Şampiy10
Magazin
Gündem

65 metre yükseğe çıkıp ‘Silüeti bozdun’ denmez

Onaltı Dokuz’un mimari projesini onaylayan, imar iznini veren belediyeler. Yani ortada proje sahibinin işlediği bir suç yok aslında. Her şey kurala uygun.

Kendisini duruma göre çevrecinin daniskası ilan eden, Marmaray kazısında çıkan tarihi eserlerde olduğu gibi işine gelmediği durumlarda ise arkeolojik eserleri üç beş çanak çömleğe indirgeyebilen Başbakan Erdoğan, geçenlerde yine ilginç bir çıkış yaparak gözlerin Zeytinburnu’nda yükselen Onaltı Dokuz projesine yönelmesine neden olmuştu.

Başbakan’a göre o proje tarihi yarımadanın silüetini bozuyordu. Sahibi Mesut Toprak’tan traşlamasını özellikle rica ettiğini ancak bunun yapılmadığını 5 yıldır da kendisi ile bu yüzden konuşmadığını söylüyordu. Başbakan’ın bu sözlerinin üzerinden bir hafta geçmedi, İstanbul 4. İdare Mahkemesi Pendik’te oturan bir vatandaşın şikayetini karara bağladı ve sözkonusu projenin ruhsatını iptal etti. Dava sanılanın aksine proje sahibi Mesut Toprak’a değil, o planları onaylayan, imar iznini, yapı ruhsatını veren Belediyelere açılmıştı. Bölgenin 1 bölü 5 binlik planlarını Büyükşehir Belediyesi, 1 bölü 1000’lik planlarını ise Zeytinburnu Belediyesi yapmıştı. Kamuoyunda ruhsatlar iptal edilince gökdelenlerin yıkılacağına dair kanı oluştu. Ruhsat iptali, yıkım kararı gibi algılanmıştı.

100 metrede ortaya çıkıyor

Projenin sahibi Mesut Toprak ile önceki akşam Onaltı Dokuz’un 30’uncu katında buluştuk. Söze silüetin ne anlama geldiğini anlatarak girdi:

“Çok araştırdık. Silüet, 1.80 insan boyundan bakınca ortaya çıkan görüntüdür. Yükseğe çıkmaya başlarsanız ona artık silüet denmez, manzara denir. Dürbünle bakıp da silüet mi belirlenir allah aşkına. O gazetelere yansıyan fotoğraf 360 derecede sadece 2 bilemediniz 3 derecede ortaya çıkıyor. Üstelik 65 metre yükseklikte. O zaman istediğiniz kadar yükseğe çıkın o silüetin içine her şeyi dahil edebilirsiniz.”

Mesut Toprak belli ki bu işe takmış. Haydarpaşa, Salacak, Üsküdar aksında farklı noktalardan ve farklı yüksekliklerden tarihi yarımadayı ve bu yarımadayı içine alan kare içine Onaltı Dokuz’un girip girmediğine baktırmış. Haydarpaşa’dan 15 metre yükseklikten çekilen fotoğrafta Onaltı Dokuz sol başta ve çok geride kalıyor. Salacak’ta 15 metreden çekilen fotoğrafta Onaltı Dokuz yok, görünmüyor. 30 metrede yine yok. 50 metreye çıkınca Sultanahmet Camii ile Ayasofya arasından ucu belli belirsiz görünüyor. 100 metreye çıkınca binalar camilerin arkasından net şekilde ortaya çıkıyor. Üsküdar’dan yapılan çekimde yine 15 metrede Onaltı Dokuz yok. 30 ve 50 metrelerde de yok. 100 metreye çıkınca Onaltı Dokuz ortaya çıkıyor.

Nereden baktığınızla alakalı

Fotoğraflar gösteriyor ki 15-30 metre yükseklikte hatta 50 metreye çıkana kadar sorun yok. Zaten Mesut Toprak da buna dikkat çekiyor ve “65-70 metreye çıkarsanız tabii ki binaları görürsünüz. Ancak o artık silüet olmaz manzaraya döner” diyor. Mesut Toprak ayrıca bir başka fotoğraf daha paylaştı bizimle. Amberin Zaman’ın Taraf’ta çıkan fotoğrafını. O karede sadece Onaltı Dokuz değil, Sinpaş’ın yaptığı Ottomare den, Galleria kompleksinin içinde yer alan Sheraton Oteli’ne kadar pek çok yüksek bina da cami minarelerinin arasından net şekilde görünüyor.

Konu gerçekten çok ilginç. Günümüz Türkiye’sinin tam bir özeti gibi. Olaya hangi açıdan ve hangi seviyeden baktığınızla alakalı. “Evet silüeti bozuyor” da diyebilirsiniz... “Burada biraz haksızlık yapılıyor. Konu belli ki suistimal ediliyor” da diyebilirsiniz...


Mesut Toprak silüet tartışmasına kafayı takmış. Helikopter kiralamış belirli noktalardan tarihi yarımadayı görüntülemiş. Bu kare Üsküdar’dan ve denizden 15 metre yükseklikte çekilmiş. Onaltı Dokuz karede yer almıyor....


Üsküdar’da bu kez 15 değil 100 metreye çıkılmış. 100 metreye çıkılınca arkada Onaltı Dokuz ortaya çıkıyor.
Ancak Mesut Toprak 100 metreden yapılacak çekimin silüet değil manzara çekimi olacağını belirtiyor.


Burası da Haydarpaşa. İlk karede 15 metre yükseklikten Burası da Haydarpaşa. İlk karede 15 metre yükseklikten çekilen fotoğrafta Onaltı Dokuz görünmüyor.
Ancak aynı noktada 100 metreye çıkınca Onaltı Dokuz da karede kendine yer buluyor haliyle...


