Şampiy10
Magazin
Gündem

“Çapulcular” ne zaman dağılır?

Aslında bunun gaz sıkmaktan daha kolay ve medeni yolları var...

- Kendilerini televizyonlarda gördükleri zaman...

- Hâlâ ve inatla küçümsenmedikleri zaman...

- Cumhurbaşkanı provokasyona kapılınmaması gerektiğini, AKP’ye ve hatta Başbakan’a da anlattığı ve sağduyu çağrısını ona da yaptığı zaman...

- Anlatması yetmez, polisi durduracak adımlar attığı zaman...

- Valiler, evlerinin ışıklarını söndürüp pısmadığı, şehirlerinde hiçbir şey olmuyormuş gibi davranmadıkları zaman...

- Yaralılara müdahale eden doktorlara dahi müdahale edilmediği zaman...

- Yasakların artık bir işe yaramayacağı idrak edildiği zaman...

- Siyasi partiler arada kaynamaya çalışmaktan vazgeçtikleri zaman...

- Hele hele, “biz yaşadık şimdi sıra sizde” tavrından hemen sıyrıldıkları zaman...

- Bugün sokaktaki insanların, yarın onların da yanında olabilecekleri akıllarına dank ettiği zaman...

- “Çapulcular”, medya çalışanlarının da birer çapulcu olduğunu unutmadıkları zaman...

- Medya çalışanları Başbakan’a soru sormaktan korkmadığı zaman...

- Soru soran medya çalışanları işten atılmadığı zaman...

- Atılsalar bile, tek başına kalmadıkları zaman...

- Onun için ve bu ülkede ezilen, haksızlığa uğrayan herkes için “Gezi” duyarlılığı gösterildiği zaman...

- Ve bu ülkede hiç kimsenin “yalnız” olmadığı bilindiği zaman...

- AKP taraftarları, meselenin onlarla ilgili olmadığını anladığı zaman...

- Provokatörler deşifre olduklarını hatta tek tek belirlendiklerini ve istenmediklerini anlayıp çekildikleri zaman...

- İş adamları bu durumun bir “kravat kesme” tavrı olmadığını anladıkları zaman...

- Hükümetin bütün adamları, halka yaptıkları sağduyu çağrısını Başbakan’a da yapma cesaretini buldukları zaman...

- Polisin, her elini kaldırdığında acımasızca gaz, su sıktığı, dövdüğü, yaraladığı, sakatladığı her insanın, gerektiğinde onun için de sokaklara çıkacağını düşündüğü an...

Ama...

Bütün bunlar uzun iş, bu “çapulcular şimdilik yatışsın, yeter“ diyorsanız, bunun daha kolay ve kısa bir yolu var:

Başbakan özür dilediği zaman!

Hadi özür de dilemesin, “Sizi anlıyorum“ deyip polisi çeksin!

Yeter!

Yazının devamı...

Bu ağaç başka ağaç!

Bu ülkede bir şeyler mi oluyor?

Hem de 12 ağaç için...

Solcusu, ülkücüsü, Kemalisti; laikleri, dindarları; entelektüeli, öğrencisi, emeklisi, ev kadını, çalışanı, Fenerbahçeli-Beşiktaşlı-Galatasaraylısı, Kürt’ü, Türk’ü aynı meydanda...

Hem de birbirlerini kollayarak...

Birbirlerine sahip çıkarak...

Birbirlerine evini, elini açarak...

Her zamanki gibi kadınlar önde...

12 ağaç için...

“Yanınızdayız”

Ülkenin hemen her şehrinde insanlar meydanlara çıkıp bir şeyler söylemek istiyorlar.

Herkes kendi meydanına ulaşmak

istiyor...

Kimi başarıyor kimi başaramıyor...

Kimi gözaltına alınıyor, kimi hastanelik oluyor...

Ankara’da, İzmir’de, Kayseri’de, Balıkesir, Muğla, Bursa, Sivas, Zonguldak, Antalya, Eskişehir, Mersin, Kocaeli, Adana, Giresun, Hatay, Denizli, Keşan, Gaziantep, Tokat, Gümüşhane, Erzincan, Afyonkarahisar, Erzurum, Kars, Iğdır, Manisa, Karabük ve sayamadığım diğer

illerde...

Kimi biber gazına, kimi, tazyikli suya, kimi sopalarla dayağa razı!

12 ağaç için...

