Şampiy10
Magazin
Gündem

Ocak sanayi üretimi

ABD’de istihdam verisi beklenenden iyi çıktı. Fed’in bu ay tahvil alımında kısıntıya gideceği kesinleşiyor (eyvah!). İçeride para piyasasına etkisi sınırlı kaldı. Dolar 2.22 TL’yi (sepet 2.65 TL) aşmadı. Normaldir.

Hazine şubat nakit gerçekleşmesini açıkladı. Bütçenin öncü göstergesidir. İki ayda 1.2 milyar TL fazla var. Geçen yıl 5.6 milyar TL açık vermişti. Güçlü gelir artışından kaynaklanıyor. TL’nin değer kaybı bütçeye yarar demiştim.

Çarklar hızlanıyor

Piyasa ocak sanayi üretiminde geçen yıla göre yüzde 4,4 artış öngördü. Daha yüksek geleceğini yazdım. Toplam sanayi yüzde 7,2, imalat sanayiinde yüzde 7,7 çıktı. Takvim etkisi hariç biraz yükseliyor (yüzde 7,3 ve 7,8). Son üç yılın en yüksek ocak değerleridir.

Takvim ve mevsim etkisi arındırılmış verilere dönelim. Aralıktan ocağa toplam sanayi yüzde 1,1; madencilik yüzde 3,9, imalat sanayii yüzde 1,3 artıyor. Üçünde de üretim düzeyinin tarihi rekor kırdığını belirtelim.

Ana mal gruplarında bir önceki aya göre değişime bakalım. Dayanıklı tüketim ve sermaye mallarında üretim geriliyor (yüzde 3,5 ve 1,7). Ama dayanıksız tüketim ve ara mallar üretimi artıyor (yüzde 1,9 ve 3,4). Not: Elektrik üretimi de düşüyor (yüzde 1,9)

Üretimde dengelenme

Bir aylık veri ile genellemeye gitmeyi sevmem. Kısa dönemli dalgalanmalar şaşırtır. Gene de son dönemde belirginlik kazanan kritik eğilimler var. Bunlara doğru teşhis koymak tahmin hatalarını engeller.

İçeride kur ve siyaset, dışarıda mali tedirginlik Türkiye’yi büyüme modelini değiştirmeye zorluyor. İç talebin büyümeye katkısı azalıyor. Dış talebin katkısı artıyor. Talebin dengelenmesi deniyor. Bu süreç üretim yapısına yansıyor.

Nasıl? Sektörlerin üretimdeki payları değişiyor. İçeriye üretimin payı geriliyor. Gövdesi hizmetlerdir. Dışarıya üretimin payı artıyor. Gövdesi imalat sanayidir. Üretimde dengelenme iç talep daralırken sanayinin hızlanması ile gerçekleşiyor. Olumludur.

Yazının devamı...

Kadınlar 2013

Kırım gerginliğine rağmen euro dolar karşısında değer kazanıyor. Parite 1.39’a ulaştı. Tersi, doların yükselmesi beklenirdi. İçeriyi de etkiledi. Döviz sepeti 2.63 TL’ye geldi. Gösterge tahvil faizi de biraz kıpırdadı.

Yarın Şubat sanayi üretimi açıklanıyor. CNBC-e anketi geçen yıla göre yüzde 4.4 artış öngörüyor. Daha yüksek gelebilir. Çarşamba ise Ocak ödemeler dengesi çıkıyor. Merak ettiğim kalemler var. Ayrıntısına girmek istiyorum.

Önemli bir araştırma

Geçen hafta TÜİK önemli bir demografik araştırma yayınladı: Kadınlar 2013. Haber bülteni normalden uzun tutulmuş (4 sayfa). Anlamlı grafikler okumayı kolaylaştırıyor. İndirip göz atmanızı tavsiye ederim.

Ertesi gün 2013 yılı istihdam ve işsizlik verileri açıklandı. 2012’ye kıyasla işsizlik oranı yarım puan artışla yüzde 9.7’ye yükseldi. Aylık verilerden zaten bu düzeyde geleceği hesaplanıyordu. 2014’de tekrar artacaktır. Yılbaşında yüzde 10.5 tahmin ettim.

8 Mart dünya kadınlar günü ikisine beraber bakma fırsatını verdi. Türkiye’de kadınların istihdam oranı (çalışan bölü 15+ yaş nüfus) yüzde 30’a bile ulaşmıyor. Benzer ülkeler arasında uzak ara en düşük orandır. Vahim bir soruna işaret ediyor.

