Şampiy10
Magazin
Gündem

Bir ayda 45 uçak bileti alan var

Çağlar Erol ve eşi Nihan Çolak Erol Türkiye’nin ilk internet girişimcilerinden. Şimdilerde enuygun.com’un başındalar. Enuygun.com’u Berlin merkezli R2 International ile birlikte kurdular. Enuygun.com hizmet-servis karşılaştırması yapan bir site. En çok da en uygun kredi karşılaştırmalarıyla biliniyor. Size en uygun krediyi, sigortayı, uçak biletini ve tatil imkanını bulma konusunda iddialılar. Çağlar Erol ile ‘enuygun’ üzerine konuştuk.

Nasıl başladı sizin hikayeniz?

Eşimle bir süre yurtdışında çalıştıktan sonra 2005’te Türkiye’ye dönüp ilk iş ağı platformunu kurduk. Yabancılar kısa süre sonra ortak oldu. 2008 yılında çıkış gerçekleştirdik, yine yabancı bir şirkete sattık. Internet sitesi kuruluşu, başarısı yabancıların ilgisi, sonra satış... Klasik bir öykü aslında.

Enuygun fikri nasıl oluştu?

2008 yılında daha önceki yatırımcılarımızla görüşürken onların yurtdışında fiyat karşılaştırma sitesi vardı. Türkiye’de fiyat karşılaştırmanın iyi bir model olacağını düşündük. 2008 yılında enuygun.com’u hayata geçirdik.

İlk hizmetiniz neydi?

İlk en uygun cep telefonu tarifeleriyle başladık. Hedefimiz insanların tasarruf etmek istedikleri alanlar oldu. Cep telefonlarıyla başladığımızda operatör taşıma yeni başlamıştı. Daha sonra ‘enuygun ADSL’i yaptık, daha sonra krediler geldi, sigorta ve uçak bileti geldi.

Kişiye özel bir hizmet veriyorsunuz, karşılaştırmaları nasıl yapıyorsunuz? Her şirket size her gün bilgi mi aktarıyor?

4 ana dikey altında fiyat karşılaştırması yapıyoruz. Bunlardan biri para dikeyi. İhtiyaç kredileri, konut kredileri, taşıt kredileri ve kredi kartlarını karşılaştırıyoruz, yakında mevduat hesaplarını karşılaştıracağız. İkincisi sigorta dikeyi. Sigorta dikeyinde sağlık sigortaları, kaskolar, trafik ve konut sigortalarını karşlaştırıyoruz. Üçüncü dikey tatil dikeyi. Uçak biletlerini karşılaştırıyoruz. Yakında otelleri de karşılaştıracağız. 4’üncü dikey ev servisleri. Şimdilik ADSL karşılaştırıyoruz, bu kanal büyüyecek.

Örnek verir misiniz, sağlık sigortası alacağım hangisi bana uygun mu? diye soruyorum size?

‘Ben sağlık sigortası altında hizmet almak istiyorum. Ne yapacağım?’ diyorsunuz. Biz acenta gibi çalışıyoruz. Sizin bilgilerinizi alıp farklı acentalardan sigortalardan teklifler alıyoruz. Size sunuyoruz.

En çok hangi konuda başvuru alıyorsunuz?

Bizim amiral gemimiz krediler. Biz bankaların kredilerle ilgili her türlü bilgisini alıyoruz. Örneğin siz 10 bin lira 24 aylık kredi alacaksınız, biz farklı banka seçeneklerini size sıralıyoruz. Siz onu tıklayarak başvuruyorsunuz, banka da anında size cep telefonunuzdan dönüyor.

Ne kadar başvuru oluyor size?

Biz geçtiğimiz ay 9 binin üzerinde konut kredisi başvurusu, 50 binin üzerinde ihtiyaç kredisi başvurusu gönderdik. Konut ve ihtiyaç kredilerine çok başvuru var. Bize başvuranlar çok bilinçli. Biz 8 bankayla anlaşmalıyız. Onlardaki her değişiklikten bizim anında haberimiz oluyor. Biz sonuçta yazılım tabanlıyız. Bir değişim olduğunda anında haberimiz oluyor, günceliz hep.

Uçak bileti satışlarınız nasıl? Müdavimleriniz var mı 6 aydır uçak bileti hizmeti veriyorsunuz...

Bizden bir ayda 45 bilet alan var, bu kadar zaman için nasıl bir insan bu kadar çok bilet alır ben çok şaşırdım. Biz seyahat ve otele yeni yükleniyoruz aslında. Sizle 12.00 gibi buluşmak için çıktım, 12.00’ye kadar 21 bin uçak bileti başvurusu yapılmıştı. Bilet almak isteyen her 20 kişiden biri geçiyor. Çünkü sistem tam oturmadı. Geçen hafta Londra’daydım bizim işimize benzer iş yapan bir şirketi ziyaret ettim. Oralarda da biraz sıkıntı var ama onlar sigorta konusunda çok ilerideler. Her ülkede model farklı. Türkiye’de en çok kredi başvurusu alınıyor.

Yazının devamı...

Emine Erdoğan’ı tanımam hızlı büyüdüğümüz için arkasında bir güç arıyorlar

Hasip Gencer ‘komşu fırın zincirinin arkasında Emine Erdoğan var’ iddiasını yanıtladı:

KOMŞU Fırın fikrinin kendisine ait olduğunu ve üzerinde 7 yıl çalıştıklarını söyleyen Hasip Gencer, şirketin arkasında Başbakan Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın olduğuna dair iddiaları ‘şehir efsanesi’ olarak nitelendirdi. Gencer, “Emine Erdoğan’ı hiç tanımıyorum. Uzaktan yakından alakamız yok. Muhtemelen o da benim adımı hiç duymamıştır. Bir şey hızlı büyüyence dikkat çekiyor. Bizim işimizi Uno’dan bir adım öteye götürme hikayemiz Komşu Fırın. Benim hayalimdi bu. 10 yıldır buna emek verdim. Arkasındaki güç benim ailem, şirketim” dedi

Hasip Gencer’le bundan 4 yıl önce buluştuğumuzda Uno’nun büyüme hikayesini dinlerken Komşu Fırın girişiminin ipuçlarını vermişti. O dönemde Gencer kafasındaki projeyi gerçekleştirmek için farklı denemeler yapıyor, yurtdışındaki örnekleri inceliyordu. Şimdilerde herkes Komşu Fırın’ı konuşuyor. Hatta hızlı büyüyen bu zincirin Başbakan’ın eşi Emine Erdoğan’ın olduğu şeklinde de bir söylenti var. Uno’nun ve Komşu Fırın’ın arkasında Doruk Grubu var. Hasip Gencer değirmenci babasından öğrendiği işi öylesine büyüttü ki şu anda dünyanın en büyük un ticaretini yapan şirketler arasında Doruk Grubu yer alıyor. Gencer de ‘Komşu Fırın için söylenenler şehir efsanesi’ deyip geçiyor.

8Uno paketlenmiş ekmekle Türkiye’yi tanıştıran marka. Siz baba mesleğini alıp geliştirdiniz. O hikayeleri de çok anlattınız. Şunu merak ediyorum, babanızdan bayrağı devraldığınızda kendinize bir hedef koymuş muydunuz?

Biz zaten buğday ve un işini çok iyi biliyorduk. En iyi teknikleri kullanıyorduk. Uno kendi içinde ekmek sektöründe ya da unlu mamül sektöründe ilkleri yapmak için yola çıktı. Bizim ana hedefimiz Doruk Gıda olarak hep şu iddiayı taşıdı: Türkiye dünyada en fazla ekmeğin tüketildiği ülke.

Ne kadardı tüketim?

Yılda kişi başına 150 kilo. Buğdayın anavatanıyız ama Türkiye kalite bakımından dünyadan buğday ithal eder duruma gelmişiz. En kaliteli buğday bizde değil. Üstelik de verim çok düşük. Buğdaya bağlı tüm sektörlerin çağın gerisinde kaldığını, geliştirilmeye ihtiyacı olduğunu görüyorduk, durumun insan sağlığını destekler değil tehdit eder nitelikte olduğunu tespit ettiğimiz için bu yola çıktık.

Ekmek için ithalatçı olduk

8Un ve buğday işini ileri teknolojiyle buluşturup ekmek üretimine girdiniz. Bunu yaparken de paketlenmiş ekmeği Türkiye’de ilk siz yaptınız...

Evet, ekmek sektörüne girdik. Bizim o zaman buğday ithalatı diye bir işimiz yoktu. Amerika’dan buğday ithal ettik. Az miktarda getiremediğimiz için bir gemi buğday getirdik. O buğdayın onda biri bize lazımdı. Getirdiklerimizi sektöre sattık. Buğday ithalatçısı olduk. Benim değirmenci babamın olması, un fabrikası içinde doğmam, büyümem etkili oldu. Bir de bizim yetiştiğimiz jenerasyonda şu da vardı, biz dünyayı değiştirmek istiyorduk.

8Kaç yıldır Uno var?

21 yıl oldu. Uno Tost ekmeği ilk üründü. Tost ekmeği, hot dog ekmeği, hamburger ekmeğiyle başladık. Hızla gelişti. Galeta, çavdar ekmeği...

Kaç çeşidiniz oldu?

Perakende sattığımız ürün çeşidi 42, otellere, cafelere sattığımız ürünler 200’ün üzerinde. Toplam pazarın yüzde 1.5’i paketlenmiş ürün.

Bunda sizin payınız ne kadar?

Bizim payımız yüzde 70.

Diğer ülkelerle kıyasladığınızda durum nasıl?

Gelişmiş ülkelerde yüzde 80’e çıkanlar var. Avrupa’da yüzde 10’un altı yok.

Dondurulmuş ekmek satışlarınız nasıl?

Dondurulmuş ekmeği de ilk biz yaptık. Çok talep var. Ekmeğin en önemli özelliği fırından yeni çıkmış olması. Biz bu konuda çok geliştirdik kendimizi.

Unla ilgili ne varsa yapmaya başladınız...

Doruk Türkiye’nin ilk un ihracatını başlatan şirket. Hâlâ yüzde 10’nu yapıyoruz. İhracat yapan firma sayısı 200’ün üzerinde. Dünyadaki un ihracatının ticaretinin yüzde 1.5-2’sini Doruk Grubu yapıyor.

