Şampiy10
Magazin
Gündem
Yazının devamı...

15 hata...

Uzmanlar boşanmaya sebep olabilen 15 hatayı belirlemiş.

Diyorlar ki, “İşte kadınların yaptığı bu hatalar...”

Bak, bak, bak!

Kadınlar o 15 hatayı yapmasalar, her şey süper olacak yani!

Bakalım neymiş o hatalar...

Ama ben susmam biliyorsunuz!

- Cinsel ilişkiden hoşlanmıyormuş gibi davranmak.

(Ha, aslında hoşlanıyor yani! Kendisinden ya da yaptığı bir şeyden hoşlanmayacağını hesaba bile katmıyor. Yani ondan hoşlanmaması mümkün değil de, numara yapmasın diyor.)

- Cinsel yakınlaşmayı başlatan taraf olmamak.

(Başlamak kolay, önemli olan bitirmek, bitirebilmek.)

- Orgazm olamadıkları için erkekleri suçlamak.

(Kimi suçlayacak? Komşuyu mu?)

- Yatakta cinsel kontrolün kendilerinde olduğunu düşünmek.

(Böyle hayat geçmez ha! Sen başlatmadın, kontrol kimde, çok öptün, az öptün... Aaa... Senin gidesin gelmiş arkadaş! Güle güle...)

- Yatakta çok fazla konuşmak.

(Tabii dön kıçını uyu! İdeal olan bu değil mi?)

- Cinsel ilişki sırasında pasif olmak.

(Aktif olsa suçlu çıkarırsınız; yalan mı?)

- Kendi vücudunu sevmemek.

(Mutlaka sayenizdedir. O beğenmeme, kıyaslama halleri... Ki kendisi daha beterdir!)

- Kendi vücudunu fazla sevmek.

(Kadının kendine güvenini kıramadıysa, sinir olur tabii... Ya da kadın gerçekten güzelse, ona da sinir olur.)

- Sürekli öpüşmeyi istemek.

(‘Sürekli’ dediği önsevişmedir. Onların önsevişmesi kapıdan girdiği an, olayın aklına gelmesi olduğu için!)

- Zayıf veya aşırı sevgi göstermek.

(Sevgi derken? Aynı şeyden mi bahsediyoruz acaba? Hani mesela empati yapmak falan... Hiç sanmıyorum!)

- Yüzeysel biri olmak.

(Danalar da o kadar derinlerdir ki... Yukarıdaki maddeleri isteyen biri nasıl derin olabilir yahu?)

- Erkeğin sadece parasına önem vermek.

(Sanırsın ki bunların hepsi Sabancı, Koç... Olmadıkları için paraları değerli ya!)

- Eski sevgililerinden bahsetmek.

(Bahsettirme o zaman! Bir kadın eski sevgilisinden bahsetmeye başladıysa, sonun başlangıcı gelmiştir. Durup dururken anlatmaz yani!)

- Çirkin iç çamaşırı giymek.

(Çirkin iç çamaşırı yoktur, içindekini görmeyen vardır!!)

- Cinselliği kullanarak karşısındakini kontrol etmeye çalışmak.

(Kontrol edilme sen de! Biz ediliyor muyuz? Hayır. Eee... Salak mısın? Aklını kullan.)

Gördünüz...

Dikkat ettiniz mi? 15 maddenin 10’u cinsellikle ilgili...

Ve hata kadınlarda!

Oldu!

Yazının devamı...

Yeşilçam klişelerine karşı yeni diziler...

Geçenlerde Demet, eski Yeşilçam klişelerini hatırlayıp yazmış.

Öyle, çalakalem...

Adı üstünde, ‘klişe’...

Okuyunca yine güldüm.

Sonra da aklıma

şimdikiler geldi.

Alın size küçük bir kıyas. Önce eskiler...

l Ağlayan kadının bi koşu illa odasında yatağa abanması... (Sanki salonda

ağlanmıyor!)

- Ağlayan kadının, yakın çekimde Küçük Emrah modunda hafif boynunu kırarak bakışı ve dudaklarını

titretmesi...

- Tam öpüşüceklerken, kameranın vazodaki güle odaklanması...

- Babaların, habersiz olduğu çocuğunu mutlaka 6 yaşındayken tanıması!

