Şampiy10
Magazin
Gündem

4 + Allah kerim...

Çocukların ne okuyacaklarına kim karar vermeli?

Hadi açıkça soralım:

Çocukların dini eğitim alıp almayacaklarına kim karar vermeli?

İlk 4 yıldan sonrası ne olacak?

Soru bu.

Etrafında dolaşıp laf kalabalığına ve zaman kaybına hiç gerek yok!

Zaten aslında bu sorunun fazla cevabı da yok; üç şıktan biri...

De...

Hangisi?

Kendileri mi?

Aileleri mi?

Hükümet mi?

Kendileri karar veremez değil mi? 11-12 yaşlarında, ergenliğe girdi girecek küçük çocuklara bu kararı verdirmek hiç doğru olmaz.

O halde aileleri mi?

Herkes kendi çocuğunu nasıl okutacağına kendisi karar versin! Ne de olsa, herkesin kendi çocuğu, kendi tasarrufunda...

Sen nasıl çocuğunun başı açık hukuk eğitimi almasını istiyorsan, o da ilahiyatta okumasını isteyebilir.

Yarın harem-selamlık eğitim de isteyebilir yarımız.

Öteki yarımız da atıyorum, çimenlerin üzerinde kız-erkek el ele ders işlemelerini isteyebilir.

Mantık ne?

Herkes istediğini yapacak bir partiye oyunu verir. Parti hükümetini kurar, vaatlerini yerine getirir.

Hükümete bağlı yani..

Hükümet mi?

O mu karar versin?

E, o zaman da her hükümette, hükümetin görüşüne göre eğitim sistemi mi değişecek?

Bir öyle, bir böyle...

Bir açık, bir kapalı...

Bir 8 yıl, bir 4 yıl...

Yok, bu da olmaz.

Yarı yarıyaysak en azından fikir olarak...

Toplum olarak...

Bir de öteki yarı var tabii...

İki ayağın bir tanesi...

Kesip atamazsın.

Bir ihtimal daha var tabii...

Muhalefeti, sivil toplum örgütlerini, üniversiteleri ve hükümeti kapsayan bir kurul toplanır. Onların ortak kararıyla yeni bir eğitim sistemi oluşturabilir mesela...

Kolay da!

Hani, demokratik toplumlarla olması gerektiği gibi!

Mesela???

Kimseyi incitmeden, insanları birbirine düşürmeden.

Kimseyi bölmeden, insanları ayırmadan...

Kimseyi sindirmeden, insanları kışkırtmadan...

Bu hayal falan değil ki!

Hı, böyle de olur tabii...

Olur da, ne olur?

Nasıl olur?

4 + Allah kerim...

Yazının devamı...

Bir kadın ne zaman âşık olur?

Bu kez normal âşık olmaktan söz ediyoruz.

Öyle 3 ile 30 dakikalığına olunanlardan değil, gerçekten âşık olmaktan...

Bir kadın, bir adama ne zaman âşık olur?

Bir başlangıç noktası vardır herhalde değil mi?

Vardır.

Adamına, duruma göre değişir ama vardır...

O başlangıç çok önemlidir.

O kadar önemlidir ki, aşkın gidişatını ve sonunu da belirler.

O kaddar yani!

Nasıl başladıysa öyle biter mi?

Bilmem.

Bakalım...

Ama önce kadınların ne zaman âşık olduklarını çıkaralım. Genel olarak...

Dört başlık altında toplayalım.

İstediği zaman...

İstendiği zaman...

İlk bakışta...

İlk yatışta...

Hııı...

Şimdi de hangisinde ne olur, ne olmaz ona bakalım...

- İstediği zaman...

Kadınların canı bazen âşık olmak ister. Aslında çoğu zaman ister de... Evli de olsa, sevgilisi de olsa, bekâr da olsa âşık olmak ister. Yani âşık olmak istemekle, ilişkinin bir alakası yoktur! Böyle canı istediği zaman âşık olduğunda da genellikle o aşk kısa sürer. Çünkü kadın hem kolay hem de saftır. ‘Kolay‘dan kastım, ‘basit‘ değil; ama danalar böyle yorumlayabilir! İlişki kısa ama özdür! Genellikle aldatılmayla biter. Hem de hemen bitmez. sürünür, sürünür, biter.

