Şampiy10
Magazin
Gündem

Öpüşmeyi aradan çıkarsak!

Ne zamandır aklımda...

O zamandan beri yazayım diyorum ama konuyu nasıl bağlayacağımı bilmiyorum.

En iyisi ben yazayım, siz bağlayın!

Aslında hangisinin doğru olduğuna karar veremedim.

Konu güzel.

Eğlenceli...

Şimdii...

Bundan birkaç ay önce okuduğum şu:

“Öpüşme gerginliğini ortadan kaldırdığınız anda geceniz daha güzel geçer. Çünkü eninde sonunda gerçekleşecek bir şey için bütün gece siz de, karşınızdaki de ‘Ne zaman?’ sorusuyla kıvranmamış olur.”

Yani “Aradan şu öpüşme gerginliğini çıkarın, rahatlayın” diyor. İşte soru bu:

Öpüşme gerginliğini çıkarmalı mı, çıkarmamalı mı?..

Oraya giden yol... Mu?

Geceyi zevkli kılan o gerginlik mi?

Hatta geceyi götüren asıl unsur...

“Öpecek mi, öpmeyecek mi?”ler...

“Öpsem mi öpmesem mi?”ler..

Asıl heyecanlı olan bu mu? Oraya giden yol mu?

Yoksa... Bu işin sonu...

“E, aradan dışarıda yemeği falan çıkarın o zaman! Direk yatağa... Hiç gerginlik kalmasın!”a kadar gider mi?

Durun, hemen karar vermeyin.

Böyle durumlara düşünerek karar verilmez. Yaşaman lazım!

‘Sen sus, gözlerin konuşsun’ gibi oldu ama! Yok yok, “anlatamam, görmen lazım” gibi... O zaman gelin yaşayalım...

İkisini de...

Direksiyonun başında!

Mesela akşam seni almaya geldi. Abartmayalım, eve falan gelmesin, sen aşağıya in. Arabaya binince “Merhaba öpücüğü” var ya, onu metamorfoza uğrat!

“Merhabaaa...” de ve dudaklarından öp!

N’olacak ki?

Adam “O-hoo.. Bu iş bitti arkadaş“ deyip yayılacak seni yemeğe bile mi götürmeyecek?

E, daha iyi! Hiç olmazsa öpüşme sonrası, dana nasıl oluyor görmüş olursun.

Ayrıca hemen öptün diye, o gece daha ileri gitmek zorunda da değilsin.

Ama belki sen de o da gerginlikten kurtulup, gecenin tadını çıkarırsınız. Hatta gece daha neşeli bile geçebilir.

Gidişat değişti bir kere!

Sen direksiyonun başına geçtin. İstediğin yere çevirirsin! İstersen en yakın kavşakta indirir, istersen evin önüne park edersin.

Veya bir de “iyi geceler öpücüğü” verir, “görüşürüz” deyip arabadan inersin.

Ve her şey daha heyecanlı hâle gelebilir.

Mi?

Şimdi sahneyi yeniden yaşayalım; öteki versiyonuyla. Arabaya bindin ve danayı dudaklarından öptün. Ama tabii önce bir “Merhaba” de istersen!!

N’olacak ki?

Adam geceyi kısa tutmaya çalışacak, bir an önce bitirmeye odaklanacak. Aklı fikri artık sadece ve sadece orada olacak. Hem de gereksiz bir özgüvenle...

Üstelik “Nasıl olsa bu iş olacak” diye kıçı kalkacak ve havaya girecek.

Gidişat değişecek!

Mi?

Yazının devamı...

Firuze sendromu...

Bunu dün buldum; Tarkan konserinde... Firuze’yi dinlerken...

Allah’tan iki kez söyle de...

Yoksa ilk okuduğunda, ona mı bakayım yoksa şarkıyı mı dinleyeyim, sesine mi takılayım derken şarkı bitiyor.

Yok, hepsi birada olmuyor! Tarkan’a bakarsan, o kadar güzel ki, şarkı kaçıyor; şarkıyı dinlersen şarkı o kadar güzel ki, Tarkan kaçıyor...

Aslına bakarsanız, tam o an anladım ki, Tarkan ve Firuze biraraya gelince insanı garip bir kaçırmışlık hissi kaplıyor.

Tarkan’ın ulaşılmazlığı ile şarkının sözleri birleşince...

Kaçırmışlık sendromu da diyebiliriz ama Firuze Sendromu daha iyi!

Kaçırmışlık sanki elinde olan birşeyi tutamamışsın gibi...

Oysa bu, daha çok hayallerin...

