Şampiy10
Magazin
Gündem

Bugün kimler ölecek?

Eğer hâlâ ölmediyseniz, bu ölmeyeceksiniz anlamına gelmiyor, bunu biliyorsunuz değil mi?

Hayır, “Günün birinde mutlaka öleceksiniz” demiyorum...

Daha somut, bugünden bahsediyorum.

Bugün itibariyle ölecek olanlar...

Bu akşam maçta azıtıp azıtıp sonra canının istediğine gitmeyenler...

İşinden istifa edip hayalindeki işin peşinden koşmayanlar...

Karısı ya da kocasıyla yıllardır hayalini kurduğu konuşmayı yapmayanlar...

Kayınvalidesine “Eee... Yeter!” demeyenler...

Her türlü yalakalığa devam edenler...

Kocasına “Yıllardır senin duyarsızlığından bıktım, bunu biliyor musun?” demeyenler...

Karısına, “Hiçbir şeyden memnun olmuyorsun, kaprislerinden de bıktım, bunu biliyor musun?” demeyenler...

Ya da bunları söylemeye gerek kalmadan kapıyı çekip gitmeyenler...

Klişelere kanıp sevdiklerini ellerinden kaçıranlar...

Kal bile diyemeyenler...

Gitmesini bilmeyenler...

Gidemeyenler...

Git diyemeyenler...

Kalmasını bilmeyenler...

Nasıl kalınacağını düşünemeyenler...

Hissettiklerini dilinin ucuna gelse de söyleyemeyenler...

Sürekli k.çını kollayanlar...

Aşağılanmaya tahammül edenler...

Kaybetmemek için kendini kaybedenler...

Kendini kaybetmemek için şansını kaybedenler...

Çok şansı olduğunu düşünenler...

Korkaklar...

Kibirliler...

Aptalllar...

Herkesi birden idare edebildiklerini sananlar....

Ve bunlara tahammül edenler...

Karşısındakileri aptal sananlar...

Hayat hesapçıları...

Çıkar kurnazları...

Duygularına göre değil, çıkarlarına göre hareket edenler...

Akıllarına göre değil, hesaplarına göre pozisyon alanlar...

Kazık atmaya kalkanlar...

Hayata kazık çakacağına inananlar...

Nesline çalışanlar...

Aslına inanmayanlar...

Hiç kimseyi sevmeyenler...

Duş yapmaya üşenip ter kokusunu deodorantla bastırmaya çalışanlar...

Para vermeyecem diye başka şeyler verenler...

Mutluluğu durup bekleyenler...

Sevmek değil de sevilmenin peşinde koşanlar...

Asalaklar...

Eğlenmeyi bilmeyenler...

Eğlenenlere tahammül edemeyenler...

“Ben demiştim” diyenler...

“Ben” diyenler...

Hayatında hiçbir hayvanı

sevmemiş olanlar...

Her dönemde rahatça dönenler...

Hatasından dönmeyenler...

Küçük şeylere sevinmeyenler...

Büyük şeylere kananlar...

Siz var ya...

Öldünüz...

Haberiniz yok!

Yazının devamı...

Ya ölmezsek!

Şu sıra herkes birbirine soruyor ya... “Gerçek olduğunu bilsen, sağlam bir kaynaktan kıyamet haberini alsan ne yapardın?” diye...

Sanki hiç ölmeyecek!

Tek ölme günü yarın çünkü!

Bak aklıma ne geldi şimdi?

Yarın tesadüf bu ya, bir kaza geçirip ölsen, o anda gerçekten de kıyamet kopuyor sanacaksın ha! Salak gibi! Oysa tek başına ölmüşsün haberin yok! Ne saçma! Ama için rahat ölürsün hiç olmazsa! (Tamam tamam, uzatmayacağım...)

Kimse ölmeyeceğine inansa bile, herkesin kendine göre bir kıyamet öncesi programı var ya...

Ben de ona takıldım.

Özellikle adamlarınkine...

Yahu biri de başka bir şey söylese de, şaşırsak!

Hepsi mi aynı şeyi ister?

Ha, fark var tabii...

Fantezi farkı!