- Çocuğun sokakta top oynarken, o topun bir gün illa ordan geçen gerçek babasına çarpması!.

- Baba ile oğulun arasında topun çarpma şiddetiyle o anda mutlaka elektriklenme olması ve çocuğun “Size baba diyebilir miyim” meşhur sözü ile adamın içinin kıyılması!

- Açlıktan ölen annenin, çocuğunun zengin babasına karşı mutlaka gururlu durarak kuyruğu illa dik tutması!

- Boğaz’a bakan o çınar ağacının, başrol oyuncuları kadar her filmde emeği olması ve karakter rolü canlandırması!

- Çınar ağacı ardında salak salak körebe ve yakalamaca oynaması bu eşşek kadar tiplerin!

- O da yetmezmiş gibi, erkeğin illa kadınına ağaca salıncak kurması..:)

- Tüm başrol oyuncularının, kameranın yakın planda sağdan sola dönüşlerinde hep aynı olması..



Biz bunlarla büyüdük...

Hâlâ ilaçlı gazoz ihtimali aklımıza gelir. Tırsarız!

Şimdikiler dizilerle

büyüyorlar.

Neleri görerek?

Ben birkaç tane çıkardım.

- Zenginlerin terlik giymemesi...

- Evlerin Ikea örnek evi olması...

- Fakirlerin beyaz gömlek ve çoraplarının kar gibi olması...

- Hepsinin çok kötü öpüşmesi...

- Hulusi Kentmen’in AKP’li olması...

- Her tecavüzden hamile kalınması...

- Senaryo ya da oyunculukla anlatamadıkları için duygu veya düşüncelerin iç seslerle verilmesi..

- Zenginlerin sonradan görme olmaları...

- Misafir evden giderken ona salondan “Güle güle” denmesi... Kapıya kadar geçirilmemesi...

- Zenginlerin kalkar kalkmaz evde adeta kokteyl kıyafeti ve yüksek topuklu ayakkabılarıyla oturmaları...

- Kadınların kafadan “namussuz”

olmaları...

Ve tabii namus cinayetleri, bitmeyen dertler, kompleksler, sabit fikirler, kötülükler, kötülükler, kötülükler...

Onlar da böyle büyüyor...

Yazının devamı...

Ne okuyorsan, o oluyorsun

Öyle diyorlar...

Doğrudur.

İnanırım.

Ohio Üniversitesi’nin incelemesine göre çok roman okuyanlar zamanla okudukları roman karekterlerinin kişiliğine bürünüyor, onların hisleri ve düşüncelerini kendilerine adapte ediyorlarmış.

Ben de yeni bir şey bulmuşlar zannettim.

Biz bu durumu başka türlü tarif ediyoruz; “o kitaptan geriye kalan” diye...

Kalırsa tabii...

Çünkü çoğu insan sadece okur; bakar gibi...

Kimi de özümser. Yabancı duyguların yeni fikirlerin üzerinde durur.

Bazen bir cümleye takılır; kitabı göğsünün üzerine bırakıp dakikalarca düşünür.

Kimileri de cümlenin altını çizer.

Cümle altını çizmek enteresandır aslında...

Yıllar sonra o kitabı alıp bakarsın... Altını çizdiğin cümleler sana bir şey ifade etmez. “Niye çizmişim ki?” dersin. Kimbilir hangi ruh haliyle...

Bazen de o ruh hâlini hatırlarsın. Dalar gidersin...

Eğlencelidir yani...

Konu dağıldı yine...

Evet, “kimi okur geçer, kimi geçemez”de kalmıştık.

Hani deriz ya, “bazı kitaplar, bazı filmler hatta bazı resimler insanı değiştirir” diye... İşte bazılarını değiştirmez!

Aksiyona bakar o.

Ya da kendini arar.

Öteki ise başkalarını...

Bilmediklerini...

Peki, insanını bilmediği duygu olur mu? Olur.

Duygu öğrenilir mi?

Öğrenilir.

Çok da zevklidir.

Kendini bir basamak yükselmiş hissedersin. Nereye doğru? Kime doğru?

Kendine...

(Bak yine ‘oldum ben!’ çabuk geçer, merak etmeyin...)

Mesela erkekler çoğunlukla okumazlar.

