Şampiy10
Magazin
Gündem

Kadın hâlleri...

Maddenin hâlleri gibi...

Kadınların hâllerini tespit etmişler; erkeklerin hoşuna giden kadın hâllerini...

Anket yapmışlar.

Bakın şimdi sonuçlara... Ve benim yorumlarıma...



n “Yüzde 79’u göğüs dekoltenizi görmekten hoşnut oluyor.”

(Sanki kalan yüzde 21’i hoşnut olmuyor! ‘Hiç sevmem göğüs dekoltesini!’ diyen adam var mıdır? Vardır: Eşinin dekoltesini görmekten hoşlanmayan evli erkek!)

n “Yüzde 60’ı kalem eteklerin vücuda tam uyumuyla deliriyor.”

(Kalem etekten anlarlarmış gibi! Sorsan yüzde 99’u bilmez. Fotoğraf göstermişlerdir bunlara...)

n “Yüzde 67’si yataktan yeni kakmış, karışık ve doğal görünümümüzden büyüleniyor.”

(Tabii! Kadınlar da, 20 yaşlarındaki gibi ‘bembe- beyaz’ uyanıyorlar zaten!)

n “Yüzde 64’ü tamamen doğal bir görünüme sahip kızlarla birlikte yaşamaktan zevk alacağını söylüyor.”

(İyi de, onlarla yaşayıp diğerlerini istemelerini nasıl açıklayacaksınız?)

n “Yüzde 79’u yaza özgü tiril tiril elbiseleri seksi buluyor.”

(Rüzgârla açılma olasılığından mı acaba? Açılma ihtimalini seviyor onlar! Yoksa tiril tirilden ne anlarlar!)

n “Yüzde 56’sı gündelik üniforma haline gelen beyaz tişört kot pantolon kombinasyonunu seviyor.”

(Bakın, kıyafet normalleştikçe, onu beğenen erkek yüzdesi düşüyor. Bunu, ‘Erkekler anormal’ diye yorumlayabilir miyiz?)

n “Yüzde 72’si yumuşacık süveterli bir kıza sarılmak istiyor.”

(Hadi len! Sanki süveteri yumuşak olmasa sarılmayacak!)



Yok, yok...

Böyle olmayacak!

Bunlar çok yüzeysel takılmışlar.

Şekilci...

“Onu giyse, bunu çıkarsa” falan...

Oysa olaya daha derin(!) bakmak gerekiyor.

“Hâl” derken gerçek hâllere bakmak lazım.

Mesela bana sorarsanız, erkekler için kadının en iyi 3 hâli var.

Tıpkı maddenin 3 hâli gibi!

Katı, sıvı, gaz...

Şöyle açıklayayım:

n Katı hâli...

Yani 35’ine kadar olan taş gibi hâli...

n Sıvı hâli...

45’ine kadar olan bulunduğu kabın şeklini alan hâli...

n Gaz hâli...

Bu en sevdikleri hâl; sıkıldıklarında gaz olup uçtukları hâlleri...

Heh hee...

İğrenç!

Yazının devamı...

Garantili kavga yöntemleri

Bazen her şey tatlı tatlı başlar, sonu kavgayla biter.

Daha doğrusu, tatlı başlayıp mutlaka kavgaya dönüşen cilveleşmeler vardır.

Niyetin asla kavga etmek falan değildir. Ama bir niyetin vardır! Ya lafı bir yere getirmek istiyorsundur ya da onun ağzından bir laf almaya çalışıyorsundur.

Tabii bir ihtimal daha var; salaksındır!

Ama istersen yani kavga çıkarmak istersen de bu cilveleşmeleri kullanabilirsin.

Bir yöntem olarak...

“Bir insan niye kavga çıkarmak istesin ki?” diye sorabilirsiniz...

Hatta “Biz kavgadan kaçıyoruz, ondan bol ne var?” da diyebilirsiniz.

Ama...

Hayatta her şey böyle bir mantık çerçevesinde gelişmez.

Yani kavga çıkarmak isteyebilirsin.

Mesela bir şey içinde kalmıştır, onu yenmek istersin. Direkt o konuya da giremezsin. Kafadan kavga da çıkaramazsın.

E, ne yapacan?

Ben de tam bunu anlatacağım. (Heh hee...)

Ya, bir de bazen böyle kavgalar iyi gelir ilişkiye...

