulaşan kömüre de rastlamışlar.

Mehmet Hattat araya girdi ve şu bilgiyi verdi: “Biz burayı 400 milyon liralık rödovans bedeliyle 20 yıllığına aldık. Şu ana kadar 305 milyon euro harcadık. Rezervin daha yüksek çıkması TTK’ya da kazanç demektir. Şu ana kadar 268 milyon ton kömürün çıkarılmasını projelendirdik. Ancak 500 milyon tonu çıkarılabilir görünüyor. Bugünün değeri ile en az 50 milyar dolar yapar. Bunun 10 milyar doları TTK’ya gidecek demektir.”

Şerafettin Yılmaz da sondaj ve kuyu açma hızlarına dikkat çekti: “Devlet burada 40 yıllık sürede 134 kuyu açarken biz 5 yılda 70 kuyu açtık.”

Hattat, kuyu açmanın maliyetine değindi: “Her bir sondaj ortalama 600-650 bin dolara maloluyor. Ancak bu sondajlar sayesinde 300 milyon tondan fazla ilave rezerv tespit ettik. Belki bu rakam daha da yükselecek.”

Mehmet Hattat ilerlemiş yaşı ve geçirdiği iki ağır ameliyattan dolayı bize eşlik edemedi. Yerin 700 metre altına yaptığımız yolculukta ekibimize İpek Hattat ev sahipliği yaptı. Her 33 metrede sıcaklık 1 derece artıyor. 4 dakika süren yolculuktan sonra 700 metre derine indiğimizde hepimiz terlemeye başladık.

Galeriler çok geniş. Grizu patlamasına karşı önlemler son derece yüksek. Kullanılan tüm makinalar, elektrik anahtarları alev-ateş sızdırmaz cinsten. Galeride 1 kilometreye yakın ilerledik.

Galerileri Çinli Datong şirketinin bu işte deneyimli işçileri açıyor. Kazılan tüneller beton ile kaplanıyor ki kömür metan gazı sızdırmasın ve yanmasın.

Kuyudan çıktığımızda bizi yine Mehmet Hattat karşıladı. ‘Kömürü gözünüzle gördünüz değil mi?’ diye sorduktan sonra devam etti:

“Bizim burada kömür çıkaracağımıza inanmıyorlar. 2000 megawatlık santralı kurup, ithal kömürle çalıştıracağımızı iddia ediyorlar. Öyle olsa, yerin altına bu kadar yatırımı neden yapalım. Bugüne kadar kömür ocaklarına 305 milyon euro para harcadım. Çıkaracağımız kömürü kuracağımız santrallarde kullanmak zorundayız. İlk kömürü 2013’te çıkaracağız. Üretimi inşallah kısa sürede önce yıllık 5 milyon tona, zamanla 15 milyon tona kadar yükselteceğiz.”

Hattat, kuyuya Enerji Bakanı Taner Yıldız ile Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın da indiğini hatırlatarak ekledi: “Taner Bey indikten sonra ‘Burada gökdelen değil ama daha değerli bir yerdelen yapmışsınız’ dedi. Ben de ‘Sayın bakanlarım bu işi yapacak, bunca zorluğa maliyete rağmen benden başka deli bulamazsınız’ diye takıldım.” şeklinde konuştu.

Görüyorsunuz sayın Bakanım nelere katlanıyoruz

Hattat’ın yalısındaki bu fotoğraf hafızalara kazındı. Mehmet Hattat’ın, Çinli Harbin’le anahtar teslimi santral hizmeti verebilecek tesis kurmak üzere düzenlediği imza töreni sonrası yalısında verdiği davete bu görüntüler damgasını vurmuştu.

Fotoğraf, Bakan Zafer Çağlayan’ın da dikkatini çekmiş. Hattat’a ilk gördüğü yerde takılmış. Hattat da Çinliler’le iş yapabilmek için bu tür organizasyonlara ihtiyaç olduğunu belirterek “Görüyorsunuz Sayın Bakanım, Türkiye’ye katma değer yaratacağız diye nelere katlanıyoruz” cevabını vermiş.

