Şampiy10
Magazin
Gündem

Tasarruf nasıl yapılır?

Tasarrufla...

Aynen öyle...

Tasarruf yapmak için başka bir şeyden tasarruf etmeniz gerekir.

Onun ne olduğunu biraz sonra yazacağım.

Geçenlerde bir haber okudum; “Çalışan kadın erkekten daha çok tasarruf ediyor” diye...

Çalışmadık-larındaysa durum çok farklı, erkeklerden daha az tasarruf yapıyorlarmış.

Şimdi bu veriyi nasıl yorumlarsınız?

“Çalışınca paranın kıymetini anlıyor ve tasarruf ediyor...”

“Kazanınca tasarruf yapacak kadar parası oluyor...”

Mantıklı yorumlar bunlar değil mi?

Evet.

Pekii...

O halde şu sorunun cevabı ne?

Bekâr kadın ve erkek neden evli kadın ve erkekten hem daha fazla harcayıp hem daha fazla tasarruf yapabiliyor?

Hem de kira, elektrik, su, aidat, yemek gibi sabit hiçbir gider paylaşılmadığı hâlde!

Bunun matematiksel bir açıklaması var mı?

Yok.

Tasarruf ve para harcama konusunda açıklaması olmayan tek konu bu da değil!

Orta sınıf kazançlılardan bahsediyoruz. Çoğunluğumuzdan yani...

Mesela:

Evli kadınların büyük çoğunluğu, zengin mi fakir mi olduklarını bilemez.

Çünkü:

Hiç bitmeyen kredi kartı borçları vardır ama eve bir gün son model televizyon alınır. Çünkü ‘mağaza müdürü kimseye yapmadığı indirimi ona yapmıştır! Bir daha da böyle fırsat çıkmayacak’tır!

Her ay telefon faturasının kabarıklığından kıyamet kopar ama kocanın elinde 5 numara cep telefonu vardır. ‘Eski telefonunun üzerine sadece 50TL vermiştir!’ Bütün kocalara özel fiyat uygulanıyor herhâlde!

Tasarruf yapma kararı verdiğiniz hafta başı son model tablet alınır.

Neden? Çünkü ‘internetten yarı fiyatına bulunmuştur!’

Tasarruf haftasının sonunda da arabanın 4 lastiği birden değiştirilir. Ama ‘servis kampanya yapmıştır!!!’

Ve o evli kadın, işte bu yüzden evliliği boyunca zengin mi, fakir mi olduklarını bilemez.

Sıkıntı içindeler mi yoksa rahat mı harcıyorlar çıkaramaz.

Mesela kaç liralık ayakkabı alması gerektiğini bilmez. İyi bir ayakkabı alsa vicdan azabı duyar, kötüsünü alsa içine sinmez.

Kocası vicdan yapıp “Git iyisini al” deyince de bir sevinç bir sevinç!

Salağı çıkmıştır yani!

Ama...

Aynı karı-koca...

Ayrılsalar...

İkisi de...

Hem daha çok harcayıp hem daha fazla tasarruf

yaparlar. Üstüne bir de bol bol

seyahat eklerler.

Var mı itirazı olan?

Yazının devamı...

Dibe vurup çıkmak gibi!

Değişim var, sıra yeniden yapılanmada...

Yani güncellenmede... Aştan, ilişkilerden bahsediyorum.

Düğmeye mi basarsın, tıklar mısın, bilemem...

Nereden güncellendiğine bağlı!

Güncellenme noktan neresi önce onu bulacaksın.

Herkesinki farklı tabii...

Kiminin kafasında...

Kiminin orasında...

Kiminin burasında...

Durumu anlayabilirsin ama idrak etmen lazım. İşte, idrak noktan önemli!

Eski sürümünle devam edemezsin.

Ama önce değişimi anlaman gerekiyor. Artık “vercem-alcam” devrinin kapandığını...

Her iki taraf için de geçerli bu. Kadın için de, erkek için de!

O kadar b.ku çıkmıştı ki!

Bence dibi gördük.

Şimdi yapacağımız dibe vurup hızla yukarı çıkmak! Güncellenmek dediğim bu.

Bu “vercem-alcam” devrinin kapanmasını ben çok önemsiyorum. Gerçek ve güzel bir ilişkinin, aşkın yolunu açtığına da inanıyorum.

