Şampiy10
Magazin
Gündem

Tamamen büyüme üzerine alınmış büyük risk ancak bu hesap tutar

Yeni havalimanı ihalesinde ortaya çıkan rakam herkesi korkuttu. Zira bunun matematiksel bir izahı olup olmadığı ödenip ödenemeyeceği tartışılıyor. Projeksiyonlar belki ilk 5-6 yıl cepten yeneceğini gösteriyor ancak sonrasında havalimanı para kazanmaya başlıyor. Tabii tek şart var: Türkiye büyümesini kesintiye uğramadan sürdürebilirse...

Atatürk Havalimanı’nı ıskartaya çıkaracak yeni havalimanı için yapılan ihalede ortaya sürpriz sayılabilecek bir rakam çıktı. Ben ne yazık ki Fenerbahçe’nin Benfica maçını izlemek üzere Lizbon’a gittiğim için ihalede yaşanan kapışmayı bire bir takip edemedim. İhale bittikten sonra ise telefonum susmadı. İhale sürecini yakından takip ettiğim için, “Bu rakam gerçekçi mi, ödenebilir bir rakam mı?” türünden pek çok soru aldım.

En sonda söylemem gereken düşüncemi ilk başta söyleyip, sonra da nedenlerini açayım.

Eğer ihalede kapışan firmalardan biri kapıyı 20 milyar eurodan açıyorsa, bir diğeri kapalı zarfta 9 milyar euro olarak attığı ilk teklifi açık artırma turlarında 22 milyar euroya kadar çıkarabiliyorsa, kazananla kaybedenler arasında toplamda 150 milyon euro kadar bile fark yoksa, bir de üstüne üstlük kapışma 97 tur sürüyorsa, bu işte çok da büyük matematik yanlışı yok demektir.

Yeküne değil yıllığa bakın

Şimdi gelelim işin matematiksel mantığına...

Gelir gider dengesini iyi analiz etmek lazım. İhalede ortaya çıkan 22.1 milyar euroluk kira bedeline bilindiği üzere bir de KDV eklenecek. Dolayısıyla 25 yıllık kira maliyeti 26.1 milyar euro gibi görünüyor. Ancak bir takım mahsuplaşmalarla KDV yekünü yarı yarıya azalacak. Dolayısıyla kira maliyetini 25 yılın genelinde 24 milyar euro gibi düşünebiliriz. Bu demektir ki ihaleyi kazanan konsorsiyumun cebinden her yıl kiralama bedeli olarak 960 milyon euro çıkacak.

İnşaatın 10.2 milyar euroya malolması öngörülüyor. Tamamı inşaatçı olan konsorsiyumun ben bu işi daha düşük bir maliyetle ve daha hızlı bir şekilde yapacaklarına inanıyorum.

Ancak biz yine de hesabı açıklanan 10.2 milyar euro üzerinden yapalım. Finansman giderini de eklersek 11.3 milyar euroya yakın bir inşaat maliyetinden sözedebiliriz. Unutmayalım ki bu havaalanı adım adım, etap etap büyüyerek tamamlanacak bir proje. Yani inşaat için gerekli finansmanın tamamını bir defada bulmanız gerekmiyor. 30 yıla hatta daha uzun vadeye yayılmış bir proje kredisinden söz edebiliriz. İnşaatın yıllık 375 milyon euro gibi bir yükü bulunuyor.

İşletme giderine dikkat

Hürriyet Gazetesi’nden sevgili arkadaşım Sefer Levent dün sıcağı sıcağına bir analiz yapmış. Ancak o analizde çok önemli bir gider kalemini atlamış. 120 bin kişinin çalışacağı dev bir kompleksin çok ağır da bir işletme gideri olacak, onu hesaba katmayı unutmuş.

Atatürk Havalimanı’nın yıllık işletme giderlerinin ne kadar olduğunu biliyorum. Yılda 45 milyon yolcuya hizmet veren Atatürk Havalimanı’nda sadece TAV’ın işletme giderleri 150 milyon euro’yu buluyor. Buna bir de DHMİ’nin giderleri katılınca yıllık 180 milyon euro gibi bir gider çıkıyor karşımıza.

Yeni havalimanı çok daha büyük olacak. İlk açıldığında belki yıllık 90 milyon yolcuya hizmet verecek. Dolayısıyla bu havalimanının işletme giderlerini her yıl için 300 milyon euro gibi düşünmekte fayda var.

Yani Çılgın Türkler’in her yıl denklemeleri gereken para 1 milyar 635 milyon euro’yu bulacak. Bunu düşürmenin yolu da pek yok Dediğim gibi belki inşaattan bir avantaj yaratabilirler kendilerine ancak o avantaj da yüzde 10’u yani yıllık bazda 30-35 milyon euro’yu geçmez.

90 milyon yolcuyla açılır

Böyle bir havalimanı yapıp 25 yıl kira ödeyerek işletmenin maliyetini 3 aşağı 5 yukarı çıkardık. Şimdi gelelim gelir kısmına. Bu adamlar ne yapacak da yıllık 1 milyar 635 milyon euro’yu bulan gideri karşılayabilecek?

Öncelikli hesap tabii ki yolcu üzerinden...

İstanbul Atatürk Havalimanı’nın son yıllardaki büyüme hızına bakacak olursak yüzde 14-15’lik ortalama büyümeler var. Son rakamlar 30 milyonu dış hat, 15 milyonu iç hat olmak üzere 45 milyon yolcuyu gösteriyor. Bu sayının her yıl düzenli olarak yüzde 15 büyüdüğünü varsayarsak inşaatın bitip de yeni havalimanının açılacağı 2019 başına kadar havayolu trafiğinin 90 milyonu bulacağını söylemek zor değil. Ancak başlıkta da belirttiğim gibi burada temel soru her yıl yüzde 14-15’lik büyümenin sürdürülebilir olup olmadığıdır.

THY yönetimi çok doğru bir strateji uygulayarak İstanbul’u Afrika başta olmak üzere bazı bölgelerin hab’ı yani aktarma noktası haline getirdi. İstanbul coğrafi konumu itibarıyla Amerika-Avrupa hattı ile Yakın Asya ve Afrika arasında aktarma noktası olmaya inanılmaz müsait bir nokta.

Çok rahatlıkla Frankfurt’u sollayıp geçer. Zaten Frankfurt Havalimanı’nı işleten Fraport’un konsorsiyum ortağı IC ile ilk anda 20 milyar euroluk teklif atması bu öngörünün sonucu olsa gerek. Belki 2019’da değil ancak 2023’de bu havalimanı tam kapasiteye yani 150 milyon yıl/yolcu kapasitesine ulaşacak potansiyele sahip görünüyor.

İhale şartnamesinde hangi yolcudan ne kadar ücret alınacağı belli. Şartnamede 12 yıllık yolcu garantisi olarak 6.3 milyar euro veriliyor. Bu finansmanı sağlayacak bankalar için önemli bir garanti.

Ancak asıl bakmamız gereken ücretler. Şartnameye göre dış hat giden yolcudan 20 euro, transit yolcudan 5 euro ve iç hat giden yolcudan 3 euro kazanacak ihaleyi alan konsorsiyum.

150 milyon yolcu trafiğine ulaşıldığında sadece ayak bastı parasından yıllık gelir 1.4 milyar euro’yu bulacak gibi görünüyor. İlk yıl 90 milyon yolcu üzerinden gidersek kazanılacak para 840 milyon euroda kalıyor. Ancak her yıl üzerine koyarak büyüyor.