Kimi bir kişiyle çok, kimi de çok kişiyle birer defa istiyor!

Bir de, yaşa, medeni hâline ve eğitim düzeyine göre ufak tefek farklılıklar var.

Nasıl farklar?

- Genç adamlar...

Onlar önce bir faaliyet sonra seks diyorlar. Yani mesela önce o güne kadar tanıdıkları bütün kadınların ve sevdikleri bütün dostlarının bir arada olacağı bir parti ve sonrasında... Yalnız parti mümkünse fazla uzun sürmesin!

Ya da mesela, o gün maça gidilip sapıtılıp sapıtılıp sonra...

- Evli adamlar...

Onlar, önce seks sonra faaliyet diyorlar. Yani mesela, şimdiye kadar içlerinde kalan, merak ettikleri bütün kadınlarla seks yapıp... Ama “istedikleri gibi(!)”... Artık ne yapacaksa... Sonra hayal ettiği spor arabayla sürat yapmak gibi...

Ya da mesela bir tekne dolusu yabancı hatunla...

- Entelektüel adamlar...

Farklılar mı?

Hıh!

Pompei’deki canlı gibi kalmış bedenler gibi, dünyada sevişirken donmuş bedenleri kalsınmış!

Nasıl ölürsen öyle kalırmışsın!

Var ya...

Artık taş mı çarpacak, yangın mı, sel mi, ne olacaksa... Belli ki bizim bütün adamları o sırada k.çını başını toparlamaya çalışırken havalarda göreceğiz ...

Hemen elleriyle şeylerini kapar bunlar.

Sanki herkes oradan tanıyacak!

Yüzlerini kapatacaklarına...

Kadınlar da belli, Maldivler’de...

Artık orada ne yaparlar bilemem!

Yarın son gün...

De...

Ya ölmezsek!

Ya yarın ölmezsek...

Asıl o zaman ne yapacağız?

Hayalleri yok da sayamayız, sayamazsınız...

Yandık yani!

Asıl mesele bu!

Yazının devamı...

Çalışkan kadın seksi midir?

- “İnanın nedenini bilmiyorum ama çalışkan bir kadın, erkek için çok seksidir.”

Nasıl?

Üzerinde durulması gereken bir tanımlama değil mi?

Peki sizce bu sözleri kim söylemiştir?

Bir kadın mı, bir erkek mi?

Ya da başka türlü sorayım:

Bu sözleri bir kadının söylemediği nereden belli?

“İnanın nedenini bilmiyorum” diyor ya, oradan...

Hayır, düşünse nedenini bulacak da düşünmüyor. Onun için, çalışkan bir kadının seksi olduğu yer, son nokta çünkü!

Oysa ben nedenini biliyorum...

Siz de biliyorsunuzdur.

Çalışkan kadını yenmeye çalıştığından...

Ki bunun en kolay ve kısa yolu onunla seks yapmaktır...

Ya da ona sahip olma içgüdüsü...

Ki bunun da en kolay ve kısa yolu onunla seks yapmaktır.

Öyle olduğunu zanneder yani!

Nedenini biliyoruz da, benim asıl üzerinde durduğum konu başka!

Yani gerçekten böyle mi?

Gerçekten de, çalışkan kadın, bir erkek için seksi midir?

Yoksa asıl seksi olanlar, açılıp saçılan, daralan, kıvrılan kadınlar mıdır?

Hıı...

İşte tam oradayız şimdi!

Neredeyiz biliyor musunuz?

Her iki tip kadın da seksi olabilir ama önemli olan, hangi adamın hangi kadını seksi bulduğu...

Kadınları değil, adamları ikiye ayırıyoruz yani!

Hangi kadının gerçekten seksi olduğu değil konumuz!

Hangi adamın kimi seksi bulduğu...

- Çalışkan kadınları seksi bulanlar...

- Açılıp saçılanları seksi bulanlar...

Bu iki adam birbirinden çok farklıdır. Tıpkı bu iki tip kadın kadar farklı hem de!

Daha iyidir daha kötüdür falan değil; farklıdır sadece!

Ve biri diğerinden hiç hazzetmez.