Birinci yöntem, sizin de bildiğiniz gibi, “Tehlikeli Sorular”dır.

Ona, ama mutlaka yatakta ve rahat bir anda(!) “Sana istediğin biriyle yatabileceksin deseler kimi seçersin?” diye soracaksın mesela...

Ya da, “Benden önce en çok kimden zevk almıştın?” diye de sorabilirsin.

Fark etmez!

Heh hee...

Çünkü aynı soruyu o da sana soracaktır.

Hatta “Önce sen söyle” diyecektir.

Niyetin gerçekten kavgaysa, teklifini kabul et ve söyle. Hatta onun cevap vermesini de engelle! Burası önemli, ona göre..

Zira onun cevabına sen de kızıp amacını unutabilirsin.

İkinci ve daha masum olan bir yöntem daha var.

“Sen-Ben”cilik oynayın.

Yani o sen olsun, sen o...

Birbirinizin yerine geçip, birbirinizin taklidini yapın.

Böylece onun gözünde nasıl göründüğünüzü de öğrenmiş olursunuz.

Kimbilir belki de “gerçek sen” onun taklidi gibisindir.

Belki de değilsindir!

Hem eğlenip hem kavga edersiniz.

Heh hee....

Bu kadar uzatmayayım diyorsan, kavga çıkarmanın kısa bir yolu daha var:

En kısa yolu:

Hem de kadın-erkek fark etmez!

Ona diyeceksin ki:

“Sen beni eski sevgilin mi sandın?”

Hadi bakalım, kolay gelsin!

Yazının devamı...

Bir bakışta bekârlar

Onları da anlarsınız.

Nasıl ki, yabancı birinin evli olup olmadığını anlayabiliyoruz (bkz: Dünkü yazı) bekârları da ayırt edebiliriz.

Nasıl ki evli davranışları, alışkanlıkları var; bekârların niye olmasın?

Hemen her yerde onları da tanıyabiliriz.

Nasıl mı...

Evlilere yaptığımızı yapalım; onları nerede, nasıl yakalayacağımıza bakalım.

Aynı kıstaslardan gidelim.

Aynı sırayla...

ARABADA

Onları genellikle tek başlarına araba kullanırken görürsünüz. Müziği neredeyse sonuna kadar açmıştır. Camı kapalı bile olsa bas sesini hissedersiniz yani! O da kafasıyla tempo tutmaktadır. Kadınsa kullanan, yanındaki arabayı kullanana şöyle bir bakar, büyük ihtimalle görmek istediğini göremez ve dinlediği müziğe döner. Çok sık aynaya bakar ve makyajını arabada tazeleyebilir. Ha, bir de kırmızı ışıkta dirseklerini bükmeden direksiyonu tutar. Hiçbir evli kadın bunu yapmaz! Heh hee... Bekâr adamlar da trafikte çok gururlu olurlar. Onları sollaman falan gururlarını kırar! Ve seni geçmeyi hayatlarının amacı haline getirirler! Tabii uzun zamandır sevişmemişlerse! Yakın zamanda seviştiyse sana yol bile verir!

DÜĞÜNDE

Tabii ki bütün dans edenler... Herkesten fazla içenler... Ve düğünden sonra program yapmaya çalışanlar... Ha, bir de sürekli mesajlaşanlar.

LOKANTADA

Kapıdan giren herkese bakarlar. Çok önemli bir görüşmede dahi olsa yeni hiç kimseyi gözden kaçırmazlar. Evliler gibi bütün yemek 1 saatte bitmez. Ya lokanta kapanana kadar ya da ikinci yerin zamanı gelene kadar oradadırlar. Çoğunlukla iki kız ya da üç erkek şeklinde görürüz onları.

MARKETTE

Genellikle akşam saatlerinde markete gelirler. Tek başlarına... Zaten sepetinden anlaşılır. Alışveriş sepetinden! Kadınsa şarap, banyo köpüğü, şampuan ve yeni çıkmış bir bakım kremi, leke çıkartıcı, ahşap salata kabı, 500 gr domates, ton balığı, yumuşatıcı, fırın temizleyici mutlaka vardır. Erkekse, bira, tıraş köpüğü ve jilet, su bardağı, su, olmazsa olmazıdır. Sepeti zaten boş boştur. Bir de alışveriş yaparken sürekli telefonla konuşur. Hatta konuşurken alışveriş yapar.