Ancak bu cevap espri mahiyetinde olsa gerek. Zira Hattat Ailesi için oryantallik, iş ortaklarına keyifli dakikalar yaşatma mecburiyetinden değil özel zevkten kaynaklanıyor. Aile oryantalleri var. Hattat, “Bu ritüeli seviyorum. Yıllar önce ilk Mustafa Özkan’ın yalısında tanık olmuştum. Bir gün çok param olursa yalıda oturacağım, bir de oryantalim olacak demiştim. Yaptım” diyor. Bu arada ailenin ilk oryantallerinden birinin Sibel Can olduğunu da hatırlatırım.

Altı mağara çıktı santralin yeri değişti

İki bakan kuyuları gezmiş ancak ziyaretlerinin asıl sebebi kurulacak santral olmuş. Deliburun mevkiinde kurulacak santralin yapılan etüd çalışmalarında zeminin uygun olmadığı görülmüş. İki bakanla yeniden yer seçimi yapmışlar ve üstteki resimde görülen Gömü köyü mevkiindeki koy seçilmiş. Şimdi ÇED raporunun çıkması bekleniyor.

2.5 milyar dolarlık yatırımla 1320 ve 660 MW büyüklüğünde iki santral yapılacak. Bu santraller son teknolojiyi içeren ultra süper kritik çevre dostu tasarlanmış. Santraller de devreye girdiğinde burası 11 bin kişiye iş imkanı yaratacak.

Türkiye’nin malum cari açığının temel sebebi enerji. Hatta enerji ithalatı çıkarıldığında, son veriye göre cari açık 190 milyon dolara kadar inmişti. Bu santraller ve yerli kömür cari açığa 5 milyar dolarlık bir pozitif katkı sağlayacak.

Mehmet Hattat, santrallerin çevreyi kirleteceğine dair inanışla Amasra’da çevreci bir protesto olduğuna da dikkat çekti ve şöyle konuştu:

“Başta muhtarlar olmak üzere herkesi ikna etmeye, kullanacağımız teknolojinin ultra süper kritik olacağını göstermeye çalışıyoruz.”

Biz, Amasra’ya helikopterle ulaştık. Karadeniz kıyısından gelirken iki tane yan yana termik santral gördük. Biri Eren Holding’e ait santral, diğeri devletin eski teknolojili Çatalağzı santraliydi. Yukarıdan daha net görülüyor. Eren’in santralinin bacasından neredeyse duman çıkmazken Çatalağzı maaşallah dumanı püskürtüyordu.

Hattat, kuracakları santraldeki teknolojinin Eren’in santralinden bile daha iyi olduğunu söyleyince ben de kendilerine naçizane bir öneride bulundum:

Çevreci kaygılarla bu projeye itiraz edenleri misafir edin denizden buraya getirin. Getirin ki iki santralin çalışma şeklini ve yeni teknolojilerin farkını görsünler. Gözle görürlerse ikna olurlar...

75 milyon $ buhar oldu

Her bir ton kömürden yaklaşık 15 metreküp metan gazı çıkıyor. Bu gaz değerli. Kömür tam randımanlı çıkarıldığında günlük 150 bin metreküp de gaz çıkma potansiyeli var. Hattat bu gazla Amasra’nın ısınabileceğine dikkat çekiyor. Bu arada Türkiye’ye umut olan Akçakoca açıklarında bulunan doğalgaz büyük bir ihtimalle kömürden sızan gaz. Dolayısıyla çok fazla umutlanmamak lazım.

Hattat, geçmişte İğneada açıklarında doğalgaz aradığına ancak bulamadığına ve 75 milyon doların çöpe gittiğine de dikkat çekti.

Yazının devamı...

Cebinde 700 bin lirası olana cazip iş fırsatı

Önce dün yazdıklarımın kısa bir özetini yapayım. Çünkü bugün yazacaklarımın dayanağı da yine dün verdiğim rakamlar olacak.

