Şampiy10
Magazin
Gündem

Erkek doğmuş biri olarak...

Unutmuşuz...

Böyle erkekleri unutmuşuz.

Tıpkı bütün kibar erkekleri unuttuğumuz gibi...

Kapıda yol veren, arabanın kapısını açan, sigaramızı yakan, iltifat eden, üşüdüğümüzde ceketini çıkarıp omuzumuza koyan, trafikte bile yol veren erkekler vardı bir zamanlar...

Hayır, sevgililerden bahsetmiyorum. Onlar yalakalık olsun diye bir kısmını ve kısa bir süre için yapıyorlar.

Ben, bir arkadaştan, belki tanımadığın ya da yeni tanıştığın birinden söz ediyorum...

İyice kabalaştılar...

Kabalaştıkça coştular...

Daha da kötüsü kabalıklarına kılıflar da geçirdiler.

Kendileri kaybeder!

Ha, ortalıkta, “Kadınlar benim başımın tacı” türünden laf edip sonra da etrafındaki kadınlara en büyük haksızlıkları yapanlar çoğunlukta, o ayrı...

Şimdi bunlar dayak atmıyorlar ya, “Şiddete Hayır” diyorlar ya, kendilerini kadınların yanında zannediyorlar. Ama karısı, sevgilisi biraz sözünden çıksa... Görürüm ben onu!

Onların kadına saygısı, başkalarının kadınlarınadır.

Onun için dün gelen bir mail beni şaşırttı.

Biraz da sakinleştirdi...

- “Doğrusunu isterseniz ben erkek doğmuş biri olarak size bir itirafta bulunmak istiyorum. Çevremde pırıl pırıl kendine güvenen bakımlı kadınları görünce kendime biçebildiğim tek rol onların kölesi olabilmek. Tabii insanlar köle olmak için doğmadığına göre bunun dışavurumu, farklı erkekler için farklı boyutlarda olabiliyor. Şiddet gören, aşağılanan kadınların böyle davranışlar görmelerinin sebebi bir tür çekememezlik ya da erişilemeyen bir duruma karşı geliştirdikleri aşağılık bir savunma olabilir mi?

Ben böyle kadınları tanrıça gibi görüyorum. Onlar gibi olmak istiyorum ama mümkün değil tabii ki... Bence erkek olarak doğmak asıl işkence. Güçlü gibi görünmeye çalışmak ve bir kadın gibi içsel olarak güçlü, güzel, sevgi dolu ve estetik olamadığın için kendine roller biçmeye çalışmak... Bütün kahramanlar erkektir ya güya; şiddet uygulayan, vuran, kıran, böğüren yaratıklar bence...

Yumuşacık bir kalbe ve bedene sahip olamayacağımızı bildiğimiz için böyle olmuşuz belki. Bize başka alternatif yok. Bence amazon kültürü gelmeli. Bir erkeğin idaresinde ezilmek yerine bir bayanın kölesi olmak bile çok daha onurludur. Tüm dünyaya sahip olsa da doymayan erkekler ne ifade ediyor sizce? Asıl gereken her şeye doğuştan sahip olmuş bir kadının yanında tüm ömrünüzü geçirmek. Bir kadınla evlenmek, ona sahip olmak anlamını taşımıyor. Zaten çoğu evlilikte de erkekler sevilmiyor, sadece katlanılıyor.

Siz bir kadın olarak bu üstünlüğün ve değerin farkındasınızdır zaten ama bilmenizi istedim. Erkek olarak doğmuş olsam da, ben de farkındayım. Umarım ne sizi, ne de hiçbir kadını hiçbir erkek incitemez bir daha.”

Hadi bakalım...

Beyler, ne diyorsunuz?

Yazının devamı...

Kararı merakla bekliyorum

İzmir Karabağlar Karakolu’ndaki görüntüleri ilk kez seyrederken, kadının başına vurduklarında ben kafamı eğdim; ona tokat attıklarında ben ellerimle yüzümü kapattım.

Onu masanın altına soktuklarında, ben bacaklarımı içime çektim.

Yüzüm onunki gibi olmasa da perişandı.

