Şampiy10
Magazin
Gündem

40 + kadınlar neleri yap(a)maz

Sıra kadınlarda...

40 yaş üstü kadınlarda...

Erkekler için iki gündür yazdığım her maddeyi kadınlara uyarlayacaktım. Ama Ali benden önce davranmış.

Gerçi o benim maddelere göre değil, kafasına göre takılmış.

Valla, süper olmuş.

Alın size bir erkeğin gözünden 40 yaş üstü kadını...



- 40 yaş üstü kadınından televizyonda spor programı yahut belgesel seyretmesini bekleyemezsiniz. Israrcı olursanız sizi “uyumakla” tehdit edecektir. Israrınızda devam ederseniz gerçekten de birkaç dakika içinde uyuduğunu görürsünüz.

- 40 yaş üstü kadından asla akşamları evde oturmasını isteyemezsiniz. Dışarı çıkmak için başınızın etini yiyecektir. Çünkü 40 yaş üstü kadın yalnızken dışarı çıkmaz. Oysa erkek yalnızken hayatı zaten sürekli dışarıda yaşıyordur. Bu yüzden 40 yaş üstü kadın yalnızken gitmediği rakı balık restoranlarına gitmeyi ve akşam dışarı çıkmaları yaşamak isteyecektir. Oysa bu durum erkek için yalnızken yaşadığı yaşam tarzının devamı olacağından direnmektedir, erkeğin dışarı çıkmak istemeyişinin başkaca amacı yoktur.

- 40 yaş üstü kadından spontane davranışlar bekleyemezsiniz. Her hareketi planlı ve hesaplıdır. Çünkü yalnız yaşarken sürekli ve detaylı olarak bir erkek bulduğunda neler yapacağını planlamıştır. Spontane yaşayan erkek bazen o kadar şaşırır ki dumura uğrar.

- 40 yaş üstü kadına yaşadığı cinsellik asla yetmeyecektir. Sürekli daha fazlasını hatta ön sevişme filan isteyecektir. Erkeğin gösterdiği performansın 40 yaş üzerindeki bir kadın için yeterli olduğunu bir türlü anlayamayacaktır.

- 40 yaş üstü kadın çok fazla obsesif ve şekilcidir. Halının üzerinde duran çıkardığınız çorapların size rahatsızlık vermediğini bir türlü anlatamazsınız.

- 40 yaş üzeri kadının damarına basarsanız anında yaygaraya başlar. Had safhada sataşkan olurlar. Bir anda “sen kimsin ki” diye bağırmaya başlayabilirler, tedbir olarak hemen uzaklaşın çünkü onu susturma şansınız ve başarınız sıfır olacaktır.

- 40 yaş üstü kadınlar hâlâ göğüslerinin ve kalçalarının çok güzel göründüğünü sanırlar. Sakın aksini söylemeyin, zararlı çıkarsınız.

- 40 yaş üstü kadınlar cinsel açıdan korunmazlar bunu sizden beklerler. Kabul etmezseniz çok kızarlar. Bu sorunu aşmaya boşuna uğraşmayın, değeceğine inanıyorsanız korunun yahut çekin gidin.

- 40 yaş üstü kadınlar sevişirken kedi gibi sesler çıkarırlar. Maalesef bu onlarda eğreti durur ve mırlarken çok itici gözüktüklerini de bilmezler.

- 40 yaş üzerindeki bir kadınla sadece sığ konuları konuşabilirsiniz ya da o gün onun iş yerinde olanları.

Başkaca bir konu hakkında fikirleri olmaz, sadece tepkileri vardır.



Yeteeer...

Yeter!!!

Yazının devamı...

Altı-üstü 40 yaş...

Adamların en iyi halleri 40-50 arası...

Bunda hemfikiriz.

De...

En iyi halleri derken?

Ne kadar iyi?

Dün başlamıştık, bügün devam ediyoruz...