Kaç ülkeye ihracat yapıyorsunuz?

35 ülkeye ihracatımız var. Biz en çok Uzakdoğu ve Afrika’ya yapıyoruz.

Sizin kaç şirketiniz, kaç çalışanınız var?

Doruk Grubu, buğdayın 14 şirkete bölünmüş değer zincirini tohumu, sözleşmeli tarmı, un haline dönüşmesi, lojistiği, ekmeğe dönüşmesi perakende de satılması gibi zinciri değer zinciri olarak görüyoruz. 3 bin çalışanımız var. Kimi Muş’ta tarlada, kimi Bebek’te Komşu Fırın’da çalışıyor. Şirketlerimizin hepsi Türkiye’de lider, bazıları da dünyada ön sıralarda.

Komşu Fırın benim fikrim

Gelelim Komşu Fırın’a... Kaç Komşu Fırın oldu?

Şu anda 52. Yıl sonunda 75 olacak.

Komşu Fırın nasıl doğdu?

10 yıllık bir hikaye aslında. Uno’da şunu farketmeye başladım 2000’li yılların başında. Doğru konsept İstanbul’da üretiyoruz, Ankara’da da üretiyoruz. İki şey eksikti, insanlar hala sıcak ürün istiyorlar, mahallede fırından ekmek almak istiyorlar. Bizim Uno modelinde ürün çeşitliliğini de, hijyeni de sağlasak hala tüketici fırın ekmeği istediği için genelde oran yüzde 1.5. Bunu nasıl hallederiz sorusu kafamı yıllarca meşgul etti. Mahalledeki fırın sıcaklığı ve kalite, hijyen olacak, taviz vermeyeceğiz. Ortaya bir iş modeli çıktı. Bu fikirdi. Biz Uno’da bu ürünleri üretsek tam pişirmesek yüzde 75-80 pişirip dondursak sonra Türkiye’nin her yerinde tüketiciye yakın yerlerde pişirme noktaları açsak, son pişirmeyi yapıp günün her saati tüketiciye sıcak versek.

Çok uzun sürmüş...

Kolay değil. Ar-Ge’si 7 yıl sürdü. Ben 30 fabrika gezdim yurtdışında. Yabancı uzmanlarla çalıştık, yaptık bozduk. Sonunda işi öğrendik. Yüzde 80 pişirip dondurup fırına götürdük. Perakendeciliği öğrenmemiz gerekiyordu. Çeşitler de arttı. Börek, simit, poğaça da seviyoruz. İlk Panpan adıyla açıldı. Açılanlar kapandı, hatalar yapıldı. Komşu Fırın adıyla ilk Levent’te açtık. Üretim hatlarını oturttuktan sonra hızlı büyüme önünde engel kalmadı. Dükkan bulduğumuz sürece 50 de açarız 100 de.

8Komşu Fırın’lar Emine Erdoğan’ın deniliyor. Bana bununla ilgili en az 30 mail gelmiştir...

Biliyorum. Bu da bana çok soruluyor. Emine Erdoğan’ı hiç tanımıyorum. Uzaktan yakından alakamız yok. Muhtemelen o da benim adımı hiç duyamamıştır. Bir şey hızlı büyüyence dikkat çekiyor. Şehir efsanesi...

Ülker ile ortaklığınız oldu...

Emine Erdoğan Ülker’in ortağı mı? Ülker ortaklığı bizim için son yıllarda oldu. Komşu Fırın’ı büyüten bizim Doruk Gıda. Bizim işimizi Uno’dan bir adım öteye götürme hikayemiz Komşu Fırın. Sonuçta tüketiciye bu değer zincirini oluşturacağız diyorsak benim hayalimdi bu. 10 yıldır buna emek verdim. Arkasındaki güç benim ailem, şirketim.

İstanbul dışına da açılacaksınız...

Hızlı büyütmeye mecburuz. Sistem müsait. Unla ilgili hatlar kurduk. Baget ekmeğini bir prosesle üretiyoruz. 3 fabrikamız var. Düğmeye basıyorsunuz 1.000 tane kruvasan çıkıyor, bin poğaça... 12 dakika da 3 dükkanın ihtiyacını üretiyoruz. Mecburen açtık, çünkü kârlı olması için açmamız yani satmamız gerekiyordu.

Bayilik değil mi Komşu Fırın’lar?

Bayilik değil. Hepsi şirketin. Dükkanları kiralıyoruz. Ankara’da dükkan açmaya başlayacağız önümüzdeki yıl. Bu seneki hedefimiz İstanbul.

Özel sektörde kooperatifçiliği biz başlattık

8Buğday üretimi artmıyor Türkiye’de. Hatta yeni tarım alanları da açılamadığı için büyük sorunlar var. Gelecekte Türkiye’yi bu konuda da açmazlar bekliyor mu?

Türkiye’de de tarım alanları büyüyemiyor... Türkiye potansiyel olarak bugün ürettiği buğdayın iki mislini üretecek kapasitede... Verim çok düşük. Biz grup olarak her şeyi devletten beklemiyoruz. Buğday tohum ıslah çalışmaları yapıyoruz. Biz özel sektörün en büyük tohum üretcisiyiz. Bizim ektiğimiz tohumlar 700-800 kilo verim veriyor, Türkiye ortalaması 150 kiloyken. Bu doğru tarımın parçası. Biz Doruk Holding olarak ilk özel sektör kooperatifçiliğini başlattık. Eflani’de buğday üreticisini biraraya getirip organize etmeye verimli tarımı yerleştirmeye çalışıyoruz. Türkiye’de köylülerin elinde küçük parça araziler var. O kadar küçük topraklarda tarım yapsa ailesini geçindiremiyor. Devletten fayda umuyor, devler gelir desteği veriyor. Bazı tarım ürünleri fiyatları çok yüksek, destekleme alımları yapılıyor. Buğday yetiştiren adamın bir yılda ailesini geçindireceği fiyat taban fiyat olarak belirleniyor ama bu köylünün refah içinde yaşamasını sağlamıyor. Eflani’de toprakları ekemiyorlardı. Biz 5 bin 500 dönüm arazi ektik. “Arazilerinizi birleştirin, getirin tapuları biz ekelim, siz çalışın ortaya çıkan ürünü paylaşalım” dedik.

Bu kadar arazi için kaç kişiyle kontrat yaptınız?

Biz 1.200 kişiyle kontrat yaptık, 1.200 tapu geldi. Ortalaması 4.5 dönüme geliyor. Sonuçta 5 bin 500 dönüm ektik, birçok ekilmeyen arazi ekildi. Toprağı olanlar gelir elde eder hale gelecek bu yıl. Bunlarla Türkiye daha iyi bir tarım ülkesi olabilir.

3 KIZIM VAR NE İSTİYORSA ONU YAPARLAR

Hasip Gencer’in 3 kızı var. Hiçbirini iş konusunda yönlendirmediğini anlatan Gencer, şöyle devam ediyor: “Ne istiyorlarsa onu yapmalılar. Büyük kızım Burcu pedagog oldu. Yeni de anne oldu. Torun sahibi oldum. Adı Ali. Diğer kızım 20 yaşında üniversitede okuyor, diğeri lisede. Çocukları ‘Babanızın işini yapın’ diye yönlendirmedim. Ortanca yaz tatilinde burada çalışmak istedi. Haftada 3 gün çalışıyor. Uzun dönemde ne istiyorlarsa yapabilirler. Bizim içimizde evladım gibi gördüğüm çok kişi var. Ben daha 20 yıl çalışırım inşallah.”

Hobilerini sorduğumuz Gencer, “Günlük hayatımın içinde sabah sporu dışında bir şey yapmam. Arada sırada tenis oynarım. Hafta sonları da yelken yaparım. Yarışcılığım da var. Ben dümencisiyim teknemizin. İki yıldır Türkiye şampiyonu olduk. Avrupa Şampiyonası’nda da yarışacağız. Heyecanlıyım. Tatillerde uzun yürüyüşleri severim. Kasım ayında Nepal’e gideceğim” dedi.

Yazının devamı...

Çocuklarıma çektiğim erotik fotoğrafları gösterdim, hiç beğenmediler

Koray Erkaya ünlü fotoğraf sanatçısı. Son ‘nü’ sergisi ‘Don’t Tell Mamma’ Türkiye’den sonra Fransa’ya gitti,
siyah-beyaz nü fotoğrafları Fransa’da iki farklı adreste sergilendi, büyük ilgi gördü. Erkaya, Fransa’nın Arles şehrindeki Avrupa Nü Fotoğraflar Festivali’nin özel konuğu oldu. Türkiye’nin
yurt dışında en çok iş yapan fotoğrafçılarından biri Koray Erkaya... Türkiye’nin önde gelen şirketleriyle çalışıyor, yakında dünyanın en önde gelen kadın tenis turnuvası Wimbledon İstanbul’da yapılacak, bu turnuvanın da özel fotoğrafçısı Koray Erkaya olacak... Ancak Koray Erkaya ile buluşmamızın nedeni sanatçı kişiliği ve işleri değil. Babalar Günü için bir araya geldik Erkaya’yla...

Koray Erkaya 3 çocuk babası. Kendisi gibi fotoğraf sanatçısı olan Bennu Gerede ile olan birlikteliğinden 3 oğlu var Erkaya’nın. Mutlaka takip etmişsinizdir, bugüne kadar Bennu Gerede çocuklarıyla birlikte çok sayıda röportaj verdi. Baba Koray Erkaya ise hep sessiz kaldı. ‘Özgür ruhlu’ kadın Bennu Gerede her röportajında ‘doğurun’ diyor. Doğurmanın bir kadını nasıl daha kadın yaptığının altını çiziyor. Doğrusu ‘Koray gibi baba bulan her kadın doğurmalı’ diye düşündüm bu röportajı yaparken.
Neden mi? İşte nedeni!

* Kaç yaşındaydınız baba olduğunuzda?

37 yaşındaydım...

* Nasıl başladı Bennu Gerede ile sizin hikâyeniz?
1999 yılbaşında Amsterdam’daydım. Erkek arkadaşlarımla gitmiştim. 2001 yılbaşında 5 kişiydik. Yani her şey çok hızlı oldu. İş vesilesiyle Bennu’yla tanıştık, ilişkimiz başladı.

* Evlendiniz mi?