Bu da Amberin Zaman’ın çektiği ve Taraf’ta çıkan bir kare. Yeterince yükselirseniz silüete sadece
Onaltı Dokuz’u değil, Sinpaş’ın Ottomare’si hatta Ataköy Galleria’’daki 5 yıldızlı Sheraton Oteli de giriyor.

Emsal 2.50, biz 2.42’de kaldık ortada suç yok ama icat ediliyor

Mahkeme kararından sonra yıkım sözkonusu olabilir mi?

Mesut Toprak bu soruya net bir şekilde “Mümkün değil” diye cevap veriyor:

“Tabii bir olasılık yok değil. Kamulaştırma yapılır. Projenin tüm maliyeti devlet tarafından karşılanır, sonra devlet orada istediğini yapar, ister traşlar ister tamamen yıkar. Ancak yaşamın başladığı, bağımsız ünitelerin satıldığı Onaltı Dokuz’da şu an itibarıyla yıkım mümkün değil.”

Mesut Toprak’a buraya ne kadar yatırım yaptığını da sorduk:

“Burası eski Mensucat Santral fabrikası. TMSF tarafından satışa çıkarıldı aldık. Sanırım 45 milyon dolar arsa bedeli ödedik. Projeye ise arsa hariç 175-180 milyon dolar harcadık...”

Bu demektir ki projenin yatırım maliyeti 230 milyon dolar seviyesinde. 68 bin metrekareye yakın satılabilir alan da ortalama 4.500-5 bin dolar seviyesinden satılmış. 496 bağımsız alanın olduğu projede halen satılmayı bekleyen 22 daire var. Mesut Toprak, projenin başlangıcından bitişine kadar hukuka aykırı tek bir işlem yapılmadığına da dikkat çekiyor ve şu noktalara vurgu yapıyor:

“Burada tüm inşaat belediyelerden alınan izinler doğrultusunda yapıldı. Hatta emsal 2.50 iken biz 2.42’de kaldık. 25 bin metrekare alanı yeşile ayırdık. Yükseklik serbestti. İstesek bir iki kat daha çıkabilecek iznimiz vardı. Burada bizim tarafımızdan işlenmiş bir suç yok. Suç yok ama icat ediliyor. 42 yıldır iş hayatının içindeyim, unatılacak hiçbir işim olmadı, bundan sonra da olmayacak. Başbakan ile Fatih İmam Hatip Lisesi’ne dayanan bir tanışıklığımız arkadaşlığımız var. Benimle ilgili bu çıkışına bir anlam verebilmiş değilim. Nedenini bana sormayın inanın bilmiyorum.”

Yazının devamı...

ÇEAŞ-Kepez yatırımcısı da objektif tutumu hak ediyor

Libananco meselesi açılmamak üzere kapandı. Enerji Bakanı Yıldız, Tahkim Heyeti’ne objektif tutumundan dolayı teşekkür etti. Peki ya Borsa’dan ÇEAŞ-Kepez hissesi alanlar?

Bir şirket düşünün. Başta Berke olmak üzere çok sayıda barajı var. Bu barajlarda üretilen elektrik iletiliyor ve abonelere satılıyor.

Halka açık bir şirket. Ancak gelin görün ki hakimiyeti ele geçiren ana ortak biraz fırlama. Kural kanun tanımıyor. Enerji Bakanlığı’nın imtiyazı ile faaliyet gösteriyor ancak otoritenin hiç bir tavsiyesine uymuyor. Üretimi, iletimi, dağıtımı ayır diyorlar umursamıyor. Farklı hükümetler döneminde bu kanun tanımazlığına bir şekilde göz yumuluyor, haliyle daha da küstahlaşıyorlar. Ancak yıl 2003 ve farklı icraatları olan bir hükümet var.

Hem Çukurova Elektrik’e hem Kepez Elektrik’e el konuyor.

12 Haziran 2003’tü el konduğunda. Tam 10 yıl geçmiş. Aynı gün borsada büyük oyuncu olan bir tanıdığım aramış ve “Biz ne olacağız” demişti. Ben de ona, “Daha iyi ya artık patronunuz devlet oldu. Bilanço oyunları, kâr transferleri olmaz. ÇEAŞ ve Kepez yine borsanın lokomotif şirketleri haline gelir. Siz de daha çok kazanırsınız” demiştim.

Yanılmışım. Devlet enteresan bir şekilde bu şirketleri yok etti. Elektrik üretim şirketi ana çatısı altında eritti ve daha sonra ilerleyen yıllar içinde de yeniden başka isimlerle ortaya çıkarıp, satmaya başladı.

Bu operasyon, batık banka operasyonuna benzemiyordu. Bankaların içi boştu. Yani eğer borsada oyunculuk hem zarar hem kâra ortaklıksa, batan bankalar için küçük yatırımcının yapabileceği birşey yoktu. Söyleyeceği söz de yoktu. Oysa ÇEAŞ ve Kepez öyle değildi ki...

Yağmur yağıyor, barajlar doluyor, elektrik üretiliyor ve satılıyordu. El konunca barajlar yıkılmamış, susuz da kalmamıştı.

Ancak devlet ana ortağın hisselerine el koyarken küçük yatırımcıyı da baraj suyunun önüne kattı. Onları da bir kalemde sildi.

Sonra ortada bir haksızlık olduğunu kabul ettiler. Yasa tasarısı hazırladılar. Ancak bir başka kaygı ön plana çıktı.

Eğer biz küçük yatırımcının hakkını ödersek, Uzanlar bunu uluslararası platformda aleyhimize kullanır, “Ortada bir mağduriyet varsa, bu bizim için de geçerli” derler diye düşünüldü.

Hazırlanan yasa tasarısı tozlu raflara kalktı.

Şimdi o yasa tasarısının tozlu raflardan indirilmesinin zamanı kesin olarak geldi.