- “40 yaş üstü bir erkek gözünü bile kırpmadan size seçicilikten bahsedebilir. Oysa en büyük koleksiyoncular onlardır. 40 yaş altının koleksiyoncu sıfatını taşıyabilecek bir birikimi yoktur.”

(Bir adam seçicilikten bahsediyorsa, koleksiyonunda çok fazla paçoz var demektir. Bıkmıştır ama bu döngüden kurtulamaz.)

- “40 yaş altı erkeklerle bilgisayarınız arasında pek ortak nokta bulamazsınız. Halbuki 40 yaş üstü deneyimleriyle bilgisayarı aratmaz. Ancak dokunduğunuzda tepki almamanız doğaldır.”

(Format atmak gerekir... Yine olmazsa değiştireceksin. Yoksa sen de eskirsin.)

- “40 yaş altı erkekler size 40 yaş altı kadınların seçimlerinde nelerin öncelikli olduğundan, küçük kadınların yüksek duyarlılıklarından, ilişki oyunlarında kadının tecrübesiz olmasının getireceği keyiften bahsetmezler. Çünkü onlar da sizinle beraber büyüyordur ve daha fazlasından haberleri yoktur. Oysa 40 yaş üstü erkekler, kadının oyunu bilmemesinden hoşlanırlar. Çünkü o zaman kazanma şansları yüksektir!”

(Ne diyor bu? Anlayan var mı? Bu tarifi ancak 30 yaş altı bir kadın anlar ve sıkılmaz. 40 yaş üstü kadın ve erkek bu cümleyi kurandan ya kaçar ya da...)

- “40 yaş altı bir erkeği yatağa çekip televizyondan kurtarabilirsiniz. Oysa 40 yaş üstü bir erkek ‘Beni televizyon kurtarıyor’ deme cesaretini gösterebilir.”

(Tıpkı YÖK Başkanı’nın ODTÜ’ye gitme cesaretini göstermesi gibi... İkisi de aynı. Şuursuz cesaret!)

- “40 yaş altı bir erkek gün boyu size cep telefonuyla mesajlar yollayabilir; mektuplar, şiirler yazabilir. 40 yaş üstü erkeğin yazdığı son şey ilk kadınında kalmıştır.”

(İsabet olmuş! Şair olmayan bir adamın şiiri, ergen esprilerine benzer: “Geçen gün kamyon sürdüm, Leonardo da Vinci” gibilerinden.)

- “40 yaş altı erkekleri doğum kontrolünde aktif olmaya ikna edebilirsiniz ama 40 yaş üstü erkekler bunu hep sizden beklerler.”

(Onun için ortalık ikinci kadınların çocuklarıyla dolu ya! Hayır, bir de utanmadan babalık hakkından falan söz ederler. Yaparken erkeklik, çocuk olunca babalık hakkı çünkü!)

- “40 yaş üzeri erkekle sokağın ortasında bağıra çağıra kavga edemezsiniz. Hele merdivenlerden onun sırtında şarkı söyleyerek inmenizin hiçbir olasılığı yoktur.”

(E tabii, karısı duyacak diye korkuyordur da ondan! Ya da öteki kırıkları...)

Yazının devamı...

40 artı erkekler...

Başka bir şey arıyordum, bunu buldum.

Net’te dolaşırken, bir baktım “30 yaş üstü erkekler” diye bir liste...

Ama ben bunu 40 yaş üstü diye düzelterek ve parantez içlerinde biraz da yorumlayarak size iletiyorum.

- “40 yaş altı bir erkeğin ‘sana saygı duyuyorum’ deme olasılığı yoktur. Saygı meselesi 40 yaş üstünün icadıdır. 40 yaş altını ‘seni seviyorum’ ilgilendirir.”

(‘Sana saygı duyuyorum’ diyen adam mutlaka aldatır.)

- “40 yaş altı erkeğin kadını olabilirsiniz. Ama 40 yaş üstünün ‘fi’ tarihinde bir yerlerde bir kadını zaten vardır. 40 yaş üstünün 40 yaşından sonra kadını yoktur, kadınları vardır.”