- İstendiği zaman...

Bazen de kadının aklında âşık olmak yokken hazırlıksızken karşısına çıkar. Yani ona biri âşık olur. Adam makulse kadın onu kale alır. Bu ilişkiyi anlatmama gerek var mı? Yok!

- İlk bakışta...

Kadın şöyle bir bakar. Ama herkese baktığı gibi değil! Nasıl anlatsam? Yani o anda, o kadının kimyasal değerlerini ölçseler, metabolizmasını inceleseler kesin eskisi gibi değildir. Bir daha da eskisi gibi olmaz. Aşk yaşanıp bitse de olmaz. O artık farklı biridir! İlk bakışta aşklar zevklidir. Genellikle iki taraflıdır ve hesabı kitabı, geri dönüşü yoktur. O anda başladı ya, hiçbir geçerli neden o aşkı durduramaz. Yaşanacak ve bitecektir. Saygılı ya da saygısızca!!! Ki genellikle tutkulu, tutkulu olduğu için biraz da seviyesiz ve düzeysiz yaşandığından saygısızca da biter! Ama arada sırada buluşur onlar! Kesin!

- İlk yatışta...

Yani o zamana kadar ki az değildir o süre, bir oyun içindedir. Adama karşı ne hissettiğinin tam bilincinde değildir. Yattıktan sonra bilinçlenir! Heh hee... Şuuru yerine gelir! Ve genellikle ondan sonra âşık olduğu tescillenir. Bu ilişki sıkıcı ama güvenlidir.

Kadınlar aslında böyledir.

Böyledir de...

B.k’u çıktı işte!

Yazının devamı...

Bazı kadınlar...

Evet, bazı kadınlar...

Yoksa “kadınların çoğu” mu desem?

Yok, bazı kadınlar için aşk çok önemlidir. Hemen her kadın için önemlidir de...

Anlatmaya çalıştığım aşk başka!

Yani bazı kadınların ilişkilerinde mutlaka aşk olmalıdır.

Ama...

İlişki dediysem...

İlişkinin en küçüğünden, en büyüğüne.

En başından, sonuna...

Tanışmalarında, konuşmalarında, yemek yerken, içki içerken adam kadının aklını heyecanlandırmalıdır.

Biraz zorlamalı, biraz etkilemeli biraz da meydan okutmalıdır.

Ama biraz!

Çok değil!

Aşk dediğim bu!

Kadın onunla konuşurken canlanmalı, güzelleşmelidir.

Böyle bir şey var, biliyor musunuz?

Kadınlar bazı erkeklerle güzelleşirler! Adrenalin mi, libido mu bilemem ama resmen güzelleşirler. (Bunu da ayrıca işleyelim.)

Yoksa geri zekâlı gibi bakıp kara kaşına kara gözüne âşık olmaktan bahsetmiyorum herhalde!

Şimdi, “bütün kadınlar böyledir” ya da “bunu hangi kadın istemez ki” demeyin.

Bazı kadınlar için bu şarttır, bazıları için değil. Aradaki fark budur.

İnsanları da birbirinden ayıran ufak farklar değil mi?

Yoksa herkes, her yerde, aynı şeyleri yapıyor!

Değil mi?!!!

Ufak farklarla!

Ne farkı?

Verdiği ya da aldığı his farkı!

Yoksa hareket, aynı hareket!

Bak, konu başka yerlere gitmeye başladı yine...

“Bazı kadınlara” dönüyorum.

Bir örnekle farkı anlatmaya çalışayım:

Mesela, bazı kadınlar bir adamla hoş olduğu için, potansiyel bir sevgili adayı olabileceği için ya da ne bileyim, adam onu istediği için çıkabilir. Onunla bir akşam yemeğine gidebilir.

Orada bakar, tartar... Olursa olur, olmazsa olmaz...

