Şampiy10
Magazin
Gündem

Bush'un okulunda Türkiye Günleri...

Papa, Hrant Dink ve Geceyarısı Ekspresi
Ocak ayı boyunca Bush ailesinin okulu olarak anılan Houston -Teksas’taki Kinkaid Lisesi’nde Türkiye etkinlikleri vardı. Bu lise George W. Bush’un kardeşi Florida Valisi Jeb Bush ve ailenin birçok ferdinin okuduğu okul olarak anılıyor.

Bu etkinliklerle ilgili bilgileri Fuat Alican’dan aldım. Fuat Alican Kosta Rika’daki Orta Amerika Bilimsel Araştırma ve Eğitim Merkezi’nin (CIFOCICA) Başkan Yardımcısı, Kosta Rika Latina Üniversitesi’nde öğretim üyesi ve parlamentoda danışman.

Bir ay boyunca Türkiye ile ilgili etkinlikler olacağını öğrenince Houston’a gitmiş. “Yurtdışında yaşayan biri olarak ülkemin tanıtımına katkıda bulunayım, üstelik Bush Ailesi’nin okulu tarafından düzenlenen bir etkinlik ses getirir” diye düşünmüş. Üç hafta süren etkinliklerden sonra Türkiye’yi tanıtıcı konuşmalar yapılmış. Hatta etkinlikler çerçevesinde Bush’un okuluna sembolik bir kapalı çarşı kurulmuş. Yürüyüş düzenlenmiş.

En çok sorulan soru...

Ellerinde Türk bayraklarıyla gezen Amerikalılar sıra konuşmalara gelince Türkiye ile ilgili akıllarına ilk gelen soruları sıralamışlar.

* İnsan öldürmenin İslam’da yeri var mıdır?
Evet, en çok sorulan soru bu.

Hrant Dink cinayetinin olduğu günlerde karşılarında Türkiye’yi anlatan birini bulan Amerikalıların büyük çoğunluğu bu soruyu sormuş.

Fuat Alican, “Türkiye ne yazık ki terörle anılıyor. Milyarlarca dolarlık reklam yapsak da imajımızı çok fazla değiştiremedik. Hrant Dink’ler vuruldukça da değiştirmemiz zor. Ben ‘İslam’da insan öldürmenin yeri yoktur’ diye konferans verirken, aynı anda biri çıkıp hiçbir suçu kanıtlanmamış masum bir kişiyi kendi aklınca yargılıyor ve öldürüyor. Gel de açıkla” diyor.

* Türkiye bir terör ülkesi olarak anılıyor. İlk akıllarına gelen de PKK değil, Türkiye’yi Papa’yı vuran ülke olarak biliyorlar.

Fuat Alican’ın izlenimlerine devam edelim:

* Türkiye’nin tanıtımına katkıda bulunmak için bu tip etkinliklere gidiyorum. Ancak, bu cinayetler (ve tribünler dolusu destekçiler) bizim de şevkimizi kırıyor, hatta anlatılacak olumlu özelliklerimiz konusunda bile bazen çekinceler yaşamamıza neden oluyor.

* Burada durup özeleştiri yapmak gerekli. Hâlâ nüfusumuzun yüzde 12’si okuma yazma bilmiyor. Bu, birçok ülkenin nüfusundan fazla. 21. yüzyılda, hâlâ Birleşmiş Milletler’in insani gelişmişlik sıralamasında (2005) 94’üncü iken, yüzde 88’lik bir okuma yazma oranına sahipken, toplam nüfusun yüzde 78’i ilkokul mezunu, daha az okumuş ya da okuma yazma bilmezken, ulusal gelirin sadece yüzde 3,7’si eğitime harcanırken, bu cinayetlere belki de şaşırmamak gerekli. Ağırlıklı konular yine Papa ve Geceyarısı Ekspresi.

İş adamlarına 25 YTL’ye masaj
“Butik iş oteli” olarak anılan Mövenpick Hotel’de her gün farklı şirketlerin seminerleri, toplantıları, yemekleri var. Otel yöneticileri iş dünyasının stresli toplantılarının stres düzeyini düşürmenin bir yolunu bulmuş: Tuina masajı.

Bu masaj kişi giyinikken yapılıyor. İsveç masaj teknikleri uygulanıyor. İş adamları Mövenpick Otel’de kahve molalarında kendilerini uzman masör ve masözlere emanet ediyor. Oturdukları yerde masaj yaptırıyorlar. Masajın 10 dakikası 25 YTL.

Otel, masajlı toplantı paketi de hazırlamış. 5 dakika Tuina masajı, iki kahve molası ikramı, öğle yemeği ve bir meşrubat bulunan toplantı paketlerinde, kahve molasında müsli çeşitleri, kepekli fırın sütlaç, sebze krudite ve çikolatalı soya sütü gibi sağlıklı yiyecek ve içecekler var.

Yazının devamı...

Yunus’a Nobel Ödülü getiren mikrokredi için Doğu’da girişimci aranıyor

BM’nin İnsani Gelişmişlik Endeksi’ne göre İstanbul’un bazı bölgeleri İspanya’nın insani gelişmişlik düzeyinin üzerinde bazı bölgeleri de Hindistan’ın altında.

OECD 15 yaşındaki çocukların performansını ölçen bir araştırma yaptı ve raporladı. Rapora göre Türkiye’de çocukların yüzde 2’si dünyanın her yerinde iş bulabilecek seviyede eğitim alıyor. Bu öğrenciler ABD ve Avrupa’da istedikleri şirketlerde iş bulabilecek düzeyde. Ancak öğrencilerin performans farkına bakıldığında yüzde 60’ının durumu ise Mısır, Fas ve Ürdün’ün de altında.