(Ama o kadınlardan biri de başka bir adamın tek kadınıdır! Biraz karışık oldu ama...)

- “40 yaş altı erkeklerle bütün fantezilerinizi gerçekleştirebilirsiniz. Oysa 40 yaş üzeri erkekler neredeyse fantezinin kitabını yazdıklarından ‘Ben uçakta bile seviştim’ deyip heyecanınızı kursağınızda bırakabilirler.”

(Belki heyecanımıza heyecan katarlar! Fantezi yarışması mı bu? İlişki! En azından başında...)

- “40 yaş altı erkeklerle ‘nerede’, ‘ne’ yiyeceğiniz sorun olmaz. Ancak 40 yaş üstü erkeklerin ya sağlık sorunları başgöstermiştir ve her şeyi yiyemiyorlardır ya da zaten kilo sorunları vardır.”

(Yok, o yaşlarda en büyük sorunları dökülen saçlarıdır. Ömür boyu da sürer. Hem dökülme hem de sorun olması... Kiloyu hâlâ hak ettiklerini sanıyorlar. Hele biraz parası varsa! Her 100 bin TL’ye 10 kilo hak kazandıklarını sanır bunlar. Heh hee...)

- “40 yaş altında erkeklere ‘Bir kelime, doğru bir kelime söylesene’ dediğinizde, size asla Rusya’nın ekonomik durumundan ya da Afganistan’dan söz etmezler.”

(Etmesin zaten! Alternatif bu mu? Ayrıca sanki 40’tan sonra çok anlamlı konuşuyorlar! Konuşurlarsa tabii!!)

- “40 yaş altı erkekler sizi gece eve seve seve bırakırlar, asla surat asmazlar. Oysa 40 yaş üstü erkekler taksi durağındaki şoförleri yıllardır tanıyordur ve sizin eve güvenle bırakılacağınızdan hiç şüphe etmezler.”

(Bir adam ancak hiç ama hiç umudu kalmamışsa bir kadını taksiye bindirir. Ama hiçbir adam, hiçbir zaman umudunu kaybetmez. Hı, sadece eski karısını falan taksiye bindirirler.)

- “40 yaş üstü erkekler bir şey istememeyi ilke edinmistir. 40 yaş altı bir erkek ‘Seninle dans etmek istiyorum’ derken 40 yaş üstü bir erkek -en iyi olasılıkla- ‘Dans etmek istersen söyle’ diyecektir.”

(Onu da demez! Hayatta ağzına ‘dans’ lafını bile almaz. Kadınlar da genellikle ve zorunlu olarak 35 yaşından sonra dansa küserler. Bu konuyu ayrıca inceleyelim.)

Devamı var...

Yazının devamı...

Erkek erkeğe...

Erkek erkeğe ne yapılır?

İki, üç ya da daha fazla erkek bir araya geldiğinde...

Kahveye gidip okey oynayanlardan, maça gidenlerden bahsetmiyorum. Ya da başka maço faaliyetlerden...

Yani kızlar gibi...

Buluşup sinemaya gitmezler.

Hadi bir öğle yemeğe çıkalım demezler...

Birlikte alışverişe çıkmazlar...

Birbirlerine kahveye gitmezler...

İçim daralıyor, gelsene bana, bunalımdayım konuşalım falan; hiçbiri yoktur onlarda...

Bunların öyle arkadaşları ve arkadaşlıkları da yoktur.

Çok genç yaşta olmuştur, üniversitede falan, o kadar.

Hele evli erkeklerin...

Arkadaşı mı olur?

Olmaz.

Ama...

ABD’de 3 bin yetişkin üzerinde yapılan bir araştırma sonucunda, evlilikleri süresince kendine ait sosyal hayatı olmayan erkeklerin evliliklerinin tehlikeye girdiği görülmüş.

