Şampiy10
Magazin
Gündem

Altın oranda son nokta!

Bu altın oran akımından erkekler pek hoşlanmadı.

İçlerine sinmedi.

İlişkilerde kadınların erkeklerden 5 yaş büyük olmasından çok, ‘eskidikleri’ fikrini hiç sevmediler aslında...

Onlara diyorum ki,

Hemen çemkirmeyin!

Bu oran sizin için de iyi ve doğru olabilir. İtiraz etmeden önce bir kez daha düşünün.

Yine de ben gelen yorumlara cevap vererek aklınıza takılanları çözmeye çalışayım.



- “Bu kadar da torpil yapılmaz ki! Zekâlarının 30’a kadar geliştiği külliyen yalan! 13’ünden gün almıyor erkek zekâsı. Başka türlü nasıl açıklayacağız hep ergen hallerini, akılları pantolonun içinde dolaşmalarını falan :))”

(Heh heh hee... Başka da bir şey diyemiyorum!)

- “Erkeklerde cinsel güç sizin belirttiğiniz gibi 20’li yaşlarda tavan yapmaz; bu yaşlarda fanteziler bile eksik kalır genelde. Bu konu ile ilgili müsaade edersen biz erkekler sizden bir parça daha iyi bilelim. ‘Kadınlık bitmez’ demişsiniz, öyle bir biter ki! Lütfen çevrenizde yatakta manda gibi yatan kadınları araştırınız.”

(Ben kadını yatakta manda yerine koyan danaları araştırıyorum!!!)

- “Türk kadınları 35’inden sonra gazı kaçmış gazoz tadında olup sadece çocuk yapacak sponsor baba peşinde oluyorlar... Bundan dolayı erkeğin yaşı ne olursa olsun 35’den büyük bir kadın erkeğe uygun olmaz :))”

(Ha! 25-30 yaşındaki kadınlar sizin o muhteşem güzelliklerinizin(!) peşindeler değil mi??? Heh hee...)

- “Niye o zaman yaşlı kadının genç erkekle evlenmesi haber oluyor? Demek ki erkeğin yaşça büyük olması doğru.”

(Yakında o da haber olmayacak, göreceksin!)

- “Erkek kadından büyük olmalı ki, kadının yıpranmışlığını bertaraf etsin savunması da ancak erkek egemen toplumda erkeklerin uydurması olarak düşünülebilir. Birçok uyanık paragöz kadının da zaten böylesi işine gelmiştir. Hazır adamın gelirine, kazancına konacaktır. Bu böyle gelmiş ve sanki bilimsel bir gerçekmiş gibi kabul edilegelmiştir.”

(Süpersin. Ama bu danalar satın almayı kendilerine yediriyorlar. Hatta öteki türlü rahatsızlık duyuyorlar, nedense!)

- “Kesinlikle etrafımda gördüğüm tüm erkekler kadına göre çok daha hızlı çöküyor. Bi süre sonra kadın adamın kızı gibi görünüyor. Erkeklerin kadınlardan daha az yaşamaları da bunun ispatı.”

(Danalar! Bir daha okuyun!)

- “30 yaşındaki erkek, 20 yaşındaki kadınla evlenebilir. 20 yaşındaki erkeğe 30 yaşındaki kadın annesi gibi gelir.”

(Biz zaten 5 yaş diyoruz. Yıllar geçtikçe o mesafe kapanır hatta kadın öne geçer diyoruz.)

- “Bu saydığınız kriterler Türkiye’de yaşayan birçok kadın için geçerli değil, maalesef ki bu böyle...”

(Şehirli kadınlardan bahsediyoruz. Ama yine de ‘maalesef’ demen bir aşama...)

- “Yaş farkının önemli olmadığını kendimden 10 yaş büyük 23 yıllık eşimden bilirim. Benden daha genç duruyor yanımda iken, o kadar da çılgın. Ben onunla mutluyum. Bu bana yeter.”

Eveeet...

Bu da altın oranda son nokta!

Yazının devamı...

Altın oran: 5’e, 1

Düşündükçe mantıklı gelmeye başladı.