Ben iş için İsrail’e gitmiştim. Orada bir arkadaşımdan evlilik öyküsünü dinlemiştim. Çok fantastik gelmişti bana. Biz orada Bennu’yla Bedevi evliliği yaptık. Elat’a kadar arabayla gidip, oradan sınırı yürüyerek geçtik, sınırın diğer tarafında bir arabaya binip Mısır tarafından Sina’ya indik... Bedevi gelenekleriyle evlendik.

* Hemen çocuğunuz oldu, hem de ikiz... Daren ve Dilan...

Ben inanamamıştım ikizlere. İkizler oldu ve hemen arkasından da Miro geldi. Aralarında 16 ay var. Bir anda 3 oğlumuz oldu...

Doğumda ikizlerimin fotoğrafını çektim

* Doğuma girmiş miydiniz?

Doğuma girdim, fotoğraf da çektim. New York’ta oldu doğum. İlki doğdu, normal doğum çok mucizevi bir şey... Çok enteresan. Normal doğumu izlemek de çok farklı... Her baba adayına tavsiye ederim. Mutlaka doğuma girsinler... 13 dakika sonra da diğer çocuğumuz doğdu.

* Kaç yıl birlikte oldunuz?

2006 yılında ayrıldık. Miro 5, Dilan ve Daren 6 yaşındaydı.

* Bennu Gerede çok farklı bir anne. Sıra dışı bir kadın. Her röportajında annelikle ilgili altı çizilesi sözler söylüyor... “Vay be kadına bak” diye okuyoruz. Siz çocuklar büyütülürken ne kadar işin içindeydiniz? Baba var, bir de babalık yapan baba var. Biberon verdiniz mi, altını değiştirdiniz mi, uyuttunuz mu çocuklarınızı?

İkizler olduğunda çok hızlı alt bezi değiştirme konusunda deneyim kazandım. Kolay değil ikiz büyütmek. Biz hayatı belli saatlere böldük. İkinci doğum da yani üçüncü çocuğumuz da orada oldu. İlk doğumdan sonra Bennu biraz rahatsızlandı, 15 gün daha hastanede kaldı. Çocuklar da hastanedeydi. Eve çıkınca gerçek hayat başladı. İstanbul’a döndüğümüzde birlikte büyüttük.

* Çocuklarınızın adlarının anlamları ne?

Daren, Afrika dilinde ‘gece doğmuş’ demek. Benim eski bir arkadaşım vardı “Daren” diye Kıbrıslı... Dilan, ‘gönül alan’ demek. Miro da “seçilmiş kişi” demek. Bu üç isim de yabancı dillerde de kolay telaffuz ediliyor. Hem benim işim nedeniyle hem de Bennu’nun işi nedeniyle biz çok yurt dışına çıkıyoruz. Yurt dışında da telaffuzu kolay isimler olsun istedik.

Bana çocukken yaptığım haylazlıkları hatırlatıyorlar

* Babalık sizi de büyüttü mü?

Büyüdüm. 3’ü de erkek olunca farklı bir şey oluyor. Çocukken yaptıklarını bire bir hatırlatıyor çocuklar sana... Örneğin ben de kapıların tepesine otururdum.

* Nasıl?

Evdeki kapılara tırmanır, tepede otururdum. Annem de çok kızardı.
Bir baktım bir gün evde koridorda üçü de kapılara çıkmış, bacaklarını açıp öyle havada oturmuşlar. Kendimi hatırlayınca, kızamadım.

* Siz çok sakin ruhlu birine benziyorsunuz... Sanki hiç kızmazmışsınız gibi...

Annelik ve babalık sabır istiyor. Sabırlıyım. Dediğin de doğru, öyle kolay kolay sinirlenmem. Sakin ruhluyum. Hijyen konusuna önem veriyorum. Örneğin bunu çocuklara sabırla öğretmeye çalışıyorum. Tuvalete girince eller yıkanmalı. Bunlar çocuk, ellerini yıkamadan da çıkabiliyorlar. Ayrıca ben bağırınca kendimden utanırım, bu yüzden gidip sakince anlatma yolunu deniyorum. Gerçekten bazen insanı çıldırtan şeyler de yapabiliyorlar.

Bir çocuk bakmak, üç çocuk bakmaktan çok daha zor

* Size “Koray” diyorlar değil mi?

Benim babaları olduğumu biliyorlar ama bana Koray diyorlar. Saygılılar, izin almadan hiçbir şey yapmazlar.

* Fotoğraflar çekilirken baktım, profesyoneller bu konuda. Biri yoldan çıkınca biri diğerini toparlıyor filan...

Üçünün birbirini azdırdığı durumlar da olur. Ama bence bir çocuktan daha kolay 2 veya 3 çocuk. Çünkü birbirlerini oyalıyorlar. Tek çocuklu ailelerin işi daha zor, mesela plaja gidiyorsun anne ya da babayla kumdan kale yapıyorlar, bizimkilerle kale yapımını başlatırsın gerisini onlar yapar... Her şey de bu böyle...

* Siz ayrılığı nasıl anlattınız çocuklara?

Hâlâ soruyorlar bazen. Hep şunu anlattık. Biz birbirimizi seviyoruz, iyi arkadaşız, dostuz. Ama aynı evde yaşadığımızda problem çıkıyor. Bu yüzden de herkes kendi hayatını yaşıyor, sizinle ilgili her şeyde ortağız birlikteyiz.

* Anneleri evlendi...

Evet... Bir de kardeşleri oldu. O da erkek ve çok seviyorlar onu da... Çok sahip çıkıyorlar. Bu da çok güzel.

Uzun süreli ilişkilerim olduğunda onların da haberi olur

- Hayatınıza giren kadınlarla tanışıyorlar mı?

Uzun ilişkilerimi biliyorlar. Kısa dönemli olanlardan haberleri olmuyor. Buna da özen gösteriyorum. Çocuklar farklı kadın figürleriyle karşılaşmamalılar diye düşünüyorum. Uzun süreli olursa tanıştırıyorum.

- Hayatın yükü kadınlarda kalıyor... Ama siz çocuklarınızla haftada 8 saat görüşen bir baba değilsiniz. O klasik ayrılmış çiftlerde, baba hafta sonu çocuğu alıyor, sinemaya götürüp annesine teslim ediyor. Sayılı saatler bir baba-çocuk ilişkisine yeter mi?

Benim hayatımın olmazsa olmazı çocuklarım... Anneleriyle yolum ayrıldı ama hayatım boyunca çocuklarım benim en önemli parçam. Hayatım onlar. Ben çocuklarımla olmayı seviyorum. İstisnai bir durum yoksa cumaları okul sonrası gelmelerini, pazartesileri de benden okula gitmelerini istiyorum. Dolu dolu yaşıyorum onlarla. Ben hafta içi de her şeyi yapabilirim. Zaten yoğun çalışıyorum. Benim hayat tarzım çocuk odaklı. Onlar olduğundan beri bu böyle. Her gün şoförüm çocuklarımı alıp okula götürüyor. Onlarla her gün tek tek konuşuyorum. Eğer hafta sonu iş için çalışmam gerekiyorsa ya da İstanbul dışında olacaksam hafta içi bende kalıyorlar. Bennu’yla aramızdaki ilişkiyle ilgili bu da...
Biz bunu yürütebiliyoruz. Bazen sorun çıkıyor ama genelde anlaşıyoruz çocuklarla ilgili konularda... Okullarıyla da ilgiliyim. Okuldaki tüm aktivitelere elimden geldiğince katılırım. Onlara göre program yaparım.

Fotoğrafa ilk Daren başladı, Miro sualtına yöneldi, Dilan grafiti yapıyor

Erkaya, çocuklarının fotoğrafa ve sanata doğuştan ilgili olduğunu anlatıyor: “Fotoğraf merakı ilk Daren’de başladı. Eline tele verdiğimde (uzun tele lensle kadraj yapmak zordur) çok güzel fotoğraflar çekiyordu. O zaman 5-6 yaşındaydı. Daha sonra Miro merak sardı, ‘sualtı fotoğrafı çekeceğim’ dedi, ona da fotoğraf makinesi aldık. Çekti. Bennu’nun da, benim de genlerimizde sanat var. Çocuklar da yakın. Çocukların çektikleri kadrajlara bakıyorum. 100 kare çekiyorlarsa, 60’ı çok başarılı. Dilan son zamanlarda grafiti yapıyor. Bennu ona İngiltere’de bir eğitim de aldırdı. Dilan Beyoğlu’nda bir sergiye katıldı. Bir karikatür yaptı. Bir hafta sonu çalıştı. Eve, ‘Koray benim karikatür yapmam lazım’ diye geldi. Eskiz yaptı, sonra çalıştı. Bence çok başarılıydı. Büyük kağıda da rahat çalıştı. Renklendirdi. Bana fikir de sordu. Bir baktım gölgelendirme yapıyor, ‘Ne zaman öğrendin bunu?’ diye sordum. ‘Sen öğrettin’ dedi. Ben düşündüm, neredeyse 3 yıl önce resme merak sardıklarında öğretmiştim. Çocuklar sünger gibi, çok çabuk öğreniyorlar ve unutmuyorlar. Ben çocukları zorlamıyorum, hayatlarında ne istiyorlarsa yapsınlar. Ama yetenekleri konusunda da yönlendirmek lazım. Yeni taşındığım evde onlara bir duvar verdim. ‘Ya resim ya da grafiti yapın ama 3’ünüz birden yapacaksınız. Herkes farklı yapabilir, boyayabilir, farklı yapın ama birlikte yapın’ dedim. Şimdi heyecanlılar, yakında duvarımı boyayacaklar.”

Erotik fotoğraflarımı önemsemeden öylesine baktılar

* Nü fotoğraflarınız çok ilgi uyandırdı. Sizin masanız yemek yediğiniz, çalıştığınız ‘nü fotoğraflarla’ donatılmış. Çocuklar da bu masada oturuyor, nasıl araları nü fotoğraflarla?

Ben ilk masayı ürettiğimde çocukları çağırdım. “Annenizin işi de bu, benim de işim bu. Sanat hayatımın bir kısmı da erotik fotoğraflar” dedim.

* Erotizm konusunda bir fikirleri var mı?

2 sene önce anlattım bunu. Bir fikirleri oldu. “Erotik ne demek” diye sordular...

* Tepkileri, ilgileri?

