Şampiy10
Magazin
Gündem

Benden sonra tufan mı?


Tufan kim?

Senden sonraki adam!

Heh hee..

Anlatacağım...

Sabah sabah Sadettin Saran ile yeni sevgilisinin fotoğraflarını görünce şöyle bir düşündüm; “Acaba ex’in ‘yenisi’nin yapacağı etki nedir?” diye...

Saran’ın yeni arkadaşı çok hoş bir kadınmış ya, o bakımdan...

Hani senden öncekiler iyi birer referanstır ya...

En azından adam ya da kadın hakkında epey ipucu saklar. “Eski sevgilisini söyle sana onun kim olduğunu söyleyeyim” gibi yani...

Hatta bu konuyu daha önce tartışmıştık galiba...

“Ex’ine göre adam değerlendirmek doğru mudur?” falan diyerekten.

Neye karar vermiştik ki?

Sizi bilmem ama bence doğru.

Ama bugünkü konumuz farklı. Senden öncekiler değil de senden sonrakiler...

Yani biriyle birlikte olmuşsun, uzun ya da kısa sürmüş fark etmez, ayrıldıktan sonra onun senden sonraki sevgilisi...

Hele ki senden sonraki ilk kadın ya da ilk erkek...

Önemli mi?

Önemli tabii...

De...

Nesi önemli?

Şusu...

Senden daha mı ‘iyi’ yoksa daha mı ‘kötü’?

Buradaki “iyi” ve “kötü”yü, “genel olarak” diye tanımlayalım. Şöyle bir bakınca yani... Zira detayları kimse bilemez.

Ama asıl soru şu:

“Hangisini tercih edersin?”

Senden sonra, senden iyisiyle mi yoksa senden kötüsüyle mi birlikte olması seni rahatlatır?

Ama önce şunu açıklığa kavuşturalım:

Böyle bir durumda eski sevgilinden nasıl ayrıldığının önemi yoktur. Yani sen bırakmış olsan da hatta kurtulduğuna seviniyor olsan dahi onun yeni sevgilisine kayıtsız kalamazsın.

Burada anlaşalım.

Şimdi devam edelim...

İki durumun da artıları ve eksileri var.

Mesela yeni sevgilisi senden kötüyse, bu senin de kendini kötü hissetmene yol açabilir. “Benimle birlikte olan bununla da oluyorsa, ben ona benziyor muyum?” gibi paronayaya düşebilirsin. Senin de değerin düşmüş gibi olur.

Ya da sevinebilirsin, “Benim kıymetim daha iyi ortaya çıktı” diye...

Artık bu senin yapınla ilgili...

Düşünme tarzınla...

Egon, özgüveninle falan bağlantılı...

Diğer taraftan...

Senden iyiyse...

Kendini onunla kıyaslamak sana iyi gelebilir. Değerin artar yani...

Ya da...

Artık senin esamen okunmayacağı için sinir, sinir, sinir olabilirsin.

Hangisini seçeceğin yine yapınla ilgili...

Kadınlar böyledir.

Pekiii, adamlar bu konuda ne düşünürler acaba?

Neyi kıstas alırlar?

“Benden sonra tufan...” mı derler?

Hiç sanmıyorum.

Hatta ona, “Oğlum seninki yeni biriyle berabermiş ama sana ne değil mi? Nasıl olsa senden sonra tufan...” desen...

O ne der?

“Tufan kim?”

Yazının devamı...

Adamı kokusundan...

Ne zaman ‘kadın’ ve ‘koku’ kelimeleri birbirine yaklaşsa, bambaşka bir şey anlatacak bile olsa, benim hafızam daha hızlı davranır ve aklıma hemen “Kadın Kokusu” gelir.

O film... Al Pacino, tango ve çok eski bir arkadaşım...

Sonra da derim ki, “Profumo di Donna.”

Filmin İtalyanca orijinalinin adı.

Fonetik olarak filmin duygusunu bana en iyi o veriyor.

Hem söylemesi hem duyması zevkli üstelik! (Benim de böyle küçük bir dünyam var işte! Oyalanıp gidiyorum.)

Bir de, ‘eski bir arkadaşım’ dedim ya, onu merak ederim; “Yaşasaydı acaba hâlâ onu çok seviyor olur muydum?” diye...

(Size kendimden bahsetmek isterim!!!)

Hep böyle olur.

