Şampiy10
Magazin
Gündem

Bir bakışta, ilk bakışta...

Bir bakıştan hatta ilk bakıştan ne çıkar?

Çok şey çıkar!

Çıkarana tabii...

Ben çıkarırım.

Bir bakışta, ilk bakıştaki yargılara, hislere inananlardanım.

Hani hep “İlk akla gelen doğrudur” denir ya, ilk hisler de doğrudur.

Onun üzerine sonradan yüklemeler yaparsın.

Değiştirmeye çalışırsın. Eklersin, çıkarırsın; çarpar, bölersin.

Oynarsın biraz.

İstediğin hâle getirmeye çalışırsın.

İstediğin kadar yükle...

Sonunda o ilk hislerine dönersin.

Ve kendi kendine ne dersin?

“Ben zaten hissetmiştim de!..”

Geçmiş olsun!

Aşkta da...

Aşkın ilk bakışta, bir bakışta olduğuna inananlardanım.

Sonradan olmaz yani.

Sonradan yani tanıdıktan aylar, yıllar sonra birine âşık olunmaz.

Oldu oldu, olmadı...

Oldum diyene de inanmam. Bir bit yeniği ararım. Bulurum da!

İşin içinde mutlaka bir menfaat vardır. İlle de para mara değil; mantık girmiştir işin içine yani!

Mantığın girdiği yerden aşk çıkmaz!

Tıpkı aşkın girdiği yerden mantık çıkmayacağı gibi!

(Bunu da yazın bir kenara!!!)

O da, mantık da bir yere kadar götürür.

O yere gelince ne dersin?

“Ben zaten hissetmiştim de!..”

Geçmiş olsun!

Bir bakış, ilk bakış önemlidir yani...

Tabii adamın sana nasıl baktığı da...

Oradan bir şey çıkar mı?

Çıkar.

Araştırmasını bile yapmışlar.

- ABD’de bilim insanlarının yaptığı araştırmaya göre kadınlar, George Clooney gibi gözlerini kısarak kendilerini etkilemeye çalışan erkekleri seksi değil, güvenilmez buluyormuş.

George Clooney baksa neyse! Ona güvenmene gerek yok ki! Zaten öyle bir beklentin olmaz. Olmasın da!

Ama onun gibi kısık kısık bakıyorsa...

Artık o bakışın üzerine yüklemeler yapma!

Belli ki adam oynuyor.

İşte o anda kararını vereceksin; ya sen de oynayacaksın ya da “ben oynamam” diyeceksin.

Hem oynayıp hem “bu niye oynuyor?” demeyeceksin!

- Kadınlar, “yatak odası” bakışlı erkeklerin evlenilecek değil eğlenilecek adam olduğunu düşünüyormuş. Araştırmaya katılan kadınların yüzde 71’i bakışlarını kaçırmayan erkeklerle evlenmeyi tercih ettiğini söylemiş.

“Sanki adamlar da ilk bakışta evlenmeye karar verecek! Ona göre bakacak!” diyecektim ki...

Evet, ne yazık ki bunlar böyledir.

Bir bakışta, ilk bakışta o kadınla ne yapacaklarına karar verirler.

Evlenmeye karar verdikleriyle yatmazlar.

Yattıklarıyla da evlenme kararı alamazlar.

Çok zor.



Bir de yatak odası sesiyle konuşan adamlar vardır.

Onlara da sıra gelecek...

Az sonra!!!

Yazının devamı...

Eski dostlar eski dostlar...

- “Bıraktığımız yerden devam ederiz...”

En eski ve klasik klişeleden biri...

Eski ama eskimeyen dostlukları tarif etmek için henüz daha iyi bir klişe çıkmadı. Üstelik hem klişe hem de çok sıradan olduğunu bile bile o eski arkadaşını anlatırken mutlaka bu cümleyi kullanırsın.

- “Çok klişe ama hani bazı arkadaşlarınla bıraktığın yerden devam edersin ya, öyleyizdir.”

Öyle midir?