Akaryakıttaki son vergi ayarlamasında otogazın ÖTV’sine ton başına 300 lira zam yapılırken, tüplü LPG’nin vergisi aynı kaldı. Arada zaten 68 lira vergi farkı vardı, iyice açıldı 368 liraya çıktı. 68 liralık farkta tahrik olup vergi kaçakçılığı yapanlar artık çok daha mutlu.

Zira ithalatçıdan ya da Türkiye’deki üreticiden aldığın LPG’yi ‘tüpe dolduracağım’ diye alırsan, ton başına 1.214 lira 61 kuruş ÖTV ödüyorsun. ‘Otogaz olarak satacağım’ dersen, ödeyeceğin vergi bir anda 1.582 lira 61 kuruşa çıkıyor.

Arada tam yüzde 31’lik vergi farkı var ki çok ciddi bir rakam.

İşte bu fark pek çok lisans sahibinin vergi kaçırmaya teşebbüs etmesi için uygun zemini yaratıyor.

‘68 liralık fark suistimal yaratıyordu, şimdi fark 368 liraya çıktı ters yola girenler artacak’ diye yazdım.

Maliye’nin dikkatini buraya çekmeye çalıştım. Maliye vergi artışlarını, bozulan bütçe dengesini tekrar sağlamak için yaptı. Ancak tüplü gaz ile otogaz arasındaki vergi makasını açarak bir anlamda kendi ayağına kurşun sıktı.

Bugün sanayici de olsanız, ticaret de yapsanız bazı işler hariç yüzde 15-20’lik kâr marjı görülmüş duyulmuş olay olmadığı için bu yazıyla ilgili dün çok sayıda okurdan e-mail aldım.

e-mail’lerdeki ortak soru şuydu: Yahu bu iş bu kadar kârlıysa biz de bu işe girelim. Bu işi yapmak için ne gerekiyor?

Bu mail’ler aslında durumu protesto eden mail’lerdi. Yoksa kimsenin bu işe girmek vergi dolandırıcısı olmak gibi bir niyeti yok, olmamalı...

Ancak ben yine de fotoğrafı çekmek adına bu soruya yanıt vermek istiyorum.

Verelim ki dolandırıcıların bu fırsat kapısı kapansın. Maliye yaptığı yanlışı görsün, aradaki vergi makasını kapasın.

Lisans almak kolay mı diye soruluyor.

Kolay beyler hem de çok kolay. İnanın bu işe girmek bakkal dükkanı açmaktan çok daha kolay.

Size yöntemi başından başlayarak anlatayım, kolay olup olmadığına siz karar verin...

Nasıl lisans sahibi olunur?

Türkiye’de yılda 3 milyon 700 bin ton civarı LPG tüketiliyor. 2011 verilerine göre bunun 2.6 milyon tonu otogaz, 981 bin tonu tüplü LPG, 122 bin tonu da dökme LPG olarak tüketilmiş.

Ürün aynı ürün. Basıncını artıran propan katınca, ürün otogaza dönüşüyor. Ancak bu işlemin öyle yüklü bir maliyeti yok.

Ürün genellikle ithal ediliyor.

Tüpraş’ın da son rakamları elimde yok ama 700-800 bin ton civarında petrolden ürettiği bir LPG var. Demek ki 3 milyon tona yakın bir LPG ithal ediliyor.

Bu ithalatı 7-8 firma yapabiliyor. Bu gazı getirmek finansal açıdan kolay değil. Gemi ile taşıma maliyeti, malı satın alma maliyeti epey yüklü. Ayrıca getirdiğiniz malı boşaltacak basınca dayanıklı özel dolum tesislerine, saç kalınlığı yüksek tanklara sahip olmanız lazım. Yani ciddi yatırım gerektiriyor. O yüzden ithalatçı sayısı çok fazla değil.

Ancak EPDK’dan lisans almış firmalar, ithalatçılar tarafından getirilen bu gazı rahatlıkla satın alabiliyor. Ya da Tüpraş’tan mal isteyebiliyor.

Tankerini yanaştırıyor, atıyorum “Bana 1000 ton gaz ver” diyor.