Kadınlar nerede çalışıyor?

Yıllık istatistikler kadın-erkek ayırımı yapmıyor. Kasım verilerini kullanıyorum. 25.4 milyon çalışanın yüzde 70’i (17.9 milyon) erkek, yüzde 30’u (7.5 milyon) kadındır. Erkek çalışan sayısı kadınların 2.4 katıdır. Halbuki nüfuslar eşittir.

Şeytan ayrıntıda gizlidir. Çalışan işteki duruma bakalım. En çarpıcısı istihdam kalitesi skalasının en altındaki ücretsiz aile işçileridir. Çalışan erkeklerin yüzde 4’ü (0.8 milyon), kadınların ise yüzde 30’u (2.3 milyon) bu kategoridedir.

Sektörel dağılıma dönelim. Verimlilik, sosyal güvenlik, vs. en kötü çalışma koşulları tarımdadır. Erkeklerin yüzde 17’si (3.1 milyon), kadınların ise yüzde 35’i (2.7 milyon) tarımda çalışmaktadır.

Yani daha az kadın çalışıyor; üstelik daha kalitesiz işlerde çalışıyor. Özeti budur.

Yazının devamı...

Demokrasi üstüne

Piyasalar Ukrayna krizini çabuk atlattı. Zaten olumsuz etkisi sınırlı kalmıştı. İçeride dolar 2.20 TL’nin (sepet 2.60 TL) altını, gösterge faiz yüzde 11’i gördü. TL’ye saldırı korkuları giderek azalıyor. Mali istikrar açısından iyi haberdir.

Şubat araç satışları açıklandı. Binek ve hafif ticari araçlarda yüzde 30’a varan düşüş var. Bekleniyordu. Tüketici güven endeksleri ve kapasite kullanımı ile tutarlıdır. İç talep hızla daralıyor. Reel ekonomi için kötü haberdir.

Kurallar kimin için?

Birbiri ardına yayınlanan ses kayıtları kamu yönetiminde ciddi sorunların biriktiğine işaret ediyor. Önemli bölümüne aslında alışığız. İktidarın kendini kurallarla kısıtlı hissetmemesi eski bir olgudur. Ama ilk kez bu kadar somut kanıt ortaya dökülüyor.

Demokrasi nasıl tanımlanır? İki kurucu vasfı, ifade özgürlüğü ve seçimler öncelikle vurgulanır. Ama yeterli değildir. Devletin topluma müdahale gücünü sınırlayan kurallara o kuralları koyma yetkisine sahip iktidarın uyması onlar kadar kritiktir.

The Economist’in son sayısında demokrasi üzerine kapsamlı bir yazı yayınlandı. Sözcüğün önüne “kurallar üzerine inşa edilmiş” (rules-based) ekliyor. Anlamı açıktır. Seçim ve ifade özgürlüğü olsa dahi, iktidarın yasalara uymaması demokrasiyi yaralar.

Adalet mülkün temelidir

Ne olur? Alternatifi keyfi yönetimdir. Sözcük Batı dillerinde Latince “belirsizlik” kökünden türetilir (İng. arbitrary; Fra. arbitre hakem). Kararın öngörülemeyeceğine göndermedir. “Ben yaparım, olur” anlayışıdır.

Keyfilik yürütmenin doğasında vardır. Kamu yönetimi günlük tercihler gerektirir. Tümü kurala bağlanamaz. İktidara geniş bir karar alanı kalır. Hesabını seçmene verir. Gene de vatandaşın idari yargı hakkı mahfuzdur.

Buna karşılık yargıda keyfi davranışa hiç yer yoktur. Anlaşmazlıkların çözümünde sadece kurallar geçerli olmalıdır. Yoksa adaletin yerini haksızlık alır. Devlet temel işlevlerinden birini kaybeder. Toplumsal ve ekonomik maliyeti çok yüksektir.

Yazının devamı...

Şubat’ta enflasyon

Geçen ay enflasyon verilerine giremedim. Daha doğrusu girmek istemedim. Kurdaki ani ve sert yükselişin fiyatlara yansıyacağı çok açıktı. En azından elimde iki aylık veri oluşsun diye beklemeyi tercih ettim.