Yani gerçekten bırakılan yerden devam edilir mi?

Arada onca yaşanmışlıklara rağmen...

Farklı yollardan gitmenize rağmen...

Evet, olabilir.

Temel aynıdır çünkü!

Aynı temelden bakarsın.

Temelin temelse tabii...

Hikâyeli hayat yaşayanların jargonudur bu.

Tabii, bazıları hikâyelidir, bazıları değil. Yani kimileri daha düz yaşar, kimileri engebeli...

Ha, hangisi iyi?

Onu bilmiyorum. Daha doğrusu buna karar vermek bana düşmez.

Sadece tercih edebilirim.

Edebilirim edebilirim...

Ama şimdi değil.

Şimdi başka bir konudayım.

Eski arkadaşlarda...

O her zaman bıraktığın yerden başlayabildiğin arkadaşlıklar çoğunlukla üniversitede ya da hemen sonrasında edindiklerindir.

O sıralar hayat çalkantılı ya...

Hayatı keşfediyorsun ya...

Bunları paylaşıp birbirinizden zarar görmediyseniz ve hatta bol bol güldüyseniz, o arkadaşlık öyle gider...

Ama bir de öylesine arkadaşlıkların vardır.

Eskiler yine...

Arkadaşsınızdır ama yaşadığınız ortak bir duygu yoktur. Durumlar vardır.

Zaten bir süre sonra da koparsınız...

Sonra bir gün...

Ama aradan yıllar geçmiş...

Face’ten seni bulmuş!

Boncuk bulmuş gibi sana tezahürat yapıyor!

Eyvah ki ne eyvah!

Hele hele lise arkadaşın ararsa...

En tehlikelisi onlar!

Benden size tavsiye, öyle ayıp olmasın diye, “Tabii yaa... Mutlaka görüşelim, ben de seni görmek isterim”lere girmeyin.

İnanır.

Sürekli boş zamanınızı kollamaya başlar.

Hadi yine ayıp olmasın diye bir kez görüşmeye hiç kalkışmayın.

Bitmez.

Ha, ondan zevk alabileceğinizi aklınıza bile getirmeyin.

Çünkü:

Çok zevk alınacak biri olsa, sizi bulmazdı!

Evet.

Zevk alınacak insanlar, birilerini aramaz.

O da zaten mutlaka bir şeyler istemek için senin üzerine düşüyordur. Ha, yapabileceğin bir şeyse ve güvenebileceğin biriyse tabii ki yaparsın.

Ama genellikle öyle değildirler.

Niye?

Öyle olsa, seni bulmaz!

Çok mu acımasızım?

Hayır, sadece gerçekleri biliyorum.

Yazının devamı...

Bu yüzde 60 nerede?

Hangi yüzde 60?

Yok, oy dağılımı falan değil.

Aziz Nesin’in meşhur yüzde 60’ı...

Hani bir zamanlar, “Türk insanının yüzde 60’ı aptaldır” demişti ya...

Ve herkes ona hak vermişti.

Aradan yıllar geçti, herkes hâlâ ona hak vermeye devam ediyor.

Ama herkes!

Her fırsatta!

Ben daha ona hak vermeyenine rastlamadım!

Hatta yüzdeyi artırırlar bile...

Bakkala gidersin, zamlardan konu açılır mesela... Konuşmanın sonu ona bağlanır,

- “Abla, Aziz Nesin ne demiş? ‘Türk milletinin yüzde 60’ı aptal’ demiş. Az bile demiş, yüzde 90’ı aptal!“

Taksiye binersin, trafiğin hâlinden bahsederken konu yine ona gelir,

- Abla, Aziz Nesin ne demiş?

- Evet, az bile demiş!

Tamirci gelir, bir ayda üçüncü gelişidir muhtemelen, suçu üretici firmalara atıp ne der?

- Abla...

- Aziz Nesin’i mi söyleyecen?

- Hıı, nereden bildin?

- Ben de yüzde 40’ın içindeyim de!

- !!!...