Bu gazı tüpe basacağını söylerse ürüne ton başına 1.214 TL ÖTV ödüyor. Ana dağıtıcı da ÖTV’li olarak kestiği faturanın karşılığı vergiyi götürüp Maliye’ye ödüyor. (Yeri gelmişken araya gireyim. Dünkü yazıda bir hata yapmış ve gazın Türkiye’ye gelişi sırasında otogaz mı tüplü LPG mi olarak kullanılacağının beyan edilerek vergisinin ona göre ödendiğini yazmışım. Doğru yöntem şöyle: Ürün Türkiye’ye geliyor, ithalatçı ana dağıtıcıdan bir diğer lisans sahibine satılırken, o lisans sahibinin isteğine göre otogaz ya da tüplü LPG olarak veriliyor ve ona göre farklı ÖTV hesabı yapılıyor.)

Dolandırıcının filmi başlıyor

Ancak ‘Bu ürünü tüpe basacağım’ diyerek alan lisans sahibi acaba gerçekten ürünü tüpe basıyor mu?

İşte zaten film orada çevrilmeye başlıyor.

Kötü niyetli lisans sahibi, tüplü LPG ÖTV’si ödeyerek aldığı malı götürüp otogaz satan istasyona verince vergisel anlamda ciddi bir kazancın kapısını açıyor.

Haksız kazancın bir bölümünü de zaten rekabetten bezmiş, doğru dürüst mal satamayan istasyon sahibi ile paylaşınca o taraftan da bu dolandırıcılığa itiraz gelmiyor. (Akaryakıttaki vergi kaçağının önemli bir sebebinin de mantar gibi türeyen ihtiyaç fazlası benzin istasyonu olduğuna şüphe yok. O konuya da yarın girebiliriz.)

Bu filmi çevirmek için bir lisansa ihtiyacınız var. O lisansı almak da hiç zor değil.

60-70 tonluk küçük bir tank almanız yeterli.

Bu tankı çok rahatlıkla 700 bin liraya alıp kurabiliyorsunuz.

Sonra bu işi yaptığınız yerdeki mahalli idareye gidiyorsunuz, Gayri Sıhhi Müessese ruhsatı alıyorsunuz.

O ruhsatı aldıktan sonra da Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun kapısını çalıyorsunuz ve lisansınıza kavuşuyorsunuz.

Kötü niyetliyseniz elinizdeki lisansla artık istediğinizi yapabilirsiniz.

Bu kadar basit.



Güven’i sağlayıp ‘Kale’ gibi lisansı kapmışlar

- Peki bu işi yapmak bu kadar basit olmalı mı?

Hayatında 3 bin tüpe gaz basmamış, hatta tarihinde hiç tüpü bile olmamış ama tüpçü diye bilinen firmalar var maalesef.

EPDK da bunları gayet iyi biliyor.

Bir şekilde ‘güven’i kazanmışlar, ‘kale’ gibi lisansı da almışlar...

2011 tüketim rakamlarına bakıyorum.

Ankara’da bir firma var.

Nasıl bir güven sağlamışsa 20 bin tonun üzerinde LPG’yi tüpe basmış ve kendi markasıyla satmış.

Oysa Aygaz’ın Ankara ili satışları 12 bin ton bile olmamış.

Yani tüp satışında neredeyse Aygaz’ı ikiye katlamış, Ankara’nın açık ara pazar lideri görünüyor.

Ben bu markalı tüpe hiç rastlamadım.

İnternete girdim, tüp siparişi vereyim diye...

Tek bir bayisi bile yok.

Ankaralı arkadaşlarıma sordum ‘Sen bu marka bir tüp gördün mü’ diye, kimse bilemedi.

Ancak 20 bin ton LPG’yi tüpe basıp satmış görünüyor.

Tüplü LPG diye alıp, otogaz olarak satmış olmasın...

Eğer öyle yaptıysa...

20 bin tonda geçen yılki kazanç 68 liralık vergi farkından dolayı 1 milyon 360 bin TL yapar.