OECD’nin “Üye Ülkelerde Kadınlar ve Erkekler” raporuna göre de birçok OECD ülkesinde 15-19 yaş arasında okumayan ve çalışmayanların oranı yüzde 10’dan daha az. Türkiye ise bu alanda rekor kırıyor.

15-19 yaş “kız” nüfusun yüzde 47.5’i, “erkek” nüfusun ise yüzde 25’i okumuyor, çalışmıyor. Biz bu kesime eğitimi nasıl veririz? Bu kesim hayata güvenli gözlerle bakabilir mi? Bakmazsa ne olur?

Örnekleri ortada. Polat Alemdar tiplemesini örnek alan, uyuşturucuya açık, umutsuz, kendine güvensiz, cahil bir kuşak yetişiyor.

Bunları 50’yi aşkın ülkede faaliyet gösteren Açık Toplum Enstitüsü’nün Türkiye Genel Koordinatörü Hakan Altınay’la konuştuk.

Kefilsiz sermaye
“Para sihirbazı” olarak bilinen George Soros’un sivil toplum örgütü Açık Toplum Enstitüsü, Türkiye’de altıncı yılını geride bıraktı. 2006’da 30 sivil toplum örgütüne 1.6 milyon dolar finans sağlayan örgütün desteklediği projeler içinde eğitime yönelik olanlar hayli fazla. Açık Toplum Enstitüsü, 2006 Nobel Barış Ödülü’nü alan Bangladeş Grameen Bank’ın kurucusu Muhammed Yunus’un yoksullukla mücadeleye yönelik Grameen Mikro Kredi Projesi’ni bu yıl Doğu ve Güneydoğu’da hayata geçirmek için kolları sıvadı.

Buradan Doğu ve Güneydoğu’daki girişimcilere duyrulur. Mikro kredi, yoksul kişilere teminatsız ve kefilsiz küçük bir başlangıç sermayesi verilmesine imkân sağlıyor. Hakan Altınay bu girişimcilere iyi bir eğitim verildiğini, şeffaflığın esas olduğunu ve denetimlerin yapıldığını anlatıyor. Ezcümle bu krediyi almak kolay değil, detayları ve nasıl uygulandığıyla ilgili bilgiler Açık Toplum Enstitüsü’nün web sitesinde var.

7 milyon kişi adını okuyup yazamıyor
Bir örnek: Türkiye’de 7 milyon kişi kendi adını dahi okuyup yazamıyor. Bu nüfusun büyük çoğunluğunu kadınlar oluşturuyor. Açık Toplum Enstitüsü, Anne Çocuk Eğitim Vakfı’nın Doğu ve Güneydoğu illerinde kadınlara yönelik geliştirdiği İşlevsel Yetişkin Okuryazarlığı Programı’na destek verdi ve 4 bin kadın okuma yazma öğrendi.

İkinci örnek: Tarih Vakfı’nın Türkiye Bilimler Akademisi ile birlikte yürüttüğü ders kitaplarının iyileştirilmesi yönündeki projeye destek sağlandı. Kitaplarımızda din, dil, ırk ayrımcılığı yapılan 4 bin öğe saptandı. Açık Toplum Enstitüsü 2007 yılı içinde de yoksullukla mücadele, çocuk-kadın hakları, eğitim konularında projelere destek verecek. Hangi projeler kabul ediliyor diye soranlar için bilgi: www.aciktoplumenstitusu.org.tr’de var.

Yazının devamı...

Acer 2007’de % 150 büyümeyi hedefliyor

Acer dünyanın en büyük üçüncü PC üreticisi. 1980’den beri Türkiye pazarında çok sayıda ürünü olan Acer, 2004 yılından 2005 yılına PC pazarında yüzde 2000, 2005’ten 2006’ya da yüzde 150 büyüdü.

Bu gelişmeler sonucunda Acer Türkiye’de ofis kurma kararı aldı ve Temmuz 2006’da İstanbul’da ofisini açtı.

2007 yılında yüzde 150 büyümeyi hedefleyen Acer Türkiye’de ikinci en çok satan PC markası.

Acer’ın Türkiye İş Geliştirme Müdürü Sinan Kender’le sohbet ettik. Sinan Kender’in hayatı 5 yıldır Dubai ve İstanbul arasında mekik dokuyarak geçiyor. Haftanın 3-4 günü İstanbul’da, 3-4 günü Dubai’de yaşıyor.

Dünyada 3’üncü sırada...

Acer Tayvan markası...
Evet. 1976’da kurulmuş. Aslında başlarda Tayvan markası olduğu için biraz küçük görülmüş ama zaman içinde gerçekleştirdiği atılımla tüm dünyada kendini kanıtladı.

Dünyada en çok satan PC markalarından biri değil mi?
Şu anda üçüncü konumda. Birçok insan Tayvan markası olduğunu bilmiyor. Dünyanın her yerinde var Acer. Dizüstü bilgisayarda da çok iddialı.

Türkiye pazarına ne zaman girdi?
1980 yılında.

Uzun süredir varmışsınız...
Evet ama gerçek varlığını son yıllarda gösterdi. Son yıllarda özellikle de son iki yılda pazarda büyük atılım gösterdi. 2004’ten önce pazarda beşinci konumdaydık, şimdi ikinciyiz.

Dubai ofisine mi bağlısınız?
Dubai, Türkiye’nin de içinde bulunduğu bütün Ortadoğu ve Güney Afrika hariç tüm Afrika’ya hizmet ediyor. Türkiye daha önce İtalya’ya bağlıydı, şimdi bu grubun içindeyiz.