Uzan Ailesi’nin Türkiye aleyhine açtığı Libananco davası sonuçlandı. Uzanlar için Türkiye’den birşey tırtıklama umudu tamamen bitti. Uzanlar artık bundan böyle, imparatorluğu yönetirken Türkiye dışına çıkardıkları ve TMSF’nin de radarından kaçırdıkları para ile geçinecekler. Ben bu paranın da oldukça yüklü olduğunu düşünüyorum. 7 göbek sülalerine yeter...

Enerji Bakanı Taner Yıldız, Libananco kararına dikkat çekiyor ve “Tahkim Heyeti’ne objektif tutumlarından dolayı teşekkür ediyoruz. Sülüklerin istedikleri para 23.5 milyar dolardı. Temyiz yolları da kapandı dava kesinleşti” diyor.

Hadi o zaman. Bu tehlike tamamen ortadan kalktığına göre Çeaş ve Kepez’de küçük yatırımcıya yapılan haksızlık telafi edilsin. Küçük yatırımcı da devleti sülük olarak tanımasın.

Aradan yıllar geçti bu iş unutuldu diye bakılmasın sakın. Dün mahkeme kararının çıkmasından sonra bana gelen mail’leri eğer isterse Sayın Bakan Taner Yıldız’a aktarabilirim.

ÇEAŞ-Kepez’de parası buharlaşan 30 bin küçük yatırımcı adına değil, bütün sermaye piyasası adına...

Yazının devamı...

‘İt dalaşı’ Turkcell’i yönetimsiz bıraktı

Turkcell İletişim’de Genel Kurul bir kez daha yapılamadı. Küçük hissedarın temettü hayali suya düşerken, Turkcell de yönetimsiz kaldı. Nisan sonu itibarıyla yönetim kurulundaki 4 üyenin görev süresi dolmuştu ve yeni seçim yapılması gerekiyordu.

2.2 milyar TL sermayesi 26 milyar lira civarında piyasa değeri olan dağ gibi bir şirket Turkcell. Kasasında 6 milyar liranın üzerinde cash var. Tüm taahhütlerini düşseniz bile net 3 milyar lirası bulunuyor, adeta paranın üzerinde yatıyor.

Bu paranın üzerine yatmayıp aktif olabilirdi. Küresel oyuncu olabilmesi için karşısına sayısız fırsatlar çıktı. Hayal değil, BlackBerry’nin üreticisi RIM’ı bile satın alabilecek gücü kuvveti vardı. Ancak gelin görün ki ortaklar arasındaki sonu gelmez kavganın kurbanı oluyor. Yakın coğrafyadaki satın alma fırsatları bile didişmeden dolayı kaçıyor.

Perşembenin gelişi

Turkcell İletişim’de merakla beklenen dünkü Genel Kurul da Turkcell Holding temsilcisi gelmediği için gerçekleştirilemedi. Turkcell Holding, Turkcell İletişim’in yüzde 51’ine sahip. Dolayısıyla Holding’i temsil eden bir üye Genel Kurul’a katılmadığı takdirde yeterli nisap sağlanamıyor. SPK 3 bağımsız üye atadıktan sonra bir umut doğmuştu. Herkes temettü sorununun çözüleceğini sanıyordu. Ancak dünkü gelişme sürpriz değil. 13 Mart 2013’teki yazımı arşivden bulup çıkarabilirsiniz. “Turkcell Holding düğümü çözülmeden 7 üyeyi de Ankara belirlese farketmez” başlıklı yazı.

Holding’i kim tıkıyor?

Nitekim farketmedi. Çünkü konu dönüyor dolaşıyor ortakların ne tavır takınacağında düğümleniyor. Burada Turkcell Holding’in genel kurulda temsili önemli. İşte orası kilitlendiği için dünkü genel kurul bir kez daha gerçekleştirilemedi.

Peki Turkcell Holding’i kilitleyen kim? Ve daha önemlisi bunu neden yapıyor. Turkcell İletişim’in yüzde 51’ine sahip Turkcell Holding’in yüzde 52.9’u Çukurova Telecom Holding’e ait. Yüzde 47.1’lik pay ise Sonera Holding’in. Turkcell Holding yönetim kurulu 7 üyeden oluşuyor. Bunun 2 üyesi Çukurova’dan, 2 üyesi Alfa’dan, 3 üyesi ise TeliaSonera’dan.

Rus Alfa ve TeliaSonera üyeleri bir süredir ortak hareket ederek burayı kilitliyor. Hatta şöyle söyleyeyim; uzun süredir Turkcell Holding’de hayat belirtisi yok. Yönetim kurulları toplanmıyor bile...

Rus Alfa ve TeliaSonera daha önce yapılamayan genel kurulların ardından pek çok beyanat verdi. Küçük yatırımcıyı önemsediklerini ifade eden süslü cümleler kurdu. Ancak şu bir gerçek ki son derece samimiyetsizler.

Turkcell İletişim’de yüzde 36’nın üzerinde hisse küçük yatırımcıda ancak bu ikilinin onları önemsediği yok. Tek dertleri Turkcell’i ele geçirmek. Bu dün bir kez daha ortaya çıktı. SPK defalarca ültimatom verdi. Hatta 3 bağımsız üye atayarak ve bu üyelerden ikisini bakanlık yapmış kişilerden seçerek şirkete verdiği önemi gösterdi. Ama yabancı ortaklar yine bildiklerini okuyup küçük yatırımcının temettü hayalini kursaklarında bıraktılar.