Hatta kadınların değerlerini düşürdüğü yılların da aslında ilişkilere hizmet ettiğini görüyorum.

Çünkü böylece ilişkiler ve aşklar, “alış-veriş” tuzağından kurtulmuş oldu.

Alış-verişin önemi kalmadı.

Çünkü herkes anladı ki, biriyle yatmak artık bir ayrıcalık veya lüks değil.

Eskiden kadınlar istediği erkekle birlikte olabilme özgürlüğünü yaşıyorlardı. Şimdi, uzun bir süredir de aynı duyguyu erkekler yaşıyor. Ama onlar da doyum noktasına geldiler.

Eşitlendik yani...

Böylece aradan o alış-veriş meselesi kalktı.

Ha, ortada yine bir alışveriş var ama konusu farklı.

Biraz daha zor ama hem daha zevkli, eğlenceli hem de daha gerçek.

Zaten ver ver nereye kadar!

Heh hee...

Artık herkes herkesin aklına, yaşantısına bir şeyler vermek, katmak zorunda...

Çünkü:

Aşk da, seks de, ilişkiler de bu kadar kötü muameleyi hak etmiyor.

Kadınlar ve erkekler de!

Sonuçta herkes, danalar bile aşksız, saygısız yaşanmayacağını anlayacak.

Vee, bu işler de güncellenmeden düzelmeyecek.

O hâlde...

Güncelleneceksin.

Hem de seve seve!..

Başka çare yok!

Yoksa ortalıkta ankesörlü telefon gibi dolaşırsın. Antika değerin bile olmaz!

Yazının devamı...

Ufak mufak; idare edeceksin!

Cinselliğe, pornografiye yeni bir yaklaşım...

Alain De Botton bu işin peşine düştüyse, dünyada da böyle bir arayış var demektir.

Küçük bir sağlama yapmaya kalkışırsak...

Yani en basitinden kendimize sorarsak... Evet, ben soruyorum şu anda!!

“Cinselliğe ve pornografiye yeni bir yaklaşım gerekiyor mu?”

Tıh! Gerekmiyor.

Zaten değişim başladı bile...

Yani aslında Alain De Botton bir şeylerin değiştiğini erkenden yakalamış. Aymış!

Değişim gerekli ya da değişiyor ne fark eder; demek ki, ortada bir “açık” var!

Önemli olan bu!

Bildiklerimiz artık ya yetmiyor ya da eskidi...

Bir yere doğru gidiyoruz...

Da...

Nereye?

Onları bilemem de bizde ufak da olsa birtakım değişiklikler var.

Bütün değişiklikler gibi şimdilik bunun da eksiklikleri var ama olsun...

Mesela...

Alış-veriş meselesi...

Almak, vermek...

Hani kızların vermeleri (kalplerini) ve erkeklerin de almaları...

Dikkat ederseniz artık bu “verme” hâli tedavülden kalkmak üzere...

Hatta kalktı bile...

Hatırlarsanız, eskiden bu “verme” işi değerliydi...

O kadar değerliydi ki, erkeklerin bunun karşılığında, o kaddar değerli bir şey vermeleri gerekiyordu...

Bazıları, özgürlüklerini, bazıları servetlerini...

Neyi varsa artık!

Yoktu çünkü!

Ama şimdi!

İstemediğin kadar var!

Piyasa bu vermelere doydu ve hatta taştı...

Vermelerin değeri düştü!

Nedret yasası... Yani arz-talep meselesi...

Değeri düşünce...

Vermek de, vermek olmaktan çıktı!

Bağışa falan girdi artık!!!

Yani artık “vermek” fiili bile başka şeyler çağrıştırmaya başladı.

Al sana yenilik!

Ufak-mufak...

Yenilik yenilik, ama önemli olan uygulan-

ması...

Daha doğrusu uyanılması...

Her şeyde olduğu gibi duruma ayak uyduranlar, uyananlar, aymayanlar meselesi...

Yani sen hâlâ, “vercem-alcam” peşindeysen, onun afra tafrasını yapıyorsan, yandın!

Alain De Botton, pornoya bile zekâ, alçakgönüllülük, kibarlık ve erdem katmayı planlarken senin tek malzemen, “Vermekse...”

İnatla, “Vercem ama been!...” aymazlığındaysan...

Verirsin yani...

Verirsin de, alamazsın!

Pornolar bile artık zekâ, erdem vs. istiyorsa bir ilişkiye daha fazla “vermen” gerekecek!

