Şampiy10
Magazin
Gündem

Olmak ya da şekil almak

İnsan zamanla oluyor ya...

İyi-kötü ama bir şey oluyor!

Katıyor...

Atıyor...

Saçıyor...

Zamanla ortaya karışık bir şekil çıkıyor...

Amorf da olsa...

Bir estetik harikası da...

Duygu mu istiyorsun?

Dramatik ya da şaşırtıcı;

Şaşırtacak kadar aşağılarda kalabilirsin...

Dedim ya, iyi-kötü bir şekil alırsın...

İşte o yolda...

Olurken yani:

Başa çıkabilmeyi öğrenirsin...

Yıllar sorunlara bakışını hafifletse de, sana karşılığında ağır travmalar ve seni aşan sıradan angaryalar veriyor.

Sıkışıyorsun...

Sırf bunun için bile öğrenmek zorundasın.

Yoksa kaybolursun!

Hı, bunu “Öğreneyim yoksa kaybolurum” diye yapmazsın; sonuçtur aslında bu.

Yaşadıklarından ve kendinden geriye kalanlarla yarattığın bir yöntem.

Bir oyun...

Hayal gücü...

Belki de mantık!

Ben mesela...

Önce okuduğum bir “endişe” yöntemini uygulamıştım.

“Sabahları 15 dakikayı her şey için sonuna kadar endişelenmeye ayırıp gün içinde rahat edebilmeyi” öngören bir yöntem...

Çok mantıklı gelmişti bana.

Uyguladım ve gerçekten de işe yaradı.

Zorlandım ama öğrendim.

Hem günün gitmiyor hem de ertesi sabaha kadar her şey değişebiliyor...

Sonra buna bir yöntem daha ekledim.

Hani aklına tırım tırım bir sürü soru ve sorun takılır ya, onların her birini bir küçük kutucuk olarak tasarladım.

Farklı renklerde kurdelelerle fiyonk yapılmış kutular... Ama hediye paketi gibi değil.

O kutucukları hayalimde ya rafa kaldırırım; ama kendi tasarladığım asimetrik raflar var, onlara...

Ya da iki kere tıklayınca ekranda titreyen açık pencereler var ya onlar gibi pencerelerim vardır.

Onları geldikçe kapatırım.

Tekrar kullanacağım zaman, sırası ve yeri geldiğinde açar, ne yapacaksam yaparım. Ama o kutuları hiç titreye titreye bırakmam.

Gün boyu beni yemelerine izin vermem.

Hayal gücü bu.

Sınırı var mı?

Gülümhan mesela...

Onun parşömen kâğıtları varmış.

Her birinde ayrı bir sorun, ayrı bir angarya...

Onları haşur huşur rulo yapıp kaldırırmış. Bak, nereye kaldırdığını sormadım. O da, sırası geldiğinde ruloyu çekip, haşur huşur açıp artık ne yapılacaksa yaparmış...

Zamanı geldiğinde...

İşte insan zamanla oluyor da...

Ne oluyor?

Yazının devamı...

İki adam aynı anda nasıl sevilir?

Geçenlerde, “Kadınlar birden fazla erkeği sevebilir. Aynı anda veya farklı zamanlarda... Ama bir erkekle birlikte olurlar“ diye yazmıştım.

Kızlar bu konuda ikiye ayrıldılar...

Bir bölümü, “Bir kadın iki adama karşı çekim duyabilir hem de birlikte olabilir” diyor.

“Bu zaten pratikte oluyor; aldatmalarla oluyor, cinsel maceralar yaşama adına oluyor. Evet, biz kadınlar binyıllardır bunu yapıyoruz ama açık açık itiraf edemeyiz, bilirsiniz o ‘yollu’ damgası hazırdır” diyerekten...

Ama ben sevmekten bahsediyorum, aştan...

Yoksa çekim..

Çekimin bir önemi yok!

Diğer bölüm, “Sevebilir ama birini seçer”ci...

Dikkat edin, “Sevmez, sevemez, olmaz öyle şey...” diyen yok!

Ama ben yine de size “Bir kadın iki adamı aynı anda nasıl sever?”in hikâyesini yazmak istiyorum.

Bazıları özellikle de danaların aklı almaz çünkü!

Sever, hem de öyle “güzel” sever ki!

Bakın şimdi...

Gerçek bir hikâye bu.

(Ben değilim!)