O iki kelimeyi duyunca hep aynı sıralama...

Yine öyle oldu.

Yine konu aslında bambaşka bir konuydu...

“Kadınlar kokuya âşık oluyor“ diye bir araştırma.

Önce bu sırayı takip ettim.

Son olarak yine “Profumo di Donna” diye fısıldadım.

Sonra da dedim ki, “E, zaten başka bir sebebi olamazdı!!!”

Heh hee...

Yoksa âşık olunacak ne var bunlarda?

Yok yok...

O cevap yakıştı diye yazdım, aslında aklımdan geçenler farklı.

Önce şu araştırmayı aktarayım size... Kadınların eş seçiminde kokunun büyük önemi varmış.

Memeli hayvanların eş seçimlerinde kokuların önemli bir yere sahip olduğunu saptayan bilim insanları, bunun insanlar için de geçerli olup olmadığını merak etmiş.

Meraka bak!

Bir kere kafadan merak yanlış!

Bunlar neyi merak edeceklerini şaşırmışlar.

Yahu ne alakası var?

O memeli hayvanın baş parmağı var mı?

Hı?

Hani insanı hayvandan ayıran en önemli fiziksel özelliklerden biri!

Peki aklı var mı?

E, o zaman ne diye memeli hayvanla kadınları kıyaslıyorsun? Ortak bir şeyler arıyorsun...

Ayrıca erkek insanların da memeleri var!

Hadi diyelim ki, içgüdüsel davranışlara inmeye ve böylece insanı anlamaya çalışıyorsun!

O da olmaz!

O da yanlış!

İnsanı aklıyla birlikte değerlendirmen lazım. Burnunu aklından ayıramazsın ki!

Ha, kıçı başı ayrı oynayanlar var ama o ayrı!

Neyin peşindesin?

İnsanların ilkelliklerine kılıf mı arıyorsun?

Hadi onu da geçelim...

Bu teze göre, koku almayan kadınlar âşık da olamazlar!

(Haydaa... Doğru mu ne?!!!)

Kadın kokusu...

Profumo di Donna...

Arkadaşım yaşıyor olsaydı...

Yazının devamı...

Onda bir tuhaflık vardır!

Demiş ki...

- “Aslında bu konu yıllar önce Almanya’da çıkmış hatta bi yazar bu konuyu kaleme almış ve bayağı eleştirilmişti. Kadının savı, ‘Biz kadınlar aradığımız her şeyi bir erkekte bulamıyoruz... (Romantizm, duygusallık, seksüellik ve entelektüellik) Maalesef bunlar bir erkekte toplanmadığı için de farklı erkeklere ilgi duyuyoru’du. Düşünsenize adam çok romantik; çiçekler hediyeler ama sevişemiyo ya da çok iyi sevişiyo müthiş ama odun; iki kelimeyi yan yana getiremiyo... Aynı şey bizim için de geçerli deil mi? Kadın çok güzel ama yatakta ruh gibi ya da çok akıllı, görgülü, akademisyen ama daha lise yıllarındaki iç çamaşırını kullanıyo... Bize de hak verdiniz mi biraz?”

Vermedim.

Niye vermediğimi anlatacağım... (Hak vermediğimi!)

Birincisi...

Adamın ve kadının bütün özelliklerini sadece yataktaki hâliyle kıyaslıyorsun.

Bak şimdi ne yaptığına...

Adam çok romantik, hediyeler falan ama odun! Ya da odun ama çok iyi sevişiyor!

Kıstasımız sevişmek mi yani?

Diğer bütün özellikleri sevişmesi kadar mı olmalı?

Evet burada haklısın, olmalı da...

Kadın çok akıllı, görgülü, akademisyen ama donu dandik!

Bir donuyla bitirdin kadını!!!

O kadar okumuş, kariyer yapmış üstelik görgülü ve akıllı ama...

Donu dandik!

E, boş yere okumuş o zaman!

O kadar okuyup öğreneceğine iyi bir don alsaymış!

Ha, bu arada yatakta nasıl, onu bilmiyoruz! Belli ki donu görünce gerisi gelmemiş! Heh hee...

Meğer kadın orada da müthişmiş!

Meğer öyle don giyen kadınlar süper olurlarmış! Yakında bununla ilgili araştırma da yaparlar nasıl olsa!!

O da önemli değil.

Önemli olan ne biliyor musun?