Bunlar erotik fotoğraflar diye gösterdim. “Fikriniz nedir” diye sordum. ‘Eee hiç beğenmedik’ dediler, öylesine önemsemeden baktılar.

* Henüz yaşları gelmemiş...

Aynen. Şu anda kızlarla araları yok. O günler geldiğinde tepkilerini göreceğiz... Ama özel ders veren hocaları eve ilk geldiğinde tedirgin oldu. Masaya oturdu, nü fotoğraflar camın altında... Çocukların umurunda değil ama hoca irkildi. Sonra o da alıştı. Şu anda evin duvarlarında da var. O erotik fotoğrafların hep içindeler, yadırgamıyorlar pek de ilgilenmiyorlar.

Ben artık babalık defterini kapattım

* Hayatınıza giren kadınlar 3 çocuk babası olduğunuzu öğrenince ne yapıyor?

O açıdan çok zor bir hayatım var. 3 çocuğumla çok zaman geçiriyorum. Biz kalabalığız.

* Sevgilinizin de çocukları olsa nüfus artacak...

Çocuğu olanlar daha kolay anlıyor.

* Bennu hayatına giren her erkekten çocuk yapmak istediğini söyledi. Sizden sonraki eşinden bir oğlu oldu, daha sonraki eşinden de yapacağını söyledi. Ya siz?

Ben duruyorum. Ben babalık defterini kapattım. Çocuk yapmak kolay. Çocuklar emek istiyor. 3 oğluma odaklıyım.

4 erkek hep beraber tatile gidiyoruz

* Ne yapıyorsunuz birlikte?

Ödevlerini... Aktif sporlara çok meraklılar. Rollerblade yapıyoruz. Ben de 20 yıldır yapıyorum. Birlikte kayıyoruz. 2.5 yaşında başladılar kaymaya. Yılda 2-3 hafta birlikte tatil yapıyoruz, 4 erkek tatile çıkıyoruz.

* Ya hafta sonu davetleri?

Ben hafta sonu davetlerine ‘çocuklarımlayım’ diye yanıt veririm.

* Anneleriyle bir araya geliyor musunuz?

Yok. Telefonla konuşmak yetiyor, görüşmeye gerek olmuyor.

İsraf etmemeyi öğretiyorum

‘Babamdan israf etmemeyi öğrendim. Ben de çocuklarıma öğretmeye çabalıyorum. Sorumluluk sahibi olsunlar. Ben gazoz kapağıyla oynayarak büyüdüm. Onlara tüketim çılgınlığının dünyayı getirdiği noktayı anlatıyorum.’

Yazının devamı...

Melkan Tabanlıoğlu: Andy Warhol sergisini tamamen sosyal sorumluluk olarak gördük

Geçenlerde gözüm ve zihnim kısa süreliğine de olsa bayram etti! Akaretler’den çıkıp uzun bir yürüyüş yaptım. Galerist’in Akaretler’deki yeni sergi salonundaydım. Warhol Hareket Halinde sergisini gezdim. Malum İstanbul’da trafik feci, çıkışta inanın uzun süre trafiğin gürültüsünü duymadım. Beni bulunduğum ortamdan uçuran da Andy Warhol oldu.

Takip ettiyseniz biliyorsunuz, Andy Warhol’un eserlerini Galerist İstanbul’a getirdi. Ezcümle, ‘Bir gün herkes 15 dakikalığına şöhret olacak’ sözüyle tanınan pop prensi Andy Warhol’un eserleri İstanbullular’ın ayağına geldi. Hem de Galerist’in 3 ortağı 3 ayrı yerde açılan sergilerle Andy Warhol’un polaroid, video ve filmden oluşan eserlerini İstanbullularla buluşturdular. Hayli kapsamlı bir sergi... Aralık 2010-Mart 2011 arasında MOMA’da gerçekleştiğinde büyük yankı uyandıran Warhol sergisinden daha kapsamlı bir sergi İstanbul’daki.

Bu arada atlamadan yazmalıyım, sergiyi dolaşırken dikkatimi çekti, sergi salonunda yabancılar çoğunluktaydı. Biliyorsunuz, Galerist’in kurucusu Murat Pilevneli. Ocak ayında koleksiyoner Taha Tatlıcı ve mimar Melkan Tabanlıoğlu Galerist’e ortak oldular ve Galerist bugüne kadar gerçekleştirdiği birçok ilke yeni ilkler katmaya başladı. Ortakların işbirliğiyle açılan ilk sergi Hüseyin Çağlayan’ındı. Andy Warhol’un bu sergisi de 2011’in en iddialı sergilerinden biri.

Melkan Tabanlıoğlu’yla sergi üzerine konuşma fırsatı buldum, “Bu sergiyi tamamen sosyal sorumluluk gibi görerek getirdik. Çok kapsamlı bir sergi. Geçen yıl Aralık ayında Moma’da gerçekleşen ve büyük yankı uyandıran Warhol sergisinden çok daha kapsamlı bir sergi” diye anlatmaya başladı. Andy Warhol Vakfı’yla işbirliğiyle sergiyi gerçekleştirdiler. Hiçbir satış beklentileri de yok. Serginin 50 bin ziyaretçiyle rekor kırmasını bekleniyor...

Warhol’un eserlerini izlemek gerçekten de heyecan verici. ‘Her şey poptur ve pop her şeydir’ diyen ve her daim popüler kalacak bir isim Andy Warhol...

9 Temmuz’a kadar da sergi açık. Galerist’in eski mekanı Mısır Apartmanı’nda, Galerist’in yeni yeri Akaretler’de ve Tabanlıoğlu Mimarlık’ın Tepebaşı’ndaki ofis binasının birinci katında Andy Warhol’un eserleri var. Kaçırmayın...

Mardin’de yaz okulu

2009’dan bu yana Mardin’de çocukların hayatını değiştiren bir çalışma var. Çalışmayı Başkent Üniversitesi’nden Dr. Bülent İlik yönetiyor. 2009 yılında 300, 2010 yılında 400 çocuk Mardin’de yaz okulundan yararlandı. 4-10 yaş grubundaki çocuklar oynayarak öğrendi... Bülent İlik SHÇEK eski genel müdürü. Çok deneyimli bir isim. Bu yıl da okulu düzenliyor. Ve ihtiyaçları var.

Neler mi? Çocuk kitapları, şiddet öğesi olmayan oyuncaklar, kullanılmış sağlam da olabilir, kukla gereçleri, resim kağıtları, el işi kağıtları, sıvı sabun, tuvalet kağıdı, klima, şort, mayo (Mardin’de havuzları da oluyor) Çok şeye ihtiyaçları var, diyelim. El uzatmak isteyenler 0 312 235 62 35 numaralı telefondan bilgi alabilirler.

Yazının devamı...

Türkiye’de her 8 bitkiden birinin neslinin tükenme tehlikesi var

Dünyada her 20 saniyede bir, bir çocuk kirli su nedeniyle ölüyor. Türkiye’de son 40 yılda sulak alanların yarısı işlevini yitirdi.

Son 50 yılda ormanlarımızın yarısını kaybettik.

Türkiye’de su kaynakları çekiliyor... Şu 4 cümle bile insanın içinin çekilmesine yetiyor değil mi? Bunları Çevre Haftası nedeniyle Koç Topluluğu şirketlerinin öncülüğünde kurulan Yeşil Bilgi Platformu ile Koç Üniversitesi’nin işbirliğiyle düzenlediği bir dizi etkinlikte öğrendim.

Günlük koşuşturmalar, günlük siyasi kavgalar, kime kime ne demişler ötesine bir adım attığınızda daha da karanlık bir tablo çıkıyor karşımıza. Toplantıların katılımcıları çoktu. İş dünyasının temsilcileri, çevre ve doğa üzerine odaklanan sivil toplum örgütleri, akademisyenler, gazeteciler, çevre konularına duyarlı sanatçılar... Koç Holding Yönetim Kurulu üyesi Ali Koç’un da katıldığı konferansta farklı başlıklarda oturumlar düzenlendi. Yeşil Bilgi Platformu’nun elçilerinden oyuncu Yetkin Dikinciler’in moderatörlüğünü yaptığı ‘Duyarlı (mı) yız? Farkında (mı) yız?’ oturumuna TURMEPA Genel Müdürü Akşit Özkural, WWF Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Uğur Bayar, TEMA Vakfı Mütevelliler Heyeti Üyesi Prof. Dr. Lütfü Baş, tiyatro ve sinema sanatçısı Mehmet Ali Alabora ve gazeteci- yazar Günseli Özen Ocakoğlu panelist olarak katılmıştı. Oturumlarla ilgili bilgilere ve panelistlerin konuşmalarına Yeşil Bilgi Platformu’nun web sitesinden de ulaşabilirsiniz. Ben bazı panelistlerin konuşmalarını özetleyebileceğim:

Karadeniz’e 410 bin ton petrol atığı

TURMEPA Genel Müdürü Akşit Özkural: Karadeniz’in uzaydan çekilen fotoğrafını gösterdiği konuşmasında, ‘Her 20 saniyede bir, bir çocuğun kirli su nedeniyle ölüyor, yılda 2 milyon kişinin yine kirli suyun neden olduğu hastalıklardan hayatını kaybediyor. Karadeniz’de yaşayan balık neslinin beşte dördünü kaybettik. Karadeniz’e değişik canlılar gelmeye ve yerel canlıları öldürmeye başladı. Çok büyük gemiler nedeniyle Karadeniz’e yılda 410 bin ton petrol atığı atılıyor. Marmara denizinde hiçbir canlı yaşayamaz hale geldi. Çünkü oksijen yok. Yaşama hakkı olan canlılar ölüyor. Acilen nüfusun yoğun olduğu yerlere ileri teknoloji arıtma tesisleri kurulmalı. İyi niyetli çalışmalar var ama pratiğe dökülmüyor. Denizlerdeki oksijen tükeniyor. Canlıların hayatı bitiyor.