Ortaklar kafa kafaya verip işin içinden çıkacak

Gider tarafı

- İhale bedeli: 22 milyar 152 milyon euro

- KDV’si: 3.987 milyar euro

- 25 yıllık kira bedeli: 26 milyar 139 milyon euro

- Kira bedelinin yıllık maliyeti: 960 milyon euro*

- İnşaat maliyeti: 10.2 milyar euro

- Finansman dahil inşaatın 25 yıla yayılmış yıllık maliyeti: 375 milyon euro

- Havalimanının ortalama yıllık işletme gideri: 300 milyon euro

- Çılgın Türkler’in her yıl denklemesi gereken para: 1.635 milyar euro


GELİR TARAFI

- Yurtdışına giden yolcu başına: 20 euro

- Transit yolcu başına: 5 euro

- İç hat giden yolcu başına: 3 euro

- Otopark gelirleri

- Duty Free gelirleri

- Mağaza gelirleri

- Otel gelirleri

- Kule hariç, DHMİ gelirleri

- Çılgın Türkler’in kazanacağı para: Sürpriz


Sürpriz gelir DHMİ’nin payı

Duty free, diğer kiralanabilir alanlar (Lounge, cafe vs), otel gibi bölümler elbette ekstra gelir yaratacak. Ancak yolcu başına alınacak ücretten sonra bu havalimanında asıl kilit gelir kalemi DHMİ’nin gelirleri olacak. Burası çok önemli olduğu için ayrı bir kutuda değerlendirmeyi düşündüm. Şartnameye göre şu an Atatürk Havalimanı’nda DHMİ’ye ait pek çok gelir kalemine yeni havalimanında Çılgın Türkler sahip olacak.

Şu vereceğim rakamlar işin matematiğini kurmak için önemlidir ve her yerde bulamazsınız.

DHMİ şu an Atatürk Havalimanı’ndan yıllık 800 milyon TL para kazanıyor. Bunun 220 milyon TL’sini TAV’dan aldığı kira oluşturuyor. 200 milyon lira ise Türkiye‘de herhangi bir havalimanına inmeyen ancak Türk hava sahasını kullanan uçaklardan geliyor. DHMİ’nin diğer gelir kalemleri içinde ise seyrüsefer gelirleri var. Uçaklar indiğinde kalktığında ve park ettiğinde DHMİ bir ücret alıyor. Uçağa yakıt veren şirketlerden, yer hizmeti veren şirketlerden de terminal hariç havalimanının sahibi olarak yine belirli ücretler alıyor.

Yeni havalimanında DHMİ sadece kuleyi vermeyecek. Kule kontrol DHMİ’de kalacağı için hava sahasını kullanan uçaklardan alınan 200 milyon lira gibi bir gelir kalemi yine DHMİ’nin kasasına gidecek.

220 milyon liralık TAV kira gelirini de düşünce şu an DHMİ’nin kasasına giren yıllık 380 milyon lira gibi bir gelir de Çılgın Türkler’in olacak.

İlk yıllar cepten yerler

Bugünkü kurla 161 milyon euroluk ekstra bir gelir. İnen kalkan uçak sayısının 2019’da artacağını öngörüyoruz. Dolayısıyla bu gelir de 2019’da en az 250 milyon euroya gelecek ve yine yıllar içinde artacak gibi duruyor.

Şimdi bir toplama yapalım. İlk yıl 840 milyon euro gibi bir yolcu başına ücret gelirinden söz ettik. 250 milyon euroluk da DHMİ’nin terkettiği bir gelir var. İkisi 1.1 milyar euro yapıyor. Otopark, duty free ve diğer ekstra gelirlerle ilk yıl 1.3 milyar euroluk bir geliri öngörüyoruz demektir.

İhaleyi alanların bulması gereken para ne kadardı? Her yıl için ortalama 1 milyar 635 milyon euro.

Bu demektir ki ilk yıl 350 milyon euro içerdeler.

Bir yıl sonra yani 2020’de zarar 300 milyon euro’ya iner.

6-7 yıl içinde de giderek azalarak başabaş noktasına gelir. Sonra yıllık gider olan 1 milyar 635 milyon euronun üzerinde para kazanılmaya başlanır.

150 milyon yolcu kapasitesine ulaşıldığında yıllık gelir 1.4 milyar euro’su yolcudan olmak üzere 2 milyar euro’lara yaklaşabilir. Bu demektir ki bu işten 25 yılın sonunda, işler hesaplandığı gibi giderse, büyümeler öngörüldüğü gibi gerçekleşirse en az 6-7 milyar euro gibi bir para kazanmak mümkün. Kazanılan parayı 25 yıla yayarsanız yıllık 250 milyon euro gibi bir rakama ulaşırsınız ki bu devirde güzel paradır.

Heathrow gerçeği

Fiyat analizi yaparken, dünyadaki diğer örnekleri incelemek, karşılaştırma yapmak faydalıdır. Ancak gördüm ki bu havaalanı işinde tam olarak elma ile elmayı karşılaştıracak bir örnek yok. En yakın örnek olarak Londra Heathrow Havalimanı’nın satışı görünüyor. 12 milyar paunda satılmıştı. 70 milyon yolcu kapasiteli Heathrow’un yanısıra Aberdeen, Southhampton, Glasgow ve Gatwick havalimanları da bu fiyata dahildi. Öyle bakınca İstanbul’a yapılacak yeni havalimanı, açık ara en pahalı havaalanı olarak değerlendirilebilir.

Heathrow’u alanların 31 Mart 2013 tarihli bilançosuna bakıyorum. 520 milyon paund gelir, 244 milyon paund gider var. Yolcu başına net gelir 6.33 paund olmuş. Fena bir rakam değil. Ancak dediğim gibi elma ile elma değil. Heathrow Havalimanı, Amerika kıtasına gidecek özellikle geniş gövdeli uçaklardan inanılmaz yüksek gelirler elde ediyor. Türkiye’de bu rakamlara ulaşmak mümkün değil. Atatürk Havalimanı’nı işleten TAV’ın tüm giderler vergiler şunlar bunlar düştükten sonra yolcu başına net geliri 3 euro’lar civarındaydı. Bakalım Çılgın Türkler yeni havalimanında yolcu başına nasıl bir gelir elde edebilecek?

Erdoğan: Hemen imzaları atacağız

Başbakan Erdoğan, Kızılcahamam’da düzenlenen AK Parti 20. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı’nın açılışında konuştu ve önceki gün ihalesi yapılan havalimanı ihalesine de değindi. Daha önce köprü ve otoyol ihalesinin ucuza gittiği gerekçesiyle ertelenmesini isteyen Erdoğan, havalimanı ihalesinde ortaya çıkan rakamdan ise mutlu olduğunu ortaya koydu. Erdoğan şöyle konuştu:

“Buranın maliyeti, müteahhit daha düşük maliyet ortaya koyabilir, gayretlerine bağlı ama tespitler şunu gösteriyor, yaklaşık 10 milyar euro tutarındaki bu büyük yatırımın ihalesi gerçekleşti ve şu anda süreç başladı. Artık hemen toplanacağız ve bu ihaleyle ilgili kararımızı vereceğiz, imzalar atılacak. İnşallah müteahhit firmalar da makinelerini, her şeylerini almak suretiyle burada yoğun çalışmaya girecek. Ne kadar erken zamanda bu havalimanı biterse bu da onların o kadar karınadır. Projenin yatırım tutarında 25 yılda, bize ödeyecekleri kira, 22 milyar 152 milyon euro. Ortalama yaklaşık yılda 900 milyon euro ödeyecekler, kira olarak. Burada artı bir de KDV’si var. KDV’yi bunun üzerine koyduğunuz zaman yaklaşık 28 milyar dolara ulaşıyor.”