Araştırmayı yürüten Prof. Edward Laumann, “Erkeklerin futbol ve arabalar gibi konular hakkında konuşacak birilerine ihtiyaçları vardır. Burada önemli olan, erkeklerin arkadaşları ile çıkmalarına izin vermektir” demiş.

Hıı...

Bunlar dışarı çıkacaklar, arkadaşlarıyla araba maraba konuşacaklar!

Oldu!

Bence de!

Nasıl çıkacaklar acaba?

- Aşkım, daraldım ben, Tahsin’le çıkıp biraz arabalardan konuşmak istiyorum.

- Tabii tatlım. Gece kaça kadar araba konuşursunuz acaba? Hayır, merak etmeyeyim!!!

- Sen yat, beni bekleme; bu yeni modellerin baya özellikleri var, uzun sürer.

Hadi len...

Araba konuşacaklarmış!

Yaşları 57’yle 85 arasında değişen 3 bin yetişkinin bilgilerinin karşılaştırıldığı araştırmada, eşleriyle ortak arkadaşları daha çok olan erkeklerin, diğer erkeklere göre iki kat daha fazla cinsel sorun yaşadığı ve eşleriyle daha fazla tartıştıkları tespit edilmiş.

Bu tespit için de araştırma yapmışlar ya, pes!

Yaşı 57 ile 85 arasındaki erkeğin cinsel sorununun kaynağı da dışarı çıkıp araba konuşamamak çıktı ya, helal olsun!

Yani çıkıp bir konuşsalar, var ya... Performansları süper olacak!

Valla olur da, evdeki eşlerine karşı olmayacağı kesin!

Hele hele mavi küçük haplardan, pardon arabalardan söz ediyorlarsa!!!

Tek eksiklikleri, erkek erkeğe dışarı çıkamamak!

Tabii önce bir arkadaş bulmaları gerekiyor.

Peki evli adamın erkek arkadaşı olur mu?

Biraz daha ileri gideyim...

Erkek adamın erkek arkadaşı olur mu?

Ben lafı hiç uzatmadan cevap vereyim:

Olmaz.

Varsa da tek bir işe yarar:

Kıtlama çay içmeye...

Yazının devamı...

Özür dilemek ya da dilememek...

Ben “özür dileyenleri” sevmem.

“Özür bekleyenleri” de sevmem.

“Özür” özürlüyüm yani!

Çünkü:

Biri benden özür diliyorsa bilirim ki, üzerindeki yükü benim üzerime atmak istiyordur...

Atıp kurtulmak niyetindedir...

Yaptığı, üstlendiği her neyse, onun getirdiği kötü hislerden böylece arınacağını sanır.

Belki arınır da...

Bana uymayan da budur işte!

Özür diler, biter.

Bu kadar kolay mı yani?

İşte onun için özür dilenmesini sevmem.

O kötü hislerden bu kadar kolay kurtulunmasından hiç hazzetmem.

“Hiç özür dileme ama öyle bir şey yap, öyle bir şey söyle ya da öyle bir tamir et ki, ikimiz de huzur bulalım” derim ben.

Gerçek barışı orada arama taraftarıyım.

Zaten oradadır.

Bir özürle hiçbir hatanın, olayın kapanacağına inanmam.

Açıkta kalır.

Bitmez.

Mutlaka telafi etmek gerekir. Yoksa haksızlık duygusundan kurtulamazsın.

Özür dileyeni sevmememin bir nedeni daha var:

“Başka bir niyeti vardır” diye düşünürüm.

Hatta o niyetini de bilirim.

Hedef şaşırtıyordur...

Dikkatimi dağıtmaya çalışıyordur.

Direkt egoya çalışıp şaşırtıyordur.

Hele hele itiraf ediyorsa...

Yandık!

O zaman aynısını bir daha yapacak demektir. Hatta belki de hâlâ yapıyordur.

Bu yüzden özür dileyenlerden ürkerim de.

Onlara güvenmem.

Hiç güvenmem.