Al sana değişikliğin, yeniliğin dikâlâsı...

Hayatımızdan bir kelime çıktı!

Küçük bir kelime ama büyük bir değişim...

Değişim mi?

Evet, değişim.

Ufak mufak, idare edeceksin...

Yazının devamı...

Erdem ile seks...

Erdem kim?

Heh hee...

Bu erdem, bildiğimiz kavramlardan onurun akrabalarından, erdem...

Alain De Botton’u tanıyorsunuz, (tanımayan netten öğrensin) yeni kitabı çıktı; Türkçeye, “Cinselliğe Nasıl Farklı Yaklaşırız?” diye çevrilmiş.

Kitabının adından anlaşıldığı gibi, farklı yaklaşımlar peşinde...

Hatta bizim de peşine düşmemizi istiyor. Bulsak düşeceğiz de! Farklı yaklaşım derken tabii farklı adam ya da kadınlardan bahsetmiyor. Ki herkes ayrı bir yaklaşımdır, o başka!

Zaten senin için herkes ayrı bir yaklaşım değilse, ki çoğu dana için değildir, o zaman iş sıkıcı hâle geldiğinde adrenalin düzeyini artırmak istersin... Abuk sabuk fantezilerin kaynağı da bu olsa gerek! Pornonun manası da!

Benim bu kısa naçizane tespitimden(!) sonra ünlü felsefecinin tespitlerine geçmekte yarar görüyorum.

Alain De Botton bu cinselliğe farklı bakışlardan bahsederken, diyor ki:

“Aklımızda hep cinsellik var ama yanlış bir bakış açısıyla...”

İşte tam da bu yüzden, porno filmlerin de artık değişmesi gerektiğini yazmış.

Erdem ile seks de burada!

“Seks ile erdem arasında bu kadar kesin seçimler yapmamızı gerektirmeyecek bir pornografi türü düşünülebilir” diyor.

Yüksek sanata yakın yepyeni bir pornografi türü icat edilmesinin zorunlu olduğunu da ekliyor.

Hiçbirimizin estetikten ve içerikten yoksun bu pornolara layık olmadığımızı vurgulayarak...

Haklı! Haklı da...

Nasıl olacak?

Belli ki aklında bir şeyler var... Tam oturmamış ama var.

Mesela diyor ki:

“Yeni pornografi cinsel heyecan ile insan hayatındaki öteki amaçları birleştirecek.”

Hı?

“Saçma sapan seks kategorileri ve tek bir mantıklı söz etmeyi beceremeyen karakterlerle dolu adi senaryolar yerine...”

Bakın neler olacakmış?

Zekâ (Kitap okuyan insanlar).

Kibarlık (Partnerlerini önemseyip onlara değer verdiklerini belli eden tavırla oral seks yapanlar).

Alçakgönüllülük (Zor durumdayken utanmış ya da mahcup bir yüz ifadesi takınabilen kişiler).

Bunlar gibi insani özellikleri öne çıkaran pornografik hikâye ve görüntülere yer verilecekmiş.

Hadi bakalım, buyrun senaryoya...

Olay kütüphanede geçiyor...

Zeki adamla, zeki kadın kitap okuyorlar. Zeki olmasalar kitap okumazlar çünkü!

Bari gözlük de taksınlar...

Bunlar bakışıyorlar falan, sonra kadın, “Karşıtların savaşımı” üzerine bir şey sormak için adamın yanına gidiyor.

İşte orada ne oluyorsa oluyor, bunlar kendilerini yatakta buluyorlar!

Kadın çok kibar!

Adam da!

- Müsaade ederseniz, size oral, affedersiniz, seks yapmak isterdim...

- Ne demek! Ne demek! Sizin için yorucu olmasın?

- Siz bir adım atarsanız ben iki adım atarım!! (Ne demekse!! Ama kibar ve zeki.)

Ve tabii bu kadar zekâ ve kibarlık üzerine, beklenen “alçakgönüllü” son!

Adam başı öne eğilmiş, utanmış, mahcup bir yüz ifadesinde...

Aklından geçenleri biliyorum da, yazamıyorum...

“Hay, ......!”

Yazının devamı...

Hayat çok kısa da...

Herkesin bir pazar yazarı vardır ya, benim pazar yazarım, İsmet Berkan...