Hani dün, “Erkek, kadından 5 yaş küçük olmalı! Mı?” diye sormuştum ve bir okuyucu yorumunu iletmiştim ya...

Hiç fena bir fikir değil!

Hatta iyi fikir!

Oran da süper. Yani 35 yaşındaki kadınla 30 yaş erkeği, 40’a 35, 45’e 40, 50’ye 45, 55’e 50...

Görüyorsunuz değil mi; yaş büyüdükçe oran daha da mükemmelleşiyor.

Daha ileriki yaşlar mı?

Ondan sonrası serbest!

Heh hee...

İki tarafa da!

Komik olmamak kaydıyla! (Anladınız siz onu!)

Dün biraz konuyu inceledik ama biraz daha açalım diyorum. Açalım ki, daha iyi anlaşılsın.

Neden erkek kadından 5 yaş küçük olmalı?

Performansları... Dün de bahsetmiştik; ne ka genç o ka iyi! Eee? E’si; neden olmasın? Ayrıca sevişme öncesinde ve sonrasındaki davranış biçimleri de rahatsız edici, incitici olmaz. Hayal edin, kendinizden 5 yaş küçük bir erkekle ya da 5 yaş büyük kadınla (hayır, onu değil) başlangıcını veya sonunu... Haklıyım değil mi?

Sosyalleşme... Kadınların erkeklerden daha fazla sosyal oldukları düşünülürse... Erkeklerin de yaş aldıkça hımbıllaştıkları hesaplanırsa bu oran süper! Dans bile edebilirsin!

Zekâ... Bunların zekâsı 30’larına kadar ilerleyip orada durduğu için, bu kriterde ilerleyen yaşın bizim için bir artısı yok. Hani hep çocuk kalıyorlar ya!

Yetenek... Bu da aynı; 31’inde ampul değiştiremeyen, 55’inde de değiştiremez! Yaş ilerledikçe yetenekleri gelişmez yani... Eee?

Fizik... İşin bu tarafına dün değinmiştik; kadınlar gitgide kendilerine daha fazla bakmaya başladılar ama erkekler... Hâlâ göbeğinin önemli olmadığını düşünen danalar var!

Özveri... Erkekler yaşlandıkça bencilleşiyorlar. Daha doğrusu bencilliklerini saklayamamaya başlıyorlar ya, senden küçük olursa onu kontrol edebilirsin. Çünkü...

Saygı... Sen ondan biraz büyük olursan insiyaki olarak saygı duyar, korkar!

Rekabet... Senin ondan daha iyisini ve daha fazlasını bildiğini bildiği için saçma sapan rekabetler yaratmaz. Yaratamaz.

Yani...

Bunların bizden yaşça büyük olmalarının avantajı yok!

Buna karşılık daha küçük olurlarsa..

5 yaş kadar...

Altın oran gibi bir şey bu...

Yazının devamı...

Erkek kadından 5 yaş genç olmalı! Mı?

Bir kadın yorumcu, geçen hafta bir erkeğin yorumuna takılmış.

Diyor ki:

- “Neymiş? Kadın ve erkek eşit yaşlarda olursa erkeğin zirveye çıktığı yaşlarda kadın düşüşe geçermiş. Erkek bir daha dünyaya gelemezmiş... Erkek en az 15-20 yaş büyük olmalıymış! İşte kadını erkek karşısında son derece ‘ezik’ gösteren, üstelik kadınlar arasında da taraftar bulan, bir de ‘doğa kanunu’ diye yutturulmaya çalışılan çakallık!”

Haklı mı?

Haklı.

O zaman devam...

- “Erkeğin hangi zirvesi, söyleyebilir mi bu adamlar bize? 40’lı yaşlarda erkek hangi konuda zirvede oluyor?

Cinsellik mi?

Güldürmeyin...

Hele ki modern hayatın stresli koşullarında erkeklerin cinsel güçleri vaktinden önce, 30’larında bile düşebiliyor... O viagralar kadınlar için mi icat edildi? Eskiden de padişah macunları vardı. Bunlar da mı kadınlar için? Kaç erkek 35’ten sonra 20’lerindeki gibi ‘fırtına’ olabiliyor?