Hem de belki hayatları boyunca hiç görmedikleri 12 ağaç!

Frankfurt, Dubai, Los Angeles, Roma, Londra, Cenevre, Paris, Kiev, Moskova, Berlin, Madrid’te yaşayanlar da Türkiye’deki meydanlara ulaşmaya çalışıyor.

Mail ve tweet’leriyle, “biz de...” diyorlar, “Yanınızdayız!’

12 ağaç için...

Tomaların önünde dimdik duran, balkonlarında sabaha kadar tencere çalan, arabaların üzerine korkusuzca çıkan kadınlar...

Teyzeler, dedeler, öğrenciler...

Hepsi bir şeyler anlatmaya çalışıyorlar.

12 ağaç için...

Olay mı varmış?!

Haber kanallarını izlersen, Almanya’da eylem yapan bir grup, biber gazıyla püskürtülmüş! Ama Türkiye’de bir eylem falan...

Yokmuş ki, görmemişler!

Belgesellerini, yemek programlarını kesmeye kıyamamışlar;

12 ağaç için...

Zaten bütün bu insanlar, ideolojik marjinal gruplar-mış!

Öyle olmasa nice ağaçlar kesilmiş bu memlekette, kimsenin umuru olmamış!

Bir ağaçtır tutturulmuş!

Daha çok ağaç dikilecekmiş, zaten kesilmemiş, belki de kesilmeyecekmiş...

Ama kesilebilirmiş de...

Çünkü nerede, ne zaman ağaç kesileceğini herkesten daha iyi bilirlermiş.

Hem daha önce de kesmişler...

Bu kadar tantana...

12 ağaç için...

Neymiş?

Benden duymuş olmayın ama:

Bu ağaç başka ağaç!

Yazının devamı...

Baştan savma teknikleri...

Hani, “Bir ara ‘Baştan savma tekniklerini’ ele alalım” demiştik ya. E, hadi o zaman... Danaların, ‘tek gecelik’ ya da ‘ara sıralık’ ilişkilerinde tek bir sıkıntıları vardır.

Ertesi gün sıkıntısı...

Ertesi güne kadar lokum gibidirler. Daha doğrusu olay bitene kadar. Ama ondan sonra... Ondan sonra da pek kırıcı olmadan bir şekilde yırtmak isterler.

Kırıcı olmak istemezler çünkü kapıyı kapatmak işlerine gelmez. Ama şimdi haklarını da yemeyeyim, kötü davranmak da istemezler. Zaten mümkünse kadının evine gitmeyi tercih ederler, yok dananın evine gelindiyse... Hafta içi bir günse, kolay; nasıl olsa işe gidilecek.

“Görüşürüz...” deyip ayrılırlar. Artık görüşür müsünüz, ne zaman görüşürsünüz, onu bilemem...

Ama hafta sonuysa... Cumartesi ya da pazar sabahı uyandınız. Daha doğrusu o uyandı... Yatakta doğruldu ve başını ellerinin arasına aldıysa...

Ve burnundan deriiin bir nefes çekiyorsa... Ve bir kuvvet hızla yerinden kalkıyorsa... “Baştan savma tekniğini” uygulamaya geçmiş demektir!

Gitme gelme tekniği

Şimdi bunlar, baştan savma tekniğini deneme-yanılma yoluyla bulurlar. Ve hemen hemen hepsininki aynıdır! Ama onu bulana kadar birkaç kez bozguna uğrarlar.

Mesela hemen hepsi önce, “Kusura bakma. Ya benim (bilmem nereye) gitmem lazım”tekniğini dener.

Kadın inanırsa veya sınamak istiyorsa, “Tamam, sen git ben beklerim” diyebilir.

Der yani... Bunun tutmadığını gören dana bu sefer çıtayı yükseltir: “Ya benim (atıyorum) İzmir’e gitmem gerekiyor, söylemiş miydim sana?” der.

Seyahate gidiyor ya, kadının “Ha, tamam o zaman ben de gideyim” diyeceğini farzeder. Ama kadın inanırsa veya sınamak istiyorsa, “Aaa.. Ne güzel! Ben de geleyim...” diyebilir. Der yani...

Bunları yaşarlar. Yaşarlar yaşarlar baktılar olmuyor, taktik değiştirirler.

Bir yere gitmekten vazgeçerler.

Hani, hemen hemen hepsininki aynıdır dedim ya; gitmekten vazgeçip stratejiyi “gelme” üzerine kurarlar: “Annem gelecek, temizlik yapacaklar...”