Hayallerin, hayal olmasına daha yakın.

Hayallerinin artık olamayacağını anlamak gibi...

Hani,

“Bir gün dönüp bakınca düşler/

İçmiş olursa yudum yudum yudum yıllarını” diye başlıyor ya...

Off, Of!

Orta yaş kadınlarını gör artık!

“A-ha!” dedim, işte Firuze sendromu...

Kimi hüzünle, kimi acıyla, kimi de komik bir kabullenişle ama çok içten bağıra bağıra:

“Ağla, ağla Firuze ağla...

Anlat bir zaman ne dayanılmaz güzellikte olduğunu....”

Çünkü herkes bir zamanlar çok güzeldi. Hatta dün bile bugünkünden biraz daha güzeldi!

Ve herkesin hafızasında, bu kadar derin olmasa da, daha amatör söylenmiş özel sözler hala duruyor:

“Kıskanır rengini baharda yeşiller

Sevda büyüsü gibisin sen Firuze

Sen nazlı bir çiçek, bir orman kuytusu

Üzüm buğusu gibisin sen Firuze”

Aklına gelir eski hallerin...

O kavak yellerinin estiği, günlerin, ayların, yılların ağır geçtiği şımarık yıllar...

Hani en asil aşkın, en iyi işin, en güzel evin, en vefalı dostların senin olmasının an meselesi gibi göründüğü yıllar...

“Duru bir su gibi, bazen volkan gibi

Bazen bir deli rüzgar gibi

Gözlerinde telaş, yıllar sence yavaş

Acelen ne bekle Firuze”

Beklersin, beklersin... Sonra bir gün, birşey olur ve sen anlarsın ki, artık hayallerin hayal olmuş!

Sonra mı?

“Acılı bir bakış yerleşirse eğer

Kirpiğinin ucundan gözbebeğine...”

İstediğin kadar botox-motox yaptır farketmez!

“Her şeyin bedeli var, güzelliğinin de

Bir gün gelir ödenir, öde Firuze”

Mecbur, ödeyeceksin de...

Hesabın nedir peki?

Yaptıkların kadar!

Mı?

Yoksa yapamadıkların kadar

Mı?

Yazının devamı...

Seni sana anlatsalar...

Aynadaki gibi değil de, birilerinin tarif ettiği gibi misin?” diye dün konuyu bağladım ya...

Gelin bugün konuyu biraz daha daraltalım...

İnsan ilişkisinden, kadın-erkek ilişkisine doğru sürükleyelim.

“Birilerinin tarif ettiği gibi” kısmından yeniden başlayalım.

Kim o birileri?

Ama önce şunu ortaya koyalım:

Kadınlar tarif edilmekten hoşlanırlar...

Bu tarif dediğim, iltifat veya aşağıya çekilme girişimlerinden farklı bir şey...

İltifat çok sıradan ve klişedir. O hâliyle de güzeldir ama...

Tarif başka...

İltifattan bir sonraki hamle diyebiliriz.

Seni sana anlatacak...

Ama öyle bir anlatacak ki, kendini hiç öyle bilmediğini fark edeceksin.

Söyledikleri dramatik olacak.

Hikâyeli...

Maksat oyun olsun

Yani “Ellerin ne kadar güzel” yerine, mesela:

“Ne kadar güzel sigara içiyorsun. Sigarayı tutuşun, elini dudaklarına (affedersin) götürüşün...”

Heh hee...

Tamam, cıvıtmayacağım, mesela, “Gözlerin çok güzel” yerine,

“Öyle güzel bakıyorsun ki, aynı şeyleri mi görüyoruz merak ediyorum” diyecek!

Sen de:

“Benim gördüklerimi sen de görseydin, şu anda başka yerde başka şeyler

konuşuyor olurduk. Belki de konuşmuyor...” deyip cümleni yarım bırakacaksın.

Onun kulaklar dikilecek!

Aklı “başka yerlere” kayacak.

“Eee?” diye üsteleyecek, manalı manalı...

Sen, “Ne ee’si?” der gibi ona bakacaksın.

O artık “başka yere” odaklandı ya,

“Konuşmayıp ne yapıyor olabilirdik?” diye soracak. Tabii cümleyi toparlayabilirse...

Sen bu sefer ona, “Yok artık!” der gibi bakacaksın.

Birden kendini toparlayacak. Tam kızamayacak da, sevinemeyecek de...

Maksat oyun olsun!

Bir kere tuttuysa...

Ama tabii bunların hiçbiri olmayacak!

Bu danalar bütün kadınlara aynı iltifatları ya da tarifleri yaparlar. Yani hepsi aynı derken, bir adamın tarif repertuvarı bellidir.