Neden?
Çünkü Avrupa’daki ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye bu alanda henüz emekliyor. Atılımların yapılması için bu gerekiyordu. Politik bir karar değildi tamamıyla iş yapabilme kapasitesini artırmak için. Biz şu anda Dubai ofisinin en büyük ülkesiyiz. Dubai’nin baktığı 40 ülke var. Dubai ofisinin en büyük pazarı Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, sonra Türkiye geliyor.

Türkiye’de kaç noktada satılıyor Acer ürünleri?
Türkiye’de 5 distribütör, 1000’in üzerinde de bayimiz var. Acer’ın geniş bir yelpazesi var. Bizim amacımız ve stratejimiz her ürün gamında minimum üç distribütörle çalışmak. Çünkü pazar geniş. Her ürün gamımız her distribütörümüzün satış gamına uymuyor. Bu yüzden de iyi takip gerektiriyor. Acer şu anda Kuzey ve Güney Amerika, Ortadoğu, Afrika bölgesinde çok büyük. Şirketin başkanı İtalyan Gianfranco Lanci. Dubai’ye bağlıyız ama Avrupa yönetimi altındayız. Türkiye de fokus ülke.

Bu ne demek?
En iddialı olduğumuz konu Türkiye’de dizüstü bilgisayarlar. Acer her yıl focus ülkeleri açıklıyor, en çok yatırımları o ülkelere yapıyor. 2005 yılından beri Türkiye şirketimiz için fokus ülke. 2006 için Amerika, Çin, Türkiye’ydi. 2007 yılı içinde Türkiye’nin fokus ülke konumunu sürdüreceğini düşünüyoruz. Yani Acer Türkiye’de büyüyecek.

Türkiye’de ikinciyiz diyorsunuz, ne kadar pazar payınız?
2005’te beşinci sıradaydık, 2006’da ikinci sıraya yükseldik. HP birinci, arkasından Acer geliyor. Yüzde 17 ile ikinci konumdayız.

Satışın % 70’i 1.000 $ altı

2007 yılı hedefleriniz nedir?
Yüzde 150 büyümeyi hedefliyoruz. Araştırma şirketinden aldığımız verilere göre Türkiye’de PC pazarı daha 3-4 yıl büyüyecek. Sonra bir durgunluk olacak, daha doğrusu aynı seviyede seyredecek. O zaman gelene kadar en iyi yerde olmak amacımız. Türkiye entresan bir pazar. Satışlarımızın yüzde 70’i 1.000 dolar altı dizüstü bilgisayarlarda da olsa, teknolojiye yatırım yapmak isteyen tüketici sayısı her geçen gün artıyor. Bizim ürün yelpazemiz de 1.000 dolarların altından başlıyor, 3.000 dolarlara varıyor.

Dünyanın en büyük notebook’u
Dünyanın en büyük notebook’u bizde. 20 inc’lik 7.5 kilo ağırlığında bir notebook’umuz var. Onun satışları da iyi gitti.

* Gelir seviyesi yüksek olanların genelde iki notebook’u var, işinde ve evinde.

* Bazı evlerde insanlar artık monitör ve klavye istemiyor. Notebook daha kullanışlı geliyor. Multimedya özelliklerinden feragat etmeden belki de Digitürk’ünüzü de bağlayabileceğiniz, her şeyi yapabileceğiniz bir PC bu. Büyük ekranlı, rahatlıkla DVD de izliyorsunuz, kanalları da. Yazınızı da yazıyorsunuz, sunum da hazırlıyorsunuz.

Yazının devamı...

7 dolarlık otelde kaldığı gece hayatı değişti

Turkcell’in yeni Genel Müdürü Süreyya Ciliv Pazartesi akşamı, Türkiye’de göreve başlamasının onuncu gününde basının önüne çıktı.

Gazeteci grubunun içinde Ciliv’i daha önceden yakından tanıyanlar vardı, bense kendisiyle yeni tanışanlardandım.

Bunu özellikle yazmamın bir nedeni var. Ciliv’le el sıkıştıktan 2-3 dakika sonra aklımdan şu geçti.

Ciliv’in bir yönü bana Süleyman Demirel’i hatırlattı. Demirel bir kez tanıştığı birini asla unutmaz ve o kişiyle ilgili mutlaka özel birkaç noktayı iyi hatırladığını sohbet ederken belli eder. Süreyya Ciliv de yıllardır görmediği gazetecileri bu özelliğiyle etkiledi. Benim gibi yeni tanıştığı kişilerle ilgili olarak da bilgilendirilmişti ve ilk anda bu tavrıyla alışık olduğumuz genel müdürü modelinin dışında olduğunu gösteriyordu.

Sohbet Ciliv’in kendi hayatını anlatmasıyla başladı. 47 yaşındaki genel müdür öncelikle açık sözlü. Hatta rakipleriyle ilgili konuşurken de hayli açık sözlüydü.

Turkcell’in yeni Genel Müdürü kendisini anlatmaya, “ABD’den saf bir adam gelmiş gibi görmeyin beni, yalnızca iyi niyetliyim” diyerek başladı.

3 çocuklu parçalanmış bir aileden geliyor. Hillary Clinton’ın kitabından bir sözle başlıyor: “Bir çocuğu yetiştirmek için bir köyün emeği gerekir.”