Erdoğan, “100. yıla farklı ulaşmanın adımlarını atıyoruz. Bütün bunlar düşük enflasyon oranı, en düşük gösterge faiz oranı, en yüksek borsa seviyesi, en yüksek rezerv miktarı ve 2 dev yatırımın ihalesi ve anlaşması, sadece ve sadece tek bir gün içinde gerçekleşti. Geriye dönük 12 aylık ihracatımız yeni bir rekorla Nisan’da 153,5 milyar dolara ulaştı” dedi.

Yazının devamı...

F35, Boeing ve Airbus için üretiyor milli uçağa ‘Neden olmasın’ diyor

Kale Grubu Başkan Yardımcısı Osman Okyay ile buluştuk. Seramikteki liderliği ile tanınan grubun henüz çok yeni bir iş kolu olan havacılık alanındaki gelişmelerine dikkat çekerek söze girdi:

“Bugüne kadar gerçekleşmiş en önemli savunma projesi olan 9 ülkeli F35 taarruz uçağı projesinin en önemli ortaklarından biriyiz. Bugüne dek 350 değişik parça numarasının üretime geçirilmesi işlemi tamamlandı. Uçan AA-1 numaralı ilk örnek uçağın üzerinde parçaları olan tek Türk firması Kale Havacılık’tır. Kale Havacılık, Boeing, Lockheed Martin, PFW-Airbus, Northrop Grumman ve Pratt&Whitney gibi dünyanın en büyük havacılık şirketlerine, birinci seviye, kritik gövde ve kanat parçaları ile montaj grupları üretiyor. Bugün dünyanın büyük uçak firmalarının birinci seviye tedarikçisiyiz. Bunlar içinde Boeing, Airbus olmakla beraber savaş uçakları konusunda dünyanın en büyük savunma sanayi şirketi Lockheed Martin’in birinci seviye tedarikçisi konumundayız.”

Osman Okyay, ardından yeni projelere değindi: “Kale Havacılık sektöründe yüzde 100 Türk sermayeli bir şirket olarak Turbo Jet Motor Geliştirme Projesi’ni üstlenmiş durumda. Türkiye’nin ilk defa kendi tasarladığı, kendi geliştirdiği jet motoru, bu proje sonunda ortaya çıkmış olacak. Çok kapsamlı bir proje olan jet motoru; mekanik sektörünün ulaşabileceği en zor, en hassas imalat seviyesi. Malzeme araştırması bile çok zorlu. Çünkü çok yüksek sıcaklıklara, 30-40 bin gibi çok yüksek devirlere dayanabilen bir malzeme grubundan bahsediyoruz. Ayrıca tasarım, ölçü, ağırlık, dış boyutlar gibi itici gücü olarak bakıldığında çok ciddi optimizasyon gerektiren bir konu. Kale Havacılık olarak, alanında uzman master’lı, doktoralı mühendis arkadaşlarımızdan oluşan 50 kişinin çalıştığı Ar-Ge merkezimizde, Türkiye’nin geleceğine yatırım için faaliyet gösteriyoruz. Kale Baykar şirketimiz TSK envanterine girmiş insansız hava aracının değişit tip ve boyutlarının üretimini yapıyor.”

İzmir’de fabrika kuruyor

Osman Okyay en heyecan verici projeye ise şöyle dikkat çekti:

“Savunma ve havacılık sanayinde; dünyanın en büyük uçak motor üreticilerinden olan Pratt&Whitney ile Kale Pratt&Whitney şirketini kurduk. Bu birlikteliğin ilk adımı olarak İzmir’de ortak fabrika kurulumuna başladık. Ege Serbest Bölgesinde yaklaşık 100 bin metrekare bir açık alan üzerinde inşaatı devam eden bu fabrikanın 2014 başında tamamlanmasını hedefliyoruz. Uçak motor parçaları yapacağız.”

Yerli uçak hayali var mı?

ÜRETİMDEKİ tüm bu aşamalar acaba Kale Havacılık’ı yerli uçak yapmaya götürür mü? Türkiye yerli otomobil konusunu tartışırken acaba bir uçak üretimini de gündemine alabilir mi?

Kale Grubu Başkan Yardımcısı Osman Okyay, “Bu sektörde en büyük hayal sonuçta kendi uçağınızı yapmaktır. Kabiliyetinizi geliştirdikten sonra neden olmasın” diyor ancak işin güçlüğüne de şöyle dikkat çekiyor: “Belki önce ne yapacağımıza karar vermemiz lazım. Ticari uçak mı, küçük iş jeti mi, savaş uçağı mı. Bunlar stratejik olarak önemli konular. Biz de henüz yolun çok başındayız. Mesela havacılık devi Boeing’in 23 bin alt yapımcısı var. Biz bu 23 binden sadece biriyiz.”

Ticaret insanı, sanayi toplumu zengin eder

Osman Okyay, kayınpederi İbrahim Bodur’un “Ticaret insanları sanayi ise toplumları zenginleştirir” sözünü hatırlatıyor. Hakikaten çok doğru bir tespit. Bu vizyonerlikle savunma sanayiine girdiklerini belirtiyor ve devam ediyor: “Şu an ciromuz 100 milyon TL seviyesinde. 2017’ye kadar 4 katına ulaştırmayı hedefliyoruz. Bu öyle bir sektördür ki 7-8 sene hiç birşey kazanmaz hep yatırım yaparsınız. Bu yüzden pek çok büyük grup bu alandan uzak durur. Lockheed Martin’le ilk çalıştığımız yıl ciromuz sadece 50 bin dolardı. Bu alımı yapmak için bile 8 kişilik ekip geldi aylarca bizi denetlediler. Şimdi 16-27 milyon dolarlara çıktık. Çok muhafazakar bir sektördür. Şu an grubumuzun cirosu 1 milyar dolar seviyesinde. Havacılık ve savunma alanının payını giderek artıracağız.”

İnternet, cep telefonu hep savunma sanayiinden çıktı, sivile uyarlandı

Kale Grubu savunma alanında sadece uçak parçaları üreticisi değil. Hafif silahlar konusunda da üretim kabiliyeti çok gelişmiş. Örneğin G3 piyade tüfeğinin yerini alacak Mehmetçik adlı yeni piyade tüfeğini ve makinalı tüfeği tasarlıyor. İlk prototipler çıktı ve testleri başarıyla geçti. Roket ve füze rampaları tasarım ve üretimini de yıllardır yapıyor. Osman Okyay savunma sanayiinin bir toplum için önemine de değindi: “Burada çok kaliteli mühendisler görev yapar. Başka alanlardan devşirilmezler. Mesela bizim 1 milyon adam saatlik mühendislik çalışmamız var. Ancak unutmamak lazım ki savunma sanayi lokomotif sektördür. Pek çok teknolojik gelişme önce bu alanda başlar sonra sivile uygulanır. İnternet, cep telefonu, navigasyon cihazları hep öncelikle savunma sanayiinde geliştirilmiş ardından sivile uygulanmıştır.”

Yazının devamı...

Çift katlı otobüsle yatırımcı toplayacak

Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı’nın benzeri bir örgütlenmeye giden İngiliz Büyükelçiliği, Türkiye’deki yatırımcıları İngiltere’ye davet ediyor. Hazırlanan kampanya taktik ve vaadler ise “Galiba dünya tersine döndü” dedirtiyor.

Türkiye yıllarca yabancı sermaye için az çile çekmedi. Hâlâ da sıcak paranın dışında doğrudan sermaye girişi için büyük çaba harcıyor, tabiri caiz ise türlü türlü taklalar atıyoruz. Ancak bu arada gözardı etmememiz gerekir ki, dünya krizini hafif sıyrıklarla atlatan Türkiye ekonomisi şu an istim üstünde.