Başka bir kadın. Çok da tatlı, akıllı ve naif bir kadın...

Tanımıyorum ama belli!



l “Üniversitenin ilk yılları bir adamı sevdim o da beni sevdi. Sevgiliden çok dosttuk, arkadaştık, aileydik ama yürümeyeceğini ikimiz de biliyorduk. 3 senenin sonunda bıraktık birbirimizi..

Sonra ben ona geri dönmemek için başka biriyle birlikte olmaya başladım hem de kelimenin tam anlamıyla hasta bir adamla ama sabrettim, içimdeki o tükenene kadar dayandım. Sonra bu adamla birlikteyken birine âşık oldum hem de öyle böyle değil. Sonra dedim, Ben napıyorum? Ben bu çocuğa âşığım. Ayrıl gerekirse tek başına yaşa aşkını..

Ayrıldım.. O çocukla birlikteliğimiz başladı.. Şimdi evleniyoruz:) Ona hâlâ âşığım..

Ama n’oldu biliyor musunuz?

4 sene sonra diğeri çıktı geldi: O.

‘Ben seni seviyorum’ dedi, ‘Başkasını da sevmedim evlen benimle’ dedi! Seviyor biliyorum da neden 5 sene sonra, neden benim her şeyim mükemmel giderken...

Tabii ki ‘Hayır’ dedim. ‘Seninle zaten evlenmezdim şimdi de evlenmem’ dedim. Ama bir şekilde son 6 aydır hayatımda ve ben onunla geçirilmemiş olan yılları bir şekilde telafi ediyormuşuz gibi hissettiğim için onunla konuşup şakalaşıyorum. Hem de telefonda! Görüşmüyoruz bile! O bir umut ayrılmamı bekliyor ben ise böyle bir zamanda çıkageldiği için ona kızıyor ama onunla olmanın nası bir şey olduğunu hatırladığım için, onu sevmeyi hiç unutmadığım için görüşüyorum. Onu sevdiğimi ama evleneceğim adama âşık olduğumu söylüyorum. Aynen de böyle.

Dün artık dayanamayacağını belirtti, ‘Seni severken onunla olmana dayanamıyorum artık görüşmeyelim’ dedi. ‘Olur’ dedim. Zaten görüşmelerimiz bitecekti. Şimdi yeniden ayrılmış gibiyiz, komiğiz.

En kötüsü de sanki onu seven benim içimdeki başka bi zamana ait kadın. O yüzden her şey masum, çocukça, temiz...

O bir kızı sevdi ve hep de öyle kalacak; geçen herkes, gelen herkes bunu hissedecek. Ben birden fazla adamı sevdim ama tek bir adamlayım...

Dolayısıyla:

Kadınlar birden fazla erkeği sevebilir. Aynı anda veya farklı zamanlarda... Ama bir erkekle birlikte olurlar.”



Yani...

Hayat bazen ve bazılarına dümdüz değil.

Ha, bu bir şans mı?

Yazının devamı...

Yeni nesil ayrılık...

Çok ayrılık gördük, duyduk, okuduk...

Klişeleri de biliriz, marjinal

taktikleri de...

Saldırganlaşanları, suskunlaşanları da anlarız.

Ama bu...

Bu bambaşka!

Önce Twitter hesabına “Ayrılık ancak düşük bütçeli aşklar için cüzzi bir çözüm yolu olabilir” diye yazmış.

“Cüzi”, “düşük bütçeli” falan, hadi bunun için ayrılık kargaşası diyelim...

De...

Sonrası için ne diyeceğiz?

“Bitmekte olan bir ilişkide iki taraf da problemli bir çocukluk geçirdiyse bütün şerefsizlikler centilmence yapılır.”

Düşünsene ayrılmışsınız adam sana bunları yazıyor! Ne diyebilirsin ki?

Ufak bir şaşkınlıktan sonra;

“Hı! Tamam o zaman!” falan dersin.

Allah’tan yüz yüzeyken söylememiş!

Tam ayrılıyorsunuz, ağır bir ortam var, belki bir taraf ötekinden daha yoğun, tam kapıdan çıkacaksın ya da o çıkacak, dönüp sana diyor ki:

“Bitmekte olan bir ilişkide iki taraf da problemli bir çocukluk geçirdiyse bütün şerefsizlikler centilmence yapılır.”

Hadiii...

Şimdi bu sözleri biri bana söylese...

Ne olurdu?