Aynı satış temposunu korursa yani yine 20 bin tonluk satış yaparsa bugünden itibaren önümüzdeki 1 yılda vergiden kazanacağı haksız para 368 TL x 20 bin ton = 7 milyon 360 bin lira olacak.

Ne diyelim hayırlı işler bol kazançlar.

Yazının devamı...

LPG’yi tüplü ithal et ama tüpe doldurmayıp otogaz diye sat, fahiş kârı cebe at

LPG’yi tüplü ithal et ama tüpe doldurmayıp otogaz diye sat, fahiş kârı cebe at

Akaryakıttaki son vergi ayarlamasında otogazın ÖTV’sine ton başına 300 lira zam yapılırken, tüplü LPG’nin vergisi aynı kaldı. Arada zaten 68 lira vergi farkı vardı, iyice açıldı 368 liraya çıktı. 68 liralık fark bile vergi kaçakçılığına davetiye çıkarıyordu, şimdi sahtekarlar gözü tamamen karartacak. Açılan makas kötü yola düşenleri çoğaltacak.

Oysa ürün aynı ürün. LPG’yi tüplü diye ithal edersin, ama tüpe doldurmayıp benzin istasyonlarına otogaz olarak verirsin. 100 liralık üründe sadece vergi beyanında usulsüzlük yaparak ekstra 13 liranın üzerinde haksız kazanç sağlarsın. Böyle ballı kazanç nerede kaldı? Maliye bu matematiksel hatayı nasıl görmez, inanılır gibi değil...


Bugün sanayici de olsanız, ticaret de yapsanız bazı işler hariç yüzde 15-20’lik kâr marjı görülmüş duyulmuş olay değil. Artık ekmek aslanın ağzında. Otomotivcisi de, inşaatçısı da hipermarketçisi de yüzde 5’lik yüzde 6’lık kazancı yakalarsa ‘Allah bereket versin’ diyor.

Paranızı bankaya koysanız da size taş çatlasın yüzde 9 faiz veriyorlar. Onu da ancak 1 yıl sonunda alabiliyorsunuz. Oysa LPG işi yapıyorsanız ve dürüst değilseniz, çok seri biçimde yüzde 15’e ulaşan kazancı sadece bir kalem oynatması ile elde edebilirsiniz.

Bakın nasıl?

Kamuoyunda çok tartışılan zamlar biliyorsunuz Eylül’ün sonuna doğru peşpeşe geldi. Akaryakıtın, içkinin, sigaranın vergileri artırıldı. Ardından doğalgaz ve elektriğe zam geldi.

Zamların tek bir nedeni vardı. O da artan bütçe açığına önlem olmasıydı. Zira büyüme azalınca vergi gelirleri de düşmeye başlamıştı.

Vergisel düzenlemeler 23 Eylül’de Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Bu düzenlemeler çerçevesinde otogazın ÖTV’si de yeniden ayarlandı. Tıpkı motorin ve benzinde olduğu gibi. Daha önce ton başına bin 282 lira olan otogazın ÖTV’si bin 582 liraya çıkarıldı. Bu ÖTV zammı araçlara konan otogazın pompa fiyatına yansıdı ve otogazın litre fiyatı istasyonlarda 2 lira 52 kuruştan 2 lira 75 kuruşa çıktı.

Devlet böyle istedi boynumuz kıldan ince. Avrupalı Amerikalı gibi bütçede kocaman delikler açıp yarın öbür gün daha büyük bedel ödemektense, dünyanın en pahalı benzinini yakıtını kullanmaya razıyız.

Ancak bu düzenleme yapılırken bir şey gözden kaçtı.

Tam da seçimler yaklaşırken, evinde piknik tüp ya da 12 kilogramlık tüp kullanmak zorunda olan vatandaş sinirlenmesin diye tüpte kullanılacak LPG’nin ÖTV’si değiştirilmedi. Tüpte kullanılan LPG’nin ÖTV’si bin 214 lira 61 kuruştu. Yine öyle kaldı.