Ama bazı kadınlar...

Önce adamdan etkilenmelidir.

Önce güzelleşmelidir!

Adamın ufak bir hareketi, araya sıkıştırdığı özel bir espri, bir bakışı (nasıl bakıyorsa!), oturuşu, öyle otururken ismini söyleyişi...

Ya da bir konu hakkındaki fikirleri, daha da önemlisi fikirlerini ifade ediş biçimi...

Hele ki, bir cevap! Zihnini okşayacak bir cevap...

O kadının bunlardan birine ya da birkaçına tutulması lazım.

Tutulması lazım ki, o anların tadı çıksın.

İşte bu yüzden yazının başında, “uzun ya da kısa süreli” ilişkiler dedim.

30 dakikalığına ya da 3 yıllığına...

Sadece yemek yerken, sadece sohbet ederken hatta belki tek gece için bile ya da devamında...

Fark etmez.

Kadının âşık olması gerekmektedir.

Bazı kadınların...

Yazının devamı...

Aşktan vazgeçmişler!

“Vazgeçtim” demekle vazgeçilebilinirmiş gibi!

Erkekler aşktan vazgeçmiş!

Eee?

Bu kadar kolaysa,

O zaman kadınlar niye vazgeçmiyorlar?

Cevabı basit:

Çünkü ne kadar uğraşsalar da vazgeçemiyorlar.

Aslında vazgeçmek de istemiyorlar... Sorsanız, “Öyle bir olanağınız olsa, vazgeçer misiniz?” diye... Bence 10 kadından 8’i vazgeçmez!

O 8 kadının bir erkekle birlikte olabilmesi için aşka ihtiyacı vardır.

Birlikte olmaktan kastım, sadece yatmak kalkmak değil, hoş bir yemekte bile...

Ha, ille de “Büyük bir aşk” olması gerekmez. “Uzun bir aşk” olması da gerekmez.

Bu aşk 30 dakika da sürebilir, 3 yıla kadar da çıkabilir!

Heh hee...

Yok, daha fazlası başka konuya girer. Burada aşktan bahsediyoruz!

Ama bugün konumuz kadınların aşkları değil, erkeklerin aşktan vazgeçmeleri...

(Bir gün de, şu 30 dakikadan başlayan aşklardan bahsedelim...)

Yeni yapılan bir araştırmaya göre, 5000 erkeğin yüzde 31’i, “Evlenecekleri kadına âşık olmak zorunda olmadıklarını“ söylemiş.

Daha bitmedi...

Bu erkeklerin yüzde 21’i de, bir adım daha ileri gitmiş; o adım ne?

“Cinsel anlamda çekici bulmadıkları bir kadınla da hayatlarını birleştirebileceklerini...”

Bakar mısınız?

Biz biliyorduk da, artık ayen beyan ortada ki, bu adamlar ruhsuz!

Ya da salak!

Hani akılları fikirleri sekste desen, o da değil!

Ne aşk ne seks arıyorlar!

Ben biliyorum ne aradıklarını...

Belalarını!

Zaten buluyorlar da!

Niye yüzde 99’u mutsuz?

İşte ortada!

Araştırmanın sonuçlarını değerlendiren uzmanlar, erkeklerin “hayallerinin kadını“nı bulma konusundaki ümitsizliklerinden midir bilinmez, “kendileriyle yüzde 100 uyum sağlayacak bir eş arayışı içinde olmadıkları gerçeğiyle yüzleştiklerini” belirtmişler.

Yani bu gerçekle yüzleştiklerini anlamışlar da, niye olduğunu bulamamışlar.

Ben biliyorum.

Bunlar, 1 kereden fazla âşık olamıyorlar!

O1 kere de, küçükken oluyor ve genellikle başarısızlıkla sonuçlanıyor. Acemiliklerine geliyor falan...

O kadar!

E, aşk olmayınca seks herkesle yapılır; onun için seks de aramıyorlar...

Dolayısıyla mantıklarının götürdüğü yere gidiyorlar.

İşte bu kadar basit!