Hiiç öyle boş-kof işlerle uğraşmaz! Hayatı ve insanı ilmi verilerle ortaya koyar. Her seferinde hayret ederim, eğlenirim, öğrenirim...

Dün yine David Eagleman‘den bir alıntı yapmış; “Bir de şu açıdan bakın hayatınıza...” diye ortalama bir Batılının hayatıyla ilgili sayılar vermiş.

Ben de, (biraz kısaltarak) hemen ‘bizimle’ karşılaştırdım.

- 30 yıl aralıksız uyuyorlarmış.

(30 yıl uykusuz kaldığımızı söylüyoruz.)

- 5 ay boyunca hiç kalkmadan tuvalette oturuyorlarmış.

(Bizimki 5 seneyi bulur herhâlde! Türk’ün aklı ya... deyişine dayanarak!)

- 72 saat aralıksız ağrı çekiyorlarmış.

(Ben bunu 272 yapıyorum. Beyanlara inanarak!!!)

- Tırnaklarını kesmekle 6 gün uğraşıyorlarmış.

(Bak işte burada 6 saate inebiliriz.)

- Hayatlarının 15 ayı kayıp eşyalarını evde veya ofiste aramakla geçiyormuş.

(Düğüm atmayı ve son zamanlardaki travmatik dalgınlığımızı da katarsak bunu 35 aya çıkarıyorum.)

- Tam 18 ay kuyruklarda bekliyorlarmış.

(Kuyruk kavgaları, araya torpillileri alma ve bir işi 5 seferde tamamlama özelliğimizle bu 5 seneyi bulur!)

- 1 yıl kitap okuyorlarmış.

(Hıh! 1 ay diyorum, var mı artıran?)

- Duş yapmaya, yıkanmaya 200 gün ayırıyorlarmış.

(Haftada 1 günden, toplamda 2 gün? İyidir!)

- Birisinin adını unuttuklarını fark ettikleri 1 saat yaşıyorlarmış.

(2 saat de bulmaya çalışmak, onu bunu aramak falan 12 saati sıkılmadan buna ayırabiliriz.)

- 3 hafta boyunca yanıldıklarını anlıyorlarmış.

(Yok, bu bizde 1 haftayı bulmaz. Zaten yanıldığımızı da anında unuttuğumuza göre...)

- Hayatlarının 2 günü yalan söylemekle geçiyormuş.

(Çıık! Çeşitli meslek gruplarını da katarsak, ben buna 2 yıl veririm. Az mı, ne?)

- Trafikte yeşil ışık beklemeye 6 haftalarını veriyorlarmış.

(Yeşil ışık beklemek derken?)

- En saf hâliyle sevinç ve neşe yaşamaya 14 dakikaları varmış.

(Biz acı odaklıyızdır, 5 dakika çok bile!)

- Hayal kırıklığı anlarının toplamı 67 günmüş.

(5 sene... Yoksa hayat boyu mu?)

- Yolu kaybedip boşa dolaşmaları 5 haftaymış.

(İnatla yol sormamak ve hiç bilmeyenlerin bile yol tarifleri yüzünden 5 yıl diyorum.)

- Sohbet sırasında neyin konuşulmakta olduğunu biliyormuş gibi yapmaları 9 günmüş.

(Daha da kötüsü, biliyormuş gibi konuşanlarımız var, 2 sene!)

- 2 hafta boyunca para sayıyorlarmış.

(Hangi parayı?)

- 6 ay reklam seyrediyorlarmış.

(5 saat süren dizileri yok tabii... Biz 6 yılı doldururuz herhalde!)

- 4 hafta ‘Şu an daha iyi bir şey yapıyor olabilirdim’ diye düşünüyorlarmış.

(Bizde daha iyi bir program olmaz. Olsa da yemez! Yemeyen anlar ise... Bir ömür!)

- 7 ay sevişiyorlarmış.

(Tıh! 5 yıl, günde 8 dakikadan... Hesaplayın artık! Bak, bol bol zaman verdim!)

Yani:

Hayat çok kısa da...

Nasıl geçtiğine bak!

Yazının devamı...

Kadınlar aşktan vazgeçmiş!

Hani bazı özel günler vardır, dilek günleri...

Yeni yılda...

Doğum gününde...

Hıdırellez’de dilekler dilersin...

Hıdırellez’de bir de yazarsın.