Bir kadın, kafasında cinsel tabuları yaşamadığı ve cinselliğe keyif olarak baktığı müddetçe her yaşta kadınlığın zirvesinde dolaşabilir. Ancak erkek öyle değildir. Ne kadar cinselliğe ‘düşkün’ olursa olsun, bir yaştan sonra (genelde 40’lar) eski performans düşüşe geçer. Hatta bitebilir bile...

Kadınlık bitmez...

Bu adamlar tabii ki kadına her tür baskının olduğu Türkiye şartlarında konuşuyorlar, kısmen haklılar. Dişiliği hiçbir zaman yaşayamamış kadınlarımız var. Peki suçlu kim? Kadınlar mı? Suçlu, erkek egemen namus sistemidir... Kadını hiç istemediği halde ‘zirve’den düşüren hatta hiç zirve yapmamasının sebebi olan...

Fiziki hoşluk mu? 40’larında hangi erkek koca göbekle, kel kafa- ya da azalmış saçla- sarkmış suratlarla zirvelerde olabiliyor? Bunlar kendini George Clooney mi zannediyor... Hah haa..:)

Artık kadınlar gerek spor, gerek diyetle kendilerine bakıyor. Saçları kadınlar boyuyor, hâlâ erkeğe zorunlu halde değil... Erkekler de kır, beyaz saçları ile ‘karizma’ olduklarını zannediyorlar!

Aynı yaştaki kadın ve erkekten, -kadın çok doğum yapmadı ise, tarlalarda ve temizlik işlerinde canı çıkarılana kadar kullanılmadı ise- kadınlar dinç gösteriyor...

Artık bunu anlasınlar...

Bunu kadınlar da anlasın lütfen!

Biz o devri çoktan aştık ama beyinler hâlâ bir şeylere takılı kaldı plak gibi...

Erkek gibi ortalama 5 yıl az yaşayan ve cinsel ömrünün ne olacağı belirsiz bir cins, kadından en az 5 yaş genç olmalıdır ki denge olsun...

Ama bunu her kadın isteyecek... Yoksa ‘Ayy olgun erkeeek şöölediir‘ sığlığına kapılmış kadın sayısı hâlâ ezici çoğunluğa sahipse...

Kadınlar gerçek devrimi yapamayacaklar.”



Gördüğünüz gibi bana pek söz kalmadı. Bir cümlenin üzerine gitmekten başka:

“Bunu kadınlar anlasın lütfen!”

Yazının devamı...

Kendin kaybedersin!

Severim bu sözü...

“Kendin kaybedersin!”

Onunla genellikle dalga geçeriz ama biraz ciddiye alsak, biraz da yerinde kullansak ne işe yaradığını görürüz:

İnsanı kötü duygulardan kurtarır.

Arındırır.

Kaybetmek üzerine söylenen bütün sözler anlamlıdır.

Bu dünyaya “kaybetmek” için geldiğimize göre!!

Bir söz daha vardır, şu anlamda:

“Kaybetmeyi göze aldıkların kadar özgürsün.”

Bunu da severim. Ama biraz da rahatsız olurum. Kalemine bile bağlanan biri olarak ürkerim tabii ki!

Gerçi çok kalem kırmışlığım da vardır ama!

Vay, vay, vay...

Ben bi istiyim var ya!!!

Cıvıtmayalım, ciddi bir konudan bahsediyoruz. Kaybetmelerden...

Mesela kavgalarda ilk konuşan kaybeder...

İlk arayan...

İlk gece yatan...

Her gece yatan...

Hesap yapan...

Kaybeder...

Ama genel olarak, ilişkilerde kim kaybeder?

Korkan kaybeder!

Ha, kaybetmekten kasıt ne?

Ezilmek...

Yoksa terk edilmekten falan bahsetmiyorum. Zira terk edilmelerde kimin kaybettiği kimin kazandığı sonradan belli olur.

Ben ilişki içinde ezilmekten söz ediyorum.

Hani genellikle hep bir taraf daha çok sever gibidir ya...

İşin aslı o değildir, şudur:

Bir taraf korkar.