HASTANEDE

Muayeneye gittiyse ya tek başınadır ya da bir arkadaşıyla. Ameliyat falan olduysa annesi yanındadır.

BARDA

E, bunu da anlatmayayım...

Yazının devamı...

Evli insan neresinden anlaşılır?

Hani çocuklara, “Yabancı birisi, iki insanın evli olduğunu nerden anlar?” diye sormuşlar ya, içlerinden biri de “Aynı çocuklara bağırıp bağırmadıklarına bakarak tahmin edebilirsiniz” diye cevap vermiş ya... (Dünkü yazıdan...)

Peki başka?

Başka nereden anlaşılır?

Bu 8 yaşındaki çocuk kadar naif ve zeki olmayabilir ama yine de anlayabiliriz...

Hem de nerede rastlarsak rastlayalım, anlaşılır. Mesela:

ARABADA...

Yanınızdaki arabada bir kadın ve bir erkek var; evli olup olmadıkları nasıl anlaşılır? Hiç konuşmazlar. Suratlarında mutsuz bir ifade vardır. Yok yok, mutsuz değil de umutsuz. İçleri çekilmiş gibidir. Kadın nereye baktığını bilmeden bir yere dalıp gitmiştir.

DÜĞÜNDE...

Büyük ihtimalle evden kavga ederek çıkmışlardır. Yine de oraya gittiklerinde güler yüzlü olurlar. Ama başkalarına karşı. Asla dans etmezler. Adam, kadına kıçını dönüp başka bir adamla sohbet eder. Ve bu manzara ona hiç tuhaf gelmez!

LOKANTADA...

Pek nadir bir durumdur. Evli çiftlere, böyle yerlerde yanında arkadaşları veya çocukları olmadan rastlanmaz. Ha, belki son evlilik yıldönümü yemekleridir. Evliliklerinin değil, yıldönümü yemeklerinin sonuncusudur. Buradaki en önemli gösterge de konuşmamalarıdır. Zorlarlar ama sohbet yürümez bir türlü. Bir başka önemli ipucu ise yemeğin başlangıç, ana yemek, tatlı ve kahve fasıllarıyla toplam 1 saat içinde tamamlanmasıdır.

MARKETTE...

Hıh... Aslında “Dananın yaşına ve tipine göre market davranışları” diye ayrı bir yazı çıkar da, özetleyeyim; bir kere adam çok sıkıntılıdır. Kadın bütün alışverişlerinde olduğu gibi bu sefer de daha önce kokladığı bütün çamaşır yumuşatıcılarını tek tek koklamaya başlamıştır. Adam da markete gelmeyi büyük bir özveri olarak kabul ettiğinden fedakârlıkla yanında süklüm püklüm durmaktadır. Sabırla bekler. Kadın arada adama da koklatır, ‘Nasıl?’ diye... Adam ne cevap verir? “Bilmem, ben anlamıyorum.” Sanki havuz problemi sordun! Kadın önde, adam arkasından gidiyorsa ve sepet deterjanlarla doluysa, bunlar evlidir.

HASTANEDE...

Adam hastaysa kadın mutlaka yanındadır. Ama... Hasta olan kadınsa onun yanında ya annesi ya kardeşi falan vardır. Kocası yoktur. O ziyarete gelir.

BARDA...

Yok. Oraya gelmezler. En azından birlikte!

Yazının devamı...

Çocuklar bile anlamış!

Evet, onlar bile anlamış, koca koca insanlar hâlâ almaza yatıyorlar!

Çocuklara ilişkiler ve evlilik hakkında fikirleri sorulmuş.

Bakın nasıl cevaplar vermişler. (Ben de size, o cevapların ne anlama geldiğini yazayım.)

Eğlenelim biraz...



- Kiminle evleneceğinize nasıl karar verirsiniz?

- “Aynı şeylerden hoşlandığın birini bulmalısın. Mesela, erkek spor seviyorsa, kadın da onun sporu seviyor olmasını sevmeli ve cips ve sosunu eksik etmemeli.” (10 yaşında.)

(Çocuk olayı derinden çözmüş. Dikkat ederseniz, ‘Kadın da spor yapmalı’ demiyor, ‘Onun spor yapmasını sevmeli’ diyor.)

- Evlenmek için doğru yaş nedir?

- “Evlenmek için uygun bir yaş yok. Evlenmek için aptal olmak gerekir.” (6 yaşında.)