Oysa kadınlar...

Yazının devamı...

Ertesi günü yok ama...

Hesapsız-kitapsız, ertesi günsüz ilişkilere taktık ya...

“En doğrusu” bu diyerekten...

“Olması gereken de bu” diye ekleyerekten...

Ama bir yerde hata var!

Da...

Nerede?

Şimdi o hatanın peşine düşelim.

Ben iz sürmeye başladım bile. Bir ipucu yakaladım.

Çember daralıyor...

İpucu bu mail’de...

Önce okuyun, sonra ipucunun nerede olduğunu yazacağım...

- “Hesapsız-kitapsız diyoruz, tamam çok güzel! Ancak bence o iş öyle olmuyor. Tabii daha farklı bir taraftan bakacağım.

Ben ilişkilerimde hep o anlayışlı - alttan alan - kıskanmayan - trip atmayan - telefon karıştırmayan insan oldum.

Her ilişkimde bu özelliğim ile ilgili övüldüm de övüldüm; aman ne rahatmış, böylesi en güzelmiş, Türk kızları zaten şöyleymiş, ben farklıymışım...

Heeeee.... Ama ben hiç evlenme teklifi almadım. Çünkü ben hiç danaların ağzına s..madım. Günün sonunda bol kırmızı şaraplı gecelerde “sil baştan” modları pehhh!

Görüyorum ki bunlara ne ka kötü davranırsan o ka iyi. Hani sebep yokken arıza bile çıkarmak lazım ki, o parlak popoları havalardan insin. Bu kız süper nasılsa, hem de cepte(!) kafasından çıksınlar.

Pek hoşlanmasam da bundan, ben de artık arıza çıkartıyorum. Hoşuma gitmeyen bir şey olduğunda aramıyorum, sormuyorum. Günün sonunda vallahi daha değerli oluyorum.

Eğer hâlâ beceremezsem bu ilişki olayını, o zaman bende bir sorun var demektir!!!”



Okudunuz...

Eee?

Buldunuz mu ipin ucunu?

O kadar açık seçik ki?

Bence buldunuz ama yanlış anladınız!

İpin ucu, şu iki cümlede:

“Hoşuma gitmeyen bir şey olduğunda aramıyorum, sormuyorum. Günün sonunda vallahi daha değerli oluyorum.“

“Görüyorum ki bunlara ne ka kötü davranırsan o ka iyi.”

Ammaa...

Yanlış anlama da aynı yerde!

İpin sonunda, “danalara kötü davranmak” yazmıyor!

Başka bir şey anlatmaya çalışıyor.

Yani:

Hoşuna gitmeyen bir şey olduğunda onu aramamak, sormamak; ona kötü davranmak demek değil ki!

İşte sorun burada!

Hoşuna gitmeyen bir şey olduğunda arıza çıkarmak...

Onun sana verdiği değere bir şekilde itiraz etmek...

İstemediklerini kabul etmemek, becerebiliyorsan tabii...

Bütün bunlar ona kötü davranmak anlamına gelmiyor ki!

Sen kendine iyi davranıyorsun haberin yok!

E, sen kendine iyi davranınca...

Sen kendine değer verince...

E, o zaman da hayatında kimse olmuyor mu?

Olmayıversin!

Yazının devamı...

Ertesi günü olmayan uzun ilişkiler

Hesapsız-kitapsız, beklentisiz ilişkileri anlatıp duruyorum ya...

“Ertesi gün” beklentisi olmayanları.

Hani “İnsan o zaman insan, ilişki o zaman ilişki olur” diye...

Ertesi günü olmayan uzun ilişkiler...

Galiba doğru yolu bulmaya başladık.

Bakın şimdi sizinle, bir mail’i paylaşacağım. Önce okuyun:

- “Hiç kafa yormamıştım. Durumlardan şikâyetçi bekâr arkadaşlarımın beceriksiz olduklarını düşünürdüm...

Boşanana kadar:)

Şimdi mecburen kafa yormam gereken özel hayatım var-dı. Aslında işten güçten pek de belini doğrultamadığım bi hayat desek daha doğru.