Kendimi kıstırılmış, haksızlığa uğramış, yok; bu ifadeler yetmedi, daha isyankâr duygular içinde hissettim. Biliyorum bütün kadınlar ve çoğu erkek de benimle aynı duygular içinde.

Sonrası, sıradan, artık alıştığımız bir rutine girdi.

Dün Fikret Bila‘nın yazdığı gibi, “Özrü kabahatinden büyük” savunmalar...

Sonradan değiştirilen ifadeler...

Değiştirilmiş halinde bile vicdanımızın da aklımızın da asla kabul edemeyeceği ayrıntılar...

İnsanın aklı gerçekten almıyor.

Tam da şu sıralarda...

Siyasi partiler, gazeteler, sivil toplum örgütleri, halk, herkes bir olmuş “Kadına şiddete hayır” derken...

Bir kadın tokat yerken ve o tokat bütün kadınların suratında patlarken...

Acaba bu cesaret, “Nasıl olsa kararlar hep kadın aleyhine çıkıyor” inancından geliyor?

Acaba bu hak görüş, “Nasıl olsa hafifletici bir şeyler buluruz” rahatlığı sayesinde mi?

Önümüzde hâlâ sindiremediğimiz bir N. Ç. davası ve mahkemenin vicdanları sızlatan kararı var.

Ne yaptıysak, ne yazdıysak N. Ç’ye yapılanların karşılığını alamadık.

Hiçbirimizin içine sinmedi.

Adalete küstük.

Önümüzde N. Ç. gibi çok dava ve dava sonucu var.

Belki de bu yüzden o dayağın acısı daha fazla oldu.

Yine karşılıksız kalacak diye...

Savunmalar değişecek, hafifletici nedenler sunulacak falan filan...

Bunları biliyoruz.

Onun için ben bir sonraki aşamaya geçtim.

Bu davayı görüşen mahkemenin sonucunu düşünmeye başladım.

Şimdiden kararı merak ediyorum.

Ve...

Önce kadınların, sonra tüm toplumun içini rahatlatacak bir karar çıkmasını bekliyorum.

Hiç değilse bu sefer öyle olsun istiyorum.

Öyle bir karar çıksın ki, hukukla, insan vicdanının ve aklının birleştiğini görelim.

O gece başımızı yastığımıza bir “Oh!” çekerek koyalım.

Ben bu davanın sonucunu çok merak ediyorum...

Yazının devamı...

Ne derseniz, onu yapacağım!

Bir doktordan gelen mail’i noktasına, virgülüne dokunmadan aktarıyorum.

Ve çok samimi olarak diyorum ki:

“Siz ne derseniz, onu yapacağım.”

Önce okuyun:

- “Sayın DONDER oturmuş Vatan gazetesinin sıcak bir köşesine, kapmış bir köşeyi muhtemelen torpille, hımm yazacak şey de yok, ne yazsam lan diye düşünmüş, varayım doktorlara atıp tutayım, bu konu herzaman reyting yapar demiş ve döktürmüş. Aferiin, eline sağlık. Kaç para aldın bu yazıya karşılık? Ruhunu sat ve para kazan. Ne güzel. Sen ne uğraşıyorsun doktor olup da elin binbir türlü psikopatı ile, kap sen de DONDER gibi bir gazete köşesi, oooh gel keyfim gel.

Bak DONDER, kimsin, nesin bilmiyorum. Ama senin yüzünden tepesi atan yalnız o doktor değil, emin ol. Sana bir tavsiyem olacak: Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste. Sen de bu ülkenin tüm dr larının ahını aldın bence. Onun için dikkatli ol bu kutsal mesleği yapanlara karşı(çünkü onlar zaten yeterince zor durumda), sen cici medyacığının torpilli bir üyesi olarak daha masum yazılar yaz. Yoksa çarpılırsın evelallah. Bir doktor.”



Şimdi diyeceksiniz ki, “Sen de bir mail’i aradan çekmiş bizi karalıyorsun.“

Hayır. Bu en fenalarından sadece biri ama doktor olduğunu belirtenlerden gelen mail’lerin yüzde 95’i hakaretle başlıyor, sorunlarıyla devam ediyor ve sonunda yine hakaretle bitiyor.

Bana, gazetecilere ve diğer meslek gruplarına...