Televizyonda tartışma programı seyredersin, konu oraya gelir:

“Efendim, Aziz Nesin zamanında durumu tespit etmiş!”

Abuk bir şeyle karşılaşırsın hayatta... Mesela atıyorum; arabanın arkasına park eder, sonra da kendisini haklı çıkarmaya kalkar.

Mesela telefonun çalar, açarsın: “Kimsiniz?” diye sorar. Derin bir iç çekersin, “Asıl siz kimsiniz, beni aradığınıza göre...” dersin, pat telefonu suratına kapatır. Sonra yine arar.

Ne dersin?

“Allahım yaa... Bu milletin gerçekten de yüzde 60’ı aptal. Hatta az bile!!!”

Yani herkes o yüzde 40’ın içinde...

Acaba diğer yüzde 60 nerede?

Az da değil ama hiç rastlamadım. Tabii ki kimse, “evet ben aptalım” demez.

Tıpkı kimse, “ben yalancıyım” demeyeceği gibi...

Sorsan:

Kimse bencil değil.

Kimse çıkarcı değil.

Kimse sorumsuz değil.

Kimse acımasız değil.

Kimse kadınlara kötü davranmıyor.

Kimse kız çocuklarının okumasına karşı değil.

Kimse yolsuzluk yapmıyor.

Kimse kimseye baskı uygulamıyor.

Kimse fesat değil.

Kimse ikiyüzlü değil,

Kimse çifte standart uygulamıyor.

Kimse diktatör değil.

Ve kimse aptal değil!

O halde bu yüzde 60 nerede?

O belli değil.

Kim bunlar?

Galiba kim olduklarını biliyorum.

“Ben .... değilim” diyenlere inananlar...

Galiba!

Yazının devamı...

Nicelik mi nitelik mi?

En tatmin edici cinsel yaşamın 50’li yaşlarda olduğu ortaya çıkmış.

Dikkatinizi çekerim, “Performansın en yüksek olduğu” demiyor, “en tatmin edici” diyor.

Nicelik - nitelik farkı!

Demek ki neymiş?

Performansla, tatminin bir alakası yokmuş.

Hatta zorlarsak, düz mantık uygularsak aralarında ters orantı bile bulabiliriz!

Ama o kadar da terslenmeyelim...

Gıcıklık etmeyip devam edelim...

Herkesin çok iyi zannettiği 30-39 yaş arası fıslamış. Hatta en kötüsüymüş.

Çünkü bu yaşlarda yoğun iş yaşamı, maddi sıkıntılar, kaygılar ve çocuk yetiştirme stresi yüzünden insanların cinsel yaşamları dibe vuruyormuş.

Evet, olabilir.

En iyi cinsel hayatın 50-59 yaş grubunda yaşandığı ortaya çıkmış.

Daha da fazlası var:

Seks konusunda kendine güvenin en yüksek olduğu yaşlar ise 60’larmış...

Şimdi...

Gelelim asıl konuya...

Bu iyi bir haber değil mi?

Hepimiz için.

Yani hem kadınlar hem de erkekler için...

Değil mi?

Değil işte!

Çünkü danalar bu durumun sadece kendileri için geçerli olduğunu düşünürler.

Yani bu araştırma, onlar için 60’lı yaşlarında seks yapabileceklerinin işareti.

İyi de... Bu kadarla kalmıyorlar ki!

Şimdi bunlar, o yaşta seks yapabileceklerine sevinmekle yetinmiyorlar çünkü! Hadlerini aşıyorlar.

Bunların kafa şu:

- “Erkekler için 60-65 ideal dönem. Hele partner 20-25 yaş arası ise...”

- “O yaşlarda, şöyle 25-30 arası genç kızı nereden bulup performans sergileyeceğiz onu da yazsalar iyi olurmuş.”

Böyleler!

Ne acayip değil mi?

Ne bencillik?

Ne kendinibilmezlik!

Yahu sen önce bir aynaya bak.

Sonra...

Sonra beni dinle!

Performans sergilemeyeceksin. Zaten sergileyemezsin, bu bir!