“Erkek arkadaşlarım gelecek, maç seyredeceğiz/playstation oynayacağız.”

Yani mutlaka eve biri gelecektir. Fark, gelenin kim olduğudur! Ama bunu nasıl yaparlar? Bence işin en komik tarafı bu!

Doğal hareketler

Şimdi bunlar, başını ellerinin arasına alır ve derin bir nefes alıp hızla yataktan kalkarlar dedim ya... Sonra çok doğal hareketler içine girerler.

Şarkı söyleyerek çişini yapar, “Kahve içer misin?“ diye sorar, gider müzik açar falan... Sanki o boş günün tadını çıkarmaya hazırlanıyordur...

Sonra bir ara durur. Kaşını gözünü oynatır. Dönüp, “Ya bügün günlerden ne?” diye sorar. Hani bir şeyi hatırladı hatırlayacak! “Cumartesi” dediğin an:

“Hadi yaa...” diye elini alnına götürerek devam eder, “Hsktr... Annem gelecekti bugün yaa.. Temizlik yapacaklardı; saat kaç?”

O an hatırlamış gibi!

İyi taktik!

Hiç kaçmaz!

Çünkü hiçbir kadın, bir dananın annesiyle o şekilde tanışmak istemez!

Yazının devamı...

Bazen de yapmadan pişman olursun...

Pişmanlık tamam, şahsiyetsiz bir duygu ama... Sen de tuhafsın! Hep yaptıklarından ya da yapmadıklarından pişman olunur değil mi?

Bir de ikisinin arası var!

Nasıl mı? Şöyle:

Yapmadan pişman olmak...

Evet. Çünkü bazen de sen, daha yapmadan pişman olursun...

Yapacağına pişman olmak...

Yani yapıp yapmayacağın henüz belli değil!

Ya da yapacaksın belli ama daha şimdiden pişmansın...

Veya tam tersi:

Yapmayacaksın belli ama şimdiden pişmansın...

Sonradan dank etmiyor yani! Olayın, olacakların, olmayacakların o anda farkında... Lafı bile garip!

Yapmadan pişman olmak!

Ama böyle bir şey var!

Daha karar verirken...

Basit, günlük örnekler vereyim...

Mesela uzun zamandır görmediğin ve çok sevdiğin bir arkadaşın aradı. Çok sevindin ve hemen onu eve ya da bir yere davet ettin. Daha telefonu kapattığında pişman olursun...

Onu seversin görmek de istersin ama yine de pişman olursun...

Mesela giyim dolabında yazlık-kışlık değişimi yapman gerekiyor. O akşam eve gittiğinde yapmaya karar verirsin. Eve gidersin daha kapıdan girdiğinde bu kararı verdiğine pişman olursun. Daha da kötüsü, bütün kışlıkları yere indirdiğinde olur. Geri dönüşün de yoktur.

Mesela markete özellikle de bir yapı markete gittin; arabayı doldurdun. Her gittiğinde aldığın küçük boy boya fırçası, hiçbir zaman kullanmayacağın kargaburnu, vidalar ve çeşitli yapıştırıcılarla... Kasaya yaklaşırken pişman olursun...

Dikkat edin, bütün örneklerde aynı durum var; hiçbiri henüz gerçekleşmemiş. Vazgeçilebilir de, yapılabilir de...

Ama iki durumda da pişmanlık vardır!

Sanki, aklına geldiği için pişmansındır...

Bilirsin ki o gece!..

Hadi bunlar olur!

Ama hayatta daha kritik durumlar da var! Daha seksi...

Yapmadan pişman olduğun enteresan hâller! Ne mesela?

Mesela bir adam ya da bir kadından çok hoşlanırsın. Karşılığını da alırsın; o da senden hoşlanıyordur, anlarsın...

Özel bir davet için can atarsın...

“Arasa da beni bir yere davet etse, sonra da...” diye hayaller kurarsın.

Ya da:

“Arasam, önce yemeğe davet etsem, sonra da...” diye...

Ve bir gün bu teklif gerçekleşir.

Bilirsin ki, o gece...

O gece bu iş bitecek!

Bitecek derken yani “sonra...” kısmı tamamlanacak!

Ancaaak...

Birden pişman olursun!

Teklif ettiğin ya da teklifi aldığın an...