Ben tam kapıdan çıkıyormuşum mesela, adam oturduğu yerden tok bir sesle bana diyor ki,

“Bitmekte olan bir ilişkide iki taraf da problemli bir çocukluk geçirdiyse bütün şerefsizlikler centilmence yapılır.”

- Hı?

- Yok bir şey!

- Nasıl yok bir şey! Şerefsiz merefsiz diye bir şey söyledin sen!

- Şerefsiz demedim, şerefsizlikler centilmence yapılır dedim.

- Manalı oldu da... Sen mi bir şerefsizlik yapacaksın yoksa bana mı bir şey ima etmeye çalışıyorsun?

- Artık sen ne anladıysan...

- Benim bu cümleden anladığım, iyi bir karar vermiş olduğum! Kendimi tebrik ediyorum.

- Hı?

- O garip cümle içinde geçen ‘problemli çocuk’ kısmınını da atlamış değilim ama o konuya hiç girmek istemiyorum. Dayanamam. İyi günleeer...

- Gittiğin yerde düşük bütçel...

Çattt! (kapıyı kapattım.)

Ama olaylar böyle gelişmeyebilir.

Herkes benim kadar salak olmayabilir ve o cümleyi ikiletmeden anlayabilir.

Onlar da bana şu “centilmence yapılan şerefsizlik” nasıl oluyor, bi anlatsalar...

“Ya nasıl olsa ayrılmak üzereyiz diye söylüyorum, sakın yanlış anlama ben birazdan başka biriyle sevişmeye gideceğim. Hayır, başkasından duyarsın falan şerefsizlik etmek istemem!’ gibi bir şey mi?

Ne bileyim nasıl bir şey!

Bu olsa olsa...

Yeni nesil bir ayrılık cümlesi...

Yazının devamı...

Bırak gitsin...

Hayır, devamı o bildiğiniz “Gelirse senindir!” değil!

Bu sadece, “Bırak gitsin!”

Tabii bunu başka versiyonlarda da söyleyebilirsin; “Defolsun gitsin”, “Gittirsin gitsin” gibi...

Ben söylerim mesela...

Ama sözün asıl sahibi Betül Mardin...

Sadece, “Bırak gitsin” demiş.

Nötr.

İçinde kızgınlık, intikam, üzüntü falan yok.

Hani şöyle bir bakmış ve hiçbir yararını görmemiş. “Bu bana ne verir benden ne alır?”ın hesabını değil, muhasebesini yapmış ve karar vermiş:

“Bırak gitsin...”

Temiz iş!

E, Betül Mardin bu; dinlemek, öğrenmek lazım!

Dün, Kelebek‘te yayınlanan, Haldun Dormen’le birlikte verdikleri röportajda okudum.

Daha önce söylediği, (“Kadınlara Öğütler”den).

“Evlilik şart değil, gerekli de değil. Hatta hayatınızda bir problem eksik olur”u sormuşlar...

İşte orada diyor ki:

“Orada bahsettiğim evlilik de değil tam olarak. Çok uzun süren birliktelikler olabilir. Belli bir noktadan sonra tükeniyor. Akşam eve geldiğinde adamın derdini çekemiyorsun. Uzatmanın ne âlemi var! Bırak gitsin...”

Ne güzel söylemiş değil mi?

O adam, o ilişki artık zevk olmaktan çıkınca, paylaşma ‘yük’e, ‘sömürü’ye dönüşünce...

Bırak gitsin...

Zevk dediysem öyle eski Türk filmlerindeki Lale Belkıs karakterinde bir kadından bahsetmiyoruz ha! Ona göre...

Sonra erkekler için söylediği bir başka sözünü daha hatırlatıyorlar:

“Aynı anda birkaçını sevmeyeceksin. Ama onların böyle bir yeteneği ve şerefsizliği olduğunu bileceksin” demiş.

Bu sözlerini de açıklıyor:

“Yalan mı? Kadınlar bir tek erkeği sevebilir ama erkek birden çok kadın sevebilir. O kapasiteleri vardır.”

Şimdii...

Terbiyesizlik yapmam istemem ama benim burada bir itirazım var:

Mesele kapasite meselesiyse...

Hele hele sevme kapasitesi...

Bence olay şu:

Kadınlar birden fazla erkeği sevebilir. Aynı anda veya farklı zamanlarda... Ama bir erkekle birlikte olurlar.