İkincisi, neden 25-30 arası genç kadınla birlikte olacağını umuyorsun ki? Ne hakla? O genç kadın seni ne yapsın? Seni niye istesin?

Pekii...

60 yaşındaki bir kadın, 25 yaşındaki bir erkeği arzuluyor mu?

Hayır.

Niye? Bir eksikliği mi var?

Ya arzularsa ne dersin?

O kadına ne dersin?

Manyak, sapık, azmış, ahlaksız, terbiyesiz vs.

İşte ona ne diyeceksen, o ayna vardı ya hani “Önce kendine bi bak” dediğim ayna...

Dön ona...

Ona söyle!

Yazının devamı...

Bu nasıl affetmek?

ABD’de yapılan bir araştırma erkeklerin yarısının partnerlerinin sadakatsizliğini affedeceğini ortaya koydu. Ama bir şartla:

Kadın erkeği yine bir kadınla aldatırsa!

- “Erkekler kendilerini aldatan partnerlerini affedeceklerini söylüyor.”

Bu, Amerika‘da yapılan bir araştırmanın sonucu.

“Amerika nere, Türkiye nere?” diyorsunuz, değil mi?

Ama ben de diyorum ki, hatta kalıbımı basarım ki, Türkiye’de de aynı araştırma yapılsa aynı sonuç çıkar!

Bu kadar da eminim.

Zaten sosyal yaşantıda Türkiye ile Amerika birbirine benzer ya...

Ancak kalıbımı basmamın nedeni bu değil tabii ki!

Anlatacağım... Önce şu araştırmadan bahsedeyim. İnsanlara... Pardon erkeklere, uzun süreli bir ilişki içindeyken birkaç farklı ihanet senaryosuna ne tepki verecekleri sorulmuş.

Birkaç farklı ihanet senaryosu!

Doğru ya...

Eskiden ihanet sadece ihanetti.

Şimdi?

O-hoo...

Bazısı sayılmıyor bile...

Herkesin ihaneti başka!

Kimi tek geceliklikleri ihanetten saymıyor, kimi tek kişilikleri...

Kimi zihinsel olanı bile ihanetten görürken kimi sadece uzun sürelileri...

Ama bir şekli var ki...

O, neredeyse hiçbir yerde ve hiç kimse tarafından ihanet sayılmıyor.

İşte ben de bunun için kendimden bu kadar eminim.

Zira ortada bir “şart” var.

Bir seçenek...

“Affederiz ama bir şartla!” demişler.

İhaneti hazmetmenin tek şartı ise epey ilginç:

“Kadının başka bir kadınla yasak ilişki yaşaması...”

Oldu!

Gerçi o artık “ihanet” falan da olmaz ya!

Hatta “yasak” da olmaz...

Bunu duyduğu günün ertesinde adamı şunu söylerken bulabiliriz:

“Aşkım, bu ilişkinizi artık legalleştirme’mizin’ zamanı gelmedi mi?”

Buraya kadar iyi, değil mi?

Danaların hoşuna gitti tabii... Ama hemen öyle sırıtmayın.

Kadınlara da sormuşlar.

Partnerlerinin bir başka erkekle kendilerini aldatması hâlinde ne yapacaklarını...

“Affetmeleri ya da unutmaları mümkün mü?” diye...

Tıh!

Çok daha düşük bir ihtimal.

Sadece yüzde 21’i bu durumu kabul edebileceklerini belirtmiş.

Niye ki?

Neden biri fantezi de, diğeri değil?

Ya da...

Neden ikisi de ihanet değil?

Yazının devamı...

A noktası...

Şimdi bir de “A” noktası çıktı!

G’nin yerine...

Ya da ayrıca...

Yani hem G hem de A noktası varmış. Gitgide çoğalıyorlar.

E, artık G’yi bulamayan, A’yı bulsun!

Biz henüz G noktasını bulamamışken hatta hâlâ varlığı yokluğu tartışılırken...

Hem de şiddetle...