Bakarlar...

Bakmayı severler.

Onun için de hep yanlış evlilik yaparlar.

Haydaa...

Bu konu da buraya geldi ya!

Dönüyorum.

“Ne okuyorsan, o oluyorsun”a...

Ben bunu önce şöyle anlamıştım: Hani “ne okuduğunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” gibi...

Ki, bu daha kolay bir yaklaşım.

Sağlaması bile var:

Neysen, onu okursun.

Hatta versiyonlarını da çıkartırsın:

“Ne seyrediyorsan o’sun”

“Neye bakıyorsan o’sun”

“Ne dinliyorsan o’sun”

“Ne giyiyorsan o’sun”

vb.

Ama...

Asıl önemlisi...

Seni en iyi tarif edeni:

Ne söylüyorsan...

Ne yapıyorsan...

O’sun!

Yazının devamı...

Aşkı ne başlatır?

Hatırlamaya çalışın...

Önce aşklarınızı sonra da onlara nasıl âşık olduğunuzu hatırlamaya çalışın.

Bir an vardır, var mıdır?

O an!

Bir şey olur, bir şey söyler ya da o meşhur ilk bakış...

“Neydi?” diye bir düşünün.

Aşkınızın nasıl başladığını...

Aşklarınızın...

Yüzünüzde bir gülümseme oluştu mu?

Benim oluştu; şu anda gülüyorum...

O anlar genellikle komiktir, hoştur, tatlıdır. Ve tadı hiç geçmez. Ne zaman aklına gelse gülersin, gülümsersin.

Sonra o tattan eser kalmamış olsa bile...

Neyse o ayrı bir konu...

Bugün aşkı başlatan hareketleri işleyeceğiz!

Dünyaca ünlü bir kadın dergisi aşkı başlatan ilk hareketleri erkeklere sormuş.

Genelleme yapmak yerine, örnekler vermiş.

Bakalım mı...



“Arkadaşımla spor yapıyorduk. Sert bir hareket yaptı ve parmağı incindi. Ben ilk yardım çantası bulmaya çalışırken o son derece soğukkanlı bir şekilde durumu idare etti ve asla panik olmadı.”

(Bu, otoriteye, kararlılığa geliyor demek ki! Güçlü kadınları seviyor. Her erkek sevmez ha! Aslında önce severler sonra o güç batmaya başlar. Bu yatağa bağlıdır. Yatakta da aynı gücü gösterirse ne âlâ...)

Ama o durumu şöyle açıklamış:

- “Bu, onun ileride yaşayabileceğimiz zor günlerde bana yardımcı olabilecek bir yapısı olduğunu gösterdi. Ona güvenmeye başlamıştım.”

Bir başka örnek:

- “Bir keresinde yeni görüşmeye başladığım kız arkadaşıma annemin en sevdiği şarkıyı söyledim. Bir süre sonra arkadaşlarla gittiğimiz bir karaoke barda o, aynı şarkıyı güzel bir performans eşliğinde kalabalığı coşturarak söyledi. Çok etkilenmiştim.”

(Bu kadından korkulur! Adam da durumu anlayacak ama biraz geç kalmış olacak!)

Alın bir tane daha:

- “Sevgilimle ilk kez dışarı çıktığımızda beni Rus yemekleri yapan bir restorana götürdü. Farklı tatlarla tanıştırdı ve siparişi de Rusça verdi. Bu sıra dışı ilk buluşmanın mimarından çok etkilenmiştim.”

(Kesin yatakta da Rusça konuşturuyordur. Heh hee... Ama iyi taktik! Etkili yani!!! Denemek isteyene tüyo: ‘Lubof zla, palubiş i kazla.’

Ne demek?

İlgilenen varsa mail atsın, yazayım...)

Bu da var:

- “İlk kez bende

kaldığı gece ikimiz de ertesi gün gireceğimiz önemli toplantılara odaklanmıştık. Ben bilgisayar başında çalışırken o da yanıma oturup kendi

işleriyle ilgilendi. Harika bir geceydi.”

(Bu da kız gibi! ‘Bir şey yapmadık’ diye seviniyor. Ayrıca adamın evinde kızın ne gibi ‘Kendi işi’ olur acaba? Belli ki, ikisinin de içi geçmiş. Tıh! Bu iş fazla gitmez.)

