Şampiy10
Magazin
Gündem

Mutluluk dediğin...

Biraz unuttuk galiba...

Mutluluğu...

Ekşimiş bir suratla yaşıyoruz.

Elimizde iyi bir şeyler var ama yetmiyor. Mutlu olmak için daha fazla para, daha fazla güzellik, daha fazla prestij, daha fazla bir sürü şey olması gerekiyormuş gibi!

Daha fazlasını istemekten arsız olmuşuz.

Sanki daha fazlası varmış gibi!

Benden duymuş olmayın ama daha fazlası yok!

Olsa dükkân senin!

Hani öyle biri gelecek, bir şey olacak diye beklemeyin. Kendi mutluluğundan kendin sorumlusun.

Hepsi bu kadar!

Ne kadar?

Yüreğinin hop ettiği kadar!

Ne ka hop o ka mutluluk...

İşte bunlar tespit edilmiş.

Ben de size bunların gerçekten de ne kadar mutluluk verici olduklarını hatırlatayım.



1- Cepte para bulmak: Zaten en fazla 50TL bulursun, yüzün ne güzel aydınlanır! Ne güzel güler ne tatlı anlatırsın herkese! Sanki piyango çıktı! Saçma ama çok hoşuna gider. Al sana bir hop!

2- Tatile çıkmak: Aslında hayali daha güzeldir. Hayalinin daha güzel olması ise ayrı bir güzelliktir. Üstelik bedava!

3- Yeni yıkanmış çarşafların serildiği bir yatağa uzanmak: Ohhh! Sen de yıkanmışsın, temiz ve beğendiğin bir şey giymişsin. Ve dün sevişmişsin! Heh hee... Keyfe bak! Yalnızsın, bütün yatak senin, ağzın kulaklarında şımarıklıktan bacaklarını fırlatıp duruyorsun. Al sana 5 hop!

4- Denizde yüzmek: Turkuvaz bir deniz, küçük balıkları da görüyorsun hiç ürkmeden... Su, ne sıcak ne soğuk. O kadar güzel ki, hiç çıkmak istemiyorsun, çıkmıyorsun da! Aklında hiçbir şey! Dün sevişmişsin!! Yarın sevişecek de olabilirsin; aynı şey! Heh heh hee...

5- Güneşli bir güne uyanmak: Güneş salonun yarısına kadar girmiş, hemen bir müzik aç, kahveni hazırla, derin bir nefes al. Sonra da “Bakalım bugün neler olacak?” havasına gir. Sen havaya gir; olur, olmaz, o önemli değil.

6- Güneşlenmek: Uzanmışım kumsalda / Güneş damlar içime / Kurumuş dudaklarımda / Unutulmuş bir beste / Yaşıyorum aheste... Bu durumdayız. Unutulmuş o beste de, “Yıldızların altında...”

7- Sürpriz bir hediye veya çiçek almak: Hem de hiç pahalı olmadığı halde cimriliğinin tutup bir türlü alamadığın o şey! Alıyorsun veya veriyorsun... Küçük bir oyunla birlikte... Ne güsel! Bunun sevişmeyle alakası yok!

8- Sevilen birinden güzel bir mesaj almak: Hoşuna gider. Gururunu okşar. Etkisi sevilen birinin gücüyle doğru orantıda artar. Bunun sevişmekle bir alakası vardır; kendini herkesle sevişebilecek kadar güçlü ya da cazibeli hissedersin.

9- Sarılmak: Olsa da sarılsak! Heh hee... Sarılsak da mı saklasak sarılmasak da mı... Tamam bunun öncesi sonrası yok; o sırada da olabilir!

10- Teşekkür kartı almak: Demek ki iyi, güzel ve doğru bir iş yapmışsın, daha ne istiyorsun! Belanı mı?



Hepsi güzel yahu!

Vallahi daha fazlası yok! Aramayın.