WWF Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Uğur Bayar: Türkiye’de sulak alanların yarısı son 40 yılda ekonomik ve ekolojik işlevini yitirdi. IUCN 2008 Kırmızı Listesi’ne göre; Türkiye’de küresel ölçekte tehlike altındaki tür ve alt tür sayısı: 134. Ormanlarımız son 50 yıl içinde yarı yarıya azaldı. Her yıl 20.000 hektarın üzerinde orman alanı yok oluyor. Her sekiz bitkiden biri, neslinin tükenme tehlikesiyle karşı karşıya. Türkiye çok sayıda türün tehlike altında olduğu 10 ülke arasında dördüncü sırada. Türkiye için acil olarak tabiatı ve biyolojik çeşitliliği koruma yasası çıkartılmalı; devlet desteği ile sulak alanlarla ilgili çalışmalar yapılmalı, önlemler alınmalı; İzmit-Bursa otoyolu yapılıyor, doğaya zarar vermeden projenin tamamlanması gerekiyor. Örneğin, bu proje nedeniyle bölgedeki su kuşlarının yaşam alanları tehlike altında olacak. Bu konuda talebimizi ilgili birimlere ilettik. 1970’ten beri, insanoğlunun ekolojik limit aşımı yaşıyor. Ekolojik ayak izi, dünyanın biyolojik kapasitesinin yüzde 50’sini aştı ve şimdiki gibi yaşamaya devam edersek 2030 yılında iki, 2050 yılında ise 3 gezegene ihtiyacımız olacak. 2007’de yenilenebilir kaynakların tekrar üretimi için 1.5 yıl gerekiyor. Bir Amerikalı’nın ayak izi, 43 Afrikalı’nınkine eşit. 1970-2007 yılları arasında biyolojik çeşitliliğin yüzde 30’u kayboldu.

Herkesin çevre adına yapabileceği birşeyler mutlaka olmalı diye düşünüyorum... Siyasileri önlem almaya itecek güç de sivil toplumda... Çevre konusunda çalışmalar yapan onlarca örgüt var. Bu örgütlerden birinin bir çalışmasına destek vermek bile inanın çok şeyi değiştirebilir...

Yazının devamı...

Başbakan ‘2023’te 10 global marka olacak Türkiye’den’ dedi biri ben olacağım, buna kilitlendim

Polaris, Kinetix, Flo markalarıyla bildiğimiz Ziylan Grubu’nun patronu Mehmet Ziylan, tıpkı hükümet gibi 2023 hedeflerini şimdiden belirlemiş. Dünya markası olmayı hedefleyen Ziylan, “Başbakan, ‘İlk 10 ekonomi içine gireceğiz dünyada, 10 global marka olacak Türkiye’den’ dedi. İnşallah ben olacağım. Adayım. Tüm çalışmalarımı da bu hedefe kilitledik. Rusya, Ortadoğu, İran ilk açılacağımız yerler. Önümüz açık. Türkiye çok popüler bu ülkelerde. Avrupalı şirketlerden geç başladık biz bu işlere ama hızla arayı kapatıyoruz” dedi

Mehmet Ziylan; Polaris, Kinetix, Flo markalarıyla bildiğimiz Ziylan Grubu’nun patronu. 80’in üzerinde ayakkabı markasını topladığı Flo mağazalarıyla hızla büyüyor. Mehmet Ziylan 19-20 yaşındayken işin başına geçmiş. Neredeyse 25 yıldır patron. Babası Ahmet Ziylan’ın kurduğu ayakkabı tabanı fabrikasını büyütüp, yurtdışına açıp ayakkabı sektöründe katlanarak büyüyen bir marka yaratan Mehmet Ziylan, Ziylan Grubu’nun 12 şirketinin başında. Son yıllarda yüzde 60’ın üzerinde büyüyen grubun hedeflerini konuşmak üzere İstinyePark Flo mağazasında buluştuk.

Gazianteplisiniz. Babanız Ahmet Ziylan kurmuş şirketinizi. Babanız işe nasıl başlamış?

İlk kez anlatıyorum bunları. Babam geçim sıkıntısı çeken bir ailenin çocuğu. İlkokulu okul birincisi olarak bitiriyor. Babamın ortaokula gitme lüksü yok aslında çünkü eve ekmek gelmesi gerekiyor. O dönemde popüler meslek marangozluk Antep’te. Okul müdürünün itirazlarına rağmen dedem, ‘Tamam ama karnımız aç’ diyerek babamın çırak olmasını istiyor. Babam kendini ayakkabıcılıkta çok hızlı kabul ettiriyor, kısa zamanda işe ısınıyor marangozluğa, seviyor işi.

Sıfırdan yapıyor her şeyi...

Aynen. Çıraklıktan kalfalığa, ustalığa geçiyor. Herkesin günde 8 ayakkabı yaptığı dönemde o 12 çift yapıyor. İşe çok konsantre. Kalfalık döneminde İstanbul’a ayakkabıcıları dolaşmaya geliyor. ‘Bir gün İstanbul’a geleceğim’ diyor.

Kasayı aldım, haylazlık bitti

Ne zaman geliyor?

33 yaşında İstanbul’a geliyor. Biz 1971’de geldik İstanbul’a. Ben 5.5 yaşındaydım. Bombe makinesi aldı babam... Annemin tüm altınlarını satıp, eşten dosttan para alarak... Evimizde hiç eşya yoktu. Topkapı’da atölye açtı. Biz her tatilde hep işteydik. Ben çok küçük yaştan itibaren hep çalıştım. Babam beni devlet okuluna götürdü. Ufak yazılmıştım nüfus kağıdına, babam ‘Yok hayır yaşı küçük yazıldı, alın’ dedi. Baktı olmadı beni koleje verdi. Tüm kardeşler okudu bir ben okumadım. Çok haylazdım. Bir gün boş kalmazdım, okul biter bir gün sonra işçi gibi çalışırdım.

Ne zaman tam sorumluluk aldınız?

18-19 yaşındayken babamla haftalık kavgalarına başladım. Bu arada ben hep çalışıyorum okul dışında. Arkadaşlarım da izin zamanlarında beni bekliyor. Bir gün babam para verdi ama bana az geldi, ‘Bu bana yetmiyor’ dedim. Babam geldi kasanın anahtarını verdi, ‘Al oğlum artık sen patronsun’ dedi. Açtım kasayı baktım para dolu. Yaşadım dedim. Ama şaşırdım. Biz o dönemde herkese haftalık para veriyorduk, fasonculara da haftalık ödeme yapıyorduk. Ben o gün ona buna para vererek geçirdim ve akşama para bitti. Babama gittim ‘Para bitti’ dedim, babam ‘Patron sensin, sen düşüneceksin’ dedi. Ben o gün haylazlığımı bitirdim. O gün işi anladım. Babamın bana çok şey öğrettiğini büyüyünce anladım.

Çok uzun bir süre ayakkabı tabanı ürettiniz. Daha sonra ayakkabı üretimine girdiniz. Spor ayakkabıdan her türlü ayakkabıya uzanan geniş bir üretim hattınız oldu. Hızla büyüdünüz. Onlarca markanın lisansını aldınız... Stratejinizi nasıl oluşturdunuz?

Bayrağı teslim aldık. 1985’e kadar taban ürettik. Türkiye’nin en büyük üreticilerindendik. Babam İstanbul’a geldikten sonra İtalya ve Almanya’yı gezerdi. Her şeyi hemen Türkiye’ye getirirdi. ‘Niye biz yapmayalım?’ derdi, biz de hep bu düşüncede olduk. Gençler çoğaldı ailemizde. Taban fabrikası yetmedi, ayakkabı fabrikası kurduk. Ayakkabı bölümüne Aykut ve Mehmet Büyükekşi kardeşler de ortak oldu. Ayakkabı popüler işimiz haline geldi..

İlk markanız hangisi oldu?

Zamanında ilk Halley’i çıkardık. O zamanlar yurtdışından yabancı markalar getirilirdi. Esem’in sahibi Cankurtaran ailesi Adidas’ı getirmişti... Kendi kendimize düşündük. Markalar tamam iyi, ünlü ama elin oğlunun markası bunlar, bir gün gelip alabilirler diye düşündük. Markamız olsun istedik. Halley çok iyi sattı bu arada, üst marka Kinetix’i çıkardık. O da çok sattı.

Kinetix hâlâ çok satan spor ayakkabı markalarından değil mi?

Evet. Halen zaman zaman 3’üncü, zaman zaman 4’üncü oluyoruz.

Kaç markanız oldu?

Mağazalarımızın içinde 80’e yakın marka var. Polaris, Kinetix, Dockers en popüler markalar... Sporda Kinetix çok satıyor. Kadın kategorisinde Polaris çok satıyor. Çocukta lisans markalarının hepsi bizde. Biz ayakkabı konusunun her birinde varız ve lideriz.

Flo çatı oluşturdu. Tüm markalarınızı Flo mağazalarında toplama kararını nasıl verdiniz?

Kendi markamız yolumuzu çizdi. Biz çok markayı çatımızda topladık. Perakendeye geçtiğimizde bu markaların bize katacağını bilemedik. Hep toptan satıyorduk. Grubun yönü değişince her şey değişti. 2002’de perakendeye girdik. İlk mağaza açıldı ama bence o zaman girmedik. Bence 3 yıldır perakende de varız. Çünkü 3 yıl önceye kadar perakende bizim için olursa olur, olmazsa olmazdı. 3 yıl öncesinde 1.500 bayim vardı. Perakende satış yüzde 5’i filandı ciromuzun. Benim için toptan satış her şeyin önünde geliyordu. Baktık gelecek perakendeye gidiyor, bayilerle toplandık, hep beraber perakendeye dönelim dedik. Bize inanlarla devam ettik.

2010’da yüzde 62 büyüdük

Kaç mağazanız oldu? Kaç çalışanınız var?

197 mağazamız var. 3 yıl önce 30 mağazamız vardı. Son 2 yılda hızla büyüdük. Geçen sene yüzde 62 büyüdük, ilk beş ayda yüzde 60 büyüdük. 3 bin 200 kişi çalışıyor. Fason çalışanlarla 5 bini bulur. Fason üretim de yaptırıyoruz.

Yılda kaç çift satıyorsunuz?

17 milyon çifte ulaşıyor...

En çok kadın ayakkabısı mı satıyorsunuz?

Evet. Yüzde 45’lerde kadın ayakkabısı satış oranları. Açık ara önde.

Kadınların ayakkabı ve çanta ihtiyaçları hiç bitmez derler...

Aman bitmesin...

Sizin ihracatınız ne durumda?