Bu bir korku veya endişe değildir, karıştırmayın. Sadece ve sadece pişman olursun...

Saçma ama gerçek!

Eee?

Ne yapacaksın şimdi?

Yazının devamı...

Pişman ola ola...

Bu pişmanlık duygusu da tuhaf ha!

Büyük bir baskı ama...

O büyüklüğe yakışan bir ağırlığı, bir yaptırımı yok!

Aklına da, kalbine de söz geçiremediği gibi, kendi başına hareket de edemiyor.

İnisiyatifsiz!

Hani, “Ne sırtımdan iniyor, ne...” diye bir söz var ya, onun gibi!

Üstelik misyonu da belli değil; ne şeytan, ne melek...

Kimden yanasın sen?

Sen sen oldun da...

Böyle şahsiyetsiz bir duygu bu!

Kendi şahsiyetsizliğinden herhâlde, kime bulaşsa onu da şahsiyetsizleştiriyor.

Kifayetsiz muhteris!

Yani kendi bir şeyi beceremiyor ama ahkâm kesmeye gelince başrolde:

“Yapmasaydın!..”

Duyguya bak!

Bir de olduk olmadık yerde karşımıza çıkar bu!

Bir şey alırsın pişman olursun, biriyle yatarsın pişman olursun, birine söz verirsin pişman olursun, bir iyilik yaparsın, bir kötülük yaparsın pişman olursun....

Bak, hepsi geçmişle ilgili...

Yani artık yapacak bir şey yok! Olan olmuş, geriye o sası duygu kalmış; pişmanlık...

Bunun bildiği tek bir kelime vardır; keşke...

Bir de inatçıdır ki!

Sorsalar, “Pişman mısın?” diye...

Hemen geriye dönersin. O ana...

Savunma mekanizması mıdır nedir, o anki aklınla düşünmeye başlarsın.

“Yaptım ama o zaman...”la başlayan cümleler kurarsın.

Çoğu kişi pişman olduğu her şeyi

aklar. Hatta tadını çıkaranlar vardır; “Yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim. Hatalarımla ben ben oldum” diyerekten...

Nerede sen sen oldun?

Adamın seni istemediğini bile bile ve her seferinde pişman ola ola, ona gittin de mi oldun?

Kadının seni kullandığını bile bile ve her seferinde pişman ola ola, ona kandın da mı oldun?

Duruşun olsun

Aşklarını hesaplarına feda ettin de mi oldun?

Yoksa elindekinin değerini bilemedin de mi oldun?

Hem de her seferinde...

Hem de pişman ola ola...

Olduysan da, böyle ne oldun?

Nasıl bir insan oldun?

Dedim ya, pişmanlık şahsiyetsiz bir duygudur ve seni de şahsiyetsizleştirir.

Etkisizleştirir...

Kendine müdahale etmeni engeller.

Onun için bu pişmanlık denen duyguya ne güveneceksin ne de ona göre hareket edeceksin...

At onu hayatından...

Aklına ya da duygularına takıl...

Hiç olmazsa bir duruşun olur!

Yazının devamı...

Peki onlar pişmanlık duyar mı?

Onlar derken?

Danalar...

Kesime gitmeden önce!! Heh hee...

Yok, hemen harcamayalım; ciddi ciddi düşünelim. Danalar da arkalarına bakıp yaptıklarından hiç pişmanlık duyarlar mı?

Tek gecelik, çok gecelik ilişkilerinden...

İçip içip yaptıklarından...

Yapmadıklarından...

Pişmanlık duyarlar mı?

Suratları o şekli alır mı? Hani, “Ulan ben ne b.k yedim?” şeklini...

Tamamen gerçekçi...

Tabii ki, pişmanlık duyarlar.

Ama onlarınki, kadınların pişmanlıklarına benzemez. Nasıl anlatsam? Yani duygusal bir pişmanlık değildir.

Daha yüzeysel, kadınlarınkine oranla daha yüzeyseldir. Çoğunlukla ertesi sabah kalktıklarında yataklarında tanımadığı veya çok az tanıdığı bir kadın uyuyorsa...

O kadın bir arkadaşıysa...

Hele sevgilisinin arkadaşıysa...

Onların pişmanlık hareketi şudur:

Yatakta şöyle bir doğrulur, başını ellerinin arasına alır ve şu cümleyi tekrarlayıp durur:

“Oğlum ne gerek vardı yaa... Ne b.k yiyeceksin şimdi?”