Şimdi, durup dururken bir neşe, bir neşe... “B.kunda boncuk mu buldun?” diyorsunuz...

Buldum valla!

Daha doğrusu bulmak üzereyim...

Ve size bunu tabii ki anlatmayacağım...

Orada olan, orada kalır!

Yazının devamı...

FIFO: İlk giren ilk çıkar...

Hani kaç gündür LIFO, FIFO yazıp duruyorum ya...

Bugün nihayet sıra FIFO’ya geldi.

Açılımını biliyorsunuz, “First in first out”...

Yani...

“İlk giren ilk çıkar.”

Bu temel muhasebe tekniği ilişkilerde de geçerlidir.

Nasıl mı?

Anlatayım...

İlk anlar vardır...

Mesela evlendikten sonra dansa ilk kalkmayış...

Mesela evlilik yıldönümü ilk unutuş...

Mesela çocuk olduğunda ilk arazi oluş...

Mesela hastalandığında ilk üflemeler, püflemeler...

Mesela ailene ilk b.k atışı...

Mesela ilk ‘göbeğin, beyazların mı çıktı ne?’ deyişi...

Mesela “Hemen arıyorum hayatım” deyip ilk aramayışı...

Mesela kahvaltıda sohbet yerine ilk kez gazete okuyuşu...

Mesela ilk öpüşme faslını atlayıp direkt olaya girişi...

Mesela baş başa randevuyu ilk iptal edişi...

Mesela tuvaletin kapısını ilk kez açık bırakışı...

Mesela kavgadan sonra ilk kez sana sırnaşmayışı...

Mesela...

Bunlar ve şimdi hatırlayamadığım, adlarını anmayı unuttuğum çok değerli olaylar beni affetsinler, işte bütün bunlar...

Unutulmaz.

Asla unutulmaz.

Muhasebemizde biz onları “İlk giren”ler olarak anacağız.

Ve bu temel esasa göre, bunların bir şekilde çıkmaları gerekmektedir.

Yalnız dikkat!

FIFO, FILO’dan farklıdır.

İlk giren, son girenden daha tehlikelidir!

Çünkü son giren yeni olmuştur, hafızalar tazedir ve danalar ona pozisyon alabilir.

“Niye?” olduğunu anlar.

Daha yaparken anlar aslında... “Ben bunu yapıyorum ama bu benden acaba nasıl çıkacak?” diye aklından geçirir.

Ama ya o ilk girenler...

Aklının ucundan bile geçmez.

Ve o yüzden, günün birinde ansızın önüne geldiğinde mal gibi kalır.

Nerede onu kıvıracak zekâ?

Adamların en korunaksız olduğu alandır burası...

Bu yüzden cevapları da, tam da o kadar aptalcadır.

Soruya soruyla cevap verirken bir yandan da kontr çekmeye çalışır. “Sen de şunu yapmıştın!” demek ister ama bir şey bulamaz.

Ya da saçma sapan bir şey bulur.

Hiç olmadı, suçlar:

“İnanamıyorum kindarlığına... Sen nasıl bir insansın?” falan der.

Oysa kindarlıkla alakası yoktur.

Bunun gayet bilimsel bir açıklaması vardır.

Nedir o?

Beyler unutmayın:

“FIFO!”

Yani...

İlk giren ilk çıkar!



Evet beyler:

FIFO!

Yazının devamı...

Kadınlar ne ister?

Kaç gündür bunu düşünüyordum.

Daha doğrusu, “Sevgililer Günü”nden beri...

“Bir sevgili ya da bir eş ne alsa, ne verse kadını mutlu eder” diye...

Zaten seçenekler çok değil; çiçek, yemek ya da cep telefonu ya da bir takı falan...

Hadi abartalım...

Araba aldı, ev aldı...

Ama yine de yaranamadı değil mi?

Yaranamaz!

Kadın hediyeyi alır, hafifçe gülümser, teşekkür eder ve işine devam eder...