Konuya uzak olanlar için kısa bir not; Siz LPG’yi ithal edersiniz. Bunu ister otogaz olarak kullanırsınız, isterseniz tüpe basarsınız. Ya da dökme olarak kullanırsınız. Üründe önemli fark yoktur.

Bugünün fiyatı ile konuşuyorum siz LPG’yi ister otogaz olarak kullanın, ister tüpe basın, ister dökme olarak servis edin, tonuna yaklaşık bin 820 lira ödersiniz. Fark vergide çıkar karşımıza.

Malı ithal ettiniz ya da Tüpraş’tan aldınız. Tüpe dolduracağınızı söylerseniz Maliye’ye 1.214 lira 61 kuruş ÖTV ödersiniz. Otogaz olarak kullanacağınızı beyan ederseniz, ödeyeceğiniz ÖTV bin 582 lira 61 kuruşa çıkar. Yani arada 368 liralık bir ÖTV farkı oluşur. KDV’nin de ÖTV’li fiyat üzerinden alındığını dikkate alırsanız aradaki vergisel fark 368 lirayı da geçer 434 lirayı bulur.

Yani ürün alırsınız bin 820 liraya... Yanlış beyanla vergiden kazanırsınız 434 lira.

Şimdi size soruyorum. Vergi kaçırmaya müsait fırsatçılar, bu matematik karşısında otogaz olarak satacağı LPG’yi ‘tüpe basacağım’ demez de ne der?

23 Eylül’den önceki durumda tüplü LPG’nin ÖTV’si bin 214 lira, otogaza dönüşecek LPG’nin ÖTV’si bin 282 liraydı. Yani arada 68 liralık bir fark vardı. Bu fark bile o vergi kaçakçılarının, o yüzsüzlerin ellerini ovuşturmasına neden olmuş, bu kazanca kayıtsız kalmamışlardı.

Bunu EPDK da gayet iyi biliyor.

Hayatında 3 bin tane tüpe gaz basmamış. piyasada tek bir tüpü bile olmayan lisans sahipleri, binlerce ton LPG ithal ediyorlar ya da Tüpraş’tan alıyorlar ancak tüplü vergisi ödüyorlardı. Sırf bu 68 liralık vergi farkını cebe indirmek için. Tüpte kullanacağım diyorlar ama piyasaya çıkıp otogaz olarak istasyonlara satıyorlardı.

Şimdi o 68 liralık fark 368 liraya yükselmiş vaziyette. Malın ton bedeli bin 820 lira.

ÖTV’de yalan beyanda bulunarak ton başına kazanacağınız haksız para KDV ile birlikte 434 lira.

İşte bahsettiğim tatlı kazanç kapısı burada.

Gidin EPDK’ya, ‘Ben tüp işine giriyorum. Bana lisans ver, LPG ithal edeceğim’ deyin. Bulun malı bir yerlerden. Getirin Türkiye’ye. Tüp doldurmayın, otogaz satan istasyonlara verin malı.

Herkes bu hesabı yapacak

Uyanıklar bu işin farkında. EPDK’ya sırf bu son vergi düzenlemesinden sonra LPG ithalatı için iki firma başvuru yaptı. Zaten varolan 70 şirket arasında bu dolandırıcılığı 68 lira için yapanlar vardı, şimdi daha fazlası türeyecek. Öyle tatlı bir marj oluştu ki, bugüne kadar buna sırtını dönenleri, dürüst olmaya çalışanları bile ayartacak, usulsüzlüğe tahrik edecek bir makas var karşımızda.

İstatistiklere bakın. Türkiye’de 3 milyon 700 bin ton civarı LPG tüketilir. Bunun 2 milyon 600 bin tonu otogaz olarak, 800-900 bin ton civarı da tüplü olarak. Bu aydan itibaren tüplü LPG tüketiminde inanılmaz bir artış olacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok.

Tüplü LPG tüketimi artacak, otogaz olarak kullanılan LPG tüketimi azalacak.

Sonuçta ne olacak?