“Yok, yok! Olsa bende olur!”

“Var. Ama nokta kadar ya, görünmüyor, hissediliyor” diyerekten.

Geçenlerde biri bulmuş diye okumuştum. Bulmuş ama kadavrada!

Kadavrada çok nokta bulursun!

Maharet canlısında...

Ayrıca kadavrada onu mu aradın?

Hadi aradın, bulduğuna nasıl inandın?

Canlandı mı, ne oldu?

Bazı bilim insanlarına göre G noktası yok, bazısına göre de, 8.1; 3.65; 1.5 mm boyutunda.

Ama bizim umurumuzda mı?

Yarıştırıyor muyuz?

Hayatımızı bunun üzerine mi kurduk?

Başka kadınlarınkini merak ediyor muyuz?

Kıyaslıyor muyuz?

Onun yüzünden cinayet işliyor muyuz?

Bunu en büyük kıskançlık meselesi haline getiriyor muyuz?

Hayır.

Bu G noktası meselesi ilk kez 60 yıl önce ortaya atılmış.

O gün bugün, vardır yoktur tartışmaları sürüyor.

Hayır, bazen kafa karıştırmıyor da değil.

Bilim insanları yüzünden... Adamda suç bulmak istemeyen gözlerini o noktaya çeviriyor.

“Onun yüzünden!”

Bazıları maharetini ona yüklüyor, bazıları da bütün olumsuzlukları yokluğundan biliyor.

Gördüğünüz gibi G noktasının ölüsü bile iş yapıyor!

Bakalım A neler yapacak?

60 yıl sonra ortaya çıkan nokta!

A!

Ne demek ki?

Hem neden “A”?

“Akıl”ın A’sı mı acaba? Hani her şey akılda başlar manasında...

Yoksa ben mi çok anlam yükledim?

Ne aklı, tam da “orada başlar, orada biter” dönemindeyken...

Bu duruma şaşırıyor olmasın! A! diyerekten...

60 yıl boyunca “G” dedi kimse umursamadı...

Arayan bile olmadı; bilim insanları hariç!

Şimdi “A” diyor.

“A, yeter artık“ manasında!

G, A derken, gak guk konuşmaya da başlayacak bu!

İlk ne diyecek?

“Annee...”

“Babaa....”

İsmini söyler belki:

“Aaaa, bak! İsmimi söylediii.....”

Yok artık!

Ben ne diyeceğini biliyorum galiba:

“Hadi len!”

Evet yıllar sürebilir ama geleceği nokta budur!

“Hadi len” noktası...

Yazının devamı...

Bu ülkenin kadınları nerede?

Hadi erkekleri geçtim...

Bu ülkenin kadınları nerede?

Kız çocuklarına liselerde evlenme izni çıkıyor, haberiniz var mı?

Şaka yapmıştım; oldu olacak kreş de açın diye... Meğer gerçekten de taslaklarında varmış. Liselere emzirme odası ve kreş açılacakmış!

Ben emzirme odasını düşünememiştim, pardon!

Onlar düşünmüşler.

Benim yerime de, sizin yerinize de düşünmüşler...

Ve yine sormadan, danışmadan, ortak bir kanaate varmadan...

Hazırlamışlar.

Peki bu ülkenin kadınları nerede?

Yoksa yönetmeliğin yürürlüğe girmesini mi bekliyorsunuz?

Bakan gibi; yönetmeliğin içeriğine değil de, henüz kabul edilmeden basına sızmasına mı taktınız!

“Çıksın da, öyle bakarız!” mı

diyorsunuz?

Şimdi bunun ne kadar vahim bir durum olduğunu

anlatmayacağım.

Bildiğinize inanıyorum.

Ama...

Bunu anlayanlara, anladığını umduklarıma bir sorum var:

Neredesiniz?

Üstelik hiçbir ayrım yapmadan herkese soruyorum, çünkü biliyorum ki hepimiz rahatsızız. AKP’li ya da AKP’siz bütün kadınlar...

O halde...

Başta,

Fatma Şahin‘e...