11 milyon dolar ihracatımız. Şu anda ihracata odaklanmadık. Yurtdışında mağazalarla büyüyeceğiz. Birkaç tane yurtdışı mağazamız var ama önce Türkiye’de daha çok büyüyeceğiz.

Hedefiniz ne Türkiye’de?

39 ildeyiz. Çok yer var Türkiye’de ulaşmadığımız. Bence Türkiye’de 700 mağaza olmalıyız. 600-700 potansiyel var. Hızla büyüyeceğiz. Altyapımızı tamamladıktan sonra yurtdışında da hızla büyüyeceğiz.

Başbakan 2023 hedefi koydu, var mı sizin de hedefiniz?

Başbakan, ‘İlk 10 ekonomi içine gireceğiz dünyada, 10 global marka olacak Türkiye’den’ dedi. İnşallah ben olacağım. Adayım. Tüm çalışmalarımızı da bu hedefe kilitledik. Rusya, Ortadoğu, İran ilk açılacağımız yerler. Bizim önümüz açık. Türkiye çok popüler bu ülkelerde. Talep var demek ki. Avrupalı şirketlerden geç başladık biz bu işlere ama hızla arayı kapatıyoruz.

Hedefiniz dünya markası olmak, farklı yerlerde zincir mağazalara sahip olmak değil mi?

Evet. Biz başaracağız. Avrupalı markalara yapıyoruz hepimiz üretim, 10 liraya yapıp, 11 liraya satıyoruz. Kendi mağazamızı açtığımızda 20 liraya satacağız. Sektörde çok başarılı arkadaşlarımız da var. Çok pozitif görüyoruz.


Yabancı markalar bizi tokatlayamıyor

Yabancı rakipleriniz var. Son yıllarda yabancı markalar AVM’lerde yer aldı. Uygun fiyatlı son moda kıyafetler ve ayakkabılarla rekabeti kızıştırdılar. Nasıl etkiledi bu rekabet ortamı sizi?

Mango, H&M, Zara yaptı bu söylediklerinizi, biz de takip ediyoruz. Yıllar içinde tekstile verilen para çok düştü, seçenek çok fazla. Çeşit çeşit ayakkabı alma şansı var. Biz ucuzladık da. 2008’e göre daha ucuz ayakkabılarımız. Türkiye’ye söylediğiniz gibi büyük oyuncular geldi. ‘Biz buna ayak uydurmalıyız’ mı diyeceğiz, istersen uydurma yok olursun. Biz onlarla aynı dili konuşmaya başladık. Buraya gelip bizi tokatlayamıyorlar. 100 yıllık Alman markası Deichman geldi, bizi ne kadar etkiledi?

Ne kadar?

Bence etkilemedi. Biz Türk insanının zevkini biliyoruz. Almanlarla aynı mı değil... 3 bin mağazası var saygı duyarım ama o koleksiyonları geliştirmeli.

Payless de geldi...

Cevahir Alışveriş Merkezi’nde ilk mağazalarını açtılar. Hayırlı olsun. Gidin bakın, bir de bize bakın hangisi daha payless! İnanın biz daha hesaplıyız.

Çin etkisi sizi nasıl sarstı? Nasıl değiştirdi stratejinizi?

Evet önemli rakip Çin ama korkmayın Çin’den. 1998’de deprem yaşadık biz Türkiye’de. Biz o günden beri deprem bölgesinde olduğumuzu öğrendik, artık bize düşen depremle yaşamayı öğrenmek. Çin de ayakkabının depremi gibi. Çin’le yaşamayı öğrenmeliyiz. Çin’in boşlukları ve rekabet edemediği yerler var. Kaliteli ayakkabıda fiyat rekabetinde zayıflar. Deri ayakkabıda zayıflar. Çin’in uygun olduğu yer suni deri ve spor ayakkabı da açık ara öndeler. Biz bundan 15 yıl önce günde 20 bin spor ayakkabı üretirdik, şimdi sıfır. Ama tüm üretimi deri ayakkabıya kaydırdık. Biz Avrupa’nın deri ayakkabı üreticisi olabilriz.

Muhafazakar kadınlar da renkli ayakkabı giyiyor

Sizin hedef kitleniz kimler?

Biz orta ve ortanın altındaki gelire sahip kadınlara ayakkabı, çanta, kemer kombinleri yapma şansı veriyoruz. Hiç unutmam Fatih’te Polaris mağazası açmıştık. Pembe ve fuşya ayakkabı koymuştuk vitrine. Ben de mağazaların ilk açıldığı zamanlarda mağazalarda dururum. İki muhafazakar kadın vitrin önüne gelip, konuşmaya başladı. O renkli ayakkabıyı giyme istekleri var. Denediler fuşya ayakkabıyı ama siyahını aldılar. ‘Bu parayı verip kaç kere giyeceksin’ diyerek siyahı aldılar. Ama zaman değişti, şimdi o ayakkabıyı giyiyorlar. 39 liraya satıyoruz o tarz renkli ayakkabıları.


MİLANO’DA SAATLERCE İNSANLARIN AYAKLARINI İZLERİM

Mehmet Ziylan, sabah 07.00’de kalkıp bir saat spor yaptığını, yürüdüğünü söylüyor ve şöyle devam ediyor: “09.00 gibi çıkıyorum evden. Akşam iş kaçta biterse o zaman eve dönerim. Haftasonu da çalışırım. 16-14-12 yaşında 3 çocuğum var. Ortancası kız. Ben çocuklarıma baskıcı değilim. Babam bana baskı yapmadı, ben de yapmıyorum ama işle ilgililer. Bayrağı hak ederlerse alırlar. Biz ikinci kuşağız, oğul olarak aldık görevi. Şimdi aile büyüdü, iyi eğitim alacaklar. Aile Anayasası yazılıyor. 17 genç geliyor aşağıdan. Her şeyi düşünüyoruz. Kim gelecekse 3’üncü nesil olacak diye bir şey yok. Hakeden gelecek bu benim oğlum için de geçerli. 5 bin kişinin sorumluluğu üzerimizde, hak eden gelecek. Yurtdışına çıkınca ayakkabı mağazalarını gezdiğini de anlatan Ziylan, “Bu hastalık. İnan bana gözüm hep ayakkabılarda. Cep telefonumun foto albümü kısmı ayakkabılarla dolu. Tutku bu. İşimi çok seviyorum. Milano’da Meydan’da oturup saatlerce ayakkabılara baktığımı biliyorum. Büyük zevk” diyor.

Yazının devamı...

Geçen sezon kazayla, şimdi kaçak içkiyle sarsılan Ruslar’dan ciddi iptal yok ama sıkı denetim şart

Türkiye Otelciler Federasyonu Başkanı Ahmet Barut, turizm sektörünü ve geçen hafta 3 Rus turistin ölümüyle sonuçlanan kaçak içki konusunu değerlendirdi. Türk turizminin 40 yılda bugünkü noktaya geldiğini anlatan Ahmet Barut, “Geçen sene otobüs kazası, bu sene kaçak içki... 3 gencecik insan öldü, çok acı bir olay. Sıkı denetim olmalı. Yazık oluyor. 40 senede bu noktaya geldik. Hedefimiz büyük. Neden bunca emek boşa gitsin” diyerek adeta isyan etti

Mısır’daki karışıklık yüzünden bu ülkeye giden turistlerin Türkiyeye geleceği konusundaki beklentileri ise abartılı bulan Barut, “Son dakika rezervasyonları oluyor ama beklentiler çok abartılı. ‘Mısır’a gelen 8 milyon turist bir anda Türkiye’ye gelecek’ dendi. Orada durum düzelince Mısır’a gitmeye devam ederler. Eskiden turistlerin yüzde 90’ını Avrupa’dan gelirdi, şimdi Avrupa ve diğer ülkeler yüzde 50-50 oldu. Biz bir noktaya takılı kalacak ülke değiliz” dedi

Ahmet Barut, Türkiye Otelciler Federasyonu’nun (TÜROFED) Başkanı. 1963 doğumlu. Kendini bildiğinden beri de turizmin içinde. Antalya’da tamamladığı lise eğitiminden sonra bir yıl Viyana Goethe Enstitüsü’nde Almanca eğitimi almış, daha sonra da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı’nı bitirmiş. Tüm öğrenim döneminde babasının yanında çalışan Barut, babasının kurduğu işletmelerin ikinci kuşak temsilcisi. Barut, Hoteller Birliği Yönetim Kurulu’nda. Barut’la TÜROFED şapkası altında konuştuk.

Daha sezonun başında yine çok üzücü olaylar yaşandı. 3 Rus kaçak içki yüzünden yaşamını kaybetti. Çok uzun zamandan beri Ruslar Türkiye turizminde önemli bir yere sahip. Rezervasyonlarda iptal var mı? Bu tip olayların Türkiye imajına etkisi nedir?

Tanıtım için çok çaba sarfediliyor. Herkes farklı kollardan ülkeye daha çok turist getirmek için çabalıyor. Ve ne yazık ki bu tip olaylar bir anda her şeyi sıfırlayabiliyor. İmaja büyük zarar veriyor.

İptal var mı?

Ciddi bir iptal söz konusu değil ama herkes müthiş rahatsız oldu.

Kaçak içki konusu aslında bizim için yeni değil. Farklı dönemlerde kör kalanlar, yaşamını yitirenler oldu... Denetimler mi çok yetersiz? Ayrıca ekmeğini turizmden bulan bir işletme nasıl olur da misafirlerinin hayatını hiçe sayabilir?

Çok sorun var. Evet denetimler çok ama çok yetersiz. Bence öncelikli olarak buna imkan vermemek gerekiyor. Türkiye’de alkollü içkilerin ÖTV’si çok yüksek. Turist alkol tüketmek istiyor, bunu sağlamak turizmcinin hizmeti için önemli. Fakat bu sektörün içinde de hizmet anlayışı tam oluşmamış kişiler var. ÖTV yüksek olunca kaçak içki üretimi cazip oluyor. Kısa yoldan kâr etmek isteyenlerin sayısı artıyor. Bu tip acı olaylar yaşanıyor.

Beklentiniz ne bundan sonrası için?

Önümüzde seçim var. Yeni kurulacak hükümet kaçak alkol üretimini cazip olmaktan çıkarmalı. Yani ÖTV’yi düşürmeli. Tabiki denetimler de artırılmalı.