Erkekler ise birden fazla kadınla birlikte olabilirler ama sadece ve bir zamanlar, bir kez sevmiş olurlar.

Diyorum...

Röportajın en güzel bölümü ise, “Evlilikler nasıl yürür?” sorusunun cevabının olduğu yerdi...

Betül Hanım’ın cevabı netti:

“Yürümez.“

Bilgeliği ise cevabın devamında:

“Yürür zannedilir ama yürümez!”

Yazının devamı...

Erkek erkeğin nesidir?

Hani bir söz vardır ya, “Kadın kadının kurdudur” diye...

Sinir olduğum bir laf!

Daha doğrusu ilkel, eski ve üstelik de klişenin önde gideni!

Bir de bunu, hayatı çözmüş insan edasıyla söylerler ya, en fenası da bu! Hayatta çöze çöze bunu çözmüş! Üstelik de yanlış çözmüş!

Ama bizim asıl konumuz bu değil.

Asıl meselemiz şu:

“Erkek erkeğin nesidir?”

İki erkek meselesi yani...

İki ya da daha fazla...

Yani aslında erkekler başka erkeklerden hiç hazzetmezler.

Belki bu yüzden hiç arkadaşları yoktur.

Olsa da onların arkadaşlıkları çok ama çok yüzeyseldir ya!

Gerçi arkadaşlık anlayışlarına zaman zaman imrenirim o ayrı... Çünkü aralarında gurur meselesi, alınganlık, küslük falan yoktur ya, rahatlardır yani... Ne güzel!

Ama rahatlıkları bir erkeğin diğer erkeklerden hazzetmemesine engel değildir.

Kendi arkadaşları olabilir. Ama karısının, sevgilisinin, kardeşinin hatta kız arkadaşının erkek arkadaşı...

Hayır!

Onlara hep mesafelidirler.

Dikkat edin; mesela kocanı, sevgilini ya da bir erkek arkadaşını başka bir erkekle tanıştırdığında...

Tanıştırabilirsen tabii...

Çünkü tanışmak bile istemezler.

Mesela “Gel seni iş arkadaşımla tanıştarayım” de. İş arkadaşın erkek... Hayatta gelmez. Sonuna kadar direnir. Artık kaçacak yeri kalmadığında tanışır.

İşte orada da tanıdığın adamdan eser yoktur.

Oysa sen ikisinin anlaşmasını umut etmişsindir!

Tanıştırdın ya, bak şimdi; bak bi suratına, girdiği havalara...

Birden kasılır, ciddileşir ve sevimsizleşir.

Gerekmedikçe konuşmaz falan...

Sanki uçak ihalesindeki rakibiyle tanıştırdın!

Bir afra tafra...

Nerede olduğu gibidir ki?

Yok, bulamadım. Sanırım başka hiçbir yerde burada girdiği havaya girmiyor bunlar.

Niye?

Altında yatan neden, içgüdüseldir.

Dünyadaki bütün kadınların kendilerinin olması gerektiğini hissediyorlar ya, işte ondan!

Tabii bunu itiraf etmeleri, daha öncesinde idrak etmeleri biraz zor!

Bir ya da birkaç ortak geldiğinde de tatları kaçıyor hemen.

Yani onların rekabeti, kadınlarınki gibi kılık- kıyafet, güzellik saç-baş değil.

Daha derin aslında.

Daha derin ve daha tehlikeli.

Ve aptalca...

Ondan sonra da, yaşamın şifresini çözmüş gibi konuşurlar,

“Kadın kadının kurdudur” diye...

Asıl siz buna cevap verin beyler:

“Erkek erkeğin nesidir?”

Yazının devamı...

Sınır aşımı...

Neyin sınırı?

Her şeyin olabilir...

Her şeyin bir sınırı vardır değil mi?

Kişisel sınırlardan bahsediyoruz; mesela samimiyetin, şakanın, ciddiyetin, dokunmanın, çalışmanın, tembelliğin... Hayatta her şeyin, her şeyin bir sınırı...

İyi de...

Bu sınırı kim belirler?

Kendisi mi?

Keşke!

Ama bu imkânsız.

Bazen kendisi, bazen karşısındaki, bazen de ortamı...

Aslında güçlü olan belirliyor herhâlde.

Güç derken?

Bu güç sevgi-tutku da olabilir, bir otorite veya para da olabilir...

Ama bizim konumuz sınır aşımı...

Onu kim belirler?

Sınır aşımını...