O kadında ya da o adamda mutlaka bir tuhaflık vardır.

Hem de en az 1 tuhaflık.

Her şeyi çok iyi olup da, yatakta kötü olan adam ya da kadınlar...

İşte onlarda mutlaka bazı gariplikler vardır zaten.

De...

Sevişme öncesi onları görmemiş ya da görmezden gelmiş olabilirsin.

Diyorsun ya, romantik çiçekler falan...

Mesela zırt pırt çiçek alan, sürekli şiir okuyan ya da ne bileyim üzerine çok düşen adam normal mi?

Hayır.

Kadınlar için de geçerli bu.

Çok akıllı, kariyerli zart zurt... Kesin tuhaflık belirtilerini göstermiştir. Asabi bir hikâyesi vardır yani!

Yoksa...

Yatakta da iyi olurdu.

Daha ileri gideyim, açıkça yazayım:

“Her şeyi iyi, düzgün olup yatakta kötü olan adam veya kadın yoktur!”

Her şeyi iyi, düzgün değildir çünkü...

Ama...

Daha da önemlisi...

‘Çok iyi sevişiyor ama onun dışında odun’ seçeneği var ya...

İşte öyle bir şey olamaz!

Odunlar asla yatakta iyi olamaz!

Yazının devamı...

Bir daha söyle...


Kadınların neyi duymak, neyi duymamak istediğini tespit etmişler.

Duymak istediklerinden başlayalım...

Ama baştan yazayım; güzel sözler tehlikelidir.

Söylemesi de, dinlemesi de...

Çünkü o sözler ağızdan çıktığı andan itibaren söyleyen de, muhatabı da artık zan altındadır.

Yine de söylenmesi gerekmektedir.

Zaten tek riski vardır; güzel sözler söyleyen adamın salaklık edip tavrını değiştirmesi...

Yoksa her güzel söz başka bir güzellik olarak ona geri döner!

Şimdi bizim danalar, kadınların kıçı kalkar diye iki güzel lafın cimriliğini yapıyorlar ya...

Niye söylemezsin ki?

Hayır, ne kaybedersin?

Beni kaybedersin!

Oysa söyle değil mi?

Bir daha söyle...

Hatta bir daha!

O halde şimdi kadınların duymaktan en çok hoşlandıklarına bakalım...

“Kilo vermişsin...”

“Çok hoş gülüyorsun...”

“Çok hoş kokuyorsun...”

“Saçların güzel olmuş...”

“Bu kıyafet tam sana göre...”

Tamam iyi-hoş da, biraz ilkel değil mi? Ya da 20 yaş düzeyinde...

İş yine bana düştü.

Aklı başında bir kadının duymak isteyeceklerini aşağıda okuyacaksınız. (Aynı cümlelerle olmayabilir tabii...)

- “Sende farklı bir şeyler var. Tanıdığım hiçbir kadında olmayan...” (Acaba başka kadınları hiç karıştırmasak mı?)

- “Analizlerine hayranım!”

- “Seninleyken zaman çok hızlı geçiyor.”

- “Sana bayılıyorum.”

- “Çok güzelsin.”

Bu kadar basit!

Söylenemeyecek kadar zor değil yani!!



Gelelim hoşlanmadıklarına...

Önce onların belirlediklerine bakalım:

“Yorgun görünüyorsun...”

“Keyifsiz gibisin...”

“Fena görünmüyorsun...”

“Biraz kilo aldın...”

“Tıpkı annene benziyorsun...”

Tıh!

Bunları da beğenmedim.

Evet, düzeyi yükseltelim biraz. 35 üstü kadının duymaktan hiç hoşlanmayacağı cümleleri de ben yazayım.

- “Siz kadınlar, hepiniz böylesiniz işte!”

- “Sor bakalım, arkadaşların ne diyor?”

- “Sıkıldım, hadi dışarı çıkalım.”

- “Aslında birisiyle birliktelik hiç bana göre değil ama...”

- “İlk tanıştığımızda/seni ilk gördüğümde çok güzeldin. Şimdi de güzelsin ama...”

Bunların her biri diğerinden beter!

Hepsi ayrı birer kavga nedeni. Hatta ayrılmaya kadar gider, söyleyeyim.

Onun için...

Niye söylüyorsun ki?

Söyleme!

Yazının devamı...

Mutluluk çok uzaklarda...


Evet, çok uzaklarda...