Bu da...

- “Aptalca şeyler yaparak eğlendiğimiz gece ona âşık olmuştum. Yatağın üzerinde zıpladık, komik kelimeler seçerek sohbet ettik. Eğlenceli ve seksiydi.”

(Bu adam var ya, bu yazdığını şimdi okusa, ne yapar? Bizim gibi geçmişe dalıp gülümser!)

Yazının devamı...

Öyle bir ses mi var?

Ya, belki “Yine mi?” diyenleriniz çıkacak ama...

Ben gülüyorum, siz de gülün diye uzatıyorum şu yatak odası sesi yorumlarını...

Ve benimkileri...

Bakın, kimlerle birlikte yaşıyoruz...



- “Evet manav amcaya ‘bana bir kilo patates tartar mısın’ derken bile kendimi alamam bu ses tonundan. Adım da Şelale...”

(Şelale, dedin, işi bitirdin zaten!)


- “Bizi bozar öyle konuşmak.”

(Seninle öyle konuşulsa, bozulmazsın ama!)


- “Fısıldaşarak konuşmaya ne gerek var? Normali dururken...”

(Şöyle anlatayım... Yok vageçtim, anlatamayacağım!)


- “Yatak odası sesi derken..!? Mutfak sesi, oturma odası sesi, salon sesi... Ne bunlar?”

(Bunlar, metafizikte üç varlık teorisinde geçer. Derin konular yani... Boşver.)


- “Yatak odası sesimi ilk defa burda yorum yazarken hissettim sayende. Yok sağol almıyım.”

(Ne hissettin de vazgeçtin, gerçekten merak içindeyim!)


- “Öyle bir sesle hiç konuşmadım. Ama isteseydim bile karşı cinsimle değil, hemcinsimle öyle konuşurdum zaten...”

(E, tamam o zaman!)


- “Sal evlat kendini kasma, iş varacağına varır:)”

(Yukarıdakine mi söylüyor acaba?)


- “Hayır. Neden öyle konuşayım ki? Çok hevesli derler adama...”

(Onu genelde adamlara değil, kadınlara derler!)


- “Böyle bir ses uydurmadır. Zaten böyle bir sesi gırtlaktan çıkarmaya da gerek yoktur. Ne şehvet için ne karşındakini etkilemek için. Bunlar için başka yetenekler gerekir.”

(Biz gırtlaktan çıkarıyoruz ama tabii sen başka yerden çıkarabiliyorsan, olabilir yani...)


- “Öyle bir ses yok, nerden uydurdun, nerde konuşacaz o sesle? Bankaya gittik memur bayanla mı öyle konuşacaz? Doktora gittik, bayan doktorla mı öyle konuşacaz? Kimle nerde, varsa ‘o sesle’ konuşulur? Alışverişe çıktık tezgâhtar çocukla mı konuşacaz öyle? Seks yaparken çıkan doğal sesler ise kasıt zaten o yaşanır, her bayanla öyle mi konuşacaz?”

(Yok, seninle de hayat geçmez!)


- “Yatak odası sesini biri bana bağırarak söyleyebilir mi :-)”

(Bağıramayız. Gırtlaktan, gırtlaktan! Ya da bilemiyorum artık başka yerden çıkaranlar da var!)


- “Yeri ve zamanı geldiğinde konuşurum neden konuşmayayım.”

(Düz ol, canımı ye!)


- “Özel yaşantıya saygı ve gizlilik olması gerekir önce kendine sonra eşine saygının olması gerekir. Şehvetle olabilir ama sesi kontrol etmek bizim elimizde.”

(Hı!)


- “İçgüdülerimle hareket etmem...”

(Edersen adisin!)


- “Her türlü yatak odası muhabbeti uyar bana:)”

(Nefes alsın yeter diyorsun. Peki.)


- “Yeni bir ses türü müdür bu? Ya da çok önceden vardı da benim ses tellerim henüz keşfetmedi sanırım. Ben daha çok salon sesiyle konuşuyorum ya da mutfak da olabilir :)) Valla açıkcası öyle etkileyici olcam diye şekilden şekile giremem.”

(Şöyle tarif edeyim; kuş cıvıltısıyla eşek anırması arası bir şey! Zor yani!)