Yani adamın boynuna sarılıp sıcacık bir öpücük kondurmaz, içten bir teşekkür etmez.

Ne alırsa alsın...

Önce bunu fark ettim. Kadınların hiçbir hediyeden mutlu olmadıklarını...

Sonra “Acaba ne alırsa mutlu olur”un peşine düştüm.

Bulamadım...

Gerçekten bulamadım.

Sonra 14 Şubat’ta Google’ın açılış çizgi filmini seyrettim. Bilmeyenler için anlatmaya çalışayım.

Kız ip atlıyor. Erkek internetten bakıp bakıp sırayla ona hediyeler veriyor. Çiçek, kalp, bluz, ayıcık... şapkadan tavşan bile çıkarıyor.

Ama kızda tık yok.

Hiçbiriyle ilgilenmiyor.

Sonunda bir ip de o alıp kızın yanında ip atlamaya başlıyor.

İşte o zaman kız onun boynuna sarılıyor ve birlikte ip atlamaya başlıyorlar.

Şimdii...

Bir:

Belli ki bu filmi bir kadın yaratmış.

Bir erkek yaratsaydı...

Onların senaryoları nasıl olurdu? Yazayım mı?

Kız ip atlıyor. Erkek gelip önce onun ipini çekiştiriyor. Kız yüzünü buruşturuyor ama o aldırmıyor. Hatta salak salak gülüyor. Gelip yine ipine sataşıyor.

Kız bağırınca da, ipini alıp üzerine atlıyor.

Sonra da çok güzel ve tutkulu seviştiler zannediyor!

Evet.

Aynen öyle...

İki:

Peki Google’daki orijinal filmden erkekler ne anlar?

Ne anladıkları bir tarafa çok sıkıcı bulduklarından eminim.

Ben sordum. Küçük çapta bir anket yaptım.

“Sen bundan ne anladın?” diye sordum.

Yüzde 99’u burun kıvırdı ve kelimeleri yaya yaya, hani biraz kız taklidi yaparak:

“Demek ki, paylaşımın yerini hiç bir hediye almaaazz...”

Kızsal buldular yani...

Paylaşımın nesi kızsalsa?

Yok canım, bunlarla olmayacak!!!

Sıkıcı buluyorlar, niye biliyor musunuz?

Çünkü bunun ucu FIFO’ya uzanıyor.

Hani dün de bahsettiğim FIFO

“First in first out” meselesi...

İlk giren ilk çıkar...

Yazının devamı...

LIFO: Son giren ilk çıkar!

Bugün sizinle, dünün muhasebesini çıkaracağız...

14 Şubat‘ın...

Zira dün, bütün evlerde ve bütün ilişkilerde iyi ya da kötü bir şeyler yaşandı.

Ve bugün, dünden sonraki ilk gününüz!

Yani dünkü tutumunuz ilişkinizi değiştirdi; bilmem farkında mısınız?

Değilseniz, benden duymuş olun!

Dünkü davranışlarınız bugünden itibaren size geri dönmeye başlıyor.

Artık ne olarak, nasıl döner bilmiyorum.

Sadece tahmin edebiliyorum...

Madem muhasebe yapıyoruz, olaya bilimsel yöntemlerle bakalım...

Bilen bilir, muhasebede bir yöntem vardır:

“LIFO”

(Last in first out) diye...

Yani...

“Son giren ilk çıkar”

E, işte tam da bizim konumuz!

Son olayımız, Sevgililer Günü...

Dolayısıyla ilk çıkacak olan da bu!

Da..

Bu sizden nasıl çıkacak?

Heh heh hee...

Çıkacak yani...

Kesin!

Niye?

Çünkü,

LIFO...

İsterseniz ben size bundan sonra olacakları anlatayım.

Sizden nasıl çıkacağını...

- Sıkı bir hediye aldıysanız...