Gördüğünüz gibi biraz daha gerçekçiler en azından, “Ne b.k yedim” değil de, “Ne b.k yiyeceğim?” diye sorarlar...

Yani olan olmuş, şimdi ne yapılacak?

Bazen de hiç beğenmedikleri bir kadınla birlikte olurlar. Normal kafayla “Iğgh!” diyecekleri bir kadınla...

Niye mi birlikte olurlar?

Soru mu bu şimdi!

Olurlar işte!

Böyle zamanlarda da pişmanlık duyabilirler...

Ama dedim ya, bütün bunlar yüzeysel, rutin, sıradan iki üç gün içinde unutacakları cinsten şımarıkça bir pişmanlıktır.

Zaten bir-iki defadan sonra iyice palazlanıp kendilerine göre bir “baştan savma“ stratejisi geliştirirler.

Bu konuya da ayrıca girelim; baştan savma stratejileri konusuna...

Pişmanlığın hası!

Buraya kadar iyi...

Tek geceler, çok geceler, içkili geceleri idare ederler. Ama...

Asıl pişmanlık daha başlarına gelmedi!

Gerçek pişmanlık!

Danalar için gerçek pişmanlık nedir?

Kadının bela çıkması...

Yani bunlar başları belaya girinceye kadar o duyguyla dalga geçerler.

Mesela kadın hamile kalırsa...

Hadi bakalım... Bir de “Doğuracağım” diye tutturursa ki tutturuyorlar artık!

Al sana pişmanlığın alası...

Pişmanlığı tam anlamıyla hissettikleri başka bir dönem daha vardır; boşanırken...

Kendi isteğiyle boşanıyorsa ya da boşanmaya çalışıyorsa...

Evli kaldığı her gün için ayrı pişmanlık duyarlar...

Hem de her düşündüklerinde...

Yazının devamı...

Kaç kere pişman olursun?

İngiltere’de yapılan bir ankete göre kadınların yüzde 72’si 20’li yaşlarda flört ettiği erkeklerin en az biri konusunda pişman, yüzde 77’si ise ‘Keşke hayatımda hiç bir gecelik aşk yaşamasaydım’ diye hayıflanıyor. Kadınların yüzde 30’u sarhoş olduklarında tanımadıkları bir adamla birlikte olmaktan utanç duyduğunu itiraf ediyor; yüzde 61’i kazandığından daha fazlasını harcıyor.”

Hı?

“Kadınlar onunla yatar, bununla kalkar ve kazandığından fazla harcar!”

Nasıl yani?

Yatma ve pişmanlık anketine nasıl ve niye harcama konusunu koymuşlar acaba?

Hayır, konu oraya kadar nasıl gelmiş olabilir?

Kadınlar, pişmanlıklarını anlatırken:

“Ya keşke o 1 gecelik aşkı yaşamasaydım; bir de o siyah ayakkabıyı almamalıydım... Kaçıncı siyah ayakkabı?” mı dediler?

Nasıl bir bağlantı bu?

Yoksa asıl konu harcamaydı da, o sırada adamlar mı akıllarına geldi!

Hani gereksiz ve pahalı bir alışveriş yaptığında tuhaf bir pişmanlık, daha doğrusu suçluluk duygusu hissedersin ya...

Düşünüyorum, “Acaba tek gecelik aşklarla, lüzumsuz alışverişin bıraktığı duygu benzer mi?” diye...

Tuhaf bir pişmanlık ve suçluluk duygusu...

Evet.

Benziyor galiba...

İlki sonu olur mu?

Bak şimdi gözünün önüne getirmeye çalış:

Ay sonu... Paran kısıtlı ya da kalmamış. Dolabında 3 çift siyah ayakkabın var zaten. Ama sen vitrindeki o siyah ayakkabıya âşık oldun. Çok da pahalı. O an başka hiçbir şey düşünemez oldun. Gözün döndü ve her şeye rağmen ayakkabıyı aldın.

Eve geldin ve ayakkabıyı kutusundan çıkarıp masanın üzerine koydun.

İşte tam o andaki surat ifaden var ya...

1 gecenin sabahındakiyle aynıdır!

Kaşlar yukarı kalkmış, dudaklar incelmiş ve güler gibi iki yana genişlemiş, burundan alınan derin nefes...

Suratının o şekli, bir duygunun ifadesidir:

“Ben ne b.k yedim!“ ifadesi...