Şimdi size soruyorum:

Ben ne yapayım?

Yukarıdaki mail’i yazan doktor cesaret gösterip ismini yazmamış.

Ben onu yasal yollardan bulup, yasal yollara mı başvurayım?

Gerekli yerlere şikâyet mi edeyim?

Aynı üslupla cevap mı vereyim?

“Bu aralar zaten sinirliler” deyip görmezden mi geleyim?

Sineye mi çekeyim?

Ne yapayım?

Ne yapacağımı gerçekten bilmiyorum.

Ama “ne yapmak isterdim,” onu biliyorum.

Keşke “hastaların yaşadıklarını“ anlattığım yazımı, doktorlara karşı bir kampanya gibi algılamasaydınız. Yazdığım gibi, sadece “hastaların yaşadıkları“ olarak okusaydınız.

Ardından, “Bizim sorunlarımıza da aracı olsana“ deseydiniz.

Zaten bildiğim sorunlarınızın detaylarına birlikte girseydik...

Keşke!

Gelin görün ki, ben şimdi ne yapacağımı bilmiyorum.

Bu kadar hakaret ve tehdide karşı ne yapayım?

Siz ne derseniz, onu yapacağım...

Yazının devamı...

Hasta-doktor çıkmazı...

Mecbur kaldım...

Hasta-doktor hallerini biraz hicvedeyim dedim ama...

Her zamanki gibi hicvedilenler kaldıramadı.

Olsun.

Biz hastalar bu duruma alışıp halimize gülerken doktorlar fena halde kızdılar.

Hasta-doktor çıkmazına girdik.

Doktorlardan o kadar çok mail geldi ki, hepsine tek tek cevap vermem mümkün değil. Zaten yüzde 99’u aynı konulardan bahsediyor.

Her türlü hakarete rağmen objektif olmaya çalışacağım.

Zira aralarından sadece yüzde 1’i hakaret etmeden beni eleştirmiş. Normali bu olmasına rağmen onlara teşekkür ederim.

Gelelim diğerlerine...

Kızmışlar, çok kızmışlar ve sinirlerine hâkim olamamışlar diye düşünmek isteyerek hakaretlerini duymazdan geleceğim.

Yoksa “İşte hâlâ tam da anlatmaya çalıştığım gibi davranıyorsunuz“ diye yazmam gerekir.

“Yabancı doktorlar gelsin, 3-5 hasta ölsün de o zaman görürüz sizi” gibi lafların ardına gizlenmiş korkunç mantaliteyi ise hiç kale almıyorum.

“Yabancı Dr’ların gelişiyle bizlerin değeri çok daha iyi anlaşılacak, emin olun, bunu da iyi not alın...’cılara, “Biz sizin kıymetinizi biliyoruz da, siz de bizimkini bilin” demek istedim diye yazmam lazım.

“Ha bir de canınızı bir doktora emanet ettiğinizde, bu yersiz sözleriniz umarım aklınıza gelir” diye tehditvari mail’ciler var; onlara da, neyse ki canım bir doktora emanet o da neyse ki yüzde 1’in içinde demek isterdim...

“Siz gazeteci olarak iş yerinizde klimanız ya da kaloriferiniz çalışmıyorsa işi bırakıverirsiniz. Tuvaletleriniz şahsınıza özeldir. Ziyaretinize gelenler bile izinsiz kullanamaz” diye gazetecileri tarif edenlere ise sadece gülüyorum, buraya davet ediyorum.

“Neyse ki her gazeteci sizin gibi değil ve şu anda sorunu anlamış veya anlamaya çalışan harika gazeteciler de var. Siz neden bu şekilde davranamadınız Dilek Hanım? Neden onların arasında degilsiniz? Neden sistemi sorgulamıyorsunuz? Neden mesleğiniz adına düşük profil sergiliyorsunuz?“ diye soranlara da, “Bu sefer hastalar tarafından yazdım” demek isterdim.

“Bilip bilmeden, araştırmadan, oturduğunuz yerde iki dakikada ne kadar kolay eleştiriyorsunuz. Onları yazacağınıza, bizim hâlimizi yazın” diyenlere de, “Ben biliyorum, peki siz hastaların durumunu biliyor musunuz? Onları yazmayalım mı? Onlar yok mu?” diye karşı soru sormak da isterdim.