Yazdığın için daha dikkatli olmalısın. Sıralamanda falan bir hata olmaması gerekiyor...

Bir de resimini çiz derler ya, ben orada hep sağlığın resminde takılır kalırım. Mutluluğun resmini çizerim de, sağlığın... Tıp amblemi yapamayacağıma göre! Yapsam da, birbirine sarılmış iki yılan, yanlış anlaşılır falan...Tıh, bulamadım.

Zaten şıklar hep aynıdır:

Sağlık, aşk, para, iş, huzur...

Ama sıralama her sene değişir.

Neye göre değişir?

Yokluğuna, varlığına, umuduna veya ülkenin sosyo-ekonomik durumuna göre...

Neyin eksikse onu başa çekersin. Ya da neyi daha fazla istiyorsan...

Ama...

Bazen de mantığınla istersin...

Ciddi bir yerden (!) istiyorsan mantıklı olmayı yeğlersin.

Sanki havaya dilekler yollamak çok mantıklıymış gibi!

İşte o anda da mantığınla kavgaya girersin. Sıralama kavgasına...

Hangisi birinci olsun?

Sağlıkçılar ve paracılar vardır...

Bazıları para olunca diğerlerinin de doğal olarak geleceğine inanır. Ki 40 yaşına kadar insanlar genelde parayı ilk sıraya koyar.

40’tan sonra sağlık yavaş yavaş yükselmeye başlar. 45‘ten sonra açık ara öndedir...

Yine de, dedim ya; sıralama her yıl değişir.

Bir araştırma yapmışlar; kadınların 2012 ve 2013’te yılbaşındaki yeni yıl dileklerini içeren bir anket.

Bu yıl sıralama şöyleymiş:

Sağlık, barış, eğitim, para ve aşk...

Aşk beşinci sırada...

İlginç!

Geçen seneye bakalım:

Aşk, para, sağlık, eğitim ve barış...

İyi bir sosyolog olsa da şu durumu bize güzel güzel anlatsa!

İki yıl arasındaki farka bakar mısınız?

Altüst olmuşuz!

Hiçbiri yerinde saymamış!

Aşk birinci sıradan beşinci sıraya düşmüş. Yavaş yavaş bile inmemiş yani!

Herkes aşkı bulmadığına göre, benim bundan çıkardığım bir tek sonuç var:

Kadınlar aşktan vazgeçmiş!

Diğer sıralamalardan da bir şeyler çıkardım.

Kadınlar geçen sene daha mutlu, umutlu ve heyecanlılarmış.

Daha canlılarmış!

Gerçi bana sorarsanız iki yılın sıralaması da sağlıklı bir toplum ifadesi değil ama!

Bu sene...

Üff... Çok sıkıcı.

Ne yazık!

Yazının devamı...

Yüzük parmağı kısa adamlar...

Yani...

T’si düşük olanlar...

Hani yüzük parmağı işaret parmağından kısa olanların

testosteronu düşük

çıkıyormuş ya...

Taktın bu T‘ye

demeyin ha!

Adamların her şeyini bu hormon belirliyor. En azından kadınlarla olan ilişkilerini...

Siz de takın

bence! (T’yi yani!)

Yüksek olsa bir türlü, düşük olsa bir türlü...

Yükselmiş hâllerini biliyoruz. Ha, tercih ediyor muyuz? Hayır.

Ama düşük hâlleri daha beter.

Nasıl mı?

Araştırdım, buldum.

l “Testosteron düşüklüğü yalnızca cinsel isteksizliğe yol açmaz. Erkeğin ruh hâlinde de bazı değişikliklere sebep olur. Hatta davranış kalıplarını değiştirir. Erkeklerden bazıları eskisinden daha hoşgörülü, mazbut, uyumlu, idaresi kolay bir kuzulaşma sürecine doğru yelken açarken, bazıları sinirlilik, öfke atakları, ani ve önemli karar değişiklikleri, iş aile ve sosyal hayatta ciddi gelgitler, iktidar-güç gösterileri gibi ‘hiper haller’ sergilemeye başlar. T azaldıkça erkeğin hayatı giderek zorlaşır.“

Hiper hâller!

Heh hee...

Aslında benim aklıma takılan konu başka!

Bu T neden düşüyor?

Birinci neden yaşlılık. Tamam ama...

Yaşlanmadan da aynı semptomları gösteren danalar var!

Yüzük parmağı

sıkanlar falan!!