Ama az ve öz yaşamak gibi çözüm ürettim.

Bence danalığın çözümü danalıkta gizli:)

Yani bu herifleri ciddiye almayıp, işimi görüp arkamı dönüp gidiyorum... Çok işe yarıyor. Vaktini, gülüp eğlendiği, kendisine bayıldığını, çok başka olduğunu söyleyen bir kadınla geçirdikten sonra geri dönülmemesi bunları delirtiyor:) Egolarına ne kadar avamca yaklaşırsanız o kadar iyi. Bunların ilişkide kalite anlayışı, çarşamba pazarından penye bluz kadar... Sonrasında ne kadar vurdumduymaz ne kadar dana takılırsan o kadar düzgün davranıyorlar:))

Çivi çiviyi söküyor gibi bişey inan ki...

Önce pek de umursamamış gibi davranıyorlar, sonra hırsla:)))

Bu yolla iki ciddi evlenme teklifi de aldım.

İlk elediklerim onlar oldu:))

Bazen abartıp gelen aramalara günler sonra döndüğüm, yeterince eğlenememişsem komik bir mesajla döndüğüm oluyor. Eskiden kendimi anlatmaya, karşımdakini anlamaya çalışırdım.

Hepsinin beyninin aynı çalışacağını düşünememiştim.

Bunların beyinlerindeki işlemciyi keşfettiğimden beri huzurluyum. Şimdi hesap kitap yapmıyorum, hoşuma gittiyse o anı doya doya yaşıyorum...

Bazen yaşın yanında kuru da yanıyor ama bence hayatta bir dananın peşini toplamaktan daha güzel şeyler var.

Bütün danalarla eğlenmek mesela...

En şapşal pijamamı giyip en gerzek filmi keyifle izlemek, bütün hafta sonu eve kapanıp birkaç kitabı birden bitirmek, aptalca resimler çizmek, her yanı rengârenk boyamak salak bi herifin sana değer vermesini beklemekten daha mutluluk verici...

Mutlu hayat felsefem; önümüzdeki maçlara bakalım beyler:)”



Eveeet...

Ne anladınız?

Sizi bilemem ama benim anladığım şu:

Doğru yoldayız!

Hayır, yolumuz “Yatıp kalkıp ezer geçerim, çok da tınn!!” değil!

Asla!

Ama yolun birinci ve en önemli aşaması var burada.

“Hayatta bir dananın peşini toplamaktan daha güzel şeyler olduğu”...

“Bi herifin sana değer vermesini beklememek...”

Peki ikinci aşama ne?

Bu ikisine rağmen birisiyle birlikte olabilmek!

Birisini sevebilmek...

Yolun doğrusu bu işte!

Tabii bunu anlayabilecek danalar nerede?

Onu bilmiyorum!

Yazının devamı...

‘Semel in anno licet insanire’

Böyle Latince yazmaya devam edermişim!!!

Edebilirim. Latincem yok ama o enerjim var!

Heh hee...

Önce şunun ne demek olduğunu yazayım; diyor ki:

“Senede 1 gün azıtmak mübahtır.”

Daha güzel bir yorumu da var:

“Senede bir gün tolere edilebilir.”

Bu daha güzel değil mi?

Bu iki yorum üzerine uzuun uzun yazabilirim.

Niye peki?

Çünkü o enerjim var!

Sinir miyim, neyim?

Memleket ne halde, ortada mutlu ve enerjik bir kadın! Merak etmeyin, 2 günde kendime gelirim! Hatta belki de daha kısa sürer!

Çünkü öyle bir yerden geldim ki!

Bakışmaların...

Gülüşmelerin...

Flörtün, öpüşmelerin ve sevişmelerin hoş görüldüğü bir yerden.

(Başka şeyler de var tabii ama köşeyi ilgilendiren tarafını paylaşıyorum. Ama isterseniz müzeleri de anlatabilirim!!

Ne diyorduk?

Hı, her şey hoş görülüyor...