Bütün bunları uzun uzun anlatmak isterdim.

Hastalardan gelen mail’leri de...

Ama bütün bunları şimdilik es geçiyorum.

Doktorların ortak seslerine kulak veriyorum.

Diyorlar ki:

l Biz çok uzun süre okuyarak doktor olabiliyoruz. Kolay değil.

l Gece gündüz çalışıyoruz.

l Günde 100-200 hastaya bakmak zorunda kalıyoruz.

l Hastaların çoğu cahil, laftan anlamıyorlar.

l Bütün bunlara rağmen az para alıyoruz.

l Bir de mecburi hizmetimiz var.

l Şimdi hükümet de üzerimize geliyor.

l Sistem kötü.

l Başka mesleklerde bunlar yok.

l Siz bizim neler çektiğimizi biliyor musunuz?

Biliyoruz.

Gerçekten biliyoruz.

Ama gelen mail’lerin neredeyse yüzde 90’ı eleştiriyi reddetmiyor, “kötü davranıyoruz ama bir sor bakalım neden” diyordu.

Bilmiyorum, belki de can havliyle...

Ben de demek istiyorum ki:

Tabii ki ve neyse ki ülkemizde gerçekten çok insan doktorlar da var.

Evet sistem gerçekten çok kötü.

Ama...

Gerçekten de hastalara çoğunlukla çok kötü davranılıyor.

Bu ülkedeki polislerin, gazetecilerin, çaycıların, hâkim-savcıların ve onlarca meslek grubunun dertleri de sizinkinden daha az değil.

Gerçekten değil.

Yazının devamı...

Doktorun tepesi atmış!..

Gerçekten de atmış!..

Dün benim yazıyı okumuş ve tepesi atmış. (Doktorların hastalara nasıl davrandıklarını(!) anlatan yazımı...)

Belli ki, okur okumaz hiç beklemeden, heyecanının, sinirinin azalmasını beklemeden döşenmiş.

O hızla otosansürsüz yazmış.

“Madem öyle bizde de böyle!“ diyor yani...

Eline sağlık, ne diyeyim?

Bana düşen onların tarafını da anlamaya, anlatmaya çalışmak...

Diyor ki:

“Size bir de hastaları Dr. gözü ile anlatayım.”

Tamam...



- Amerika’da Dr. 12, İngiltere’de 20 hasta bakar.

- Fransa’da KBB Dr’una muayene olmak için 1 ay önceden sıra almak zorundasınız, dünyada şartlar böyle.

- Ben ayda 20 büyük, 20 küçük ameliyat yaparım.

- 60 hastaya gastroskopi, 10 hastaya kolonoskopi yapar, 500’e yakın hasta muayene ederim.

- Bunun özel hastanedeki değeri yaklaşık 80 milyardır yani Dr’a 35 milyar net eline sayar. Benim aldığım para 3 bin 500 lira yani çerez parası.

- Ben 11 yıl bunun için mi geceli gündüzlü çalıştım? Kan, idrar, b.k temizledim...

- Hâkim, savcı oturarak nöbetsiz, temiz ortamlarda 8 milyarın üzerinde para alacak, ben doğu görevi, nöbet, bayram çalışacağım! Vicdanınız el veriyor mu?

- Ben hata yaparsam inanılmaz para cezaları ödeyeceğim, onlara ceza yok! “Olur böyle şeyler!”

- Büyük şehirde ev kiraları, okul ücretleri kaç para ki, sen Dr’una 3 bin 500 lira veriyorsun?

- Bir de önünü tıkamak için özel hastane kadrolarını kapatıyor, sınırlandırıyorsun.

- Hastaları abartmayın; güler yüzlü davranırsanız işin b.kunu çıkartırlar.

- Ağırlığının üç katı ekmek tüketen tek toplumuz; beynimiz çalışmaz bizim. Dr’u dinlemek zahmetine bile katlanmayız.

- 5 defa odasına girip sormazsak anlamayız, yine de anlamayız.

- Düşünmeyiz ki, bu adam 100 hasta bakacak, gece nöbetten çıkmış, hafta sonu acilde çalışmış, sen uyurken kaza, bela, bıçaklanmış, kurşunlanmış insanlara ikinci bir hayat vermiş.