(Demek ki, insanlar büyüdükçe aptallaşıyor! Bu çocuğun annesi olsam bu sözlerini kayda alıp her yaşında ona dinletirim.)

- Yabancı birisi, iki insanın evli olduğunu nereden anlar?

- “Aynı çocuklara bağırıp bağırmadıklarına bakarak tahmin edebilirsiniz.” (8 yaşında.)

(Heh hee... Bir de, bağırmadıkları zaman, konuşmadıklarından da!)

- Anne ve babanızın ortak yanı nedir sizce?

- “İkisi de daha fazla çocuk istemiyor.” (8 yaşında.)

(Belli ki, ‘kaza’ ihtimali de yok!)

- İnsanlar randevulaştıklarında ne yaparlar?

- “Randevular eğlenmek içindir ve insanlar bunları birbirlerini tanımak için kullanmalıdır. Yeterince dinlerseniz erkeklerin bile söyleyecek şeyleri var.” (8 yaşında.)

(Bu kesin, kız çocuğu... Bırakalım, hayat ona ilk randevuyu öğretsin; belki de şanslıdır!)

- “İlk randevuda, birbirlerine sadece yalan söylerler ve bu da ikinci kez bulaşmaları için yeterli olur.” (10 yaşında.)

(İşte bu da kesin erkek çocuğu! Ve umarım yukarıdaki kızla çıkmaz!)

- Kötü giden bir ilk randevuda ne yapardınız?

- “Eve gider ve ölü rolü yapardım. Ertesi gün de tüm gazeteleri arar ve ölüm ilanlarında bana yer verdiklerine emin olurdum.” (9 yaşında.)

(İyi fikir! İşte insan 9 yaşındaki çocuktan bile bir şey öğreniyor.)

- Birisini öpmek ne zaman uygun olur?

- “Zengin olduklarında.” (7 yaşında.)

(Heh hee... Ne diyeyim ki!)

- Bekâr olmak mı daha iyi evli olmak mı?

- “Kızlar için bekâr olmak ama oğlanlar için değil. Çünkü onlar ortalığı toparlayacak birisine ihtiyaç duyar.” (9 yaşında.)

(Tüüü.... Vah vah! Ben boşuna yazıyorum, desenize!!)

- Bir evliliğin yürümesini nasıl sağlarsınız?

- “Karınıza, bir kamyona benzediği zaman bile güzel olduğunu söyleyerek.” (10 yaşında.)

(O bile olayı çözmüş, bizim danalar hâlâ dana!)

Yazının devamı...

Özgürlük satın alınır mı?

Alınır.

(Bu kadar yazarmışım!)

Bugün de tek başına yaşamanın başka bir tarafına bakacağız.

Evet bu konuya takıldım ama sosyolojik verilerden yola çıkarak olaya bakmak çok hoşuma gitti.

Bir de düşünsenize, yeni bir hayat ve insan biçimi oluşuyor ve bizler de bunu oluşturanlardanız.

Nereden, kimbilir nereye giden yolu açıyoruz.

Nereye gittiğimiz belli değil ama bu noktaya nereden geldiğimiz ve şu anda içinde bulunduğumuz konum belli.

Nitekim bu konuyla ilgili makaleler artık şöyle başlıyor:

- “Tek başına yaşama düşüncesi eskiden, endişeyi ve yalnızlığa dair görüntüleri çağrıştırırdı. Artık tek başına yaşamak yalnızlık anlamına gelmiyor.”

Hatta...

- “Şimdilerde dünyanın en ayrıcalıklı insanları, ellerindeki imkânları mahremiyet ve kişisel alan satın almak için kullanıyormuş.”

Alın size bir veri daha: Tarihin herhangi bir dönemindekinden daha fazla insan yalnız yaşıyormuş.

- Paris’teki hanelerin yarısından çoğunda tek kişi yaşarken, sosyalist Stockholm’de bu oran yüzde 60.

Amerikalılar kendi ayakları üzerinde durma özellikleri ve bireyci kültürleriyle övünse de, Almanya, Fransa, İngiltere ve Japonya’daki tek kişilik hanelerin oranı ABD’dekinden daha büyük.

Şimdi dikkat:

- Yalnız yaşayanların sayısının en hızlı arttığı ülkelerin üçü, Çin, Hindistan ve Brezilya.

Niye dikkat?

Çünkü bu üç ülke aynı zamanda en hızlı büyüyen ekonomiler.