Ciliv ilkokulu 7 ayrı okulda okumuş ve hep başarılıymış. Kadıköy Maarif Koleji’nde okurken babasının yönlendirmesiyle Ankara Fen Lisesi’ne girmiş. Orada okurken elektronik mühendisi olmaya karar vermiş. Mezun olduğunda Alman ekolünden gelen babası Almanya’da okumasını isterken o diretmiş ve ODTÜ’ye adım atmış. Türkiye’nin karışık olduğu yıllar. 1976. Bir yıl okula gidememiş. Burs sınavlarına girip ABD’ye gitmekse, hayatını değiştirmiş. New York’ta lisan okuluna giderken aynı zamanda çalışmış. Süt taşımış bir kafede, boş tabakları toplamış. “Zengin Türk çocuklar gelirdi oralara, benim cebimde 5 kuruş yoktu” diyor.

7 dolarlık odada hayatının kararını verdi
Michigan’daki üniversiteye gittiği gün, hayatının dönüm noktalarından. Soğuk bir gece yarısı otobüsten inip, gördüğü ışıklı otel lehvasına doğru adım atarken dizleri titriyormuş. Cebindeki son 7 dolarla geceliği 7 dolar olan esrarkeş ve hapçılarla dolu bir oteldeki odasında tedirginlikten gözüne uyku girmeyen saatlerde ‘bilgisayar’ işine girmeye, geleceğin bu alanda olduğuna karar vermiş...

Annesini kaybedince Türkiye’ye döndü
Hayat... Zorluklar yeni kapılar açıyor. Michigan Üniversitesi’nden iki diploma aldıktan sonra da Harvard Business School İş İdaresi bursuyla master yapmış. Kendi şirketi Novasoft’u kurup, başarılı olduğu dönemde aynı zamanda baba da olmuş. Ve 1997’de annesi aniden öldüğünde dönüp hayatına bakmış. Annesinin çocuklarını görmeden göçüp gitmesi içine oturmuş ve Türkiye’ye dönmeye karar vermiş.

1997-2000 arası Türkiye Microsoft...

Ve daha sonra yine Amerika yine Microsoft.

Steve Ballmer ikna oldu!

Süreyya Ciliv, Türkiye’ye geldiğinden beri yazılıp, çizilen merak edilen bir nokta var. Ciliv Amerika’da Microsoft’ta pozisyon mu kaybetmişti, mutlu değil miydi? Bu soru sorulmadan yanıtını verdi Ciliv: “Bill Gates ve Microsoft’un başındaki diğer isimlerle yakın çalıştım. Özellikle 3 isimle çok yakındım. Steve Ballmer bir toplantı sırasında Turkcell’e geçeceğimi bir Türk gazeteciden öğrenmiş. Beni aradı. İlk önce beni ikna etmek istemiş ama sonra Turkcell’le ilgili bilgilendiğinde bana ‘doğru bir karar’ dedi. Microsoft’taki son görevimden memnundum. Şunu biliyorum. Bundan 5 veya 3 yıl önce Turkcell’in genel müdürlüğüne hazır değildim. Artık hazırım. Özellikle de Türk gençleri için iyi şeyler yapmak istiyorum. Buraya geldiğimden beri en çok gençlerin umutsuzluğundan etkilendim.”

Nokia gibi bir şirketimiz neden olmasın?
Ciliv, tüm konuşmasında birkaç kez Finlandiya’nın Nokia’sını örnek gösterdi. “Niye Türkiye’den böyle bir şirket çıkmasın?”

Ve Turkcell’in GSM operatörü olmanın yanı sıra iletişim ve teknoloji şirketi olabileceğine inandığını vurguladı.

Samimi ve açık sözlü bulduğum Ciliv’in tarzının da sektörü hareketlendireceğini düşündüm.

Ciliv’in rakipleriyle ilgili analiz ve yorumlarını Ekonomi Müdürümüz Ercan İnan kaleme aldı.

O sözlerden de anlaşılacağı gibi rekabet kızışıyor.

Yazının devamı...

1000 göz hastasını Türkiye’ye getirdi

Türkiye’nin Alman Sea şirketi tarafından yapılan “T” harfli tanıtım kampanyasını 6 Ocak’ta Bakan Atilla Koç açıkladı. Aynı gün ben de Alman ajansın “T” harfli kampanyasını beğenmediğimi yazmıştım.

Beğenen de var beğenmeyen de. Kimilerine göre yine çok geç kaldık, kimilerine göre “biz yine toparlarız.” Ne zaman tam olarak toparladık, bilemiyorum. Tanıtım kampanyasının basın toplantısından sonra çok sayıda turizmciden ve reklamcıdan mail geldi, hala geliyor.

Kampanyanın yararlı olup olmadığını seneye rakamlar ortaya döküldüğünde göreceğiz. Asıl konuma geçmeden önce bir nokta var ki yazmadan edemeyeceğim.

Hedefiniz yoksa...
Kültür ve Turizm Bakanı 2007 turizm hedeflerini açıklamadı. “Açıklamam” dedi.

İletişim ve tanıtım stratejileri hedef koyulmadan nasıl hazırlanır, bunu bilen var mı? Hedefe ulaşma yöntemleri vardır, hedef koymak çabalamayı getirir. Hedef koyarsınız, o hedefe ulaşmak için bir stratejiniz olur; yöntemleriniz, yolunuz olur. Ulaşırsınız ya da ulaşamazsınız. En azından başarısız olunca “Nerede hata yaptık?” diye dönüp bakarsınız. “Ütopik bir hedef koyun” diyen yok, ayakları yere basan bir hedef neden koyulmaz?