Yani çalışkan kadından hoşlanan adam, mini etekliden etkilenmez. Bakar eder ama bir süre sonra o kadın ona sıkıcı ve saçma gelir.

Mini etekliden hoşlanan adam da, çalışkan kadından etkilenmez. Onaylar falan ama bir süre sonra o kadın da ona, sıkıcı ve saçma gelir.

Sarmaz!

Ne tuhaf değil mi?

Önemli olan ikisinin birbirini bulması galiba...

O kadınla o erkeğin...

Yazının devamı...

Nereden geldiyse oraya gider!

‘İlk davet önemlidir” dedik, belirleyicidir.

Adamın ya da kadının ne olduğunun, sana yaklaşımının en iyi ipuçlarından biridir.

İyi de...

Ondan öncesi de var.

Ne?

Nasıl tanıştığından, nerede karşılaştığından falan bahsetmiyorum...

Hani “Bardan gelen bara gider“ manasında değil yani!

Fiziki bir durumdan söz etmiyoruz!

Bir ruh hâlidir konumuz...

Asıl önemli olan...

Onunla nasıl bir ruh hâlinde tanıştığın, karşılaştığındır...

O ruh hâline göre başlar ve öyle de gider...

Mesela...

* Yokluktan...

Uzun süredir biriyle birlikte değildir. Buradaki “uzun süre” göreceli tabii. Kimine göre 1 ay, kimine göre 1 sene... Sonuçta içinde bir “yokluk” hissi vardır. O da paniğe yol açar. Her önüne gelene atlamaya başlar. Öyle ki, hiçbirinin falsosunu göremez hâle gelmiştir. Daha doğrusu falso ona falso gibi gelmez! Evlilerle, yaşam tarzı uymayanlarla, zıt fikirdekilerle, farklı dünyalarla ilişkiler genellikle böyle doğar. Ölü doğar yani... Yokluktan başlayan her ilişki yoklukla biter.

Mesela...

* Boşluktan.

Panik değildir de, başka türlü oyalanmasını bilmiyordur. Yalnızlık onun için hiçliktir. Yalnızlığın anlamı da onun için sadece sevgilisizliktir. Yani “iyi-kötü biri olsun, ama olsun” ruh hâlidir. Bunlar çok darda kalırlarsa ex’lerini arayanlardır. Ama onlardan da tat almazlar. Bu sefer de herkesi potansiyel sevgili olarak görmeye başlarlar. Beğendiklerine değil, onu beğenene giderler. Yani boşluğa...

Ama...

Boşluktan gelen nereye gider?

Boşluğa.

Mesela...

* Çokluktan.

Bunlar yedekçidir. Bir kişi kesmez bunları... Yani s.çırtkan bir ruh hâli içindedirler. Genellikle bir kişiyle birlikte olup diğerlerine mavi boncuk dağıtma hâlinde yaşarlar. Herkesle flört ederler yani... Onlarda da yalnızlık fobisi vardır. “Bir gün o giderse...” fobisi... Bu yüzden yedekli çalışırlar. Ama tam da bu yüzden “bir gün o gider” mutlaka...

Çokluktan bir başka çokluğa düşer...

Çokluktan gelen?

Evet, aynen oraya gider!

Mesela...

* Hesaptan.

Onların biriyle birlikte olmaları için mutlaka ayrı bir hesapları vardır. Yani sadece ondan hoşlandığı için onunla birlikte olmaz! Bir hesabı tutuyordur. Yani aynı adam yoksul olsa ya da aynı kadının havalı bir işi olmasa ondan hoşlanmaz.

Ama...

Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner...

O hesap ona...

Yazının devamı...

İlk davet...

Hatırlıyor musunuz, “Salaş bir balıkçıya gittik” demişti...

Adamın gidişini anlatırken bu basit bir ayrıntıydı...

Biz hararetle adamın niye gittiğini bulmaya çalışırken bazıları çoktaan o gidişin adını koymuştu:

“Zaten salaş yere götürdüğünden belli” diyerek...

Üstelik o “bazılarının” hepsi de erkekti!

İlginç!

Oysa bu yorum, kadınlardan beklenirdi değil mi?

Yaa...

Üstelik seçimi kadın yapmıştı.