- Soruyor musunuz, “Artık devlette organ nakli yapan var mı?” diye...

- Arabanla git, başka şehirden organ al, ekibe yemek söyle, organları getir, saatlerce nakil yap; devlet sadece bir kişiye 200 lira versin, yol paranı yemeğini karşılamasın. Kimse devlette yapmıyor, yapanlar da sadece öğrenmek için, tecrübe ameliyatları yapıyor.

- Doku nakli yapan da kalmadı. Lösemi olursanız öğreneceksiniz bunları...

- Cahil insan seviyesine inmek, defalarca anlatmaktan yıpranırsınız ama o sizi yine de dinlenmez.

- İlaçlarını getirtirsiniz eczaneden, üstüne yazarsınız, kullanmaz bile...

- Bir de iftira atar, “Sen böyle dedin“ diye...

- Artık kimse severek yapmıyor Dr’luğu...

- Halkı eğitmeden, kalite ve güler yüz beklemeyin.

- Halk eğitilmiyor, gün geçtikçe daha kötüye gidiyor.

- Ve medyanın, sizin eseriniz, elinize sağlık. Çalışmıyorsunuz ama belki çalışırsınız diye iyi çalışmalar dilerim.



Haydaa...

Kabak yine medyanın başına patladı!

Nereden nereye...

Yazının devamı...

“Guzum, yabancı doktorum, gelme sen!”

Biz yabancı doktor istemiyoruz.

Bunun iki nedeni var; yabancı doktor ve hemşire istemememizin başlıca iki sebebi var.

Birinci ve en önemlisi iyi doktorların Türkiye’ye gelme olasılığı olmaması...

Niye gelsin ki?

İkincisi, diyelim ki geldiler; onlarla nasıl anlaşacağız?

Bu konuda endişelenen ailehekimisitesi.com da, “Guzum yabancı doktorum, beni anlar mısın?” başlıklı bir araştırma yapmış. Özellikle Anadolu’da sıkça kullanılan ve hekime başvuruda şikâyetleri tarif ederken kullandıkları tabirleri tespit etmişler.

“Döşüme yel girdi, midem kaynama yapıyor, gözümde şimşekler çakıyor, beynim patlıyor, etlerimi çekiyorlar, ayaklarım karıncalanıyor, içim gıcık oluyor, boğazım düğümleniyor, gözüm seyiriyor, darlanıyorum, damar damar üstüne bindi, kafam zonkluyor, damarlarım çekiliyor, beynim didişiyor, bağrım yanıyor, döşüme bıçak saplanıyor” gibi...

“Türkçe öğrenseler bile bu tabirleri nasıl anlayacaklar?” diye soruyorlar.

Velev ki anladılar...

İş burada bitmiyor.

Yabancı doktorlara Türk hastalara nasıl davranmaları gerektiğini de öğretmeleri gerekiyor.

Yoksa neme lazım, “Nasılsınız?“, “Günaydın“, “Geçmiş olsun“ falan derler, bizi can evimizden vururlar!

Alışık değiliz biz öyle iyi davranılmalara...

Elini omzuna koyacak, “Nasılsınız? Merak etmeyin, sizin için elimizden geleni yapacağız” diyecek mesela!!! Kesin ağlama krizine falan gireriz!

Onun için ben bir liste hazırlardım:

1. Hastalarla asla göz teması kurmayacaksın.

2. Onlara asla siz demeyeceksin. “Sen”li ve azar ses tonuyla konuşacaksın. Konuşacaksan tabii...

3. Çünkü mümkün olduğunca konuşmayacaksın.

4. Konuşturmayacaksın da...

5. Yine de konuşursa, senin onu dinleyip dinlemediğini asla anlamayacak.

6. Bir hastaya 2 sorudan fazla soru sorma cesareti vermeyeceksin.

7. O iki sorunun birine yarım yamalak cevap vereceksin. Hatta onu da ağzında geveleyeceksin ki, iyice anlamasın.

8. Arsızlaşıp üstelerse, koridorun ortasında ona bağıracaksın.

9. Sen bağırmazsan asistanın bağıracak.

10. Hastalar yeni mezun asistanın peşinden “Hocam, hocam...” diye koşarak yalakalık yapacaklar ki, bir kontrole razı edebilsinler.