Dünyada bazı şeylerin değiştiğinin, hatta tersine döndüğünün işaretleri de geliyor. İngiltere Başkonsolos Yardımcısı Rafe Courage, geçenlerde gazeteye ziyaretime geldi.

‘Great Company’ adını verdikleri ve Türkiye’yi de hedef ülke seçtikleri organizasyonu anlatmaya başladı. Amaçlarının iki ülke arasında yeni işbirlikleri yaratmak olduğunu ve Türkiye’den İngiltere’ye yatırımcı çekmek istediklerini belirtti. Belli ki Türkiye’yi yakın markaja almışlar. Bozulan ekonomilerini yeniden canlandırma stratejisi içinde Türkiye’den yatırımcı çekmek istiyorlar.

İlk tanıtım Uludağ’da

Kampanyanın ilk tanıtımını Uludağ İş Zirvesi’nde yapmışlar. Etkinlikler bir program dahilinde ilerleyecek. İngiltere’nin ünlü modacıları, işadamları, bakanları Türkiye’ye gelecek ve İngiltere pazarını tanıtacaklar. Land Rover, Mini Cooper, Aston Martin gibi İngiliz markaları için etkinlikler yapılacak ve İngiliz mühendisliğinin üstünlüğü vurgulanacak.

Ayrıca meşhur iki katlı Londra otobüsü de gelecek ve Türkiye’yi dolaşarak GREAT kampanyasına dikkat çekecek.

Rafe Courage, hedeflerini ise şöyle aktardı:

“Dışişleri Bakanlığı’mız yükselen güç olarak 30 ülke belirledi. Bu ülkelerden biri Türkiye. 1 Nisan itibarıyla başlayan kampanyamız 1 yıl boyunca sürecek. Hedefimiz Türk şirketlerine İngiltere’yi anlatmak. İngiltere hakkında algıyı iyileştirmek istiyoruz. Çünkü görüyoruz ki Türk şirketlerinin İngiliz iş dünyası ile ilgili az bilgisi var, bazıları da olumsuz. ‘Türkiye’de İngiliz yatırımları nerede?’ deniyor. Oysa Vodafone gibi büyüklerle birlikte Türkiye’de 2 bin 500 İngiliz şirketi var. Çoğu emekli 50 bin İngiliz yaz kış Türkiye’de yaşıyor ve sayı sürekli artıyor. İngiltere hiç yatırım yapılmayan bir ülke gibi algılanmış. Oysa bizde kurumlar vergisi dahil avantajlar var.”

Rafe Courage, kampanyanın aslında 3 yıldır sürdüğünü, bugüne kadar 30 milyon paund harcadıklarını ve bunun karşılığını yaklaşık 10 katı bir yatırımla aldıklarını da belirtiyor.

Mersin’den Galler’e

‘Peki bu tanıtım çalışması meyvesini Türkiye’de verdi mi Türkiye’den herhangi bir yatırımcı İngiltere’ye geldi mi?’ diye soruyorum, şu yanıtı veriyor:

“Mersinli bir çelik boru üreticisi olan HDM Şirketi, Galler bölgesinde çelik boru yatırımı yapıyor. Tesisin yatırım tutarı 10 milyon paund. Bu yatırıma İngiliz devleti olarak tüm teşvikleri veriyor bu yatırımı destekliyoruz. Galler’e yatırım fikrini bu şirkete biz verdik. Yer bulmaktan eleman seçimine, fenansal desteğe her türlü kolaylığı sağladık. İşte bu örnekleri çoğaltmak istiyoruz. Türk şirketlerinin Avrupa merkezlerini İngiltere’ye taşımalarını hedefliyoruz. Bölge merkezlerini Londra’da açabilirler mesela.”

İngiltere Büyükelciliği bu amaç için 20 kişilik bir ekip kurmuş. Ankara, İstanbul ve İzmir’de faaliyet gösteriyorlar ve hedef sektör ve şirketlere gidip İngiltere’ye yatırım davetinde bulunuyorlar.

Ülkeyi ve ülkedeki yatırım imkanlarını anlatıyorlar. İlgilenenlere her türlü desteği veriyorlar. 2015’e kadar iki ülke arasındaki ticaretin iki katına çıkmasını hedefliyorlar.

Sanıyorum 2011 yılıydı. Londra’da Heatrow Havalimanı’nda pasaporttan geçiyordum. Görevli memur adettendir, 3-5 soru sorar. Gazeteci üstelik ekonomi gazetecisi olduğumu öğrenince ‘Sizin ekonominiz çok çok iyi, şanslısınız. Bizde durum berbat“ demişti. Enteresan bir haz duymuştum.

Rafe Courage’ı dinleyince o hazzı bir Türk olarak tekrar duymadım dersem yalan olur.

Vize problemini mutlaka çözeceğiz

Rafe Courage, Türkiye’yi iş ortağı olarak gördüklerini ve şikayet konusu olan tüm engelleri ortadan kaldıracaklarını söyledi. Vizenin en önemli sorun olarak görüldüğünü belirten Courage, iş dünyası ve eğitim için İngiltere’ye gideceklerin vize probleminin öncelikli alan olarak belirlendiğini bu konuda iyileştirmeler yapmak için çalışmalarını sürdürdüklerini söyledi.

Ticaret fazlası verdiğimiz nadir ülkelerden biri

Son verilere göre, Türkiye’nin ihracatının ithalatını karşılama oranı yüzde 63’lerde. İngiltere ile ticaretimize bakınca ise enteresandır her yıl ortalama 2-2.5 milyar paund fazla verdiğimiz dikkati çekiyor. Yani İngiltere’ye ihracatımız ithalatımızdan fazla. İngiltere’de Beko gibi çok güçlü Türk şirketleri var.

Rafe Courage İngiltere’de kamu açığını kapatmaya yönelik çalışmaların iyi gittiğini, kamu borcunun milli gelire oranında ciddi iyileşmeler olduğunu belirtiyor.

İngiltere’nin Avrupa Para Birliği’ne bağlı olmamasının en büyük kozu olduğunun da altını çizen Courage, şöyle konuşuyor:

“Ekonomide bir güven sorunu var. Para var ancak yatırım yapılmıyor. Bu hükümet için de zor bir durum. Sermaye yatırımları 250 milyar paund seviyelerinden 200 milyar paund’a geriledi. Görevimiz çift hanelere doğru giden işsizliği önleyecek yatırımları artırmak. İngiltere’yi yatırımda tercih edilen bir ülke haline dönüştürmek.”

Yazının devamı...

DiaSa’yı aldım ama sözümden dönmedim

Migros’tan Şok mağazalarını alan Yıldız Holding, DiaSa’yı da almak için imza attı. Murat Ülker, “Ben müşterilerime yani bakkallara rakip olmam sözümün arkasındayım. Sözüm söz. Yeni bir yer açmıyorum. Satışa çıkan bir market zincirini bünyeme katıyorum” dedi.

Koç Grubu’nun Migros’u, Hüsnü Özyeğin’in Gima’yı sattığı, perakende sektöründe ‘O bunu alıyormuş, bu da şunu satıyormuş’ türünden dedikoduların alıp başını gittiği günler.

Murat Ülker’e bu ortamda “Siz de marketçiliği düşünür müsünüz?” diye sorulmuştu.

Murat Ülker, “Babam Sabri Ülker hep ‘müşterilerine rakip olma’ derdi. Ben de bu düşünceyle müşterilerime rakip olmam diyorum. Ana felsefemiz bu” cevabını vermişti. Aradan yıllar geçti.