Özür dileyenleri sevmem çünkü:

Aslında o kendisini affetmiyordur.

Bu yüzden benim, onu affetmemi ister. Birisinin onu affetmesine muhtaçtır.

Yoksa bana ne?

Senin yaptığın kötülük sana yazar, bana değil.

Beni incitebilir, acıtabilir, üzebilir, ezebilir ama bana yazmaz. Sen yaptıkların senin hanendedir...

Duygu, vicdan, hak-hukuk? Ne hanesiyse...

Onu affetmek bana mı düşer?

Kim kimi affedecek kadar olmuş ki?

İşte sırf bu yüzden özür dilenmesini bekleyenleri de sevmem.

“Sen kimsin ki, birini affedeceksin?” diye düşünürüm.

Zaten aslında istesen de affedemezsin ki!

Her zaman ama her zaman neren incindiyse, oranın tedavi edilmesini beklersin. Yoksa oran hep acır.

O yüzden özür dilemek, özrü kabul etmek bence küçük ruhların küçük oyunlarıdır.

(Ben oldum, düşeceğim, ona göre... Biri beni tutsun!)

Bu yazdıklarımın Dersim tartışmalarıyla ilgisi yok.

İki politikacı çıkmış, özür dilemiş, ne yazar?

Kime yazar?

Kim, kimi affeder?

Kime neye faydası var?

Boş boş konuşmaktan başka?

Oyun oynamaktan başka?

Yazının devamı...

Ercü... Dur, yapma!

“Sevgili Dilek Hanım,

Dün saçlarımı boyattım, uzatmaya da kuaförümle daha dün karar verdim. Dün bu yaptıklarımı arkadaşlarıma aktardım.

Sizin yazı ekrana düştü ve keyifle okuduk, bugün şu an’a kadar aldığım telefon 20, mail ise 25 civarı.

Ama yazı güzel. Tebrik ederim. Hak ettim sanırım.”



Bu mail dün geldi. Saç uzatanlar tahlili üzerine...

Keşke bir gün önce yazsaydım. Saçları boyatmadan önce...

“Dur, yapma!” diyebilirdim.

Olsun henüz geç kalmış sayılmayız...

Gerçi arkadaşları söylemek istemişler, gelen telefon ve mail’ler aslında birer uyarı, “yapma!” diyorlar, demek istiyorlar...

Ama belli ki onlar da yetişememişler.

“Orda dureydin böyle, tam orda, böyle kollerini açeydin iki yana. Tuteydin onu, tuteydin onu sen, boyatma diyeydin...”

Heh hee... Olsun. Senin adın Ercüment, başarabilirsin!

Ercümentler vurdumduymaz gibi görünürler ama duygusaldırlar.

Bazı isimler güzel tahlil edilir ya...

Yani Ahmet, Mehmet, Kemal’i falan tarif edemezsin ama Ercüment‘i gözünün önüne getirebilirsin.

40-48 yaşlarında... Saçlarla bozduğuna göre, boşanmış.

Uzunca boylu, kilosu normal, klasik giyinen biri...

Kumral.

Bu kadar telefon ve mail aldığına göre, kısmeti de açık ama...

O, aradığını bulamıyor.

Heyecanı yok.

“Her şeyim var ama mutsuzum” kadını var ya, bu da onun erkeği...

Böyle biri gibi...

Ercümentler böyledir gibi...

Tuttu mu, bilmiyorum ama amacımız da zaten bu değil.

Amacımız, onu bu yoldan bir an önce çevirmek.

Bir kişi, bir kişidir!

Bak Ercü...

O saçları boyattın ya, kesin olmamıştır.

Kızıl kızıl parlar o güneşte, boya olduğu hemen anlaşılır ve çok iticidir.

Siyaha boyattıysan hiç olmamıştır, kuzguni kuzguni...

Sonra 15 güne kalmaz dibi çıkar.

Uğraşamazsın.

Hadi güzel olsa, uğraş diyeceğim ama inan olmamıştır.