- “İlk defa duyduğum bir tanımlama. Edebiyat literatüründe var mı? Yoksa modern çağın söylemlerinden biri mi? Seçeneklere bakılırsa şuh, kışkırtıcı, iç gıdıklayıcı, davetkâr, seksi ifadeler içeren bir konuşma tarzı. Eğer öyle ise konuşmam.”

(O belli oldu zaten! Zaten ‘edebiyat literatüründe’ de yok. Gerçi o literatürde öteki yaptıklarımız da yok ama...)

Yazının devamı...

Yatak odasından gelen sesler

“Yatak odası” sesiyle konuşmayı yazmadan önce net’e göz gezdirdim dün. Bir anket sitesine rastladım. Orada bu konuyla ilgili bir anket yapmışlar. Bir sürü de yorum vardı.

Ben çok eğlendim.

Hepsine de bir cevap verdim.

Buyrun...



- “O nasıl ses olur ki? Yataktaki uyanmasın diye konuştuğum gibi mi sessizce?”

(Yok, genellikle uyandırmak için olur!)

- “Yatak odası sesi derken? Alçak konuşmaktan mı bahsediyorsunuz?:)”

(İşin içinde bir alçaklık var ama...)

- “Yatak odası sesi ne ola? Hani kısık sesle konuşmak filan mı? Eğer öyleyse haberleşme sorunu yaşarız bir mok anlamayız ikimiz de.”

(Bi sorun yaşayacağınız kesin! De haberleşme olmadığı kesin!)

- “Böyle bir ses mi varmış:)”

(Daha neler var, bilsen!)

- “Karşı cinsi tahrik etme derdinde değilim.”

(Sorunu çözmüşsün, zaten hep öyleler!)

- “Nedir ya o, ben yatak odasında bile yüksek sesle konuşuyorum eşim yavaş yavaş diye kızıyor, heyecanlı bir tip olduğum için sesim istemeden yükseliyor...”

(İyi, o da olur!!)

- “Sesi odalara göre mi ayırıyoruz? Ben her zaman normal sesimle konuşurum.”

(Biz odalara göre ayırıyoruz, ama odalarla sesi tutturmak lazım.)

- “Sesime hâkim olamıyorum ben zaten. Çok farklı ses tonlarında konuşabiliyorum. Sonra da şaşırıyorum, bu ses benim mi diye:) Yatak odası sesiyle de konuştuğum olmuştur belki :))”

(Kesin başka şeylere de şaşırıyorsundur ama onları öğrenmek istemiyorum.)

- “Karşı cinsteki erkek eğer tanıdığım biri ise ve onu baştan çıkarmaksa maksadım, konuşurum tabii.”

(Bilinçli tüketici!)

- “Her şey yerli yerinde güzeldir. Nasıl ki erkek arkadaşlarımla konuştuğum şekilde kız arkadaşlarımla konuşmuyorsam her şeyin kendine göre yeri var.”

(Yok, seninle olmayacak, belli!)

- “Ben daha hayatımda hiç öyle bişey yapmadım. Nedense her yerde doğal ve ‘ciddi’yim. Yatakta bile sert çıkar tepkimi koyarım. Cicili bicili şeyler hiç bana göre değil. Hele uyuduruk rol yapmak... Kendimi şey gibi hissederim yaa... Ses mi değişirmiş! Ancak kendiliğinden değişirse o ayrı”

(Oldu o zaman! Ben korktum, söyleyeyim.)

- “Hahah inanmıyorum yahu!!! Neden karşı cinsle konuşurken yatak odası sesi kullanayım, sapık mıyım ben? Durup dururken neden tahrik edeyim ki adamı? Sonra al başına bela. Ancak ve ancak sevdiğim insan olursa olur.”

(Biz de bakkalla konuş demiyoruz zaten!)

- “Kursa gidiyorum, şu an çat-pat konuşabiliyorum.”

(Anlıyorum ama konuşamıyorum diyorsun!!)