4 üyenin imza yetkisi 29 Nisan’da sona erdi

Turkcell İletişim’in Yönetim Kurulu 7 kişiden oluşuyordu. Ahmet Akça, Atilla Koç ve Mehmet Hilmi Güler SPK tarafından yönetim kurulunun yeni üyeleri olarak atanmıştı. Colin J. Williams, Gülsün Nazlı Karamehmet, Alexey Khudyakov ve Karin Eliasson da yönetim kurulunun diğer 4 üyesiydi. 29 Nisan 2013 itibarıyla SPK tarafından atanan 3 üyenin dışındaki 4 üyenin görev süresi doldu. Dünkü genel kurulda bu 4 üye ya yeniden seçilecek ya da yerlerine başka üyeler önerilecekti. Genel kurul yapılamadığı için Türkiye’nin en değerli şirketlerinden biri olan Turkcell İletişim A.Ş. şu an yönetimsiz ve imza yetkisiz bırakıldı.



Alfa itiraf etti: Mahkeme beklenecek

Rus Alfa ile Çukurova arasında davalık bir yüzde 13.81’lik Turkcell hisse senedi var. İngiltere’de Privy Council’de görülüyor bu dava. Mahkeme Çukurova Grubu’nun temerrüde düştüğünü kabul etti ancak ona bu hisseleri geri alma imkanı da verdi. Fakat bu hisselerin ne kadar bir gecikme faizi eklenerek alınabileceğine dair ikinci kararı bir türlü çıkmadı. Oysa ilk karar açıklandıktan sonra faiz hesaplama kararının da hızlıca çıkması bekleniyordu. Kaynaklar mahkemenin çalışma sistematiğine bakarak bu kararın aylar sonra bile çıkmayabileceğini belirtiyor. Ancak yarın da çıkabilir. Bir süre tahditleri yok.

Rus Altimo’nun Başkan Yardımcısı Evgeny Dumalkin dün açıkladı. Mahkeme kararı çıkmadığı için anlaşamadıklarını, düğümün çözülmesi için mahkeme kararını bekleyeceklerini belirtti. Bekleyecekler çünkü temettü dağıtımına yeşil ışık yakarak Karamehmet’in cebine para koymak istemiyorlar. Karamehmet’in Privy Council’in çıkaracağı faturayı ödeyemeyeceğine dair bir beklenti içindeler. Dün SPK ve BTK temsilcileri de salondaydı. Onlar da gerilmiş görünüyorlar. Daha önce de yazdım. Turkcell’in asıl sahibi devlettir. Bugünün emanetçi ortaklarını toplayıp masaya yumruğu sert şekilde vurmanın zamanı geldi geçiyor...

Yazının devamı...

Erdoğan ortaladı, Obama topu göğsünde yumuşatıp auta atar

Türkiye Kuzey Irak’ın petrol ve gazında söz sahibi olabilecek mi? Obama’nın bugünkü görüşmede vereceği yanıt Ortadoğu’da Türkiye’nin ayağına gelen tarihi fırsatın şeklini belirleyecek. Ancak sinyaller olumlu değil.

Türkiye belki de tarihi boyunca böylesi ekonomik bir fırsatı hiçbir dönemde yakalamamıştı. Kuzey Irak’ta, burnumuzun hemen dibinde petrol ancak ondan daha önemlisi doğalgaz kaynakları var. Üstelik az miktarda da değil. Dünya arz dengesini değiştirecek, fiyatları aşağı çekecek miktarlarda.

Petrolü tankere yükler dünyanın bir diğer ucuna kadar taşıyabilirsiniz. Ancak gazın Avrupa pazarlarına ulaşabilmesi için Kuzey Irak’ın Türkiye’ye ihtiyacı var. Türkiye’nin de bölgede gerçek anlamda söz sahibi güçlü otoriter bir ülke olabilmesi için Kuzey Irak gazına ihtiyacı var.

Sürpriz açıklama

Başbakan Erdoğan, önceki gün Esenboğa Havalimanı’nda, Washington’a uçmadan önce sürpriz bir açıklama yaptı. Kuzey Irak’ta petrol aramak için Exxon ile işbirliği anlaşması yaptıklarını duyurdu. Peki Erdoğan bu açıklamayı neden ABD seyahatinin öncesine ve tam da uçağa binmeden önceye denk getirdi?

Bu açıklama aslında Türk kamuoyundan ziyade, ABD yönetimine yönelik yapılmış bir açıklamaydı. ‘Ben havadayken iyice düşünün taşının Washington’a inince de bana net bir cevap verin’ demek istedi Başbakan Erdoğan. Şimdi gelin bu açıklamanın ve bugünkü Obama buluşmasından çıkabilecek cevabı anlamaya ve Erdoğan’ın sözlerinin alt metnini okumaya çalışalım.

Irak’ta bir denge var

Bu alt metni okumadan önce Ortadoğu’daki son dengeyi ve ABD’nin tavrını kavramak lazım.

Suriye’nin durumu ortada. Rusya-İran merkezli güç dengesi Batı’nın Esad’ı devirmesine izin vermiyor, ona sonuna kadar sahip çıkacaklarını cümle aleme gösteriyorlar.

ABD ve müttefiki İsrail, İran’a karşı ekonomik yaptırımlara öncülük ediyorlar ancak buna rağmen İran’ın nükleer programı tehditkar bir şekilde ilerliyor.

ABD bu şartlarda bu bölgede yeni bir düşman istemiyor. Dolayısıyla Bağdat’ta Maliki yönetimi ile oldukça dengeli bir ilişkisi var. Bağdat yönetimi ile Kuzey Irak’taki Kürt Bölgesel Yönetimi’nin enerji geliri paylaşımı kavgasına mesafeli ve dengeli yaklaşıyor.

Türkiye ise Kuzey Irak’taki enerjinin kendi toprakları üzerinden Avrupa’ya taşınması halinde müthiş bir güç elde edecek. Dolayısıyla bu potansiyelin bir an önce devreye girmesi için acele ediyor. Bu enerji koridorunda başrolü kapmaya çalışıyor. Kuzey Irak yönetimi ile son derece iyi ilişkiler geliştirildiği için burada eli oldukça güçlü. Kaldı ki Kuzey Irak’ın sahip olduğu doğalgazı tüketim pazarlarına taşımak için Türkiye dışında bir alternatifi de yok. Yani başrolü kapması işten değil.