Yani salaş bir balıkçıya gitmek isteyen kadındı aslında...

İşte o zaman bu yazıyı yazmaya karar verdim; ilk davetin yerini...

Nereye çağırırsa, niyeti nedir?

Niyetinin neresindedir?

Hadi bakalım, başlayalım...

- En klasiğinden...

Akşam yemeği...

İlk davet yüzde 90 bir akşam yemeğidir değil mi? En azından kadın bunu bekler, adam da bunu planlar.

Sorun, ucuz yer-pahalı yer meselesidir.

Ama asıl olan, yaratıcı yerdir. Bana sorarsanız, böyle yerlerde başlayan ilişkiler...

Ne olur?

Bir kere kafadan tutkulu olur.

En kötü ihtimalle çok güzel “anı” olur!

Ha, o gecenin sonu da...

Son olmaz!

Bu arada, “Yaratıcı yer derken?” diye sakın sormayın! Çünkü o zaman yaratmış olmazsınız... Ben yaratmış olurum ki bunu da size vermeye hiç niyetim yok! Kendime saklıyorum...

- En klasiğinden en marjinaline geçiyorum...

Opera, bale ya da klasik müzik konserine davet ediyorsa...

Hem de bir adam!

Olur a!

Şimdi bu adam nasıl bir adamdır ve bu ilişki nasıl olur?

Adam sıkıcı mı yoksa sağlam mıdır?

Baskın mı yoksa rahat mıdır?

Aşmış mı yoksa gergin midir?

Sanırım yaşa göre değişir ama en azından sıradan değil!

Bir de biliyorsunuz, “evde yemek”çiler vardır...

Kendi evinde veya senin evinde...

Onları sevmem ben!

Hele ilk yemek için...

Onların “sempati” empozesine kanmam, bana yavan gelir.

Bu ilişki bir yere gitmez, söyleyeyim!

- Gelelim “Geç randevuculara...”

Bunlar, akşama doğru ararlar, “Akşam n’apıyorsun?” diye sorarlar. Sen de, bir teklif gelecek sanarak, “Hiiç...” diye cevap verirsen yandın.

Çünkü arkasından, “İyi, benim bir yemeğim var, ondan sonra görüşelim mi?” derler.

Oldu!

“Sen hiç sıkma kendini, bakarsın canın isterse gelirsin, istemezse gelmezsin. Çünkü ben sana tapıyorum!” gibilerinden kinayeli bir cevap da vermezsin.

Nutkun tutulur, sinirlenirsin.

Ama nedense istediğin cevabı da veremezsin. Çünkü seni koyduğu yere girmek istemezsin.

Gece gelecek, Late night show yapacak!

Bu ilişkinin nereye gideceğini yazmama gerek var mı?

Yazının devamı...

Bu gitmeler gitme değil

Kaç gündür süren “adamın bir şey yapmadan gitme“ meselesine bugün artık bir nokta koyalım mı?

Koyalım...

Benim vardığım sonuç şu:

Bu gitmeler, gitme değil!

Anlaşılan:

Adam gitmiyor, geliyor!

Yeni geliyor hem de!

Ya da ne zaman istese gelir artık! Bir kere dokunmadı ya... Çok bonus kazandı!

Bu durumdan ben başka bir sonuç daha çıkardım:

“Bu dokunmayan erkekler her zaman kıymetli oluyor.”

Bitmiyor ya, ondan mı ne?

Belki yarım kaldığından...

Hep öteki yarısını aradığından...

Alın size bunun iyi bir örneği daha:



“Benim de başıma geldi bu... Hem de ben adamın evinde kaldım... İçkiliydik... Üstelik ben her şey yapmaya hazırken beni sadece öptü. Göğsünde uyuttu sabaha kadar. Nasıl bir mutluluktu anlatamam... 15 gün boyunca ne kadar iyi niyetli olduğunu düşündüm bana sadece sevişilecek kadın gözüyle bakmadı diye...

‘Allah Allah!..’ dedim, sorguladım ‘Neden acaba?’ diye...

Aslında nedenlerini biliyordum ama bu durumu kullanmadı. Çünkü ben boşanmıştım ve çocuğum vardı...