Şimdi biraz daha kişiselleşelim.

Adam demiş ki:

- “Tabii ki sarılıp yatmak isterim ama iki taraf da hissederse... Hissetmezsek zaten birlikte bile kalmayız. Ben asla sınırları aşmam. Kimsenin de günahına girmem..))”

Yine sarılıp yatma meselesi...

Yine sınırları aşma meselesi...

Ve yine günaha girme meselesi...

Nette tanışmışlar. Epeydir sohbet ediyorlarmış. Ancak hiç yüz yüze görüşmemişler.

Adam;

“Bir hafta sonu birlikte bir yere gidelim, 1-2 gün kalalım; birbirimizi tanıyalım” demiş.

Arkasından da o sınırı aşma meselesini...

Hani, “istemezsek olmaz” demişti ya, onu...

O da soruyor:

“Şimdi senin fikrin nedir?” diye...

“Ciddi niyeti olduğunu

söyleyip akabinde böyle bir

teklif getiren birinin ciddiyetine nasıl bakarsın?”

Hadi buradan buyrun...

Nasıl bakarız?

Bence biz bakmayız!

Sonuçta sınır(!) bizim sınırımız değil!

Bu sorunun cevabını biz veremeyiz ama belki adamı tanımaya çalışabiliriz... Zira elimizde bir sürü ipucu var.

Aklımıza takılan sorular var...

Bunları çıkarır masaya koyarız, o da istediğini alır, kararını verir.

Önce adamdan başlayalım...

Belli ki çok genç değil.

40+...

Hatta 45+...

Boşanmış ya da evli...

Arkasında epey macerası var.

Kadın hakkında kadının tahmininden daha fazlasını biliyor. Ya tecrübe ya da araştırma...

Büyük ihtimalle esnaf.

Ne çok zengin ne çok yakışıklı; orta hâlli...

Şimdi gelelim aklımızdaki sorulara...

Mesela adam bir yerde buluşup kahve içmek yerine neden şehir dışını tercih ediyor?

Ve dolayısıyla konu “sınır aşımına” gelip gerginlik yaratıyor.

Buna ne gerek var?

Hiç görmediği bir kadınla 1-2 günlüğüne şehir dışına çıkmaya nasıl cesaret ediyor?

Niye cesaret ediyor?

Giderlerse...

İkisi de sınır aşımı isterse, sorun yok.

Hadi biri istedi öteki istemedi, ne olacak?

Adam istemezse iyi de, kadın istemezse...

Hadi ikisi de istemedi... Oraya niye gidilmiş olacak? Hemen geri mi dönülecek?

Şehir sınırlarına...

Bilemem.

Sınırları koyan da biziz, kaldıran da!

Yazının devamı...

Yeniden... Aforizmanın aforizması...

Ne zaman kendimi kaybetsem...

Daha doğrusu ne zaman kendimden biraz uzaklaşsam...

Nietzsche aforizmalarına takılırım...

Ona kafa tutmak demeyelim de, onun sözleriyle oyun oynamak iyi gelir.

Aforizmanın aforizmasını çıkarırım.

Tabii o kimbilir kim için, ne için söyledi...

Ayrıca haddim mi?

Ama ben yine de oynarım.

Sonra sıkılır, kendime gelirim.

Nasıl mı?

Şöyle anlatayım:



“Unutan iyileşir...”

(Belki iyileştiğinde unutuyordur!)

“Beni öldürmeyen şey beni güçlendirir.”

(Güçlenirken öldürürse!)

“Ümit en son kötülüktür, çünkü işkenceyi uzatır.”

(İşkenceden kurtulmayı denemek de bir ümittir ama!)

“İnsan ruhu yaptığı seçimlerle belirlenir.”

(Belki de ruhuna uygun seçimler yapar!)

“Bilgi ermişleri olmak elinizden gelmiyorsa, hiç değilse bilgi savaşçıları olun.”

(Ama onlara da kifayetsiz muhteris denmiyor mu?)

“Seni seviyorsam sana ne bundan?”

(Hayır, üstüme gelmesen(!), haklısın!)

“İnsanlar eşit değildirler.”

(Peki eşit olmayı gerçekten isterler mi?)

“Uçurumları sevenin kanatları olmalı.”

(Kanatları olanın da uçurumları...)

“Neden’i olan, nasıl’a katlanır.”

(Asıl nasıl diyenin bir nedeni olmalı.)