28 yaşındaki girişimci
Tanıtım kampanyasıyla ilgili yazımdan sonra bana ulaşan turizmcilerden biri Levent Baş oldu. Kendisi 28 yaşında. Sağlık turizmiyle uğraşıyor. Bugüne kadar sağlık turizmiyle ilgili bürokratların kapısını çok çalmış ama derdini anlatamamış. Bakmış olacak gibi değil, “Kendi şirketimi kurar, kendi yolumu izlerim” demiş.

Boğaziçi Üniversitesi Turizm İşletme Mezunu Levent Baş, 2002’de Viyana’da Gesund und Schönheit Informations Büro adlı şirketini kurmuş. Bu şirket 2002’den beri Avusturya, Almanya, Hollanda ve Belçika’dan Türkiye’ye hasta getiriyor. Göz, diş, estetik ameliyatlar ve saç ekimi yaptırmak isteyen hastalara Türkiye tanıtımı yapıyor.

Web sitesi temel tanıtım kanalı. Ayrıca tıp kongrelerine katılıyor, Avusturya, Almanya, Hollanda ve Belçika’da doktorların kurduğu derneklerle temas kuruyor.

“Sağlık Bakanlığı’nın ve büyükelçiliklerimizin defalarca kapısını çaldım ama hep boş laflar duydum, sonra kendi yolumu izledim. Türkiye’ye gelmeyi düşünenler buraya gelirken tatil için bir kez düşünüyorsa, sağlık turizmi için üç kez düşünüyor ama gelenlerin büyük çoğunluğu çok memnun kalıyor. Özellikle de Hindistan’a gitmek yerine Türkiye’yi tercih eden hastalar hem zaman kaybına uğramıyor hem de tatil de yapıyorlar.”

Bunlar Levent Baş’ın sözleri.

10 milyar euroluk pazar
Levent Baş, geçtiğimiz yaz tamamen kendi girişimiyle Dünya Göz Hastanesi’yle birlikte çalışarak 1000 göz hastasını Türkiye’ye getirdi. “Önümüzdeki yıl 12 bin göz hastasını getirmeyi hedefliyoruz” diyor. Dünyada yaklaşık 10 milyar euroluk bir pazar sağlık turizmi. Şu anda Türkiye bunun yüzde 1’ini bile alamıyor. Sağlık turizmiyle ilgili bir tanıtım stratejimiz, hedefimiz olsa fena mı olur?

İsrail ne yaptı?
Türkiye sağlık turizmi için neler yapabilir? Örneğin Hindistan. Hindistan hastaneleri yılda bir kez Londra’da fuar düzenleyerek kendilerini tanıtıyor. Örneğin İsrail. Türkiye’nin Çeşme, Afyon ve Dalaman’daki termal olanaklarının en az İsrail kadar iyi olduğu, hatta daha da iyi olduğu biliniyor. Ancak İsrail’in termal turizm için Avusturya ve Almanya’yla anlaşmaları, protokolleri var. Avusturya’da devlet sedef ve romatizma hastalarının yılda bir kez için termal tedavi masraflarını karşılıyor. İsrail, Avusturya devletiyle imzaladığı protokolle Avusturyalı hastaların bu hizmeti İsrail’deki Ölüdeniz’de almalarını sağlıyor.

Yazının devamı...

Bankalar Birliği bebeklere 1 milyon YTL ayırdı

Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması’na göre, Türkiye’de her yıl ortalama 1 milyon 400 bin çocuk doğuyor.

Ve ne yazık ki günde 110 bebek, daha yaşamının ilk aylarında ölüyor. Yani yeni doğan her bin çocuktan 29’u daha ilk aylarda yaşama veda ediyor. Bunun en önemli nedeni cehalet, eğitimsizlik ve maddi olanakların yetersizliği. Türkiye’de çocukların yüzde 25’i 4 yaşına kadar sadece bir kez doktor kontrolünden geçiyor. Doğum yapan kadınların yüzde 26’sı doktorsuz doğum yapıyor.

Türkiye Bankalar Birliği bu verilerden hareketle 2003 yılında bir kampanya başlattı. “Çok Yaşa Bebek” projesiyle bugüne kadar 36 ilde 49 hastanenin cihaz eksiklikleri tamamlandı.

Türkiye Bankalar Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özince, bu projeyle ilgili bilgiler göndermiş. “Hastanelerin yenidoğan, çocuk acil ve yoğun bakım servislerine yapılan katkılarla bugüne kadar bu cihazlardan 10 bin bebeğin yaşama şansını artırmış olmanın mutluluğunu yaşıyoruz” diyor ve Çok Yaşa Bebek projesine devam etme kararlılığında olduklarını söylüyor.

Çok Yaşa Bebek projesi için ayrılan kaynak bu yıl artırıldı. Türkiye Bankalar Birliği, 2007 eylülüne kadar bebeklere 1 milyon YTL ayırdı.

Kampanya nasıl işliyor?
Doktorlardan ve hastanelerden gelen talepler değerlendirmeye alınıyor. Tıbbi cihaz talepleri, genellikle tıp kongrelerinde Çok Yaşa Bebek standlarında, www.cokyasabebek.org sitesine yapılan başvurularla belirleniyor. Cihaz alım ihalesini takiben bağış yapılacak hastanelere bilgi ulaştırılıyor. Cihazlar her yılın sonuna kadar hastanelere teslim ediliyor. Hastanelere verilen cihazların performansı da Türkiye Bankalar Birliği tarafından kontrol ediliyor.


THY Barzani’yle flört mü ediyor?
Türk Hava Yolları’nın Irak Genel Satış Acenteliği’ni Barzani’nin yeğenine vereceği iddiasını www.airporthaber.com’da okumuştum.