11. Zaten hastalar aklındaki soruları doktordan korktukları için ya asistanlara, hemşirelere olmadı, hasta bakıcılara sormaya alışıktırlar.

12. Onlar da azarlarlar ama en azından bir cevapları vardır.

13. Bir hasta senin yanından çıktığında hastalığı hakkında fazla bilgisi olmamalı.

14. Hastayı, eve gittiğinde ona, “Niye hastalanmışsın?“ diye sorduklarında, aptal aptal bakıp, “Olurmuş işte!” diye salak bir cevap verecek hale getirmelisin.

15. “Bu ilaçlar tedavi mi için mi yoksa önleme amaçlı mı?” sorusunu ise ancak 5. gelişinde sorabilmeli...

16. Bir hasta ilaçları bittiğinde ne yapacağını asla bilmemeli...

17. Bir hasta, bir hastalık için 5 ayrı doktora gidip 3 ayrı tedavi seçeneğini kendi mantığına göre belirlemeli...

18. Yeni tedaviye başlayacak olan hastalar saf saf, “Doktor bey bana sabah 10.00’da gel, dedi” demeli ve diğer 50 hasta ona boş boş bakmalı, “Alışırsın alışırsın” der gibi...

19. Yeni hasta, diğerlerine aldırmayıp kendinden emin doktorun kapısını çalmalı, “Ama ben dün muayenehanesine gittim, hah haa...” der gibi... Diğer 50 hasta onu gülümseyerek seyretmeli, “Biz de!” der gibi...

Yoksa...

Biz de onlara uyum sağlayamayız.

Yabancı doktor falan istemiyoruz biz.

Gerçekten istemiyoruz.

Zaten iyisi bize gelmez ki!

Yazının devamı...

Sataşkan kadına sataşmayacaksın!...

Yoksa alırsın cevabını...

Ali’nin 40 yaş üstü kadın tarifine kadınlar gıcık oldu. Belki söyledikleri gerçek olduğu belki de hiç uymadığı için...

Ama her birine cevapları var.

(Benim değil, gelen mail’lerden cevapları yazıyorum.)

O cevapları verelim ve bu meseleyi şimdilik kapatalım.



- 40 yaş üstü kadınından televizyonda spor programı yahut belgesel seyretmesini bekleyemezsiniz.

(Erkeğinin dizine yatarak TV’ye bakmaya bayılır. Sırf o TV izliyor, ben de hatırını kırmayayım diyedir. Kumanda hep erkeklerin elindedir çünkü adamlar hayatlarında 2 şey tutuyorlar: 1- Kendi kumandası 2- TV kumandası.)

- 40 yaş üstü kadınından asla akşamları evde oturmasını isteyemezsiniz. Dışarı çıkmak için başınızın etini yiyecektir.

(Öyle her gece dışarı çıkalım olayını 20’li yaşlarda halledip gözü doymuş kadındır. Evcimendir artık. Anaçtır. Daha sevgi doludur.)

- 40 yaş üstü kadından spontane davranışlar bekleyemezsiniz. Her hareketi planlı ve hesaplıdır. Çünkü yalnız yaşarken sürekli ve detaylı olarak bir erkek bulduğunda neler yapacağını planlamıştır.

(Evet zira adamlar o kadar birbirinin aynısı!!!)

- 40 yaş üstü kadına yaşadığı cinsellik asla yetmeyecektir. Sürekli daha fazlasını hatta ön sevişme filan isteyecektir.

(40 yaş üstü kadını asla kandıramadığınızdandır...)

- 40 yaş üstü kadın çok fazla obsesif ve şekilcidir. Halının üzerinde duran çıkardığınız çorapların size rahatsızlık vermediğini bir türlü anlatamazsınız.

(O çorapları halının üzerine çıkarmak 40 altı erkek işidir ki bizim onlarla işimiz olmaz!))

- 40 yaş üzeri kadının damarına basarsanız anında yaygaraya başlar. Had safhada sataşkan olurlar. Bir anda “sen kimsin ki” diye bağırmaya başlayabilirler.