Hele ki bu durum alenileşmişse, yani iyice ortaya çıkmışsa, vay korkanın haline...

O var ya, hayatı kendine zindan eder.

Çünkü bu korkudan kurtulmaya çalışır. Çalıştıkça iyice ve daha beter içine düşer.

Bataklık gibidir.

Debelendikçe batarsın.

Ona istediğin kadar, “Korkma”, “Korkunun ecele faydası yok”, “Korkarsan karşındaki senin köpek gibi korktuğunu anlar ve ona göre davranır” de!

Faydasız...

Bir-iki deneme yapar.

Rest çeker mesela...

Ama tam kazanacakken...

Tam sonuna gelmişken, birdenbire yine korkar.

Restini geri çeker.

Ve kaybeder.

Ezilmeye devam eder.

Ezilir derken...

Yani hep ötekinin dediği olur.

Teslim olsa sorun yok da... Zaten o zaman olay eziklikten çıkar, başka bir ilişki durumuna girer.

Ama öteki türlü... Dedim ya, bataklıkta bir hayat yaşamaya devam eder.

Kötü bir hayattır o.

Sürekli o korkuyu atma atakları, iki tarafı da yorar.

Kötü bir ilişkidir o.

İdeal olanı nedir o zaman?

Kaybedecek bir şeyi olmayanların ilişkisi...

Ya da kaybedecek çok şeyi olanların...

Önemli olan ikisinin de aynı durumda ve aynı oranda olmaları yani...

Peki bunu nasıl anlarsın?

Çalıştır kafayı...

Yazının devamı...

Danalık testi

Geçen hafta eşleri tarafından manevi şiddete maruz bırakılan kadınlardan epeyce söz ettik ya...

Aslında başından beri ben o adamlardan bahsetmek istiyordum.

Eşlerine kötü davranan adamlardan...

Zira bence, geçen hafta üzerinde durduğumuz “Fatoş’un kocası” dâhil, hiçbir adam eşine kötü davrandığını düşünmüyor.

Oysa istisnalar -ki sayıları çok çok az- hariç, yani yüzde 90’ı falan eşine kötü davranıyor.

En gülünç tarafı da onlara sorsan, kadına en değer verenler kendileridir.

Karılarına kötü davranan başka erkekleri kınarlar falan...

Kendilerini hep onlardan ayrı tutarlar.

Bu yazıyı okuyan erkekler de, buna dâhil.

“Benim kocam iyidir” diyen kadınların yüzde 90’ı da dâhildir.

Sadece kabul etmek istemezler.

Bu adamların yarısı “pasif agresif” diğer yarısı da “eller iyisi”dir.

Başkalarının yanında süper görünürler, evde değişirler.

İnanmıyorsanız bir test yapalım.

Ama hazırladığım sorulara dürüst ve samimi cevaplar verecek olanlar devam etsin...

Kendisini kandırmayı sürdürecek olanlar okumasın.

Tamam mı?

İster kocanıza sorun, ister onun yerine cevap verin. Kocalardan biriyseniz de, samimi olun.

Başlıyorum.

1- Eşinizin ateşi çıktığında gece nöbetçi eczaneye gidip derece (ilaç vb.) alır mısınız yoksa sabahı mı beklersiniz?

2- Ameliyat olacağı zaman refakatçi kalır mısınız? Yoksa bu işi annesine veya kardeşine mi bırakırsınız?

3- Ona teşekkür eder misiniz?

4- Araba önce erkeğin hakkı mıdır? Ya da, küçük araba kadının büyük araba adamın mıdır? Niye?

5- Hediye olarak, evin ya da onun ihtiyacı olan bir eşyayı mı alırsınız?

6- Herkesin parası ayrı mıdır?

7- Size sormadan eve televizyon alsa ne yaparsınız? Bunu içinize sindirir misiniz?

8- “Çok yoruldum” dediğinde ona inanır mısınız? Ve ona göre davranır mısınız?

9- Açıklarını gördüğünüz oranda iyi taraflarını görür müsünüz? Ve ikisini de aynı oranda yüzüne söyler misiniz?