İster lüzumsuz bir ayakkabı al, ister lüzumsuz 1 gece geçir, ister başka bir şey...

Ne zaman aklını dinlemeyip, kendine yenilsen suratın o şekli alır!

Pişmanlık...

Peki bu bir işe yarar mı?

Hani o meşhur söz:

Son pişmanlık...

Hiç bir işe yaramaz!

Aslında pişmanlık işe yaramaz ki!

Zaten pişmanlığın ilki, sonu olur mu?

Bir insan bir şey için kaç kere pişmanlık duyabilir?

İki, üç, dört??

Bence 3-4 arası...

İnsan önce pişman oluyor... Bir süre o pişmanlıkla yaşıyor.

Sonra...

Yaş ilerledikçe, zaman geçtikçe bütün pişmanlıkların yerini, şımarıkça bir hoşgörü alıyor.

Hatta artık yapmadıklarına pişman olmaya başlıyorsun.

Anı olarak anlattıkların...

Hep o pişman oldukların değil mi?

Yazının devamı...

Ruhunun götürdüğü yer...

Mesela hava kapalı ve pusludur. Sararmıştır her yer. Bulutlar elini uzatsan dokunacak kadar alçalmıştır. Ha yağdı ha yağacak... Tam evde oturma havasıdır ya o...

Bunun gibi, o anki durumun seni yönlendirdiği hâller vardır.

O hâlin ruhuna uyarsın....

Ama bir de ruh hâlin vardır.

Havadan-sudan, o anda olan-bitenlerden bağımsız. Dolmuşsundur.

Birikenlerle alakalıdır.

Hani annelerin, “Şimdi yangın var diye bağıracağım“ hâli gibi...

Salak salak bakarsın ona...

Sana kızar, “yangın var” diye bağırmayı tercih eder!

Çünkü sana bağırmak artık ona yetmez!

Kesmez!


Beyaz gecelere!..

İşte böyle anlarda...

İnsanın ruhu devreye girer ve başka çözümler önerir...

Bütün birikenleri temizleyecek, huzura kavuşmayı sağlayacak fikirleri vardır.

İşte o anda ruh hâline uyman gerekir.

Mantıklı veya mantıksız...

Yapılabilir ya da imkânsız...

Kolay ya da zor...

İşte o zamanlarda, çoğunlukla ruhun gitmek ister. Bedenini de alıp gitmek...

O anda ait olmak istediği yere...

Ait olduğunu hissettiği yere...

Bedenin, aklın evde ya da işte çalışıyor olabilir ama ruhun oraya ait değildir artık.

Başka bir yerdedir...

Başka bir yere yakışır veya orada yatışır... Nerede olman gerektiğini de sana söyler zaten.

Mesela, “Hadi, trene atlayıp aylarca Beyaz Geceler yolculuğu yapalım“ der...

Cep telefonu başta olmak üzere yanına hiçbir şey almadan ve tek başına; pardon, ruhunla birlikte o trene bineceksin.

Bıraktıklarınla ilgili hiçbir şey düşünmeden...

Tıkır da tıkır, tıkır da tıkır...

Düşünsene her an başka bir yerdesin...

Zaman zaman, üşümeyeceğin kadar serin bir istasyonda duracak tren. Poff... diye dumanlar çıkararak... İç çekişin gibi...

Aylarca...

Kendinden bıkana, sakinleşinceye kadar! Düşüncesi bile seni dinlendirir. Evet, şu anda aslında oraya aitsindir. Orada olman gerekir.


Savaş hâli...

Ama bazen de bu sükûnet sana iyi gelmez. Ruh hâlini hiiç yansıtmaz.

O zamanlarda mesela, savaş hâline geçebilirsin...

Ait olduğun yer, eski bir savaş alanının ön saflarıdır. Elinde bir süngü, nereye, kime atıldığını dahi bilmeden, “Allah, Allah, Allah!!...“ diye bağıra bağıra koşmaktasındır...

Nefessiz kalana, yıkılına kadar koşman gerekir. Ama kolay kolay yıkılmazsın. Sanki sonsuza kadar koşabilecekmiş gibi hissedersin...

Bazen de saklanmak ister ruhun...

Onu kimse görsün istemez.

Hani yorganın altına girip, kafanı da içeri sokup kımıldamadan durmak istersin ya...

Aslında bunu o istiyordur.

Ruhun...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.