Ayrıca yastığın, havlun boyanacak, birilerine rezil olacaksın.

Uzatma işine gelince....

Bu fikri hemen aklında çıkar.

Saçlar ve tıklar doğru

orantılı ilerler. Saç uzadıkça yolun da uzar.

Daha da kötüsü hedef şaşırtır.

Çünkü boyalı ve uzun saçlı adamlara bakan kadınlardan pek hoşlanmazsın, ona göre...

Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Financial Times’la mülakatındaki Türkiye tarifine benzersin:

“Kaslı kolları, boş bir midesi,

küçük beyni ve titrek bir kalbi olan adam”a...

Kaslı kollar, Türkiye’nin güçlü ordusuna, boş mide bozulan ekonomiye, küçük beyin “çok zayıf stratejik düşünce”ye, titrek kalp ise eksik özgüvene işaret ediyormuş ya... Sen şimdi ne yap, biliyor musun?

Git o saçları kazıt!

Sonra da fazla uzatma. Hani 2 numara mı nedir, kısacık oluyor ya, Beckham’ın öyle bir modeli var, onun gibi olsun.

Kısacık. Hafif kır... Süper.

Spora başla.

Biraz da spor giyin, dar paçalı pantolon falan...

İnci gri, kaşmir boğazlı kazak ve füme ceket. (Alamadım kendimi.)

Aradığın heyecanı daha kolay bulacaksın, inan.

Bulamazsan neyim!

Yazının devamı...

Ego ve tık orantısı...

Hani dün, “Bizimkiler yaşlanmasını bilmiyorlar, sapıtıyorlar” demiştim ya...

Sapıtanlar için yani!

Bir de, “Kıyafetinden, saçından, bıyığı, sakalından o adamda ne eksik ne fazla hemen anlaşılıyor. Ego fazlalığı ve tık eksikliği...” diye de eklemiştim.

Tüyoları sonra vereceğimi de...

E, niye bekleyeyim ki?

Önce şunu ortaya koymamız gerekiyor:

Bu adamların dengesi, egolarıyla tık orantıları tutmadığı zaman bozulur.

İkisinin dengede durması lazım.

Ego fazla yükselirse, tık düşüşe geçer.

Tık düştükçe ego hırçınlaşır.

Hırçınlaşınca da böyle olurlar.

Saç uzatırlar, sakal bıyık bırakırlar, kıyafet değişikliğine giderler...

Şimdi teker teker inceleyelim...

- Kıyafet değişikliği...

Bu ilk evredir. Egosu kendisini aşmış, ne yapacağını bilmiyor. Taşıyor yani! Şöyle bir düşünce içindedirler: “Siz fark etmiyorsunuz ama ben çok iyiyim. Bana veren ne kadar iyi olduğumu anlar!” Sen kaybedersin havası da vardır biraz. Henüz ilk devrede olduğu için kendisini çıtırlara layık görmektedir. Sonradan çıtayı düşürürler, o ayrı... Bunlarda 2-3 senedir tık yoktur. Olsa da sırf olmuş olsun diyedir...

- Sadece saç uzatıyorsa...

Bunlar sabıkalıdır. Geçmişlerinde en az bir aldatma hikâyesi vardır. Ama belli ki artık aldatamamaktadırlar. Ama henüz umutları tükenmemiş hatta atağa geçmişlerdir. Egosu ise... Tabii ki yükselmiştir ama biraz utangaçtır. “Ben söylemeyeyim, onlar anlasın” aşamasındadır. Ego-tık oranı yeni yeni değişmeye başlamıştır. Ego yüksekliği yaşam biçimde ufak değişiklere de yol açmıştır; kahve-içki seçimi, parfüm kullanım fazlalığı, yeni hobi denemeleri yakınlarını sinir eder.

- Sakal- bıyık değişikliği...

Bu, hepsinin bir adım ötesi...