Güsel! Bunun karşılığını mutlaka alırsınız. Zaten siz bizim ilgi alanımızda değilsiniz. Sayınız da çok az, size mutluluklar dileriz.

- Bir çiçekle geçiştirdiyseniz...

Siz buna “geçiştirmek” demiyorsunuz ama kadınlar böyle algılar. Ve bunun acısını çıkarır. Ha, nasıl çıkarır? Bir kere artık eskisi gibi heyecanlı olmaz! O anlamda! Ta ki, öteki hediyeye kadar! Hiçbir şey eskisi gibi olmaz yani! Hiçbir şey!

- Hiçbir şey almadıysanız...

Offf... Of! Sizin yerinizde olmak istemezdim. Dün var ya, sizden kötü çıkacak! Hem de öyle bir zamanda çıkacak ki, “Ulen bilsem, en iyisinden bir hediye alırdım” bile diyemeyeceksiniz. Hatta o yüzden olduğunu bile anlamayacaksınız. Niye? Çünkü galiba biraz salaksınız! Çünkü, son giren ilk çıkar, anlayın artıkkk.

- Ortadan yok olduysanız...

A-ha! En kısa zamanda, o da ortadan yok olur. Şimdi, “Olsun...” diyorsunuz ya, ama hepsi birden yok olur! Yani şimdiden ya yeni birini bulmaya çalışın ya da para biriktirmeye başlayın (Niye diye sorma. Hâlâ anlamadın; hediye diyorum diyorum hediyeeee...)



Bir de FIFO var.

(First in first out)

İlk giren ilk çıkar! Bak bu da güzel!!

Ama ona ayrıca girmek lazım... Ona da bir ara değiniriz...

Yazının devamı...

Herkesinki kendine...

Uykusuz’da Umut Sarıkaya‘nın bu karikatüründeki soruyu şimdi ben size yöneltiyorum:

“Öküz müsünüz yoksa kapitalizm karşıtı mı?”

Ya da:

“Sizinki öküz mü yoksa kapitalizm karşıtı mı?”

Tabii seçenekler bu kadarla kalmıyor...

Bir de görevinin dışına çıkanlar var!!

Herkesinki kendine yani...

Herkesin “Sevgililer Günü” kendine...

Anneannesini bile arayıp Sevgililer Gününü kutlayan var, sevgilisini bugün aramayan da...

Bir de...

Bir de ne idüğü belirsiz durumlar var!

Yani ve açıkçası, sevgili olunup olunmadığı belli olmayanlar...

Ki en zor durumda olanlar onlar!

Yoksa öteki kolay!

Ya gidip paşa paşa hediyesini alıyor ya da kapitalizm karşıtıyım veya öküzüm deyip işin içinden çıkıyor.

Ama öteki...

Çok zor, çok!

İki taraf için de zor!

Niye zor?

Şimdi adam hediye alsa ya da çiçek falan gönderse sevgililikleri tescillenecek!

Oysa artık çıkmak ya da yatmak sevgili olmak için yeterli değil!

“Ne olunca sevgili olunuyor?” diye sorarsanız... Sormayın.

Ben biraz düşünüp araştırmacı gazetecilik yapayım ondan sonra sorun. Aklımda bir şeyler var ama doğrulatmam lazım!

E, aramızda, “Hangi birine hediye alayım abi?”ciler de var! Ki onların işi daha zor.

Ama onların kim oldukları bugün tek tek ayıklanacak tabii...

- “Aksi gibi tam da bugün iş seyahatinde olanlar...”

- “Aksi gibi tam da bugün annesinin/babasının tansiyonu yükselenler...”

Ya da daha saçma nedenlerle ortadan yok olanlar...

Dikkat!

Oysa ben erkek olsam, onlar gibi...

Bak, bazıları da günü ikiye üçe ayırabilir; onlara da dikkat!

Hı; ben erkek olsam, birkaçını birden idare eden biri olsam, ne yapacağım belli. Ama tabii ki yazmam.