Birlikte olduğu bütün kadınlara (hele ki tuttuysa) hep aynı komplimanı yapar.

Bu yüzden o adamla birlikte olan bütün kadınlar, mesela “Çok güzel koktuklarını“ zannederler.

Başka bir adamla olanlar, çok akıllı olduklarını...

Çok güzel sarıldıklarını...

Çok baştan çıkarıcı olduklarını...

Yaktıklarını...

Kavurduklarını...

Zannederler...

Artık adamın tarzına göre...

Arzına göre...

Yazının devamı...

Ayna olmasaydı...

Bir aynadır tutturduk gidiyoruz; hayırdır inşallah!

Başımıza gelecek var!

Ama bu sefer aynalı duvarlara değil; tam tersine, aynasız bir yaşama bakalım diyorum...

Yani hayatta ayna olmasaydı...

Sakın cam var, metal var; olmadı, su var, ona bakardık falan demeyin!

Burada metaforik bir durumdan

bahsediyoruz!

Hani biraz da, aynanın hayatımızdaki önemini veya önemsizliğini vurgularız diyerekten...

Ayna olmasaydı...

Ne olurdu?

Ya olmasaydı?

Sorunun cevabını düşünmek için önce aynanın ne işe yaradığını belirlemek lazım. Teknolojiden, dekorasyondan falan söz etmiyoruz tabii ki...

Daha kişisel...

Uzatmayalım;

Yani kendimizi görüyoruz değil mi?

Kendimize bakıyoruz...

Beğeniyoruz-beğenmiyoruz falan..

Peki şimdi aynı soruyu tekrarlıyorum:

Ya ayna olmasaydı?

O zaman herhâlde kendimizi birilerine sorardık...

Tıpkı şimdi olduğu gibi!

Ya da birileri bize, bizi anlatırdı...

Tıpkı şimdi olduğu gibi!..

Demek ki, ayna insana yetmiyor...

Birilerinin de senin gördüğünü onaylaması gerekiyor... Yani aslında

biri sana “güzel” demeden, güzel olmuyorsun...

Bazen de senin hiç bilmediğin, aynada fark etmediğin taraflarını başkası görüverir.

Sürpriz!

Metaforik durumlar

Normal, hiçbir özelliği olmayan kahverengi gözlerin vardır mesela...

Adamın biri, “ne kadar güzel bakıyorsun” der.

O günden itibaren aynada nasıl güzel baktığına bakmaya başlarsın... Öyle dedi ya, güzel baktığını farzetmeye başlarsın ve bir süre sonra da “ne kadar güzel baktığına” inanırsın.

Ha, güzel mi bakıyorsundur?

Dananın biri, “belin biraz daha ince olsa tam süper olacaktın” dese... O andan itibaren kendini kalas gibi görmeye başlarsın. Aynada hep beline bakarsın ve o hiç incelmez.

Ha, belin kalın mıdır?

Kadının biri, “Ayak bileklerin ne hoş, ayakkabıyı çok güzel taşıyorsun” dese...

Artık sen çok güzel ayak bilekleri olan bir kadınsındır...

Ha, ayak bileklerin gerçekten hoş mudur?

Bir satış elemanı, “Kusura bakmayın ama söylemeden edemeyeceğim, hiç makyajsız ne kadar güzelsiniz” dese...

Her banyodan sonra aynaya baktığında aslında böyle de ne kadar güzel olduğunu görürsün.

Ha, öyle güzel misindir?

Ne yani?

Aslın aynadaki gibi değil, birilerinin tarif ettiği gibi.

Mi?

Ne saçma!

Yazının devamı...

Ayna dramatiktir...

Konuludur yani...

Öyle sadece bakmazsın; her seferinde bir senaryon vardır.

Yani bir amacın...

Amacın neyse onu görmek için bakarsın.

Kendini doğrulatmak için.

Kendini güzel görmek istiyorsan, doğru kareyi bulana kadar oynar, sonunda en güzel hâlini yakalarsın.

Ve o karede nasıl gördüysen öyle göründüğünü zannedersin.

Ya da...

Tuhaf ama bazen de kendini çirkin görmek istersin. Aynada hep en çirkin yerlerini, çirkin hâlini görür ve hep öyle göründüğünü sanırsın.

Ne tuhaf değil mi? Aslında adı üstünde ayna; bire bir aynını gösteriyor olsa da, sen öyle görmezsin hatta öyle görünmezsin de...

Yalnız hissetmemek?

En kötüsü, asansör ve soyunma kabini aynalarıdır.