Yani:

Ekonomik şartlar elverdiğinde yalnız yaşamaya karar vermek, karmaşık kültürlerde yaygın bir davranış haline gelmiş.

Dinamik piyasaların, büyüyen şehirlerin ve açık iletişim sistemlerinin, modern özgürlüğü daha çekici kıldığından bahsediliyor.

Hatta ‘kalabalık’ yaşayanlar bile artık yalnız kalmak için şahsi odalarına çekiliyor. Modern bir ailenin aynı odadaki bireyleri akıllı telefona, bilgisayara, video oyununa veya televizyon programına gömülüyor. “Kalabalık” içinde yalnızlığı arıyor ya da istiyor.

Ayrıca yalnız yaşamak artık izole ve daha az sosyal bir hayatı çağrıştırmıyor. Araştırmalar,

tek başına yaşamanın daha az değil daha çok sosyal etkileşime imkân tanıdığını ortaya koyuyor.

Yalnız yaşamayı seçenler, yapılan görüşmelerde buna sebep olarak, en kötü şeyin yanlış kişiyle birlikte yaşamak olduğunu söylemiş.

E, dolayısıyla da, yaşlı dulların ve boşanmışların çoğu yalnız yaşıyormuş.

Aslında bütün bu araştırmaların geldiği noktayı Economist şöyle özetlemiş:

- “Gelirleri arttığında ve nasıl yaşayacaklarına dair seçim şansları olduğunda, bu insanlar yalnız yaşamayı seçiyor. Bağımsızlıklarını satın alıyorlar.”

Tüm işaretler, yalnız yaşamanın gelecekte, yetişkinliğin her aşamasında ve insanların kendilerine ait bir mekâna kavuştuğu her yerde daha da yaygınlaşacağını gösteriyormuş.

Yazının devamı...

Tuhaflıklar silsilesi...

“Eee?” de kalmıştık...

Uzun süre yalnız yaşayanların evde tuhaf davranışlar geliştirdiklerinden bahsederken...

Kendi kendine ya da kedileriyle konuşanlar, tuhaf yemek yeme biçimleri üretenler ya da başkalarına uymayan uyku düzenleri falan...

İşte tam da burada, “eee?” demiştik, “ne var bunda?”

Şu var:

Yalnız yaşamayı konforlu bulan hatta iyi becerenler, bu durumun çoğunlukla tek bir olumsuz tarafından kaygı duyuyorlar:

“Yalnız yaşarken edindikleri alışkanlıkların, başka biriyle yaşamaya başladıklarında değiştiremeyecekleri kadar yerleşmiş olması.”

Mesela bir erkek, klasik yalnız yaşama alışkanlıklarından biri hakkında “banyo kapısını asla kapatmam” diyor.

Öyledir. Niye kapatacaksın ki!

Zaten o da, “o kapıyı açık bırakmak, çoğunlukla hayatınızda hiçbir fark yaratmayan küçük alışkanlıklardan biri” diye devam ediyor.

Yani, “Ne var bunda?” denecek bir durum değil mi?

Hayır işte!

Hiç de öyle değil.

Çünkü:

Artık...

Evine misafir geldiğinde, kapıyı kapatması gerektiğini hatırlayabilmesi için çok çaba harcaması gerekiyor.

O hâle geliyor...

Ben de bir şey ekleyeyim; başka bir evde tuvalete gittiğinde de, kapıyı kapatman gerektiğini hatırlaman için yine bir çaba harcıyorsun.

Hatta içeri girdikten sonra, kapıyı kapatman gerektiğini hatırlayıp geri dönüp kapatıyorsun.

İş yerinde bu olmuyor ama! Şartlı refleks midir, nedir?

Tek başına yaşamanın tuhaflıkları bu kadarla bitmiyor...

Zaten asıl tuhaflık da bence burada başlıyor.

Tek başına yaşayanlar, bir süre sonra tuhaf davranışlardan bir türlü vazgeçemez oluyorlar.

E, bunun sonucu olarak, diğerlerinin ihtiyaçlarına karşı anlayışlarını yitiriyorlar.

“Öyle alıştım ki, artık biriyle aynı evde yaşabilir miyim?”ler hep bundan...

Yani kendi tuhaflıklarının üzerine, ikinci kişinin ihtiyaçları biniyor. Ve bu, gerçekten taşıması ağır bir “yük”e dönüşüyor.