Üretici fiyatları endeksinin yerini alan üç yeni endeks (yurtiçi, yurtdışı ve tarım ÜFE) tamamlandı. Fakat ayrıntılarını hazmetmeye zaman bulamadım. Dolayısı ile onları şimdilik ihmal ediyorum. Sadece tüketici fiyatlarına (TÜFE) odaklanıyorum.

Enflasyonda artış sürüyor

TÜFE şubatta yüzde 0.4 arttı. CNBC-e anketine çok yakındır. Ben daha yüksek öngörüyordum. Bu kez karamsar kaldım. Böylece yıllık enflasyon yüzde 7.9’a tırmandı. Geçen aya göre 0.1 puan, geçen yıla göre 0.9 puan yükseldi.

Ocakta gıda enflasyonu yüzde 5.5’la tarihi rekor kırmıştı. Şubatta artış yüzde 0.1’e geriledi. Dikkat: Düzeltme diyemeyiz, çünkü az da olsa artıyor. Gıda fiyatlarının önümüzdeki aylarda seyri manşet enflasyon açısından önemini koruyor.

Çekirdek enflasyonda bariz bir kıpırdama var. En yakından izlenen ÖKTG-I şubatta aylık yüzde 0.7’ye yıllık yüzde 8.4’e tırmandı. Mevsim etkisi arındırılınca aylık yüzde 1.1’e geliyor. Küresel kriz sonrasının en yüksek çekirdek enflasyonudur.

Talep baskısını kira kalemi ile izliyoruz. Şubatta TÜFE ile aynı oranda artıyor. Yıllığı ise yüzde 6.7 ile TÜFE’nin altında kalıyor. Ancak kiralarda yavaş da olsa yükseliş eğiliminin sürdüğü görülüyor.

Sarmal riski

Hatırlatalım. Döviz sepetinin yıllık değer kaybı şubatta yüzde 26’dır. İthal tüketim malları doğrudan, ithal girdiler dolaylı maliyet enflasyonu yaratıyor. Nispi fiyatlar değişiyor. Yaşam maliyetinin yükselmesi tüketicinin reel gelirini düşürüyor.

Vatandaş ücretine (ürettiği ürüne) zam yaparak kaybını telafi edebilir mi? Oluşabilecek kısır döngüye kur-fiyat-gelir sarmalı denir. Sonucu iç talebin gücü yani büyüme hızı belirler. Yavaş büyüme sarmalı engeller. Gidişat bu yöne işaret ediyor.

Yazının devamı...

Yolsuzluğun bedeli

Tüketici güveni Şubat’ta da geriledi. TÜİK’in hesapladığı tüketici güven endeksi Aralık’tan bu yana düşüyor. CNBC-e tüketim eğilimi de benzer yöndedir. İlk çeyrek büyümesi için kötü haberdir. Eksiye geçmesi ihtimali vardır.

Ocak dış ticareti açıklandı. Piyasa ticaret açığını geçen yıl gibi bekliyordu. 0.5 milyar dolar altında çıktı. İhracatın ithalattan hızlı büyümesinden kaynaklanıyor. Dikkat: ithalatın artması diğer göstergelerle çelişiyor. Ayrıntısına bakacağım.

Kurumlar ve verimlilik

Kurumsal yapı ile ekonominin verimlilik düzeyi arasındaki yakın ilişkiye her fırsatta atıf yapıyorum. Örneğin son dönemde tartışılan “orta gelir tuzağı” kurumsal zafiyetlerin verimlilik artışını yavaşlatması, hatta durdurması anlamına geliyor.

Daron Acemoğlu’nun kitabını yeni tanıttım (4 Şubat). “Kapsayıcı kurumlar” verimliliği nasıl arttırıyor? Bir: toplumun yaratıcılığını varolanı paylaşmak yerine üretken faaliyetlere yöneltiyor. İki: belirsizliği azaltarak uzun vadeli ve yüksek verimli yatırımları teşvik ediyor.

Yolsuzluğun ekonomiye maliyetinde iki mekanizma da çalışıyor. Bir yandan rant peşinde koşmayı cazip kılıyor. Aynı anda çabuk geriye dönen yatırımları teşvik ediyor. Böylece verimlilik artışını kısıtlıyor. Büyümeyi ve zenginliği engelliyor.

Yolsuzluk ve ücretler

Ancak, kurumsal yapı bizi doğrudan ekonomik performansa götürmüyor. En canlı örneği Çin’in göz kamaştıran ekonomik başarısıdır. Halbuki Türkiye’nin kurumsal göstergeleri daha iyidir. Nasıl oluyor?