Turistik tesisler dışta kalmalı

Alkollü içki yasağı geliyordu, Danıştay düzeltti... Alkollü içki sektörün önemli bir sorunu her açıdan... Yeni düzenlemeler turizm işletmeleirni de etkiliyordu... Ne düşünüyorsunuz sektör olarak?

Gençler korunmalı alkolden, buna diyecek bir söz yok. Ama reşit olanlar istedikleri yerde alkollü içecek içmeli. Turistik tesisiler yasakların dışında kalmalı.

Türkiye’de bir süredir alkollü içeceklerle ilgili sorunlar yaşanıyor. Öncelikle çok pahalı. Dediğiniz gibi ÖTV yüksekliği fiyatları artırıyor. Avrupalı bir turist aynı kalitedeki bir şarabı Türkiye’de neredeyse 2 katı fiyatına içebiliyor...

Biz çok uzun zamandan beri bunu anlatıyoruz. Daha geniş bakmak lazım. Biz ülkemize turist çekmek istiyoruz. Bu turistleirn burada güzel zaman geçirip, ülkelerine döndüklerinde bizim tanıtımımızı yapmalarını, Türkiye’ye yeniden gelmek istemelerini sağlamak istiyoruz. Ancak bu yalnızca şiş kebapla olacak gibi değil. Mesela Bask Bölgesi gastronomi turizmiyle öne çıktı, neden Türkiye’de olmasın? Türkiye dünyanın en büyük üzüm üreticilerinden biri. Bunu şaraba dönüştürüp ekonomiye katkı haline getirebilir. Şarapçılık da gastronominin parçası. Alkollü içeceklerdeki ÖTV bu oranlarda olmasa, makul fiyatlarda olsa kaçak içki getirmek ya da üretmek cazip olmaz...

Geçen sezon da Ruslar otobüs kazası geçirmişlerdi...

Geçen sene otobüs kazası, bu sene kaçak içki... Hatalar tekrarlanmamalı. Dediğim gibi tüm yapılanlar bir anda sıfırlanabiliyor, yazık oluyor. Biz Türk turizmcileri olarak 40 senede bu noktaya geldik. Hedefimiz de büyük. Neden bunca yapılan boşa gitsin. Bursa’da da geçenlerde meçhul bir ölüm oldu, bir turist öldü, onun da kaçak içkiden olup olmadığını net olarak bilmiyoruz. Bodrum’daki son olayda da 3 gencecik insan öldü, bu çok acı bir olay.

Oysa 2011 turizm sektörü açısından güzel başladı. İlk 3 ayın verileri iyiydi...

Evet. İyi başladık, iyi de devam edeceğini düşünüyorum.

2023 yılına yönelik farklı sektörlerde beklentiler var, sizin beklentileriniz?

2023 yılında ben bugünkü rakamlarımızı ikiyle çarpacağımıza inanıyorum. 1980’lere kadar Özal iktidarına kadar sayılar çok düşüktü. Türkiye birçok turist için maceraydı. Özal’la birlikte ivme kazandı. Devlet turizme planlı bakmaya başladı. Yanlışlar da oldu ama doğrular daha fazla. 2000’lere kadar olan dönemde Avrupa’nın en önemli aktörlerinden biri oldu Türkiye.

Eskiden çok ciddi bir yatak sorunu vardı, otel sayısı azdı. Şimdi ise çok farklı şeyler tartışılıyor. Yeni turizm bölgelerinden söz ediliyor?

‘Rodos kadar yatağımız yok’ denirdi, şimdi Yunanistan’ın birbuçuk misli turist geliyor, gelirimiz iki misli. Çok iyi tesisilerimiz oldu. Yabancı işletmelerin yanısıra çok önemli Türk yatırımcılar da var. Mısır’a gittiğinizde görürsünüz oradaki otellerin çoğu yabancı yatırımcıların. Bizde durum farklı. 100 binlerce işini iyi yapan çalışanımız var.

Kaç kişi istihdam ediliyor sektörde?

Turizm sektöründe 1.5 milyonun üzerinde istihdam var. Konaklama sektöründe 350 bin çalışan var. 4 binin üzerinde seyahat acentası var. Sivil havacılık da çok gelişti.

Gelirde 9’uncu, sayıda 7’nci

Türkiye’nin turizmde son yıllarda dünyada geldiği nokta da önemli bir yer...

Evet, Türkiye gelirde 9’uncu, kişi sayısında 7’inci. Yeni bir atılım dönemindeyiz. Hedefimiz Akdeniz’in liderliği. Dünyanın ilk 5’ine girmeliyiz. Dünya turizminin ilk 5’i zaten Avrupa merkezli. Fransa, İtalya, İspanya... Biz bu ülkelerin potansiyelini yakalayabiliriz. Dediğim gibi biz rakamlarımızı ikiye katlayabiliriz.

Biraz önce söz ettiğimiz gibi olaylar aslında geçmişe baktığımızda hep yaşandı. Antalya’da bomba patladı... Türkiye ‘güvenli ülke’ imajı çizmek için çırpına dursun, hep kendini ayağından vuruyor...

Doğru... Neredeyse her yıl bir olay oluyor. Turizm de kırılgan ama eskisi kadar da kırılgan değil. Bir bomba patladığında eskisi kadar etkilenmiyoruz. Geçen yıl 30 milyon civarında turist geldi, yarıya yakını AB ülkelerinden geldi. Yerine hemen koyamayacağınız bir yer değil artık Türkiye. En ufak sorunda uçakların yönü değişirdi. Kırılganlığımız azaldı. Türkiye’de turizm çok önemli, Türkiye de dünya turizminin büyük oyunculardan biri oldu. Kriz döneminde biz krizi kayıpsız atlattık. 2008’den bu yana da arttık.

Ama turizm gelirleri düştü...

Evvelki yıl düştü. Hesaplama konusunda sıkıntı da var.

Siz TÜİK rakamlarını inandırıcı bulmuyorsunuz değil mi?

Örnekleme yöntemiyle saptanıyor o rakamlar. Sınır kapılarında çıkan turistlere form dolduruluyor. ‘Neyle geldin, ne kadar harcadın’ gibi. Bunların doğruluğu tartışılır. Bence çok fazla aynı grupla konuşuyorlar. Biz TÜİK verilerini doğru bulmuyoruz. Bazı gelirler artık turizm gelirleri içinde değil. Bizim de katıldığımız toplantılar oldu, geçen sene 21 milyar dolar dediler...

Sizce ne kadar?

Ben toplam gelirin 25 milyar dolar olduğunu düşünüyorum. Esas hedef gelirleri de artırmak olmalı. Siz size olan talebi artırdıkça daha da güçleneceksiniz.

Mısır’a gitmeyen herkes Türkiye’ye gelmeyecek, beklentiler abartılmamalı

Bu kış rakibimiz olan ülkeler kötü günler geçirdi, iç karışıklıklar da devam ediyor. Örneğin Mısır... Mısır’ın payı Türkiye’nin olacak deniliyordu, ilk 3 ayda sayılar çok iyi geldi ama bu devam etmeyecek gibi görünüyor.

Beklentiler abartlıydı. “Mısır’a gelen 8 milyon turist bir anda Türkiye’ye gelecek” dendi. Bu çok abartılı. Son dakika rezervasyonları oluyor, orada durum düzelince Mısır’a gitmeye devam ederler. Eskiden turistlerin yüzde 90’ını Avrupa’dan gelirdi, şimdi Avrupa ülkeleri ve diğer ülkeler yüzde 50-50 oldu. Doğu Avrupa ülkeleri ve Rusya’dan ayrılan cumhuriyetler için ya birinci ya da ikinci ülkeyiz. Turizmde mesafe de çok önemli. Moskova burnumuzun dibinde. Ruslar çok geziyor, Türkiye’yi çok seviyorlar. Biz bir noktaya takılı kalacak bir ülke değiliz. Potansiyelimiz geniş.

TEKNE TATİLİNİ SEVERİM

Ahmet Barut, 1987’den itibaren de full time çalıştığını söylüyor. Barut, “Otelcilik sektöründe 25 yıldır profesyonel anlamda varım. Okul dönemimde par-time çalışırdım. Ufak tefek işler yaparak başladık. Yabancı dil okudum, turizm okumadım ama işin içinde piştim. Çok severek yaptığımız bir iş. 4 ve 7 yaşında çocuklarım var. Onlarla genelde sabit yerde tatil yapıyoruz. En sevdiğim tekne tatili. Bir koyda sakin kalmak, denizin keyfini çıkarmak” dedi.

Türkiye ucuz bir ülke değil

Türkiye’nin ucuz ülke imajı var, sizce bu değişiyor mu?

Ucuz bir ülke değil Türkiye. Fiyat kalite dengesi iyi Türkiye’de. Bu avantajımız bizi krizde de güçlü kıldı. Türkiye en kötü zamanlarda bile yüzde 2 büyüdü. Bu yıl 30 milyon turisti geçeceğiz.

İddialısınız...

Evet. Türkiye ucuz ürünlerin de orta kalite ürünlerin de lüksün de olduğu bir ülke. Türkiye Yunanistan’dan, İtalya’dan ucuz değil. Bazı şeyler ülkenin genel imajını kıramıyor. Ülkenin genel imajı üst sınırları zorluyor. Biz de artık o var. Şanslı görüyorum kendimizi...

Son yıllarda çok sayıda dünya markası geldi Türkiye’ye, yatırım yaptı... Sizce sektör yabancıların eline mi geçiyor?

Bu çok doğal... Bence gelmeliler de. Yabancılar da burada işlerin iyi olduğunu görüyor ve geliyor. Yabancı işletmelerin reklam ve tanıtımdan bizler de yararlanıyoruz.

Arap potansiyeli sürecek

Türkiye’de turistlerin kalış süresi de tartışılıyor. En uzun süre Araplar mı kalıyor?