Yıldız Holding önce Şok Marketler Zinciri’ni aldı, şimdi de DiaSa’yı 320 milyon TL fiyatla almak üzere imza attı.

DiaSa bize geldi

Önceki gün Şükrü Saracoğlu Stadı’nda Murat Ülker ile Fenerbahçe-Benfica maçını izlerken bu müşteriye rakip olma meselesini hatırlattık. Şu yanıtı verdi:

“Babam rahmetli Sabri Ülker, “Müşterilerine rakip olma” diyordu. Ben de onun bu sözünü aktarmıştım. Bu sözden vazgeçmiş değilim. Baktığınızda ben bakkal dükkanı açmıyorum. Yani, yine sözüm söz. Satışa çıkan market zincirini bünyemize katıyoruz. Bu alanda bakkallarla bağlantılı en önemli işimiz Bizim Toptan. Orada da bakkallara toptan satış yapıyoruz.”

Murat Ülker, Şok Marketler Zinciri’nden sonra DiaSa’nın alımı için düğmeye kimin bastığı sorusuna da, “Fırsat karşımıza çıktı. Biz onlara değil, onlar bize geldi” cevabını verdi.

DiaSa yönetiminin, “Bizi siz satın alın” diye karşılarına geldiğinde kendi şartlarını ortaya koyarak masaya oturduklarını söyleyen Murat Ülker, o şartı da, “Bizimle olumlu ya da olumsuz görüşmeler sonuçlanıncaya kadar başkalarıyla görüşmeyin dedik. Yani münhasırlık istedik. Onlar da sanırım buna uydu” şeklinde açıkladı.

Murat Ülker, Rekabet Kurumu’nun onayının alınmasının ardından bu satış işleminin bir kaç ay içinde tamamlanacağı görüşünde.

DiaSa’lar Şok olmaz belki birbiriyle yarışır

Rekabet Kurumu onayı sonrası yaklaşık 1200 DiaSa mağazasını devralmaları halinde izleyecekleri stratejiyi de Murat Ülker, ilk kez paylaştı: “Dia’nın patronu Şok oldu. Şok’un Yönetim Kurulu Başkanı Cengiz Solakoğlu. Koç Holding’in eski üst düzey yöneticilerinden olan Cengiz Bey, Ülker’de de bağımsız üyemiz. O bizi yönlendirecek. İlk planımız Dia’yı da ayrı marka olarak sürdürmek. Dia markasını kullanma hakkını da aldık. Devirden sonra 6 ay ayrı marka olarak sürdüreceğiz. Şok ve Dia ayrı markalar halinde başarılı devam edebilirse, o yönde ilerleriz.”



Müşteri gibi mağazaları gezmiş

Murat Ülker, satış sözleşmesini imzaladıktan sonra Dia mağazalarını gizli müşteri olarak incelediğini söyledi. Ülker, “Bir mağazadan kepekli galete aldım. Kasadaki görevli ‘İkincisi bedava kampanyamız var’ dedi. Bir başka mağazaya girdim. Aynı galeteyi aldım. Kampanya hatırlatılmak şöyle dursun, kasada da epey bekledim. Eksiklikleri gezip görerek belirleyeceğiz. Nasıl daha iyi olurun yanıtını bulacağız” diye konuştu.



DiaSa yönetimi içki stoklarını eritmiş

DiaSa’nın Yıldız Holding bünyesine katılacağı duyulunca, bu marketlerde satılan alkollü içkiler de gündeme gelmişti. Şok Marketler Zinciri alkolü bırakmıştı. Aynı tavrın DiaSa için de geçerli olup olmayacağını Murat Ülker, şöyle izah etti:

“DiaSa’nın İspanyol yöneticisi bizim genel tavrımızı sanırım biliyordu. Ya da soruşturup öğrendi. İmza aşamasına yaklaştığımızı gördüğü andan itibaren alkollü içki alımını kesmiş. Herhalde bu tavrı stok eritme çabasından kaynaklandı. Devir bir kaç ay süreceğine göre biz devralana kadar tüm mağazalardaki stoklar tükenir diye düşünüyorum. Yani buradan bir zarar söz konusu olmaz. Bizim tavrımız belli. Sağlığa zararlı ürünleri pazarlamak istemiyoruz.”

Murat Ülker’e maç boyunca ağzından eksik etmediği puroyu hatırlattık: “Evet, sonuçta sigara da sağlığa zararlı. Yapabilsem marketlerimizde sigara da satılsın istemem. Ancak şimdilik öyle bir kararımız yok...”

Yazının devamı...

Cari açığı Suriyeli turistler kapatıyor

Türkiye’ye gelen turist sayısı Mart’ta yüzde 26, Ocak-Mart döneminde ise yüzde 22.5 arttı. Ancak bu turizm verisinin içine Suriyeli göçmenler de dahil ediliyor ve dolayısıyla cari açık hesaplamasına kadar uzanan büyük bir istatistiki yanılgı yaşıyoruz.

Türkiye’nin 2013 yılı ilk çeyrek turizm rakamları dün açıklandı. Türkiye’ye gelen yabancı ziyaretçi sayısı Mart’ta bir önceki yıl aynı döneme göre yüzde 26.06 artışla 1.84 milyon kişi olurken ilk çeyrekte yabancı ziyaretçiler yüzde 22.52 artışla 4.21 milyon kişi oldu.

Kağıt üzerinde harika bir performans...

Peki ya gerçekler...

Açıklanan verilere bakınca Suriye vatandaşları Türkiye’yi ziyaret eden yabancı turistler içinde Almanya ve Gürcistan vatandaşlarından sonra üçüncü sırada. Ocak-Mart döneminde Türkiye’ye 561 bin Alman, 332 bin Gürcü, 318 bin de Suriyeli turist girmiş.

Bu dönemde Rus turist sayısı bile 195 binde kalmış. İngilizler 130 bini ancak bulabilmiş.

4 milyon 214 bin yabancı ziyaretçi arasında Suriyeli vatandaşların oranı yüzde 7.55 gibi oldukça yüksek bir orana denk geliyor.

Bu aslında şu anlama geliyor.

Türkiye’nin turizm istatistiğinin yüzde 7.55’i fiktiftir.

Hatta bu iddialı oranı biraz daha ileri götürüp Gürcistan, Bulgaristan ve Yunanistan’dan günübirlik giriş yapanları da ekleyip daha yukarıya da taşımak mümkün.

Zincirleme veri hatası

Turist sayısının yanlış gösterilmesi turizm gelirine ve dolayısıyla cari dengeye kadar uzanan bir başka yanılgıyı da beraberinde getiriyor.

Konuyu yakından takip edenler hatırlayacaktır. TÜİK bundan kısa bir süre önce turizm gelirlerinde ciddi bir revizyona gitti. Daha önce 2012 yılı için 23.4 milyar dolar olarak açıkladığı turizm gelirini 29.4 milyar dolara, 4,1 milyar dolar olarak açıkladığı turizm giderini de 4.6 milyar dolara revize etti. Turizm gelirleri tek kalemde 5.9 milyar dolar birden arttı. Cari açık kabusu ile boğuşan Türkiye için harika bir gelişmeydi.

Gerçi kredi derecelendirme kuruluşları bu kağıt üzerindeki iyileşmeye kayıtsız kaldılar ama olsun...

Türkiye’de yıllarca turizm geliri kişi başına ortalama harcama üzerinden hesaplandı. Revize edilmeyen geçmiş yıl performansına bakınca Türkiye’ye giriş yapmış her bir turist başına ortalama 630 dolar gibi bir harcama yaptığı öngörüsü baz alınmış.