Ama en azından var. Üstelik de bu dünyada!

Mosuo‘da...

Hani dün bahsettiğim, Dünyadaki son anaerkil toplumunun yaşadığı yer.

Oraya staja gitmeli.

Liseyi bitiren her genci, bir sene süreyle oraya staja göndermeli. Hatta üniversite sınavlarında buradaki performansı baz alınmalı.

Olayı daha da genişletip geliştirebiliriz tabii...

De...

Şimdi, “Nerede yaşadığını unuttun sen!“ diyorsunuz değil mi? Unutmadım da, unutmak istiyorum.

Onun için en azından zihinsel olarak Mosuo jimnastiği yapıyorum.

Ama tabii içimde bir gün insanlığın yanlış sosyalleşmesinin bir gün düzelebileceği umudunu da taşıyorum.

Hatta bunda benim de ufak da olsa bir katkım olacağını düşünüyorum.

Deliriyor muyum acaba?

Yoksa öldüm mü?

Öldüysem biri söylese de, boşuna fatura falan yatırmasam!!!

Yok, böyle olmayacak, konuya dönüyorum...



Dün biraz kadın-erkek ilişkilerinden söz etmiştik; ne kadar mutlu olduklarından...

Yönetim de farklı değilmiş; yazar şöyle anlatıyor durumu:

- “Kadınların sözü geçiyor her konuda ve toplumu çok farklı bir şekilde yönetiyorlar. Onları ataerkil toplumdan ayıran en önemli özellikleri şiddete asla izin vermemeleri. Onların toplumunda, yönetim şekillerinde, yaşantılarında şiddete yer yok. Tabii ki erkekler arasında kavgalar oluyor. Bizler bunu rahatlıkla anlayabiliyoruz ama orada iki erkeğin kavga ettiğini gören kadınlar durup bakıyor ve ‘neden kavga ediyor bu insanlar‘ diye düşünüyorlar. Kavga etmek, onlar için utanç duyulacak bir şey.”

Bizde de artık kavga çıkarmayanı dövüyorlar!

O hale geldik!

Biz birbirimizi yerken,

Mosuo’yu anlatan yazar bakın ne diyor?

- “Kimsenin kimseyi öldürmediği, öldürmek istemediği bir toplum olduğunu gösterdim. Sürekli ağlayan insanlar yok orada. Ekonomik olarak da çok güçlü durumdalar. Günümüzde en büyük problem sadece siyaset değil. Cinsiyet problemi çok önemli. Dünyanın en büyük problemlerinden biri bu ve buna bakmamız gerekir.”



O da benden!

De...

Anlatamıyoruz işte!

Kime anlatacan?

Bizim danalara mı?

Dünya barışı, huzur, ekonomik güç falan... Evde mutluluk, özgürlük falan....

O-hooo...

Bizimkilere vız gelir.

Kadın sözü dinlemesinler de, ne olursa olsun!

Hele kadın özgürlüğüne hiç gelemezler...

Peki Mosuo’daki erkekler bunu bilmiyorlar mı? Dana olmayı... Biliyorlarmış.

Ama...

Tercih etmiyorlar!

Niye mi?

Çünkü:

- “Oradaki erkekler nasıl yaşadıklarının farkındalar ve bundan gurur duyuyorlar. Yaşantılarından çok memnunlar ve değişmek gibi bir düşünceleri olduğunu sanmıyorum. Hallerinden çok memnunlar. Değiştikleri takdirde sorumluluklarının artacağını, daha çok çalışmaları gerekeceğini biliyorlar ve tabii ki bunu istemiyorlar. Kim ister ki...”

Kim isteyecek?

Ne istediğini bilmeyen danalar...

Yazının devamı...

Mutlu evliliğin tek ve gerçek sırrı

Hadi biraz kafamızı dağıtalım...

Bir yolculuğa çıkalım.

Uzaklara...

Çok uzaklara...

Çin‘in güneyindeki Mosuo kentine...

Niye mi?

Çünkü hem çok farklı hem de çok eğlenceli...

En çok da düşündürücü.

Aynı zamanda “Mutlu evliliğin tek ve gerçek sırrı” da burada. Biliyorsunuz, ben buna asla inanmadım ama galiba varmış.

Mosuo‘da...

Anlatayım.

Ben de bundan 4-5 ay önce Şebnem Abaygil‘in, Arjantinli gazeteci-yazar Ricardo Coler‘le yaptığı röportajla oraya gitmiş kadar oldum.