Arap turist artışı oldu. Hep söylendiği gibi dizilerin etkisi oldu. Devam da edecek gibi görünüyor. Resortlarda kalış süreleri uzun. Avrupalılar da Ruslar da bir hafta kalmak için geliyorlar. İstanbul’a işadamları çok geliyor. Onlar genelde 1 gece kalıyor. Bu da doğal. Araplar Bursa’ya, Konya’ya da geliyor. Ben Arap potansiyelini kalıcı görüyorum. Arap turistler 1980’lerde patladı sonra azalmıştı. Şimdi farklı bir dünya var. İslamfobi arttı Avrupa ve Amerika’da. Biz de Arap ülkelerle ilişkileri yoğunlaştırdık. Dizilerin etkisi ve vizelerin kalkması da eğriyi yukarı çıkardı. O ülkelerdeki tanıtımı da artırmak lazım. Ulaşım ağını artırmak, kolaylaştırmak lazım. Arap turistler alışverişi çok seviyor. Bunu da değerlendirmek lazım. Arapça bilen çalıştırılabilir, mönülere yeni yemekler eklenebilir. Küçük adımlarla memnuniyetler artabilir.

Yazının devamı...

Köfteci kız kardeşler : Köftenin iyisi baharatsız olur

Deniz Yıldırım Akova ve Olcay Yıldırım Bilgin iki kız kardeş. Dedeleri Akhisar’ın ünlü köftecilerinden Rasim Taşkınlar. Onlar şimdi İstanbul, İzmir ve Susurluk’ta dedelerinin köftesinin lezzetini yaşatıyorlar. Dedelerinin yakaladığı lezzetten ödün vermemek için her sabah köfte yoğuruyorlar. Rasim Taşkınlar köftesinde baharat yok, yalnızca dana etiyle yapılıyor... Kardeşler, "Çocuklarımıza yedireceğimiz özende yapıyoruz köftelerimizi. Butik olarak kalacağız. Dondurulmuş ürün asla kullanmayacağız" diyor.

* Yolunuz Akhisar’dan geçmişse mutlaka Rasim ve Ramiz Taşkınlar’ı duymuşsunuzdur. İstanbul-İzmir, Çeşme-Bodrum yolcuları için Akhisar köftesi vazgeçilmez bir lezzet durağıdır. Rasim ve Ramiz Taşkınlar kardeşler Makedonya’dan getirdikleri lezzeti Türkiye çapında duyurmuş, zamanın gurme isimleri... Şimdilerde ise işe ailelerin 2’inci ve 3’üncü kuşak temsilciler sahip çıkmış durumda. Ben Rasim Taşkınlar’ın torunları iki kız kardeşle görüştüm. İkisi de üniversite mezunu, ikisi de anne, ikisi de her gün köfte yoğuruyor, işlerinin başında titizlikle duruyorlar. Tek amaçları var dedeleri Rasim Taşkınlar’ın yakaladığı lezzetten ödün vermeden Akhisar’ın meşhur köftesini yaşatmak.

* Siz Rasim Taşkınlar’ın torunlarısınız...

Evet. Rasim Taşkınlar annemizin babası. Biz 3’üncü kuşak temsilcisiyiz. Dedemiz 1928 yılında kurmuş. Annemiz Cahide işe sahip çıkmış, köfte yapmayı annemizden öğrendik. Babamız tekstille uğraşıyor. Onun bu işlerle ilgisi yok.

* Çok ünlü Akhisar köftesi... Tarihi... Halikarnas Balıkçısı’ndan Erol Simavi’ye ünlü isimler müdavimi olmuş... Sizlerin de çok anısı olmalı...

D.T: Akhisar’da dedelerimizin kurduğu yerde ilk anılarımız. Biz Akhisar’da büyümedik ama sık sık giderdik, hâlâ da gideriz. 2000 yılına kadar profesyonel anlamda bu işle ilgilenmiyorduk. Akhisar’ın en ünlü yeriydi. Herkes gelip giderdi. Bizler hep çalışan çocuklar olduk. İstanbul’da okuduk. İki kız kardeşiz. Dedemizin kardeşi Ramiz Taşkınlar’ın çocukları da aynı işi devam ettiriyor. Onlar da köfteci açıyorlar.

* Siz nasıl bu işe giremeye karar verdiniz?

O.T: Ben 9 Eylül Üniversitesi Turizm İşletmeciliği’nden mezun oldum. Akhisar’da ne zaman köfte yesem hep işi büyütmeyi düşünürdüm.
Kar etmeme riskine rağmen yerli dana eti kullanıyoruz

* Hayalinizdi diyebiliriz...

O.T: Ben köfteyi çok seviyorum. Sabah akşam köfte yiyebilirim. Hiç bıkmadım. Çocukluğumdan beri çok severim. Eğitim aldıktan sonra işletme açma konusunda heveslendim, doğrusu ailemi de ben ikna ettim. Annemin ve benim zorlamamla bu işe girdik. Babam tekstille uğraşıyor, ablam tiyatro eğitimi aldı, yazar... Ablam yazar olmasına rağmen o da köfteci oldu. Biz Rasim Taşkınlar dedemizin yolundan gittik.

* Nedir Rasim Taşkınlar köftesinin farkı?

D.T: Yerli dana eti kullanıyoruz. Kar etmeme riskine rağmen kullanıyoruz. Dana kaburgasından yapılıyor. Lezzet sırrı burada. Köftede kullandığnız et çok önemli.

* Baharatı, özel bir karışımı filan yok mu?

O.T: Hiç baharat yok. Çok farklı bir köfte. Bu köfteyi biz büyüklerimizden öğrendik.
D.T: Muhacir köftesi bu. Dedemiz de Makedonya’dan göç etmiş. Ramiz ve Rasim Taşkınlar kardeşler orada öğrendikleri köfteyi Akhisar’da yapmışlar. Türkiye’ye geldikten sonra bu işe yoğunlaşmışlar. Çok küçük bir işletme olarak başlamış. Zaman içinde büyümüş.

* Yalnızca ızgara köfte mi?

O.T: Evet. Izgara köfte... Ama eskiden tava köfte de varmış. Bakır tavalarda eskiden köfte de pişermiş.
D.T: Akhisar köftecilikle adını duyurdu. Dedeler mucidi olmasa da bu köfteyi Türkiye’ye onlar getirdi.

Gelen ustalara yapım aşamasını biz öğretiyoruz

* Restoran zinciri kurmak çok farklı
bir iş... Sizlerin hedefi nedir?

O.T: Öncelikle biz dedemizin ismini en iyi şekilde yaşatmak istiyoruz. Rasim Taşkınlar dendiğinde bu çok değerli bizim için. İstanbul çok büyük bir şehir. Bu iş de çok büyümeye müsait. Ama biz başında 6-8 restoran açabiliriz diye düşündük. Çünkü bizim köftemizin kalitesi çok yüksek ve ana maddesi dana eti. Dana eti konusundaki durumu biliyorsunuz. Yeterli miktarda dana eti bulmak zor ve çok pahalı.

* Nasıl yapılıyor burada köfteler, ustalarınız mı var?

O.T: Biz hiç fabrikasyon olmayı düşünmedik. Tamamen butik mantığındayız. Doğal köftelerimiz.
Biz yapıyoruz. Kendi seçtiğimiz ustalara da biz öğretiyoruz. Ben İstanbul’daki ekibin başındayım, ablam da İzmir... İstanbul, Susurluk ve İzmir’de şubelerimiz var. Biz iki kardeş bunlara yetişebiliyoruz.

* Her gün yapılıyor mu köfte?

D.T: Evet. Asla dondurulmuş köfte satmıyoruz. Her sabah burada köfte hazırlanıyor. İstanbul, İzmir ve Susurluk’ta da mutfaklarımız var. Hepsi ayrı ayrı aynı tarifle hazırlanıyor.
O.T: İşe çok eğil bir usta da almıyoruz, çünkü ustalar kendi istediklerini katabiliyorlar, oysa biz asla formülü değiştirmek istemiyoruz. Baharatlı köfte için dedem anneme ‘kendine güvenen köftesine baharat koymaz’ dermiş. Biz de öyle yapıyoruz. Formül ortada biz onu yaşatıyoruz. Asla dedemizin kemiklerini sızlatmak istemeyiz.

Yarım kilo kıymadan köfte yapamayız

* Köfte yemek isteyen bize gelsin diyorsunuz.

O.T: Aynen. İnsanların canı köfte yemek istediğinde bize gelsinler istiyoruz. Buranın önünden geçerken değil de gerçekten de Rasim Taşkınlar’ın köftesini yemeğe gelsinler.
D.T: Biz ikimiz de anneyiz. Kızlarımız var. Evimizdeki mutfaktan çıkanları nasıl çocuklarımıza gönül rahatlığıyla yediriyorsak, aynı şekilde buradaki her şeyi de çocuklarımıza yediririz. Mercimek çorbası yapıyoruz, asla hazır bir şey yok içinde. Hazır et suyu filan asla kullanmayız. Biz ürünlerimize çok güveniyoruz.

* Kaç şubeniz var?

O.T: Şu anda 7 şubemiz var İstanbul’da. Bazı caddelerde ve AVM’lerdeyiz. İstanbul için 10 şubenin üzerine çıkmayı planlamıyoruz. Dediğimiz gibi kalite önemli. Bayilik de veriyoruz. Çok sıkı denetliyoruz. Bayilerimiz de bu markaya çok inandılar. Onlar da çok özenli. Çok talep var ama dediğimiz gibi fazla büyürsek hammademiz olarak kullandığımız dana etini bulmakta zorlanırız.

* Size ne kadar bilerek geliyor müşteriler, Akhisar köftesini biliyorlar mı?

O.T: Buraya bilip de gelen çok. Özellikle İstanbul-Bodrum ve Çeşme-İzmir yolcuları zaten Akhisar köftesini biliyorlar. Özellikle Bağdat Caddesi’ndeki şubemize bizi bilenler geliyor. Nişantaşı daha çok gelip geçerken uğranılanacak bir yer.

* Günde kaç porsiyon köfte satılıyor?

O.T: Günde tam bilemiyorum ama ayda
1.5 ton bir üretimimiz var İstanbul’da. Bahar aylarında bu rakam artıyor.

* Evde köfte yapar mısınız?

D.T: İkimiz de yapmıyoruz. Annemiz yapardı...
O.T: Bence biz yarım kilo ya da bir kilo kıymadan köfte yapmaya kalksak beceremeyiz, tutturamayız. Hep çok büyük porsiyonlara hazırlıyoruz.

* Sizin kitabınız varmış, köftecilik yanında yazmaya da devam ediyor musunuz?

D.T: “Seninle Başladı Seninle Bitti” adlı bir şiir kitabım var. Yazmaya devam ediyorum. Ama bu aralar işler de çok yoğun.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.