Bu gecenin ikincisini de yaşadık... Ama yine aynı bitti... Sonra dayanayıp sordum. Çünkü haftada 2-3 kez görüşüyorduk ama aramızda bir şey var mı yok mu, belli değildi...

Ama sebep, benden çok hoşlanmasına rağmen o da boşanmıştı ve kendisini bir ilişkiye hazır hissetmiyormuş... Ve benim çocuğumun olması bu sorumluluğu alamayacağını düşündürtmüş..

Dolayısıyla bana kıyamadı ve başlamadan bitti... Bence çok iyi niyetli yani hâlâ böyle erkekler var :) Bilmenizi istedim...

Hâlâ görüşüyoruz, haberleşiyoruz... Şimdi ikimizin de sevgilisi var :) Bugün çıkıp gelse ve bırak, bana gel dese hiç düşünmem tabii ki :)”



İyi de...

İyi hoş da...

Yok, dayanamayacağım, aklımdaki soruları yazmadan duramayacağım.

Ama küsmece yok.

Peki şimdiki sevgilisine nasıl “kıyıyor“ ki?

Boşanmamış ya da çocuksuz kadınlara mı kıyıyor? Prensip olarak!

Ve tabii, bu arada senin sevgilin sana nasıl “kıyıyor?”

Hiç düşünmeden yapacağın ne?

Hiç düşünmeden gider misin?

Gitmez misin?

Gitme lütfen!

Yazının devamı...

Adam gitti, çünkü...

Adamların gitmesine alışığız da, böylesine değiliz!

Genelde ‘olaydan‘ sonra gitmelerini tartışırız.

Yani böyle tam o anda gitmesi...

Olaydan önce...

Tıh, hiç normal değil!

Doğru ya da yanlış olabilir, iyi ya da kötü de olabilir ama normal değil!

Dün de yazdığım gibi, ben adamın niye gittiğini anlayamadım.

Sizden birkaç cevap geldi ama açıkçası yine hiçbiri aklıma yatmadı.

Niye mi?

Birlikte bakalım...



- “Adam kesin evlidir, yemek uzadığı için ötekine vakti kalmamıştır!”

(O kadar salak yani! Yemek yiyecem diye... Yok artık!)

- “Adamın kahve içtikten sonra evden ayrılmasının önemli bir sebebi olmalı. Belki de kadın terli idi, vücudundan nahoş kokular geliyordu... Belki de kadının ağız kokusu vardı... Her ihtimali sordunuz, bu ihtimaller de var...”

(Bak yaa.. Belki de adam terliydi, ağzı kokuyordu ve kendinden utandı! Olmaz değil mi böyle bir şey! Yani o bunlardan utanmaz!)

- “Kadını zaten salaş bir lokantaya götürmüş. Adamın mesajı belli, ‘Ben istediğim yere kadar ilişkimiz olur, ben istediğim kadar yakın oluruz’ demek istiyor. Kadının buna sevinmesini anlamak zor, düşünmesi gereken yerde seviniyor.”

(Nasıl yani? Salaş lokantaya götürmenin açılımı bu mu? Sonra da kadınları şekilcilikle suçlarsınız!)

- “Adamın cinsel problemleri olabilir.”

(Ne yani? Hayatı boyunca kadınlarla sadece yemeğe gidip, ayaklarını mı ovuyor bu adam? Ondan sonra da bütün gizemiyle yok oluyor falan... Oldu!)

- “O adam niye gitti biliyor musunuz??? Ben biliyorum; tek kelimeyle heyecanı artırmak için gitti.

İnsan ne yapar? Sevdiği yemeği en sona saklar; tadını daha iyi çıkarmak için, hemen bitmesini istemediği için.

Yapılan şeylerin hayali kurulmaz; henüz gerçekleşmemişler hayal edilir. Henüz örtünün altında ne olduğunu bilmiyorsan daha çok merak edersin. Bu hem kadın hem de erkek için geçerli. Çabuk tüketmemek adına ve heyecanı artırmak adına bence hoş bir son olmuş zira yeni başlangıçlara açık.”