Maliyetler de düşer

Ayrıca Kuzey Irak gazının Türkiye için bir başka önemi daha var. Şu an Türkiye gazı ağırlıklı olarak iki ülkeden Rusya ve İran’dan satın alıyor. Rusya, Avrupa pazarının da hakimi. Kazak ve Azeri gazı da var ancak onlar da fiyatı Rusya’nın etkisiyle belirliyor.

Kuzey Irak gazı piyasaya girerse bin metreküpün satış fiyatı çok rahatlıkla 400 dolarlardan 300 hatta 250 dolarlara inebilir. Rusya fiyatında indirim yapmak zorunda kalır ve tüm bütçe dengeleri şaşabilir. Buna karşılık Türkiye Rusya’ya ödediği milyarlarca dolarlık gaz faturasını düşürebilir. Ayşe Teyze’nin gaz faturasının düşmesi içeride Ak Parti Hükümeti’ne oy olarak da geri dönebilir.

Obama ne cevap verecek?

Erdoğan, ABD yönetimine açıkça, “‘Bana engel çıkarma, Kuzey Irak’ın petrol ve gazı için bana yeşil ışık yak, bak senin en büyük şirketinle de anlaştım önümüzü aç. Bu tarihi fırsatı bana kaçırtma beni oyalama” diyor.

Obama, büyük bir ihtimalle bugün bu talebe ‘Sana bu imkanı tanırsam, Irak’ın bölünmesine kadar gidecek bir yolu açmış olurum’ diyerek karşı çıkacak. Bunu ya kapalı kapılar ardında söyleyecek ya da diplomatik bir dille Beyaz Saray açıklaması olarak ilan edecek. Bugün bekleyip göreceğiz.

ABD’nin ortada durma ihtimali hiç yok mu?

Geçtiğimiz haftalarda Kuzey Irak’ta petrol sahaları arasında 3 gün geçirmiştim. Türk şirketi Genel Energy burada oldukça güçlü. Chia Surkh sahasında daha çok yeni müthiş bir rezerv keşfi yaptılar. Taq Taq ve Tawke gibi sahalardan petrol çıkıyor ancak piyasalara arzında sıkıntı var. Bağdat yönetimi KGR’nin parasını ödemiyor. Günlük 200 bin varile kadar çıkacak petrol sevkiyatı bir oluyor, bir duruyor. Bağdat son bütçe görüşmelerinde Erbil’e yapacağı ödemeyi 4 milyar dolardan 600 milyon dolara düşürünce ipler bir kez daha gerilmişti.

Bu resim içinde Exxon, Bağdat yönetiminin hışmına uğrama pahasına Kürt Bölgesi’nde anlaşmalar yaptı. Türkiye ise Bağdat ile Erbil arasında daha önce yapılan anayasal düzenlemeye sadık kalınması halinde enerji ticaretinin pekala gelişebileceği savını ortaya koyuyor. Yani ülkenin bölünmesi gerekmiyor. Bağdat yönetimi anlaşmaya uysun yeterli.

ABD aynı fikirde değil. Maliki yönetimini kızdırmak istemediğini bir kaç kez ortaya koydu. Peki bugün Obama’nın farklı bir tavır sergilemesi sözkonusu olabilir mi?

Belki bir orta yol bulunabilir. Türkiye’nin tezinin Bağdat kızdırılmadan uygulanabilir olduğuna Obama ikna edilebilir. Aslında bu enerjinin gelirinin paylaşımı Bağdat için de son derece hayati. Maliki’ye bu anlatılabilir, bir orta yol bulunabilir.

Belki Obama, düşecek doğalgaz fiyatlarının Rusya’da yaratacağı ekonomik sıkıntıyı da hesaba katıp bu plana yeşil ışık yakabilir.

Ortadoğu gerçekten çok zor bir coğrafya. Enerji masasında kumar oynamak ve ütülmeden kalkmak da çok zor...

Yazının devamı...

King oynama otur düşün...

İstanbul’a yeni yapılacak havalimanı ihalesini Limak-Cengiz-Kolin-Mapa ve Kalyon’dan oluşan grup aldı, hayırlı uğurlu olsun. İhalede ortaya çıkan para çok muydu, az mıydı, normal miydi, konsorsiyum bu işin altından kalkar mı kalkamaz mı ömrü olan görecek.

Ancak Limak’ın patronu Nihat Özdemir’in TAV’ın ortaklarından Hamdi Akın için sarfettiği sözler hiç şık olmadı. Ben biliyorum ki Özdemir, derslerini çok iyi çalışarak o rakama çıktıklarını vurgulamak için bu örneği verdi ancak söz maksadını çok aşmış görünüyor.

Belki Nihat Bey’de de uzun yıllar Aziz Yıldırım ile omuz omuza kulüp yöneticiliği yaptığı için mikrofonlar kendisine uzatıldığında aklına estiği gibi konuşma refleksi gelişti bilmiyorum ancak bildiğim bir şey var ki Hamdi Akın bu sözleri hiç de hakeden bir işadamı değil.

Bundan bir kaç ay önceydi. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde bir panele katılmış geri dönüyordum. Ercan Havalimanı’nda salonda oturmuş uçağın kalkış saatini beklerken Hamdi Akın ile karşılaştık. Check-in işlemlerini yapmışım, güvenlikten geçmişim, salonda kapının açılmasını bekliyorum. Bir yandan da telefonumdan, üniversite yıllarından bu yana çok sevdiğim iskambil oyunu King yüklü, onu oynuyorum.

Yanıma oturdu ve ‘Ne yapıyorsun?’ diye sordu.