THY ile Barzani ailesi görüşmesinin Ankara’dan yani siyasilerce de yakından takip edildiği öne sürülüyordu. Biliyorsunuz, THY kendi ofislerinin bulunmadığı yerlerde Genel Satış Acenteliği veriyor ve bu acenteler THY adına çalışıyor.

THY Basın Müşaviri Ali Genç, bu iddialardan sonra bir açıklama gönderdi.

Açıklama şöyle: “Türk Hava Yolları’nın Irak Temsilciliği’ni almak için birçok firmadan teklif gelmiştir. Ancak bu firmalardan herhangi biri ile görüşme yapılmamıştır.”

Ezcümle, somut bir gelişme yok gibi... Peki “Barzani’nin yeğeni” denilen kişi kim? Serdar Barzani, Mesut Barzani’nin babası Molla Mustafa’nın yakın adamlarından birinin oğlu. Molla Mustafa kendisi için hayatını feda eden korumasının tüm çocuklarına sahip çıkmış. Serdar Barzani de onlardan biri. Serdar Barzani’nin Amerika’ya gidene kadar soyadı farklıymış. ABD’de “Barzani” soyadını almış ve o artık bir işadamı.

İddia edildiği gibi Barzani ailesiyle bir kan bağı yok. Ve şimdi ortağı olduğu şirket THY’nin Irak’taki acenteliğine talip.


Uzan gitti, Motorola ve Nokia Telsim’le el sıkıştı

Telsim Vodafone, Uzanlar’dan
3 milyar dolarlık alacaklarını tahsil edemedikleri için mahkemelik olan Motorola ve Nokia ile tekrar işbirliği yaptı. 1 milyar dolarlık yatırımla şirketin altyapısı yenilenecek

Vodafone Türkiye’nin CEO’su Attila Vitai, Motorola ve Nokia ile işbirliği yaptıklarını ve altyapılarını yenileyeceklerini söyledi. Uzan Grubu’ndan toplam 3 milyar dolar alacaklarını tahsil edemedikleri için mahkemelik olan iki şirketten Motorola ile işbirliği çerçevesinde 1 milyar dolarlık yatırım yapacaklarını belirten Vitai, “İki yıl içinde faturalar ya da cep telefonu cihazları üzerinde çok durmayacağız, en büyük hedefimiz şebeke kalitesinin artırılması. Türkiye’deki en kaliteli şebeke bizim olacak” dedi.

TELSİM ADI GİDİYOR
Bu yatırımla en son teknolojiyi kullanacaklarını anlatan Vitai, Nokia ile de anlaşma imzaladıklarını, 3G ve IP’ye hazır hale geleceklerini kaydetti. Vitai, şöyle konuştu: “Motorola ile ilk kez anahtar teslim sözleşme uyguladık. Sözleşme, mevcut şebekeyi yönetmek, eski ekipmanları yenisiyle değiştirmek gibi adımları içeriyor. İşten çıkarma yapmıyoruz, çalışanlarımız bu süreçte Motorola için çalışacak. Motorola’ya transfer edeceğimiz eleman sayısı 300-400 civarında olacak. 3 ay ila 1 yıl arasında çalışacaklar ve sonra geri gelecekler. Motorola ile fiyatta anlaştık, gecikme riski yok, 8 yıllık işletimin maliyeti bize söylendi, biz de bu maliyet için yatırım yapmış olduk.”

Vitai, şebeke ve hizmet kalitesi yeterince iyileştirildiğinde Telsim adını bırakacaklarını belirtti. Vitai, “Bu yıl içinde marka olayını tamamlayacağız” yorumunu yaptı. Türkiye piyasasına geç girdiklerini, ancak stratejilerini çok uzun vadeli belirlediklerini de anlatan Vitai, “Pazara kısa dönemli kâr için değil, uzun dönemli girdik. Türkiye’nin 1 numaralı şirketi olmak istiyoruz. Son 6-7 ayda büyük başarılara imza attık” diye konuştu.

MOTOROLA: HİÇ GİTMEDİK
Motorola Başkan Yardımcısı Jose Figueroa da, Türkiye piyasasına ve Vodafone’a önemli taahhütlerinin olduğunu belirterek, “Müşterilere de en son teknolojiyi sunma taahhüdümüz var. Türkiye’den hiç ayrılmadık. Türkiye’ye her zaman inandık. Vodafone ile daha güçlü giriş yapma imkanına kavuştuk” dedi.

‘Pazar payımız % 24’ün üstünde’
Attila Vitai, baz istasyonu sayısını yüzde 17, şebeke kapasitesini yüzde 24 artırdıklarını, trafik sıkışıklığını yüzde 80, bağlanamayan aramaları yüzde 12, şebekenin müsait olmayışını da yüzde 11 azalttıklarını söyledi. Vitai, “Kasım sonunda yüzde 24’ten fazla pazar payımız vardı. Son 6 ayda 100 kişiden 40’ı Vodafone’u seçti. Aralık’ta pazar lideriyiz. 4-5 yılda pazar payımız yüzde 24’ün çok çok üzerinde olacak, 1 numara olmaya doğru gideceğiz. 10 yılda yüzde 10’dan fazla gelişme bekliyoruz” diye konuştu.

En pahalı reklam ‘Sınırlar ötesi’ kampanyasına yapıldı
Telsim Vodafone’un reklam kampanyasına da değinen Attila Vitai, yüzbinlerce sterline malolan ’Sınırlar ötesi’ reklamının bugüne kadarki en pahalı Telsim reklamı olduğunu söyledi. Vitai, “Telsim’in daha önceki reklamları ’Biz ucuzuz’ imajını veriyordu. Bu imaj Vodafone’un imajıyla tutarsızdı. Bu kampanyayla Telsim’in geçmişteki iletişim metodunu değiştirerek Vodafone’un gelecekteki stilini oluşturmaya çalıştık. 400 bin sterlin ya da 600 bin dolar olsa da rakamı önemsemedik” dedi.