Dediğim gibi TÜİK bu işte bir hata olduğuna kanaat getirdi.

‘Marinalardaki turistin harcamasını unutmuşuz hesaba katmamışız’ dedi.

Paket tur harcamalarında Türkiye’ye kalan payı da hep az yazmışız kendimize haksızlık yapmışız denildi.

Cep telefonları ile Türkiye’de yaptıkları görüşmeler için ödedikleri para bile hesaba dahil edildi.

Bir iki kalem daha geliri yükseltici unsur bulundu ve turist başına harcama geçen yıl için 637 dolardan 798 dolara revize edildi.

Aynı şekilde 2011 turist başı gelir 637 dolardan 778 dolara, 2010 için de 630 dolardan 755 dolara yükseltildi.

Bu revizyon sayesinde de turizm geliri 2012 için 29 milyar 351 milyon dolar olarak yeniden hesaplandı.

Suriye’den gelenleri ne kadar turist olarak görebiliriz tartışmalıyız.

Bir bölümü mülteci kamplarında kalıyor, bir bölümü de Türkiye’nin diğer illerine dağılıyor. Ucuz işçi arayan pek çok işverenin Suriye’den gelenleri çalıştırdığını biliyoruz.

Yani bu kişiler bırakın Türkiye’ye turizm katkısı yapmayı, tam tersine burada para kazanıp belki hâlâ Suriye’de olan akrabalarına para gönderiyorlar.

Gömleği baştan yanlış iliklemeye başlarsan devamı da yanlış gelir.

TÜİK’in özellikle Suriye’den gelen turist istatistiğini ayrı bir kalemde değerlendirmesi gerçeğini tartışmalıyız.

Yazının devamı...

Benzin en az 12 kuruş daha ucuza satılmalı

Ham petrolün varil fiyatı geçen hafta 98 dolara geriledi. Dolar kuru 1.79’da sabit. Geçmişteki fiyat oluşumları ile bir korelasyon kurarsak şu an 1 litre benzinin 4.57 değil 4.45 TL’den satılması mantıklı görünüyor. Hadi beyler 12 kuruşluk indirim daha lütfen...

Bu başlık ve spota bakınca Tüpraş yetkilileri biraz kızacak, hatta şöyle diyecekler... “Hah işte ham petrol fiyatı ile benzinin pompa fiyatı arasında doğrudan ilişki kuran bir cahil daha.”

Ancak rakamları konuşturunca şu an benzinin biraz daha, mesela en az 12 kuruş daha ucuzlaması gerektiği ortaya çıkıyor ve ben de gönül rahatlığı ile bu başlığı attım.

Önce cahil olmadığımı, konuya birazcık hakim olduğumu gösteren bilgileri paylaşayım. Fiyat nasıl belirleniyor açayım.

5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu’nda da tanımlandığı üzere fiyatlarda en yakın erişilebilir petrol borsası fiyatları baz alınıyor.

Üstelik baz alınan bu fiyatlar da ham petrol değil nihai ürün fiyatı. Burası önemli. Çünkü her zaman ham petrol fiyatındaki değişimle, nihai ürün fiyatındaki değişim aynı olmayabiliyor.

Arz talep dengesi

Sonuçta rafinerilerin bir kapasitesi var. Benzin, motorin, jet yakıtı gibi rafineride işlenerek oluşan ürünlerde fiyat arz-talep dengesine göre ayrıca belirleniyor. Dönemsel ve sezonsal olarak ham petrol fiyatı ile birebir örtüşmeyebiliyor.

Bize en yakın piyasa Akdeniz çanağında İtalya’daki Genova Borsası. Burada oluşan ürün fiyatlarına göre Türkiye’deki akaryakıt fiyatları belirleniyor.

Borsa’daki değişimlere bağlı aşağı ya da yukarı yönde bir fiyat ayarlaması yapılacağı zaman EPDK da bilgilendiriliyor ve yeni fiyatlar için onay alınıyor.

Tabii fiyatlar çok oynak. Üstelik sadece benzin fiyatı değil, döviz fiyatı da belirleyici. Mesela petrolün fiyatı aynı kalabilir ancak TL karşısında doların fiyatı artabilir.

Ancak zırt pırt da benzinin fiyatını 1 kuruş, 2 kuruş değiştiremezsiniz. Kanun ona da bir marj koymuş.

Kayda değer artış ya da azalışlar olduğunda fiyat değişimi için düğmeye basılıyor.

Neden daha ucuz olmalı?

Benzin ve motorin fiyatları 18 Nisan’da yapılan son ayarlama ile birlikte 8 ayın en düşük seviyesine çekildi. 95 oktan kurşunsuz benzin 4.57 TL’ye, motorin ise 4.02 TL’ye geriledi.

Ham petrol 99 dolar, dolar kuru 1.7930 TL ve 1 litre kurşunsuz benzin 4.57 TL’den satılıyor.

Geçmişteki ham petrol, dolar kuru ve benzin satış fiyatı arasındaki korelasyonlara baktım. Bazılarını tablo olarak da veriyorum.

Örneğin 23 Ağustos 2012 tarihi, bu 3 bileşenden ikisinin birebir örtüşmesi nedeniyle bugünle karşılaştırma yapmaya çok müsait.

Dolar 1.7915 TL iken 1 litre benzin 4.56 TL’den satılıyormuş. Kur ve pompa fiyatı bugünle hemen hemen aynı.

Bugünkü durumdan tek farkı o zaman ham petrolün varili 114 dolarmış.

Yani petrolün varil fiyatı bugün 15 dolar kadar daha aşağıda olmasına rağmen pompa fiyatı aynı. Tuhaflık zaten burada.

Eğer o günkü fiyatla ürün satışı gerçekleşebiliyorsa şu an litre fiyatının 4.57 değil, 4.45 TL civarında olması gerekiyor.

Fiyatı belirleyenler şimdi yine aynı savunmayı yapacak: Ham petrol fiyatı ile nihai ürün fiyatı aynı şey değil.

Bu yüzden ham petrol fiyatındaki değişimle Genova’daki nihai ürün fiyatları arasındaki değişime de baktım.

Son 15 gündür hemen hemen paralel giden bir seyir var. Yani ham petrol fiyatları düşerken, Genova’daki nihai ürün fiyatları talep fazlalığından ya da stok azlığından dolayı geri çekilmemiş değil. Aynı aşağı yönlü hareket nihai ürün fiyatlarında da yaşanmış.

Böyle değerlendirince benzinde 4.75 TL seviyesinden 4.57 TL seviyesine çekilen son 1 aylık hareketin devamını beklemek hepimizin hakkı. Zaten vergilerden dolayı dünyanın en pahalı benzinini kullanıyoruz. Maliye Bakanı başta olmak üzere herkes akaryakıt ürünleri üzerindeki dolaylı vergilerin yüksek olduğunu kabul ediyor ancak kimse bunu indirmek için kılını kıpırdatmıyor. Dolayısıyla hiç olmazsa ürün bazında yaşanan aşağı yönlü değişimleri hakkıyla yansıtmak lazım.

Tüpraş’ın avantajı navlun maliyeti

Bir de vatandaşlar arasında şöyle bir inanış var: “Yukarı yönlü hareket olduğunda zam için vakit kaybedilmiyor, aşağı yönlü hareket olunca indirimde nazlanılıyor.” Kısmen doğru olabilir. Ancak piyasanın işleyişine bakılınca bunun da çok fazla sürdürülebilir olmadığı, yani Tüpraş’ın gerçekçi olmayan bir rafineri çıkış fiyatını uygulamasının mümkün olmadığı anlaşılıyor.