King oynadığımı anlayınca da, “Vaktini böyle boşa geçirmeyi bırakmalısın” diye bana takıldı.

“Allah aşkına uçağın kalkmasına yarım saat var. Şu salonda ne yaparsam vaktimi boşa geçirmemiş olurum. Vakit öldürüyorum işte” diyecek oldum.

“Bir şey yapmana gerek yok. Otur ve düşün mesela. Yapacaklarını planla. Yeni projeler geliştir” dedi.

O an oturup düşünmedim ama uçakta ve daha sonrasında Akın’ın bu sözlerinin üzerine çok düşündüm.

Mesela o salonda yan yana otururken Hamdi Akın durdu durdu ve “Bu havaalanını yapanlar ne kadar da saçmalamış” dedi.

Kıbrıs’a gidenler Ercan Havalimanı’nı bilir. Free shop kısmı ikinci kattadır. Oradan uçağa geçemezsiniz. Yani sırf free shop’a uğramak için üst kata çıkmanız lazım. Oysa havaalanı işletmecileri günümüzde free shop’ları nasıl olur da yolcuların tam gözüne sokarız daha çok harcamalarını sağlarız derken...

Bir işadamı ve havalimanı işletmecisi olarak Hamdi Akın’ın bakışındaki farklılığı bir gün mutlaka yazmalıyım demiştim. Özdemir’in sözlerinin üzerine bunları yazmak biraz tuhaf oldu belki ama Hamdi Akın böyle bir adam.

TAV olarak Atatürk Havalimanı ihalesine girip kazandı. Hatta yeni Türk yatırımcılara cesaret verdi. Araç muayene işine girdi, büyütüp sattı. Özel girişim sermayesi şirketlerine taş çıkaran al satlara imza attı. Bunlardan da örnek vererek Hamdi Akın reklamı yapabilirdim ancak free shop’a bakışı bana daha samimi ve sıcak geldi. Ayrıca şantiyeye gittiğinizde hep aynı şeyi görürsünüz, Londra gibi bir yere gidince ise farklı bakış açıları yakalayabilirsiniz...

Yazının devamı...

132 desibel mi para basan bir İnönü Stadı mı?

Babam Fenerli, Beşiktaşlı olan iki dayım ise çok uzaktaydı. 1980 öncesi ortalık karışıktı. Ailem tek başıma maça gitmeme izin vermiyordu. Elimden tutup beni İnönü Stadı’na götürecek ve sonra beni bir İnönü Stadı bağımlısı yapacak kişiyi ancak Beşiktaş Atatürk Lisesi’nde okumaya başladıktan sonra bulabildim.

Yıl 1979’du ve orta 1. sınıftayken aynı okulda lise 2’de okuyan uzaktan akrabam sevgili Haluk abimin kışkırtması ile bir Eskişehir maçıyla stada adımımı attım. O gün bu gündür eğer İstanbul dışında değilsem her maça da gittim. Hatta kardeşimin evlendiği gün bir Trabzon maçı vardı, önce maça sonra düğünün yapıldığı salona gitme terbiyesizliğini bile yapabildim. 34 yıl olmuş. Söylemesi ayıp, Kapalı Tribün tarafında bir locamız var son 6 sezondur. Ancak gençlik yıllarımda bir Kapalı Tribün çocuğu olarak şimdiki Swissotel’in hemen altındaki korulukta sabahlayıp gişeler açılır açılmaz koşturduğumuz, birbirimizi ezdiğimiz ve pek çok kere de polisten cop yediğimiz günleri unutmadım.

KAPALI BİZDE!

Yerler numaralı değildi. Ev sahibi-deplasman takım ayrımı yoktu. Sabah erken gelen tribünü alırdı. Ne Fener’e ne G.Saray’a kapalının göbeğini kaptırdığımızı hatırlamıyorum. G.Saray’ın ve F.Bahçe’nin statlarında da maç seyrettim. Ancak İnönü Stadı‘ndaki lezzet yok hiç birinde.

Adaletini sevdim

İnönü Stadı’nın lezzeti bazen çok kızsam da Çarşı Grubu’nun ve Beşiktaş seyircisidir. O yüzden mevcut stadın yıkılmasına üzülsem de o ruhun asla kaybolmayacağını bilmek beni rahatlatıyor. Beşiktaş seyircisinin tezahüratlara yansıyan yaratıcılığından daha çok ben adaletini sevdim.

Tartışmalı pozisyonlardan sonra asla Saracoğlu ya da Türk Telekom Arena’daki gibi yekten bir itiraz bir uğultuya tanık olmazsınız. Kafalar önce yukarıya localara çevrilir. Localarda televizyondan pozisyonun ağır çekimini izleme şansı var. Oradakilerin ofsayt ya da değil, penaltı ya da değil gibi yorumundan sonra hakemle uğraşmaya başlarlar. Ancak sevmediğim tarafları da var taraftarın. Avanta bilete, korsan ürüne itiraz etmez gönül rahatlığı ile alır Beşiktaş taraftarı.

Neyle neyi satın alacağız!

Yeni İnönü’de beleş bilet, bedavacı kapısı gibi kavramların ortadan kalkması, koltuk gelirinin artması gerekiyor. Cem Yılmaz bir oyununda David Copperfield’ın sahnede uçma gösterisine atıfta bulunarak bir izleyicinin ‘Kesin ip var’ dediğini hatırlatıyor ve ekliyordu: “Ulan adam neyle neyi satın almak istiyor. Zaten adam gerçekten uçsa peygamberliğini ilan eder.”

Beşiktaş seyircisinin de artık sürekli şampiyonluğa oynayan, Avrupa’da söz sahibi iyi bir takım izleyebilmek için her bir koltuğunun para ettiği, beleş kimsenin giremediği bir stada ihtiyaç olduğunu kavraması gerek. Ne vererek ne satın aldığımızı, karşılığında ne talep ettiğimizi anlamalıyız. Yeni statta cevaplanması gereken en önemli soru şu olacak:

132 desibel mi, kulübün kasasına stadyumdan 132 milyon lira mı?