(Bu çok hoş ama o kadar da ‘kızsal’ bir yorum olmuş. Adamların henüz o düzeye ulaştıklarını hiiç sanmıyorum.)



Yani...

Adam niye gitti bilmiyorum ama bu adama hiç güvenmiyorum...

Hani gitmeyip bir şey de yapmasa...

O da mı tuhaf?

Yazının devamı...

O adam neden gitti?

Her şey tam kıvamındayken...

Yemekler yenmiş, eve kahveye gelinmiş, biraz üşünmüş hatta öpüşülmüş bile...

Ama bütün bunlardan sonra adam, “iyi geceler“ deyip gitmiş!

(Bkz. Dünkü mail)

Dün bunun bir sevgi meselesi olup olmadığını düşündük; insan sevdiğini s-ever mi çerçevesinde!

Bu durum kadının hoşuna gitmişti; birçok kadının hissedebileceği gibi...

Yani böyle durumlar kadının (bir yere kadar) hoşuna gider. En modern, en geniş kadında bile hâlâ ve ne yazık ki, “beni bedenim için mi istiyor?” sendromu, kompleksi vardır. Bedeni b.ktan olsa bile...

Ve artık adamlar istedikleri bedene sahip oluyor olsalar bile...

Onun için kadınların bu duruma sevinmeleri hadi normal diyelim...

De...

Yine de benim aklıma takıldı:

O adam neden gitti?

Onlarda da mı böyle bir kompleks var?

Bir cevap geldi, bakalım mı?



- “Dokunmamanın sevginin derecesiyle ne ilgisi var? Zaten ilişkilerimizdeki güncel sorunumuz dokunmayan (başkasına değil yanındakine) adamlar değil mi?

Belli ki adamın canı o akşam sevişmek istememiş!

Yoksa adamın canı sevişmek istemiş de, kendini mi tutmuş?

Niye tutmuş? Sonra eve gidip ne yapmış?

Kadının her evine girdiğinde bunu kaçırılmayacak bir fırsat olarak görmezsin ama canın sevişmek istiyorsa da sevişirsin. Kaldı ki kadın şansını denemiş yani istemiş. Fakat buna rağmen adamın kendisiyle sevişmek istememesine niye sevinmiş anlamadım.

Adam kadını salaş bir yere götürmüş, eve çıkmak kadının daveti üzerine gündeme gelmiş, kadın istemiş, adam kadının bacaklarını okşamış ama tahrik olmamış ve üstüne bir de kalkıp evine gitmiş. Bence adam bu ilişkide gönülsüz taraf. Yani eh işte, olsa da olur olmasa da. Kadın sevinmiş ama 20 sevişmeye ulaşamayacağı garanti.”



Yok, bu cevap beni tatmin etmedi.

Acaba adam yatırım yapıyor olabilir mi? Biraz saçma mı oldu bu? Adam yatıramazken!!!

Buna da bir cevap var:

- “Adam azıcık ‘dokandı’ ama ileri gitmedi! Yani adamın gözünde ‘eğlenilecek kadın’ değilsin. Ohh yırttın, ne güzel:) Ne malum o ‘azcık dokanıp da ileri götürmeyen’ adamın ‘çok ciddi’ niyeti falan olduğu? Kadının gözüne ‘ciddi’ imajı çizip güven kazanma yolunu seçmediği ne malum? Belki ileride, hani ‘tam zamanında’ dokanacak ama sonra çekip gidilecek... Bu da var! İnsanlar bu ezberlerle iki yüzlü hâle getiriliyor çünkü.

Yanlışlık kafalarda, başka yerde aramayalım...”

İyi de, ne yapacaksın ki?

- “Ben yerinde olsaydım adamı kapı dışarı ederdim:) Hoş... Zaten adam kendiliğinden kapı dışarı olmuş ya:) Bir kere hem evime geleceksin, hem ayakları avuca alıp dizleri, bacakları falan okşayacaksın. Dokunmadan falan değil, basbayağı dokunarak... Ee sonra? Sonrası kalkıp gideceksin. En tatlı yerinde, en heyecanlı yerinde...:) Oldu mu şimdi?”

E, peki o zaman bu adam niye gitti?

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.