Bütçe açığını kapatmak için yola çıkan Maliye, umduğundan daha düşük bir LPG vergi geliri ile karşı karşıya kalacak. LPG aynı LPG. Tüp için dersen vergisi ton başına 1.214 lira. Otogaz için dersen 1.582 lira. Aradaki vergisel marj yüzde 6 idi yüzde 31’e çıktı.

Pompada otomasyon da yok

Şartlar o kadar müsait oldu ki vergi kaçırmaya. Bir benzin istasyonuna gidin. Motorin de alsanız, benzin de alsanız pompada yazarkasa var. Size fiş veriyor. Oysa otogaz pompasında henüz otomasyona da geçilmedi. Yani istasyon bağlı bulunduğu ana dağıtım şirketinden ne kadar LPG almış ama ne kadar satmış, arada fark olmuş mu olmamış mı anlamanın imkanı yok.

Otogaz istasyonunun da istediği yerden LPG alma hakkı var. Şimdi siz bu 434 liralık vergisel tatlı karın birazını bayi ile paylaşsanız, ona ucuz otogaz verseniz hangi bayi buna hayır der?

Zaten çıkın yola. Bakın istasyon fiyatlarına. Arada inanılmaz fiyat farkları ile ürün satılıyor.

Maliye’nin derhal yaptığı hatayı farketmesi ve tüplü LPG ile otogaz olarak kullanılan LPG arasındaki vergi makasını kapaması gerekiyor.

Eğer vergi indirimine tahammülü yoksa, mecburen tüplü LPG’nin vergisini artıracak. Ben hesabını yaptım. Bugün 12 kilogramlık bir tüpün satış fiyatı 73.5 TL. Vergiyi yukarıda eşitlerse (otogazın ÖTV’sini düşüreceğine ihtimal vermediğim için hesabı bu mantıkla yapıyorum) tüp kullanan bir vatandaşın aylık tüp masrafında 1.5 TL gibi bir fark oluşuyor. Bu da herhalde kabul edilebilir bir fark olsa gerek. Maliye’nin aksi takdirde uğrayacağı vergi kaybını düşünürsek bunun derhal yapılması lazım.

Otogazın fiyatı neden her yerde farklı farklı?

Gelelim bir başka konuya. İşin vergi boyutu var, bir de Türkiye’de satılan kalitesiz LPG boyutu.

LPG iki yolla elde edilir. Bir doğalgazdan, ikincisi de rafinerilerde petrol türevi olarak.

Doğalgazdan elde edilen LPG, olifin, parafin, kükürt gibi hidrokarbonları çok daha az ihtiva eder. Petrolden üretilen LPG’de ise eğer teknoloji çok iyi değilse bu ürünler daha fazla olur. Bu ürünlerin fazlalığı yanışı olumsuz yönde etkiler. Yani verim alamazsınız.

O yüzden hesabını kitabını bilenler doğalgazdan elde edilen LPG’yi tercih ederler.

Bu ürünü farklı noktalardan alırsanız farklı kalitede LPG getirirsiniz Türkiye’ye. Rusya’dan Kazakistan’dan alınan bazı LPG’lerde bu sorun vardır. Teknolojisi eski petrol rafinerilerinde elde edilen LPG yüzde 15-20 fiyat avantajı ile Türkiye’ye sokulur. Hatta yüzde 30’a varan oranda ucuz ama Türkiye’nin kabul ettiği standartların içinde kalan ürün bulabilirsiniz. İşte hem vergi dolandırıcılığı ile hem de kalitesiz ürün alımıyla istasyondan istasyona çok farklı fiyatlar görebilirsiniz.

Ancak ürünün kalitesizliğini otogazlı aracı olan bilir. Doğalgazdan elde edilen otogaz ile, petrolden elde edilen otogaza göre istisnasız yüzde 3 ile yüzde 7 arasında daha fazla mesafe gidersiniz. Petrol rafinerisinin teknolojisi eski ise bu fark daha da açılabilir.

İçinde fazla miktarda hidrokarbon bulunan yakıtın filtre ve motor üzerinde yaratacağı tahribat ve size çıkaracağı ekstra maliyet de cabası.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.