Işık tepeden ve yakından geldiğinden midir nedir, insan kendisinden nefret eder. Bütün kusurların ortaya çıkar.

Mum ışığı mesela... Hiç sevmem.

Çok çirkin gösterir insanı...

Işık yumuşak olacak! Buzlu camın arkasında yanıyor gibi...

Sende gölge yapmayacak! Önemli olan bu!

Tıpkı benim süper manzaralı aynalı otel odasında olduğu gibi!

Dün anlattığım tatil yazım epey ilginizi çekti. Ama ilgiyi hangisinin çektiğini pek ayırt edemedim:

Tek başına tatil mi?

Aynalı otel odası mı?

Belki de ikisi bir araya gelince olaylar karıştı!

Mesela biri diyor ki:

- “Bu kadar aynalı bir odada yalnızlık hissetmemişsindir...”

Haydaaa...

“Evet! Hiç hissetmedim! Tuzlu ve diri vücudumla, sabaga kadar...” mı?

Bu mudur?:))

Yuh!

Aynayla, kendini yalnız hissetmemek!!!

Nasıl yani?

Tabii her sabah kendine, “Günaydın, iyi uyudun mu tatlım?” diye sormazsan... Cevaplıyorsan, asıl o zaman durumun daha vahim de!...

Aslı dururken aynadan...

Bol bol adres soranların dışında mantıklı sayılabilecek yaklaşımlar da var tabii...

Mesela:

- “Ayna çift taraflı olacak ki heyecanlı olsun. Ben aynayı severim de, ayna kadının konsantrasyonunu bozar. Zaten gözünüz yumuk ne yapacaksınız siz aynayı...

Otel adını verirsen sevinirim; yok, lazım olacağından değil de hani bulunsun diye... Aynadan manzara seyretmek ilginç olabilir.”

Ayna ve konsantrasyon meselesini daha sonra inceleyelim...

Kadınlar niye gözlerini kapıyor da, erkeklere kendi gözleri bile yetmiyor, ona da bakalım... Aynadan manzara seyretmeye gelince...

İşte aramızdaki fark da bu herhalde...

Aslı dururken, manzarayı aynadan seyretmek!:))

Yazının devamı...

Ayna ile baş başa...

Geldiiim... Kafam biraz “tınn!..” Artık 1-2 gün kusuruma bakmayın...

Giderken, “Farklı bir şey deneyeceğim“ demiştim ya... Denedim.

“Yazar mıyım, bilmiyorum” da demiştim... Bir kısmını yazmaya karar verdim.

Önce o “farklı şey”i açıklayayım.

“Bütün ex’lerimle birlikte tatil yaptım” dermişim!!! Jübile niyetine!!!

Heh hee...

Yok yaaa... Tam tersine: Tek başıma tatil yaptım. Aldım bavulumu gittim.

Sırf size, “tek başına tatilin nasıl bir şey olduğunu anlatabilmek için! Saçlarımı süpürge ettim, süpürge!

Tek başına tatilin inceliklerini - kalınlıklarını sonra anlatayım. Şimdi o üç günlük tatilden kalan küçük bir enstantaneden bahsetmek istiyorum.

Enstantane?

Hadi bakalım, yine bir şeyler var bende!

Şimdiii...

Otele girdim, her şey yolunda. Görevli beni odama götürdü; daha kapıyı açar açmaz süper bir manzarayla karşılaştım.

Hani “kaptan köşkü gibi” derler ya, aynen öyle. Hatta daha fazlası...

Deniz, kale, yelkenliler... Yattığın yerden, masmavi deniz ve bütün manzara önünde...

“Vay be!” dedim, “Odadan hiç çıkmasam bile olur.”

Arkamı döndüm, “Anam! O da ne?”

Duvar boydan boya ayna!..

Lokum’a benzedim. (Kedim.)

O da evde tanımadığı bir eşyayla aniden karşılaştığında aniden durup, “Anam! Bu nereden çıktı lan!” hareketini yapıyor...

Düşünsenize, aynı manzara duvarda da! Süper ötesi...

Ama siz bunu düşünmüyorsunuz, biliyorum. Konu duvardan duvara ayna olunca! Akla gelenler de değişiyor tabii...

Açıkçası benim kafa da biraz karışmadı değil! O odaya fazlaymışım gibi... Yok yok, azmışım gibi! Ne bileyim, bir tuhaf yani...

İnsanın aklını çeliyor. Stres yapıyor.

Bir şey yapma ihtiyacı duyuyorsun.

Da ne?

Hem de tek başına!