Kritik değişken reel ücret düzeyidir. Araştırmalarda Çin’de yolsuzluk daha yaygın çıkıyor. Ancak Çin’de yolsuzluğun karlara olumsuz etkisi düşük ücretle telafi ediliyor. Yabancı sermaye bu yüzden yolsuzluğa rağmen Çin’e gidiyor.

Çok önemlidir. Yolsuzluğun artması iki tatsız dinamiği tetikler. Ücret sabit tutulursa büyüme yavaşlar. Büyüme sabit tutulursa ücretler düşer. Neticede yolsuzluğun bedelini çalışan kesimler ya işsizlik ya da düşük ücretle öder. İşin özü budur.

Yazının devamı...

Siyaset karışınca

Burası Türkiye, evdeki hesap çarşıya hiç uymayabiliyor. Bugüne iki ilginç konu ayırmıştım. Bir: İngiliz hükümeti bağımsızlık ilanı hâlinde İskoçya’nın sterlini kullanamayacağını açıkladı. İki: 2013’te uluslararası yatırım pozisyonu açıklandı.

Fakat pazartesi gecesi yayına giren ses kayıtları ile hesap şaşırdı. Yazsam bir dert; polisiye benim işim değil. Sussam başka dert; penguen belgeseli gibi kalırım. İkincisini daha yakışıksız buldum.

En büyük siyasi kriz

Bence Türkiye en büyük siyasi krizini yaşıyor. İnönü-Menderes ya da Ecevit-Demirel kavgaları bunun yanında çok masum kalıyor. Kayıtlar hakiki mi yoksa montaj mı? Bilmiyorum. Bir gün öğrenebilecek miyiz? Sanmam. Zaten sonucu değiştirmez.

Zarfla (şekil) başlayalım. Başbakan’ın güvenli telefonu dinlenip kayda alınıyor. Sonra bunlar yayınlanıyor. Fakat sorumluları bulunamıyor. Vahim bir yönetim zafiyetidir. Devletin esas işlevini yerine getiremez hâle geldiğine kanıttır.

Mazrufla (içerik) devam edelim. Kayıtlara göre Başbakan, evindeki kayıt-dışı servetin ortaya çıkmasını engellemeye çalışıyor. “Şüyuu vukuundan beter” denir. İçeride siyasetin, dışarıda ise Türkiye’nin itibarına ağır bir darbedir.

Ekonomi ne diyor?

Dikkatinizi çekmiştir. Piyasanın ses kayıtlarına tepkisi sınırlı kaldı. 17 Aralık’a benzemedi. Dolar 3 krş. artışla 2.22 TL’ye yükseldi. Faiz kıpırdamadı. Sadece borsada düşüş yaşandı. Ne oluyor? Ekonomi siyasete karşı bağışıklık mı kazandı?

“Yandaş” tefsir ekonomide nispi istikrarı kırılganlığın azalmasına borçlu olduğumuzdur. 2001 krizi sonrasında uygulanan politikaların, özellikle sağlam kamu maliyesinin doğal sonucudur. Ya 17 Aralık’taki sert tepki? Onu açıklamıyor.

Farklı tefsir mümkündür. Piyasa hükümetin toplumsal desteğinin zayıfladığını düşünüyor. Seçimlerde oy kaybetmesini bekliyor. Yani siyasi krizi normalleşme sancısı kabul ediyor. Olumsuz tepki vermiyor. Bana makul geliyor.

Yazının devamı...

G-20 toplantısı

Mali piyasalarda göreli istikrar sürüyor. Ukrayna’da yaşananların içeriyi olumsuz etkilemesi beklenirdi. Ona rağmen dolar 2.18 TL (sepet 2.56 TL), gösterge tahvil faizi yüzde 11 civarında tutundu. “Asayiş berkemal” sayılır.

Sektörel güven endeksleri şubat sonuçları TÜİK tarafından açıklandı. Perakendede hafif, inşaatta sert güven azalışı görülüyor. Hizmetlerde ise küçük bir artış var. İlk çeyrekte iç talepte daralma ihtimali güçlüdür. Boyutunu şimdilik kestiremiyoruz.

Küresel politika koordinasyonu

6 Şubatta gelişen ülkeleri sarsan mali çalkantının sorumlusu kim diye sormuştum. (“Kimin kabahati?”) Tartışmaya Başbakan Yardımcısı Babacan da katıldı. G-20 toplantısı öncesinde gelişmiş ülkeleri eleştirdi.