Yazının devamı...

Creme Bruleeli krem mi organik mi?

Harvey Nichols’taki bazı kremler yenilebilecek kadar doğal

Kanyon’daki Harvey Nichols dünyaca ünlü birçok markayı Türkiye’ye getirdi. Son zamanlarda içine ne zaman girsem in cin top oynuyor. İçimden “Durumlar gerçekten de kötü” diye düşünürken, yanıldığımı öğrendim. Harvey Nichols’ta satışlar gayet iyi gidiyormuş. Hani hatırlarsınız Harvey Nichols açılırken “İstersen duş yap” şeklinde haber yorumlar çıkmıştı. Mağazada kişiye özel satış uygulaması var. Mağazadaki özel bölümlerde bu kişiler ağırlanıyor, giyinip soyunurken atıştırıyorlar, dilerlerse duş bile alabiliyorlar. Kısacası, Kanyon’daki Harvey Nichols’un esas müşterileri görünmüyor.

Görünmeyi tercih edenlerin bir elin parmaklarını geçmediğini düşündüğüm mağazanın kozmetik bölümüne geçenlerde ilk kez adım attım. Doğrusu kozmetik markalarını bilmiyordum... Çoğu Türkiye’ye ilk kez gelen markalar. Örneğin Nars. Son yılların ABD’de en çok satan markası. Mağazada geçerken olduğum yerde iki kez kök salmama neden olan ürünler oldu. Bunlardan biri Laura Mercier... Kapatıcılarının dünyanın en iyisi olduğu söyleniyor. Sürüyorsunuz, gerçekten de cildiniz kusursuz oluyor. Ve bu markanın yanık şeker kokulu sütlü tatlı Creme Bruleeleri var. Yemiyor, sürüyorsunuz! Yenilecekleri biraz sonra anlatacağım. Creme Brulee aromalı el kremleri, banyo köpükleri ya da bunların citron-lime’lı, ballı versiyonları ve nanelileri de var. Çok baştan çıkarıcı!

Harvey Nichols’ta esas farklılık organik kozmetik ürünlerinde. Doğallığa önem verenler, sıklıkla yurtdışına çıkanlar ve kozmetik dünyasını yakından takip edenler dışında ne yazık ki bu ürünler Türkiye’de çok fazla bilinmiyor. Organik ürünlerin en önemli özelliği doğal yollardan elde edilmeleri. Birkaç örnek vermek gerekirse; Spiezia, yüzde 100 organik sağlık ve güzellik ürünlerini üretiyor.

Jo Wood’un ürünleri
Jo Wood Organics ultra lüks, cilt bakımı ve güzellik ürünleri sunuyor. Hikayesi şöyle; Rolling Stones’un gitaristi Ronnie Wood’la evli olan ve pişirdiği yemekten yastığına hayatındaki herşeyin organik olmasına özen gösteren Jo Wood organik cilt bakım ürünü bulmakta zorluk çekince kendi ürünlerini yapmaya karar veriyor. Avrupa’nın en iyi uzmanlarıyla bir araya gelen Wood, kimyasal madde içermeyen organik banyo ve vücut ürünlerinden oluşan markasını yaratıp ve satışa sunuyor.

İSTERSENİZ YİYEBİLİYORSUNUZ!
Harvey Nichols’ta yüzde 100 doğal olan ama organik olmayan ürünler var. Organikler sertifikalı, bunlar sertifikasız. Korres adlı bir marka var.

Korres’in kökleri Atina’daki en eski bitkisel ilaçlar yapan eczaneye kadar dayanıyor. Korres takımı doğal içerikler ve bitkilerin yararları ve kullanım alanları hakkında çok geniş bir tecrübe ve bilgiye sahip. Homeopathy Korres cilt ürünlerinin geliştirilmesinde ve ilkelerinde önemli bir rehber.

Çevre dostu kişisel bakım ürünleri yaratan Burt’s Bees ise çok ama çok farklı.

Burt’s Bees, cilt ve saç bakımı ürünleriyle dikkat çekiyor. Bu markanın ürünleri o kadar doğal ki, isterseniz kremleri yiyebiliyorsunuz!

Yazının devamı...

Turizmi 120 milyon dolarlık ‘T’ harfli afişler kurtaracakmış

Kültür ve Turizm Bakanlığı bugün Türkiye’nin 2007 Tanıtım Kampanyası’nı açıklayacak. Her zaman olduğu gibi yine geç kaldık.

Bayram tatilinde CNN International’da Mısır’ın kampanyasını görünce doğrusu dudağım uçukladı. Mısır’a daha önce gitmiş ve çok da memnun kalmamış olmama rağmen, “Bir daha gitsem mi?” diye düşündüm. Güney Kıbrıs, Tunus, Mısır ve İspanya çoktan başladı kampanyalarına. Biz yine arkadan geliyoruz. Üstelik geçen yılı da hiç iyi geçirmedik.