Saçma sapan pozisyonlarda kendine baksan... Şöyle yaparken/yapsam nasıl görünüyorum gibilerinden...

Yok artık! Saçma olur! Ama o duygudan kurtulamıyorsun da! Ayna seni bir şeyler yapmaya zorluyor.

Şurada kırk yılda bir tek başıma tatile gelmişim, başıma gelene bak!

Aynayla baş başa!

Zaten bu ayna meselesi dramatiktir...

Döndüğümde anlatıyorum ya, duvar bütün ayna diye...

Soruya bak: “Tavan?”

“Ne o kesmedi mi? Tavanda kesme ayna var; kendinden binlerce görüyorsun!! İyi mi?

Bu iyi geldi mi?”

Hayret bişey yaa...

‘Tavan’ diyor...

Ben daha duvardakine alışmamışken..

Odaya her girişimde, “Şimdi ne yapmam gerekiyor?“ stresini aşamamışken...

Bir tek o olsa iyi...

Plajda mesela...

Bir sürü genç çiftler var ya...

Şimdi bunlar saçma bir saatte odalarına çıkıyorlar...

Üfff... Bana ne be?

Sanki akşam yapmıyorlar; ya da ayna olmasa...

Hayır ondan değil de, kadınların hâlini düşününce; ne bileyim...

Şimdi onlar “Hayır” da diyemezler...

Not: İlgilisine otel adı ve oda numarasını veririm.


Yazının devamı...

Bir kere ‘hayır’ deyince...

Hani erkeklerin fantastik bir hayali vardır ya, “Hiç kıvırmadan direkt gidip ‘verecen mi?’ (kalbini) diye sormak...”

Bunun kadın versiyonu da şudur: “Ne istediğini daha ‘merhaba’ deyişinden anladın ya, o anda ‘Hayır vermicem (kalbimi) demek...”

Dün de yazdığım gibi, “hayır” demeyi öğrenmek zordur ve bir kadının uzun yıllarını alır.

Ama bir kere “hayır” dedikten sonra...

Sonrası gelir.

Artık çok rahat söylemeye başlarsın.

Ama hiçbir zaman kanıksamazsın; her “hayır”, ilk “hayır” kadar eğlenceli ve anlatılasıdır.

Zaten ilk deneyimden sonra bir bakarsın ki, hayatın da potansiyel “hayır”cılarla dolmuş....

Hemen cevabı vereceksin aslında!

Mesela kime?

Uçakta, trende, vapurda...

- Çook eskiden tanıdığın bir adam, “Ya, aklıma geldin, bi arayayım dedim. Neredesin, n’apıyorsun?” diye aradığında...

- Ex’lerden biri arayıp, “Sevgilin var mı kız?” diye sorduğunda...

- 22.00’den sonra arayan ve “Bir şeyler yapalım mı?” diyen bütün adamlara...

- Face’ten lise-üniversiteden biri seni bulduğunda...

- Arkadaşının ex’i arayıp “Konuşalım mı?” diye sorduğunda...

- Barda, lokantada vs. ne zaman baksan sana baktığını gördüğün adama...

- “Telefon defterimi karıştırırken seni gördüm, aradım” diyen bütün adamlara...

- Uçakta, otobüste, trende, vapurda... Sana “hazırmışsın” gibi davranan, bakan herkese...

- Konuşmanın manasız bir yerinde, “Gözlerin ne kadar güzel” diyen arkadaşına!!!

- Yeni boşanmış bütün adamlara...

- “Sevmek dokunmaktır; insan kendisini en iyi böyle ifade eder. Dokunmaktan korkmamalı” klişelerine düşenlere...

- “Ankara’ya geliyorum, sende kalabilir miyim?” diye soran bütün dangalaklara...

Sıfır yaratıcılık

Dedim ya, “hayır” demek öğrenilir.

Sonra uygulamaya geçilir.

Ama bunun sonu hiç iyi değildir. Çünkü artık fanteziler kurmaya başlarsın.

Mesela asansörde iki kişisiniz... Gergin bir atmosfer olur ya... Nefes alışlarınız bile duyulur, tuhaf hareketler içerisine girersin falan...

İşte orada, tam inerken adama dönüp,

“Hayır, vermicem (kalbimi)” diyeceksin! Hadi bakalım...

Adam ne der ya da nasıl anlatır?

“Manyağa bak, sanki isteyen var!”

“Salak mıdır nedir, ayrıca sanki ona kaldık!”

“A-aa.. Korktum lan!”

Bunlar böyle işte! Sıfır yaratıcılık!

Oysa başka bir cevap verse...

Verebilse...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.