10- Onun göbeğine laf ederken kendi göbeğinizi ya da kelinizi gerçekten görmez misiniz?



Ayrıntılara girmeden kilit 10 soru...

Ne kadar dana olduğunuza kendiniz karar verin artık...

Yazının devamı...

Yoksa mutsuzluk, zayıflığımız mıdır?

O kadar çok mail geldi ki, kadınlardan...

Keşke hepsini yazabilseydim. Onlar da, hem kendilerine hem eşlerine hem de durumlarına dışarıdan bakabilselerdi...

Görebilselerdi...

Ne kadar birbirinin aynı hayatlar, duygu ve düşünceler içinde olduklarını...

Aynı korkular, aynı endişeler ve aynı çekinceleri yaşadıklarını görebilselerdi...

Belki o zaman yaşadıkları hayatı daha objektif değerlendirme imkânına sahip olurlardı.

Dışarıdan kendilerine baktıklarında nasıl göründüklerini görselerdi...

Belki daha kuvvetli ve daha kararlı olabilirlerdi.

Kendilerine bakıp, “Bu ben miyim?” diye sorabilirlerdi...

Öyle ilgisizlik veya kaprislerden falan bahsetmiyoruz, biliyorsunuz.

Çıta yükseldi.

Kadınları aşağılayan, canını acıtan yani onlara manevi şiddet uygulayan adamlar türedi.

Daha doğrusu zaten

vardılar ama dile gelmemişlerdi...

Nasıl abarttılarsa, artık onları tartışmaya başladık.

Onları değil de, onlarla birlikte yaşayan kadınları...

Ne yapmaları

gerektiğini...

Ben bunu aslında bir başlangıç olarak algılıyorum.

Sonun başlangıcı...

Hayır, başlangıçtan kastım, “ille de boşanmak“ değil. Ama “ille de boşanmamak“ da değil.

Kendine gelmek!

Nasıl mı?

Şimdi size bir erkeğin (Ali‘nin) kaleminden çıkan tüyoları iletiyorum:



- Gerçekten bu kadar zor ve içinden çıkılamaz bir durum mudur? Yoksa yaşadığımız mutsuzluk, zayıflığımız mıdır?

Niçin şunu başaramıyoruz? “O kadar güzel yaşadı ki hayatı Azrail bile gönülsüz geldi canını almaya.” (Söz bana ait.)

Aslında yapmamız gereken çok basit sadece birkaç adım atmak ve kararlı olmak yeterli.

1. Mutsuz musun? (‘Evet’se okumaya devam et yoksa yaşamına...)

2. Mutsuzluğunun kaynağını araştır. Kaynağın çok yakında olduğunu görecek ve şaşıracaksın.

3. “Ne yaşamak” istediğine karar ver. Sen ne yaşamak istiyorsun, bugün yaşadığın hayat ne?

4. Nasıl başaracaksın? Plan yap, gerekiyorsa destek al.

5. Vicdan muhasebesi yapma. Asla vazgeçeceklerinle ilgili vicdan muhasebesi yapma, bencil ol. Yaparsan başaramazsın. Unutma; zayıf olan, mutsuz olan sensin.

6. Amacın mevcut durumu değiştirmek, geleceğin belirsizliğinin tedirginliğini bugünden yaşamak değil. Unutma, bu “son” senin “başlangıcın” olacak.

7. Kararlı ve acımasız ol. “Acımasız olmak” bu safhaya gelenlerin içeriğini çok iyi bildikleri bir durumdur.

8. Ne yaşamak istiyorsan onu yaşa.

9. Başardın ve artık mutlusun.

10. Başaramadın, üzülme bir daha dene, senin için mutsuzluk artık geride kaldı.

Yazının devamı...

Eskisi gibi olabilir misin?

Biliyordum...

Hatta emindim...

İçinde olduğu duruma dışarıdan bakamayan, baksa da vahametini göremeyen çok ama çok kadın olduğunu biliyordum.

Yaşadıklarının içinde kalan, çıkamayan...

Bu yüzden dün Fatoş’un mail’ini yazdım.

“Benim eşim de böyle“ diyen hepsi de eğitimli, şehirli, başarılı kadınlar.