Küresel kriz sırasında ve sonrasında G-20 toplantıları özel önem kazanmıştı. Başta ABD, mali krizle boğuşan gelişmiş ülkeler, gelişen ülkelerde genişleyici iktisat politikaları uygulanmasını istiyordu. Adına da küresel politika koordinasyonu dendi.

Sonuç alındı. Gelişen ülkeler maliye ve para politikalarını gevşetti. Hızlı toparlanma en kritik dönemde dünya ekonomisine hayati talep desteği sağladı. Ama bedeli de vardı. Dış açıklar patladı. Türkiye en tipik örneğidir.

Koşullar değişince

G-20 maliye bakanlarının Sydney toplantısı öncesinde konu tekrar gündeme geldi. Ne var ki, koşullar ve roller değişmişti. Bu kez gelişen ülkeler rahatsızdı. Gelişmişler ise yangını söndürmüş, ortalığa saçılan likiditeyi geri çekme derdine düşmüştü.

Gelişen ülkelerin tezini özetleyelim. Düzeltmenin intizamlı gerçekleşmesi için (“yumuşak iniş”) zamana yayılması isteniyor. Aksi hâlde gereksiz ekonomik ve politik hasar oluşacaktır. Somut çıkarsaması sürecin sarsıntı yaratmayacak tempoda yürütülmesidir.

Sonuç aldılar mı? Hayır. Zaten Fed Başkanı Yellen ilk konuşmasında (tam G-20 öncesinde) “politikamızı ekonomimizin ihtiyaçları belirler, nokta” demeye getirmişti. Dolar dünya rezerv parası kaldıkça bu eşitsiz ilişki sürecektir. Gerisi teferruattır.

Yazının devamı...

2013’de brüt kamu borcu

Hazine Ocak verisini yayınlayınca farkına vardım. 2013 sonu kamu borcuna bakmayı unutmuşum. Esas gövdesini “Merkezi Yönetim Brüt Borç Stoğu” oluşturur. Hazine’nin yükümlülükleridir. AB tanımlı borç stoğuna adeta eşittir.

Gelişen piyasalarda kriz riskinin artması kamu borç düzeyinin önemini tekrar hatırlattı. Çünkü düşük borç oranı devasa dış açığın yarattığı kırılganlığı kısmen telafi edebiliyor. Yazılarımda yeterince değindim.

Borç oranı değişmedi

Hazine’nin brüt borcu 2012 sonunda 532 milyar TL idi. 2013’de 54 milyar TL (yüzde 10) artarak 586 milyar TL’ye yükseldi. Yüzde 7.4 tüketici enflasyonunu düşüyoruz. Reel artışı yüzde 2.5 buluyoruz.

Brüt borcun GSYH’ya oranına dönelim. 2012’de yüzde 37.6’den 2013’de yüzde 37.5’e geriliyor. Nedeni milli gelirin reel borç artışından hızlı büyümesidir (yüzde 4 alıyorum).

İlginç bir durumla karşı karşıyayız. 2013’de maliye politikası sıkı tutuldu. Reel TL faizleri yüzde 2 civarında seyretti. Büyüme hızlandı. Bu koşullarda kamu borç oranında makul bir düşüş beklenir. Ama adeta sabit kalıyor.

Kur ve kamu borcu

Brüt borç stoğunun ayrıntısına inelim. Hazine’nin TL borcu 16 milyar TL (yüzde 4.3) artarak 403 milyar TL’ye yükseliyor. Artış hızı enflasyonun altında kaldığı için reel TL borcu yüzde 3 azalıyor.

Döviz borcunun TL karşılığı ise 37 milyar TL (yüzde 26) artarak 145 milyar TL’ye tırmanıyor. Halbuki dolarla borç 3 milyar dolar (yüzde 5) artışla 85 milyar dolara yükseliyor. Yani resmi bozan kurdaki yüzde 20 artıştır.

2013’de kur oynamasa ne olur? Brüt borç oranı yüzde 35.5 (555 milyar TL) çıkıyor. Yani kur hareketi borç oranını

2 puan yükseltiyor. O arada TL borcun dolar karşılığını düşürüyor. Dolarla borç 24 milyar dolar azalıyor. 274 milyar dolara geriliyor.

Dikkat: Hazine’nin döviz varlıkları da var. Net kamu borcu yayınlanınca (Mart sonu) bakacağım.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.