Özelleştirme öncesi dağıtım şirketlerinin sattıkları ürünün yüzde 60’ını Türkiye’deki rafinerilerden alma zorunluluğu vardı. Özelleştirme sonrası bu kısıt kalktı. Yani dağıtım şirketleri eğer uygun fiyatı yakalarlarsa diğer ülkelerdeki rafinerilerden de ürün getirebilirler.

Özellikle çevre ülkelerdeki yani Rusya, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan ve İsrail’deki rafineri fiyatları dağıtım şirketleri tarafından çok yakından takip ediliyor.

Eğer fiyat avantajı görürlerse bu ürünleri getiriyorlar. Tüpraş’ın bu fiyatları dikkate alması şart. Arada ancak navlun yani taşıma maliyetinden kaynaklanan bir farkı lehine kullanabilir. Aksi takdirde su akar yolunu bulur.

Yazının devamı...

Paran mı var büyük derdin var dönemi

Son açıklanan enflasyon verisi yüzde 7.29’u işaret ediyor. Merkez Bankası politika faizini dün yüzde 5’e çekti. Hazine faizi yüzde 5.41’i gördü. Bankalar mevduat faizinde indirime hazırlanıyor. Altın tepetaklak. Dolar deseniz çakılmış kalmış vaziyette. Anlayacağınız parayı park edecek yer yok.

Teyzem yine aradı. “Evladım, ne olacak

halimiz” diye girince konuşmaya, anladım derdini...

Arada bir arar yatırım tavsiyesi ister.

Belli ki yine kafası karışmış.

Bağkur’un 6’ncı basamağından emekli aylığı alıyor. Topu topu 765 lira. Bizi ilgilendirmez ama biraz da birikmiş parası vardı. Riski hiç sevmediği için yıllardır bankada mevduat yapar. Oradan gelen üç beş kuruş ile emekli aylığını birleştirir, kira da ödemediği için Karamürsel gibi küçük bir kasabada bir şekilde geçinir gider.

“Bankadaki para ayda bin liranın üzerinde çoğalırdı. Geçen ay baktım sadece 657 lira birikmiş. Para durduğu yerde eriyor” dedi.

120 bin lira civarında bir mevduatı olduğunu bildiğimden “Normal” dedim.

“Önümüzdeki ay biraz daha düşük bir gelire hazır ol” diye de ekledim.

Teyzem’in durumunda binlerce insan olduğunu biliyorum.

Bu insanlar için hayat zordu, şimdi daha da zorlaştı.

Hiç olmazsa bir ara reel faiz alıyorlardı, şimdi negatif faiz dönemi var.

Enflasyon düşük çıkınca emekli aylıklarına da doğru dürüst zam gelmiyor. Kapana kısılmış gibiler.

Neden daha da düşer?

Merkez Bankası sermaye girişlerinde görülen hızlanma eğiliminin TL üzerindeki değerlenme baskısını sınırlamak için politika faizi ile koridorun alt ve üst bandında 50 baz puan indirime gitti. Politika faizini yüzde 5’e çekti. Sermaye girişine tedbir deniyor açıklamada ancak işsizliğin artması, büyümenin de istenen seviyenin çok altında kalması Merkez’in faiz indirimini hızlandırmasında ana etkenler olsa gerek.

Başbakan Erdoğan’ın Borsa İstanbul açılışında “Yüzde 6 faiz yüksek” uyarısı yaptığında dinleyiciler arasında Merkez Bankası Başkanı’nın olduğunu da unutmamak lazım.

Merkez’in borç alma ve borç verme faizini indirmesinin teyzem için anlamı şu. Bankalar da Merkez Bankası’nı takip edecek ve mevduata ödedikleri faizde bir miktar daha indirime gidecek. Yani teyzem Mayıs ayında 657 lira değil, muhtemelen 625 lira gibi bir gelir elde edecek.

Başka adres de yok...

Bankalar şu an için 1 aylık mevduata yüzde 6.25 ile 7 arasında faiz veriyor. Bunun net olmadığını ortalama 0.70 puan civarı bir kesinti olacağını da unutmamak lazım. Yani aylık net faiz yüzde 0.52 civarında. 3 ay ya da 1 yıllık mevduat yaptığınızda da teklif edilen faiz çok fazla değişmiyor. Bazı bankalar şubeye gelip pazarlık yapan iyi müşterilerine 1 puan civarında ekstra bir faiz veriyorlar. En iyi ihtimalle yüzde 8 yıllık faiz desek bile aylık net getiri yüzde 0.60’ı geçmiyor. Dediğim gibi bu biraz daha düşecek...

Teyzeme TÜİK’in açıkladığı enflasyon rakamının doğru olduğunu kabul ettirsem bile şu an cepten yiyor...

Allah’tan hayırlı evlatlara sahip de sırtı yere gelmez.

Dolar herkesi uyuttu

Döviz deseniz yaprak kımıldamıyor. Önümüzdeki kısa vadede de çok marjinal bir durum yaşanmazsa kımıldayacağı yok. Kımıldarsa da aşağı yönlü hareket ihtimali daha yüksek. Başbakan’ın ABD ziyareti ile eş zamanlı bir not artırımı beklentisi var. Mayıs ayı içinde Moody’s’ten bir not artırım haberi de gelirse ve

Türkiye iki derecelendirme kuruluşu tarafından yatırım yapılabilir ülke statüsüne yükseltilirse 1.79 TL civarında olan dolar kuru bu seviyeleri bile arayabilir.

O zaman dolarda tekrar 1.60 hatta 1.50 TL bandına doğru hızlı bir geri çekilme yaşayabiliriz. Açılım politikasındaki pozitif gelişmeler de bu geri çekilmeyi hızlandırır.

Zaten bana göre döviz hiçbir zaman yatırım aracı değildir. Olsa olsa enflasyona karşı korunma aracıdır ancak o özelliğini de çok uzun süredir unutmuş görünüyor. Dövizde ancak kurun çok ani hareket ettiği günlerde hatta saatlerde kazanabilirsiniz. Uzun vadede baktığınızda göreceksiniz ki mevduat dövizi her oynaklık döneminde yenmiştir.

Altını konuşmaya bile gerek yok. Altının ons fiyatı kendini öyle bir hızlı şekilde 1.400 doların altına attı ki, bir daha kolay kolay 1.500 dolar seviyesine çıkması kolay değil. 1.380 dolar/ons fiyattayız ancak 1.200 dolarlar konuşuluyor. Yani anlayacağınız teyzem gibi konservatif yatırımcılar için altın da bu ara çok riskli, önermesi de zor.

Derdin var demem bundan

Faizlerin düşüş trendi içinde olması elbette çok olumlu.

Sonuçta kredi faizleri de düşecek. Ekonomik aktivite canlanacak, işsizliğin azalmasına katkısı olacak. Büyük para sahipleri doğrudan yatırımı düşünecek. Mevcut işi olanlar belki kapasite artırımı yapacak.

Konut kredisi, taşıt kredisi faizleri de düşecek bu arada. Belki paranın büyük bir bölümü yeniden gayrimenkule yönlenecek.

Bitmiş taşınılmaya hazır bir ev satın alıp bir de kiracı bulabilirseniz şu an mevduatın getirisinden biraz daha yüksek bir kira gelirinin sahibi olabilirsiniz. Örneğin 300 bin TL bandında bitmiş bir ev satın alıp, buna derhal bir kiracı bulabilirseniz, aylık 1.500 TL civarı kira geliri elde edebilirsiniz. Bu alternatifi de düşünebilirsiniz.

Ama sen gel de bunu teyzeme ve teyzem gibilere anlat...