Başladıkları yere geri dönemeyen ama eski kendini özleyen kadınlar...

“Ben ne zaman bu hale geldim?“ diye soranlar...

Her şey o kadar ağır ağır o hale gelir ki; geldiğin yeri, oradan gittikten sonra anlayabilirsin.

Peki eskisi gibi olabilir misin?

Nasıl?

Alın size gerçek bir hikâye daha:



- Ben boşanalı 5 yıl oldu. Evliliğin neredeyse tümünde Fatoş hanımın yaşadıklarının benzerini yaşadım. Değer verilmeyen, sevilmeyen hatta insan yerine bile konulmayan iyi eğitimli, çalışan, üç kız çocuk doğurmuş ama sürekli itilen kakılan, salaklaşmış bir eş.

Kendi arkadaşlarım bu hayatı sürdürme inadıma anlam veremezlerdi. Ben de kendimi akıllı sanırdım; olsun, fark etmez ben de onu sevmiyordum zaten... Ama evli kalmak iyiydi, çocuklarım vardı; sürdürecektim...

Aileme de bu arada çaktırmamam, iyiymiş gibi yapmam gerekiyordu. Evime bayramda gelmeleri bile sorun oluyor; aman kızımızın huzuru bozulmasın diye onlar da gelmiyorlar hatta telefon bile etmiyorlardı...

İş hayatımda başarılı, hırslı, çalışkandım. İşimle mutluydum, çocuklarımı yetiştirmeye uğraşırken bir gün bile destek alamadım... Onlar da itilip kakılıyorlardı, benim çocuğum olmak suçtu. Ben de düşmandım, beni yok etmeye programlı gibiydi, özellikle son dönemlerimizde.

Sonra, Allah’ın bir lütfuyla onun hayatına bir başkası girdi... Aldatılıyordum ama yine de affeden, kocasını evine döndürmeye gayret eden salaktım...

Dayanılmaz günlerin sonunda karşıma eskiden tanıdığım biri çıktı; yakınlaştık, kendimi rahatlamış hissettim, onun varlığı biraz güç verdi, bir de yaşama isteği ve boşanmaya karar verdim, bir ay içinde boşandık...

Boşandıktan sonra psikolojik destek almaya başladım. Uzun süren ve hâlâ devam eden görüşmelerimin sonunda artık korkularımdan sıyrıldım, kendime geldim, eski eşimi de araya karışan yenisini de hayatımdan tamamen çıkardım. Ayaklarımın üzerinde durabildiğimi fark ettim, hayatımın en mutlu günlerini geçiriyorum...

Suçun çoğu bendeydi; bu durumda da Fatoş’ta.

Evliliği sürdürmeye programlı, arabayı yıkatma parasını bile utanmadan isteyebildiğiniz eşin ne kıymeti var ki, hiç. Evliliğin içindeki dengenin bu kadar aleyhinize kurulmasını kaldırdığınız sürece, denge orada kuruluyor. Sizin de yazdığınız gibi insanların çoğu az ya da çok böyle davranıyor. (Danaların mı demeliydim?) 18 yılda zaten hiçbir değeri, pul kadar önemi kalmıyor kadının. Bu gerçekle yüzleşebilmek kolay değil, önce kendi davranışlarını ve ona yapılanları dışardan görebilmesi ve kabul etmesi gerekli. “Bana çok kötü davranıyor” demekle bitmiyor. Kötü davranana “Hop!” diyebilecek, sınırını koyabilecek kadar da güçlü olabilmek lazım.

Kısacası, insanın önce kendi davranışlarındaki garipliği kabul etmesi gerekli. Şimdiki ruh haliyle boşanması da yararsız çünkü kopamayacak, itilip kakılmaya razı, “bir var bir yok” bir hayata geçecek. Yasal olarak haklarını bile dile getiremeyecek büyük ihtimalle. Evliliğinin içinde var olabilmek, güçlü, dayanıklı olabilmek için profesyonel destek almak şart. Eşin dostun önyargılı tavsiyeleri faydasız. Önce kendi kendini tamir edip 18 yıl önceki genç, hayata hevesli, korkusuz, rahat hale geçmesi gerekli. Bunun için zaman kaybetmemesini, yürekten tavsiye ediyorum.