Belki mail’le soranlara kişisel cevap verebilirim. Ama o da belki!

Kızlar tarafından bakacak olursak...

Sevgilisi/eşi olanları geçiyorum.

Diğerlerinin durumları bugün açığa

çıkacak.

Bugün masasında tek gül olanlar...

Bugün masasında tek bir gül, ayrıca

bir karışık buket ve ayrıca kalpli çikolata olanlar... Onların pozisyonlarını anlatayım mı?

Yoksa anladınız mı?

Anladınız anladınız...

Yazının devamı...

Dönüp uyuyorsa...

Yani:

Daha doğrusu, kıçını dönüp uyuyorsa...

Normal zamanda değil tabii, o’ndan sonra...

Bu kötü bir şey değilmiş!

Hatta iyi bir şeymiş!

Şimdi bu satırları yazarken konunun esasına girmeden, “Hangisi daha iyi?” diye düşündüm de, galiba cevabını bulamadım.

Yazarken düşüneceğim!

Konuşarak düşünmek gibi yani...

Hani bazen öyle olur ya, doğru cevabı ararken bunu yaparsın.

Öyle..

Şimdi...

Hangisi daha iyi?

Bizim açımızdan tabii!!

Adamın kıçını dönüp uyuması mı? Yoksa...

Yoksa televizyon seyretmeye başlaması mı?

Başka seçenek var mı?

Hemen tatlı yemek için mutfağa gidenler, hemen telefonuna sarılanlar, internetin başına gidenler falan...

Var tabii ama onları da “televizyon seyredenler“ başlığı altına alabiliriz; aynı şey çünkü...

Ama mesela hemen gidip duş alanlar vardır ya, onlar ayrı bir seçenek olabilir mi?

Hayır.

Niye?

O gün değilse de iki üç gün içinde terk edilirler de ondan!!!

Heh hee...

Bir de hemen giyinip gidenler var ama onlar bugün kategori dışı. Çünkü ya ilişkinin başındadırlar ya da ortada kaçak kesim durumları vardır.

Evet, hangisi?

Bir daha soruyorum:

Bir daha...

Bir daha!!!

Heh hee...

Cıvıtmayalım!

Uyuması mı, televizyon seyretmesi mi?

Bence...

Bizim açımızdan ikisi de iyi değil!

Peki bize kalsaydı...

Ne isterdik acaba?

Ben biliyorum ama şimdi söylemem. Belki yazının sonunda... O da belki!

Şimdi bir de bilimsel açıdan bakalım...

Yazının başında belirttiğim gibi aslında uyumaları iyi bir şeymiş.

Seksten sonra uyumanın genel kanının aksine aşka delalet ettiği belirlenmiş.

Kim belirlemiş.

Amerikalı evrimsel psikoloji uzmanları...

Bir de bu çıkmış; evrimsel psikoloji!

İnsanların psikolojik evrimlerini inceliyor herhalde! Buraya gelsinler; danalar henüz homo erectus evresindeler!

Hem fizyolojik hem psikolojik anlamda!

Heh heee...

Neyse konumuza dönelim...

O’ndan sonra çiftler hemen uyuyorlarsa bu, bağlılık ve şefkatin göstergesiymiş.

Yok, erkek kadından sonra uyuyorsa, bu da evrimsel bilinçaltı gereği, eşini kaybetme korkusuymuş.

Yani...

Şimdi ben size bunların gerçek açıklamalarını yapayım.

Aşk maşk hikâye!

Adam senden önce kıçını dönüp uyuyorsa...

Şefkat mefkat, bunun sonu kötü! Daha doğrusu sonun başlangıcı...

Senden sonra uyuyorsa...

O eşini kaybetme değil, kendini kaybetme korkusudur.

En iyisi...

Hani bizim neyi istediğimizi yazacaktım ya.

Vazgeçtim.

Onu yazmayacağım...