- “Evet evet bayılırım ben bunu yapmaya... Sevgilimin işinin en yoğun olduğu an, kafası karmakarışıkken (hissediyorum) çeviriyorum numaralarını, telefon açılıyor ve öyle bir ‘Alooo...’ diyorum ki ve peşinden öyle bir devam ediyorum ki konuşmaya, karışan işlerine kendi de dâhil oluyor. Akşam olmasını iple çekiyor :D”

(Birkaç sorum olacaktı... Alo’dan sonra neler diyordun???)

- “O neymiş? Ben mimarım. Evleri o kadar dip dibe ve zar gibi duvarlı yapıyoruz ki, er kişilerimiz ve hatun kişilerimiz yatak odasında çıt çıkarmaya çekiniyorlardır. Buna yatak odası sessizliği demek daha mı doğru olurdu acaba?”

(O sessizlik, duvarın inceliğinden değil ama duvarlar da çok ince be mimarım!)

- “Benim yatak odamın sesi yok... Yatak odası ne gibi bir ses çıkarabilir, çıkardığı sesi ben çıkarabilir miyim???”

(Bir de mutfağı dene bakalım... Ses geliyor mu?)

Yazının devamı...

Yatak odası sesi

Kimi bakışıyla...

Bakışından...

Kimi de sesiyle

Sesinden...

Yani...

Kimi bakışlarını kullanır.

Kimi sesini...

Kim neresini kullanıyorsa, onu orasından yakalarsın.

Aslına biri bir yerini kullanıyorsa, orası burası oynuyor demektir.

Dün bakışlardan bahsetmiştik, bugün seslere girelim diyorum.

Allah vergisi; bazılarının sesi doğuştan güzeldir.

Ama güzel sesli adamlardan kaçınırım ben.

Kaçmam ama kaçınırım!

Duygusunu yakalayamam çünkü!

Yakalanmaz ki! Oynar sesiyle...

Seslendirme yapar gibi konuşur. Yapaydır yani...

O yapay olunca söylediği de samimi gelmez bana.

Bir de şu var: Sesine hâkim olduğu kadar kendisine hâkim değildir. Daha doğrusu, sesiyle hareketleri birbirini tutmaz. Senkron meselesi...

Yani mesela seninle çok romantik bir ses tonuyla konuşur ama romantik şeyler söylemez.

Ben şimdi bu adamı nasıl, ne yapayım?

Bu adamlar genellikle “yatak odası” sesiyle konuşurlar.

Sana, “tuzu uzatır mısın?” diye sorar ama...

Ama sanırsın ki, “Akşam seni... Seninle birlikte olalım mı?” diye soruyor. O efekti alırsın sen!

Bazen bütün adamlar yatak odası sesiyle konuşurlar.

Bazen!

Ama yatak odasında değil!

O ses yatak odasının dışına taşar.

En çok da telefona...

O telefon konuşmaları, “üzerinde ne var“ın versiyonlarıdır...

Henüz o raddeye gelmemiş hâlleri...

Genellikle “N’apıyorsun”la başlar. Yavşak-seksi karışımı bir tonla!

Anladınız o ses tonunu...

Sonra...

Yani sen de niyetliysen...

Abuk sabuk, başı sonu belli olmayan bir sohbet başlar: “N’apıyorsun?” sohbeti...

- N’apıyorsun?

- Hiiç... Sen?

- Ben de, hiiiç...

- Yine mi?

- Yine yeniden...



- N’apıyorsun?

- Hiiç, öyle uzanıyordum!!!

- Ben de. Birlikte uzanalım mı?

- Ama sadece uzanacaz!

- Tamam.

- Söz mü?



- N’apıyorsun?

- Tam seni düşünüyordum.

- Yakalarım...

- Öyle yakalamak olmaz!

- Nasıl olmaz? Yakalandın haberin yok!

- Sen beni yakaladın da, ben?

- Sen ne?

- Ben yakalandım mı, bakalım?

- Yakalarsam!

- N’aparsın?



- N’apıyorsun?

- Ne yaptığımı değil de, ne yapmak istediğimi söylesem...

- Yok, söyleme!

- O zaman ne yapmak istemediğimi söyleyeyim.

- Ha, o olur. Ne?

- Hımmm... Mesela şu anda burada olmak istemiyorum.

- Nerede olmak istiyorsuuuun?

- Söyleyeyim mi?



- N’apıyorsun?

- Tuttuğumu!

Eeee?

Her zaman tutmaz tabii...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.