Coler, iki aydan fazla bir süre orada yaşamış. Coler‘i oraya çeken neden ise Mosuo‘nun dünyadaki son anaerkil toplumlardan biri olması...

Önce onun anlattıklarını aktarayım sonra geyik yaparız.

“Kadın egemen bu toplumda, evin reisi ve tek söz sahibi kadın! Erkekler soyadını annelerinden alıyorlar ve miras anneden kız çocuğuna geçiyor. Anaerkil bu toplumda, kız çocukları çok önemli çünkü soyun devamı ancak kız çocuklarıyla sağlanabiliyor. Evlilik ise tamamen gereksiz bir kurum Mosuo kadınları için. Bütün ömürlerini tek bir erkekle geçirmek akıl alır bir şey değil onlara göre!”

Komik değil mi? Kült bir film senaryosu gibi. (Senaryo konusu arıyanlara...)

Gazeteci-yazar oradaki bir günü de anlatıyor:

“Sabahları erken kalkıyordum. Evin kadın reisi, herkese direktifler vererek yapmaları gerekenleri söylüyordu, erkekler işe gidiyordu. Yapmak zorundalardı. Evin kadın reisi erkeklere küçümseyerek bakıyordu, aynı şekilde bana da. Evin tüm kontrolü kadındaydı. Mesela kocası bir yere gidecek, karısından para istiyor. Tüm para kadının elinde.”

Siz şimdi, “Evlilik ise tamamen gereksiz bir kurum Mosuo kadınları için. Bütün ömürlerini tek bir erkekle geçirmek akıl alır bir şey değil onlara göre”ye takıldınız değil mi?

Evet takıldınız.

Zaten o da konuyu biraz daha açmış:

“Kadınlar kendilerine hayranlık duyulmasını istiyorlar. Bu onlar için çok önemli bir şey ve evliliğe hiç sıcak bakmıyorlar. Çünkü evlendiğiniz takdirde bir taraf, diğer tarafa geçiyor ve artık o aileyle birlikte yaşamaya başlıyor, onlar da bunu istemiyorlar. Onlara göre aile olmak sadece kan bağı ile sağlanıyor, başka bir insanın o ailenin içine girmesiyle değil. Evlilik yürümüyor, erkek, aileyi sonsuza dek sürdüremiyor. Bana ‘Eğer sonsuza kadar sevilmek istiyorsan, asla evlenmemelisin’ dediler. Ne kadar basit bir cevap düşünsenize. Aile konusunda çok ciddiler, aynı şekilde aşk, sevgi konusunda da. Evlilik hep aynı adamla seks yapmak, çocukları, ekonomik sıkıntıyı, aileyi paylaşmak demek ve onlar böyle bir şey istemiyorlar. Bu toplumdaki insanlar, güzel bir aile kurmanın ve sonsuza kadar sevilmenin yolunu bulmuşlar!”

Mosuolulardan öğreneceğimiz daha çok şey var. En azından tartışırız...

Yazının devamı...

Kimlerle birlikte yaşıyoruz?

Kimlerle aynı havayı soluyor, kimlerle aynı sokakları adımlıyoruz?

Hatta kimbilir belki de aynı sofrayı bile paylaşıyoruz; bilmeden...

Mesela, “O kadın öldü” diyenlerle...

Mesela şu adamla:

“Allah rahmet eylesin... Yalnız öldüğüne ben üzülmedim aksine biraz sevindim... Belki o dedesinin dizisi de biter de Kanuni’yi harem Hürrem sevdalısı gibi öğrenmekten kurtulur gençler...”

Dün sabah aldığım ilk mail’di. Meral Okay‘ın ölümüne ne kadar üzüldüğümüzü yazdığım yazı üzerine.

Bir insan başka bir insanın, hayvanın hatta çiçeğin bile ölmesine nasıl sevinebilir ki?

Can düşmanın ölse, “Keşke ölmeseydi ama bu düşmanlık bitseydi!” dersin.

Demelisin.

İnsan olmak budur.

Bu kişiye bir cevap yazdım; artık anladı mı, anlamadı mı bilemem. Benim iki satırımla o kafası değişir mi?

Sanmam!

Zaten bir tek o değil ki!

Sadece Allah korkusundan, sırf cehenneme gitmemek için günah işlemeyi eyleme dökmeyen bu insanlarla birlikte yaşıyoruz.