Artık o öfkeli bir adamdır. Hayata kızgındır. Onun için herkese de kızgındır. Ego tavan yapmıştır, e ötekini düşünün artık! zaten biraz vazgeçmiştir de... bunu itiraf etmez.

- Hepsi varsa...

Bu adamı ben tarif etmek istemem.

- Hiçbiri yoksa...

Büyük ihtimalle

CHP’lidir...

Hükümetin bedelli askerliği açıkladığı, onca kişinin KCK’dan gözaltına alındığı, İzmir’de Büyükşehir Belediyesi’ne şok baskının yapıldığı, Odatv duruşmasında Ahmet Şık‘ın sözlerinin ayakta akışlandığı gün, bunların hiçbiri olmamış gibi sadece Dersim’e takılır.

Yazının devamı...

Vay, vay, vay...

Son 10 yıldır gördüğün en seksi erkek fotoğrafı...

Genç değil, çıplak değil ama gerçekten de çok seksi...

Bu reklamı ilk gördüğüm gün, önce masaüstüne çektim, tuttum kollarından diye devam edermişim!!!

Heh heh heee...

Sonra da gösterebildiğim herkese gösterdim (fotoğrafı!), “Sence nasıl?” diye... Hani, “Ben mi abartıyorum acaba?” diyerekten.

Hayır, abartmıyormuşum.

Çünkü tepkiler şöyleydi:

Kadınlar deriiin derin iç çektiler.

Erkekler de, ya kafalarını çevirip gittiler ya da b.k atmaya çalıştılar; “Fotoşopludur bu”, “Seksi olsa kaç yazar, adam kaç yaşında, tık yoktur onda” diyerekten.

Sanki tık olsa, bize ne?

Ama ben anladım ki, haklıymışım.

Sean Connery, fotoğraf, süper!

Bu fotoğrafı saklamamın bir başka nedeni daha vardı.

Bizim danalar görsün diye...

Yaşlanan, yaşlanmaya başlayan danalar...

Sapıtıyorlar ya, o bakımdan...

İddialı olanlar var ya, sözüm onlara...

Daha doğrusu bu fotoğraf onlara...

Bir kendilerine, bir de buna baksınlar diye...

Anlarlarsa tabii...

Yaşlanmamaya çalışıyorlar ya...

İyi de...

Bunu şekil değiştirerek ve garip kıyafetlerle olmayacağının farkında değiller.

Ya da o halde neye benzediklerinin...

Oysa hemen anlaşılıyor.

Kıyafetinden, saçından, bıyığından, sakalından o adamda ne eksik ne fazla hemen anlaşılıyor.

Ego fazlalığı ve tık eksikliği diye özetleyebiliriz...

Ama tüyoları sonra anlatırım.

Hayır, yapsınlar tabii...

De...

Adam göbeği bırakmış, önden gidiyor o... Saçlarının üstü dökülmüş, kalanları uzatıp arkadan toplamış. Hadi buraya kadar bile iyi!

Ama elinde migros torbası, taze fasulye falan almış, omuzlar düşmüş ayağını sürüye sürüye eve gidiyor. Akşam da, belli “Öyle bir geçer zaman ki’yi izleyecek...

“Tut şeyi, yapıştır duvara!“ yani...

O kadar manasız...

Elinde torba olmayanlar da var tabii...

Eve gitmeyenler de...

Boyun bağları, saçları, sakalları, halleri, tavırları...

Olmuyor yani...

Bizimkiler güzel yaşlanmasını bilmiyorlar.

Al, işte!

Bu adam da yaşlanıyor...

Şimdi diyeceksiniz ki, “Sen de dış görünüme çok önem veriyorsun!”

Ben veririm!

Hiç düşünmem.

Heh hee...

Şu dış görüntüye önem veririm!

Kim vermez ki!

Bakınca bizi heyecanlandırıyor mu?

Evet.

Bakınca içimiz açılıyor mu?

Evet.

Bakınca, “Vay, vay, vay...“ dedirtiyor mu?

Eveeet...

Eeee?

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.