Yazının devamı...

Dedikodu da kalmadı!

Farkında mısınız?

Artık dedikodunun tadı yok.

Daha doğrusu aslında artık dedikodu yok!

Niye?

Çünkü dedikodu dediğin, biri hakkında şaşırtıcı bir şeydir değil mi? Bir olay, söylediği bir söz, yaptığı bir şeydir...

Ama öyle aştık ki kendimizi, artık şaşıramıyoruz!

Şaşıra şaşıra şaşıramaz olduk!

Her şeyi kanıksadık...

Çıta mıta kalmadı...

Dolayısıyla ne korku ne de utanma kaldı.

Buna arsızlaşma mı deniyordu???

E, öyle tabii...

Mesela birinin birini aldatması artık dedikodu değil. Artık çıplak görüntüler bile dikkatimizi çekmiyor!

Eskiden böyle miydi?

Bir dedikodu, bir dedikodu...

Ha, iyi bir şey miydi?

Orası tartışılır!

Ama vardı.

Bence dedikodu, internetle birlikte yok olmaya başladı.

Şimdi diyeceksiniz ki, “Tam tersi, iletişimin artışı, dedikodunun çoğalması, yaygınlaşması ve daha çabuk yayılması demektir.“

Hayır.

Bakın size basit bir örnek vereyim:

Mesela bizde (gazetelerde) eskiden yazı aralarında insanlar birbirlerinin masasına çaya, kahveye giderdi.

Eminim başka sektörlerde de böyleydi.

Karşı masa arkadaşına çaya gidip ufak tefek bazen büyük dedikodular yapardın falan... Günün gelişmelerini değerlendirirdin...

Şimdi?

Herkes masasından neredeyse hiç kalkmadan pür dikkat gözü kulağı monitörde.

Ya oyun oynuyor ya sitelerde geziniyor.

Evet, dedikodu siteleri de var ama onları da bir okuyup geçiyor. Çünkü herkesin okuduğu şey zaten dedikodu olmaktan çıkıyor, haber oluyor.

Yok yani...

Dedikoduyla ilgili bir araştırma okudum da, oradan yola çıktım.

Bilim adamları, dedikodunun o konuyla ilgili stresi azalttığını söylüyorlar.

Acaba bu yüzden mi bu kadar fazla stresli bir toplum olduk?

Her şeyi birbirimizin yüzüne yüzüne söylüyoruz.

Eskiden aklımıza geldiğinde, aklımızdan utandığımız şeyleri bile...

Bu da bir stres!

Oysa dedikodu...

Bunun da testini yapmışlar.

Karşılıklı güvene dayalı, para kazanılan bir oyunda, oyuncuların hile yapmasına verdikleri tepki ölçülmüş. Denekler önce iki kişiyi oyunu oynarken izlemişler. Oyunculardan biri hile yaptığında, deneklerin kalp atışının hızlandığı tespit edilmiş. Deneklerin büyük bölümü, oyuncu değişikliği yapıldığında, yeni oyuncuyu hile yapan konusunda uyarmış.

Ve hile yapanın bu olumsuz davranışı hakkında bir başkasıyla dedikodu yapmak, deneklerin kalp atışlarının tekrar normal seviyeye düşmesini ve kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlamış.

Bir de, ortalamanın üzerinde sosyal olan kişilerin, hile yapanlardan daha büyük rahatsızlık duyduğu ve bir sonraki oyuncuyu uyarma konusunda daha istekli olduğu görülmüş.

Bununla da kalmamışlar, hile konusunda diğerlerini uyarma karşılığında deneklerin, araştırmaya katıldıkları için alacakları paranın bir bölümünden vazgeçmeleri istenmiş. Denekler, bu konuda konuşmak için paradan olmayı bile kabul etmiş.

Susamamışlar yani...

Bir de gelip bizim buralarda bir test yapsalar...

Yapsalar da kendimizi bir görsek!