FEDA tişörtünün bile işportada satılan çakmasını alabilen Beşiktaş seyircisinin yeni stat bitene kadar bu soruya yanıt bulması gerek.

Yazının devamı...

Kapımızı aşındırmayın A-101 artık satılık değil

Ülker önce Şok sonra da Dia ucuzluk marketlerini alınca birileri A-101’i de Ülker’e yakıştırdı. A-101 Genel Müdürü Erhan Bostan, “Bir süre önce yabancı ortak istiyorduk. Ancak o defteri kapattık. Kimse kapımızı aşındırmasın. Ortaklar bu saatten sonra hisse satmaz” dedi.

Perakende dünyasında çok hızlı gelişmeler oluyor. Ülker önce Şok’u sonra Dia’yı satın aldı. Sabancı Grubu Carrefour’u ikna edip CarrefourSa’da dümene geçecek ve yönetimde söz sahibi olacak hisse çoğunluğuna ulaştı. Haluk Dinçer, “Migros dahil satın alma fırsatlarına bakıyoruz” dedi.

Geçmişte de perakende sektörü hareketliydi belli ki bundan sonra da en çok el değiştirmeleri bu alanda göreceğiz. Bu toz duman arasında BİM’den sonra şu an hard discount yani en ucuz marketler kulvarında ikinci sıraya yükselen A-101’in de hayali satışı gerçekleştirildi. Dedikoduya göre Ülker, A-101’i de satın almak üzere görüşmelere başlamıştı.

Böylesi bir ortamda A-101’in Genel Müdürü Erhan Bostan ile konuşmak anlamlı olacaktı. Trafikte sıkışıp randevumuza 1 saate yakın gecikmeli gelebilsem de A-101’in Genel Müdürü Erhan Bostan, son derece nazik bir şekilde beni karşıladı.

“Son görüşmemizden bu yana 22 ay geçmiş. O tarihte ortaya koyduğum hedeflerin tamamını gerçekleştirmenin hatta önüne bile geçmenin rahatlığını yaşıyorum. Yalancı çıkmadık” diye söze girdi.

“Siz bir ara satışa niyetliydiniz. Goldman Sachs’a yetki de verilmişti. Talip yabancı fondu. Aradan geçen sürede hakikaten Ülker’le de bir satış süreci yaşadınız mı, böyle bir temas oldu mu” diye sordum.

-Biz satış süreci defterini kapattık. Bir süre öncesine kadar büyümeyi finanse edebilmek için yabancı bir ortak istiyorduk. Ancak son 12 aydır artık bu şirket tüm yeni mağaza açılışlarını kendi imkanları ile yapıyor. Şöyle bir örnek vereyim. Bu yılın başında hissedarlarla toplandık. ‘2013’de 1.800 olan mağaza sayısını 2.450’ye çıkarmayı planlıyoruz’ dedim. Bana doğal olarak ‘ne istiyorsun ne kadar sermaye koymamız lazım’ diye sordular. Sizden birşey istemiyorum cevabı verdim ‘Aç o zaman’ dediler en kısa toplantımızı yaptık. Her yıl 500’ün üzerinde yeni mağaza açan A-101 artık kendi büyümesini hissedarlardan ek kaynak talep etmeden finanse edecek güce erişti. O yüzden artık bir süreçte değiliz. Daha dün bile yabancı bir fon ‘Satar mısınız’ diye bize geldi. ‘Gereksiz vakit kaybı olur’ diyerek geri çevirdik.

20 bin yeni market

Erhan Bostan’a, Türkiye’de bir dönem bankacılık sektöründe yaşanan hızlı al-satların şimdi perakende sektöründe yaşandığını ve bunun nedenini soruyorum. Neden bu sektör, özellikle de ucuz market alanı bu kadar revaçta?

-Marketler o kadar hızlı büyümesine rağmen organize perakendenin payı hala yüzde 47-48’lerde. Bunun doğrusunun en az yüzde 70 olmasıdır. Yani organize perakendenin şiddetli büyümeye rağmen hala gideceği çok yol var. Bizim hesabımıza göre en az 20 bin daha yeni market açılabilir. Biz şu an 2 binleri geçtik. Bu potansiyel 20 bin marketin en az 3-4 binini biz açabiliriz.

Çok kâr etmek ayıp

Erhan Bostan, büyük süpermarket ve hipermarketlere karşı 200 metrekare civarında alanlara açılan ucuzluk marketlerinin daha avantajlı olduğunu da belirtiyor:

-Biz en uç noktalara kadar gidebiliyoruz. Onlar daha büyük alanlara ihtiyaç duydukları için belirli noktalarda duruyorlar. Halkın ayağına uygun fiyatla ve organize bir şekilde gidebilmek bizim konseptimizi cazip kıldı. Hızlı bir gelişme oldu. Şirket değerleri inanılmaz yerlere geldi. Bugün bakın BİM’in piyasa değerine. Migros’tan da CarrefourSa’dan da Tesco’dan da çok daha fazla. Biz de şirket değeri olarak değil ama operasyonel karlılık ve verimlilikte BİM’in rakamlarını yakaladık. Bu işte brüt yüzde 15 kâr iyidir. Zaten çok kâr etmek ayıptır. Bu oranlar bizim kendimize layık gördüğümüz oranlardır. Nette ise yüzde 3-5’leri belki 6’ları ancak konuşabilirsiniz.

Satış neden olmadı?