Tamam senenin “o tolere” günündeler ama olsun, hiç de hayvani değiller!

Sadece yolun ortasında öpüşen gençleri karakola götürmüyorlar. Hatta o kadar romantik görünüyorlar ki diğerleri onları alkışlıyor falan...

Üstelik inanmayacaksınız ama tinerci de değiller!!

Bildiğiniz Avrupai durumların biraz daha abartılmışı diyelim...

“Semel in anno Licet insanire”

Ama ben orada da sizin için çalıştım!

Baktım, gördüm, anladım.

Neyi anladım bu sefer?

İnsanların sadece o gün için geçerli olsa dahi, flörtlerinde nasıl olup da bu kadar neşeli ve mutlu olduklarını...

Niye biliyor musunuz?

Niye mutlular?

Çünkü beklentileri yok!

“Kendimi ağır göstereyim”, “Beni daha çok beğensin”, “Bana bağlansın”, “Bana bağlanmasın”, “Beni böyle sansın”, “Beni öyle sanmasın”, “Arasın”, “Aramasın” gibi beklentiler...

Yok!

Kimsenin o gün, “Ertesi günü “ yok!

“O halde...” dedim tabii, “O halde her şeyi bozan ‘ertesi günler’ mi?”

Beklentiler mi?

Bizi kirli hesapların içine sokan...

En içten duygularımızı alt eden...

Saflığımızı elimizden alan...

Küçük korkulara yenilmemiz...

Yenildiğimiz için onları büyütmemiz...

Ve aslında korkularla yaşamaya başlamamız.

Hepsi ertesi gün yüzündenmiş!

İşte bunları anladım.

Sonra da...

Ne zaman öleceğimizi bilmediğimiz bu dünyada...

Ertesi günümüzün olup olmayacağını bile bilmediğimiz şu yerde...

Soruyorum:

Neyin güvencesinin derdindeyiz acaba?

Yazının devamı...

Çok üşeniyorum...

Daha güzel anlatılamazdı herhalde...

Hani bazen aynen böyle olursun ya.

Kedi gibi...

Her şeyi görür, anlar ama küçük bir hamle bile yapmaya üşenirsin...

Onu yapmakla yapmamak arasında bir ‘tık’ mesafe vardır.

Bir “düşünce tıkı...”

Her konuda olabilir. Mesela... Garfield‘le başlayalım...



“İstesem âşık olabilirim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem çok çalışabilirim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem sevişebilirim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem yeni birini bulabilirim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem kendimi anlatabilirim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem seni anlayabilirim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem çok sosyal bir hayatım olabilir ama çok üşeniyorum...”

“İstesem ağzını burnunu kırabilirim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem siyasete bulaşabilirim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem yalanını yüzüne vurabilirim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem birilerini pohpohlayabilirim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem bilgisi olmadan fikri olanlara sataşabilirim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem eski sevgilimle buluşabilirim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem ayrılabilirim ama çok üşeniyorum....”

“İstesem bu ülkede ‘Kim, kimdir?’ şeması çıkarabilirim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem ‘Kim, kim değildir?’ listesi de yapabilirim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem sigarayı bırakabilirim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem yeni insanlar tanıyabilirim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem ‘dinle tinercinin alakası yoktur’ diye uzun bir yazı yazabilirim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem ‘yetmez ama evet’çilere nanik yapabilirim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem ‘görevimin dışına çıkabilirim’ ama çok üşeniyorum...

“İstesem seksi olabilirim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem ünlü davaların iddianamelerini okuyabilirim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem herkes gibi bir kitap da ben yazabilirim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem spora başlayabilirim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem ülkeme dışarıdan bakıp ağlayabilirim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem içine girip harcanabilirim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem gerçeklerden kaçabilirim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem kendisiyle dalga geçenlerle çok güzel dalga geçerim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem korkularımla yüzleşebilirim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem geçmişimle hesaplaşabilirim ama çok üşeniyorum...”

“İstesem biriyle ilgili hayal kurabilirim ama çok üşeniyorum...”

Çünkü tam da Garfield havasındayım...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.