(Sen kimsin ki?)

- 40 yaş üstü kadınlar hâlâ göğüslerinin ve kalçalarının çok güzel göründüğünü sanırlar. Sakın aksini söylemeyin, zararlı çıkarsınız.

(Göğüslerim taş gibi, popom da süper.)

- 40 yaş üstü kadınlar cinsel açıdan korunmazlar bunu sizden beklerler.

(Size iyilik yapıyorlar haberiniz yok!)

- 40 yaş üstü kadınlar sevişirken kedi gibi sesler çıkarırlar. Maalesef bu onlarda eğreti durur ve mırlarken çok itici gözüktüklerini de bilmezler.

(Keşke o sesleri çıkarabileceğimiz adamlara rastlasak!)

- 40 yaş üzerindeki bir kadınla sadece sığ konuları konuşabilirsiniz ya da o gün onun iş yerinde olanları. Başkaca bir konu hakkında fikirleri olmaz sadece tepkileri vardır.

(Peki siyasi ve toplumsal olaylarda neden meydanlarda 40 yaş üstü kadınları görüyoruz?)

Yazının devamı...

Bütün erkekler ikincidir

Madem bu işe kalkıştım...

Madem 40 üstü kadınları yazmaya başladım...

Üstelik bir adam da çıkıp bizi sinir etti...

Gerçekçi olmaktan başka çare yok. Şimdi erkekler için yazdıklarımı madde madde kadınlara uyarlayacağım.

40 üstü kadınlara devam...



- “40 yaş altı bir kadının ‘sana saygı duyuyorum’ deme olasılığı yoktur. Çünkü saygı duyabileceği bir adama rastlamaz. Onu ‘yapacak daha iyi bir işim yok‘ derken bulabilirsiniz.”

- “30 yaş altı kadının ilk erkeği olabilirsiniz. Ama 40 yaş üstünün bütün erkekleri ikincidir.”

- “40 yaş altı kadınlarla bütün fantezilerinizi gerçekleştiremezsiniz. Oysa 40 yaş üzeri kadınlar kısa bir süre için olsa da, sizi aşabilirler.

- “40 yaş altı kadınlarla ‘nerede‘, ‘ne‘ yiyeceğiniz sorun olur. Ancak 40 yaş üstü kadınlara gösteriş yapmanız gerekmez.

- “40 yaş altında kadınlara ‘bir kelime, doğru bir kelime söylesene’ dediğinizde, size asla ‘tamam aşkım, haftada 1 gün serbestsin’ demez. 40 üstü kadın ise sizi sadece haftada 1 gün isteyebilir.”

- “40 yaş altı kadınlar gece eve bırakılmak isterler. Oysa 40 yaş üstü kadınlar sizin evinize ne zaman gideceğinizle ilgilidir.”

- “40 yaş üstü kadınlar bir şey istememeyi ilke edinmiştir. Çünkü adamların ne istediğini bildiğini bilirler.”

(Bu cümleyi de sadece 40 üstü kadınlar anlar!)

- “40 yaş üstü bir kadın gözünü bile kırpmadan size seçicilikten bahsedebilir. Oysa zamanında en büyük hataları yapanlar da yine onlardır. “

- “40 yaş altı kadınlarla bilgisayarınız arasında pek ortak nokta bulamazsınız. Hiçbir şeyi etmezler...”

- “40 yaş altı bir kadını yatağa çekip televizyondan kurtarabilirsiniz. Oysa 40 yaş üstü bir kadını dizisinden ayırmak için gerçekten iyi bir nedeniniz olması gerekir.”

- “40 yaş altı bir kadın gün boyu size cep telefonuyla mesajlar yollayabilir, mektuplar, şiirler yazabilir. 40 yaş üstü kadının yazdığı son şey ilk erkeğinde kalmıştır.“

- “40 yaş altı kadınları doğum kontrolünde aktif olmaya ikna edebilirsiniz ama 40 yaş üstü kadınlar bunu sizden bekleme cesaretine sahiplerdir artık!”

- “40 yaş üzeri kadınla sokağın ortasında bağıra çağıra kavga edemezsiniz. Ama ederseniz... Edebilirseniz... Sonu iyi olur, anladınız siz onu!!!”

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.