Hiper hâllere

girenler...

Giremeyenler...

Yani akılma

takılan konu şu:

Adamın sosyal durumu bu T seviyesini değiştirebilir mi?

Eşi, işi, ortamı

falan...

İşi mesela...

Bence direkt orayla bağlantılı!

Bu söylediğimin parayla ilgisi yok. Yani para kazanınca girdiği hiper hâllerden bahsetmiyorum.

Başarıdan ve kendinden hoşnut olmaktan söz ediyorum.

Kısaca, kendine güvenden...

Bunların kendine güvenleri de, işlerine... İşleri de oraya bağlıdır. Bermuda şeytan

üçgeni!

Adam kendini işinde önemli görmüyorsa...

T’si düşer.

Çok önemli görüyorsa da, T’si çıkar.

Kadınlarla ve çevresiyle ilişkileri tamamen buna bağlıdır.

Kimse onları işleriyle değerlendirmese bile onlar kendilerini böyle tanımlar.

Durumundaki en ufak bir değişiklik direkt oraya yansır.

Ama benim asıl merak ettiğim soru şu:

Kendi değiştiği için mi T’si düşüyor yoksa T’si düştüğü için mi değişiyor bunlar?

Yazının devamı...

Danaları T’ye almak...

Yok, öyle değil; buradaki T, testosteron...

Adamların her türlü hâllerini bu T belirliyormuş. Huyları, vücut şekilleri, cinsellikleri...

Dolayısıyla akılları tabii...

T’sine göre yani...

Ona göre seçeceksin.

Hani öyle eskiden olduğu gibi, “Bunun böyle olduğunu nereden bilecektim ki?”ler yok artık!

Belli.

Şimdi diyeceksiniz ki, “Ne yani adamdan hormon testi mi isteyeceğiz?” (Adamı buldun da!)

Yoo...

Bir bakışta anlaşılıyormuş.

Ona gelmeden önce bu testosteronun adamlardaki karşılığını bilmek gerekiyor.

T miktarı arttıkça daha kaslı, daha güçlü bir vücut yapısı, kaliteli sperm ve agresif kişilik oluşurken...

T’si azaldıkça vücut daha az kaslı, sakin bir kişilik ve daha az kaliteli sperm...

İkisi bir arada olmuyor!

Hayatta, güçlü - kaslı yapıda, kaliteli spermde ama sakin, aklı başında bir adam yok!

Bunların T’leri yükseldikçe agresifleşiyorlar. Akılları gidiyor!

Akılları başlarına gelince de, T’leri düşüyor!

Haksız değiliz yani... Normalini bulamama konusunda!

Bunun için diyorum ya, T’sine göre...

Ama testosteron bu!

Hormon yani...

Sabit bir şey değil. İner de, çıkar da!

Ne olunca düşüyor ya da çıkıyor acaba?

Yaşlandıkça düştüğünü biliyoruz da... Sosyal durumları T’lerini etkiliyor mu acaba?

Bulundukları ortam, işleri, eşleri...

T’lerini etkiliyor mu?

Bence kesin etkiliyor!

(Onu ayrıca yazarım.)

Şimdi gelelim nasıl anlaşıldığına...

Yüzük parmağı işaret parmağından uzunsa...

Şeyi de büyükmüş, T oranı...

(Hemen ölçmeyin! Ölçtünüz bile değil mi?)

T oranıyla penis boyunun ilişkisini daha önce bir araştırmadan okumuştum.

Hatta okuyup sinirlenmiştim.

“Niye yüzük parmağını kıstas almışlar?” diye...

Neden baş parmak değil?

İnsanı hayvandan ayıran, medeniyet uzvu...

Neden yüzük parmağı?

Bunun evlilikle ilgisi var mı?

Yüzüğü takınca kısalıyor mu? Hayır, kan dolaşımı falan!! Azalıyor da ondan(!) mı??

İnsanın aklına geliyor yani...

Daha da ilginç olanı, kadınlar yüzük parmağı uzun erkekleri farkında olmadan ideal eş olarak algılıyormuş!

Artık farkında olarak algılayacaklar, o ayrı!

Hırtlara düşkünlüğümüz de bundanmış meğer!

İçgüdüsel!

T’sine göre yani...

Bakacaksın parmaklarına...

Durumuna göre:

T’ye alacaksın!

Ya da almayacaksın...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.