“Bizler arzu edilenden ziyade arzulamaya âşığız.”

(O zaman, arzu edilen kime âşık?)

“Zayıflar bizi kendi gücümüzden utanmaya zorladıkları için kazandılar.”

(Ama utanıyorsan sen de zayıfsındır!)

“Siz yükselmek isteyince yukarıya bakarsınız, bense aşağıya bakarım çünkü yükselmişim.”

(Birileri de sana bakıyorlardır belki. Aşağıdan ya da yukarıdan!)

“Bir uçurumun içine baktığınızda, uçurum da sizin içinize bakar.”

(İçinin uçurumu mu, uçurumun içine bakar?)

“Ne denli yükselirsek, uçmayı bilmeyenlere o denli küçük görünürüz.”

(Bizim küçük gördüklerimiz de uçuyor olabilirler mi?)

“Beklemek ahlaksız kılar.”

(Bekletende hiç suç yok mu?)

“Ruh arayanda hiç ruh yoktur.”

(Hiç ruhu olmayan, ruh arar mı?)

“Şüphe değil, kesinliktir insanı deli eden...”

(Kesinliğinden şüphen yoksa tabii!!)



Üff..

Çok sıkıldım!

Zaten,

“Her söz bir önyargıdır.”

Galiba kendime geliyorum...

Yazının devamı...

Şimdi kapat gözlerini...

Şimdi yavaş yavaş kapat gözlerini...

Pardon, dur!

Şimdi değil!

Yalnız olman lazım.

Yalnız ve evde...

Ev sıcak olacak. Bir kadeh kırmızı şarap koy kendine... Ya da mis kokulu bir kahve yap, ya da artık canın ne istiyorsa...

Bir de müzik... Ama Türkçe sözlü olmasın, aklını çelmesin diye... Mümkünse ve hoşlanıyorsan klasik olabilir. Nostaljik bir şeyler de uyar.

Ne mi yapacağız?

Bir tür hipnoz yaşayacağız.

Yeni yıl hipnozu...

Tamam şimdi!

Şimdi yavaş yavaş kapat gözlerini...

Kendini mutluyken düşün.

Yanında kim var? Kimler var?

Yanında kim varsa, bu yılı onunla geçir. Onun kıymetini bil.

Şimdi aç gözlerini...

Şarabından bir yudum al ve bir yere git. Seni heyecanlandıran bir yere...

Yalnız veya birisiyle...

Nereye?

Neresiyse, bu yıl oraya mutlaka git!

Şimdi yavaş yavaş kapat gözlerini...

Kendini ağlarken düşün.

Niye ağlıyorsun? Kim ya da ne ağlatıyor seni?

Ağla!

Daha çok ağla...

Ağla da kurtul!

Bu yıl ne yap ne et ondan kurtul! Uzatma ve korkma!

Şimdi şarabından bir yudum daha al ve sil gözyaşlarını...

Tekrar kapat gözlerini...

Kendini kavga ederken düşün.

Ona ne söylemek istiyorsan hepsini söyle...

İster bağır, ağzına geleni söyle, istersen düşünerek sakin sakin konuş. Her cevaba alternatif düşün istersen. Vaktin bol...

Ama söyle de kurtul artık bu yükten... Bu yıl da onunla yaşama!

Tamam mı?

O hâlde al bir yudum daha...

Şimdi biraz dur.

Rahatla...

Çünkü şimdi sırada başka bir şey var.

Evet o var.

Yavaaaş yavaş kapat gözlerini...

Şimdi kendini sevişirken düşün.

Kiminle sevişiyorsun?

Hayalinde kiminle sevişiyorsan asıl istediğin odur. Bence bu yıl ne yap ne et, git onunla seviş!

Asla sevişemeyeceğin birisiyse...

Ömür boyu bıkmadan, usanmadan sevişmek isteyeceğin biri hep olacağı için sevin. Yalnız kaldıkça kapat gözlerini ve onunla seviş!

Hafifledin ya...

Al bir yudum daha...

Eğlenmeye gidiyoruz.

Kapat gözlerini ve eğlendiğini düşün.

Nerede, kiminle nasıl eğleniyorsun?

İşte o kimse, kimlerse ve neresiyse...

Bu yıl onlara sahip çık!

Kendi eğlencene sahip çık!

Şimdiii...

Gözlerini yavaaaş yavaş aç!

Çok içtin.

Git bi elini yüzünü yıka!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.