Ne okuyorsan, o oluyorsun
.
Öyle diyorlar...
Doğrudur.
İnanırım.
Ohio Üniversitesi’nin incelemesine göre çok roman okuyanlar zamanla okudukları roman karekterlerinin kişiliğine bürünüyor, onların hisleri ve düşüncelerini kendilerine adapte ediyorlarmış.
Ben de yeni bir şey bulmuşlar zannettim.
Biz bu durumu başka türlü tarif ediyoruz; “o kitaptan geriye kalan” diye...
Kalırsa tabii...
Çünkü çoğu insan sadece okur; bakar gibi...
Kimi de özümser. Yabancı duyguların yeni fikirlerin üzerinde durur.
Bazen bir cümleye takılır; kitabı göğsünün üzerine bırakıp dakikalarca düşünür.
Kimileri de cümlenin altını çizer.
Cümle altını çizmek enteresandır aslında...
Yıllar sonra o kitabı alıp bakarsın... Altını çizdiğin cümleler sana bir şey ifade etmez. “Niye çizmişim ki?” dersin. Kimbilir hangi ruh haliyle...
Bazen de o ruh hâlini hatırlarsın. Dalar gidersin...
Eğlencelidir yani...
Konu dağıldı yine...
Evet, “kimi okur geçer, kimi geçemez”de kalmıştık.
Hani deriz ya, “bazı kitaplar, bazı filmler hatta bazı resimler insanı değiştirir” diye... İşte bazılarını değiştirmez!
Aksiyona bakar o.
Ya da kendini arar.
Öteki ise başkalarını...
Bilmediklerini...
Peki, insanını bilmediği duygu olur mu? Olur.
Duygu öğrenilir mi?
Öğrenilir.
Çok da zevklidir.
Kendini bir basamak yükselmiş hissedersin. Nereye doğru? Kime doğru?
Kendine...
(Bak yine ‘oldum ben!’ çabuk geçer, merak etmeyin...)
Mesela erkekler çoğunlukla okumazlar.
Bakarlar...
Bakmayı severler.
Onun için de hep yanlış evlilik yaparlar.
Haydaa...
Bu konu da buraya geldi ya!
Dönüyorum.
“Ne okuyorsan, o oluyorsun”a...
Ben bunu önce şöyle anlamıştım: Hani “ne okuduğunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” gibi...
Ki, bu daha kolay bir yaklaşım.
Sağlaması bile var:
Neysen, onu okursun.
Hatta versiyonlarını da çıkartırsın:
“Ne seyrediyorsan o’sun”
“Neye bakıyorsan o’sun”
“Ne dinliyorsan o’sun”
“Ne giyiyorsan o’sun”
vb.
Ama...
Asıl önemlisi...
Seni en iyi tarif edeni:
Ne söylüyorsan...
Ne yapıyorsan...
O’sun!