Yazının devamı...

Geri dönüşü olmayan şeyler...

Hayatta bazı şeylerin geri dönüşü yoktur.

Çok istesen de, uğraşıp didinsen de, ı-ıh(!) dönmez.

Bunlardan biri de birine karşı duyduğun cinsel istektir.

Çoğunlukla evlilerin başına gelir.

5. yılda falan başlar, biraz can çekişir veee..

7. yıldan sonra banko, dönmez!

En azından taraflardan biri için!

Ama yıllardır da bunun çaresini ararlar.

Hatta sırf bu yüzden yeni bir meslek bile doğdu; cinsel terapist!

Düşünsene, uçakta yanında oturanla konuşuyorsun mesela...

- Ne iş yapıyorsunuz?

- Cinsel terapistim!

Kaşın gözün oynar!

- Hııı.. Çok güsel! Yoğun mu işler?

Daha ağzından çıkarken saçmaladığını anlarsın ama nafile!

Konumuz cinsel terapistler değil, onlardan birinin reçetesi...

Her zamanki gibi; onlar yazıyor, ben çürütüyorum:



- “Cinselliğe yaklaşım tarzınızı değiştirin. Bir kere başladı mı zevkin kendiliğinden geleceğini düşünüp, kabul edip ona göre davranmanız şart.”

(İyi de; hırs var, takat yok!)

- “Gün içinde zaman buldukça seksten alacağınız zevki düşünün. Geçmişte sizi etkileyip aklınızda kalmış olan bir cinsel ilişki hatırasını ya da sizi hakikaten uyaran bir fanteziniz varsa onu düşünün.”

(Zaten başka bir şey yaptıkları yok ki!)

- “Cinsel teması başlatmadan önce 5 dakikalık bir motivasyon yapın. Hayal dünyanıza başvurun ve aklınızda cinsel fanteziler kurun. Partnerinizle paylaşılmasında sakınca olmayacak olan cinsel fantezilerinizi paylaşın.”

(O-hoo... Zaten toplam 7 dakika! 5’ini motivasyona ayırırsa!!!)

- “Aşk kaslarınız için Kegel Egzersizleri adı verilen uygulamaları yapın.”

(Oldu. Kımıldamadan duruyorsun mesela, ‘N’apıyorsun?’ diyorlar, ‘Kegel Egzersizi!’ diyorsun. Soran kendin bile olsan, tuhaf!)

- “Cinsel istek günlüğü tutun. Cinsel açıdan uyarıcı televizyon şovları ile filmlerdeki sahneleri not edin. Romantik/erotik içeriğe sahip kitapları okuyun ve kendi erotik fantezilerinizi oluşturun.”

(Bu RTÜK’le nasıl olacaksa??? Sevgili günlük, bugün pazartesi tık yok! Salı yine yok! Çarşamba, perşembe... Tık yok!)

- “Nefes ve gevşeme egzersizleriyle arada bir kendinizi ödüllendirin.”

(Biz ödül olarak başka şeyler hayal etmiştik ama!)

- “Arada bir cinsel birleşmeyi kendi kendinize yasaklayın.”

(Tabii!!! Her gün yapıyorlar da!)

- “İlişkinizde yeniden bir flört etme dönemi yaratın. Daha fazla keyif alacağınız veya yakınlaşacağınız sıcakkanlı davranışları artıracak metotları araştırın. Sarılmalar, elle şakalaşmalar, küçük öpücükler, el ele tutuşmak, televizyon izlerken birinin diğerinin kucağına oturması, kol kola yürüyüş yapmak gibi davranışlar sıcakkanlı davranışlara örnek verilebilir.”

(Şu saydıkları bir çift için bırak sevişmeyi, elle tutulur ve sıkı birer kavga konusu.)



Yani...

Hayatta geri dönüşü olmayan şeyler vardır.

Geri dönmez ama değişir, dönüşür.

Yerse!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.