Erhan Bostan’ın bir süre öncesine kadar yürüttükleri ancak artık rafa kaldırdıkları yabancıya satışta bir sonucun olmayışına verdiği yanıt da bir hayli ilginç:

- A-101 o kadar hızlı büyüyor ki. Biz yabancıyla masaya oturuyoruz. Görüşmeleri belli bir noktaya getirmek nereden baksanız 6 ay. Konuştuğumuz rakam, 6 ay sonra geçerliliğini kaybediyor. Çünkü şirket başka bir yere gidiyor. Dolayısıyla o ortamda anlaşabilmek mümkün olmadı.

Bank Asya bile muhtemelen satış için son ana kadar bekler

Erhan Bostan, BDDK kuralları gereği A-101’de yüzde 22 paya sahip Bank Asya’nın payını satması gerektiğini ancak onların da çıkış için son dakikaya kadar bekleyeceklerini düşünüyor:

“Sanıyorum 2016 ya da 2017 başında BDDK’nın verdiği süre dolacak. Tahmin ediyorum son ana kadar bekleyeceklerdir. Çünkü onlar da şirketin değerinin sürekli arttığını görüyorlar. Ancak neticede onlara bir exit plan sunmamız gerekecek. Bu blok satış da olabilir, halka arz da olabilir.”

22 ay önceki görüşmemizde ana hissedar Aydın Ailesi’nin payı yüzde 52 görünüyordu. English Home, Memorial Hastanesi, Aydın Örme gibi faaliyetleri de olan Aile hiç temettü dağıtılmamasına rağmen A-101’in piyasa değerinin geldiği noktadan memnun olsa gerek. Zira aradan geçen sürede yüzde 3’e yakın daha hisse toplayıp paylarını yüzde 55’e çıkarmışlar.



Tunceli ve Hakkari ile 81 il A-101’li oluyor

Şu an 2080 A101 mağazası olduğunu belirten Erhan Bostan, önümüzdeki günlerde önce Tunceli ardından da Hakkari mağazalarını açacaklarını böylece 81 ilde de olan tek market haline geleceklerini söyledi. Bostan, “Yılsonunda 2 bin 450 mağaza hedefinin altında kalmaz muhtemelen üzerine çıkmış oluruz. Geçen yılı 1.800 mağaza ile kapatmıştık. 2 milyar 100 milyon TL’lik 2012 ciromuz da bu yıl 3.2 milyar TL’nin üzerine çıkar” dedi. Bostan, Dia ve Şok’lara göre bir miktar daha fiyat avantajları olduğunu, bunun nedenini de daha az çeşide odaklanmalarına bağlıyor.

Bostan, “Mağazada 600—700 çeşit ürün bulundurmakla binin üzerinde çeşit bulundurmak bir tercihtir ancak maliyetleri değiştirir. Çeşidi artırmak mağazadaki eleman sayısını artırmak demektir. 2 yerine 3 hatta 4 personel demektir. Bu da ekstra maliyet demektir. O yüzden biz ve BİM bu konuda daha avantajlı görünüyoruz” diye konuştu.

Yazının devamı...

153 milyon nere 7.5 milyar nere

Halkbank’ın 2002 yılında esnafa sağladığı kredi miktarı 153 milyon liraydı. Şimdi 7.5 milyar liraya yükseldi. 153 milyon nere 7,5 milyar lira nere? Kullandırılan kredinin üst limitini de bin liradan 125 bin liraya çıkardık. 5 bin lira nere, 125 bin lira nere?”...

Bu sözler dün grup toplantısında konuşan Başbakan Erdoğan’a ait. Rakamları dilediğiniz gibi konuşturup istediğiniz etkiyi sağlayabilirsiniz.

Ancak ardındaki gerçekler farklı olabilir.

Huyum kurusun...

Başbakan’ı dinledikten sonra merak ettim ve 2002 yılı Halkbank bilançosunu arayıp buldum. Bakalım Halkbank bu övgüyü gerçekten haketmiş mi diye...

Halkbank o yıl, yani 2002’de 984 milyon lirası Türk Lirası, 222 milyon lirası da yabancı para cinsinden olmak üzere 1 milyar 206 milyon liralık kredi kullandırmış. Başbakan’ın dediği gibi bunun 153 milyon lirası esnafa plase edilmiş. Yani esnafa kullandırılan kredinin toplam kredilere oranı yüzde 12.68.

2012 yılında esnafa kullandırılan kredi miktarı 7.5 milyar TL ise Halkbank’ın kredi büyüklüğüne göre oran artmamış tam tersine azalmış görünüyor.

Zira Halkbank’ın 2012’nin 9 aylık döneminde krediler toplamı 63 milyar TL. Yani o ‘Nereden nereye’ denen 7.5 milyarlık kredi diliminin toplama oranı yüzde 11.90’a gerilemiş. 1 puana yakın düşüş var.

Bunun anlamı şu: Halkbank esnafı fonlamayı azaltmış bazı sektörlerde büyük proje kredilerine yüklenmiş.

Yine bilançoya bakarak ve Halkbank’ın “Kredilerin büyüklüğe göre dağılımı” izahatını dikkate alarak yazıyorum.

Halkbank’ta 1 milyon TL ve üzeri büyük kredilerin oranı yüzde 43’lerden 46’lara kadar yükselmiş. 50 bin liranın altında limitlerle kullandırılan kredilerin toplam kredilere oranı ise yüzde 33’lerden yüzde 28’lere gerilemiş.

Dediğim gibi rakamları dilediğiniz gibi konuşturursunuz. Ancak oran konuşturduğunuzda durum farklı çıkabiliyor.

Mesela asgari ücreti ele alırsınız. ‘150 liraydı, 773 liraya çıkardık’ dersiniz. ‘Nerdeeen nereye’ diye de eklersiniz. Ancak 2002’de asgari ücretle 298 litre mazot alınabilirken, bugünkü asgari ücretle 8 litre daha az yani 290 litre mazot alınabildiğini de söylemek gerekmez mi?

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.