Hatırlarsınız, 2006 boyunca Türkiye’nin tanıtımı ile ilgili tartışmalar sürmüştü. 2006’ya kadar Türkiye’nin tanıtımını üstlenen dDF geçen yıl ihaleye alınmamıştı. İhaleyi alan Wunderman reklam ajansı ile ilgili iddialar da hep gündemdeydi. Atilla Aksoy’un şirketi Wunderman’ın kullandığı görsellerin dDF’e ait olduğu öne sürülmüştü. Kullanılan “Akdeniz ve Fazlası” sloganının da tur operatörü Thomas Cook tarafından 2004-2005 döneminde Akdeniz ülkeleri için hazırlanan katalogdan çalıntı olduğu iddia edilmişti.

Geçtiğimiz yıl tanıtımda sınıfta kaldık, bahanelerimiz hazırdı: Karikatür krizi, kuş gribi... Oysa bir hatırlayalım, Türkiye’de bombaların patladığı; HSBC’nin, sinagogların bombalandığı dönemde turizm gelirlerinde yüzde 14’lük artış olmuştu. Hadi o günler geride kaldı, önümüze bakalım. Geçen yılı da kötü geçirdik, bari bu sene her şey iyi olsun. Peki ne yapıldı?

Bu yıl Türkiye’nin tanıtım kampanyası yabancı şirketlere emanet edildi. Bir Alman ve bir Rus şirket ihaleyi kazandı. Alman Sea Gmbh ile ilgili bilgi toplamak için internete başvurdum, iyi Almanca bildiğim için sınırları zorladım ama yine de istediğim bilgilere ulaşamadım. Ben bu yazıyı hazırlarken Hürriyet’ten arkadaşım Gila Benmayor da aynı konuya değinmiş, o da bu şirketi hiç duymadığından söz etmiş. Ben de ısrarla aradım ama bu şirketin daha önce hangi ülkelerin turizm kampanyalarını düzenlediğini bulamadım.

Kollarımızı açtık, gelin
Neyse, şirketten daha önemlisi Türkiye için hazırladıkları kampanya, öyle değil mi? Türkiye ilk defa tanıtım kampanyası için 120 milyon dolar ayırdı. Yanlış bilmiyorsam önceki yıllarda bu rakamın yarısına bile ulaşılmıyordu. Ayrılan bütçe gerçekten de müthiş, neler yapılır neler...

Peki ne yapılmış?
Alman Sea Gmbh’nin hazırlıkları geçti elime. Türkiye’nin farklı yerlerinden görüntüler. Fotoğraflar sıradan. Her fotoğrafa kolları açık biri oturtulmuş. Birinde kadın, birinde erkek, çocuk da var. Fotoğraflara konuk olanların ortak özelliği sarışın olmaları ve kollarını açık tutmaları. Neden kollar açık diyeceksiniz? Çünkü onlar birer “T” harfi. Teknenin üzerinde genç bir adam, kollar açık, gülüyor. Adam “T”, yanında “ürkei”. Hareket edilen nokta Türkiye’nin baş harfinin “T” olması. Koskoca Türkiye “T” harfinden yola çıkılarak Avrupa’da tanıtılacak.

Alman şirket tüm bilboard’lara bu “T” harfiyle çıkacak. Türkiye’nin nasıl bir turizm markası olduğunu düşünün ve Avrupalılar’ın bakış açısıyla bilboard’lara bakmaya çalışın. Kaç Avrupalı’nın içi Türkiye dediğinizde kıpır kıpır olur?

Alman şirketinin yetkilileri bu fotoğrafları nereden buldu, zahmet edip Türkiye’ye bir ekip gördermediler mi? Türkiye için en yaratıcı fikirleri “Türkiye” demek miydi? Ve bu şirketin kampanyasını bizim yetkililerimiz nasıl beğendi? Nesini beğendi?

ABD ve Avrupa’daki tanıtımları Almanlar’a emanet ettik, diğer ülkeleri ise Rus Manifeste şirketine. Şimdilik Rus şirketten ses yok. Onların nasıl bir kampanya hazırlayacakları da merak konusu.


‘Welcome home’ filmi hazırlanacak
Türkiye’nin tanıtımıyla ilgili ayrı bir nokta da şu: Böyle bir durum bu yıl ilk kez yaşanıyor. Bakanlık, yurtdışında gösterilecek tanıtım filmi için ayrıca ihaleye çıktı. Bu ihaleyi dDf kazandı ve biri Türkiye, biri de İstanbul için olmak üzere iki tanıtım filmi hazırladı.

“Welcome Home” ve “İstanbul” konulu filmleri hazırlayan dDF, tanıtım kampanyasının tümünü almak için de ihaleye girdi ancak yanda da belirttiğim gibi Alman ve Rus şirketler tercih edildi.

“Welcome Home” Efes, Kapadokya, İstanbul, Nemrut Adıyaman, İshakpaşa (Ağrı), Gaziantep, Üç Ağızlar/Kaş/Kalkan/Kaya Mezarlar, Kaputaş, Ölüdeniz, Side güzergâh ve mekânlarında çekilecek ve Türkiye’nin kültürel, tarihsel ve turistik değerleri işliyor.

‘İstanbul’ filmi de çekilecek
İstanbul reklam filmi ise; Boğaz Köprüsü, Topkapı Sarayı Kapısı, Ayasofya, Kız Kulesi, Salacak, İstanbul silüeti (Üsküdar-Sarayburnu arası), Üsküdar-tarihi mekânlar, III. Ahmet Çeşmesi güzergâh ve mekânlarında çekilecek. İstanbul’un tarihi ve kültürel değerleri, ayrıca Asya ile Avrupa kıtalarını birleştirme özelliği vurgulanacak.

Bu filmler yurtdışında gösterilecek. Filmlerle, Alman şirketin “T” harfli bilboard’ları nasıl bir bütünlük gösterecek, o da ayrı bir konu.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.