Sonra...

AKP’li kadın milletvekillerine...

Diğer partilerin bütün kadın vekillerine...

Kadın Dernekleri Federasyonu’na...

Uçan Süpürge‘ye...

KADER‘e...

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği‘ne...

AKP Kadın Kolları‘na...

Kadının Statüsünü Geliştirme Genel Müdürlüğü‘ne...

Aydın platformlarına...

Çağdaş Eğitim Vakfı’na...

Feminist İslamcılara...

Eğitim Sendikalarına...

Haydi Kızlar Okula kampanyasına...

UNICEF’e...

TÜSİAD’a...

İş kadınlarına...

Hayrünnisa Gül’e...

Emine Erdoğan’a...

Bütün kadın gazeteci yazarlara...

Hükümeti beğenen veya beğenmeyen,

Kadın olan herkese soruyorum:

Niye susuyorsunuz?

Bu durumdan rahatsız değil misiniz?

Hadi erkekleri geçtim...

Bu ülkenin kadınları nerede?

Neredesiniz?

Yazının devamı...

Bir kıvılcım düşer önce...

Büyür yavaş yavaş...

Bir bakarsın volkan olmuş, yanmışsın arkadaş...

Haydaa...

Sanki arkadaş değil, son aşkının başlangıcı!

Arkadaşlıkta ne volkanı, ne yanması bu?

N’oluyoruz!

Aslında severdim bu şarkıyı da, yazınca tuhaflığı anladım.

Keşke “dolduramaz yerini, ne ana, ne kardaş“ kısmından başlasaydım. E, ama annemize de bu kadar haksızlık yapılmaz!

Yok, güzelim şarkıyı piç ettim.

Zaten konumuz o şarkı değil. Arkadaşla ilgili...

Bir araştırmada, uzun süren bir ilişkiden sonra sevgilisinden ayrılanların ortalama 8 arkadaş kaybettikleri anlaşılmış.

8 fire...

İyi, 8 arkadaşı varmış. Ben eksiye düşerim herhalde!

Arkadaşlıkların bitmesindeki en büyük sebep “yalan söylemek“miş.

Bitirilen arkadaşlıklardan üçü sevgili sayesinde tanınmış, üçü ortak arkadaşlarmış. Diğer ikisi de ilişki başlar başlamaz bitirilenlermiş.

Şöyle bir bakalım o zaman...

İlk üçü sevgilinin arkadaşı... E, ayrılınca onlarla da ilişki kesilebilir.

İkinci üç arkadaş, ortak tanınan arkadaşlar...

Yani atıyorum, birlikte tatile gittiniz ve orada tanıştığınız kişiler. Onlarla da ayrılıyormuşsun.

Niye?

Ya onlar da çift ve sen tek kalınca birlikte ne yapacaksınız ki? Üç kişi yemeğe mi gideceksiniz?

Olmaz.

Gelelim son ikiye...

Yani sevgilinden önceki iki arkadaşına...

İlişkiye başlar başlamaz onlar gidiyormuş ya!

Belli ki, o istemediğinden.

Hoşlanmadığından.

Bunun açılımı şu: Aslında korktuğundan...

Evet korktuğundan!

Çünkü o ya bekârdır ya biraz çılgındır, başına buyruktur.

Kadın ya da erkek fark etmez; bu tipte bir arkadaş, sevgili tarafından asla sevilmez.

Sevgilisini de baştan çıkaracağından mı korkar? Yoksa kendi yaptıklarını anlayacağından mı? Belki ikisi de...

Sevmez yani!

Bu yüzden ne yapar eder, onları devreden çıkarır.

En azından dener.

Ha, bu arada o ne yapar?

Sevgilisi yani...

Artık aklına bağlı!

8’er 8’er arkadaş mı atılır?

Hayır, at at nereye kadar!

Kolay mı bu iş?

Bir kıvılcım düşer önce...

Büyür yavaş yavaş.

Bir bakarsın “volkan” olmuş,

Yanmışsın arkadaş!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.