Onlar kolay kolay adım atamazlar.

Seçenekleri aslında kısıtlıdır.

Onlar için hayat zordu, artık daha da zor...

Merkez Bankası fazini yüzde 5’e çekti

Nisan ayı PPK toplantısı sonucunda beklentilerin üzerinde indirim gerçekleştiren Merkez Bankası, yılın ilk indirimini gerçekleştirdiği politika faizini yüzde 5.50’den yüzde 5’e, gecelik borç alma faizini yüzde 4.50’den yüzde 4’e, gecelik borç verme faizini ise yüzde 7.50’den yüzde 7’ye indirdi. Bankaların TL zorunlu karşılıklarının döviz olarak tutulmasına ilişkin ezerv opsiyon katsayısını (ROK) ilk dilim hariç bütün dilimlerde 0.2 puan artıran Merkez Bankası, TL zorunlu karşılıkların altın olarak tutulmasına ilişkin rezerv opsiyon katsayısında değişikliğe gitmedi.

Piyasa 0.25’lik indirim bekliyordu. Merkez Bankası’nın politika faizinde piyasa beklentisinin üzerinde gerçekleştirdiği 50 baz puanlık indirim sonrası gösterge tahvilde bileşik faiz 19 baz puanlık düşüşle yeni tarihi düşük olan yüzde 5.49’a kadar geriledi.



Doğru ama çok geç kalınmış bir karar

İndirimi değerlendiren Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, “Geç kalmış ama doğru bir karar. Ekonomi ancak yüzde 2.2 büyüyebildi. Bu büyümede ihracat sayesinde oldu. Herkes hızlanmaya çalışırken biz acı fren yaptık. Bütün dünya parasının değerini düşürmeye çalışıyor. Japonya bile kur savaşına katıldı. Bankaların da kredi faizini düşürmesini bekliyorum” dedi.


Yazının devamı...

Otoda sahte yedek parça çakma Lacoste’a benzemez

Otomotivde 5 milyar dolarlık yenileme pazarında eş değer ya da alt kalite ürünleri biliyorduk da ünlü markaların sahteleri yeni yeni ortaya çıkmaya başladı. Üstelik içlerinde maalesef cana kasteden, yürüyen aksama yönelik ürünler dikkati çekiyor.

Taklit ürün pazarının 1 milyar dolara ulaştığı Türkiye, adli davalar baz alındığında taklit ürün sıralamasında dünyada ikinci sırada yer alıyor. Lacoste, Türkiye’de en çok taklik edilen markaydı. Yıllar içinde daha lüks markalar çıktı ve anında da taklitleri türedi.

Burberry’nin Hermes’in taklidini alırsanız en fazla bir yıkama sonra aslında ne aldığınızı anlarsınız. Zaten Nişantaşı’ndaki İstinye Park’taki orjinalinin fiyatını biliyorsanız aldığınız ürünün çakma olduğunu da bilirsiniz. Bu ürünleri satan da alan da aslında çakma ürün olduğunu bilir; kimse kimseyi kandırmaz.

Ancak bu yazıda bahsedeceğimiz ürünler o çakmalar değil. Konumuz orjinalinden farksız, üstelik orjinali ile hemen hemen aynı fiyata satılan ürünler. Ve maalesef bu ürünler tekstil ürünü de değil. Çakma tekstil ürününü kullanırsanız belki çok hassas bir cilde sahipseniz alerji olursunuz. Hepsi o kadar...

Peki ya sahtesi yapılan ürün, üstelik son derece kalitesizse ve oto yedek parçası ise ne olacak?

Maalesef son aylarda Türkiye’ye Çin üzerinden dünyanın sayılı üreticilerinin amblemini ve ambalajını taşıyan ürünler gelmeye başladı. Bu ürünlerden bazıları Gaziantep, Diyarbakır, Konya gibi şehirlerde tespit edildi. Tespit edilen bu ürünler aks kafası, direksiyon parçaları, aktarma organları ve fren sistemine ait hayati parçalar.

Gaziantep’teki olay

Türkiye’de hemen her gün ölüme ve yaralanmaya sebebiyet veren pek çok trafik kazası olur. Bu kazalardan sonra hazırlanan raporlarda sürücü ve yol kusuruna bakılır ancak araç kusuruna ne yazık ki bakılmaz. Oysa araç incelemesi yapılsa kimbilir neler çıkacak...

Bu ay içinde İran’dan geldiği anlaşılan 4 milyon euro piyasa değerine sahip yakıt filtreleri Gaziantep’te bir depoda tespit edildi. Dikkat edin tespit edildi diyorum, yakalandı diyemiyorum. Çünkü tespit edildikten sonra yaşanan gelişmeler de ayrı bir trajedi. Yakıt filtreleri çok ünlü bir Alman firmanın markasını taşıyordu. Ürünün kendisi de ambalajı da bire bir kopyaydı. Ancak bilirkişi araştırmasında ürünlerin çok kalitesiz olduğu ve kullanılmaya müsait olmadığı anlaşıldı.

Peki sonra ne oldu?

Deponun ve ürünlerin sahibi kişi polise vediği ifadede, “Ben de mağdurum. Ürünlerin sahte olduğunu bilmiyordum” dedi.

Ürünlerin imha edilmesi gerekirken, sözkonusu Alman firmaya ait tüm logolar ürünün üzerinden kazınmak ve ambalajlar değiştirilmek kaydıyla mal o kişiye teslim edildi. Yakıt filtreleri kimbilir şu an hangi araç sahiplerinin arabalarına takılıyor?

Mevcut durumda, taklit ürün davaları sonucunda genellikle ceza olarak 10 ay hapis ve 80 TL adli para cezası veriliyor. Ele geçen ürünlerin ise devlet eliyle imhası sağlanıyor. Ancak bu sürecin işlemesi için savcılığa suç duyurusunda bulunulması ve mahkemeden arama emri alınması gerekiyor. Bu işlemler ise en az 2 gün sürdüğü için, taklit ürün konusundaki anlık ihbarların bir çoğu değerlendirilemiyor. Çoğunda da Gaziantep’te olduğu gibi ürünler sahibine teslim ediliyor.

Hayati parçada ucuza kaçmayın

Türkiye’de vatandaşın alım gücü belli. Zaten motorlu taşıt vergisiydi, dünyanın en pahalı benziniydi derken araç sahibi olmanın büyük külfeti var. Dolayısıyla sahte ya da çakma ürüne karşı bilinç yaratmak çok kolay değil. Belki herkes tehlikenin farkında ancak yüksek meblağ ödememe gayreti bazı gerçeklerin unutulmasına neden oluyor. İstanbul’da araç ortalama yaşı 4 iken, Anadolu’da 12’ye çıkıyor. Zaten sahte ürünlere de daha çok Anadolu’da rastlanıyor.

Ancak yine de bazı tavsiyelerde bulunulabilir.

- Yürüyen aksama yönelik parça değişimlerinde mutlaka yetkili servis kullanın.

- Oto tamircinizin, “Bu da orjinal ancak bende 800 lira yerine 400 lira” dediği ürüne mutlaka ihtiyatlı yaklaşın.

- Özel tamirhanelerde değiştirilen parçaları takip edin.

- Orjinalinden daha sağlam denilen düşük kalite ürünlere de dikkat edin. Öyle ürünler var ki hurda demirden daha düşük fiyata satılabiliyor.

- İkinci el oto alırken, üşenmeyin fren balatasını bile söktürüp kontrol ettirin. Çünkü pek çok kişi, “Nasıl olsa ben kullanmayacağım” diyerek en kalitesiz ürünü satacağı araca taktırabiliyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.