Yazının devamı...

Fatoş şimdi ne yapsın?

Fatoş geçenlerde bir mail göndermiş bana.

Okudum. İçim daraldı.

Şimdi okuyunca sizin de içiniz daralacak, biliyorum.

Hatta nasıl akıl vereceğinizi de biliyorum. Ama durun. Okuduktan sonra o cümleyi söylemeyin. Okuduktan sonra susun, aklınızdan bir yorum da yapmayın, benim yazdıklarımı da okuyun. Sonra görüşelim.

Ok?



“18 yıllık evliyim. İki çocuğumuz, bir evimiz, iki arabamız var. İkimiz de çalışıyoruz. Benim sorunum kocamın beni sürekli aşağılaması, beğenmemesi, her yaptığıma bir kusur bulması.

Bunlar yazdığım kadar kolay yaşanmıyor, inan çok kırıcı şeyler. Kocam normalde sevilen sayılan iyi bir insan. Herkesin yardımına koşan falan filan. Ama bana gelince bu iyilik kayboluyor. Nedense yerine kırıcı, küçümseyen kaba bir insan geliyor.

Gece yarılarına kadar internette takılmalar, beni hiç önemsemeden davranmalar... Bir sorunum olduğunda duyarsız kalmalar. Çocuklarla doğru dürüst ilgilenmemek... Bu liste uzatılabilir.

Bir paket sigara aldırsam parasını ister. Mesela ilk aklıma gelen örneklerden biri, bir keresinde arabamı yıkatmıştı onun parasını istemişti.

Ben de hep hoş gören, tolere eden taraf oldum. Şu an ayrıyız. Benim canıma tak ettiği için. Zaten o bir süre başka bir şehirde çalışacaktı oraya gitmişti. Yılbaşında geldiğinde çok canımı acıttığı için (mecazi yani şiddet falan değil) ben de sömestr tatilinde yanına gitmedim ve boşanmak istediğimi söyledim.

Önce inanmadı ciddi olduğuma, sonra ajitasyon ve duygu sömürüsü yaptı. En son bütün hatanın bende olduğunu ve onu yönlendirmediğimi söyledi.

Bu arada ben kıl dönmesi için ameliyat olacaktım. Sabah hastaneye giderken uyandırdım. Uyanmadı. Ben de kendi başıma gittim ameliyata. Sonradan gelmiş ama ben yüzüne bakmadım. Sonra da bende hata olduğunu onu uyanana kadar beklememi falan söyledi.

Şimdi de içim acı dolu. 18 yıl dile kolay. Kendimi bırakıp geri dönmek istemiyorum. Dönersem her şeyi kabul etmiş olurum, bir daha hiçbir şeyden şikâyet etme hakkım olmaz. Ama öyle şeyler söylüyor ve yapıyor ki, kendimden şüpheye düşüyorum, “Acaba ben mi abarttım?” diye. Bir yanda da çok acı çektim yıllardır, o var.

Onun böyle beceriksiz oluşu beni üzüyor. Ne yapmalıyım diye düşünüyorum. “Seviyor musun?” dersen, onca şeyi hoş görmek, onunla mutlu olmaya çalışmak sevgiyse, seviyorum evet. Ama yaşanmış bir sürü kötü anı da var. Sence ne yapmalıyım? Bilmiyorum sana bu soru sorulur mu ama kötü bir durumdayım.”



Şimdii...

Kadın da olsanız, erkek de olsanız, “O-ha!“ dediniz değil mi?

Sonra hemen arkasından da, “boşansın“ dediniz.

O halde şimdi tekrar düşünün.

Fatoş’un yaşadıklarının en az yarısını siz de yaşamıyor musunuz?

Fatoş’un eşinin yaptıklarını siz de yapmıyor musunuz?

En azından yarısını...

Hele hele erkekler...

Yapmıyorum sanıyorsunuz değil mi? Bir daha düşünün. Eşinize sorun.

Kendinizi test edin.

Bu işi bana bırakmayın.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.