Birini ne kadar sevecek, ne kadar isteyeceksin ki, o yükü kaldırabilesin! Kaldırmayı göze alıp deneyebilesin!

Buraya kadar da iyi...

O tuhaf davranışların yerleşmesi, doğallaşması veya onlardan vazgeçilememesi...

Vazgeçmek istenmemesi falan...

İlginç.

Yeni bir insan tipi oluşuyor.

Ama işin bence asıl ilginç başka bir tarafı daha var; ona bir isim taktım:

“İleri yalnızlık!”

Yani:

Artık “kalabalık” yaşayanların davranışlarının “tuhaf” gelmeye başlaması...

Ki, sosyologlar henüz oraya gelemediler.

Yazının devamı...

Gizli “yalnız” davranışları...

Buradaki “gizli”, yalnız insan değil; davranışların gizlisi...

Daha da doğrusu, yalnız yaşayanların davranışları...

Uzun süre yalnız yaşayanların...

Tabii kendi tercihleriyle!

Hani hep yalnız yaşamanın iyi ya da kötü taraflarından bahsettik ya, şimdi sıra başka bir tarafta.

Yalnız yaşamanın başka bir boyutunda...

Olaylar gelişiyor yani!

New York Üniversitesi‘nden Sosyolog Eric Klineberg, “Tek başına: Yalnız Yaşamanın Olağanüstü Yükselişi ve Şaşırtıcı Cazibesi” (Going Solo: The Extraordinary Rise and Surprising Appeal of Living Alone) isimli bir kitap yazmış.

Bizde yazsa, Ergenekon’dan içeri girer!

Gerekçe: İnsanları evlenip 3 çocuk yapmak yerine yalnız yaşamaya teşvik ederek toplumda kargaşa yaratıp darbeye zemin hazırlamak!

Neyse, bizim konuya dönelim; o daha zevkli.

Kitapta, uzun süre yalnız yaşayanların farklı, biraz da tuhaf davranışlar geliştirdiğinden söz ediyor. Hatta yazar buna, “İnsanların yaşamak için yeni yollar geliştirdiğini gösteren inanılmaz bir toplumsal deney” diyor.

Anlatacaklarını da bir cümlede şöyle toparlıyor:

“Tek kişilik evler, birtakım tuhaflıkları da beraberinde getirir.”

Toplumsal kontrol ve kısıtlamalar olmadan insanların evlerinde nasıl yaşadıklarından bahsediyor.

Örneklerle...

Mesela 2 odalı bir evde yaşayan Amy diye biri.., Diyor ki:

“Altı yıldır yalnız yaşıyorum ve gitgide tuhaflaşıyorum.”

Heh hee...

Ne yapıyormuş acaba?

“Televizyon reklamları sırasında olduğu yerde koşmak; kahvaltı hazırlarken kendi kendine Fransızca konuşmak ve duşta Journey şarkıları söylemek.”

Bizim, “Duş şarkıcısı” gibi!

Yalnız yaşayanların çok fazla ortak tuhaflıkları var. Mesela çoğu kendi kendine ya da kedisiyle konuşuyor. Dertleşmeye başlayana kadar sorun yok tabii!!!

Mesela yemek yemek kişisel hatta oldukça içe dönük bir eylem hâline geliyor. Yiyeceklere karşı sıra dışı davranışlar geliştiriliyor. Sütü kutusundan içmek gibi...

Tabii bu örnek bize pek uymaz; evdeki 3 kişi de böyle yaptığı için! Ama şöyle bir örnek verebilirim (şahsen):

Spagetti yerken bir tanesini hüüüp diye hızla çekip alnının ortasına yapıştırırsın.

Yapıştırabilirsen tabii!!

Bunu yapmak emek ister!

Ve bir daha, bir daha yaparsın.

Yüzün gözün sos içinde kalabilir, sofranın üzeri de... Kimse de seni, “N’apıyorsun? Delirdin mi?” diye taciz etmez!

Başka biri daha yemek konusunda demiş ki:

“Sizin ‘öğün’ diye yediklerinizi ben çok nadir yerim.”

Bu adam da, düzenli öğünlere ve yemek saatlerine bağlı kalmak yerine, saatte ‘6-7’ kez buzdolabına yöneliyormuş. Oradaki tuhaflıkları düşünmek bile istemiyorum.

“Eeee?” demeyin.

Ne olduğunu yarın yazacağım...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.