Yani öldürmüyor ama birinin öldüğüne seviniyor!

Oysa benim dinimde, benden farklı düşünen birisinin ölümüne sevinmek bir tarafa, bunu dile getirmek, yazmak ve hatta sadece düşünmek dahi ayıptır, günahtır!

Dinimizin büyüklüğü de burada değil mi?

Kötülük etmek şöyle dursun, insanların kötü düşünmekten de, kötü olmaktan da uzak durmalarını emreder.

Başbakan hastalandığında onu sevmeyenler “iyi oldu” mu dedi?

Hayır.

Yakınlarını kaybettiğinde de...

Hiçbir fikrimiz kesişmediği halde...

Konu hastalık ve ölüm olduğunda, bizim terbiyemiz, öğrendiğimiz insanlık, dini ahlakımız fikrimizi oluşturur.

Sonra fikrimiz dile gelir:

“Geçmiş olsun” deriz.

“Allah rahmet eylesin” deriz.

Ve korktuğumuzdan da değil!

“Yalnız ölmeye” gelince...

Bunda sevinecek bir şey yok ki!

Üzülecek de bir şey yok!

Herkes yalnız ölür.

Yanına da, alsa alsa kalbindekileri ve aklındakileri alır.

Ve oraya...

Sadece kalbindekiler ve aklındakilerle gideceksen...

Bu hâlini nasıl açıklayacaksın?

Yazının devamı...

Onu özleyeceğiz...

Biri ölür, herkes üzülür.

Tanıyan tanımayan herkes...

Ama gerçekten ve yürekten üzülür.

Sıradan biridir...

Bir gazete haberinde okumuşsundur.

Vesikalık değil de, mesela deniz kenarında çekilmiş bir fotoğrafını görürsün. Saçları rüzgârla savrulmuş, gözleri kısıktır.

Sana bakar.

Sen de ona bakarsın.

Ya çok gençtir; genç ve güzeldir, yakışıklıdır... Ya da yüzünde öyle bir ifade vardır ki, o kadar hayat doludur ki...

Çok güzel gülüyordur.

Çok güzel bakıyordur.

Ona ölümü yakıştıramazsın.

Sanki kalsa...

Burada biraz daha kalması gerekiyormuş gibidir.

Üzülürsün.

Bir bakarsın senin gibi herkes üzülmüş.

Herkes onu konuşuyor.

Oysa tanımıyorsun bile...

Bazen de bir ölüm ilanına rastlarsın. Çeker seni; okursun...

Öyle içten ve öyle duygulu yazılmıştır ki...

Okudukça kısa süreliğine onlardan biri olursun. O ilanı verenlerden biri...

İçin acır.

Fotoğrafına bir daha bakarsın, o da sana bakar.

Hikâyesini ararsın; “Ne olmuş acaba?” diye...

Belli ki çok sevilmiş.

Çok!

Sonra hemen taraf değiştirirsin. Sevenlerin nasıl yandığını anlarsın.

Belki senin de bir zamanlar için öyle yanmıştır. Ya da yanacak diye korkuyorsundur...

Bazen de hiç tanışmadığın biri ölür.

Sabah aldığın ilk haber:

“Meral Okay ölmüş!”

“Ayyy....” dersin.

Gelmesini istemediğin “o an” gelmiştir.

O an.

Hiç hazır değilsindir.

Kalakalırsın.

Omuzun düşer.

Ölümün çaresizliği seni susturur. Diyecek hiçbir lafın yoktur.

Ne diyeceksin ki?

Ne?

Sonra bakarsın, herkes senin kadar üzgündür.

Bunu biliyorsundur; herkesin onu sevdiğini biliyorsundur.

Hem de hiç tanımadan.

Hadi tanıyanlar bir tarafa, tanımayan herkes üzülür mü?

Üzülür.

Herkes onu sevebilir mi?

Sever.

Belki de o bizi çok iyi tanıdığı içindir.

Hepimize bir yerden dokunduğu içindir...

Şimdi hepimiz yakın bir arkadaşımızı kaybetmenin hislerindeyiz.

Onu özleyeceğimizi...

Hep anacağımızı,

Ve bir yerlerde, bir şeylerin hep eksik kalacağını biliyoruz.

Çok sevdiğimiz bir dostumuzu kaybettik.

Allah rahmet eylesin.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.